ahilik,ahi,ahi evran,islam,aşıkpaşa,kırşehir,ahmedi gülşehri,selçuklu,osmanlı,insan,güzel ahlak
La ilahe (ilah yoktur) sözü ile insan çağın bütün sahte ilahlannı reddeder, onlan takbih eder, eliyle, diliyle ve kalbiyle onlan ortadan kaldırmaya çalışır. İşte bu sözle yapılan şahadetin anlamı budur. Her çağın birtakım sahte ilahlan vardı, bu çağın sahte ilahlan da servet, güç, iktidar, şöhret, itibar, makam-mevki’dir, tüketim çılgınlığıdır, sınırsız cinsellik ve cinsel sapmalardır, materyalizmdir, küreselleşmedir, yeni dünya düzenidir, vahşi kapitalizmdir, emperyalizmdir, vs. Bunlar çağın sahte ilahlandır, zira bunlar bizim içimizdeki en güçlü dürtüleri temsil ederler.
Işte ahilerin aşırı servet sahibi olmaktan hem men (daima ihtiyaç varsa mevcut işletmeyi büyütmez, sermayeyi artırmaz, yeni bir ustaya yeni bir şans verirlerdi. Ihtiyaç yine giderilir fakat tekelleşmeye de izin verilmezdi. Bugün siz ölçekler artmazsa ucuza imal edemeyiz diyorsanız kardeş kardeş çok ortaklı işletmeler kurmanızda hiç bir engel yok. Ancak siz kolay olan daireleri alır fakat 10 kişi ekmek yesin ve bu şehrin şu ihtiyacını ucuza imal edeyim demezsiniz. Parasız çıplak müteşebbis de gider faize para alır bankadan ve ya batış mukadderdir ya da halka kazık atarak ayakta kalmak isteyecektir. Ikisi de sakat. Halbuki ortaklık olsa hiç bir baskı altında kalmaz ve rahat çalışır. Batının zalim ve sadece %51’i koruyan ticaret, sermaye, merkez, ve benzeri kanunu ile adaletsiz hukuk düzeninde küçük sermayenin hakkını korumak mümkün olmayınca hiç kimse bir şirkette küçük olmak istemiyor. Illa büyük olacak. Ona da para yok. Git faize borç al.. borsa dersen üçkağıtçıların avukatlığı.. ülke hep bindiği dalı kesiyor aslında. Fakat anlamıyor yolun yanlışlığını bir türlü.. hep kanun değiştiriyor. Ancak ha ali veli, ha veli ali. Oyun aynı oyun. Sahnele dur. Başrollerdekiler hep aynı. Bunu müslüman bürokrat ve siyasetçiler de anlamıyor. Zira müslüman da olsa materyalist bir eğitim onun düşünce sistemini bozmuş. Namaz kılıyor fakat mevcut düzen konusunda hiç bir fikri yok. Düşündürültmemiş. Yaşadığını daima doğru zannediyor. Bir taşı şurdan şuraya koyacak fikir ve cesarete sahip değil. Tam bir afazi.. işte Batı’nın müslümanı teslim alması bu.. namaz kıl fakat benim gibi düşün ve beni taklit et. Sen duyma ama zaten benim yanımda olursun ve diğer müslümanlardan kop da gel, koçum benim..hikaye bu vesselam.
Bugün herkes servet peşinde koşmaktadır ve para-pul uğrunda hiçbir kural ve kanun tanımamaktadır, helal-haram ise çağın insanının lügatinden tamamen çıkarılmıştır, “dini imanı para” deyimi durumu mükemmel bir biçimde özet¬lemektedir. Para, döviz, borsa, hisse, repo, faiz, kaçakçılık, kara para, hayali ihracat, vergi kaçakçılığı, silah, kadın ve uyuşturucu kaçakçılığı, sahte ilahlara iman edenlerin amentüsünü oluşturur. Garaudy dini-imanı para olanların dini için “Pazar monoteizmi” tabirini kullanır. Ya da şöyle söyleyelim. Ankara’da 50’ye ulaşan AVM’ler için Kapitalizmin Mabetleri diyebiliriz. Bir tane belediye çıkıp da ben size 200 araçlık park mecburiyeti getiriyorum diyemedi. Bu mecburiyet bile yasa gerekmeyen sıradan bir encümen kararıyla hallolur ve bütün AVM’ler defolup şehrin dışına çıkardı, üç beş esnaf da birşeyler satabilirdi. Buna esnaf örgütleri de baskı yapamadı. Belediye encümenleri müteahhitlerden oluşuyor ve çıkarlar siyasileşti çünkü.. imar durumu bir felaket. 2 dörde, dört yediye kata %25 inşaat alanı %40’a çıktı. Önce şehirler ölüyor sonrada içindeki insanlar. Çünkü apartmanların yakınlığı hayayı kırıyor ve bu toplum gittikçe hayasını kaybettiğinin farkında olmayan ve dolayısıyla suçunun nedeni bir türlü anlaşılamayan insanlardan oluşuyor…
Bu sahte ilahlara iman eden bir başka kesimin peşinde koştukları ise iktidar, tahakküm, makam-mevki ve yönetme, emretme, boyun eğdirme, dikta¬törlük, hegemonya, sömürgecilik, emperyalizm tutkusudur.
Üçüncü bir grup ise şöhret ilahına tapanlardır. Onlar daima en yukarıda, meclislerin başköşesinde olma peşindedirler. Zira silik kişiliklerini böylece tatmin etmeye çalışırlar. Bu gibiler medyada sık sık görünmek ister¬ler. Sözüm ona rollerini-yerlerini sağlama almak için kamunun yararını göz kırpmadan feda ederler, hatta bulundukları toplumun geleceğini bile tehlike¬ye atar, ipotek altına alırlar.
Bunlara bir dördüncü grubu da ilave etmek gerekir ki, onlar da bastırılmış cinselliğinin veya cinsel doyumsuzluğun/tatminsizliğin rüzgârında savrulan¬lardır. Bunların da işi gücü kadın, kadın muhabbeti, cinsel fıkralar, pavyonlar, diskolar, barlar, gece kulüpleri ve fuhuş ortamları üzerine nefes tüketmektir. Bunlar kontrolsüz/başıboş cinsellikten yana oldukları için her türlü ahlakçı söylemden ve kamu ahlakını koruma teşebbüslerinden nefret ederler, bu çabaları “özgürlüklerin kısıtlandığı” iddiasıyla engellemeye çalışırlar. Bu çevrelerde her tür uyuşturucunun da yaygın olarak kullanım ve ticareti söz konusudur.
İşte insan “La ilahe” derken çağın bütün bu sahte ilahlarını da reddet¬tiğinde, onun bilinci ikinci aşamaya geçer ve “illallah” (gerçek ilah sadece Allah’tır) diyerek, pozitif bir gerçeği ortaya koyar: Gerçek bir ilah vardır ki o da Allah’tır, yani herkesin önünde eşit olduğu bir ilah! Herkes O’nun önünde eşittir ve kimse Allah’ı kendi şahsi çıkarının hizmetine koşamaz, çünkü Allah ilkesel olarak herkese eşit mesafededir, kulları arasında ayrımcılık ve taraf¬girlik yapmaz. Buna rağmen biri çıkar da Allah’ı kendi çıkarının hizmetine koşmaya çalışırsa, bu iddia ile yola çıktığında büyüklenip insanlara egemen olmaya teşebbüs eder etmez, kendisi de çağın sahte ilahlarından biri hâline gelir ki, onun da işinin bitirilmesi, sahte tahtından indirilmesi şart olur. İnsan kendisini nasıl ilahlaştırabilir!
O hâlde Müslümanm her gün tekrar tekrar “Lâ ilâhe illâ’llâh” demesi ve bunu söylerken de çağın sahte ilahlarını reddetmesi, güç ve serveti ellerinde bulunduranlann kendilerini ilah yerine koydukları mevcut statükoya başkaldırıp onu reddetmesi gerekir. Çağdaş bir dille konuşacak olursak, “Lâ ilâhe illâ’llâh”m anlamı, toplumsal eleştiri demektir, çağın hastalıklarını göz önüne sermektir, sonra da İslam ümmetinin tevhid, özgürlük, adalet ve eşitlik teme¬linde yeniden yapılandırılması yolunda çaba harcamaktır.
“Lâ ilâhe illâ’llâh”, insanın bütün kararlarında, yaşantısında ve eylemlerin¬de özgürleşebilmesi için, her türlü boyunduruktan vicdanını özgürleştirmesi demektir, toplumsal eşitlik demektir. Zira herkes Allah önünde birer insan olarak eşittir, siyah ile beyaz, yöneten ile yönetilen, büyük ile küçük, kadın ile erkek, güçlü ile zayıf arasında fark yoktur, insanlar bir tarağın dişleri gibidir. Ahilerin adalet ve eşitlik anlayışının temelinde de bu iman vardır. Ve onlar bu adaleti hiç bir nedenle akrabaları dahi olsa bozmadılar
“Lâ ilâhe illâ’llâh”, sosyo-ekonomik adalet ve eşitlik temeline dayalı bir toplumun inşası yolunda sürekli değişim (cihad-ictihad) demektir. Bunun İslam’ın ilk emri olan İkra=oku emri ile de bütünleştirilmesi gerekir.
Kelime-i Şahadet’in son kısmına, “enne Muhammeden abduhu ve Rasûluh”a gelince, burada da amaç sadece bir tespitte bulunmak değildir. Hele Rasûlullah’ı övmek, yüceltmek, şahsını kutsallaştırmak, faziletlerini sayıp dökmek, Rasûlullah sevgisinden dem vurmak, şefaatine nail olma peşinde koşmak, ona (sas.) bol bol salavat getirmek, onun babalarının atalarının kız olsun erkek olsun çocuklarının isimlerini, hane halkının, eşlerinin adlarını ezberlemek hiç değildir. Bu sözün söylenmesindeki amaç, tasavvuf ehlinin yaptığı gibi yerlerin- göklerin, denizlerin, ırmaklann, bitkilerin, hayvanlann ve insanların, kısacası, her şeyin kendisinden yaratıldığını iddia ettikleri Hakikat-ı Muhammediye’den dem vurmak ya da Nur-ı Muhammedi’ye inanmak da değildir, ya da mevlid kandillerini kutlamak da değildir. Kısacası Hz. Peygamberin (sas.) şahsını ön plana çıkarıp onun Allah’ın bir kulu olduğunu unutmak, Hz. Ebu Bekir’in “Kim Muhammed’e kulluk ediyor idiyse, bilsin ki o ölmüştür, ama kim Allah’a kulluk ediyor idiyse, yine bilsin ki o ölmeyen diri’dir” sözünü unutmak değildir.
“Enne Muhammeden abduhu ve Rasûluh” sözünü söylemekteki gaye bunların hiçbiri değildir, hatta bunların çoğunun dinde yeri bile yoktur. Peki, bu sözün söylenmesi ne anlama gelmektedir? Her şeyden önce bu söz, Hz. Peygamberin vahiy geleneğinin son halkasını temsil etmesi sebebiyle, artık insanoğluna yeni bir vahiy gelmeyeceği anlamına gelir. Yeni vahiy gelmeye¬cek olması ise, insanlığın aklının olgunluğa eriştiği ve aklı sayesinde vahyin kendisine sunduğu gerçekleri anlama, yorumlama ve hayata uygulamaya ehil ve kadir olduğu anlamına gelir.
Bu durumda, aklın yetersizliğini iddia etmek ve buna bağlı olarak rabbani hakikatlerin ancak keşf ilham, kalp gözü veya gökten gelecek diğer ilahi yar¬dımlar sayesinde doğrudan idrak edilebileceği iddiası da, insanların akıllarını ipotek altına almaya amaçlayan batıl bir iddiadır, Bu ipotek sayesinde onları istismar etme, sömürme ve egemen güçlerin kuklası hâline getirme projesinin bir parçasıdır. İnsanoğlunun artık bugüne kadar gelen vahiylerin ışığında kendi yolunu kendi aklı ile çizmesinin mümkün oluşu, aynı zamanda hurafe, büyü, sihir, fal ve kehanetlere de yer olmadığı anlamına gelir. Keza bu durum, cahilliğin, okuma-yazma bilmemenin, zanın, taklidin, şüphenin, şaşkınlığın, kararsızlığın sona erdirilmesi anlamına da gelir. Zira, artık akıl, vahyin haki¬katleri ışığında gerçeğe ulaşabilir, kesin kararlar verebilir, meseleleri çözebilir, yeni keşiflerde bulunabilir, yeni şeyler icat edebilir ve yaratıcı düşünceyi aktif olarak kullanabilir.
Bu tespitin tabii bir sonucu olarak “enne Muhammeden abduhu ve Rasûluh” sözünü söylemekle insanın, kendi hür iradesi ile yüklendiği “emanet (sorumluluk ve görev)i” taşımak ve yeryüzünde Allah’ın iradesini gerçekleş¬tirmek için kendi iradesiyle hareket etmek ve başarıya ulaşmak durumunda olduğu ortaya çıkar. Tıpkı Hz. Peygamber’in sadece “Hakk”a tanıklık/şahitlik etmekle yetinmeyip, bir İslam toplumu/düzeni kurmayı da başarmış olması gibi, bugünün Müslümanı da yeryüzünde Allah’ın halifesi olabilmek ve O’nun iradesini egemen kılabilmek için, her türlü beşeri boyunduruktan azade tam bağımsız bir aktör olarak hareket etmelidir.
Kısacası “Eşhedu en lâ ilâhe illâ’llâh ve eşhedu enne Muhameden abduhu ve Rasûluh” demek, “Ben Allah’a inanan bir insanın, hür, bağımsız, aklı ve ira¬desi ile yolunu çizebilen bir insan olduğuna tanıklık ederim, işte ben de böyle bir insanım” demektir. Bunun anlamı ise “yeni bir hayat”a başlamaktır.
İşte bu noktada tekrar dönerek İslam’ın adeta bir uygulama prototipini çizmiş olan ahiliğin size söyleyeceği çok şey olacaktır. bu nedenle ahiliğin temelinde işte bu anlattığımız tevhidi anlayışı anlamadan ahiliği anlamaya kalkmak ciğeri alıp tarifini almamaya benziyor. Ortada bugün de insan malzemesi var fakat onu nasıl eğiteceğinizi, onun müşevviklerinin neler olduğunu bilmeden ona diyorsunuz ki bak senin soyun ahi idi sen de ahi ol. İyi olayım da onun dışa yansıyan hareketlerini ben de kitaplardan okuyorum zaten. Dürüstmüş, doğruymuş, kanaatkarmış, edepliymiş, vesaire vesaire. Fakat onun kafasının içindeki neymiş acaba? Ve kafasının içindeki hangi şartlarda ve ne yaparak, nasıl oluşturul du. Dayandığı temel fikir neydi? İşte bunların konuşulması gerekir kanaatindeyiz.
Böylece ahilerin fikirlerinin temelinde TEVHİD inancı olduğunu gördük.