ahilik,ahi,ahi evran,islam,aşıkpaşa,kırşehir,ahmedi gülşehri,selçuklu,osmanlı,insan,güzel ahlak
Bu kitap (Şiirlerimizi bir kuruluş basacak da) diğer tüm kitaplar gibi Cenab-ı Hakk’ın yüksek katkılarıyla yazılmış ve sizlere sunulmuştur. Bu nedenle biz hiçbir zaman bu kitabı biz yazdık da demedik.
Şurası muhakkak ki, Rahman’ın aşık kullarına daha cömert davrandığını söylememizde pek mahsur görmüyorum. Durum böyle olunca yazılan şiirlerin duyurulması işlemi de Allah’a kalıyor demektir.
Bir aşığın bu iki unsuru birlikte kazanması, onun halk içinde de makul bir ölçüye göre ihtiyaç duyulan bir nefes olmasını sağlar. Ancak insanlar böyle bir aşığın bu özelliklerini hep birden fark edemezler. Sadece okudukları şeylerden hoşnut olduklarını ifade ederler. Bu hoşnutluğun sadece şekli sanatların güzel kullanımlarından kaynaklanan bir unsur olduğunu düşünmek ilahi ikrama karşı bir haksızlık olur diyebiliriz.
Bir aşığın nasıl şiir yazdığını biraz daha açıklarsak sanırım bu husus daha çok açıklığa kavuşur. Kendimizden örnek vermem gerekirse şunları söyleyebilirim. Öncelikle lise yıllarında şiir yazmak nasib olduğunu söyleyebilirim. Sonraki yıllarda şiir yazmakla beraber hem bu yoğunlukta ve hem de bu kalitede, bu duyguda değildi diyebilirim. Bu şiir kitabının hemen hemen hepsi 53 yaşında başlayıp bu güne kadar sürdü (3 yıl). O halde ne oldu da 53 yaşına kadar düşük kalite bir anda yüksek bir kaliteye çıktı? İşte bunun adı “Allah şimdi nasibetti” demekten başka bir şey olmasa gerek..
Biraz da şiirlerden bahsedecek olursak; gördüğünüz üzere hem t6asavvuf ve hem de halk edebiyatı şiirlerini eşit ağırlık ve duyguda yazmak kısmet oluyor. Bütün okul hayatım boyunca hem fen derslerim hem de edebiyat derslerim eşit seviyede giden inekçi talebelerdendim. Arkadaşlarım bana senin kafanın iki lobuda eşit çalışıyor derlerdi. Gerçekten hem tasavvuf ve hem de halk edebiyatı yazmak birçok şaire nasibolan bir şey olmasa gerek.
Bu şiirlerin başlaması ilk önce taşlamalarla başladı diyebilirim. Gerçekten iyi bir hatip ve tartışmacı olmanın sukünet bularak bu yöne dönüşeceği aklıma gelmemişti. Örneğin “ümüş bacıma ağıt” ile “Eşşeklik sanatı” adlı şiirler üzüntü ve kızgınlıkla zülme yazılan şiirler olarak öncelik aldı diyebilirim.
Sonra bir anda Allah’a olan dualarımı yazdığımı fark ettim. Her dörtlük bir niyaz ile bitiyordu:”kararım yoktur Allah’ım” gibi. Gerçekten gözyaşı ile yazılan bu şiirler İslami konularda yazarlık da yaptığımız için bilgi olarak da beslendi ve gittikçe tecrübe kazanımı ile ustalaşma sürecine girdi.. tasavvuf alanında usta çırak ilişkisi olarak Yunus Emre ve Hoca Ahmet Yesevi’den etkilendiğimi söyleyebilirim. Rahmetli olan bir aşık ya da dervişe çırak durmak şöyledir. Oturursunuz örneğin Yunus Emre’nin divanından 200 şiiri okursunuz ve arkasından bu divanı kapatırsınız ve kendi kendinize şiir yazmaya başlarsınız. İşte bu yazımda kalıp olarak, veya mana olarak veyahutta ferdi yalınkat bir veye birkaç kelime ayni yada benzeşme şeklinde olabilir. Bu benzeşmelerde kasıt unsuru aramak aşığa bir haksızlıktır diye düşünürüm. Zaten gereğinden fazla bir benzeşme olursa bunları aşık şiirinin altına yazar zaten.
Halk edebiyatı olarak öncelikle yöre manileri izlenmiş ve üstün bir mana ve kafiye fark edildiği için nasıl yararlanılabileceği üzerinde düşünülmüştür. Arkasından taşlamalar yine devreye girmiş ve 11’li koşmalara bir ön denemenin ardından hızla geçilmiştir. Koşmaların 11’li olması şiirin ifade kolaylığına imkan verdiği için başarılı sonuçlar elde etmemizi sağlamıştır. Özellikle kendi yaşantımızdaki sevdiğimiz kızlar, sıla özlemi, kırşehirin halları, Seyfe gölünün kuşları, annem Yörük olduğu için onlarca Yörük şiiri, babam Türkmen olduğu için Türkmenler, Ahi araştırmacısı olup bir ahi kitabı çıkardığımız için AHİ ünvanı ve şiirleri bu şekilde oldu.
Halk edebiyatında izlediğimiz aşık Karacaoğlan olup bununla da usta çırak ilişkisinden yararlandım diyebilirim. Bizim bu iki değerli şahsiyeti seçmemizin nedeni bunlar gibi yaşamakta ve düşünmekte olmamızdan gelmektedir. Hiçbir zaman bir şair taklit etmek istediği aşık gibi yaşamıyorsa yazdığı benzetmeler sırıtır kalır. Uyarlama dahi yapamaz. Sorun olan şey sairin aşık gibi aynen yaşamamasında yatar. Bu yüzden Karacaoğlan’ın güzellere olan bitmeyen aşkı, güzelin ona “var git emmi işine” deyinceye kadar devam ettiği gibi lisede 6 tane kız arkadaşı olup bu yaşta bile güzelleri ayırt etmeden seven, herkesle otobüste, münibüste ve heryerde şıkır şıkır konuşabilen bizim gibi sevgi dolu aşığın ustası Karacapğlandan başkası olamazdı elbet.
Bu sırada Karacaoğlan’la Yunus Emre’yi nasıl bağdaştırıyorsunuz gibi bir soru gelebilir. Şöyle diyelim: Tasavvuf asli olarak Allah sevgisine dayanır diyebiliriz. Peygamber ve ümmet düşüncesi de aynı koninin alt tabanıdır diyebiliriz. Halk edebiyatında ise temel olan şey halkın yaşayışıdır. Bu yaşayış uygun bir ahlakı içeriyor olabileceği gibi içermiyor da olabilir. Aşık kişi görünen bir yaşantı kadar görünmeyen istek ve arzuları da şiirinde işleyebilir. Bunlar teşhir noktasına kadar varmadığı sürece, tatlı, latif, heyecan katan, indsanın yapamadıklarına hayali olarak yapma şansı veren ve insanların kendini gördüğü önemli yaşam ögeleridir. Bu yüzden aşıkları başka bir aşığın dışında, kurallara odaklanmış hocaların aqnlaması mümkün olmaz. Yani buna bizim gibi bir damdan düşenin get6irilmesi gerekir diyebiliriz.
Bizdeki benzeşme İslamdaki İHSAN ŞUURU’nun bizde çok yükselmesinden dolayıdır. Ağlayarak yazılan onlarca şiir beraberinde ihsan şuurunuda getirecektir. Özellikle tasavvuf açısından ağlayarak kılınan namazlar Allah’a muhabbeti artırır ve diğer insanların duymadığı ve yaşamadığı ve görmediği şeyleri görür hale gelirler. Bu noktadaki bir sıkıntı tarikat, hakikat ve marifet seviyesindeki aşığın yaqzdıklarınjı şeriat ehli kimselerin okuyarak yanlış anlamaya düşmeleridir. Aynen Hallac-ı Mansur’da olduğu gibi.. Bu yüzden aşık ne yaşarsa yaşasın şeraite göre yazmkak zorundadır diyebiliriz.
Şiirlerimden beste yaparak söylediğim ve bazı aşıklarla atıştığım için AŞIK ünvanı uygun görüldü. Ahi araştırmasından ve kitabımızdan dolayı AHİ ünvanı yakıştırıldı. Tasavvuftan dolayı ise KUL ve AHMET FAKİRULLAH isimleri okuyucularımdan söylendi. Bir de hattat ismi olmakla beraber henüz icazetimi almadığım için bunu kullanmıyorum.
aşık ahi kul ahmede yazmak nasib oldu.