ahilik,ahi,ahi evran,islam,aşıkpaşa,kırşehir,ahmedi gülşehri,selçuklu,osmanlı,insan,güzel ahlak
Sevgili Okurlar,
Peygamberimizin Bidat-ı Hasene olan Kutlu Doğum Haftasındayız. Rahmetten, merhametten sevgiden ve müslümanların halinden bahsedeceğiz.
Bir Allah ki, RAHMAN sıfatının eseri olarak yaratığı her şeye merhametini gizli ve açık zerketmiş. En çok neye ihtiyacımız varsa onu en fazla yaratmış. Örneğin hava ücretsiz ve her taraf hava dolu. Su ha keza. Ekmek ha keza. Et alamıyorsanız baklagiller aynı görevi görüyor. Diyeceksiniz ki bugün Afrika’daki açlar ne anlama geliyor. Bunlar modern ve bencil, herkesi düşman gördüğü için silahlanan insanlığın bütününün sorunu. Yani Allah veriyor fakat onu insan dağıtacak. Ortada haksız bir dağılım sorunu var.
O halde sorun düşmanlıksa modern hayat, gerek fert olarak ve gerekse ülkeler olarak sürekli düşmanlık üretiyor demektir. Bu sorunu nasıl aşacağız? Ağzı acılanana tatlı verirler. Düşmanlığın karşıtı sevgidir. Gerçekten herkesi düşman görerek silahlanıp yine herkesi öldürmeye çalışmaktansa, sevgi ile herkese güvenip bir kişinin ölmesine razı olmayı bilmemiz gerekmez mi?
Sevginin oluşabilmesi için insanların ya da halkların birbirini eşit düzeyde görmesi gerekir. Bunun adı ötekileştirmemektir. Her ötekileştirilen aşağı görülendir. Zenginlerin fakirleri, Türklerin Kürtleri, Sünnilerin Alevileri, şehirlerin kazalarını, zeki insanların aptalları, profösörlerin halkını, askerlerin siyasetçileri veya kalıba girmeyen halk kısmını ötekileştirmesi daima aşağı görmekten kaynaklanır.
Ayrı yaşamlar, örneğin ayrı servisler, ayrı lojmanlar, ayrı aidiyetler daima ben farklıyım düşüncesi oluşturur ve kibre yol açar. Kibirse suçların kapısıdır. (Tevazu ise iyiliğin kapısıdır) Bu yüzden bütün yönetici ve askerlerin halkın içinde yaşamaları, onların otobüslerine binmeleri, onlarla komşuluk ilişkilerinde bulunmaları, onların yediğinden yemeleri, onlar gibi giyinmeleri gerekir. Yani, ülkeyi idare edenlerin de halk gibi damdan düşmesi (aynı hayatı yaşaması) gerekir ki onu anlayabilsin ve ona çözüm üretebilsin. “Düşündüğünüz gibi yaşamazsanız yaşadığınız gibi düşünmeye başlarsınız” Hz. Ömer’in çok manidar bir sözüdür.
Onun için toplumsal farklılıkların giderilmesi gerekir. Hiç bir kuruluş mensubu diğerinden daha önemli olduğunu iddia edemez. Fakat 657 niye yamalıklı bohça gibi düşünmek gerekir.
Yapılacak olan bir başka şey de ortak bir paydada buluşmak zorunluluğudur. Törpülenerek değil de farklılıkları hoş görerek olmalı bu payda. Milliyetçilik tam bir kapsam sağlamaz ve daima birilerini dışarıda bırakır dinen de yasaktır. Vatandaşlık birliği de tam bir kardeşlik sağlamaz. Zira kimsenin görmediği yerde vatandaş kazık atar ya da hile yapar. “İyi insan” yetiştirmek ise ona “iyi ahlak”ı yaşama biçimi olarak verebilmekle olur . İyi ahlakı ise dini bir tabana oturtamazsanız dayanaksız kalır. Dini tabanın iki temel unsuru ise: Allah’a iman ve Ahiret merkezli Allah Korkusudur.
Ahlakın temelinde iki temel unsur sevgi ve merhamettir. Sevgi makamı, makamların en üstünüdür. Ancak “Allah’ın oğlu” demek bir sevgi sapmasıdır. Yani aşırılık bir sapmadır. Bu “çok sevmek sapmadır” demek anlamına gelmez. Siz Allah’ı çok sevebilirsiniz buna bir engel yok. Peygamberi de Allah rızasının içinde olmak kaydıyla canınızdan çok sevebilirsiniz. Sorun olan şey, peygamberi haşa Allah yerine koymak ya da şeyhi peygamber yerine koymaktadır.
Cenabı Hakkın zatının sevgisi bütün mahlukata yansımıştır. Bir hadiste : “ben bir gizli hazine idim. Bilinmekten hoşlandım (ahbeptu-muhabbet besledim) mahlukatı yarattım ki bilineyim” buyuruluyor. Yunusu dinleyelim:
Çalab’ın dünyasında bin bir türlü sevgi var.
Kabul et kend’özüne gör hangisi layıktır.
Tarihte ilk yazılan kitaplar sevgi ile ilgilidir. Herkesin yaşadığı hal onun sevgisi olarak tanımlanır. Sevginin tanımı merhametle özdeştir. İnsan canlı hayvanata karşı sevgisini merhametle gösterir. Hangi merhameti ele alırsanız alınız o sizi sevgiye ulaştırır. Elektronlar bile sevgi sayesinde dönüyor ya da çekiyor. Muhabbetle aşk arasındaki farkı da iyi bilmek gerek.
Bir soru. Meşru sevgi ne acaba? Bunun iman ve ibadetle ilişkisi nasıl olabilir?
Cenabı Hak bazen bir kulunu kendine çekmek ister ve onun kalbine bir sevgi tohumu atar. Artık o kişi Allah’a aşık olarak cezbe içinde ibadet etmeye başlar, deli divane olur. Bu kişi yardım gördüğü için bunun derecesi çok yüksek sayılmayabilir. Bir de bir adam vardır ki hiç bir olağanüstü olay yaşamamıştır, perdeler açılmamıştır ve sakince kendi halinde ibadet eder durur. İşte bu adamın imanı öncekinden daha kıymetlidir ve derecesi yüksektir. Fecr suresinin son ayetlerinde sevginin yönü önce Allah’tan kula, sonra kuldan Allah’a diye tanımlanmıştır.
İnsan kendi kesbi ile de yol almaya çalışırsa da, Allah’a çok muhabbet duyabilen birisi bu yolu füze hızıyla kat eder ve ötekini geçer. Ancak temel olan meşru sevgi, kişinin cehdi gayreti ile ulaşacağı yer olarak tanımlanır. Bu mealde TAKVA’da kişinin elindedir. Ayette “Allah katında en üstün olanınız en takva olanınızdır” buyuruldu. İşte asıl yarışılacak alan budur. Bu, bir muhabbetin mukaddimesi gibidir. Zühd, sabır, tevekkül, rızık, nasib, kadere rıza, günahtan kaçınma gibi hasletler gelip geçici olmayan hasletler olmalı ve kişi bunu daima bir “HAL” olarak yaşayabilmelidir. Bunlar ahlak ve edep olarak uygulanırken temeli Kuran ve Sünnete dayanmalıdır.
Hangi merhameti ele alırsanız alınız o sizi sevgiye ulaştırır demiştik. Her merhamet iyiyi, güzeli, doğruyu ortaya çıkarabilmelidir. Değilse tevhidi anlayışın dışında kalıyor demektir. Bu anlayış “Allah’ın hoşnutluğunu en büyük değer olarak kabul eden bir anlayışla olabilir ancak. “Demek ki takvadan gelen bir sevgi ve merhamet yapısına ulaşmış kişinin iyi bir müslüman veya mü’min olması beklenir.
Şu Hadis’e bir göz atalım: “Mü’min ülfet eden ve kendisiyle ülfet olunan kimsedir” İşte bu özellik, müslümanı canlı Kuran yapıyor. Şu kıymetli söze bakalım: “Mümin bulunduğu yerde İslam’ı temsil edendir”
Bir Hıristiyan ya da Yahudi, yahut bir ateist de fert olarak merhametli olabilir kuşkusuz. Bugünkü İncil’lerde veya Tevrat’ta da merhametle ilgili ya da yardımlaşmayla ilgili konular hala var şüphesiz. Hatta Konfüçyüs dininde, yada Budizm’de de benzeri şeyler var. Ancak insanı merhamet seviyesine getirecek bir modelden yoksun oldukları için toplumsal bazda merhameti yakalayamıyorlar. Eğer merhamet gerçekten eğitimle öğretilebilir bir şey olsaydı bugün batıdaki suç oranlarındaki artışı nasıl açıklayacağız? I. Ve II. Dünya savaşlarında 15 ve 54 milyon insan öldü. Kamboçya’da Kızıl Kımer’lerin denetiminde Pol Pot yönetimi milyonlarca insanı öldürüyor, yetmedi yakıyor, yetmedi asıyor, yetmedi dövüyor… Nasıl bir insan tipi Allah aşkına! Düşünebiliyor musunuz?
Adam karısını bıçaklıyor, atılan bıçak sayısı bir önceki olayda 20, son olayda 51 idi. İki bıçak, bilemedin üç bıçak öldürmeğe yeter. Geriye kalanı hangi kin ve nefretle açıklayacağız? İşte bunlar insanlığın bittiği yerlerdir…Bunu yapanlar da sorsanız elhamdülillah müslümanım diyenlerdir.
Biraz eleştirelim şu müslümanları. Sünnet deyince neden sadece sağ tarafa yatmak, diş fırçalamak, sağ ayak ile camiye girmek akla geliyor da, neden merhametli olmak ya da yalan söylememek sünneti akla gelmiyor. Sorun ne? Neden din hayata geçmiyor? Dini anlama sorunumuz mu var? Merhamet diyoruz fakat merhametli olamıyoruz. Hadiste “din merhamettir” buyurulmadı mı?
Irak’ta öldürülen bir milyon müslümanın bir kısmını işgal güçleri öldürdü fakat bir kısmını da müslümanlar kendi kendilerine yapmıyor mu? Afganistan’da Sovyet işgali varken birleştiler ve mücadele ettiler. Sonra birbirine düştüler. Düşman varsa iyi, yoksa kötü. Herkese bir şeytanı nerden bulacağız? Hazreti Ali’ye karşı çıkan Harici zihniyeti hala yaşamıyor mu? Ebu Cehil’ler ortalıkta hala gezmiyor mu?
Sonuç: Müslümanlar bir fetret devri geçiriyorlar. Merhameti, kalbi, aklı, tasarrufu, rızka razı olmayı, nasibi, beş vakit namazı, Allah’ı, peygamberi, unuttular. Dinin özünü, ne dediğini unuttular. Anlamak istediğini anlamak istiyorlar. Kapitalizmin kucağına oturarak dünyevileştiler. Ahiret çok uzaklarda kaldı. Kendi değil hep başkaları ölecek. Rızkı Allah değil kendi kopararak, sürekli risk alarak alacak. Sürekli risk alınca fakirlere bir şey kalmayacak. Ona da “onlar zaten tembeldir” diyecek ve bir gün burnunun üstüne çakılana kadar böylece gidecek.
İşte neden “ölmeden önce ölünüz” “ölmeden önce kendinizi hesaba çekiniz” “İnsan mezarda uyanır” buyuruldu hadislerde? İşte işi mezara bırakmayanların kurtulabileceği umulur. Bu yazıları sabah namazı için yüzünüze serpilmiş bir su kabul edin de birlikte uyanalım sevgili dostlar. Değilse çok geç olacak. Arkadaşı defnedip aynı hayata devam etmek, affedilmez bir hata olmaz mı?
*
ahi kul ahmed