ahilik,ahi,ahi evran,islam,aşıkpaşa,kırşehir,ahmedi gülşehri,selçuklu,osmanlı,insan,güzel ahlak
Sevgili Doktor Abdülkadir Beyefendi.
Geçtiğimiz Pazar günü bir televizyon kanalında suça iten sebepler konulu programa konuk olduğunuzu gördüm ve ilgiyle de izledim.
Suça iten sebepler konusunda aklın, tecrübe ve düşünerek tespit ettiği birikimlere saygılı olmak gerektiği açıktır. İlimler ilahi olduğu gibi kesbi olanı da vardır.
Ancak konuşmanızın hiç bir yerinde ne nedenlerden ve ne de çözümlerden bahsederken hiç bir dini ritüel, argüman, öngörü ve çözüm önerisine yer vermemenizi anlamak gerçekten çok zor.
Bir benzetme yapmak gerekirse, son referandum oylamasında bir çok insan, liderinin ya da ideolojisinin emirleri doğrultusunda hareket etmeyi yeğledi. Halbuki anayasa değişiklikleri bir çok özgürlükleri de beraberinde getiriyordu aslında. Ancak bu içeriğe bakarak karar verme özgüvenini bir kısım seçmenler göstermedi de değil. İşte bu seçmen kitlesi demokraside şarlatan bir politikacıyı dinlemeyerek isabetli seçim yapan ana kitle olup bunların da demokrasinin öz kütlesi olarak onun garantisini oluşturduklarını söyleyebiliriz (Doğan Cüceloğlu).
Bu benzetmeyi asıl maksadımıza uyarlarsak dinin suçlar için öngördüğü sebepler ve çözüm önerilerinde size göre hiç mi haklı yönleri yok ki bunlara hiç değinmiyorsunuz? Yoksa yetişmeniz buna uygun değildi ve siz de hiç araştırmadınız mı? Aynı parelelde sizin namaz kılmamanızın size bu ihtiyacı hem anlatmadığı hem de farkettirmediğinin etkisi de var mıydı? Modern çözüm önerileri size göre yeterli miydi? Gelen hastaya 10 dakikalık kısa bir öğüdün arkasından bastır ilacı sistemi gerçekten istenen sonuçları veriyor mu size göre? Geçelim öbür taraftan dinin insan mutluluğu ve dolayısıyla suçların önlenmesinde ne kadarlık bir önemi var? Bunu araştırdınız mı? Psikolojik bir hasta bu hastalıktan kurtulmak için günde kaç kez Rabbine yalvarır? Yani DUA’nın gerek iyileşmede gerekse stabil kalmadaki etkisi nedir. Duanın oluşturduğu manevi bağ ve arkasından güzel bir öğütle sebeplerin ulaştırılması gereken yer olan iman tevekkülünün, zorluklara karşı dayanıklılıktaki önemi nedir. Bir adım daha ileri gidersek duanın namaza çevrilmesiyle bu tevekkülün doruk noktasına çıkması mümkün mü? Ayrıca dinin fiziki emirleri arasında cinsel tacize ilişkin olarak çocukların 7 yaşında odalarını ayırın, dayı oğlu hala oğlu da olsa nikah düşen bir erkekle bir evde yada odada yalnızlaşmayın çünkü üçüncünüz şeytan olur emri, kadına kapan ve halhal da olsa sert yere vurup tahrik etme emri, zina yapmayınız değil de yaklaşmayınız emri neyi ifade ediyor? Erken evlendiriniz emri. Diğer suçlar konusunda babaya evde şefkatli davran ve zulüm yapma, kadına itaat et (ezilme fakat itaatkar ol diyerek bir düzen oluşturma) ve benim uzman olmadığım için hatırlayamadığım daha nice öğüt ve tedbirler ne anlam ifade ediyor? Yani fert, aile ve toplum sağlığı için daha o kadar çok düzenleme var ki burada anlatmak kafi gelmez.
Sonuç olarak İslam ilahi bir nizamdır ve yarattıklarının her türlü ihtiyacını rahman sıfatının tecellisi olarak merhametle yaratmış ve kullanım klavuzu olarak da Kuran-ı Kerim’i göndermiştir. “Ela yağlemu men halak” yaratan bilmez mi? Buyuruyor. Bu kaynakta o kadar çok şey var ki, siz eminim sadece ihtiyacınız için müslüman görünüyorsunuz. Halbuki hukukta da uygulanması gerektiği gibi ilimde de uygulanması gereken o kadar çok şey var.
Bakıyorsunuz İslam’da idam cezası caydırıcı bir unsur olarak tepede asılı durmasına rağmen 14 ayrı nedenle bir kişiyi idam etmeniz asla mümkün görünmüyor. Yani idam etmek çok zor. Sonra hak sahibine diyor ki “affedersen karşılığını ben veririm ve daha güzel olur” Daha olmadı diyetini isteyebilirsin. Bunlar hakkı ve affı devlete değil hak sahibine veren ve toplumu nihayette barışa götüren önemli unsurlardır. Devletin affetmeye kalktığı, 10-15 senede dışarda gezen katiller mazlumların yüreğini sızlatıyor. Bu acıyı da bir insanlık olarak anlayışla karşılamamız gerekir. Sonuçta adalet kısası isteyebilme (İlla kısas değil, hak olarak) hakkına kadar dayanır. Bana bir tokat vuranı çekip vurma hakkım yoktur fakat bir tokat da ben vurabilirim. Din de aşırılığı kabul etmez ve ölçüyü aşmayın der.
Konuşmanızın bir yerinde kişinin aklını çalıştırarak suç işlememe yönünde gayret etmesi gerektiğinden bahsettiniz. Bu sözünüze, yaratanın bildirdiği bilgiyi tasnif eden İslam alimlerinin bilgi birikiminde aklımda kalan şu bir kaç kırıntıyı ilave etmek isterim.
“İnsan, şu üç unsurla insan olur. Bunlar; akıl, irade ve kudrettir. Akıl eğer ifsat olmamışsa ya da herhangi bir baskı altında değilse genellikle doğruyu bulabileceği beklenir. Allah Kuran’ı Kerim’de “ey akıl sahipleri” ya da “düşünmez misiniz” “akletmez misiniz” diyerek zaten bir işi yapması gereken birisine hitap eder gibi hitap eder. Yani hiç düşünmediğini varsaymıyor da, “bu senin görevin neden yapmıyorsun” gibi bir hitap kullanıyor. Akıl biliyor fakat vahiy doğru olanın yapılmasını istiyor, tavsiye ediyor. Destek akla değil iradeyedir. Çünkü irade taraf tutabilir, nefsi zaaflarını ve şeytanı dinleyebilir. Ayette “seni sonsuz kerem sahibi rabbine karşı aldatan (caydıran) nedir?” buyurulur.
İkinci olan unsur ise iradedir. İnsan yanlış olduğunu bildiği halde nefsi istek ve korkularından ya da hırsından dolayı bile bile yanlış yapar ve suç işler. Yani ortaya konan doğruları kabul edip etmeyeceğini belirler. İrade kirlendiğinde Allah; “aklınıza sormuyor musunuz?” diye uyarır. Kuran’nın amacı iradeyi güçlendirmektir. O hep öğüt veriyor: Adalet, iyilik, fuhşiyattan uzaklaşma v.s. (Nahl 90) Bütün emir ve yasaklar aslında birer öğütten ibarettir. Yapılan bir araştırma, aslında bütün suçluların yaptıklarının yanlış olduğunu ve er geç bir ceza göreceklerini bildiklerini ancak irade zayıflığının da etkisiyle istediğini yaparak sonucu geciktirmeye çalıştıklarını ortaya koyuyor. İşte Kuran, namazla, oruçla, zikirle, tefekkürle insan iradesini güçlendirmeyi amaçlar aslında. Nefsi terbiye etmek, kontrol edebilmeyi sağlamak beklenen sonuçlardır. İşte ibadetler bir mana itibariyle de hızla akan, özellikle modern hayattaki zamanı yavaşlatıyor. Bu size ahiret merkezli bir düşünebilme fırsatı da veriyor beraberinde. Ayette “namaz kötülüklerden alıkoyar” diye bunun için buyuruldu. Maun suresinde de “yazıklar olsun o namaz kılanlara” denilerek namazla disipline olamamış ve namazın içini boşaltmış (yüraune-görüntüde) şekle dönüştürmüş kişilere sert bir hitap var.
Geriye kudret kalıyor ki, o da, doğrunun yapılmasına imkan tanıyan insana verilmiş ilahi bir kuvvettir. Ne yaparsanız yapınız tevessülü tevekküle çevirerek sonucunu Allah’ın temin edeceğini idrakinize yerleştirmeniz ve bir inşallah diyebilmenizdir.
Bütün canlılarda irade ve kudret var. Fakat akıl sadece insanda var. Eğer akla göre davranmazsa hayvanlaşıyor. İnsan isteklerine gem vurarak insan olur. Tamah insanı basitleştiriyor. Cinsellik onurunu zedeliyor. Zevk ve mal her şeyi bitiriyor. Halbuki Allah “ Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur” diyerek bütün ibadetlerin zamanı yavaşlatmasıyla önce hırsı yok ediyor, arkasından islam kardeşliği ile hasedi kaldırıyor, sükunete getirerek gazabı ve dolayısıyla suç işleme özelliğini zayıflatıyor, kullukla tevazuyu hissettiriyor, ahirette kul ve Allah hakkı korkusu ile de tamamlıyor ve artık terbiyeli “iyi insan” lardan mükemmel toplum ortaya çıkıyor denilebilir. Bütün bunlara rağmen insan yine de önleyemediği korku ya da toplumsal baskılar nedeniyle suç işlemeye meyledebilir. Bu sefer de kısas gündeme gelir ki bu bir eşitlik, adalet ve caydırıcılık sopası olarak ortada sallanır. Gördüğü ceza da kul hakkından düşülür ki bu bile bir adalettir. Bu yüzden af ya da diyet ya da hak talebi hak sahibine verilmiştir.
Suçların sebepleri arasında; işsizlik gibi ekonomik sebepler, aile bütünlüğünün parçalanmasının doğurduğu sevgisizlik ve kontrol dışılık, toplumsal korkular, eğitim ve ahlakın birlikte verilmemesi, ben duygularının körüklenmesinin yarattığı eşitsizlik ve hataları kabullenmeme, toplumsal kibir (ve arkasından gelen dayatmalar), yanlış inanışların katı töre ve geleneklerin dini gibi algılanarak sert tavırlara konu olması, toplumsal hoşgörü eksikliği (sosyal baskılar-toplum içine çıkamama) eksik adaletin eksiğini mazlumların zalimleşerek tamamlamaya kalkması, kanunların halkın gelenek ve davranış yapısına uygun olmaması, siyasilerin şahsi sürtüşmelerinin toplumsal aşağılamaya dönüşmesi ve barışı zedelemesi v.s.
Sonuç olarak on tane zalime mi merhamet etmeliyiz, yoksa yolda yürüyen on milyon masum insana mı? Af yetkisi devletin mi hakkı, yoksa mazlumun mu? Herkesi tehdit olarak algılayıp silahlanmalı mıyız, yoksa herkesi sevgi ile kucaklayıp on tane kayba razı mı olmalıyız? Benim gibi düşünmeyen tehdittir anlayışı maalesef 20. yüzyılın son ayıbıdır. Ahlak dini olmalı, dinin de ahlaki tarafı öne çıkarılmalıdır. İbadet, tevhitten sonra güzel ahlak için vardır. Namaz kılıp suçta ısrar etmek namazın içinin boş olduğunu gösterir. Erkek yaratılış itibariyle dominanttır ve suça kadına göre daha yatkındır. Devlet bütün kanunlarıyla adil ve hizmete yönelik olmalı ve her aileye bir gelir girmenin yollarını bulmalıdır. Eğitimi dinin ibadet ve ahlak unsuruyla birlikte vermelidir. Dindarı rejim düşmanı ilan etmek de bir korku yaratarak dışlamak çabasına dönüşmektedir. Allah korkusu olmayan, dünya mahkemesinden kaçsa bile ahiret mahkemesinde hesap vereceğini bilen kişinin suç oranı daha düşüktür. Kişi rejime sadakat adına dinden uzak kalınca sisteme takılmadan teknik suç işlemenin yollarını arıyor. Eğitim suçun sonucunu düşünebilmeyi sağlıyor fakat bu sefer ben duygusu yükseldiği için sadece kendini düşünen, geleceğini güvencede görmediği için hırslanan, inanç duygusu zayıf olduğu için tatminsiz ve mutsuz oluyor ve bu fertlerden de şizofren bir toplum ortaya çıkıyor. Bu toplumun üçte biri şizofren diyor psikiyatri profesörü Abdülkadir Çevik.”
Sonuç olarak İslam ve Kuran sizin mesleğinizin çok önemli bir kaynağıdır. Ancak laiklik adına oluşturulan ideolojiler ve statüko insanları sadece ihtiyaçları kadar bir müslümanlıkta bırakıyor. İnsanlar ya da bilim adamları bu kaynağı kullanmadıkları için insanı tanımadan ona çözüm önerileri sunmaya kalkmakta ve Yunus’un dediği “ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendin bilmezsin, ha bir kuru emektir”e dönüşüyor. İnsanlar ilaçla mı iyileşiyor yoksa büyük oranda dua ile mi? bunu da kimse anlayamıyor. Çünkü aşılamayan “benlik” nalıncı keseri gibi “ben iyileştirdim”le kendine yontuyor. Şifa vereni unutuyor.
Yapılan araştırmalar dini okullardaki suç oranların az olduğunu ve dini ağırlıklı ailelerde de suç oranının azlığını işaret ediyor. Araştırmalar bunu gösteriyor. Allah korkusu ve kul hakkı olarak ödeşme şartı olmayan ve bu bilinci doğru iman ve onun amel dediğimiz ibadetleriyle irade güçlendirmesi yapmayan hiç bir ahlaki sistem başarılı olamaz. Eğitim seviyeleri yüksek olduğu ve maddi her türlü ihtiyaçların karşılandığı gelişmiş ülkelerdeki MUTSUZLUK (Amerika’da yapılan bir araştırma zengin ailelerin %70’nin mutsuz olduğunu söylüyor) ve SUÇ ORANLARINDAKİ ARTIŞ’ı neyle izah edeceğiz? Yani ahlak dinli olmalı, dinin de ahlaki yönleri öne çıkarılmalıdır. Dinin en temel argümanı namazdır. Dinin direği denmesinin anlamı nedir? Neden kılmayana 20 veya 40 sopa emredilmektedir? Çünkü namazsız fuhşiyattan korunmak ve Allah korkusunu canlı tutmak hemen hemen imkansızdır. Din; önce mali ihtiyaçların karşılanması, ailevi dengenin sağlanması, kişilik oluşumu, davranış güzelliği, 12 yaşında karar verme yetisi ve babaya ona danış emri, selamlaşma, islam kardeşi kılma, MERHAMET, yardımlaşma, faiz yasağıyla ortaklığa teşvik ve enflasyonu önleme, israf yerine tasarruf ve arkasından artan paradan kısmen biriktirme ve dağıtmayı öngörür. Her şeyi sağlayıp davranışları düzenleyip insanları bir sevgi ortamına getirdikten sonra artık sert cezaları koymaya hakkınız olabilir. Buna rağmen devlete değil hak sahibine af yetkisi vererek yarayı kapamaya çalışmak artık kan davalarını da önleyebilir diyebiliriz.
Sonuç olarak demek istediğimiz şey; İslam’ı kendinize hizmet ettireceğinize onu ilminizin içine alarak hem cesaretle kullanın ve insanları da yararlandırın, hem de İslam’a hizmet edin ve onun adını bir konuşmada zikredebilin. Kuran, bütün ilimleri içinde barındıran tıp, sosyoloji, psikoloji, astronomi v.s. den onların kritik şifrelerini veren bir kitaptır. O sadece imamların ya da hafızların anlamadan ezberleyip durdukları bir ölü kitabı değildir. Canlıların kitabıdır. Hayatın kitabıdır. İşte ilmi imanla birlikte techiz edebilirseniz hem siz doğru teşhisler yapabilir ve doğru tedaviler de önerebilirsiniz ve sonucu da artık ALLAH sağladı ya da ŞİFA verdi diyebilirsiniz tevazuyla. Sebepsiz (ilaçsız) dua emre ve ilme itaatsizlik olur. Duasız (Allahın şifa vereceğini unutarak da) ilaç kullanılamaz. Eminim siz “ilaç içerken şifa Allah’tandır deyiniz” demeye utanırsınız ya da sizi tarikatçı zannederler diye çekinirsiniz. Çünkü üniversitede bir makamınız var ve onu korumak için böyle bir doğruluğu göze alamazsınız. Belki de meslekten atarlar irticacı derler. Daha geçenlerde İstanbul’da idim ve Kınalıada’daki kilisenin papazı müslüman olduğu için onu aforoz etmişlerdi. O, yeni dini için bunu göze almıştı. O insana maaşımdan bir miktar düzenli olarak ayırmak istedim fakat izini bulamadım.
Şüphesiz siz daha namaz kılmadan Allah için hiç bir cihad yapabilmeniz zaten mümkün olamaz. Yerinden Allah için kalkmayan daha zor şeyleri göze alabilir mi?
Akıl akıl deyip duruyorsunuz. 28 şubattan sonraki 65 milyar dolarlık banka soygunlarını beyaz yakalılar yapmadı mı? Bazı suçların işlenmesinin nedeni cezasının ne kadar olduğunu bilememektendir denilebilir. Yani hem bilgiye ulaşmada ve işin sonucunu düşünmede akıl rehber olabilir kuşkusuz. Akıl boşuna yaratılmadı ve hitab edilmedi. Ancak gördüğünüz üzere yine de akıllılar suç işliyebiliyorlar hem de hamuduyla götürerek. Çünkü iman eksik, namaz yok, Allah korkusu yok. Sonuç yine felaket.
Eğitim veriyorsunuz fakat ilimle ahlakı birlikte vermiyorsunuz. Dini vermiyorsunuz ki en temel yönü dini ahlaktır. “İyi insan” yetiştireceğinize rejime sadık “iyi yurttaş” yetiştirmeye kalkıyorsunuz. Sonuçlar ortada. Hepsi de işsiz. Eğit fakat işsiz olabilir. Meslek, sanayi rekabeti önemli değil. Atatürk’de önemli olan “zihniyettir”(Taha Akyol) dememiş miydi?
Bir hastanız geliyor ve 15 gün sonra yeniden gel göreceğim diyorsunuz. 300 lirayı yeniden bir daha alıyorsunuz. İşte bu mesleğinizin ya da sizin, kibar adıyla vazgeçilmezliği şekline bürünüyor. İnsanlar alıştığı bir doktordan duygusal sebeplerle kolay kolay vazgeçemiyorlar. Siz de bu iyi duyguları sömürüyorsunuz. 15 günde 600 lira bir fakirin bütçesinde ne demek siz biliyor musunuz? Aynı koyun can derdinde kasap et derdinde misali gibi. Siz dikemediğiniz dairelerin sayısını, onlarsa yiyecek ekmeği nasıl alacaklarını hesap ediyorlar. 5 liraya kart çektiriyorlar. İşte “bir işte merhamet olursa o iş ne güzel olur. Bir şeyden de çekilip alınırsa o iş ne kadar çirkinleşir” diyen peygamberimiz ne kadar haklıdır. Sorsam ümmetiyim diyeceksiniz. Fakat yaptığınızın dinle imanla hiç alakası yok. Makbuz da vermeyerek verginizi de vermiyorsunuz. İyi insan tiplemesinin içine giremediğiniz gibi verginizi vermediğiniz için Dürüst vatandaş da sayılmanız biraz zor. Kalkıyorsunuz toplumsal sorunlar hakkında görüş bildiriyorsunuz. Ne derler, “dinime küfreden müslüman olsa”
Yaklaşık 20 yıl önce ataç sokakta bir doktora gittim. İçeride kapının üstünde “kırığı ben sardım Allah iyileştirdi” yazıyordu. Müslüman bir doktora gittiğim için mutluluk ve güven verdi. Muayene ve filmden sonra sekretere kaç para dedim o da 7,5 lira dedi. “Bu çok” dedim. “o zaman ne kadar ödemek istersiniz”dedi. Ben de şöyle bir rayiç düşünüp “5 lira olabilir” dedim ve ödedim. Kız bir liste çıkardı ve oraya not etti. Muayene olanların listesinde hiç beş lira bile yoktu. 1,5 ; 2,5 ; 3 ; ve az olarak da 4,5 vardı. “Neden böyle” dedim. “Biz tarifemizi söyleriz, kim ne verirse onu alırız” dedi. Kulağınızda bulunsun.
İki anı: Elazığ’da bir esnafa öğrenciyken yurdun dolabının kilidini tamire götürdüm. İki saat uğraştı parça kullandı fakat yapamadı. “Kaç para” dedim. “Ne parası, yapamadık” ki dedi almadı.
Kayseri’de saatçiye gittim. Saatimi tamire uğraştı yarım saat. Fakat o da yapamadı. “Para gerekli mi” dedim. “Evet sizin için yarım saat uğraştık” dedi. Fakat bana hiç bir katkısı yoktu o meşguliyetin. Çaresiz verdim. Fakat içimden hiç de iyi şeyler söylemedim.
Madalyona gittim. Akşam doktorla görüştüm. “Böyle olmaz yarın eşinizle birlikte gelmelisiniz” dedi. Ertesi günde aynı parayı bir daha istedi. “Ben sizin için meşgul oluyorum” dedi. Ben de yukarıdaki iki anımı kendisine anlattım. Utanıp aşağıya talimat vermiş “almayın” diye.
Şu soru çok önemli. Meşguliyet mi, yarar mı önemli? Bir fabrika uğraştığı bozuk mallara da aynı parayı isteyebilir mi. Siz meşguliyet derken mesleği ve kendinizi putlaştırıyorsunuz. Beni ilgilendiren ise sadece yararı olması. 15 gün sonraki alınan paranın bendeki adı: SOYGUN. Tarife mi insanlık ve merhamet mi önemli? Meslek odaları örgüt üyelerinin çıkarlarına hizmet edip sosyal sorumluluklarını unutan çıkar örgütlerine dönüştüler. Hiç bir doktor “bıçak parası”ndan dolayı meslekten atılıyor mu? Ama bıçak parasına parayı veren ya da bir avukat küfrediyor. Muhasebeciler odası bu kadar vergi kaçırılmasında etkili olan üyelerine meslekten men cezası veriyor mu hiç? Şöförler odası Belediye ile anlaşıp fiatları halkın aleyhine bu kadar yüksek nasıl belirliyor? Yani ÖRGÜT İÇİ İLİŞKİLER HASTALIKLI, ÖRGÜT DIŞI İLİŞKİLER SAĞLIKLI. Siz ne kadar meşguliyetten yana iseniz, o kadar da insanlardan, onlara hizmetten uzaksınız demektir. Sadece toplumdan acısını çıkarıyorsunuz demektir. Kalbinizdeki para sevgisi, insan sevgisinden fazlayken insanları nasıl iyileştirmeye çalışıyorsunuz bunu anlayamıyorum? Burada bir terslik ve yalan yok mu acaba?
Söylediklerimin değil ama usulünün bir hatası varsa kusuruma bakmayınız. Dervişvari konuşmazsanız etkili olmuyor insan üzerinde gereken uyarıyı göstermiyor.
Selam ve saygılarımı sunuyorum.