ahilik,ahi,ahi evran,islam,aşıkpaşa,kırşehir,ahmedi gülşehri,selçuklu,osmanlı,insan,güzel ahlak
Sevgili Okurlar,
Takunyalı bir yiğit aramızdan ayrıldı ve Hakka yürüdü. Ben onu gençliğimin 21 yılında, ilk oy verme gününde tanımıştım. Oy verirken acaba hangi lider gençliğinde de namaz kılıyordu diye bir araştırma yapmış ve Sayın Erbakan’ın İstanbul Teknik Üniversitesi’nde okurken namaz kıldığını ve ona o tarihlerde de “takunyalı” dendiğini tespit etmiştim. Bir takunyalı da bendim çünkü. Eh toplum içine çıkıp hırsız da olamayacağına göre İslami söylemleriyle verdiği güvenle gönül rahatlığı ile bu adama oy verebilirim demiştim.
Zaman içinde onun kurduğu Milli Gençlik içerisinde hiç yer almadım. Fakat bir müslüman olarak onu hep destekledim ve takip ettim. Onun siyasi hayatına ilişkin bir değerlendirme yazısı da vefa borcu olarak yazacağım inşallah. Fakat bugün ortak sorunumuz olan “ölümü unutma” konusu üzerinde durarak onun ölümünün bize vaiz olması konusunu işlemek istiyorum. Yani ölümü satırlardan değil sadırlardan konuşalım.
- Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz. (ENBİYA/35)
- Resulullah (sav) buyurdular ki: “Sizden biri ölünce, kendisine akşam ve sabah (cennet veya cehennemdeki) yeri arzedilir. Cennet ehlinden ise, (yeri) cennet ehlinin (yeridir), ateş ehlinden ise (yeri) ateş ehlinin (yeridir). Kendisine: “Allah seni kıyamet günü diriltinceye kadar senin yerin işte budur!” denilir.
Resulullah (sav) buyurdular ki: “Ölüyü, (mezarcı kadar) üç şey takip eder: Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri baki kalır: Ailesi ve malı geri döner, ameli kendisiyle baki kalır.”
Ne demişler; “Sen geldiğinde sen ağlarken eller gülsün, sen öldüğünde sen gülerken eller ağlasın”
Bir gün bir bedevi kabilesinin lideri adamını göndererek Hz. Peygamber’den bir sahabenin vaiz olarak kendilerine gönderilmesini ister. Hz. Peygamber der ki; “sizin kabilenizde hiç ölen yok mu?” “var” denilince “o size vaiz olarak yeter” der adamı eli boş gönderir.
Hz. Ömer bir adam tutar ve her işinde “ya Ömer ölüm var” demesini ister. Aradan zaman geçer ve bir gün adamın işine son verir. Sorulduğunda der ki; Rabbim benim saçlarımı ağartmakla bana ölümü hatırlatıyor. Artık ona ihtiyacım kalmadı”
Cenab-ı Hak, insan topluluklarının koyuna benzemeleri nedeniyle hemen hemen bütün peygamberlere bir müddet çobanlık yaptırmış ve böylece onlara insanları nasıl idare edeceklerini talim ettirmiştir.
İnsanlar gerçekten koyuna benzer. İki tane koyun alıp birini diğerinin yanında kessen diğeri anlamaz. İşte bu özellik yüzünden insan kendi arkadaşını, akrabasını, hemşehrisini defneder, üstüne toprak atar, dua eder ve döner gelir aynı hayata devam eder. Ders almaz.
Ölüm Psikolojisi
Ölüm varoluşun ayrılmaz bir parçasıdır. Mademki doğdunuz o halde öleceksiniz de. Ölüme ilişkin sorgulama, yaşamın anlamlandırılmasında önemlidir. Ölümün düşünülmesi ve araştırılması manevi değerlerin oluşturulmasında da oldukça etkili olabilmektedir. “Ölüm düşüncesi” kimi için bir stres kaynağı iken, kimi için stresten kurtulma yolu; kimine göre bir yok oluş iken, kimine göre de ölümsüz bir hayatın başlangıcıdır. Bu bakış açısı sonucunda kimi insan, ölüm karşısında çok kaygılanırken; kimileri ise sevinç duyabilmektedir.
Antik Yunan filozoflarından Epikür “Benim olduğum yerde ölüm yok, ölümün olduğu yerde de ben yokum. Onun için ölüm bana bir şey ifade etmiyor” diyerek ölümü yaşamdan dışlarken Stoacılar ise; “İyi yaşamayı öğrenmek, aynı zamanda iyi ölmeyi öğrenmek veya iyi ölmeyi öğrenmek iyi yaşamayı öğrenmektir” diyerek ölümü yaşamın merkezine, Çağdaş Varoluşçulardan Karl Jasper ise “Felsefe yapmak ölmeyi öğrenmektir” diyerek Stoacıların ölüme ilişkin bakış açılarını bir adım daha öteye taşımıştır.
Heidegger’e göre ölüm, fiziksel olarak yok edicidir ancak ölüm düşüncesi kurtarıcıdır.
Ölüm, insanların içinde bulunduğu en büyük ikilemdir. İnsanda ölümsüzlük duygusu baskın bir gendir. Ancak ölüm bunu kesintiye uğratmaktadır. İşte ölümden sonraki yaşama inanma isteği, kendisinin ölümsüzleşmesi ile eşdeğerdir denilebilir. Ölüm korkusunu azaltmada ise dinlerin önemli bir görevi vardır. Kişinin uğradığı haksızlıkların tam karşılığını alamaması veya çözemediği veya gücünün yetmediği olaylarda ahiretteki ilahi adalet duygusunun varlığı kişiyi rahatlatır ve kişisel ve toplumsal bir uzlaşı oluşturur. Ancak ilahi mahkeme ve cehennem korkusu da tedirgin eder. Bu duygunun teslimiyet çerçevesine sokulması ve canlı tutulması kişinin dünya hayatında dikkatli olmasını sağlayan ve onu sürekli kontrol eden en etkili yöntemdir.
İslamiyet ölümü, “Allah’tan gelen varlığın yine O’na dönmesi olarak” kabul ederken Hristiyanlıkta bazı düşünürler -Aziz Augustine başta olmak üzere- insana verilmiş bir ceza olarak görürler. Onlara göre Hz. Adem’in işlediği günah, insanoğluna ölümü getirmiştir. Yeni doğmuş çocuğun vaftiz edilerek yıkanmasının nedeni budur: Suçluluktan yıkanmak. Halbuki İslam insanın temiz ve İslam fıtratı üzere doğduğunu söyler.
Ölümle İlgili Ritüeller
Ölüm sırasında kişiye “la ilahe illallah” zikrini ona söyletmeye çalışmak hadisle tavsiye edilmiştir. Kişi terler, bu yüzden dudaklarına biraz su değdirmek yararlı olur. Hadisle Yasin suresinin ölümü kolaylaştırdığı ifade edilmiştir.
Ben imamlık yaptığım zaman cemaate dua ettirerek “sağımızda Kuran, göğsümüzde iman, karşımızda rasulüllah olduğu halde buyrun “kelimeyi şahadet…” okuyarak çene kapamayı nasip eyle ya Rabbi” diye söyletirim. Muhabbetiniz varsa Peygamberiniz size duaya gelecektir.
Ölümün tadı, kişinin Allah’a yakınlık derecesine göre değişir. Normal olarak bir çalının yünün içinden yırtarak çıkması gibidir ve zordur. Alim, cihad ve muhabbet ehli iseniz iki kişinin gelip kolunuzdan tutarak sizi bahçeye çıkarması gibidir(İmamı Gazali böyle olmuş)
Kabir azabı konusu alimlerce tartışmalıdır. Ancak mümine seyrettirilen cennet bahçelerinden bir bahçe, kafire seyrettirilen cehennem çukurlarında bir çukurdur.
Kabirde ruh tekrar bedene yaklaşır ve sual başlar. Rabbin kim, Peygamberin kim.. diye sorulur. Hoca talkın verdiğinde onu duyar ve bu, onun cevabına yardımcı olur. Ancak esas olan yaşayıştır ve son nefes çok önemlidir. Ben, Aşıkpaşa’da Tekke sokağında oturur, deli Kadir’in karısı rahmetli Kezban halanın öleceğini iki gün önce rüyada görmüş ve talkınını bir de ben vereyim demiştim. Usul bilmiyordum ve dedim ki “Kezban Hala la ilahe illallah” de diye içimden söyledim. Başka yerdeymiş kabre geldi ve “te hey, ben cuvabı verdim, la ilahe illallah, muhammedür resulüllah dedim” dedi ve ben bunu hem gördüm hem işittim.
Bundan sonraki sorgu namazdır. Namazın cevabı verilebilirse diğerleri kolaylaşır, aksi halde Allah yardım etsin….
Ölü, kendi ailesinin düğün, hastalık gibi durumlarda yakınlarını görmeye gelir. Rahmetli Erhan Kendirli eniştem vardı. Onu çıplak gözle on metre yakınımda gördüm ve oğlu mustafaya dua istedi. Avukat Osman Dağtekin’in eşi rahmetli Ayten yengeyi oğlunun düğününü seyrederken görmüştüm. Rahmetli Albay Ali Kendirli ve eşini, eşi öldüğünde evlerinde namaz kılarken karşımda tavanda iki kuş olup evlerinde namaz kılındığı için sevinirken görmüş, ancak önümde durmayın diye küşelemiştim. Etlik’te cemaatten bir abinin eşi ölmüş ve evde kırkında ilahi okunuyordu. Kadın gelmiş odada ilahi dinliyordu ben onu o beni gözlüyordu.
Modern Hayat Ölümü Öldürüyor
Modern insan ölümü öldürmek istiyor. Onu teğet geçiyor. Ölümle iç içe geçmiyor. Köyde ölen birisine geleneksel insan “ömrü bu kadarmış” deyip geçebiliyor. İnsana bu hayatta ölüm hissettirilebilirse diğergamlık gündeme gelebilir. Çamaşır makinasının kullanımı ile insanın tevazusu, bir sosyal sorumluluk projesinde yer alması, şükrü, yardım etmesi aynı anlamı taşır. Halbuki elde kalan sadece bencillik ve dini şeyleri de bencillik içinde izah etmeye çalışıyoruz. İnsanın basitliklerini, hatalarını düşünmesi bir tamir vesilesi olabilir.
Modern kültür haset üretiyor.(Reklamlar) Eskiden evler hep birbirine benzer ve konakla dam yanyanaydı ve içine girmeden zengin mi fakir mi anlayamıyordun. Biri alıyor, biri alamıyor ve böylece haset kültürü ve sui zan oluşuyor. İnternet ise kötülük üretiyor. İnsanlar sui zanla “Tunus ve Mısır’lılarda internet vardı, Yemen’de yok o halde orada devrim olmaz” diyerek sebeplere gereğinden fazla önem verebiliyor.
Telefon kullananların vücut dili şiddete yöneliyor. Birisi çarpınca “görmemiştir” veya ”Allah’a havale” yerine iki misli cevaba dönüşüyor.
Siyasette ise önemli memleket sorunu yerine “kim kime ne dedi” ya da spor konuşuluyor.
Bizim toplumumuz gününü sürekli ayakta geçiriyor. Halbuki Akdeniz geleneğinde öğle uykusu denen bir şey var. Araplarda Yunanlı’larda öğle uykusu var. İslam’da da gece namazına kalkmak isteyenler öğleyin bir miktar uyurlar. Sürekli uyanık kalmak ve geç yatışlar vücutta gerginlik ve tavırlarda sertliğe neden oluyor. Amerika’lılar ise öğleyin sırayla atıştırıyorlar ve saat 3,5’ta işi bitirip hemen partilere, eğlencelere koşuyorlar. Onlar için çok yemek ve bunu boşaltacak günlük bir sevgili bulup saatli bir otelde beraber olmak ya da kızın evine bir haftalığına yerleşmek olağan işlerden. Malum sorun ise obezlik ve aids.
Bir yazar, ekranla bütünleşmiş ve başparmağıyla sürekli mesaj yazan, toplumdan kopmuş gençler için “başparmağı büyük nesil” diyor.
Hüsnü zan için zamanı yavaşlatmak zorundayız. Hastalıkta tevekkül, teslimiyet ve eski günlerdeki iyi zamanları hatırlayarak şükretmek yerine “niye ben” diyor.
Eskiden seyahatte yanınızdakiyle güzel güzel konuşmak vardı. Şimdi TV ekranı sobeti, diyalogu kesiyor. MP dinlemekten karşıdan karşıya geçerken arabayı görmüyor.
Ölümü konuşabilmeli ve kabullenebilmeliyiz. “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz” hadisinin anlamı: İnsan şuur altına göre yaşar ve şuur altına göre dirilir demektir. Böylece zamanın ruhunu kavrayarak bir nasihat dili oluşturmak gerek. Şu hadise bakınız: “ölmeden önce ölünüz” bunun anlamı da ölümü öldürmek değil, ölümü diriltmek demektir. Ölümle içli dışlı olabilmek, onu sevecen görebilmek bir olgunluk ve kemal isteyen bir şey. Ölüm sonrasından da olumlu sinyaller alabilmeli insan. Fakat bunları neden konuşamıyoruz? Çünkü hep başkası ölecek diye bekliyoruz. Yani barışık değiliz. Mevlana ölümü “şeb’i aruz” –düğün gecesi- olarak laf olsun diye demiyor herhalde.
Bunu bir dudak servisi ya da ağız kalabalığı olarak görmemeli, yettiğince uyarmalı. İnsanlarda ibret almalı. Benimle alakası yok anlayışı tam bir felaket.
Modern hayat nasibi “koparıp aldığındır” diye tarif edip risk alma üzerine davranış kurgusu yapıyor. Böylece “rızık” ile “risk” yer değiştiriyor. Halbuki rızık yaratmayla yaratılır. Kul çabayla verilene ulaşmaya çalışır. İş, kazanmak istiyorsan risk alacaksınla eşdeğer olunca hayat bütünüyle risk alarak yürür hale geliyor ve kazanılan yetmemeye başlıyor. Risk alın işinizi büyütün, büyümezse rızık olmaz” mesajı veriliyor. Daha fazla kazanmak, daha fazla başarmak, çocuklarına “benim çocuğum” diyerek marka yaratmak ve onları da erdemlerine göre değil başarılarına göre değerlemek ve buna uygun materyalist tavır geliştirmek yoluna gidiyor. Başarı halinde “ben başardım” deyip Allah’ı unutuyor, kibirleniyor ve cimrileşiyor, kaybettiklerinde önce sebeplere küfrediyor ya da kurtlaşıp zorla almaya ya da tilkileşip ayak oyunu çekme yoluna gidiyor.
Nasib düşüncesini çocuklarımıza da veremiyoruz. Sınavda midesi bulanıp çıkan bir çocuğa “bunda da bir hayır var”mı diyoruz yoksa “dı, dı, dı “mı diyoruz.
Böbreğini satanları, zor durumda olanları düşünmek gerek. “Allah’ım bu günümüzü aratma” duası ve “camiye gelebiliyorum, kimseye de muhtaç değilim elhamdülillah” duaları çok önemli. Nasibi küstürme kavramı da önemli. Birbirine ters iki eşin yıllar geçirdiğini bir düşünün. Sorulduğunda “nasibimiz buymuş, geçindik gittik” diyor eskiler. Ama şimdikiler başkalarına anlatılabilir ve gösterebilir bir eş istiyor. Halbuki “ya bu olmasaydı” demeli. “ev, ekmek, suyumuz var elhamdülillah” diyebilmek ne kadar önemli.
Ahireti düşünmek, oradaki Allah’ın yanındaki nimetleri düşünmek insanda umudu artırıyor. Nasib ise şükre çıkıyor. Bu çalışmayıp “nasıl olsa nasibim gelir” anlamında bir tembellik değil. Ancak sebeplere sarılıp çalışmayla verilen nasibi birleştirme ve elde etme olarak doğru anlaşılması gereken ince bir husustur.
Bu fakir bir gün özel sektöre ayrılacaktı da, holdingin müşavirini şirketleri birbirine birleştirirken yönetimdeki iki ortağın diğer ortaklara kazık attığını, işçi şirketini kasten zarar ettirip işçilerin elinden hisse senetlerini yok pahasına aldığını görünce “aman ahiretimizi yakmayalım burası bize yaramaz” diye 13 milyarlık maaşı reddetmişti.
Allah hayırlı uzun ömürler versin hepinize efendim…
*
ahi kul ahmed