ahilik,ahi,ahi evran,islam,aşıkpaşa,kırşehir,ahmedi gülşehri,selçuklu,osmanlı,insan,güzel ahlak
İslâm’da para peşin mal veresiye veya mal peşin para veresiye satış yapmak caiz görülmüştür. Birincisi selem akdi adını alır, bunun standart (mislî) mallarda, teslim tarihi belirlenerek yapılabileceği sünnetle sabittir. Mal peşin para veresiye satışlar, vadeli satış adını alır. Bu da Kitap ve Sünnetle caiz görülmüştür. Allahü Teâlâ şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Tayin edilmiş bir vakte kadar birbirinizle borçlandığınız zaman onu yazın.“[1] Bu ayet genel anlamda peşin ve vadeli satışları da kapsamaktadır. Nitekim Rasûlullah (s.a) bir Yahudi’den veresiye yiyecek satın almış ve demirden zırhını rehin olarak bırakmıştır.
Diğer yandan veresiye satışlara kimi zaman finansman temin etmek için başvurulmaktadır. Bir mal veresiye olarak satın alınmakta daha sonra aynı şahsa daha düşük bedelle peşin olarak satılmaktadır. Iyne satışı olarak adlandırılan bu satışta üçüncü bir kişinin araya girmesi halinde Ebu Hanife’ye göre lyne satışı caiz olur. Şöyle ki, meselâ; bir kimse kumaş tüccarından on bin lira ödünç para ister. Tüccar para yerine ona on bin lira tutarındaki bir top kumaşı üç ay vade ile 12 bine satarak teslim eder. Bu kimse kumaşı üçüncü bir kişiye meselâ, on bine satıp teslim eder, üçüncü kişi de kumaşı ilk satan tüccara alış fiyatı üzerinden yani on bin lira peşin para ile satar. Sonunda paraya ihtiyacı olan kimse bu üçlü alış-veriş sonucunda on bin lira nakit parayı almış ve üç ay sonrası için on iki bin lirayı borçlanmış olur.
lyne satışı ile ilgili olarak Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “İnsanlar dinar ve dirhem konusunda cimrilik gösterir, iyne satışı yapmaya dalar, ineklerin arkasından gider ve Allah yolunda cihadı terkederlerse, Allah onlara bir bela indirir ve yeniden dinlerine dönünceye kadar bu belayı üzerlerinden kaldırmaz.[2] Diğer yandan Zeyd İbn Erkam (ö.66/689)’ın Hz. Âişe (ö.57/676)ile kıssası da bunu desteklemektedir. Eyfa kızı el-Âliye dedi ki: “Zeyd b. Erkam’dan çocuğu olan cariye (ümmü veled) olarak ben ve Zeyd’in eşi, Hz. Aişe’nin yanına girdik. el-Âliye dedi ki: “Ben Zeyd b. Erkam adına bir köleyi Atâ’ya sekiz yüz dirheme sattım. Sonra ondan (peşin) altı yüz dirheme satın aldım.” Hz. Âişe dedi ki: Sattığın da, aldığın da ne kötü olmuş. Zeyd’e söyleyin. O, eğer tevbe etmezse Rasûlullah (s.a) ile birlikte katıldığı savaşta kazandığı sevabı kaçırmış olur, meğer ki akdi boza ve tevbe ede.”[3]
Ebu Yusuf’a göre Iyne satışı geçerlidir. İmam Muhammed, Şafiî ve Dâvud ez-Zâhirî (ö.270/883)’ye göre lyne satışı mekruh olmakla birlikte geçerlidir. Çünkü Şâfiîler yukarıdaki Zeyd b. Erkam’la ilgili olan hadis için “sabit değildir ayrıca Zeyd’in bu konuda Hz. Aişe’ye karşı çıktığı da belirlenmiştir. Sahabe arasında görüş ayrılığı bulununca bizim izleyeceğimiz yol kıyastır” demişlerdir. Diğer yandan böyle bir satış, dış görünüş bakımından rükün ve şartları tam olan bir akittir. Burada gizli olan niyete de itibar edilmez. Akdin bu yönü Allah’a havale edilir. Ancak İmam Muhammed’in şöyle dediği nakledilmiştir: “Bu satım akdi kalbime dağlar gibi oturmuştur, faiz yiyicilerin uydurduğu kötü bir adettir. Çünkü Hz. Peygamber bu çeşit satış yapanları yermiştir.”[4]
Ebu Hanife’ye göre iyne satışında satıcı ile alıcı arasına üçüncü bir kişi girmezse satım akdi fasit olur. Ancak araya üçüncü kişi girerse satış geçerli olur.[5]
Mâlikî ve Hanbelîlere göre ise böyle bir satış bâtıldır. Delil seddu’z-zerâyi’ (kötülüğe giden yolu kapama) prensibidir. Hz. Âişe ile Zeyd b. Erkam (r.a) kıssası da bunu desteklemektedir.
Sonuç olarak vadeli satılan bir malın yeniden satıcısına peşin ve ucuz şekilde dönmesi yapmacık alış-verişlerin içinde faizi gizlemeye elverişli bulunmaktadır. Çünkü aynı malı iki kişinin karşılıklı olarak birbirine ıyne yoluyla satmasında faiz şüphesi vardır. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu uygulamasında XV. yüzyıldan itibaren ekonomik hayatta önemli bir yer tutan para vakıflarının esnaf ve tüccara finansman olarak kullandırılmasında da ıyne yönteminden yararlanıldığı görülür. Hatta lynenin meşru şeklini bilmeyen mütevellilerin vakıf merkezinde bulundurdukları bazı eşyayı, işletmek üzere para isteyenlere vadeli pahalı satıp, o anda daha ucuz fiyatla peşin olarak geri aldıkları bilinmektedir.[6] Halbuki nakit paranın vakfedileceğine ilk fetvayı veren Hanefi müctehidi Züfer b. el-Huzeyl (0.158/774) bu paraların işletilme yöntemini de şöyle belirlemiştir: “Bir kimse dirhemleri, ölçü veya tartı ile satılan mislî menkulleri vakfetse bu caiz olur. O’na denildi ki; Bu nasıl olur? Dedi: Dirhemler (nakit para) mudârabe (emek-sermaye ortaklığı) yoluyla verilir, sonra kârı (ribh) vakfın hayır cihetine harcanır. Mislî menkuller ise önce satılır, satış bedeli dirhemlerdeki gibi mudârabe veya bidâa (vakıf parayı meccânen çalıştırıp anaparayı ve tüm kârı vakfa verme yöntemi) ile verilir. Meydana gelecek olan kâr, vakıf cihetine sarfedilir.”[7]
Günümüzde iyne satışı genellikle araba satan galerilerde yapılmakta ve bir özel veya ticari taksi vadeli olarak satılmakta ve arkasından daha düşük bir bedelle aynı kişi tarafından peşin olarak satın alınmaktadır. Düzenlenen senetlerde %5 veya %10 gibi yüksek bir tefeci faiz oranı uygulanmakta ve alıcı ağır bir faiz yükü altına sokulmaktadır.
Bugün artık islami kurallar çerçevesinde ticaret yapmak oldukça zorlaşmış bulunmaktadır. Ticareti destekleyen İslami organizasyonlar geliştirilememiş ve kurumsallaşamamıştır. Finans kuruluşları yeterli desteği sağlıyamamaktadır. Ülkede faizsiz, ortaklığa dayalı, islam hukukunun uygulandığı dürüst bir ticaret yerine; faize, güvensizliğe ve adaletsizliğe dayalı batı tarzı bir ticaret, kalkınmanın ve adil gelir dağılımının önündeki en büyük engeldir.
Sermayeyi tek elde toplayacak adaletsiz tedbirler yerine büyük sermayeli ortaklıklar kurulmasına ön ayak olunmalı ve geniş tabanlı özelleştirmeler yoluyla sermayenin tabana yayılmasına çalışılmalıdır. Bu çerçevede Sermaye piyasası Kanunu ile Türk Ticaret Kanunu yeniden gözden geçirilmelidir.
Sonuç olarak bir hadiste de belirtildiği üzere ahir zamanda islama uymak elde kor bir ateş tutmaya benzemektedir. Ateşi bıraksa imanı gidecek, elde tutsa eli yanacak. Bütün olumsuzluklara rağmen dürüst bir ticaretin önünde herhangi bir engel bulunmamaktadır. Helal kazanç sınırında rızkı Allah’ın verdiği unutulmadan harama girmemek uğrunda hırslanmadan zekatını da ödeyerek tevekkülle aza kanaat etmek bir zenginlik sayılmalı ve ahiret feda edilmemelidir.
[2] Ebû Dâvud, Büyü 54; Ahmed b. Hanbel, II, 84; eş-Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, V, 206; ez-Zühaylî, IV, 469.
[3] Ahmed b. Hanbel, IV, 180; el-Kâsânî, V, 198, 199.
[4] İbnü’l-Hümâm, V, 207, 208; İbn Âbidin, IV, 255, 291; Zeylâî
, Tebyinü’l Hakayık, IV, 16,17.
[5]İbnü’l-Kayyim, i’lâmu’l-Muvakkıîn, l, 106 vd; İbnü’l-Hümâm, a.g.e, V, 207; Hamdi Döndüren, İslâm Hukukuna Göre Alım-Satımda Kâr Hadleri, s. 130-132,170, 171.
[6]Ahmet Akgündüz, islâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, Ankara 1988,s. 160 vd.
[7] el-Fetâvâ’l-Hîndiyye, el-Hindiyye, kenarında, Mısır 1310/1892, VI, 311, 312; bk. Hamdi Döndüren, “İslâm Bankacılığı ve Risk Sermayesi”, islâmî Araştırmalar D. VI, 1/1992, s. 17vd.