ahilik,ahi,ahi evran,islam,aşıkpaşa,kırşehir,ahmedi gülşehri,selçuklu,osmanlı,insan,güzel ahlak
Sevgili Okuyucular,
Ülkemiz bir halk oylaması yaşadı. Sonucu ne olursa olsun demokratik davranış olarak övgüye değer bulunmalı.
Demokrasilerde evet’ler de, hayır’lar da saygıdeğerdir.
Konuyu bizde siyaset sosyolojisi açısından değerlendirmek istedik. Siyasal mezunu olmamız bize bu görevi verir diye düşünürüz. Bizim ilmi ve akli çözümler üreterek topluma sunmamız beklenmeli ve öyle de kabul görmeli. Fikirlerimiz şüphesiz tek doğrular kümesi değildir. Tartışılabilir. Bunu zenginlik sayarız.
Bizler bir ideolojinin tarafı olamayız. Her ideolojiye eşit durmak, ilim ve aklı öne çıkarmak, fikri hürriyeti getirir ve temeline adaleti oturtur. Bu ise topluma güven verir ve onu iyi ve makul noktasında etkiler. İyi, yararlanılabilirliği getirir; makul ise toplumsal uzlaşıyı davet eder. Bütün bunlar ise toplumun barış ve huzuru demektir ki, istenen de budur.
Sağduyunun engelleri
İnsan sağduyuyu, at izinin it izine karışmadığı, aklı selimi ifsat eden şeylerin olamadığı hür ortamlarda yakalar. Darbeler ve kırıcı siyaset sağduyuyu yok eden unsurlar olarak bilinir. Bunlar değer yargısı hatta dayatma içerirler ve hür iradeyi yok ederler. Bu girdabtan taraf olanlar, bir aidiyeti (parti, tarikat, cemaat, hatta ırk ve kabile aidiyetleri de buna dahildir) olanlar kolay kolay kurtulamazlar. Aidiyet ve aşırı sevgi, aklı selimi yok eder ve kişiyi esir alır, toplumsal güdülemeye sokar. (Balıkların öndekini izleyerek daha büyük kütle oluşturmaları, ya da koyunların bir engelden önce atlamayıp sonra biri bir şekilde atladıktan sonra arka arkaya düşünmeden taklit ederek atlaması aynı anlamı çağrıştırır. Hatta polis bunu bilir ve toplumdan ziyade “ilk kim vurun dedi” diye onu araştırır, kayıtları inceler ve araştırıp o lideri bulur, yakalar. Peygamberlerin çobanlık yapmaları boşuna değildir. Onlar orada koyun sürüsünün hareketlerini ve davranış kalıplarını öğrenip, oradan hareketle insanları yönetmeye gönderilmişlerdir.)
Yukarıda sayılan bağlılık, aidiyet, üyelik, fikir üretimini ve sağduyuyu azaltır. Sonuçta bunun adı taraflarca birlik, beraberlik ve sadakat yaldızlı sözleriyle anılır, uymayanlar da ihanetle suçlanırlar. ( Bu referandumda CHP de on kişiden üçünün –yolda giden kararsızlardan oy almış fakat kendi tabanından da ikna edemediği bunda demokratik gelişme var diyerek içeriği tartışan bir kesim olmuştur.- MHP de on kişiden birinin ihanet ettiği söylenebilir – onların savları demokratikleşmeden ziyade 12 eylülün intikamı ve bunun bir muhafazakarların projesi olduğundan hareketle dini motifli destek bilincidir) Bu noktada bütün toplum o birliği yönlendiren fikir ve karar mercilerine kalır ve bu kişiler ve fikirleri putlaşır, asla sorgulanmazlar. Askeri bir sorgusuz itaate dönüşür.
Halbuki demokrasilerde bireysel kararlar daha önemlidir. Bakın psikolojide bir otorite sayılabilecek Doğan Cüceloğlu, sizin için araştırdığımız İnsan ve Davranışı adlı eserinde ne diyor. “Bilinçli bir seçmenin, kolay yoldan oy kazanmak isteyen şarlatan bir politikacıyı engelleme gücü vardır. Bu, demokratik rejimin en güçlü teminatıdır” “Bireysel, özgür davranış refleksine dayalı, bilinçli seçmen, demokrasinin teminatıdır. (Doğan Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı) İşte asıl beklenen körü körüne itaat değil, sorgulamalı içerik biçimli davranış biçimidir. Ferdi karar ve davranış uygulayarak itaat ve ihanet edenlerle ilgili yukarıda doğru ya da yanlış bir oran verdik.
Karar mercilerinin kararlarının psikolojik tabanı
Bunu örneğimize indirgersek; bu sefer sorulacak olan soru şudur. CHP’nin karar ve kanaat önderleri neden özgürlüklere karşı bir tavır almışlardır ve seçmeni ve tarafsız kabul edilebilecek yoldaki adam, toplu ve bireysel olarak ne yapmışlardır.
Önce kararın gerekçelerinin demokratik katılım ve sosyolojik davranışlar yönünden eleştirisini yapmağa çalışalım. CHP’nin üzerinde durduğu temel iki madde vardı. Bunlar HSYK ve AYM’nin yapısı ile ilgili siyasallaşma iddialarıydı. Bu kararı öncelikle partili olmayan ancak aynı ideolojiyi benimseyen eski ve mevcut başkanlar veriyordu. Siyaset de aynı şeyi dillendiriyordu. Burada siyasallaşma iddiaları temelde parlementoya bir güvensizlik iddiasıdır ki bu, temelini, rejimle, parlemento yapısının farklı olmasının yarattığı itişmeden gelen güvensizlikten alır. Dolayısıyla bu durum normaldir ve örgüt çıkarlarının ülke çıkarlarının önüne geçtiği tipik örgütsel davranış kalıbıyla izah edilebilir. İşte bu ona duygusal bir nitelik verir ve savını zayıflatır.
Halbuki demokrasilerde parlementolar, “demokratik meşruiyetin” oluştuğu ve halkın kararının, tercihinin oluştuğu, şekillendiği yerlerdir. Bu yüzden parlementoyu ve kararını küçümsemek demokratik değil, fakat totaliter bir davranış olarak karşımıza çıkar. gayretine
İkinci olarak “mukayeseli hukuk” denen bir şey vardır. Bu, ben bir şey yapıyorum ama başkaları nasıl yapmış acaba? Deyip benzer örneklerden yola çıkarak ortalama bir karar vermek demektir. Şüphesiz sizden eski ve tecrübeli demokrasiler de bulunmaktadır. Bünyenizle kıyaslayarak uygun olanı seçebilirsiniz. İngilizlerin bir deyişi var: “all thing in moderation, moderation in all thing” her şeyde ortalama, ortalama her şeyde. Böyle bir “rehber söz” insanın başını ağrıtmaz.
İşte bu iki hukuki neden, sosyolojik olarak açıklanabilecek, akraba ve çıkar ilişkisine dayalı soyut davranışların önüne geçer. Bunun aksi şuna benziyor. Bir hakimin, ortada kanun maddesi dururken, gelenek ya da örfle karar vermesine benziyor.
Bu iki hukuki neden “kuvvetler ayrılığı” ile birlikte algılanmayınca “hakimler ve savcılar oligarşisi” olarak algılandı. İşte Anayasa Mahkemesi’nin yaptığı da budur ve değişikliği iptal etmemiştir. Aslında bu bile bir yerindelik denetimidir fakat sözünü ettiğimiz iki neden sonucu böyle belirlemiştir. Bunlar hukuki ve akli nedenlerdir ve bundan geriye duygusal nedenler kalmaktadır.
Özet olarak söylemek gerekirse; CHP bu karşı çıkışıyla, rejimin “uyanık bekçi”sini yerinde tutma gayretine girmiş olmakta ve 1940’ların düşüncesine sahip çıkmak onu statükocu tanımlamasına sokmaktadır.
Burada sorulacak ikinci soru, rejimin artık savunulabilir olup olmadığı, ve taraftar sayısının yeterliliğinin sorgulanmasıdır. Rejimin temellerini neler oluşturmaktadır ve bunların çağdaşlık, demokrasinin ülkede ulaştığı seviye, bünyeye uyum sorunları, kültür anlaşmazlıkları, nufüs yapısı, coğrafi yapı, bireysel hürriyetler, iktisadi rekabet ve büyüme ve tabanında bulunması gereken istihdam-eğitim ilişkileri yönünden, duygusallıktan uzak olarak irdelenmesi gerekir.
Her rejim kendi taraftarlarına belli ölçüde şartlandırma yoluyla duygusal bir bağ oluşturmaya çalışır ve taraftarlar yoluyla kendini garantiye alır. İtiraz edenleri
Bu hadis bir sosyolojik mucizedir. Sahihtir ve tevatüren gelmiştir.
Danışmaya önem veren Cenab-ı Hak’da, danışmanın, aklı selim, bilgi ve tecrübe ile doğruya giden yol olduğunu belirtmektedir ve ayetlerle emretmektedir.sunmamız beklenmeli ve
Ayetlerde emredilen size bir haber geldiğinde onun aslını araştırın emri ve akletmez misiniz?
Fikretmez misiniz? Emirleri hep, insanı araştırmaya, okumaya, sormaya ve kararı ona göre vermeye yönlendirmektedir. Bu yönüyle bakıldığında bir seçmenin önüne sunulan şeyin içeriğine göre karar vermesi gerektiği söylenebilir. Yapılan da bu olmuştur.
Bireysel, özgür davranış refleksine dayalı, bilinçli seçmen, demokrasinin teminatıdır.(Doğan Cüceloğlu)
Bu proje muhafazakarların “sıktı artık” projesidir ve tabanda da kabul görmüştür, bireysel hürriyetlerin yolunu açmıştır.
Krallar gitti, kurallar geldi.
Tartışmasız bir farkla %58 evet, ülkeyi ve muhafazakar kesimi rahatlatmıştır. Diğer kesimlerin de bu sonuca saygı duymak görevi olduğu kadar, hükümetin ürkek kesime de güvence vermesi, onları da kucaklaması bir gerekliliktir.
Totaliterlik, özgür bireyin gelişmesini de, ekonominin gelişmesini de engelleyen bir yapıdır.
Halbuki hukukumuz, otoriter ve devlet merkezli bir anlayıştan, hürriyetçi ve birey merkezli bir anlayışa göre gelişiyor.
Yeni Anayasanın yolu açılmıştır. CHP bu da bizim önerimiz demeli ve bir şeyler ortaya koymalı. İstemezük siyaseti tutmaz.
Çerçeve anayasası herkesi kuşatabilir. Kimlik tanımı şart değil.
Halkı halka rağmen biçimlendirmek yanlış olduğu gibi, halka rağmen demokratikleşme de yanlış olabilir. Anayasa değiştirerek halk değişmez. Anayasanın kültür, inanç, sanat karşılığı yoksa, hayal kırıklığı olur. Ancak toplum ileri akıyor. Demokratikleşme kültürü artıyor. İyi olan bu.
Ülkeyi sevmek adına ülkeyi bölenler ve kötülük edenler
Bahçeli, hakaret yarışında en ölçüsüz örnekti. Fakat bu tavır seçmenden cevap bulmadı. Oylarında erime devam etti. Kaleleri düştü. Sağduyulu taban, yanlış politikaya itibar etmedi. Ötekileştirme anlayışı, AKP düşmanlığı, dar alanda projesiz, küfür ve hain suçlamasıyla herkesi dışlayıp hayal aleminde muz cumhuriyeti oluşturma fikri, sağduyu kalkanına çarptı ve parçalandı. MHP evet derseniz ülke bölünür diyor ve oy kaybediyorsa MHP düşünmeli.
“Bilinçli bir seçmenin, kolay yoldan oy kazanmak isteyen şarlatan bir politikacıyı engelleme gücü vardır. Bu, demokratik rejimin en güçlü teminatıdır” (Doğan Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı)
Bahçeli ya bırakmalı, ya da şapkayı önüne koyup politikalarını gözden geçirmeli. İşin aslı ülkeyi onlar bölüyorlar. Belki açılımla olmuyor, fakat açılımsız da olmuyor. PKK üzerinden Kürt Milliyetçiliğini keskinleştiriyorlar, onları ayrıştırıyorlar.
İslam’da milliyetçilik yasaktır. Bu partinin kuruluşu bir kere İslam’a aykırı. Aslında rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu bu partiye İslami bir yön vermek istedi, fakat buna gizli güçler müsade etmedi ve onu şutladı. O da malüm BBP’yi kurdu. Fakat onun da danesi olmadı.
İnsan en çok kötülüğü, sevmek adına yapar.
Hz. İsa’yı sevenler onu ilahlaştırıp yeryüzünden uzaklaştırdılar ve kuralları kendileri belirlemeye kalktılar. Kendileri Rabb oldular (helali haramı onlar belirlediği için) ve halk da İsa’nın oğul olarak Allah’a ortakçı çıkması nedeniyle şirke düştü. Felaket…Yandı gitti gülüm keten helva.
Askerlerde de öyle. Harbokullarında, Harbakedemilerinde ve kısmen diğer Askeri Okullarda öyle yetiştiriliyorlar ki, bu adeta bir şartlandırma. Söylenen şu:“ülkenizi öyle sevmelisiniz ki, halk adına da en iyiyi siz düşünmelisiniz. Halk cahildir. Onu yönlendirmek ve yönetmek de sizin göreviniz. O doğruyu bulamaz. Sen şöylesin, sen böylesin v.s.” İşte verilen bu gaz, ona daha sokakta yürürken halkı aşağılatıyor. Ayrı lojmanlar, ayrı yaşam, toplumdan tecrit olma, temas yok ve sonucunda yaşadığı gibi düşünmeye başlıyor ve topluma hizmet edeceğine, toplumdan kopuyor, efendiliğe soyunuyor.
İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesindeki Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ülkeyi koruma ve kollama yetkisi vererek darbelere hukuki zemin hazırladığı iddia edilen maddenin ortadan kaldırılmasının pek fazla bir önemi yok. Önemli olan askerin topluma nasıl baktığıdır. Darbeler gerekçe aramazlar, arar görünürler. Irak, hangi haklı gerekçeyle işgal edildi? Bu işgal; Yahudilerin Amerika’yı, eşeğin deveyi çekmesine, ya da ayının burnundaki halkayla çekmesine benziyordu. Menderesin neyi vardı? Sayısız başarıları yanında, karşılamaya gelen olmayınca “ben bu ülkeyi assubaylarla da idare ederim” demesi mi ağırlarına gitmişti? Hangi hatası fahişti? Onun oylarına çarıklıların, sarıklıların, ağzı kokanların oyları demişlerdi! 12 Mart’ta ne olmuştu? 80’de nasıl bir günde işler yoluna giriyordu da daha önce bunlar neden yapılmıyordu? Şartlar olgunlaşsın diye daha kaç kişinin ölmesi gerekti? Ya 28 Şubat? Siyasal’ın %39’u İmam Hatipli gençlerden oluşmuştu. Bu kadar Müslümanlık fazlaydı! Laiklik mi elden gidiyordu? Yoksa Müslümanlar mı sorundu? Üzüm mü, bağcı mı? 27 Nisan ise e-darbeye Allah’ın bir müdahalesiydi. Onca kalpleri tebdil eden oydu. Beklenen başka, sonuç ise daha başkaydı.
Önemli olan zihniyeti değiştirmektir. Askeri, halka hizmet noktasında eğitmek ve hürriyete, tek doğrunun kendi düşündüğü olmadığına inandırmaktır. Herkesin iyi niyetli olduğunun bilinmesi, ancak önerilerinin farklı olduğu gerçeğinin kabul edilerek, çoğunluğun tercihinin hayat hakkı bulunduğuna inanılmasıdır. Bunlar birer erdemdir. Zihniyetler demokratik olmalıdır. Demokrasi erdemlilerin yönetimidir. Erdem: Çobanın oyunun da eşit olduğunu kabul edebilmektir. Herkes bu millete efendilik yapmaya kalkıyor! Halbuki İslam hizmetkarlığı emreder.
“Yönetici halka hizmet edendir.”(hadis) Bu hadisi sınavda 100 kişiye çaktırmadan sorduk. Herkes bir şeyler yazdı. Bir kişi cevap verdi: “Bu ilahi bir iştir. Günümüzde yönetici halkın efendisidir!”
Tarihte her rejim, dayatmasını da beraberinde getirmiş, kabul etmeyeni mahvetmiştir. Halbuki İslam, en güçlü olduğu bir zaman diliminde inanmayanın hukukunu bile yazılı metne bağlamıştır. (Medine Sözleşmesi- ilk yazılı ilk anayasa- yakında yayınlayacağız).
İngiltere’de bir hakim, köylünün dökülen samanları toplamasına yardım etmiştir. Bu farkedilmiş ve görevden atılmıştır. Mesleğin putlaşması. Aynı zihniyet. Halbuki İslam Allah dışında her şeyi hizmet ve yardıma yönlendirmiştir. Ne meslek, ne de kişiler, asla putlaşamazlar. Aşağıda Halid Bin Velid’le ilgili örneği okuyacaksınız.
Cumhuriyetin Temelleri ve Eskiyen Sloganları
Sen Türk’üm dersen o da Kürdüm diyor. “Ne Mutlu Türküm Diyene” edebiyatı ülkeyi sıktı. Ulusalcı anlayış, belki azınlıklardan çok çeken Osmanlı’nın hem istemediği, hem istediği çelişkili bir anlayıştı. Cumhuriyeti kuranları anlar gibi, hem oluyorum, hem olmuyorum. Cumhuriyet azınlıklardan göçler yoluyla kurtulmuş, fakat ırk temeli daha o yıllarda Kürtlerle çatışmıştı. Halbuki temeller din tabanına otursaydı pek ala birlik beraberlik sağlanabilirdi. Bugün dahi buna ihtiyaç had safhada. İslam barış dinidir. Girdiği her yere barış getirir insanları makulleştirir, uysallaştırır, itaate sevkeder. Irkçılığı kabul etmez, reddeder. İslam kardeşliğini getirir ve toplumsal empatiye yol açar. Huzur gelir. İslam, İslam olmayanların da haklarını kabul eder ve onlara da din ve vicdan hürriyeti tanır. Saldırmadığı sürece serbest bırakır.(bk. Medine Sözleşmesi)
Aynı dönemi paylaşan, Pakistan’lı kanaat önderi, şair, alim, Muhammed İkbal, Atatürk’ten, Cumhuriyetin kuruluşunu tamamladıktan sonra İslami bir hamle yapmasını beklediğini yazar. Fakat o yapmadı. O Batı’ya hayrandı. Belki tümden ortadan kaldıramadı, fakat çerçeve çizdi, kuşattı, laik devlet düzeninde Diyaneti kurdu ve kontrol için içeri aldı, ezanı Türkçe okuttu, 3 defa Takriri Sukün Kanunu çıkardı, İstiklal Mahkemelerinde 3000 kişi hüküm giydi, İran’da kravat, Türkiye’de şapka kıymete bindi, İskilipli Atıf Hoca, 1936’da bir konuşmasında “Allah’ı insan yarattı” dedi (Taha Akyol) Kürtler ve Dersim olayı.. Diğer taraftan Kuran’ı tefsir ettirdi.(Elmalılı Hamdi Yazır), kuruluşta askeri başarıları şüphesiz oldu. Halkı öz kimliği yerine, hayranı olduğu Batı kültürüne yöneltti, sonrakiler de kraldan çok kralcı olunca, bugün kişiliksiz arabesk bir toplum ortaya çıktı. Kısaca artılar da var, eksiler de. Yorum size kalmış…
Aynı kültür farklılaşmasını, Mao Çin’e yapmak istedi. Fakat sağlam kültür, havzalarda yaşandı ve bozulmadı, karşı koydu. O kültür bugün kapitalizmin artılarıyla, nüfusu da birleştirince, ortaya yeni bir süper güç çıktı.
İşin aslı, bu hayran olma politikası, Osmanlı’da II Seim’e kadar dayanır. Jön Türkler ve İttihat ve Terakki ile devam eder. Jön Türkler öğrenci hareketi, beraberinde, o zamanda geçerli olan pozitif (dini kabul etmeyen- 5 duyuya dayanan ve deney merkezli) bilim felsefesini de getirdi. Aslında ilim için gönderilmişlerdi, fakat kimisi şair, kimisi edebiyatçı olmuş ve Fransa’nın kültür hayranları olarak dönmüşler ve memleketi de öyle yapmak için uğraşa girişmişlerdir. Bugün bile Maliye’de ve diğer bir çok Bakanlıkta gezi- görgü artırmak için dil bilmeden (PTT Pijama Terlik Televizyon) Avrupa’ya üst kademe cahil bürokratlar gönderilmektedir? = Git, hayran ol gel. O kadar. Batı hayranı bürokrat yetiştirme. İttihat ve Terakki zihniyeti hiç değişmedi.
İlim, İslam ve Kültürü Birleştirenler ve Yabancılığı Dayatanlar
Hint Müslümanları 18 yüzyılda İngiliz’lerle ilk olarak onlar muhatab oldukları için Batı’yı onlar daha iyi tanıyorlardı. Onun olumsuz taraflarına, özellikle kültür işgaline karşı çıkmışlardı. Muhammed Abduh, Cemalettin Afgani, Süleyman Nezdi (Asrı Saadet yazarı) ve Muhammed İkbal bunlardandı. Üniversitede okutulan metedoloji yönünden olumlu taraflar da yok değildi. Hilafette bir görev değişikliği olduğu zaman, aydınlanmayı (İslam’ın Ronesansını) onlar hep İstanbul’dan beklemişlerdi. Toplumun yaşayışı çok bozulmuştu ve Müslümanlar birlik içinde değildi. Muhammed İkbal, zamanın değerleriyle geçmişi sorgulayarak, aklı ve bilimi birleştirerek, İslam ile kültürün sentezini yapanlardandı. Aynı şeyi Atatürk’ten bekledi, fakat hayal kırıklığına uğradı. Atatürk, Mehmet Akif ve Muahmmed Hamdi Yazır gibi bir sentez yapamadı. Cumhuriyeti kuran askeri bürokrasi idi ve geçmiş hakkındaki bilgisizlik, kötü niyetlerle de birleşince, dindar rakiplerin de elimine olmasıyla, yalnızca kötüye çizgi çekilmesi gerekirken, iyi kötü her şeye çizgi çekildi ve toplumun değerlerine aykırı bir çok şeyi topluma dayattı. Bugün çekilen sıkıntıların temelinde bunlar var.
Türk Dil Kurumu’nun yaptığı en önemli şey, Türkçeleşmek adına dili halkın kaldıramayacağı bir hızla değiştirerek dede-baba-torun arasına kültür aktarımının engelini koymak oldu. Çünkü İslam kültürünü yok etmek için bu aktarım önlenmeliydi. Bugün ben Namık Kemali, Şinasi’yi anlayamıyorum. Fuzuliyi, Şeyh Galib’i hiç anlayamıyorum. Nutku bile anlamak mümkün değil. En yakından Said-i Nursi’de anlaşılmıyor. Yazık. Geçmişsiz toplum olur mu?
Sultan Vahdettin’in de çok “güven hataları” var. 3 güven hatasından söz edilir. İngilizlere güvenmesi (halbuki İngilizler, Osmanlı’nın korunması gerektiği siyasetini değiştirmişlerdi) Gerçi o, danışman olarak onu Avrupa’ya götüren ve işgalin içinde Mustafa Kemal’i epey bir altın lira ile Samsun’a gönderen de o idi.
Söylemler Değişmeli
Cumhuriyetin söylemleri değişmeli artık. Tek tip insan oluşturma, katsayılarla toplum mühendisliği oluşturma, tek tip eğitim geride kalmalı. Bu anayasa değişikliği kısmen de olsa buna imkan tanıyor sayılabilir. %58, “yeni bir anayasaya izin verdim” anlamına da gelmelidir.
Daha özgürlükçü bir anayasadan kimse korkmamalıdır. Militan anlamlı laik zihniyet, toplumun Müslüman muhafazakar kesimini dışlamış, eziyet etmiş, hor görmüş, köşeye sıkıştırmış ve onu bu yanlış politikayla sonunda keskinleştirmiştir. O da onun üstüne atlamıştır. İyi de olmuştur. Çünkü bu olumsuzluklar yeni tedbirlere dayanak teşkil etmiştir. Bu değişiklik projesi muhafazakar kesimin küçük bir çağdaşlık projesidir ve sağduyu sahibi diğer kesimlerin de onayını almıştır. Oran, meşruiyet için fevkalade yeterlidir. Tartışma kabul etmez.
Karl Marks’da “mutlak adalet” fikri ile yola çıktı, fakat “haset” temelinde fıtratın içine etti ve milyonları hem bu dünyada hem ahirette perişan etti. Laiklik adına insanları dininden etmek de benzer bir anlam taşır. Laiklik dinsizlik değil, sadece din ve devlet işinin ayrışmasıdır. Bu yüzden ferdi hürriyetlerin gelişmesi, din ve vicdan hürriyetinin de temel bulup serpilmesine yol açar. Karşı çıkışın temelinde de dine muhalefet vardır aslında. İnsan inancıyla bir bütündür. Onu doyasıya yaşamak ister. Buna izin veren yumuşak bir anlayış verim alır ve mutlu eder, toplumsal barış böylece herkese hakkını vermekle ve değerlerine hürmet etmekle sağlanır. Sopa ve dayatma bir yere kadar. Artık seçim, aklı selimin yeşerdiği yerdir ve herkese haddini tartışmasız bir farkla bildirmiştir.
Çoğunluğun tercihi hayat bulmalıdır.
Herkes iyi niyetli. Fakat ülke için önerdiği fikirler ayrıdır. Siyasi partiler niye var? Hain kavgası için değil, fikirlerin tartışması ve sağduyunun ve çoğunluğun (doğru demiyorum, tercih diyorum) tercih ederek, seçerek uygulama hakkı kazanması ile ilgilidir. Çoğunluğun bu tercihine saygı duyulmalıdır. Demokratik mertlik bunu gerektirir. Mutlu azınlığın sağduyuyu ifsat eden darbe uygulamaları artık son bulmuştur.
CHP siyasi önceliklerini anlatan bir bildiriyle çıksaydı iyi olurdu = Statükocu kutuplaşma ortak akıl üretmez. Sakinleşmek, itidal ve sağduyuya ihtiyaç varken, günlük, şahsileştirilmiş kısır politika kabul görmedi. Sadece fakir mağdur edebiyatı da yeterli görülmedi. Halk vizyon istiyor, sorunlara akılcı çözüm istiyor, proje ve ciddi öneri istiyor, ve değerlerimle çatışma, hürmet et diyor. Sandık “bana rağmen”in yeri değil diyor. Gene de oylarını %26’lara çıkarması başarı sayılmalı. Solun bandı genelde %20 ve sağın oranı %80 dir. Bunu sadece 70 ‘li yıllarda %42 ile Ecevit aşabilmişti. Anlaşılan yalnızca mağdur edebiyatı da tutmuyor. Projeniz olacak, sorun çözen dinamikleriniz olacak ve halkın değerlerine uygun politikalar geliştireceksiniz. Halkla mücadele etmeyeceksiniz. Bu iş bir gönül işi, rızası yoksa oy da yok. Rahmetli Özal’a karşı askerlerin siyasi parti perişanlığını hatırlayın!
İtirazların eleştirisi
İthal ikameci ekonomi ile zenginleşmiş Cumhuriyet burjuvazisi, değişime hep ihtiyatla bakmış ve askeri müdahaleleri önce teşvik etmiş sonra da timsahın gözyaşları ile karşılamıştı. Laikliği çağdaşlık için yeterli sayıyorlardı.
Muhafazakarlar ise sezgisel bir tutumla küreselleşmeye ve demokrasiye yönelerek çağa tutunmuş, ancak “biat kültürü ve dışlayıcılık” temel konularda mutabakatı engelliyordu.
Yargı hem tarafsız hem bağımsız olduğu zaman adil olur.
HSKY ile Anayasa Mahkemesi’nin yapısındaki değişiklik, mukayeseli hukuk ele alınırsa, başka ülkelerde de benzer uygulamaların bulunmasıyla bir anlam kazanıyordu. Bu olmayınca, kuvvetler ayrılığı prensibi, hakim ve savcılar oligarşisi gibi düşünülüyor. “kuvvetler ayrılığı” kavramı ile “demokratik meşruiyet” birlikte düşünülmeli. Anayasa mahkemesinin onayı bu anlama gelir. Bunu yapmıştır.
Anayasa Mahkemesi yerindelik denetimi yapmadı. Yasamanın yetkesine saygı göstermiş ve AYM ve HSYK ile ilgili değişikliği iptal etmemiştir.
Yargı ve ideoloji. Neyin doğru, neyin yanlış olacağına mahkemeler değil, siyasi partiler karar vermelidir.
Bir yargıç, özelleştirmeye ve kamulaştırmaya, taraftar veya karşı olamaz. Sadece usulsüzlük ve yetkisizlik yönünden bakabilir.
Raymont Aron: Devrim geçiren ülkeler gibi kuruluşta devrimin ideolojisine göre yargı endokrine olmuştur. Siyasi hürriyetler ve özelleştirmelerde de devletçi zihniyet hakim olmuştur. 27 Mayıstan sonra da iyice taraflı olmuştur.
Yargıdaki “uyanık bekçi” zihniyeti adalet ve güven vermiyor.
BDP demokratik özerklik istiyor.
Totaliter proje. PKK totaliterizmine karşı Sivil Toplum Kuruluşları’nın cesur ve demokratik duruşu, demokrasinin sosyolojik tabanını genişletebilirdi ancak korku dağları bekledi ve katılımın %30’lar seviyesinde kalması, kabile baskısını çağrıştırdı.
Öcalan’ın; “demokratik özerkliğin ekonomik programı” dediği, girişimci sınıf düşmanı Stalinist kafa.
PKK, siyasi totalitarizm ve totaliter bir kumanda ekonomisi kurmak istiyor = Demokratik özerklik?
CHP, Kürt sorununda cesaret verebilir. Ancak ulusal üniter yapı içinde çözmek ister?
Bu anayasa değişikliğinden en çok istifade edebilecek olanlar da onlardı. Hükümetin elinin güçlenmesi, açılımın da onaylandığı anlamına gelir. Fakat totaliter zihniyet, anarşiden nemalanmaktadır ve halk da aklı selim yerine biraz korku, biraz itaat, biraz isteyerek uymayla sonuçlar aşağılara düşmüştür. Bir hadisi şerife göre “seven sevdiği ile beraberdir” Kişi kime tabi olursa ahirette onunla haşrolur. Müslüman olup Marksist Leninist’leri izlemek… Bu nasıl iş..Bunları onlara anlatmak gerekiyor.
Aslında Kürt kardeşlerimizin (İslam kardeşliği) bu komünist zihniyeti tasvib ettiklerini hiç sanmıyorum. Onlar İslami olmayan bir örgütü nasıl haklarının temsilcisi sayarlar? Fakat kahrolası ırkçılık ve gelenekler, gene de dinin önüne geçiyor. İslam ise ırkçılığı kesinlikle reddeder. Bu yüzden birlik güvencesi, yine İslam’ın oralarda yaygınlaşmasındadır. Kısmen cemaatler çocukları dersaneye çekerek, namaz kıldırarak, öğüt vererek başkaldırıdan gençleri uzaklaştırmaktadırlar. Devlet duygusal davranacağı yerde, akıllı olmalı ve bu kozu kullanmalıdır. Sivil Toplum Kuruluşları ve Müslüman halk, PKK’nin karşısına ayrı bir rakip örgüt oluşturmalı ve Kürtlerin Haklarını bu kanaldan aramalıdır. Irak’ta Kürtlerin İslami bir yapılanması vardı aslında. Fakat Amerika müsade etmedi ve onları da bombaladı. Yani sorun halklar değil, İslam! Halklar projelere karşı çıkmıyorlar, çünkü menfaatleri var ve kullanılmaya da müsaitler. Fakat İslam karşı çıkacak, kendini sömürtmeyecek çünkü…Haçlı Seferlerinin sona erdiğini kim söyledi. Bitmeyen kin…
BEKLENMEDİK SONUÇLAR
Sosyal bilimler alanında sarıldığınız sebepler her zaman beklenen sonuçları doğurmayabilir.
İslam’a Göre Sonucu Allah belirler
İslam’da tevekkül de, sebebe sarılıp sonuca karışmamak anlamındadır. İşin içine inşallah diyerek Allah’ın rızası veya iradesi alınmalı ve istenen sonucun elde edilmesi için dua edilmelidir. Birisinin ben doğru sebebe sarılırsam doğru sonuçları da alırım demesi küfürdür ve Allah’ın iradesini inkar anlamına gelir. Bunun felsefedeki karşılığı determinizm’dir. “sebeblerin sonuçları doğurduğu” ilkesidir. İslam bunu reddeder. Allah’ın iradesinin aranmayacağı hiç bir şey yoktur. Siz dilersiniz, Allah da (rızası olsun olmasın) dilerse, o fiili yaratır. Hz. Yusuf a.s. hapisten çıkan arkadaşına “efendinin yanında beni de an” demiş ancak inşallah dememiştir. Şeytan da ona, onu unutturmuş ve yedi sene daha hapiste kalmıştır.
İslam’da sebepler vardır ve sünnetullah (Allah’ın sünneti, uygulaması, kanunu) olarak adlandırılır. Bu dünya sebebler dünyasıdır. Ancak sebeplerin beklenen veya beklenmeyen etki göstermesi Allah’ın dilemesi iledir. Yani sebeplerin oluşturulması, sebeplerin harekete geçirilmesi ve sonuç üzerinde şu ya da bu şekilde etkide bulunması Allah’ın dilemesi iledir. Öyle ki, müteşabih olan şu ayeti dahi dikkatinize sunmak isterim. “Allah dilemedikçe sizler dileyemezsiniz”(Küvviret son ayet) Kaza ve kaderde şahsi sorumluluğunuzu bilin yeter. Tartışmak zarar getirir ve yasaklanmıştır. Bu yüzden, “La ilahe illallah, Muhammedür Rasulüllah” deyin geçin…
Sebep ve sonuçlar ve İbni Haldün
İbn Haldun, 1332-1406 yılları arasında Endülüs’te yaşamış bir İslam bilginidir.
Özellikle köy-kent farklılaşması hakkında toplumsal çözümlemeler getirmiştir. Ünlü eseri Mukaddimedir.
İbn Haldun tüm krallıkların da tıpkı canlı organizmalar gibi doğum, gelişme, duraklama ve ölüm evreleri olduğunu söyler.
İbni Haldün yukarıda sözü edilen toplumların yaşayışı ile ilgili olarak yaptığı tesbitlerin, iklim, coğrafya, kültürel etkiler, ırk ve benzeri nedenlere dayandığını, bunları tesbit ederken Allah’ın bunların nedenlerini kendisine gösterdiğini ifade ederek, kitabının başında besmele çeker ve şükreder.
Gelgelelim Siyasal’da hoca geçinen birisi, İbni Haldün üzerine bir kitap yazar ve onu, vardığı sonuçları belli sebeplere dayandırmasından dolayı materyalist felsefenin (determinizmin) babası sayar. (İslam’da sebepler vardır ve sünnetullah olarak adlandırılır. Ancak sebeplerin beklenen veya beklenmeyen etki göstermesi Allah’ın dilemesi iledir. Olayları yalnızca sebep sonuç ilişkisi ile açıklamak şirktir) Ve bu kitap ders kitabı olarak okutuldu ve biz de bundan sınav olduk. Son derece Müslüman bir alimi, bilim adına ideolojik bakışla kafir göstermek! Akıllara ziyan…
Beklenmeyen etkiler ve Karl Popper
Bilim felsefecisi Karl Popper, geleceği göremiyeceğimizi ve bu yüzden geleceği planlamanın mümkün olmadığını anlatır. Hayatta “niyet edilmemiş sonuçlar “(unintended consequences) çok daha fazladır, gelişmeler planlandığı gibi sonuçlanmaz. Bu yüzden komplo teorileri de, totaliter projeler de gerçeklikten uzaktır. “Niyet etmedikleri sonuçlar”la karşılaşırlar. Özellikle fiziki ilimlerin dışında, insani alanda, sonuçlar, sebepler tarafından öngörüldüğü şekilde sonuçlanmayabilirler. Öngörünün tutması istisnaidir.
Bu yüzden komplo teorileri; gizli güç, esrarengiz savaşlar hafiyeliği doğuruyor. “Kimin bu işten menfaati var. O halde o yapmıştır” mantığı; sebep – sonuç – menfaat bağlamında sağlam bir korelasyon oluşturmadığından, insanları yanlış sonuçlara ve haksız suçlamalara götürüyor. Örneğin Baykal olayında; sonuçtan Kılıçdaroğlu istifade etti. Bu mantığa göre, bu işe de Kılıçdaroğlu yapmış olmalı. Bu çok yanlış bir düşünme tekiniği…
Halbuki sorun analizi ve sorun çözme mantığı ile yaklaşılmalı.
Bu yüzden mahkemelik bir olayı, hukuki ölçülerle, sosyal ve siyasi bir mesele, sosyoloji ve siyaset bilimiyle, disipliniyle birlikte düşünmek gerekir. Bilgili bir Müslümanın da inanç bağlamında söyleyeceği şeyler de olacaktır elbette: Vahyin analiz yöntemi, araştırmak, danışmak ve inanç ile yoğurmak. Hem çözecek, hem ders alacak hem kişisel sorumluluğu belirleyecek, arkasından tevekkül ve teslimiyetle rahatlayacaktır.!
Özelleştirme
1937 de İngiltere ile 16 milyon sterlin tutarında kredi anlaşması yapılmasını “memleketimizin mali itibarının başarılı bir göstergesi” olarak niteleyen Atatürk, bu konuşmanın arkasından “Kaç milyonerimiz var ki” diyerek hayıflanıyordu.
Menderesin “her mahallede bir milyoner” ideali de aynı özlemdir.
Her ikisinde de paylaşarak ve harcayarak büyüme yerine, haksız sermaye birikimiyle zengin oluşturmak fikri. İslam’la hiç ilgisi olmayan şeyler.
94’te Telekom’un T’sinin özelleşmesine dava açan Mümtaz Soysal ve Necmettin Erbakan, “bu özelleşme, sömürgeleşmeyi kabul anlamına gelir” diyordu. Telekom 33 milyar dolara özelleştirilirken, 27 milyar dolar dış borç vardı.
Diğer taraftan 200 milyon dolara giden Tekeli alan firma 6 ay sonra 900 milyon dolara sattı?
Tüpraşın satışı iptal edilmeden önce 650’ye gitmişti. Sonra 4,5 milyar dolara gitti.?
Bunlar idarenin hataları. Tümden kontrolsüz kalması da yanlış fakat mahkemeler de 1940’ların kafası. Arada kaldık. Artık idareye büyük sorumluluk düşüyor. Özel danışman firmalardan neden yararlanmıyorlar? Piyasa ve sektör araştırması neden yaptırmıyorlar? Rekabet Kurumu yeni bir rol üstlenebilir. Sayıştay’ın bir türlü çıkmayan yerindelik denetimi de devreye girmeli bize göre. İdareye birisi saçın bozulmuş, şunu düzelt demeli..
Yargı, özelleştirmede “Kamu yararı yoktur” kararı veremez. Rekabetten, ekonomiden, bilançodan, sektör özelliklerinden, finanstan anlamayan, yaşlanmış hukukçuların, sadece genel hukuk bilgisiyle böylesine önemli ekonomik ve stratejik kararları vermesi beklenemez. İdarenin hızına ayak da uyduramaz. Kaldı ki, kararlardaki ideolojik yaklaşım, son derece yanlıştır. Artık dünyada devletçilik bitmiştir. Bunlar birer tortudur.
Anayasa mahkemesi bile keskin devletçilik yapıldığı yıllarda “Anayasamız Liberal ekonomiye müsaittir” kararı verebilmiştir.
Şanlı ordu hamaseti
Şanlı Ordu hamasetiyle sorunların üzerinde durulmuyor.
Ordu yıpranmasın mantığı için sorunların üstü örtülmeli mi? Yoksa ortaya çıkarılıp düzeltilmeli mi? Temizlik daima şanı yüceltir. İlahi yasalar bile, tabiatta kötüyü, zayıfı, hastalıklıyı temizlemeye yöneliktir. Bununla nesiller korunur ve hayat sağlıklılarla devam eder. Örgütlerde de öyledir. Örneğin rüşvet yiyen birini nasıl hala tutarsınız. Suçu ispatlanınca şutlanması gerekir. Ancak soruşturmanın selameti açısından da geçici olarak görevden uzaklaştırmalısınız. Aslında bu arada 657’nin baştan sona incelenmesi ve koruma kalkanının da kaldırılması gerekir. Bu yasa, “Bürokratik Cumhuriyet”in tipik yasasıdır ve bireysel hürriyetler ve devletin hizmete yönlendirilmesi yönünden, hatta diğer bütün yasalarla birlikte yeniden ele alınmalıdır.
Osmanlı’da Alman Generali Golç Paşa 1909 yılında disiplinin çok bozuk olduğunu bunu düzeltmek için en az üç dört yıla ihtiyaç olduğunu söylüyordu. Ahmet İzzet Paşa da aynı görüşteydi. Hatta 1912 Balkan Harbi çıktığında Başkomutan Nazım Paşa, bir haftada Sofya’ya gireceğini düşünürken, Bulgar Ordusu iki haftada Çatalca’ya dayanmıştı. İsmet Paşa bunu disiplin, sevk ve idare zafiyeti olarak adlandırır.
Balyoz semineri için, K.K.K. Org. Aytaç Yalman’ın “iç tehdit konusuna girmeyin” emrine rağmen Org. Çetin Doğan bu emri dinlemez ve irticai kalkışma konulu seminer yapmıştır (Hürriyet 9-10 Ağustos)
Org. Hilmi Özkök’ü kuşatma çalışması, Sarıkız, Ayışığı yapılanmaları disiplinsizlik değil mi? Bütün bunlar ideolojik düşünceden ve davranışlardan kaynaklanıyor.
Bütün cuntalarda ideolojik radikalizm vardır. Kuvvet kullanarak toplum mühendisliği yapmak, toplumu zorla kalıba sokmak ve bir şeylerin toplumdaki köklerini kazımak. Balyoz’daki “halka karşı acımasız davranmalıyız” sözü her şeyi açıklıyor. Orduyu profesyonel hale getirip, eğitim ve disiplini ideolojinin üstüne çıkararak, orduyu siyasi, sosyal ve kültürel sorunlardan uzaklaştırmak gerekiyor.
Nöbet tutulacak = tut.
Kararı siyaset verir, asker uygular
Kuran’da Saba Melikesi Belkıs, komutanlarına savaş kararı verilip verilmemesini sorar. “Siz ne düşünüyorsunuz?” Der. Onlar cevap verir. “Biz anlamayız. Sen kararını ver ve sadece bize emret!” Buradan bile askerin siyasetten anlamayacağı gibi savaş kararını bile veremeyeceği anlaşılmaktadır. Rahmetli Özal, savaş kararını vermişti, fakat “hazırlanamadık” ve “ayak direme” yüzünden asker emre uyacağı yerde askerin muhalefetiyle karşılaştı. Sadece itiraz edeni şutlayabildi. Fakat amaçlar da gerçekleşmedi. Gizli güçler de etkili olmuş olabilir şüphesiz. Bugün Arz-ı Mevud (Fırat Dicle havalisi) tehlike altında.
Henry C. Link şöyle diyor: “Kendini yetersiz gören insan tereddüt içinde beklerken, hata yapmaktan korkmayan girişimci insan, daha üstün hale gelir”
Savunma hattını evimizin bahçesine kurmak zorunda kalacağız!..
Meslek Şovenizmi ve İslam’ın Cevabı
Önceki yıllarda genel nüfus sayımı için gittiğimiz bir evde, bir binbaşı, doktor olmasına rağmen kağıda meslek olarak binbaşı yazılmasını istiyordu. Biz; “sizin fiilen yaptığınız iş doktorluktur, elinize silah değil bisturi alıyorsunuz” dedikse de kabul ettiremedik. Ve şöyle yazdık “mesleği asker”. Bu, mesleğin, kibarcası aşırı sevilmesi anlamına geliyordu.
Buna benzer fakat farklı bir örnek de İslam coğrafyasından. Hz. Ömer zamanında “Halid Bin Velid olmadan fetih yapılamaz” diye yaygın bir kanaat oluşur. Bunu duyan Hz. Ömer, hemen Halid Bin Velid’i görevden alır ve yerine bilgili fakat kölelikten gelme bir insan olan Ubeyde Bin Zeyd’i atar. Onu da onun yanına er olarak verir. Savaşa gidilmiş ve fetih yine gerçekleştirilmiştir…
Ne kişinin, ne de mesleğin putlaşması, asla İslam’da yoktur. Her şey bir şey için, yani hizmet içindir. Tek mabut Allah’tır.
İdeolojik tavır orduyu yıpratıyor. Harp okullarında şartlandırma yapılıyor. Liseden sınıf arkadaşım olan ve generalliğe terfi etmiş olan bir arkadaşım, dinde reform yapılmalı diyordu. Kendisine Kuran ve sünnetin yerinde durduğunu ve ilahi olduğunu, buna insan müdahalesinin uygun olmayacağını, yapılacaksa dinin doğru anlatılıp, toplumdaki yanlış olan hurefaların kaldırılmasının uygun olacağını söyleyince çok bozulmuştu…
Cumhuriyet mitingleri ile yüksek yargının ilginç kararlarıyla siyasi mücadele yaşandı. İrtica.org ile, asker psikolojik harekat yürüttü. Bu politizasyonu bu ülke kaldırabilir mi?
Türkiye, askeri ve siyasi vesayetten yeni bir toplumsal sözleşme ile çıktı denilebilir. Dindar- Muhafazakâr kitle ile, solcu ve milliyetçilikten gelme liberal aydınlar yeni bir anayasa talebini öne çıkarıyorlardı. Şimdi artık bir gereklilik halini aldı denilebilir.
Hayır’ın gerekçeleri farklı olsa da;
Ak Partiyi zayıflatma adına özgürlüklerin gelişmesini engellemek istemiş ve sivil bir anayasa önerileri de zaten yoktu. Bakalım yeni anayasa çalışmasında da istemezuk diyecekler mi?
Ancak, biraz ilmi siyaset de gerekli. Bu son değişikliklerden ürken, bunun nasıl uygulanacağı konusunda tereddütleri olan bir kesim de var. Bunlar ihmal edilmemeli ve onlara güvenceler de verilmeli.
SONUÇ
Demokrasilerde evet’ler de, hayır’lar da saygıdeğerdir.
Bireysel, özgür davranış refleksine dayalı, bilinçli seçmen, demokrasinin teminatıdır. (Doğan Cüceloğlu)
Krallar gitti, kurallar geldi.
Hukukumuz, otoriter ve devlet merkezli bir anlayıştan, hürriyetçi ve birey merkezli bir anlayışa göre gelişiyor.
Yeni Anayasanın yolu açılmıştır.
Çerçeve anayasası herkesi kuşatabilir. Kimlik tanımı şart değil.
Toplum ileri akıyor. Demokratikleşme kültürü artıyor. İyi olan bu.
Ancak, darbeler kural tanımazlar. Şimdi sindiler. Başka bir yerden çıkmayacağını kimse garanti edemez. Zihniyet değişmedi çünkü..Asıl onunla mücadele etmek gerek!
Bu halk, her şeye itaat eden padişah kullarıdır. Önüne torba geldi de fikri sorulunca doğruyu söyledi. Hangi darbede “bi dakka, siz ne yapıyorsunuz bakim” deyip darbecilerin üstüne yürüdü? Ah güvendiğim dağlar?
Rahmetli Ecevit’in krizinde, işleri kesat gidince esnaf midesi için yürümedi mi?
Bunlar 5 vakit namazını Cuma ve bayram namazı gibi kılmayınca hakkı üstün tutamaz. Ramazan bitti namaz da bitti. Yahudiler öyle söylüyor. “Şimdi sizden korkmuyoruz” diyorlar.
Umutla : SOSYAL SİZOFRENİDEN, TOPLUMSAL EMPATİYE (GEÇİYORUZ) (Nevzat Tarhan)
Fikri sorulursa :ÜMMETİM YANLIŞTA BİRLEŞMEZ -Hz. Muhammed -
YA SORULMAZSA?
Sahip çıkabilecek mi?
İşte İslam’ın ve Demokrasinin ortak çizgisi bu. Referandum balıktı, bu ise balık tutmak!
Kolay gelsin..
yukarıdaki yazı bir kopyalama hatası nedeniyle eksik çıktı. kemal kılıçdaroğlunun: darbe olursa tankın önüne önce dururum sözünün kritiğini yapıyotduk. bu söz bize nasreddin hoca ve timurun fillerini hatırlatıyor. kemal bey arkasında kimsenin olmadığını görünce biraz daha darbe yapsaydınız demek zorunda kalabilir. bu halk hangi darbede “bi dakka, siz ne yapıyorsunuz bakim” dedi ki. halk genelde sağduyusunu ifsat eden darbelerden sonra demokratik katılımla bir şeyler yapmak istemiştir. bu bilinci ilk olarak menderesin ezici bir çoğunlukla kazandığı 50 li yıllardaki seçimde öğrenmiştir. bu bilinç siyasi hayatımızdaki demokratik katılımın temelini oluşturmuştur. şüphesiz bu bir erdemdir ve iyidir. işte bu düzelme dolayısıyla darbeler arka arkaya gelmiştir. çünkü rejimle halk sürekli çatışma halindedir. üzerine giydirilen deli gömleğini reddetmektedir. atatürkün bir sözü var: benim yaptığım şeyler zaten halkın istediği şeylerdi” diyor. bu sözü söylediği yıllar savaştan hemen sonraki yıllara tekabul eder. cumhuriyeti ilan ederken önce perşembeye tekabul eden 22 nisanı seçmiş ancak daha sonra cuma günü diye 23 nisana almıştır. sarıklılarla çıktığı yolda ilk fırsatta onları ve kendi gibi düşünmeyen arkadaşları tasfiye etmiştir. o demokrat bir lider değildi. kafasındaki modeli daha rahat uygulamak için kuvvetler ayrılığını değil kuvvetler birliğini savunuyordu. onun kişiliği de despot bir kişilikti. kardeşine bile kendi emirlerine uyması için neler yapmıştı(Taha Akyol). işte liderin iyi anlaşılması onun yaptıklarını da az çok izah eder. sonuçta onun despotizmi, tek liderlik sınırsız yetkisi batı hayranlığı ile birleşince bir kültür dayatmasına dönüşmüştür. işte bu günkü darbeler bu dayatmanın halkı yeniden yola getirme operasyonlarıdır. şimdilik kazanan taraf demokrasiden en çok yararlanacak olan halk olmuştur. umarız devamı gelir.
[2] İki tembel bir odada karşı karşıya masalarında otururlarmış. Bir gün demişler ki, bugün bir iş yapalım. Ne yapalım? En iyisi sen oradan buraya gel, ben buradan oraya geçeyim demişler. Ve yer değiştirdikten sonra demişler ki: yahu şuna bak, neredeydiiiik nereye geldik?. Şaka sanmayın. Yalan mı? Kalktık bir oy atıp geldik, neler değiştiiii neler? İşte bu kılıcın yapamadığını, kalemin yapması gibidir. Demokrasilerde seçmen hatırının sayıldığını ve gücünü burada hisseder. Bu gücün farkındalığı, katılımı artıran en önemli sosyolojik olgudur.
Demokrasi deneyiminin ilk farkındalık deneyi Menderes’in büyük farkla kazandığı ellili yıllardaki genel seçimlerdir. Buna çarıklıların, sarıklıların, ağzı kokanların oyları denilerek aşağılanmışsa da seçmen, oyla bir şeylerin değiştiğini görmüştür. İşte bu bilinç uzun yıllar demokratik katılımın temelini oluşturmuştur. Ancak arka arkaya gelen darbeler bir süre sağduyuyu ifsat etmişse de halk bu bilinci kaybetmemiştir. Bunu halkın politize olması olarak yorumlayanlar da olabilir şüphesiz. Fakat bunun nedenini giyilen dar ayakkabı ya da elbisede aramak gerekir. Bu konuyu tekrar açacağız.