ahilik,ahi,ahi evran,islam,aşıkpaşa,kırşehir,ahmedi gülşehri,selçuklu,osmanlı,insan,güzel ahlak
RAMAZAN
Peygamberimiz (s.a.s.)’in, “evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennem ateşinden kurtuluş” olarak nitelediği, “….bu aya ulaşıp da –kendi kusurundan dolayı- Cennetlik olmayı beceremeyenin burnu sürtülsün.” dediği Ramazan ayı, ilahi rahmetin müminlerin gönüllerini doldurduğu müstesna bir aydır.
Ramazan ve bu ayı güzelleştiren, özelleştiren, pek kıymetli hale getiren oruç sayesinde, tüm İslam âleminde müstesna bir heyecan yaşanmakta, unutulan manevi değerlerimiz hatırlanmakta, körelen vicdanlarımız yeniden hayat bulmaktadır.
Büyük bir coşku ile kılınan 33 rekatlık teravih ve yatsı namazı bir bayram havası estirmekte rahmet ve bereketin doruk noktası ise kadir gecesinde hayat bulmaktadır. Son günlerdeki i’tikaflara katılanların duasının o yöredeki bütün müslümanlara sirayet etmesi umulmaktadır. Camiye girerken bile sadece o namaz süresi için i’tikafa niyet etmek güzel olur.
Cebrail Aleyhisselam her yıl gelir ve Peygamber Efendimizle karşılıklı mukabele yaparlardı. Son yıl ise iki defa yapmışlardı. Allah c.c. adeta “onu biz indirdik ve yine biz koruyacağız..” emrine uygun bir çalışmaydı bu. Nitekim Kuran bu sayede bu güne kadar da değiştirilemedi.
Ama hadisler için aynı şeyi söylemedi. Bu yüzden hadisler konusunda hem usul bilgisine sahib olmak ve hem de kesin sınırlar içinde düşünmemek gerekir. Güvenilir olduğu kabul edilen altı sahih hadis kitabında bile hala şüpheli sayılabilen hadisler yer alabilmiştir. Artık bu işi ehline yani müctehid alimlere havale ederiz.
Bu ayda bol bol Kuran (lafız ve manasını) okumak, farz ve nafile namaz kılmak (gece, kuşluk, ebvabin), tevbeyi hiç geciktirmemek, zikir ve şükürle meşgul olmak, hem oruç tutup hem fidye vermek, zekat ve hayırları bu ayda daha çok gerçekleştirmek, dul ve yetimlerin ihtiyacını gidermek, “güleryüz sadakadır” hadisi mucibince herkese güleryüz göstermek, affedici olmak, sılai rahime dikkat etmek, el dil göz ve kulağı haramdan sakındırmak, kötü alışkanlıklardan Allah’ın emrine hicret ederek iyi davranış değişikliği yapmak çok güzel olur.
Aslında bir müslümanın kapıya gelen bir öğrenciyi (burs), fakiri, cami ve benzeri hayır derneklerine yardımı geciktirmemesi uygun olur. Verdiklerini yıl içinde hesaplayıp, yıl sonunda hesap ettiği zekat miktarından düşerek eksik ya da noksanını tamamlayabilir. Bir yıl beklemek şart değildir. Ölme eşşeğim ölme yaz gelince yonca biçeyim der gibi kapıya gelmiş ya da haber aldığınız bir fakiri, bir öğrenciyi, küçük bir miktarla geçiştirerek Ramazanda gel der gibi göndermek asla doğru olmaz. Sanki sevap ticareti…Böylesi bana daha sevimli gelir.
ORUÇ
İslâm’ın beş temel esasından biridir.(müslim). Farz oluşu kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Yüce Allah,
“Ey mü’minler! (Kötülüklerden ve haramlardan) korunmanız için oruç tutmak, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı” (Bakara, 2/183) buyurmuştur. Peygamberimiz (s.a.s.) ise;
“Kim faziletine inanarak ve karşılığını Allah ‘tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır(Buhari, Müslim). buyurmuştur.
Allah’a isyan. Ben kimim?
Hikayedir anlatılır. Cenab-ı Hak nefsi ilk yarattığında ona sordu: “Ben kimim?” Nefis cevap verdi: “Ben kimim?”. Bunun üzerine Allah’ü Teala onu 4000 sene aç susuz bıraktı ve tekrar sordu. “Ben kimim”. Bu sefer açlık ve susuzluktan bitab düşmüş, yerlerde sürünmekte olan nefis cevap verdi: “Ente Rabbi”= Sen Rabbimsin. İşte bunun için ayette oruç tutarsanız korunursunuz buyruldu. Yani Allah’a karşı gelmekten korunursunuz.
İbadette fayda sağlamak için iman gereklidir.
Burada şöyle bir soru akla gelebilir. İnançsız birisi de oruç tutarsa Allah’ın varlığına ulaşabilir mi? Burada bunu söylemek zor. İbadette istenen faydanın sağlanabilmesi için bir bilinç şarttır. Niyetin ihlası ise bu faydayı iyice artırır. Onlar ki namazlarının farkında değillerdir ayeti ile bilincin önemine işaret edilmiştir. Fakat nefis terbiyesi anlamında kişinin kendine oruç dahil bazı zorluklar uygulaması ile bazı olağanüstü hallere vakıf olması mümkündür. Nitekim İslam’a zarar veren bir müşriki öldürmeye giden sahabe, bahçe kapısından seslenerek müşriki çağırmış, müşrik de balkona çıkarak ona elinde kılınç olduğunu, kendisini de öldürmeye geldiğini söyleyerek inmek istememiştir. Bu müşrikin nefsine açlık ve ağır işlemler uygulayan biri olduğu ifade edilmektedir. Buradan bizim çıkardığımız sonuç, kalpte bir inanç olmalı ki, bu oruçla istenen kıvama getirilebilsin. Nitekim sakat da olsa Hırıstiyanlar’da ve Yahudiler’de bir inanç vardır ve oruçlarının bu inancı kuvvetlendirmesi umulur. Ancak inançtaki sakatlığı, aklın yapacağı bir araştırma ve akabindeki bir düzeltmenin düzelteceği umut edilir.
Bu konuya benzeyen başka bir örnek de şudur. Bir Yahudi, Peygamber Efendimize gelerek inanmadığı halde zekat verirse kendi malının da korunup korunmayacağını sormuş ve korunur cevabını alınca zekat vermeye başlamıştır. Fakat bir zaman sonra koyun sürüsü çalınınca hemen Peygamber Efendimize koşarak gelir ve bu durumu şikayet eder. Peygamber efendimiz gayet sakin, “sürün filanca yerde git al der”.
İyilik olarak her kim ne yaparsa inançsız da olsa karşılığını görür. Malında bir artış, kendisinin ve evladının kazadan korunması, işlerinde bir kolaylık olarak mutlaka yansır. Fakat ahiret azabına çare olmaz.
Uzak doğunun nefis terbiyesi
Uzak doğu ülkelerinde uygulanan bazı meditasyon uygulamaları bir düşünce ıslahı olarak karşımıza çıkmaktadır. O ülkelerde uygulanan bazı dini uygulamalar da genellikle iyi ahlak üzerine kurgular içermekte ve sporundan -yoga ve benzeri- zihin çalışmasına kadar bir çok yöntem önermektedir. Cenab-ı Hak her ümmete bir peygamber gönderdiğini ifade etmektedir. Bugün Buda’nın kitab verilmemiş bir peygamber de (nebi) olabileceği ifade edilmektedir. Ancak tarih içinde kirlenmiş olan bu fikirlere baktığımızda temelde bir Allah İnancının varlığı görülecektir. Tevhid olarak bozularak şirke dönüşmüş, ancak, ahlak olarak toplumsal etkisini sürdürmektedir. Sokrates’in de Yunanlıların tanrılarına küfrettiği ve bu yüzden idam edildiği düşünülürse onun da müslüman olduğu kanaati hasıl olmaktadır. Kuranı Kerim’de geçen Hz. İbrahim Aleyhisseelam’ın hikayesi, yani önce yıldızları sonra ayı sonrada güneşi tanrı sanması ve en sonunda da onu da batıyor diye reddetmesi dinin ulaşmadığı bir yerde insanın Aklı ile Allah’ı bulabilecek olduğunu, sorumluluğunun bu olduğunu göstermektedir.
Oruç Kelimesinin Anlamı
Oruç kelimesi ayet ve hadislerde “savm” ve “siyam” kelimeleriyle ifade edilmiştir. Bu kelime sözlükte kişinin kendisini yeme, içme, yürüme ve konuşma gibi herhangi bir söz, eylem ve davranıştan alıkoyması anlamlarına gelir. Kur’an’da bu anlamda kullanılmıştır. (Meryem, 19/26) Dinî bir terim olarak savm; mü’minin ibadet niyetiyle imsak vaktinden iftar vaktine kadar kendisini yeme, içme ve cinsel ilişkiden alıkoyması demektir(Rağıb el-Isfehânî)
Oruç Evrensel Bir İbadettir. Yahudi ve Hırıstiyanların orucu
Oruç ibadeti insanlık tarihi kadar eskidir. Yüce Allah, “Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı” ayeti ile orucun Hz. Âdem’den Hz. Muhammed (s.a.s.)’e kadar bütün insanlara farz kılındığını bildirmektedir.
Tabiîn müfessirlerinden Katâde b. Dâime, Allah’ın önceki toplumlara farz kıldığı orucun Ramazan orucu olduğunu söylemiştir( Yahudiler, Ramazan orucunu terk etmişler, yerine yılda bir gün oruç tutmaya başlamışlardır (Taberi). Orucu damardan gelen süt ürünlerini yememek fakat başka şeyleri tüketmek şekinde bir perhiz uygulaması olarak başlatmışlar ve bunu da İsrail oğullarının firavundan kurtuluş gününe denk getirmek istemişlerde de bu da olmamıştır. Çünkü o gün farklıdır ve 10 Muharremdir.
Hıristiyanlar ise sıcak sebebiyle orucu bahar mevsimine almışlar, bu değişimin keffareti olarak 10 gün ilave yapmışlardır. Daha sonra salgın hastalık nedeniyle 10 gün daha ilave ederek orucu 50 güne çıkarmışlardır (Taberi,Yazır Hamdi). Onlar yer yatarlar, biz ise sahur yaparız.
Orucun Tarihçesi
Sahabeden Muaz b. Cebel, oruç ibadetinin şu merhalelerde geldiğini bildirmiştir (Ahmed b. Hanbel)
a) Aşûra ve Eyyâm-ı Bîd Orucu
Hz. Âişe validemizin bildirdiğine göre İslâm öncesinde Mekke halkı ve Peygamberimiz “aşûra” orucu tutuyordu. Peygamberimiz Medine’ye geldiği zaman Yahudilerin “aşûra” orucu tuttuklarını gördü, kendilerine bu orucu niçin tuttuklarını sordu. Onlar, “bu gün hayırlı bir gündür, bu günde Allah İsrailoğullarını düşmanlarından kurtardı. Musa (a.s.), bu günde oruç tuttu” cevabını verdiler. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.), “Biz Musa’ya sizden daha evlâ ve lâyığız” dedi ve aşûra orucunu tuttu ve ashabına da tutmalarını emretti (Buhârî, Müslim, Tirmizî)
Ramazan orucu farz kılındıktan sonra da Peygamberimiz (s.a.s.), aşure orucunu tutmaya devam etmiş ve “Ramazan orucundan sonra en faziletli oruç, Allah ‘ın ayı olan Muharrem ayında tutulan aşûra orucudur” sözleriyle tutulmasını teşvik etmiştir (Tirmizî, Müslim, Ebû Davud). Sahabeden isteyen bu orucu tutmuş, isteyen de tutmamıştır (Buhârî, Müslim). Aşûra orucu, hırıstiyan ve yahudilere benzememek için Muharrem ayının 9-10 veya 10-11 veya 9-10-11 günlerinde tutulur (Tirmizî)
Ayrıca Peygamberimiz (s. a.s.), Ramazan orucu farz kılınmadan önce “eyyâm-i bîd” olarak nitelenen kamerî ayların 13, 14 ve 15. günlerinde de oruç tutmuştur (Ahmed, Tirmizî) Peygamberimiz (s.a.s.) Ramazan orucu farz kılındıktan sonra da bu orucu tutmuş ve “Her ay üç gün oruç tutmak, bütün seneyi oruçla geçirmek gibi olur” sözleriyle bu orucun tutulmasını teşvik etmiştir (Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî)
Peygamber Efendimiz daha sonraları nafile olarak Pazartesi ve Perşembe oruçlarını tutmuş ve bunun için “ben amellerimin arzedildiği gün oruçlu olmayı tercih ederim” demiştir.
b) Ramazan Orucu
Ramazan orucu, Bakara sûresinin 183-184. ayetleriyle hicretin ikinci yılında Bedir savaşı öncesinde şaban ayında farz kılınmıştır. Peygamberimiz (s.a.s.), hayatında dokuz sene Ramazan orucu tutmuştur.
183. ayette orucun mutlak olarak farz kılındığı bildirilmekte, ancak orucun ne zaman, nasıl ve kaç gün tutulacağı bildirilmemektedir. 184. ayette bu kapalılık kısmen giderilmiş, orucun “sayılı günlerde” tutulacağı beyan edilmiştir. “Sayılı günler” ile maksat Ramazan ayıdır (Taberî). Bakara sûresinin 184 ve 185. ayetlerinde şöyle buyurulmaktadır:
“(Oruç), sayılı günler (dedir)… “ “…Sizden kim bu aya ulaşırsa oruç tutsun… ”
Allah, bu ayetlerle Ramazan orucunu tutmayı müslümanlara farz kılmıştır.
Farzı bırakıp sünnete koşanlar?
Alevi kardeşlerimiz farz olan Ramazan orucunu tutmayıp sünnet olan muharrem ve aşura oruçlarını tutarlar ve tutarken de Hüseyin Efendimizin Kerbela’da susuz kalmasının hürmetine su içmeyip onun yerine sulu başka gıdaları tüketirler. Hz. Ali’yi sevdiklerini iddia ederler. Seven sevdiğine tabi olur, onun sözünü tutar ve onun yaptığı gibi yapar. Hz Ali namaz kılmış ve Ramazan orucunu tutmuştur. Fakat onlar ne farz olan namazı kılarlar ne de ramazan orucunu tutarlar. İçlerinde belli bir kısım namaz kılar oruç tutar, bazıları Hızır orucu(şubat 13-14-15) ve Ramazanda son on gününde 3 – 10 gün oruç tutarlar. Fakat çoğunluk farklı bir yoldadır ve uzaklaşmıştır. Allah selamet ve hidayet versin…alevilik ırki bir özellik de sergiler. Onlar hep babalarını takip ederler. Ya babaları yanlış yoldaysa? Ben ondört yaşında kitabçı Baytoklara girerken şöyle bir düşünce fırtınası yaşadığımı hatırlıyorum. Dedimki sen anne ve babanın sana öğrettikleri ile mi inanıyorsun? Bence bunları terket ve aklınla hareket et, aklınla doğruya yönel dedim ve imanımı tazeledim. Bütün iman unsurlarını gözden geçirip teker teker yerine oturttum. İşte bu hakiki iman idi. Taklitten hakikiye. İşte alevi kardeşlerimizin de sorgulama yapmaları ve ana baba öğretilerinden kurtulup fikrin orijinaline yönelmeleri gerekir. Adamın biri yel değirmenini anlatıyormuş. Demiş işte, rüzgar şurdan eser, kanatları dönderir, o da kolon vasıtası ile taşı dönderir, taş da araya giren buğdayı öğütür gibi. Dinleyen demiş ki, tamam tamam da demiş bunun suyu nerden gelir demiş. Yorum yok.
Üniversite son sınıfta üç samimi arkadaştık. Bir arkadaşımız süper zeki idi ve bir Ehlisünnet aliminin yanına onun kitap yazımına yardım etmek için ona intisab etmişti. Üniversite hafif geldi seminerlerini ben hazırlamıştım. O sadece sınavlara şeklen geliyordu. Bu zat Ankara’ya geldiğinde sohbetten sonra bizi namaza davet etti. Ben icabet ettim, diğer arkadaşım etmedi. O arkadaşımız için o zat “ o alevi meşrebtir” dedi. Ben anlamadım. Zira o alevi değildi. Diğer arkadaş izah etti. “mecazi konuşuyor” dedi. Yani inanıyor fakat yapmıyor?
Adapazarı’nda muhasebecilik yapan, alevi bir arkadaş ile sohbet ediyoruz. Diyor ki ben mealden okudum, bazı şeyleri şöyle şöyle söylüyor deyip hükümler çıkarıyordu. Bu iş bir ilim gerektirir dediysemde dinlemeyince şunu söyledim. “Şimdi sen bir lise mezununu getirsen ve eline vergi kanunlarını versen sana bir beyannameyi doldurabilir mi? Dedim. Sustu kaldı ve hak verdi. Meal okuyup içindeki hükümlerle mücadele etmeye çok meraklılar. Hükümleri örneğin, kısasa kısas, mirasta iki pay erkeğe bir pay kadına, hırsızın elinin kesilmesi vb. konulara muhalefet etmeleri Allah’a teslim olunmadığını, kitablara imanın olmadığını (biraz ağır olacak ama küfür üzere olunduğunu) göstermektedir. Cevizin kabuğu olurda içi olmaz mı? Onun eline geçecek olan da zaten kabuktur böylece.
Bu günlerde Hacıbektaş şenlikleri yapılıyor. Kırşehir’den Ankara’ya yolculuk ederken yanımdaki beyefendiyle aramızda bazı konuşmalar geçti. İyi yolculuk dileklerinden sonra nereden gelip nereye gidiyorsunuz? Dedim. O da Hacıbektaştan geliyorum deyince bu makale için alevilerin orucu hakkında sormak için iyi niyetli olarak alevi misiniz?dedim. cevap olarak Hümanist, Mevlanacı ve Türkmen olduğunu söyledi. Arkasından ilave etti. Siz sormamalıydınız ama ben yine de cevapladım dedi. Rahatsız olmuştu. Mevlana’nın meşhur sözü “Ne olursan ol gel, gel, dergahımız ümitsizlerin dergahı değil gel…” şeklindedir ve arkasından “iman et” diye biter. Batılılar da Mevlanayı çok sever. İşte tam bu noktada biz bir yanlış anlamadan sözedebiliriz. “Namaza yaklaşmayınız …” emrinde olduğu gibi. Hiç kimse “içkiliyken “ lafzını görmek istemez. Biz Mevlanayı hakiki namaz kılan, mümin bir aşk ehli olarak biliriz. Ancak sevenleri nedense onu hiç taklid ederek dahi olsa arkasından gitmezler. Seven sevdiğine tabi olur onun sözünü tutar. Bu nasıl sevmek Allhaşkına? Eskiden bizim bir ineğimiz vardı ve onu sığıra sürerdik. Çobanın hanımı öğle üzeri olduğunda peynir çıkınını alır, evindeki avluya çıkar ve güneşin sıcağında çobanın yazıda yaptığı gibi onu oturur yermiş. Sorarlarmış sen niye güneşin arnında yalnız peynir yiyorsun denilince, o da; eşim yazıda güneşin sıcağında yalnız peynir yiyor. Ben de öyle yapmalıyım dermiş. İşte sevgi dili. Siz ne yapıyorsunuz sevdikleriniz için? Sheakspear bir diyaloğunda şöyle konuşturur oyuncuyu. “karının senin için yaptığı fedakarlığa bak!” = sevgi dili. Bizim orda bir laf var “kuru kuru kurbanın olayım, yaş yaş gadan alayım” derler. Yani nasıl bir sevgi ki hiç bir işe yaramıyor? Her ne seviyorsanız, sevenlere duyurulur…
Vahiy mi önce, mutluluk mu önce?
Bir tartışma da şuradan çıktı. Mutluluk ve huzur başta gelir ve önemlidir dedi. Ben şu cevabı verdim. Her şeyin üstünde tevhid vardır. Onun için tevhidin yükselmesine gayret etmek gerekir. Mutluluğu öne alırsak mutlu olmak için içki içmeye de başlayabilirsiniz, dedim. O yüzden iman ve ahlak önce gelmelidir dedim. Mutluluk arkadan gelirdi bana göre. Mutlu olmaya çalışan bana göre bencilleşmiş, ferdileşmiştir. Ayrıca haz alma ile gerçek mutluluğu da ayırmak gerekti. İnsan ancak Allah’ı anmakla mutmain olabilirdi. Doğrular için çalışan sonunda mutlu da olurdu. Örneğin mutlu olmak için namaz kılanın Allah’tan alabileceği hiç bir şey yoktur. Fakat Allah deyip de seccadeye düşenin namaz sonundaki mutluluğunu hiç bir alet ölçemez. Vahiy için çalışanlar, o uğurda ölenler mutluluk mu düşündüler? Ama onların ahiretleri emindir inşaallah. Peygamber efendimiz Kabe’de namaz kılarken üstüne işkembe atılınca Peygamber efendimizin kızı Fatıma ağlıyor. Ona diyor ki, “korkma kızım, Allah sevdiklerini terk etmeyecektir” Allah c.c “İki emanı birlikte vermem” diyor. Dünyasından emin olanı ahirette azaba düçar ederim. Dünyadayken ahiretinden korkanı ahirette emin kılarım buyuruyor. Sonucu başa koyanlara duyurulur.
Aleviler misafirperver insanlar. Kul hakkına çok dikkat ediyorlar. Çocuklarını okutuyorlar. Eskişehir’de eşimin 85 yaşında bir alevi akrabası var, içkiler içti, barlar açtı en sonunda bir ayağı çukura girince artık tevbekar oldu, namaza başladı. Allah kabul etsin. Çok hoş, neşeli bir adamdır İsmet enişte.
Bir Avrupalı yazar şöyle diyordu. “Ben müslümanlara baktım elli yıl müslüman olmadım. Fakat Kuran’a baktım bir gecede müslüman oldum” Benim üzerinde durduğum husus fikirler ve bu fikirlerdeki referans verilen orjinal fikirlerin dışındaki sapmalardır. Yani tevhid ve bundan sapmalardır. Bunu benim yaşayışıma emsal tutmuyorum. Yaşantım tam uygun olmayabilir veya yorumumda yanılabilirim de. Fakat fikrin orijinali olan Kuran ve Sünnete kıyas ediyorum. Kişiyi onunla ölçüyorum. Çünkü miheng taşı bunlar. Fikrin kazığı.
İnsan olarak alevi kardeşlerimizle bir alıp veremediğimiz yoktur. İsteriz ki onlar da cenneti haketsinler. Bütün çabamız budur. Ben her namazımda kafirlere de iman nasib et ya Rabbi diye dua ederim. Onlara niye etmeyeyim? Onları önce sünnete değil önce farza davet ederiz. Farz ile sünnetin durumu, gerçek bir mersedes araba ile oyuncak bir mersedes araba arasındaki fark gibidir. Şeytanın en büyük tuzaklarından birisi de, kişiyi farzdan alıkoyup sünnetle uğraştırmasıdır.
Aslında alevilikte sünnet ve farz kavramları var mı, yok mu, bu da tartışmalıdır. Fakat biz gene de farzı yapan farz sevabı, sünneti yapan sünnet sevabı alır diye düşünür hüsnü zan ederiz.
Alevi çalıştayları hala devam ediyor. İnşallah olumlu bir netice alınır. Biz de isteriz ki aleviler de Diyanette temsil edilsinler. Onlar da bu ülkede vergi veriyorlar ve bu toplumun bir parçasılar. Burada dikkat edilecek olan inançlı alevilerle temsilin sağlanması hususudur. Umulur ki onlar diğerlerini de iman noktasında etkilerler ve iyi bir noktaya getirirler. Nesilleri ateizm ve marksist çizgiye kayıyor. Bozuk inanç hem kendini hem de nesillerini daha kötünün kucağına itiyor. Kıyas olarak kabul edilmesin ama aynı olay Hırıstiyanlıkta da sözkonusudur. Bozuk din, fıtrata uygun olmayan şeyler söylediği için tatmin vermemekte ve terkedilmektedir. Alternatif de sunulamayınca şeytanın kucağına düşülmektedir. İngiltere’de bir yıl geçiren bilgili ve kavi iman sahibi bir üstad, bunların çoğunun şeytana taptığı kanaatine vardım demişti. Hırıstiyanlık ilme ve olumlu her şeye karşı çıkmış ve sonunda reddedilerek laikliğe yol açmıştır. Bugün Fransa’nın yarısı ateizmin kucağına itilmiştir. Osmanlı ise tersini yaptı ve ilme karşı çıkmayan toplumsal hayata yön veren dini, son zamanlarında Şeyhül İslamı nazırların kabinesinden dışarı atarak dünya işlerinden dini dışladı. İşte bu adı konmamış laiklik idi. Devamında halktaki bozulma öylesine oldu ki, Cumhuriyeti kuranlar bozulmayı halk yerine dinde zannederek laikliğe sarıldılar. Hep söylüyoruz; bir batılı alim, müslümanlara baktım elli sene müslüman olmadım. Kuran’a baktım bir gecede müslüman oldum diyor.
Üç tür insan var. Birincisi insanlara bakıp da fikrini oluşturan insan. Bunun baktığı kişi iyi ise kişi de iyi olur. Kötüyse kötü olur. İkinci tip insan, olaylara bakan insandır. Kişi olayı iyi yorumlarsa kişi iyi olur, kötü yorumlarsa kötü olur. Üçüncü tip bir insan da vardır ki, fikirlerin orjinaline bakar ve aklı ile kıyas yaparak doğruyu bulur. Çünkü doğru fikir, ön yargılarınızdan arınmışsanız yani bir anlama probleminiz yoksa, aklı selimin sağduyusu ile serbest bir tartışma ortamında iseniz doğru, daima üstün gelir. O yüzden aidiyet denen bir partiye üye olma, bir takımı tutma, bir şeyi çok sevmek gibi, bir kalbde iki şey olamayacağı için kişiyi sevdiğinin dışındakilere karşı köreltir ve sağduyudan uzaklaştırır = ön yargı. Bu yüzden bu tür kişileri ikna etmek de çok zordur. Bunlar önce karar verir ve bu kararına gerekçe ararlar. Demokratikleşmeyle ilgili şeylere bile, bunu kim yaptı? Başkası. O halde karşı çıkmalıyım diyor. Bunun akıl ve mantığı neresinde? Temelle Dursun ikisi birbirine düşman ve ikisi de suç işlemiş ve idama mahkum olmuşlar. Son sözünüz nedir diye Dursuna sormuşlar. Anamı görmek istiyrim demiş. Bu kez Temele sormuşlar senin son sözün nedir deyince, kızgın kızgın Dursuna bakıp, dursun anasını görmesin demiş. Bunun gibi siyasete kurban giden şeylerde fazla yapılabilecek bir şey yoktur. Her şeye karşı çıkan insanlar daima bulunur. Hedef, o kalplere hükmedenle iyi geçinmek olmalıdır. Allah kalbleri tebdil eder. “Yöneticilerinizi biz seçiyoruz. Onlara küfretmeyiniz” buyruldu. Ayrıca “nasılsanız öyle yönetilirsiniz” sözü hadisi şerifte yer aldı. O yüzden her işte Allah’ın yardımı aranmadan olmaz.
Yazılarda izlediğimiz yöntem
Biz de olduğunca Allah için O’nun rızası için yazmaya çalışıyoruz. Hatalardan Allah’a sığınırız. Biz, işte bu yüzden siyaset yazıları yazmıyoruz. Bizim yaptığımız, bilgilendir, ihtiyacını hissettir ve uyar, gerisine karışma, çözümünü kendi bulur diye tanımlanabilir. Kişiler için de; fikrinin mihengini yakala, oradan ateş et, yarala, bırak kıvransın, doğruyu kendi bulur anlayışıdır. Doğruyu direk söylemek iyi netice vermez. Tepki doğurur. İlmi siyaset de gereklidir.
İlmi siyaset
Adamın biri medresede ders görür ve icazetini alır. Fakat ilmi siyasete gerek görmez ve hocasını dinlemez. Sonra memleketine doğru yola koyulur. Mola verdiği bir kasabada vaaz veren kişinin vahye aykırı şeyler söylediğini görünce dayanamaz ve bağırır. “Sen yanlış ve yalan şeyler söylüyorsun” deyince, halk, “bizim hocamıza nasıl hakaret edersin” diye bunu bir güzel pataklarlar. Bizimki tekrar geri döner “hele hocam anlat su ilmi siyaseti” der ve tedrisata devam eder. Onu da bitirdikten sonra tekrar memleketine doğru yola çıkar ve aynı yere uğrayınca, aynı adamı tekrar o eski yanlış şeyleri söylerken bulur. Bu kez şöyle der. “Ey cemaat, bu sizin hocanız var ya, çok değerli bir adamdır. Bunun bir kılı bile mübarektir” der ve adamdan bir kıl koparır. Bunu duyup gören cemaat hocanın üzerine çullanır ve her tarafını bir kıl alabilmek için yolar. İşte ilmi siyaset böyle bir şey. Siyasetçilerden, evde kadının kocasına yapacağı siyasete kadar her alanda kullanılabilir bir şeydir. Kişinin adını kullanmazsınız fakat yaptıkları ile alay hatta hakaret bile edebilirsiniz. Bu işler akıllı insanların işidir. Güzel ve yumuşak konuşmak kadar teknik konuşmak da önemlidir. Edeb bilmeyen bir şeriatçının yolda giden pantolon giymiş biraz açık bir kıza “utanmıyormusun her tarafın oynuyor kendini teşhir ediyorsun erkekleri baştan çıkarıyorsun” demesinin hiç bir yararı olmadığı gibi kişiyi dinden de soğutur. Halbuki “afedersiniz, biraz daha kapalı bir şeyler giyseydiniz size daha çok yakışırdı” demesi bir ilmi siyasettir ve iyi netice verir, kişiti küstürmez, iyi netice verir. Evde kadının eve geç gelen eşine doğrudan, “çocuklarınla ilgilen, ne yaparsan yap” demesi olumsuz, “hayatım çocukların biraz daha fazla ilgiye ihtiyaçları var. Onlara biraz daha fazla zaman ayırmaya çalışabilirsen iyi olur” demesi olumlu etki yapar. Hürrem Sultan, Sultan Süleyman’ın oğlunun ona isyan etmesi üzerine onu idam etmek isteyince kocasına “ Yüksek ruhlarda kin barınmaz. Sen yüksek ruhlu bir insansın oğlunu affet” demiş ve netice almıştır. Aslında herkesin buna öyle çok ihtiyacı var ki, anlatmakla bitmez…aile içi iletişimden dini tebliğ yöntemine kadar her alanda kullanılması gereken bir jokerdir. Bir gün iki genç yoldaki merdivenlerde bira içiyordu. Bir şeyler söylemem lazımdı ama nasıl? Şöyle yaptım. Ya çocuklar ne güzel sohbet ediyorsunuz? Ben de size katılabilir miyim? Dedim, ve yanlarına yere oturdum. Okul anılarından bahsediyorlardı. Biraz onları dinledim, biraz da ben anlattım. Geçenler arasında bizim komşular da vardı ve bir bira şişesine, bir bana bakıyorlardı ve edebinden bir şey de diyemeden devam edip gidiyorlardı. Ben bira konusunda hiçbir şey söylemedim, fakat çocuklar genel olarak konuşmamdan bir şeyler anladılar. İçlerinden birisi çaktırmadan bira şişelerini saklamaya çalıştı. Ben hiçbir şey söylemeden çocukların söylediği şey “abi biz bir daha içki içmeyeceğiz” oldu. Cenab-ı Hak, Musa Aleyhisselama, Firavuna bile “git ve ona yumuşak söz söyle, belki kalbi yumuşar ve doru yolu bulur” dedi. Durum böyleyken bir Müslüman, yumuşak konuşulmayı hak etmez olur mu? Hadisi şerifte “ rızıklar dağıtıldığı gibi, ahlak da dağıtıldı” buyruldu. Bu yüzden çok telaş etmemek ve zaman ve duaya da pay ayırmak gerekiyor. Ben ayyaşın birinin talebi üzerine ona önemli bir harçlık vermiştim. Etrafımdaki beyler hemen “ o ayyaşın teki, verdiğini içkiye verecek” deyip beni caydırmak istediler. Ben itiraz ettim ve dedim ki, Allah onun her halde rızkını kesmezken siz nasıl oluyor da kesmeye kalkıyorsunuz?” dedim. O adamın bu işten büyük bir gurur duyduğuna hatta içkiyi bırakmak için çaba göstereceğine eminim. Ayyaşın biri kafayı bulunca elindeki sazla bir dervişin kafayı yarar. Saz da kırılmıştır bu arada. Derviş ertesi gün ayyaşı ayık halinde ziyaret eder ve der ki, “senin sazın benim kafada yarıldı. Şununla kendine yeni bir saz al” der. Zulüm yapan değil ama kendi halinde günahını kabul edip biraz batakta olanlarla, onun günahından bahsetmeden sohbet etmek, ona günahın içindeyken değer vermek çok hoşuma gider. Hep olumlu neticeler de almışımdır. Bir adama doğrudan din adına saldırmak ve hakaret etmek şeriatçıların işidir. Onlar din adına dinin ……. ederler. Dört kişi abdest alıyormuş. Birincinin ensesine bir tokat vurmuşlar, o da hemen dönüp tokat atana bir tokat da o atmış. Demişler ki bu şeriat ehli. Sonra ikinci abdest alanın ensesine bir tokat atmışlar. O şöyle düşünmüş. Bu tokat Allah’tan gelmeye Allah’tan geldi, fakat kimi vesile kıldı acaba demiş ve tokat atana dönüp şöyle bir bakmış o kadar. Demişler ki bu tarikat ehli. Üçüncü abdest alana da bir tokat atılınca, o da şöyle düşünmüş. Demiş ki, bu Allah’tan gelmeye Allah’tan geldi. Kimi vesile kıldığının da bir önemi yok demiş ve abdestini almaya devam etmiş. Demişler ki bu da marifet ehli. Dördüncü ise hakikat ehli imiş ama onun ne yaptığını gerçekten bilmiyorum. Bunu size havale ederim. Daireye yanıma ayağı çarıklı bir adam garib garib gelse, o adamın olmaz işini oldurmaya çalışırım. Bu iş bana o kadar sevimli gelir. Kim ve nereli olursa olsun. Kelli felli, makam ya da paralı biri gelirse işinin adil olup olmadığından kıyas alırım o kadar. Öbürünün üşüdüğü, berikinin kürkte ısındı aklıma gelir. Allah bile öyle kimseleri söyledikleri olmadık şeylerde haklı çıkarır ki bunu kimse bilmez. Sabreden, namaz kılan fakir, Allah’a daha sevimli gelir ve cennete onları zenginlerden 500 sene evvel sokar. Onun için siz de öyle yapın. Önce herkese, sakata, fakire, sıkıntıda olana, hamileye, çirkine dua etmekle işe başlayın. İki kör dolma yiyormuş. Biri demiş ki “dolmayı ikişer ikişer yeme” demiş. Öbürü demiş ki, ulan sen kör ben kör nereden biliyorsun demiş. Öbürü demiş ki, ben çift çift yiyorum da ordan biliyorum demiş. Onun gibi ben de kendimden biliyorum. Önce dışarıda, yolda giderken, boşdayken, ne yapacağım konusunda dua ve zikir arasında kaldım. Birini seç dediler. Ben her ikisinide korumak, her ikisine de devam etmek istedim. Fakat zamanla duada kendiliğinden karar kıldım. İyi de oldu. Çünkü zikir tek başına yapılmazdı. Bir gönül eri ister. Rehber ister vesselam. Dua ise, serbest. Yolda karşılaştığın herkese, çirkine, sakata, fakire, müslümana, kafire, hepsine dua et dur. Bu seni de etkiliyor ve merhamete kapı aralıyor. İstanbul’da Tophanede, çalıştığım yerin beşinci katında yemekhanede yemek kuyruğundayken yan taraftaki kilisenin tepesine bir martı sıkışmış çıkamıyordu. Arkadaşlara bunu söyledim şunu haber verelim dedim. Kimse oralı olmadı. Kendim kiliseye gittim, kilise kapalıydı. Ertesi gün hayvan aynı yerde çırpınıyordu. Bu kez kilisenin bahçesine girdim. Kimse yoktu. Kimseye sesimi duyuramadım. Üçüncü gün o hayvan orada ölmüştü. Çok üzüldüm. Ankara’ya dönüşte rüyama girdi. Çok suya yanmış bir haldeyken kalkıp su içmeye giderken bana su içirdi ve ben geri döndüm. Daha sonra gagasıyla bağırsaklarımdan günahlarımı tek tek çıkarmaya başladı. Bu işlem günlerce sürdü. Bunu ayni olarak yaşıyordum. O zamanlar Rahmetli Necip Fazıl gibi yeni tevbekar olmuştum ve levvame makamında olduğumu müşahede ediyordum. Sonra o kuşun cennette olduğu bildirildi bana. İnanan inanır. Aklına tapanlara her şey ve ahret sürpriz olur fakat tepenin arkasındaki askerlere inananlar tedbir alır hazırlanır, mevki tutar ve onların savaşı kazanacağı umulur. “Din merhamettir”(hadis)deki esas, dışarıya merhamet duymaktır. Eş, evlat ve yakınların sevgisi zaten verilmiş ki merhamet ediyorsun. Sevgi verilmeyen, dışarıdaki çirkine, tanımadıklarına, sakata, acize, yoldan geçen herkese, hele sana ters bir şey söylemişse, ona da dua et de göreyim. Bakın aşık ne diyor.
Aşık der incidenden
İncinme incidenden
Kemalde noksan imiş
İncinen incidenden
Vermeyene vermek, gelmeyene gelmek, hoş görmek.. nefsin biraz kemale yaklaşması zaviyeyi nasıl değiştiriyor. Abdest alanlar gibi… Ufak bir pürüz şu ki, bir tokat yiyince öbür yanağını çevirmek yok İslamda. İki hikaye buraya yakışır. Biri bir Yahudi’nin duası; ya Rabbi biri beni kandırırsa onun belasını ver. Biri beni iki kez kandırırsa hem benim hem onun belasını ver. Biri beni üç kez kandırırsa yalnız benim belamı ver demiş.
Müslüman hikayesi de şöyle; bir Müslüman bir delikten iki kez ısırılmaz. Bir başka hikaye ise şöyle; dervişin biri eline bir testi su alır ve cehennemi söndürmeye yola koyulur. Derken bir melek elinde bir kamçı ile karşısına çıkar ve sorgusuz sualsiz şaklatır dervişe kamçıyı. Derviş yandım anam der. Ne oldu, ne yaptım ben sana dediyse de bir kamçı daha, arkasından bir kamçı daha deyince derviş dayanamaz ve geri dönüp, yaşasın zalimler için cehennem der. İşte zalime acımıyorsanız mesele yok. Gerçi onu bile zulmünden alıkoymak da vardır dolaylı olarak. Konudan konuya geçiyoruz fakat merhametle ilgili olarak şunu da belirtelim. Allah’ın kanunları hep merhamet doludur fakat zalime değil, mazlumadır. Allah’ın asıl amacı, çoğunluğu düşünmek, hayatı sağlıklı devam ettirmektir. İşte birini diğerine rızık yapmak hayvanların, kısasa kısas insanların dengesidir. Öğrenci arkadaşından dayağı yer, öğretmene şikayet eder. O da sen de onu dövseydin ya der. Meşru müdafa hali neden ceza almaz? Çünkü bal gibi kısasa kısastır aslında. Adam seni vursun, sen daha sonra şikayet etsene. Eline tabancayı alan önüne geleni vursun, sen onu affedip hafifce geçiştir. Onu gören yenileri devreye girsin. Toplumun anasını öğrensin. Bu nasıl merhamet. Ben hep söylüyorum. Batının fikirlerinin mihenk taşları sakattır. Alırken sorgulamak ve farklılıklarını gündeme getirmek gerekir. Zaten onlar belli farklılıkları kabul de ediyor ve zenginlik sayıyorlar. Fakat nazarımızda putlaşan batıya yaranma isteği, dindeki tam teslimiyet gibi, hadisi şerifte zikredilen kelerin girdiği delikten girdiği gibi sizde girerek onları taklit edip benzeyeceksiniz öngörüsüyle uyumlaşmaktadır.
İslam bir yaşam biçimidir
Halbuki İslam bir yaşam biçimidir, bir hayat anlayışıdır. Hem tevhidi esas alır hem dünyevi emirler serdeder. İnsanlar ibadetini alır, dünyama karışmasın der. Bunu, dinle iktidar mücadelesi yapan devlet istemiştir ve insanları da buna inandırmıştır. Bunu doğrudan İslam kelimesi ile yapamaz fakat ad takar ve şeriat der, irtica der v.s. Bunu ancak akıllı, ferasetli, tam teslim olmuş cesaretliler anlar. Bu, yukarıda söylediğimiz gibi cevizin içi yoktur demeye benziyor. Bu yüzden Allah da bu yarım imanı, içi boş imanı değerlendirecektir. Halbuki ben hem emre teslim olmuşumdur ve hem de hikmetini öğrenmişimdir ve böylece Allah’ın bütün hükümlerine, bu arada özellikle kısasa kısasa aşığımdır. Kırk kişiyi öldürmek var mı ya? Eline tabancayı alan bi tane de ben vurayım diyor. Korku yok. Halbuki vururken kendisinin de öldürüleceğini bilse, eli titrer, altına yapar, maazallah. Böylece sokaktaki masumları korumuş olursunuz. Adalet de yerine gelir, herkes rahatlar. Kan davaları sürmez. Çünkü gereği yapılmıştır ya da diyeti ödenmiş veya kişinin kendisi veya takını affetmiştir vesselam. İlahi yasalar da böyledir. Çoğunluğu koru. Kötüyü haksızı feda et. Otları bile ayıklarken kötü otları ihtiyacın olan sebze meyve için temizliyorsun. Hani merhametliydin o otlara da yaşama şansı versene..
Fikir zamanla eskimez, çünkü insan aynı insandır. Akıl vahye muhtaçdır.
Yukarıda söylediğimiz gibi Batı, ölen ölmüş der, zalimi korumaya kalkar, bu yüzden onu gören yeni yeni katiller işbaşına geçer, sayıları çoğalır, suç istatistikleri yapmaya, bunu toplumsal sorunlara bağlamaya kalkarlar. Modern görünüp ne kadar ilkellik! Bir aptala zeki ismi vermekle zeki olmaz. Avrupa modernim derken ben onun şapşallığını anlıyorum o kadar. Akıl daima vahye muhtaçtır. Deneme yanılma yoluyla bazı şeyleri bulabilir fakat ideali bulamaz. Kuran’da hz. İbrahimin aklı ile Allah’ı bulduğu anlatılır. Bu dinin ulaşmadığı bir yerdeki asgari sorumluluğu ifade eder. Kitablar ve peygamberler ise bunun üstü için gönderilmişlerdir. Onların 1400 sene önce gelmesi onun hükümlerinin eskidiği, geri olduğu anlamına gelmez. Kuran her yüzyıla hitab eden, buna göre özellikle müteşabih ayetleri ile yoruma açık hükümleri olan bir ilahi kitabdır. Arabanın yapıcı firması kullanım kılavuzu koyuyor ve sen ona uyuyorsun da Allah yarattığı kullarına da kitabla kullanım kılavuzu göndermiş ona neden uymuyorsun? Araba eskise de aynı kılavuz geçerli de bu kitab neden hala geçerli olmasın. Hükümlerin yararını herkesle tartışırım. Ancak bunlar eski demek aptalcadır ve belden aşağı vurmak anlamı taşır. Ancak içtihat kapısı açıktır fikrini savunmak uygun bir çözüm olmalıdır bu noktada. İnsan 1400 sene önceki aynı insandır. İnsanın fiziki ve ruhsal yapısında, evlenmesinde hiç bir değişiklik yoktur. Şimdi biraz daha şehirlerde yaşamakta, teknolojiden kolaylık olarak istifade etmekte, deveyle gideceği yere uçakla kısa sürede gitmekte, araba kullanmakta, kolay haberleşmekte o kadar. Diğer her şeyi aynı. Hatta bu yüzden daha bencilleşmiş, bireyselleşmiş, kendini düşünür hale gelmiş, kanaati unutmuş, erdemlerden uzaklaşmış, içki ve uyuşturucunun pençesine düşmüş ve mutlu olamamıştır. Araştırmalarla gelişmiş ülkelerdeki halkın yüzde yetmişinin mutlu olmadığı tesbit edilmiştir. Demek ki madde ile mutluluk her zaman aynı göstergeyi göstermiyor. Karnı doyduktan sonra ahlak üzere olabilmesini istemelidir. Bu da ahlak prensibleri ile sağlanır. Bunu da din önerir ve ahiret ve Allah korkusu gibi mihenk taşlarına bağlar. Daha olmadı had cezaları koyar vurur kırbacı. Parayla kurtuluş yoktur. Onu canında hissetmeli ve bir daha yapmamalıdır. Onun için ben belki tam yapamıyorum ama ben dinime aşığım. Size de tavsiye ederim. Kişinin mutlaka bir veya birkaç putu daima vardır. Sizinki ne? Tek mabud Allah dururken ticarete, paraya, çok sevme adına kadına, makamı etkili görüp makama tapma, korktuğu veya çok çok sevdiği bir şeye tapma zaten nefsin temel “ene” özelliklerindendir. İşte bu tapmayı Allah’a yönlendirirseniz hem rahat edersiniz ki bu bir hürriyettir, hem de dünya ahiret kurtulursunuz. İnsan taptığının esiridir, nasıl kurtulsun ki? Allah nefsinin hevasına tapanı gördün mü demektedir. Aynı tesbit…
Ramazan Orucu; Gelenek olarak mı tutuyoruz? Yoksa Allah emrettiği için mi? Dikkat.
Günümüzde orucun gelenekselleştiği konusunda ciddi kuşkular var. Kişi namaz kılmaz zekat vermez gider oruç tutar. Farz namazı kılmaz gider sünnet olan teravih namazını kılar. İnsan davranışlarını analiz etmek çok zor. Onun nedenini niçinini anlamak, davranışının mihenginde ne var onu keşfetmek kolay değildir. Bazen bilinç altında saklı duran davranış müşevvikleri de araştırılmağa değer bulunmalıdır. Herkese bir psikolog bulamayacağımıza göre bu sorgulamayı kişinin kendisi yapmalıdır. Acaba herkes oruç tutuyor bende onun için mi oruç tutuyorum? Bana bir şey derler diye korktuğum için mi oruç tutuyorum? Takiyye. Toplumdan mı çekiniyorum acaba? Yoksa oruç bedene faydalı, kilo verdirir diyorlar, kilo vermek için mi oruç tutuyorum? gibi sorgulama yapılmalı ve cevabı verilmelidir. İşte isyan burada faydalı sonuç verir. “Hayır! Ben, Allah’ım bana emretti, bu emrine uymak onun rızasını kazanmak ve karşılığını yalnız ondan beklemek için oruç tutmalıyım” demelidir. Bunun için sonuçlardan hareket etmek de aynı faydayı sağlar. Nedenini ortaya koyamaz belki ama pislikleri temizler gider. Bir masada görülmeyen kirlerde gitsin diye her tarafını temizlemeye benzer. O da: ihlasla niyet tekrarıdır. “Ya Rabbi, ben yalnız senin rızanı gözeterek oruç tutuyorum. Senin emrin olduğu için oruç tutuyorum. Bana kolaylaştır ve benden kabul et” demelidir.
Her ibadet yeni farz olmuş gibi kılınmalıdır. Alışmak tehlikelidir.
Sahabe-i kiram her ibadetini sanki yeni farz kılınmış gibi düşünür ve ona hazırlanırdı. Özellikle namazda bu çok belirgin bir husus idi. Buna parelel olarak ibadetin alışkanlık yapmasından şiddetle çekinir, şayet nafile bir ibadet yaparken ondan nefsinin hoşlandığını farkederse derhal o nafileyi bırakır başka bir nafileye başlardı. Oruçta bedenin oruca, açlığa alışması anlaşılabilir bir şeydir. Fakat her oruç için ayrı niyet neden gereklidir? İşte bilincinde olmak, otomatiğe bağlamamak için buna gereklilik vardır. İbadette nefse zor gelen ibadet daha makbuldür. Zaten bu yüzden gece ibadeti en makbul nafiledir. Uykuyu bölmek kolay değildir. Ama Allah c.c de o zorluğa gereken ecri verecektir. Kul bir karış, Allah bir adım; kul bir adım Allah koşarak… Bizler o kadar yapamayız ama ola ki içimizden ibadet etmekten eşini çocuklarını ve diğer insanları ihmal eden onların sorunları ile ilgilenmeyenler olursa onları şunu diyebiliriz. Hadisi şerifte insanın dine güç yetiremeyeceği, yapabildiği az, ihlaslı ve devamlı amellere dikkat etmesi gerektiği vurgulanmıştır. Peygamber Efendimiz eşi Ayşe validemiz, odama geldiğinde uyuyorsam o ibadet eder, uyanıksam benimle konuşurdu der. Bir hadiste ülfet etmeyen kişide hayır olmadığı vurgulanmıştır. Cemaate katılıp da bir kaç kişinin hatırını sormadan küs gibi giden adama acırım. Akşam namazından sonra iki rekat nafile ebvabinin arkasından bir kişiye Kuran öğretmek, ya da soru ya da sorununu dinlemek bana daha hoş gelir. İki kişi Allah için birbirini sever ve konuşurlarsa (gülümserlerse-sadakadır-) onların üzerine yüz rahmet iner ve aralarında paylaşırlar. Bir veli bu konuşmaların birinde biraz yüzünü ekşitmiştir. Sorulduğunda o kişi daha çok sevab alsın diye öyle yaptım demiştir.
İbadette ihlas ve Allah’a güven
Avam cennete kavuşmak ve cehennemden korunmak için oruç tutar. İlimde derinleşenler emir ve rızai ilahi ve Allah’a kavuşmak arzusu ile yanar tutuşur. Bunların “bu akşam ne yiyeceğim” demesi bile Allah’ın Rezzak sıfatından bir şüphedir ve orucu bozar, Allah’ı gücendirir.
Orucunun ya da namazının övülmesinden hoşlananın işi zordur. İnsan “ben insanların rızası için mi oruç tutuyorum?” demelidir. Bir adam bir gün cemaate ikinci safa düşmüştür ve bundan canının sıkıldığını farketmiştir. Hemen aklı başına gelir ve sorgular. “Ben ön safta bulunmak ve sevab ticareti yapmaya mı geliyorum” der ve geçmiş iki aylık namazlarını tekrar kılar. Oruçlunun gıybet etmesi de aslında orucu bozar. Fakat bu havvas için geçerlidir. Öyle ki tevekkülünde en ufak bir hata, sebebe güvenip Allah’ı bir an unutmak bile bozulma nedenidir.
Yusuf aleyhisselam hapisten kendisinden önce çıkan arkadaşına, “efendinin yanında beni an beni de kurtarsın” demiş ve inşallah dememiştir. Bunun üzerine şeytan o adama bunu unutturmuş ve yedi yıl daha hapiste kalmıştır. Allah, dostlarının kendini unutmasını asla affetmez.
Hadislerde görüleceği üzere Ramazan’da şeytanlar zincire vurulur. Fakat kişinin yalan söylemesi veya gıybet etmesi şeytanı zincirden boşandırır ve onunla uğraşmaya başlar. İşte insanların Ramazanda namaza başlamalarının bir nedeni de onu caydıracak şeytanın olmamasıdır. Tabii ilahi rahmetin kişiyi namaz ve oruca çektiğini de unutmamak gerekiyor. Bazı uyanık müslümanlar da rahmetin bolluğunun farkına vararak kısa dönemde çok kar anlayışıyla fırsatçılık yaparak namaza yönelirler. Çok uyanık olanları da kutsal geceleri iyi takip eder ve değerlendirirler. Ama Cenab-ı Hak öylesine rahmetini yayar ki, kimseye neden yalnızca Ramazan, neden yalnızca Cuma demez. Fakat ister ki kulu her daim beş vakit karşısına gelsin. Aslında yalnız Cuma kılmak 30 000 liralık bir arabayı 5 000 lira verip alıp kaçmaya benziyor. Var mı böyle bir ticaret? Zaten hadiste beş vakit namazı hakkıyla eda edenlere Allah’ın cennet vaadi olduğu bildirilmiştir. Bunun dışındakilere Allah’ın bir vaadi yoktur, dilerse affeder dilerse azab eder. Fakat sonuçta herkes ibadeti ile değil peygamberler dahil Allah’ın merhameti ile cennete girer. Yani namaz merhamete vesile olmuş olur. Fakat Cenab-ı Allah’ın merhameti gene de çok yüksektir. İbrahim aleyhisselama bir gün bir fakir gelir, yiyecek bir şeyler ister. İbrahim Aleyhisselam: “Bak işte sen benim dinime girersen sana istediğini veririm” der. Adam sinirlenir ve “yiyeceğin de dinin de senin olsun” der ve çeker gider. Bunun üzerine Cenab-ı Allah nida eder ki; “Ya İbrahim, o kulum beni 90 senedir inkar ediyor, fakat ben onun bir gün bile rızkını kesmedim. Senden bir lokma istedi diye, sen ona dinime girersen veririm diye şart koştun” der. Bunun üzerine İbrahim Aleyhisselam hata ettiğini anlar ve adamın peşinden koşarak, “gel tek benim dinime girmezsen girme, sana istediğini vereceğim” der. Adam kabul eder fakat bir taraftan da sorar. Ne oldu da fikrini değiştirdin deyince, İbrahim Aleyhisselam, Rabbim bana böyle böyle emretti der. Ya, demek Rabbin öyle mi dedi der ve müslüman olur.
İyiliği yapmak kolay fakat korumak zordur.
Bir iyilik yapma fırsatı doğduğunda, bir şeyi Allah rızası için şu işi yapacağım dediğinizde onu mutlaka makul bir sürede imkanlar ölçüsünde yapmalısınız. Bu süre aşşıldığı yada niyetlerde bir gevşeme olduğu zaman Allah o kulunu terkeder ve şeytan müdahaleye başlar. Kişi o iyiliği yapamaz hale geldiği gibi yapsa da artık sevabı olmaz. Bir kişi insanların taptığı bir ağacı Allah rızası için kesmeye gider. Baltayı omuzuna alıp giderken şeytan onun yoluna çıkar ve engellemek ister. Kavga ederler ve adam şeytanı yere yatırır, yener. Şeytan onu engelleyemeyeceğini anlayınca ona der ki, sen bu işten vazgeçersen her gece yastığının altına bir altın koyarım der. Adam da kabul eder ve yoldan döner. Birinci gece adam bir altını yastığın altında bulur ve sevinir. İkinci gece bir şey yoktur. Bunun üzerine şeytana kızar ve baltayı alıp yine o ağacı kesmeye tekrar gider. Yolda şeytan tekrar karşısına çıkar ve yine kavga ederler. Bu kez şeytan adamı alteder. Bunun üzerine şaşıran adam nasıl olduda beni yendin deyince şeytan der ki, öncekinde sen Allah rızası için gidiyordun ve beni yendin. Şimdi ise altını koymadığım için kızdın ve nefsin için gidiyorsun ve ben de seni yendim der. İşte niyetler bu kadar önemlidir. Ameller niyetlere göredir diye boşuna buyurulmadı. Benim kalbime gelen nefsin inkarından dolayı bir namazda beş kere niyet düzeltmesi yaptığım olur. Allah ihlaslılardan amellerini kabul eder. İbadette, idrak ve ihlas arar. Tavuğun yem yediği gibi tadili erkana riayet etmeden aman biraz fazla kılayım deyip namaz ve rekat ticareti yapanların alacağı pek bir şey yoktur. İbadette kalite çok önemlidir. Tefekkürle, huşu ile, idrak ile, tadili erkana riayetle, yavaş yavaş, Allah’ı görür gibi ihsan makamında kılınan namazın yerini hiç bir şey tutmaz. Az ama kaliteli. Farz eksikleri sünnetle tamamlanacağı bildirildi zaten. Neden acele çok namaz kılmaya çalışayım ki? Tavsiye ederim.
Hadisi şerifte buyurulduğu üzere kişi gizlide bir iyilik yapar. Bunun üzerine o iyiliği, kötülüğe dönüştürmek için şeytan o kişinin peşine düşer ve bir toplulukta yaptığını ona söyletir. Bunun üzerine gizlideki sevap gider açıkta yapılmış sevaba dönüşür. Şeytan bıkmaz başka bir toplulukta tekrar söyletir. Bunun üzerine açıktaki sevab da gider bire bir kalır. Şeytan tekrar başka bir toplulukta daha söyletir. Bu kez bir de gider riya yazılır. Riya ise şirktir buyruluyor. Ben günde şu kadar nafile namaz kılıyorum, su caminin şurasını ben yaptırdım, şu kadar öğrenciye burs veriyorum, şu kadar defa hacca gittim, ben hacdayken şöyleydi lafları hep nefsin tezkiye olmamasındandır, nefis bundan lezzet alır. Bu yüzden iyi bir bilinç ve telkin de işe yarar. Tevazuya dikkat edilmelidir. Bırakınız sizi sade, biraz cahil bilsinler. Sizinle konuştuklarında sizin imanınız, ferasetiniz onları etkileyecektir. Bir söz var. Bir kimse bir odaya elbisesi ile girer, fakat aklı ile çıkar.
Her şey hizmet içindir
Ben hep makam sahiplerinin bu makamlarından çıkar, otorite, hakimiyet sağlamalarından nefret etmişimdir. Onları sadece bir hizmet aracı olarak görürüm o kadar. Sizin adaletiniz, hizmetteki gayretiniz, bilginiz bu makamı da sizi de yükseltir diye düşünürüm. Aksi halde ya adamı putlaştırırsınız ya da makamı.. Hz. İsa yolda giderken bir külçe altın bulur ve onu yanına alır. Derken bir adamla kölesini görür. Adam bir şey için kızmıştır ve kölesini dövmektedir. Ona elindeki altını bu köleye karşı teklif ederek onu kurtarmak ister. Fakat adam o kadar kızmıştır ki altın maltın dinlemez ve dayağa devam eder. Bunun üzerine Hz. İsa önce altına şöyle bir bakar ve der ki sen bir insanı kurtarmadıktan sonra ne işe yararsın der ve altını dereden aşağı yuvarlar atar.
İnsanın putlaştırılması ise şöyledir: Hz Ömer devrinde halk arasında Halid bin Velid olmadan fetih yapılamaz diye bir genel görüş oluşur. Hz Ömer buna derhal tepki verir ve Halid Bin Velid’i ordu baş komutanlığından alır ve yerine kölelikten gelme fakat bilgili ve ehil bir zat olan Ubeyde Bin Zeyd’i atar. Halid Bin Velid’i de onun yanına er olarak verir. Mısıra gidilmiş ve fetih yine gerçekleşmiştir. İşte vazgeçilmezlik İslamın asla kabul etmeyeceği bir şeydir. Üstün olan Allah ve onun emirleri olan İslam Hukuku’dur.
Bektaşinin biri şu paranın değerine bir bakayım der ve bütün parasını küpe koyarak beş parasız şehirde bir hafta dolaşır. Öyle perişan olmuştur ki sormayın gitsin. Kimse çay bile ısmarlamamıştır. En son eve gelir, küpü ve paraları karşısına alır ve şöyle der. Ey para, Allah desem değilsin, peygamber desem değilsin, bakıyorum da sana hiç de aşşa değilsin. Yorum yok…
Evliyadan bir zat Şam’da “ sizin taptıklarınız ayağımın altındadır” der ve sözünü geri almaz. Koyu şeriatçılar hemen hazırdır ve dine aykırıdır diye idam ederler. Ölmeden der ki, sin şına vurunca bunu anlarsınız der. Nihayet Yavuz Sultan Selim Mısır seferi sırasında Şam’a uğrayınca bunu ona anlatırlar. Nerede demişti diye sorar ve orayı kazdırır. Çıkan şey bir küp altındır. Yorum yok…
Niyetteki sapmanın sonu cehennemde biter
Allah şu üç kişiyi cehenneme atar. Halk bu adam molla adam desinler diye ilim yapanı, ırkı için çarpışıp şöyle kahraman adam desinler diye çarpışan adamı ve ne kadar baba adam ne kadar hayırsever adam desinler diye hayır yapan adamı. Alacağınızı aldınız size baba, kahraman ya da molla dediler, benden ne istiyorsun der ve cehenneme atar. Allah muhafaza buyursun. Niyetlere dikkat. İngilizlerin bir sözü var. All thing in moderation, moderation in all thing. Yani ortalama her şeyde. Her şeyde ortalama. Bunun gibi her şeyde Allah rızası. Allah rızası her şeyde. Said –i Nursi hazretleri buyuruyor ki, insan sünnetleri işleye işleye o sünnetler ibadet seviyesine yükselir.
Oruç Hakkında
Oruç, insana, tekliflerin en meşakkatlisi görünür. Bu sebeple, ilâhî hikmet gereği, önce tekliflerin en hafifi olan namaz, ikinci olarak zekât, üçüncü olarak da tekliflerin en zoru olan oruç teşri kılınmıştır. Hz peygamber Yemen’e vali tayin ettiği Muaz Bin Cebel’e, ya Cebel onlara önce namazı emret, şayet kılarlarsa bu kez zekatı emret demiştir. Üçüncü emir ise oruçtur.
Arzu ve ihtiraslarına esir olanlar, o kadar sabırsız, o kadar aç gözlü olurlar ki, bir gün aç kalmakla ölüvereceklerini zannederler; ve bu asılsız zanla, orucu zararlı imiş gibi telâkki ederler. Halbuki, oruç, ferdî ve içtimaî terbiyeyi sağlar. Mideyi ve bedenin diğer organlarını dinlendirir. Tıbbî bir takım faydaları vardır.
Oruç tutan müslümanlar, genel olarak, Ramazan-ı Şerif’de çeşitli ve nefis yemeklerle hazırlanmış olan iftar sofrasına oturmakta ve diğer aylarda yemedikleri yemekleri bu ayda yemeyi âdet edinmektedirler. Halbuki oruçtan maksat, takvayı gerçekleştirmek, dolayısıyla nefs-i emmâreyi terbiye etmek ve böylece aynı zamanda vücudun sağlıklı kalmasına zemin hazırlamaktır. Bu ise ancak az yemek suretiyle mümkün olur. Herkes birbirini nöbetleşe davet etmekte fakat sofralarda fakirler yer almamaktadır. Eskiden her mahallede hem zengin hem fakir birlikte otururdu. Şimdi ise toplum kastlara ayrıldı. Bir semt ya zengin ya da fakir insanlardan oluşuyor. Bu yüzden müslümana çok iş düşüyor. Yoldaki bir dilenciye üç beş kuruş atmak adeta nefsi bir tatmin. Araştırıp bulunmalıdır fakir. Zekat fakirin neden hakkıdır ve onun ayağında ödenmelidir bu düşünülmelidir. Gıda bankacılığı olsun diğer sivil toplum kuruluşları ülke sınırlarını aşıp yardımları ilgili yerlere ulaştırmaktadırlar. O kanallar denenebilir.
Sofra adabı
Sofraya besmele ile başlamalı, elhamdülillah ile bitirmelidir. Yamak öncesi ve sonrası eller yıkanmalıdır. Hadiste “ ben kulum kullar gibi yere oturup yerim” buyuruldu. Yerde sağ ayağı dikip sol ayak üstüne oturmak sünnettir ve mideyi küçülterek azla doymayı sağlar. Yine hadiste “sağ el ile yeyiniz, sağ el ile içiniz” buyruldu. Yemek öncesinde “ fel yenzuril insani ila taamihi” ayetini okuyup, yemeğin yada meyvenin Allah’tan verildiği (rezzak sıfatı), rengi, kokusu, tadı ve helal olup olmadığı konusunda kısa bir tefekkür güzel olur, şükrün uygulaması sayılır. İbadette kuvvet kasdı ile yemek de güzeldir. Katı yiyecekleri elle yeme konusuna insanlar tepki veriyorlar, zorlamamak uygun olur. Fakat tek kaptan birlikte yemenin ağız mikroplarının kişiden kişiye geçerek bağışıklık sağladığı ifade edilmektedir. Yani modern olmak her zaman faydalı olmayabiliyor. Masada oturmak da midenin genişlemesine ve çok yemeye yol açtığı hesaba katılmalıdır. “Hastalıkların evi midedir; perhiz ise baş ilaçtır” buyuruldu. Sofrada neşeli şeyler konuşulabilir. Hadiste çok yiyeni içeni Allah Teala sevmez buyruldu. Hadisi şerifte “Midenin üçte biri yemeğin için, üçte biri içeceğin için, üçte biri de teneffüs içindir” buyruldu. Ayette “…Yiyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.”” buyruldu. Avamın doyduktan sonra yemesi, havvasın doyuncaya kadar yemesi haramdır. Sirke ne güzel yemektir buyruldu. Günahı çok olan su dağıtsın sözü de hadislerde yer aldı. Cebrail Allayhisselama sormuşlar dünyaya kul olarak gelseydin ne iş yapardın demişler. Demiş ki, hayrıma su dağıtırdım. Eşimin babaannesi Eşe Hala da bir testiyi anayolun kenarına koyar ve gelene geçene su ikram edermiş. Kadın bununla takvaya erişmiş. Çeşme yaptırmak sadaka i cariyeden sayılır.Bir hikaye daha. Halkı bir sofraya oturtup ellerine uzun uzun kaşık vermişler, hadi yiyin demişler. Fakat kolları kaşıkları birbirine çarptığı dönmediği için bir türlü yiyememişler. Bu kez aynı sofraya dervişleri oturtup aynı uzun kaşıkları onlara da vermişler. Onlar ise yemeği almış karşısındakinin ağzına uzatmış.
Örnek bir sofra duası
Elhamdülillahillezi hedana li haza vema künna linehtediye lev la en hedanallah. Vessalatü vesselamü ala rasülillah. Esteiyzü billah. Bismillah. “ve külü veşrabu, vela tüsrifü innehü la yuhibbul müsrifiyn” Sadekallahül Azim. Elhamdülillahüllezi etamaena ve razekana vesakana vekesana vecealena müslimiyn. Ve rahmetullahü ve berekatühü ala sahibi hazattaami vel akiliyne vettabihiyne velhadimiyne. Allhümme etimna min taamil cenneti veeşfina min şarabil kevser. Ve zevvicna bi huril iyn. Ve ekrimna bi ru’yeti cemalike ya ilahel alemiyn. Devamı İslami devlet, haneye sofraya bereket. Ölenlere rahmet. Bakide kalanlara rahmet ve mağfiret. Allahümme zid vela tengus bi hürmetil fatiha.
Oruç Tutma İle Fidye Verme Arasında Muhayyerlik
Bakara sûresinin 184. ayetinde; “(Yaşlılık veya tedavi edilemeyen bir hastalık nedeniyle) oruca zor güç yetirenler, bir yoksul doyumu fidye verirler. Bununla birlikte kim bir hayır yayarsa (daha fazla fakiri duyurursa) bu, kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır” (Bakara, 184) buyrulmuştur. Sahabeden Muâz b. Cebel’in bildirdiğine göre, bu ayetin hükmü gereğince Müslümanlar oruç tutma ile fidye verme arasında muhayyer bırakılmışlardır (Ahmed ). Sahabeden Seleme b. el-Ekva’, bu ayet inince isteyenin oruç tuttuğunu, isteyenin fidye verdiğini, 185. ayet inince bu muhayyerliğin kaldırıldığını söylemiştir (Müslim, Ebû Davud).
“Oruç tutmaya gücü zor yetenler” hükmü, çok yaşlı kimseler ile şeker ve kanser gibi tedavisi zor bir hastalığa müptela olanlar için geçerlidir. “Fidye” bir fakiri iki öğün doyurmak veya fakire iki öğün doyacağı miktarda ekonomik yardım yapmaktır.
“Kim bir hayır yaparsa” cümlesi, fidyeyi fazla vermeyi veya hem fidye vermeyi hem de oruç tutmayı “oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır” cümlesi ise fidye vermekten veya orucu kazaya bırakmadan daha hayırlıdır, anlamını ifade edebilir(Yazır).
Ramazan Orucunun Sağlıklı ve Mukim Olanlara Farz Olması
“…Sizden kim hasta ya da yolcu olur (da orucunu tutamazsa daha sonra) tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar… ” (Bakara, 184)
“…(Bu ayda) kim hasta veya yolcu olur (da oruç tutamazsa) tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun (kaza etsin). Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir. ” (Bakara, 185)
Bu ayetlerde yüce Allah, Ramazan ayına erişen sağlıklı ve mukim kimselerin oruç tutmaları gerektiğini, yolcuların ve hastaların daha sonra kaza etmek üzere oruç tutmayabileceklerini bildirmektedir.
Muâz b. Cebel, 185. ayetteki “Öyle ise sizden kim bu aya ulaşırsa oruç tutsun” emri ile Allah’ın, orucu sağlıklı ve mukim olan kimseler için farz kıldığını, hasta ve yolcular için oruç tutmama ruhsatı verildiğini, oruç tutmayıp fidye vermenin, oruca gücü yetmeyen yaşlılara özgü kılındığını bildirmiştir (Ahmed).
Bir mazeret sebebiyle Ramazan orucunu tutamayan kimse, orucunu kaza etmeden ölürse, bu kimsenin tutamadığı oruç sayısı kadar fidye verilir (Tirmizî).
Orucun Fecr-i Sâdık İle Güneşin Batması Arasında Tutulması Emri
183, 184 ve 185. ayetlerde orucun Ramazan ayında tutulması gerektiği bildirilmekte, ancak oruca başlama ve bitirme zamanı ve orucun nasıl tutulacağı bildirilmemektedir. Muâz b. Cebel’in bildirdiğine göre Bakara sûresinin 187. ayeti inmeden önce mü’minler güneş battıktan sonra uyuyuncaya (veya yatsı namazını kılıncaya) kadar yiyip içebilirler, eşleriyle cima yapabilirlerdi. Uyuduktan (veya yatsı namazını kıldıktan) sonra artık yeme, içme ve cinsel ilişki ertesi günü akşama kadar yasak idi (Ahmed).
Bu kuralı ihlal eden sahabîler oldu. Meselâ Ensar’dan Sırma b. Kays adında bir mü’min Ramazan ayında oruçlu olarak akşama kadar çalışır, akşam evine gelir, namazı kıldıktan sonra yemek yemeden sabaha kadar uyuya kalır. Ertesi günü Peygamberimiz kendisini çok bitkin, halsiz ve oruca dayanamaz bir durumda görür, “ne oluyor, seni çok yorgun, bitkin ve halsiz görüyorum” der. Sırma da “Ey Allah’ın elçisi! Dün, gün boyu çalıştım, akşam eve geldim, namazı kılınca uyuya kalmışım ve bir şey yiyip içmeden oruç tutuyorum” diye cevap verir (Müslim).
Hz. Ömer, eşi ile ilişkiye girerek bu yasağı ihlal eder, sonra yaptığına pişman olur ve durumu Peygamberimize bildirir. Ashaptan bazıları da aynı hatayı işlerler. Bunun üzerine Bakara sûresinin 187. ayeti iner (Ahmed.). Bu hususa 187. ayette de işaret edilmektedir: “Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz. Allah (Ramazan gecelerinde hanımlarınıza yaklaşarak) kendinize zulmetmekte olduğunuzu bildi de tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazıp takdir etmiş olduğu şeyi arayın. Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye kadar yiyin, için. Sonra akşama kadar orucu tam tutun. Bununla birlikte siz mescitlerde itikafta iken eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar, Allah ‘in koyduğu sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın. Allah, kendine karşı gelmekten sakınsınlar diye ayetlerini insanlara böyle açıklar. ”
Ayetteki “Size helâl kılındı” cümlesi, söz konusu yasağın kaldırıldığını ifade eder. Bu yasağın ne olduğu yukarıda zikrettiğimiz hadislerde beyan edildiği gibi ayetin içeriğinden de anlaşılmaktadır. Cinsel ilişkide bulunma yasağı itikaf hâlinde iken de devam etmektedir.
Allah’ın koyduğu yasağın ihlal edilmesi, ayette “nefse ihanet” olarak ifade edilmiştir. Ayet, itaatsizlik ederek emir ve yasakları ihlal eden mü’minlerin günahkâr olduklarını, ancak günahlarına tövbe ettikleri takdirde affedileceklerini de beyan etmektedir.
İ’tikaf
Peygamber Efendimiz Ramazan ayının son on gününde i’tikafa çekilir ve eşleriyle cinsi münasebetini keserdi. İ’tikaf bir kimsenin ibadet niyetiyle herhangi bir mescidde uzun süreli inzivaya çekilmesi anlamına gelir. İhtiyaç ve yemek maksadıyla çıkışlar bunu bozmaz. Alimler bir müslümanın normal vakit namazları için bile camiye gelişlerinde kapıdan girerken i’tikafa niyet etmelerinin i’tikaf sayılabileceğini bildirmişlerdir. İ’tikaf hayatın anlamı üzerine derin bir tefekkür sağlar ve bu insan için bir ihtiyaçtır. İnsanın sıkıldığı zannedilir fakat hiç öyle değildir. İki yıl ramazanın son on gün umresinde i’tikaf nasib oldu. Süperdi..tavsiye ederim.
Aslında ben geziye gitmeye de bu gözle bakıyorum. Sizi bilemem. Hayatımı sorgulamak için bir düşünme fırsatı. Denize girmek, güzel, o kadar. Kişinin kendini keşfetmesi, asıl sorun bu. Günlük meşgalelerden kurtularak ben ne yapıyorum diyebilmeli insan…içkiye eğlenceye vurduysanız söylenecek bir şey yok. O deve kuşunun kafasını toprağa gömmesine benziyor. Kafanı kuma sok, sorunlardan kurtul. Ya da kafayı bul, serabı seyret dur. Varınca yaşayacağın sürpriz ne yazık ki çok acı olacak.
Oruç ne zaman başlar ve bayram ne zaman olur?
Hadisi şerifte “ayı gördüğünüzde oruç tutun, ayı gördüğünüzde bayram yapın, hava bulutlu olursa o ayı otuza tamamlayın” buyuruldu. Bazı müslüman ülkelerde özellikle Arap ülkelerinde fiilen ayın görülmesi aranmaktadır. Son iftardan sonra kulaklar radyo ve televizyonlarda yarın bayram olup olmadığı haberini beklemektedir. Sünnete en uygun olanı da budur. Fakat bizde ise ilmi olarak ayın 5 derece yükselmeden görülemeyeceği bir veri olarak öne sürülmekte ve bir yıl öncesinden takvimlerde hangi gün Ramazan orucuna başlanacağı ve bayram yapılacağı yazılmaktadır. Bu durum ülkeler arasında zaman zaman bir gün erken oruca başlama, bir gün önce bayram yapma gibi ikilikler doğurmaktadır. Bu ülkedeki Ulul Emir (yani Diyanet İşleri Başkanlığı) ne derse ona uyulması gerekir. aksi halde başka ülkelere uymak, takva değil fitneyi doğurur.
Oruç kimlere farzdır?
Oruç, İslâm’ın beş temel esasından biri olup, akıllı ve ergenlik çağına gelmiş, mukim ve sağlıklı kadın ve erkek her mü’mine farzdır. Adetli ve loğusa kadınlar oruç tutmazlar, tutmadıkları oruçlarını daha sonra kaza ederler. Oruç ibadetini yerine getiren Allah ve Peygambere itaat etmiş olur.
Orucu terketmenin hükmü
Hanefilere göre, orucunu terkeden kimse, orucu inkâr etmediği sürece dinden çıkmaz, ancak günahkâr ve fasık olur. Kendisi bu konuda uyarılarak tevbeye, kötü örnek olmaması için toplumdan tecrid edilir ve te’dib amacıyla dövülür.
Hanefiler dışındaki şafii, maliki ve hanbeli mezhep imamlarına göre ise, orucu özürsüz olarak terkeden kimse, mürted’de olduğu gibi İslâm toplumuna karşı gelmiş sayılır ve tövbe etmezse en ağır şekilde cezalandırılır .
Oruç tutmayana müdahale doğru mu?
Oruç ibadeti gizli yapılan bir ibadet olmasına rağmen, toplum içinde açıktan yenilmesi oruç tutanları rahatsız eder. Bu kişiye fasık-ı mütecaviz denilir. Bu noktada demokrasi, laiklik, liberalleşme gibi toplumsal yaklaşımların getirdiği hareket serbestîsi ile İslam’ın ön gördüğü emri bil mağruf nehyi anil münker temel prensibi çatışır mı? İslam’a göre emri bil maruf nehyi anil münker’i ilk yapacak olan devlettir. Ancak İslami bir devlet olmadığı için bu mümkün olmaz. İş cesaretli İslam âlimlerine kalır. Halk da bu konuda şu üç esasa uymalıdır:
1 – Eli ile veya dili ile düzeltmek anlamında, eğer söylendiğinde bir kavga çıkmayacağı, darp olmayacağı tahmin ediliyorsa söylenmelidir. Yöntem ise; yumuşak olmalı ve kişiyi doğrudan hedef almamalıdır. İşte oruç tutarsan bu Allah’ın emridir, sağlık bulursun, ahrette de sorulacaksın gibi kişinin ihtiyacı hissettirilmelidir.
2 – Söylendiğinde kavga çıkacağı tahmin ediliyorsa bundan vazgeçilmelidir.
3 – En aşağı olanı ise kalben buğuz etmektir. Fakat bu imanın en zayıf halidir.
Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerim’de Yahudilerin birbirinin hatalarını düzeltmediklerini, suç işleyenlerin yanında oturduklarını, böylece onları onaylamış olduklarını bildirmiş ve bununla toplumun bozulduğunu ifade etmiştir.
İmam-ı Azamın namaz ve rüyası
İmam Cafer, İmamı Azam’a sormuş; Oruç mu daha önemli yoksa namaz mı? Demiş. O da, namaz cevabını vermiştir. Bunun üzerine İmam Cafer neden kadınlar kazaya kalan orucunu tamamlar fakat namazını tamamlamaz deyince imamı Azam mahcub olur. Ama zaman içinde boynuz kulağı geçmiştir.
Sırası gelmişken imamı azamla ilgili bir kıssayı da burada anlatalım. Bir gün imam bir rüya görür. Rüyasında Peygamber efendimizin kemiklerini mezardan alıp bir torbaya doldurmuştur. Bu rüyasını etrafındaki kime anlattıysa da kimse yorumlayamaz. Derler ki diğer şehirde bir yaşlı zat var ona git o bilir derler. O da kalkar gider o şehire. O kişiyi bulup anlatır rüyasını. Rüyayı dinleyen adam birden hiddetlenir, ayağa kalkar ve sen bu rüyayı göremezsin der. Bunu görse görse Ebu Numan görür der. O zat ebu Numanın ismini duymuş fakat şahsen tanımamaktadır. İşte o Ebu Numan benim deyince, tamam şimdi oldu der. Çünkü İmam, İslamı bir düzene oturtacak, hükümleri sistematize edecek ve insanların istifadesine kolaylaştırarak sunacaktır.
Oruç nasıl tutulur
Oruç, fecr-i sâdıktan güneşin batmasına kadar yeme, içme ve cinsel ilişkiyi terk etmek suretiyle tutulacaktır. Ramazan ayı, 29 veya otuz gündür, 28 veya 31 gün olmaz (Müslim). Ramazan orucuna akşamdan niyet edilebilir. Uyuya kalıp sahura kalkamayanlar bir şey yiyip içmemek şartıyla kaba kuşluk vaktine kadar oruçlarına niyet edebilirler.
Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Hâller
İslâm dini, kişileri güçleri nispetinde sorumlu tutmuş, güçlerini aşan veya sıkıntıya yol açan durumlarda kolaylaştırıcı hükümler getirmiştir. Buna göre aşağıdaki durumlarda kişiler, oruç tutmakla yükümlü kılınmamış, daha sonra kaza etmeleri veya yerine fidye vermelerine ruhsat tanınmıştır:
a) Bir kimse Ramazan ayında 90 km. veya daha fazla bir uzaklığa Hanefî bilginlere göre 15 günden, Şafiî bilginlere göre giriş ve çıkış günleri hariç 4 günden az bir zaman için yolculuğa çıkarlarsa, Ramazan orucunu tutmayabilirler (Bakara, 2/183-184). Yolculuğa çıktıklarında sahabeden bazısı oruç tutmuş bazısı da tutmamıştır (Tirmizî). Bu kimseler, daha sonra tutamadıkları oruçlarını kaza ederler.
Geceden oruca niyetlenip de gündüz yolculuğa çıkan kimse, dilerse bu orucunu bozar, dilerse tamamlar. Ancak, ayette de belirtildiği gibi orucunu tamamlaması daha iyidir. Hz. Peygamber, Mekke’nin fethi için sefere çıktığında oruçlu iken, Kedîd denilen yere varınca orucunu bozmuştur (Buharı).
b) Oruç tuttuğu zaman, hastalığının artmasından veya uzamasından endişe eden kimse ile hastalığı sebebiyle oruç tutmakta zorlanan kişiler Ramazan ayında oruç tutmayabilirler (Ebu Davud, Tirmizî). Uzman doktorlar (oruç tutan bir doktor olması tavsiye edilir), bir kimsenin oruç tutması hâlinde hasta olacağını bildirirlerse, bu kimseler de oruç tutmayabilirler. Daha sonra iyileşince oruçlarını kaza ederler. Ölünceye kadar iyileşmeyen, tedavisi olmayan bir hastalığı olanlar oruç tutmazlar, imkânları varsa fidye verirler. İmkânları yoksa bir şey yapmaları gerekmez.
c) Hamile ve emzikli kadınlar, oruç tuttuklarında kendilerine veya çocuklarına bir zarar vermesi söz konusu ise, oruç tutmayabilirler (Nesâî, İbn Mâce). Daha sonra oruçlarını kaza ederler.
d) Oruç tutamayacak kadar yaşlı olan kimseler, oruç tutmayıp yerine fidye verebilirler (Bakara, 184).
e) Oruçlu bir kimse, açlıktan veya susuzluktan dolayı beden ve ruh sağlığının ciddî derecede bozulması tehlikesi ile karşılaşması hâlinde, orucunu bozup daha sonra kaza edebilir. Böyle bir kimsenin orucuna devam etmesi ölümüne sebep olacak nitelikte ise, orucunu açmaması haram olur.
f) Zor ve meşakkatli bir işte çalışmak zorunda olan bir kişi, oruç tuttuğu takdirde sağlığına bir zarar gelmesinden korkutuyorsa, orucunu tutmayabilir. Bu durumda olanlar, izin günlerinde veya müsait zamanlarda tutamadıkları oruçları kaza etmelidirler. Yıllık izninin bulunmaması ve haftalık izninin de yeterli olmaması gibi mazeretlerle buna da imkân bulamayanlar, fidye vermelidirler.
Orucu Bozup Bozmayan Şeyler
“Bir kimse oruçlu olduğunu unutarak yer, içerse orucunu tamamlasın, bozmasın. Çünkü onu, Allah yedirmiş, içirmiştir” (Buharı, Müslim, Ebû Davud, Tirmizî, İbn Mâce). buyurmuştur. Unutarak yiyen içen kişi, oruçlu olduğunu hatırlarsa, hemen ağzındakileri çıkarıp ağzını yıkar ve orucuna devam eder. Oruçlu olduğunu hatırladıktan sonra boğazından aşağıya bir şey geçerse orucu bozulur. Zayıf bir kimse orucunu bilmeden yiyorsa ona ses çıkarmamak, kuvvetli biri ise uyarmak uygun olur.
“Oruçlu kimseye kusmak gelir de kendisine hâkim olamazsa ona kaza gerekmez. Her kim de kendi isteği ile kusarsa, orucunu kaza etsin” buyurmuştur (Ebû Davud, Tirmizî).
12. Kan aldırmak orucu bozmaz. Nitekim Hz. Peygamber, ihramlı iken ve oruçlu bulunduğu sırada kan aldırmış (Buhârî, Ebû Davûd, Ibn Mâce). Ve;
“Üç şey vardır, orucu bozmaz: Kan aldırmak, kusmak, ihtilam olmak” buyurmuştur.( Tirmizi).
Ancak kulak zarı bu kanalı tıkadığından, su veya kulak zarını geçmeyecek nitelikteki ilaçların kullanılması orucu bozmaz. Fakat kulak zarı delik olan kişinin kulağına herhangi bir sıvının akıtılıp boğazına ulaşması hâlinde orucu bozulur. Ayrıca kulak zarını geçip boğaza ulaşabilecek nitelikteki ilaçların kullanılması da orucu bozar.
Mazeretsiz Oruç Bozmak
Geçerli bir mazereti olmadığı hâlde, Ramazan orucunu tutmayan bir Müslüman Allah’a ve Peygambere isyan etmiş, pek çok sevap ve manevî nimetten yoksun kalmış ve büyük günah işlemiş olur. Mazeretsiz olarak tutmadığı bir günlük Ramazan orucunun yerine başka zamanlarda ömür boyu oruç tutsa telâfi edemez.
Peygamberimiz (s.a.s.);
“Kim hastalığı ve bir ruhsatı olmaksızın Ramazan ayından bir gün oruç tutmasa, bütün günleri oruç tutsa yine bu orucu yerine getiremez” buyurmuştur (Ebû Davud, Tirmizî, Ibn Mâce)
Kaza, gününe gün tutmaktır. Kefaret ise; peş peşe iki kamerî ay oruç tutmakla, buna gücü yetmeyenler ise akşamlı sabahlı bir fakiri 60 gün veya 60 fakiri bir gün doyurmakla yerine getirirler. Kefaret orucu ara verilmeden peş peşe tutulur. Âdet veya loğusalık hâlinde bulunan kadınlar, bu günlerinde keffaret oruçlarına ara verirler. Bu durumlarından çıkar çıkmaz ara vermeden keffaret orucuna devam ederek 60 günü tamamlarlar.
Orucu Bozan ve Yalnız Gününe Gün Oruç Tutmayı Gerektiren Hareket ve Davranışlar:
Çiğ pirinç, sade un, sade yoğurulmuş hamur yemek (Yağlı olursa keffâret de lazım gelir). Bir defada çokça tuz yemek, îtiyad halinde olmaksızın toprak yemek. Kiraz, zeytin çekirdeği yutmak. Kağıt, pamuk, çamur gibi şeylerden yemek. Ham meyva yemek. İçlenmemiş taze ceviz yutmak. Kuru cevizi, fındığı, fıstığı, bademi kabuğu ile yutmak. Buruna su çekerken bogaza veya genize su kaçırmak. Taş ve toprak gibi şeyleri yutmak. Buruna ilaç çekmek. Boğaza huni ile bir şey akıtmak. Kulağın içine yağ damlatmak.Uyurken ağıza su akıtılmak. Başkasının zoruyla istemeyerek iftar etmek. Dişler arasında kalan nohut kadar bir şeyi yutmak. İsteyerek ağız dolusu kusmak, veya onu geri yutmak. Bile bile içe ve genize duman çekmek. Tan yeri ağarmışken, ağarmadı zanniyle sahur yemek veya cinsî münasebette bulunmak. Güneş battı sanılarak iftar yemek. Unutularak yenip içildikten sonra yine bile bile yiyip içmek. Ramazan orucuna niyet etmiyerek yemek veya gündüzün niyet vakti içinde niyet ettikten sonra bozmak. Oruca niyet edip onu gündüz bozduktan sonra hastalık, lohusalık ve âdet görme halleri gibi meşru bir mazeret vâki olmak. Misafirler, gündüzün oruçlu iken ikamete niyet edip iftar etmek. Baş ve karın yaralarına konan ilaç içeri nüfuz etmek. Ağıza alınan bir şeyin boyası ile bozulan tükrüğü yutmak. Buruna su çekerken, boğaza veya genize su kaçırmak. Bu gibi hallerde bozulan oruçlar yalnız kaza edilir; yani gününe gün oruç tutulur.
Top atıldığında elinde kabı olan onu bitirsin diye hadiste buyurulmuştur.
Hem Kaza, Hem de Keffâreti Gerektiren Hareket ve Davranışlar:
Bile bile bir şey yemek veya içmek. Cinsî münasebette bulunmak. Ağıza giren yağmuru, doluyu, karı bile bile yutmak.
Sigara içmek, ud, anber tütsülenip dumanını içe veya genize çekmek. Enfiye kullanmak. Çiğ et, pastırma veya iç yağı yemek. Buğday tanesi, kavrulmuş veya başağından taze çıkarılmış arpa tanesi yutmak, veya çiğneyerek tadını almak. Susam tanesini veya o kadar başka bir şeyi ağıza alıp yemek. Kil denilen veya itiyad edilen bunun gibi başka bir şeyi yemek. Biraz tuz yemek. Sevdiğinin tükürüğünü yutmak. Gıybet ettikten veya kan aldırdıktan sonra bozuldu diye kasten orucu yemek. Bu gibi hallerde, bozulan oruçlar için hem kaza, hem de keffâret lâzım gelir.
Mazeret Sebebiyle Orucu Bozmak
Yolculuk, hastalık gibi meşru bir mazerete dayalı olarak bozulan orucun, sadece kaza edilmesi gerekir. Ayrıca, kasıt olmaksızın yemek-içmek; beslenme amacı ve anlamı taşımayan, yenilip içilmesi mutat olmayan veya insan tabiatının meyletmediği şeylerin yenilip içilmesi orucu bozup, sadece kazasını gerektirir.
Ramazan ayında dînen geçerli bir mazeret olmaksızın oruç tutmayanlar, Allah’a isyan ve büyük günah işlemiş olurlar.
Mazeret Sebebiyle Hiç Oruç Tutamayanlar
Şeker ve kanser hastalığı gibi oruç tutmaya mani olan ve tedavisi de mümkün olmayan bir hastalığı olanlar, oruç tutmazlar bunun yerine imkânları varsa her oruç için bir fidye verirler (Bakara, 2/184).
Fidye, fakir bir kişiyi bir gün akşamlı sabahlı doyurmak veya doyacağı kadar para vermek demektir. “Allah, size kolaylık diler zorluk dilemez” anlamındaki ayet, ibadetlerdeki kolaylığı ifade eder.
Oruç ve Nefis Terbiyesi
İnsanların yaratılış gayesi olan ibadet görevi (Zâriyat, 56); ya namaz, oruç, zekât ve Hacc gibi belirli bir zamanda, belirli bir mekânda ve belirli kurallara uyularak yapılır (formel ibadetler), ya da herhangi bir zaman, mekân ve şekille kayıtlı olmaksızın yerine getirilir. Allah’ı zikretmek, ana babaya iyilik etmek, şahitliği, tartı ve ölçüyü dosdoğru yapmak gibi emirlerle; alkollü içkiler içmek, uyuşturucular kullanmak, kumar oynamak, hırsızlık yapmak ve cana kıymak gibi yasaklara uyularak yerine getirilir (informel ibadetler).
Formel ibadetlerin temel amaçlarından biri, informel ibadetlerin insan hayatında uygulanır hâle gelmesini sağlamaktır. Söz gelimi namaz ibadetinin temel amaçlarından biri insanı her türlü çirkinlik, kötülük ve haramlardan alıkoymasıdır (Ankebût, 29/45).
Formel ibadetlerden biri olan oruç ibadetinin Allah rızasını kazanmanın yanında temel amaçlarından biri de kişinin nefsini terbiye etmesi, söz, fiil ve davranışlarına çeki düzen vermesidir. Bu husus, hem Kur’an’da hem de Peygamberimizin hadislerinde açıkça zikredilmektedir.
Orucun farz olduğu bildirilen ayette şöyle buyrulmaktadır:
“Ey mü’minler! (Kötülüklerden ve haramlardan) korunmanız için oruç tutmak, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı ” (Bakara, 2/1 83).
Orucun kötülük ve haramlardan korunmak için farz kılındığının bildirilmesi, ibadetin insanın kişisel ve sosyal hayatındaki yerini ve etkisini bildirmeğe yöneliktir. Nitekim yüce Allah, günde beş vakit kılınan namazın insanı hayâsızlık ve haramlardan alıkoyduğunu bildirmektedir (Ankebût, 45). Aynı şekilde orucun da insanı haram ve kötülüklerden alıkoyması gerekir.
Peygamberimiz (s.a.s.);
“Oruç kalkandır. Biriniz oruçlu iken çirkin, kötü ve kaba söz söylemesin, bağırıp çağırmasın, kavga etmesin. Birisi kendisine söver ya da çatarsa ona “ben oruçluyum” desin” (Müslim, Buhârî). buyurmuştur. Orucun şehveti kıran bir özelliği vardır (Buhârî). Hadis-i şerîf, orucun gayesinin insanın edep ve ahlâkını güzelleştirmek olduğunu açıkça ifade etmektedir.
Eğer oruç, insanı kötü söz, eylem ve davranışlardan uzaklaştırmıyor, edep ve ahlâkını güzelleştirmiyorsa amacına ulaşamamış demektir, böyle bir oruçtan istenilen sevap da elde edilemez.
Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.);
“Kim yalan sözü ve yalan ile iş yapmayı bırakmazsa Allah ‘in onun yemesini ve içmesini terk etmesine ihtiyacı yoktur” (Buhârî, Ebû Davud, Tirmizî, İbn Mâce)
ve;
“Nice oruç tutanlar vardır ki onların oruçtan nasipleri sadece aç (ve susuz) kalmalarıdır. Nice geceleri namaz kılanlar vardır ki onların namazdan nasipleri sadece uykusuz kalmaktır” (İbn. Mâce) buyurmuştur. Dolayısıyla oruç tutan insan; yalan, yalancı şahitlik, gıybet, iftira, hile, aldatma, kötü söz ve benzeri davranışlardan uzak, iş ve işlemlerinde, söz ve sözleşmelerinde, alım ve satımlarında dürüst, sözünde durur ve dosdoğru olmalıdır.
Gerçek anlamda tutulan oruç, hem kötü söz ve davranışlara, hem de cehennem ateşine karşı perde olur; kişiyi fuhuş ve edep dışı davranışlardan alıkoyar. Çünkü “orucun şehveti kıran bir özelliği vardır.” (Buhârî). Oruç tutan insan sabırlı olmayı öğrenir. Çünkü Peygamberimizin beyanı ile, “Oruç sabrın yarısıdır” (Tirmizî).
İnsanın günah işlemesine genellikle iki şey sebep olur. Biri şehevî arzuları, diğeri dili ve midesidir.
“Kim diline ve ırzına sahip çıkacağına güvence verirse, ben de o kimsenin cennete gireceğine güvence veririm” (Tirmizî). anlamındaki hadis, insanın şehevî arzularına, konuşmasına, yeme ve içmesine dikkat etmesi gerektiğine vurgu yapmaktadır.
Orucun farz olmasının arka plânında, müslümanın cinsel arzularını, konuşmalarını, yemesini ve içmesini kontrol altında tutması, huyunu ve ahlâkını güzelleştirmesi ve nefsine sahip çıkabilme yeteneğini kazanması vardır. Bu sebeple Kur’an ve Sünnette Müslümanlar oruç tutmaya teşvik edilmiş, oruç tutanlar övülmüş ve onlara Allah’ın rahmeti, rızası, sevap ve mükâfatı va’d edilmiştir.
Ahzâb sûresinin 35. ayetinde on özelliğe sahip olan kadın ve erkeklere mağfiret ve büyük mükâfat olduğu bildirilmiştir:
Peygamberimiz (s.a.s.);
“Âdemoğlunun her ameline kat kat sevap verilir. Bir iyilik on mislinden yedi yüz misline katlanır.” buyurmuş,
Yüce Allah da hadisi kudside;
“Oruç hariç, çünkü oruç benim içindir, onun mükâfatını da ben vereceğim, oruç tutan kimse şehvetini ve yemesini-içmesini benim için terk etmektedir” (Müslim, Tirmizi).
“Oruç hariç, Ademoğlunun her ameli kendisi içindir. Oruç benim içindir, onun ödülünü ben vereceğim” (Buhârî) buyurmuştur.
“Cennette Reyyân adında bir kapı vardır ki buradan kıyamet gününde sadece oruç tutanlar cennete gireceklerdir” (Müslim) ve;
“Kim Allah için bir gün oruç tutarsa, Allah yetmiş yıllık bir mesafe kadar onu cehennem ateşinden uzaklaştırır” (Müslim) anlamındaki hadisler de orucun değerini ifade etmektedir.
Teravih namazı
Peygamber efendimiz Ramazanın ilk üç gününde teravih namazı kıldırdı. Baktı ki cemaat gittikçe çoğalıyor. Bunun üzerine odasından çıkmadı. Farz olmasından korktuğunu farz olursa buna bazılarının güç yetiremeyeceğini bildirdi. Böylece insanları serbest bıraktı. Hz Ömer ise kendi zamanında baktı ki herkes bir yerde kılıyor. Bunu cemaate çevirmeyi istedi. Artık farz olma sorunu da yoktu çünkü. Arkasından ne güzel bidat diyerek sevincini belirtti.
Bazı cemaat liderleri sekiz rekat da kılınabileceğini belirtiyorlar. Kuran’ın namazda okunması en faziletlisidir tavsiyesi gereğince hatimle kılınan yerlere gitmeye çalışıyorum. Fakat evime bir misafir gelmişşe evde onları yormadan, usandırmadan sekiz rekat kıldırmak daha hoşuma gider.
Kadir Gecesi
Kadir gecesi malum, bin aydan daha hayırlıdır. O da yaklaşık 84 yıl eder. Bu, ümmete verilmiş bir lutüfdur. İyi değerlendirimesi gerekir. Her gün teravih ve sabah namazını cemaatle kılan o geceyi isabet ettirir ve yeteri kadar pay da almış olur. Son on günde gizlidir ve tek gecelerde aranması buyrulmuştur. Gizlilikten maksat her geceyi değerlendirmeye teşviktir. Cebrail ve meleklerin ne için indiği tam olarak bilinmemekte, fakat bir esenlik olduğu ayette belirtilmektedir. Bunu Allah’a havale ederiz.
Bu gecenin meşhur duası olup Ayşe validemizden gelen şekli sudur: “Allahümme afuvvun, kerimun tuhibbul afve fağfu anni / anna” Allah’ım sen affedicisin, affı seversin beni/bizi de affet.
Hz. Musa bir gün merak eder ve “Ya Rabbi en günahkar kulun kimdir?” diye sorar. Bir nida gelir ki, “Ya Musa sabah erkenden filanca tepenin arkasına saklan ve yolu gözetle”. O da öyle yapar ve bekler. Derken bir adam öküzü ve kağnısıyla ve çocuğu yanında olmak üzere uzaktan görünür. Adam bir meseleden dolayı kızmış, bir öküze kamçı vuruyor bir çocuğa. Anlıyor ki bu adam en günahkar kul. Bu sefer öğleye doğru tekrar merak ediyor, “Ya Rabbi bu kez en temiz, en saf, en günahsız kulun kim?” deyince. Yine bir nida geliyor ki, “Ya Musa aynı yere bu kez akşam git ve bekle…” öylede yapıyor. Bakıyor ki sabahki aynı adam yanında yine öküzü ve çocuğu olduğu halde bu sefer evine doğru neşe içerisinde geçiyor. Musa (a.s) şaşırıyor! “Ya Rabbi bunun hikmeti ne?” deyince. O gün onların yaşadığı olay gözünün önüne getiriliyor: Adam tarlasını sürmeye başlamış ve biraz yorulunca kumda oynayan çocuğun yanına gelir. Çocuk sorar “Baba ne kadar kum tanesi var burda? Bundan daha çok ne var?”deyince, adam; “bundan daha çok gökteki yıldızlar var.” der. Çocuk, “Peki ondan daha çok ne var?” deyince, adam: “Oğlum Allah’ın rahmeti var.” der. Çocuk: “Peki Allah o kadar rahmeti ne yapacak?” deyince, adam günahkar olduğunu biliyordur ve der ki, “Oğlum Allah o rahmeti benim gibi günahkar kullarının günahını örtmede kullanacak.” der. Bu söz Cenab-ı Hakkın çok hoşuna gider ve o kulunu oracıkta affeder.
Bu yüzden Allah ile bağlantıyı sağlıklı tutmak çok önemlidir. Makamınız müsaitse naz da edebilirsiniz. Karşılıklı konuşabilirsiniz de. Sizin sevgi derecenize kalmış bir şey. Kitabi olmaktan çok muhabbete önem vermeli.
KİMİNLE AŞŞIK ATIĞINIZI BİLİN
Emmare nefsin galib sureti
Mana âlemi itibarıyla nefs-i emmârenin tâğûtu, ahlak ve tabiatiyle yaşadığı hayvanın suretine dönüşür; maddi bedenin suretinin hakikatinden uzaklaşır.
Beyincik içerisindeki kirpi (1) suretinde nefsin istek ve arzularının = azimlerinin okları, fiile geçireceği azanın sinir sistemi içerisinde hükümran olmasıyla derhal kalb, kendisine has suretinden çıkar = lekelenir. Azasının işlemesiyle de ruh mesh olup, işlediği işi kendisine ğâlib olan hayvanın suretine dönüşür; gazab itibarıyla köpek = tazılaşır, (2) şehvet itibarıyla domuzlaşır. (3)
İsteğine kavuşması için nifak ve riya = gösteriş vasıfları yüzünden bukalemun (4) ve yahud da maymunlaşır (5) yahud da tilkileşir.
Bütün bunlarda gâlib gelmesi için, helal haram demeksizin mideye celbettiği gıdalar sebebiyle diliyle otları karıştırıp yiyen inek (6) suretine girer.
Şeytâniyye nefsi itibarıyla her bir an başka başka hayvan suretine girer. Bütün bunlarda maksadına ulaşmadığı zaman sırtlan = kaplanlaşır. (7) Hırs, hased ve ihtirasından dolayı kurt olur. (8) Faaliyetinde başarısız olursa akrebleşir; (9) kendi kendini sokar = intihar eder. Başarılı olduğu takdirde, bir taraftan karga ve papağan (10) gibi kendini temize çeker; kırkayak (11) gibi onunla göründüğü güzel ahlakla kamuflaj yapar ve zehirli yılan (12) gibi sokar.
Şeriatin = İslam dîninin aleyhine döndüğü için kırkayak gibi onunla göründüğü güzel ahlakla kamuflaj yapar; inkarını gizlemekte timsah (13) suretine dönüşür ve ahtapot gibi gayrın kanını emmek için ona yapışır.
Ve artık = «Ben» der; kendi kendine tapar yahud en çok korktuğu yahud en çok sevdiği gayrına tapar.[1]
Nefsin son tahlildeki amacı ilahlık iddiasıdır. Hadisi şerifte “nefsini bilen Rabbini bilir” buyuruldu. Bu yüzden oruç nefsin belini kıran, eneyi yok ederek Rabbine yaklaştıran en önemli araçtır.
Müminde bu özelliklerin bir kısmı bulunur. Kafirde ise biraz daha fazlası bulunur. Mümin kalbe gelen bu istek ve arzuları dini emir ve telkinlerle (ve zikirle) karşı koyarak mücadele eder. Henüz temizleyemediği bazı nefsi özellikler dolayısıyla nefis şeytanla işbirliği yapar ve fiile dönüşür=günah. Çaresi de tevbedir. Tevbe ise insanı Nefsi levvame makamına iletir. Bu konuyu ayrı bir makale konusu yapacağız inşaallah.
SONUÇ
Oruç tutan insan;
-Allah ve Peygambere itaat etmiş ve büyük sevap kazanmış olur.
-Allah’ın verdiği nimetlere şükretmiş ve aç kalanların hâllerini öğrenmiş olur.
-Sağlığını korumuş, nefsini terbiye etmiş ve irâde eğitimi yapmış olur.
-Sabır ve metanet kazanmış, kötü söz ve davranışlardan korunmuş olur.
-Ahlâkını güzelleştirmiş ve imanının bilincine ermiş olur.
-İbadet zevkini tatmış, Allah’ın rızasını ve cennetini kazanmış olur.
Bu Ramazanda amelindeki ya da ihlasındaki bir kusurundan dolayı bu kadar rahmet ve mağfiretin olduğu bu ayda cenneti hak edemeyenlerin burnu sürtülsün diyelim bizde.