ahilik,ahi,ahi evran,islam,aşıkpaşa,kırşehir,ahmedi gülşehri,selçuklu,osmanlı,insan,güzel ahlak
Bismillahirrahmanirrahim.
Selamun Aleyküm,
Sevgili okurlar,
BAŞSÖZ
Bizi ve Kainatı bizim için yaratıp, başına bizi halife kılıp, akılla sorumluluk terazisini dengelememizi isteyen, O, Rahman, Rahim, Settar, Latif, vedüd Rabbimiz olan Allah(cc.)’ımıza deryalarının katresi adedince Hamdü Senalar eder,
Onun kul olarak kendi nurundan yarattığı, “kul” olarak anılan, sadık, ismet sahibi, efendiler efendisi, ümmetine düşkün ve merhametli, islam’ı en mükemmel ve doğru tebliğ ettiği için bugün bizlerin de müslüman olmasında büyük pay sahibi, bu fakirle defalarca ilgilenmiş görüşmüş, Cenab-ı Hakk’ın en son ve muhterem elçisi, örnek insan Hz. Muhammed (a.s)’a ve onun al ve ashabına ve bu güne kadar gelmiş geçmiş bütün iman sahibi kullara ve yaşayan müslüman kardeşlerime sonsuz salatü selam eder ve cümlesine bereketler dilerim…
Cenab-ı Hak bir hadisi kudside bilinmeyi murad ettiğini (ahbeptu-muhabbet) bunun için de kainatı yarattığını belirtiyor. Bu hadiste iki unsur göze çarpıyor. Birincisi muhabbet yani aşk. İkincisi gereğini yaptığı yaratma fiili. Yani, iş..
İşte siz de sevdiğiniz birine bu sevgiyi bildirmek isteseniz yapmanız gereken şey bir fedakarlık ölçüsünde bir şeydir. Bir çiçek almak, yahut ona yardım etmek, fedakarlık derecesinde elbisesini temizlemek, çocuksa gece kalkıp ilgilenmek. Yani bir emek sarfetmek. Yani sevgi aslında bir emek denilemez mi?
Konuya bu açıdan bakıldığında aşk kavramının kaynağının ilahi olduğu düşünülmelidir. Ancak insan Cenab-ı Hakka karşı saygı bazlı ve edepli bir sevgi duyabileceği gibi insan olarak eş olarak da cinsiyet bazlı sevgiler duyabilir. İşte bu sevginin de üst seviyeye çıkabilmesi için Allah için kavramına dayanması gerekir. Aksi halde cinsi bir sevgiden öte geçmez. İşte ilahi sevgininin kaynağı onun gönderdiği sınırlarla belirlenmiş dindir, yani İslam’dır. Ortada, açıkta yanan bir ateş düşünün. Bu ateşin her an çevreye sıçraması ve ekinleri, evleri yakması mümkündür. Ama ahiler şöyle yaparlar. O ateşin etrafını küçük taşlarla çevirirler, üzerine iki demir atar ve bir toprak kap koyup içine de bir şeyler koyarak bir şeyler pişirirler. Bunun anlamı ilahi veya cinsi her ne ise sevginin taşlarla kontrol altına alınması ve üzerine konulan yemekle de yararlı hale getirilmesidir. Kontrolden mana edeptir. Hazreti Rasülüllah miraca çıktığında Cenab-ı Hakk’ın yaklaş nidasına karşılık yaklaşmış ancak bir yay aralığı kalınca durmuştur. İşte bu edeptir. Kulluktır. Arkasından verilen hediye ise 5 vakit namazdır. İşte bu üç şey olan aşk, kulluk, ve namaz aynı anda ve aynı yerde miraçta, huzurda verilen üçü de birbiriyle bağlantılı ana unsurlardır.
Bunun arkasından Cenab-ı Allah’ın iş olarak kendine edinip altı günde yarattığı kainata insanı gönderişiyle ilgili olarak baktığımızda insanın dünyaya gönderilişinde hanginizin daha iyi amel işleyeceğini sınamak olduğu belirtilir mülk suresi 2.ayetinde. Bunun anlamı şudur: amel ederek sevginin ispatlanması sorgulanmak istenmektedir gerçekte. Şöyle de düşünebilirsiniz bunu. Birisi sizi sevdiğini söyleyip duruyor fakat bunu ispat edecek hiç bir şey yapmıyor. Ne dersiniz ona. Defol başımdan demez misiniz? Bir çocuğu seviyorum diyeceğinize onun yanına çömelmek ve elinden tutmak daha anlamlı bir sevgi aktarımı olmaz mı sizce? Ya da babasının yüzüne çıplak olarak yatıvermiş çocuk sevgiyi güveni nasıl hisseder?
İngiliz oyun yazarı sheaksper bir oyununda oyuncuyu şöyle konuşturur. “karının senin için yaptığı fedakarlığa bak” burada sözkonusu olan fedakarlığın sevme fiiline dayandığıdır.
Birisi bize dost olmak istemiş de bir de önce keramet anlamında bir güzel şiir sonra da kötü bir eşşek şiiri gönderdik. Birincide hoşnut oldu fakat ikincide bozuldu. Yani iyime iyi kötüme kötü dedi. Halbuki kötüme de iyi demeliydi. Biz de hemen onu çizdik. 20 gün sonra sözlerinden cayarak kendini belli ediverdi. Buradaki incelik şudur. Aşk ya da sevme fiilinin bir bütün olduğu, parçalanamayacağı ve tam bir bağlanmanın söz konusu olması gerektiği şeklindedir.
Yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız şey iş dediğimiz ya da dini literatürde salih amel olarak geçen şeyler ve bunun yansımaları aşktan kaynaklanmaktadır. Bu sevme fiili öylesine bir ihtiyaç ki kişi eğer bu sevgiyi Allah’a yöneltemezse gider olmadık yerlere başını vurur. Kadına aşırı yönelir ilahım der, parti başkanına yönelir peygamber gibi görmeye başlar, onsuz ortada kalacağını düşünür, karizmatik liderler bu tür etkilerin artığı dönemleri oluştururlar, bilmem nereyi kurtardı der, bilmem şu savaşı kazandı der, o olmasaydı kurtulamazdık der, resminden heykelinden rozetinden medet umar. Halbuki İslam’da asla bir liderin ilahlaşması yoktur ve kendisi dahi kul diye hitap edin demiş ve mezarının ziyaret dışında imdat beklenen yer haline getirilmemesini hadisi ile emretmiştir. Bütün bunlar dinin iyi tanınmaması ve imanın güçlü olmamasındandır. Çünkü iman güçlü olmayınca önce yolunu şaşırıyor sonrada o iman sevgi eksikliğinden hareket noktasına ulaşmıyor, feda edeceği bir şey de olmuyor.
İşte burada ima etmek istediğimiz şey sevginin gücünün imanla kendini ortaya koyması ve bu sevgi gücünün iş veya amel dediğimiz hareket sahasına intikalidir. Mesela oğlan kızı seviyor ve masanın üstünden aşıp gidiyor. Ne derse alıyor, parası yok borca giriyor, nereye derse geliyor.
İşte sevginin gücü olarak imana yansıması, beraberinde merhameti tetikliyor, yiğitliği sağlıyor, cömertliği artırıyor, insan sevgisini artırıyor, iyi işleri getiriyor, doğal sonuç olarak namaz kılmasını sağlıyor, yani ibadetlerdeki üşenmeyi kaldırıyor ve kolaylaştırıyor, artırıyor da artırıyor….
İşte sonuç olarak gelmek istediğimiz nokta ahlak olarak nitelenebilecek temel argüman ya da fedakarlıkların temelde taa Cenab-ı Allah’tan başlayarak neşet ettiğini bir diğer adla ahlakın temelinin din olduğunu vurgulamak istiyoruz.
AHİLİĞİN DÜŞÜNSEL BOYUTU
Ahlak; niyet, irade ve davranışa dönüşmüş bir ‘din’dir. İlme göre insan “akıllı hayvan”dır, Dine göre ise şahsiyet ve ahlak sahibi bir canlı varlıktır. İnsan ile hayvan arasındaki temel fark, fiziki, bedenî veya zekâ ile ilgili değildir; bilakis her şeyden önce manevi olup, dini, ahlaki ve estetik şuurun varlığında kendini gösterir (homoreligious). Çünkü nerede insan zuhur ettiyse, onunla beraber din ve sanat da zuhur etmiştir.
İlim ise nispeten yeni ve genç bir fenomendir. İlim, sanat ve felsefeden yoksun insan toplulukları bulunmuştur ve hâlâ da vardır, ama dinsiz bir insan topluluğuna şimdiye kadar rastlanma¬mıştır. Hayvanlarda mukaddes veya yasak mefhumları olmadığı gibi, insanın anladığı manada güzellik mefhumu ve estetik heyecan da yoktur. Kısacası insan hayvan olmak istemeyen yegâne varlıktır.
Adalet ve fazilet uğrunda hayatını veren bir kahramanın hareket tarzının doğruluğu/haklılığı, hangi dünyevi, maddi, tabii, mantıki, ilmî ve akli sebep¬lerle ortaya konabilir ki?
Şayet zaman ve mekândan ibaret bu madde dünyası veya hak veya haksızlık karşısında nötr kalan bir tabiat dışında bir başka ger¬çek yoksa, o zaman adaletin tarafını tuttuğu için hayatını feda eden bu kahra¬manın fedakarlığını hiçbir şekilde izah etmek mümkün olmaz.
Manasız oldu¬ğunu kabul etmediğimiz takdirde ise, onun bu fedakârlığının bambaşka bir dünyadan bir haber olarak değerlendirilmesi kaçınılmaz olacaktır. Aslında pek çok insan, manasını bilmeden ve izahını yapmadan, bu “akılsızca” hareketi tasvip edip, bütün benliğiyle onun tarafını tutar. Bu öyle bir şeydir ki, ya hiç anlaşılamayan, ya da kendiliğinden anlaşılan bir nitelik arz etmektedir.
Bu dünyada mücadele vererek ıstırap çeken büyük trajik şahsiyetleri, mağlup değil galip ilan etmiş olmamız, onun bu davranışının haklılığını gösteren bir başka dünyanın gerçekliğinin işareti değil midir? Galip mi? Evet, ama nerede, hangi dünyada? Rahatını, hürriyetini, hatta hayatını kaybeden bir kimse nasıl olur da galip sayılabilir? Bunun bu dünyada olamayacağı aşikâr olduğuna göre, bambaşka bir dünyada olacağı ortadadır. Onlar aslında öbür dünyanın habercileridir ve sayıları bütün peygamberlerden ve vaizler¬den daha fazladır.
Bu kahramanların hayatları ve özellikle fedakârlıkları, bizi tekrar tekrar şu soru ile karşı karşıya bırakır: Ya insanın var oluşunun zamanla bağımlı, geçici, göreceli ve sınırlı olan anlamı dışında bir başka anlamı daha vardır veya hay¬ran olduğumuz bu büyük şahsiyetler aslında birer beceriksizlik örneğidirler.
İşte ahlak fenomeninin -insan hayatının bir gerçeği olduğu hâlde, akılla izah edilemeyişinde, Din lehine belki de ilk ve tek “pratik delil” bulunmakta¬dır. Çünkü ahlaka uygun davranış, ya izah edildiği gibi manasızlıktır, ya da Allah varsa bir anlamı vardır; üçüncü şık imkânsızdır. Dolayısıyla ya ahlakı peşin hükümle bir “ön kabuller yığını” olarak bir tarafa atmamız, ya da “ebedi¬yetin işareti” olarak nitelendirebileceğimiz bir denkleme yerleştirmemiz gerekmektedir. Çünkü sadece başka bir hayatın varlığı ve insanın ebediliği inancı, yani Allah’ın ve Ahiretin varlığı ile bu fedakârlıklar anlamlı bir hâle gelir.
Ahlak ve fazilet kanununa göre hareket eden insanların sayısı çok değildir elbet. Fakat bu son derece küçük azınlıktaki insanlar, her insanın ve bütün beşeriyetin gurur kaynağını teşkil edegelmişlerdir. Kendi hayatımızda da ahlak ve fazilet ilkesine uygun davrandığımız anlar az olabilir, ama yine de, kendi menfaat ve çıkarımıza aldırmaksızm, kendi kendimizin üstüne çıkıp yüksele¬bildiğimiz bu nadir anlar, ne kadar az olursa olsun, hayatımızın en mutlu, en unutulmaz, en gurur verici anları, en yüce değerleri olmaya devam ederler.
Bu sebepledir ki, insan hiçbir zaman ahlaken “tarafsız” olmamıştır; daima, ya hakikaten, ya da sahte ve görünüşte de olsa ahlaklıdır veya en çok görül¬düğü üzere her ikisidir. Çeşitli zamanlarda farklı davranılmış ve muhtelif şekillerde hareket edilmiş olsa bile, her zaman adalet, hakikat, eşitlik ve hürri¬yetten, bariz bir şekilde söz edilmiştir; bilgelerle kahramanlar tarafından sami¬miyetle ve hakikat adına, siyasilerle demagoglar tarafından ise riyakârlıkla ve menfaat adına…
Herkes iyilik yapamaz, fakat herkes iyilik isteyebilir ve iyiliği sevebilir. Birçok kişi fiilen haksızlıkları engelleyemez, fakat her insan kendisine veya başkasına yapılan haksızlıkları takbih edip, nefret edebilir. Ahlak fiilin biza¬tihi kendisinde olmayıp, her şeyden önce insanın doğru ve dürüst yaşamak istemesinde, iradesinde, iradesinin çabasında, kendi kurtuluşu için mücadele etmesindedir. Günahsız, kâmil olmak, insani değildir. Bilakis ve tövbe etmek insana daha yakındır, daha insanidir. Cenab-ı Allah’ın istediği de budur.
Din’e göre her insanın içinde dâhili bir merkez vardır. Bu her insanın en derin noktası, ruhudur. Niyet insanın kendi derinliklerine, o en derin noktaya doğru dâhili bir adımı demektir ki, attığı bu adımla fiilini kendine mal eder, tasdik eder ve iç tasdikten geçirir. Bundan sonra fiil ya gerçekleşir, ya da gerçekleşmez, lâkin iç dünyada geri dönülmesi imkânsız bir biçimde gerçekleşmiş olur. İşte bu “kendi kendine danışma” olmadıkça, insanın fiili geçici olan bu dış dünyada mekanik veya tesadüfi bir hareket olarak kalma¬ya mahkûmdur. Bu itibarla ahlaka uygunluk, aslında doğru harekette değil, doğru niyettedir. Özünde ahlak istektir (niyet ahlakı), sırf bir davranış tarzı değildir. Yoksa bir hadımın iffetli-namuslu, az yemek zorunda kalan bir mide hastasının da zahit sayılması gerekirdi ki, böyle değildir.
İnsanın iç zenginliği ve enginliği, hemen hemen sonsuzdur. En iğrenç cinayetlere olduğu gibi, en ulvi fedakârlıklara da istidadı vardır. Dolayısıyla onun büyüklüğü, her şeyden evvel, iyiyi istemekten öte, iyi ile kötü arasında seçim yapma imkânına sahip olmasındadır. İnsanın hür iradesiyle yaptığı seçim dışında “iyi” mevcut değildir ve zorla “iyi” olmaz. Zira “iyi”nin şartı özgürlüktür, kaba kuvvetle ve zorlamayla özgürlük bir arada olamaz. “Dinde zorlama yok¬tur.” (2/el-Bakara, 256). Aynı ilke ahlak için de geçerlidir: Zorla alıştırma doğru davranmayı dayattığında bile haddi zatında gayr-i ahlaki ve gayr-i insanidir.
Aklın ahlakla ilişkisi nedir? Akıl varlıklar arasındaki ilişkileri keşfetmek¬ten başka bir şey yapamaz. Bu yüzden “değer yargısı” akıl dışında başka bir referansı gerektirir.
Bütün bu yukarıda anlatmaya çalıştığımız aşk, iş, din, ilim ve ahlak ilişkilerinde temel unsur ilk söylenen aşkın diğerleri üzerinde de belirleyici olmasıdır. Yani diğer bütün dört unsur aşkın gücünden yararlandığı gibi karşı tarafın kendi aşkıyla ilk aşkı cevaplaya bilmesi için aşk dışında yukarıdaki saydığımız iş, din, ilim ve ahlakın bir ispat aracı olarak ilgili kişi tarafından kullanılması gerekir. İşte bu noktada ortaya çıkan ve beklenen ispat aracı FEDAKARLIK ölçüsüdür. Yani siz sevdiğiniz kişiyi ne kadar seviyorsanız ona uygun bir büyüklükte fedakarlık yapmalısınız. Bunu hem karşı taraf bekler ve hem de siz aynı yönde bir büyüklükle gerçekleştirmek istersiniz.
Hz. Adem (as) den beri bütün insan toplumlarında ilahi dini topluluklar olarak veya müşrik toplumlar olarak daima bir kurban kesme hadisesi ola gelmiştir. En belirgin örneği Hz İbrahim as da cerayan etmiş ve daha önce söz verdiği oğlu İsmail as mı Rabbinin rızası için kesmek istemiştir. Burada ilginç olan şey İsmail as ın İbrahim as en sevgili olmasıdır. Dolayısıyla fedakarlık yapılan ya da feda edilen şey en çok sevilen şeydir.
Nitekim kurban kelimesi de k-r-b kökünden gelen yakınlaşmak anlamında gelen bir kelimedir. Yani fedakarlık yaparak yakınlaşmayı sağlamak amaçlanmaktadır. Hac suresinin ilgili ayetlerinde kurbandan bahsedilirken Cenab-ı Hakkın insanları kestiği kurbanların etlerinin ya da kanlarının Allah’a ulaşmayacağı ancak insanların takvasının ona ulaşacağı belirtilmektedir. Ali İmran suresinde ise sevdiklerinizden vermedikçe iyiliğe eremezsiniz buyrularak feda edilecek şeyin en çok sevilen şey olması gerektiği ifade edilmiştir. Konu bu yönüyle idraki etmeye doğru olarak yerleştirildiği zaman görülecektir ki kurban bayramı yalnızca bilinen kurban bayramı günlerinde olmayacak ve bütün bir yılı kapsayarak insanı daima Allah rızası için sevdiği şeylerden sık sık fedakarlık yapmak zorunda bırakacaktır.
Bu bayramın dikkat çeken bir diğer önemli özelliği de Allah-u Ekber tekbirinin adeta simge olmuş olmasıdır. Yani zikir dolu bir bayram geçirilmesi emredilmiş olmaktadır. İşte zikirde bir kimsenin daha çok sevilmesi için temel faktörlerden biridir. Peygamber efendimiz bir hadisi şerifinde “insan sevdiğini çok zikreder” buyurmaktadır. Ayrıca kişi sevdiği ile beraberdir hadisinde görüleceği üzere sevmenin kişiyi sevenin yanına zaman içerisinde götüreceği belirtilmektedir. Bu dünyada da böyledir, ahirette de böyledir. Küfrün tek millet olmasının bir anlamı da budur. Ümmetin bir bütün halinde parçalanmadan birlik içinde bulunması gereği de buradan gelir. Cemaatle namaz bu bütünlüğü daima pekiştirir.
Bu bayramla ilgili dikkat çeken temel konular
TAKVA, İHLAS, ZİKİR, İNFAK, ŞÜKÜR
Takva:
Kuran nazil olmazdan önce Arapça da Takva (fiil halinde ittika) insan veya hayvan gibi canlı varlığın dışardan gelebilecek tehlikeye karşı savunması anlamına geliyordu. Kuran-ı Kerim geldikten sonra bu kavramı genişletti ve maddi tehlikeden ziyade manevi azaptan ve buna götürecek kötü işlerden korunmak kaçınmak anlamlarını yükledi.
Örnek olarak;
- Şirkin her çeşidinden yüz çevirmek ( kurban bayramı süresince getirilen teşrik tekbirlerini bu anlamda değerlendirebiliriz .
- İslam’a girdikten sonra büyük ve küçük günahlardan kaçınmak
- Kalbi Allah’ı zikretmekten alıkoyacak her türlü meşguliyetten arındırmak
- Hayatın tümünü Allah için yaşamak
Ebu Hureyre (ra)nin rivayetine göre peygamber efendimize soruldu:
“İnsanları cennete en çok hangi amel sokar?”. Buyurdu ki
-“ Allah’tan ittika etmek ve güzel ahlak”
-“ İnsanları cehenneme en çok hangi şeyler götürür?” diye sordular.
Buyurdu ki;
– “Ağız ve edep yeri ( şehvet)”
Ebu Ümame (ra)nın rivayetine göre peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
“ Müminin faydalandığı en iyi nimet Takvadır”
Takva sorumluluk bilinci oluşturulduğu zaman ancak gerçekleşir.
Bir miktar korku duygusu Takva’yı etkin hale getirir. Ancak karşı etki olarak ümit ve sevgi ise onun isteyerek yapılmasını sağlar ve derecesini yükseltir. Böylece imanın ümit ve korku arasında gerçekleşmesi sağlanmış olur.
Takva en hayırlı ve koruyucu elbise olarak tanımlanmaktadır Kuran-ı Kerimde
Rüyalarda da Takva bir cübbe olarak görülmektedir zaman zaman. Nitekim Hz Ömer rüyasında kendini uzun bir cübbe içinde görmüş ve ertesi gün bunu Hz peygambere sorduğunda o da “ Ya Ömer bu cübbe ve onun uzunluğu senin dininin (Takvanın) derecesidir” buyurmuştur.
“ Fücur dediğimiz şey ise bu Takva elbisesi yırtan şey olarak değerlendirilir ve kişinin nefsine aşırı derecede tabii olması anlamına gelir”
İman insandaki deruni (iç) yaşantıyı,
İslam ise Allah’nın kanununa teslim olarak yaşamayı,
Takva ise hem imanı hem de teslim olmayı (islam’ı) kapsar.
Nitekim Kuran’ı Kerim’in Bakara suresi 177. ayetinde “birr” (iyiliği) anlatırken imanın gönüllerde kök salmasını gerektiğinin ve zahiri davranışlarının tek başlarına yeterli olmayacağının altı çiziliyor.
Allah için kesilen kurbanların etlerinin değil, mü’minlerin Takvasıyla Allah’a ulaşılacağını Allah’ın ölçülerine uymanın da kalplerin Takvasında olduğu belirtiliyor. Kur’an, namaz, zekat, cihat gibi ibadetlerinin, kalbin takvasın olmadan birer mekanik hareketler olacağını tekrar tekrar vurguluyor
Takva imanı bir görevdir.
Allah’a karşı takvalı olmak gerekir.
Korkunmaya layık olan yalnızca Allah’dır.
Allah’a kulun ancak takvası ulaşır.
Takva Allah’ın açık emridir.
Allah’ın emirleri ve hükümleri ancak takva bilinciyle anlaşılır ve uygulanabilir.
Takva Hz peygamberin tavsiyesidir.
Bütün peygamberlerin ortak daveti takvadır.
Bütün selef takvaya önem vermiştir.
Bir kul gücü yettiği kadar takva üzere olmalıdır.
Takva en hayırlı azıktır.
En güzel elbise takva elbisesidir.
Takva kerametin sebebidir.
Müttakiler insanların en keremlisidirler.
Müslim isen zarar kılma komşuna
Mü’min olup güven eyle her kime
Müttaki dur sakındığın şüpheye
Dost bilip de Muhsin kulda sır ister
ahi kul ahmed
Mü’minler takva hususunda yardımlaşırlar.
Takvaya yeterli bir İslami bilgi ve bilinen şeyle amel etmek ulaştırır.
Takva; Allah’ın kuluna bir hediyesidir.
Takva bir miktar murakabe ile elde edilir.
Takva ma’siyet (günah) yollarını gösterir.
Takva nefsin hevasına uymamaktır.
Takva her insanda farklı farklı derecede gerçekleşir.
Allah’ın yeryüzünde ve gökyüzündeki ayetleri müttakiler içindir
Allah kalpleri takva bilinci ile sınar.
Takva Allah’ın Rabliğini idrak etme, şiarını yüceltme, Allah’ı hesaba katma, Allah hakkıyla ibadet, birr (iyilik) ile ilişkili, ihsandan beslenen, sabırla beraber gelişen, infak ile ilerleyen, af, sıdk ve adalet ile güzelleşen veli olmanın şartı, tebliğ vasfı ile kişiyi önder kılar.
İman, ibadet, ihsan, ancak ve ancak takva bilinci ile gerçekleşir. Dolayısıyla takvası zayıf olan bir müslüman’ın imanı da zayıftır ve muhtemeldir ki beş vakit yerine Cuma namazıyla iktifa ediyor ve namazlarında ihsan seviyesini de büyük olasılıkla bulamıyor denilebilir. Yalnız beş vakit kılıp da takva eksikliği nedeniyle tadili erkanda bir bozukluk nedeniyle ihlas ve ihsanda da eksiklikler olabilir.
KURBAN KESME VE ADABI
Kurban kelimesi sözlükte yaklaşmak ve Allah’a yakınlık sağlamak anlamına gelir. Bu kelime maddi ve manevi her türlü yakınlığı ifade eder. Alak suresindeki secde et ve Rabbine yaklaş anlamındaki “ikterib” kelimesi “kurban” kökünden gelir.
Genel olarak yapılarak Allah’a yaklaşılan iman, namaz, zekat, sadaka ve oruç gibi her türlü ibadet aynı kökten gelen “kurbet” kelimesiyle ifade edilir
Özel olarak da Allah’a yaklaşmak/ ibadet etmek amacıyla belirle şartları taşıyan bir hayvanın usülune uygun olarak kesilmesine kurban ibadeti ve bu hayvana da kurban denir.
KURBAN İBADETİNİN TARİHİ
Kurban ibadeti insanlık tarihi kadar eskidir.
a) Kuran’ı Kerim de Maide Suresinin 27 ayetinde “Ey Peygamberim, onlara Adem’in iki oğlunu haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş ötekinden kabul edilmemişti….” Kuranda Habil ile kabilin kurbanlarının mahiyeti bildirilmemekte ancak birinin kurbanının kabul edildiği diğerinin ise edilmediği ifade edilmektedir.
Fakat bazı dini içerikli tarih kitaplarında Habil’in kurbanının bir koyun olduğu, Kabilin ise ziraatçı olduğu için sunduğu şeyin bir miktar kendi ürünleri olduğu, kabul edilmemesinin nedeninin takvasındaki bir eksiklikten olduğu ifade edilmektedir. Nitekim daha sonra kendi kız kardeşi daha güzel olduğu için onunla evlenmek istemiş ancak Habil’in kız kardeşi biraz çirkin olduğu için onunla evlenmek istememiş ve Habil’i de bu kıskançlık yüzünden öldürdüğü ifade edilmektedir. Öyle sanıyoruz ki bu bilgilerin birçoğu Tevrat kaynaklıdır.
b) Hz İbrahim’in kurbanı ise onun yüce Allah’a kendisine Salih bir çocuk vermesi için dua etmesiyle başlar. Bu da üzerine Allah ona Salih, uysal, halim selim, bir çocuk verir ve o çocuk büyüyüp çalışacak yaşa gelir. Hz İbrahim (as) Zilhicce ayının 8,9,10’uncu gecelerin de rüyada oğlunu kurban ettiğini görür fakat rahmani mi şeytani mi olduğundan tereddüt eder. Bu güne “Tevriye “ der. İkinci gün de aynı rüyayı görünce rahmani olduğunu anlar ve bu güne “arefe” der. Üçüncü günü de aynı rüyayı görünce ilahi emrin kesin olduğunu anlar ve bu güne “yevmü’n nahr/ kurban etme günü” der. İlahi vahiye dayalı bu bilgi üzerine oğlu İsmail’e bir ip ve bıçak alıp gelmesini, birlikte ormana oduna gideceklerini söyler. Böylece ip, balta ve bıçak alarak Mekke yakınlarındaki Mina mevkine varınca artık rüyasını oğluna anlatır: “ Yavrum, ben rüyamda seni kurban ettiğimi boğazladığımı gördüm sen buna ne dersin bir düşün bakalım” der. Oğlu İsmail hiç tereddüt etmeden “Babacığım emrerolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenler den bulacaksın karşılığını verir. ( Kale ya ebedif âl ma tü’meru…) Bunun üzerine İbrahim (as) oğlu İsmail (as) yüzüstü yere yatırır ve birkaç defa kesmeyi denerse de bir türlü bıçak kesmez. Bu cesareti Cenab-ı Hak nezdinde kabul görür ve İbrahim (as) şöyle seslenir: “ Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz görevini en güzel biçimde yapanları böyle mükafatlandırırız. Şüphesiz apaçık bir imtihandır.” ( kad satdakte-r rü’ya…) Yüce Allah güzel bir koç verir ve İbrahim (as) da bu koçu kurban eder. Kuran’ı Kerim’de bu husus “ Biz (İbrahim’e büyük bir kurbanlık vererek onu ( İsmail’i) kurtardık”
“Kurbanlık büyük baş hayvanları da sizin için Allah’ın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için onlardan hayır vardır. Onlar saflar halinde dururlarken kurban edeceğinizde üzerlerinde düşüp canları çıkınca onlarda siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin, Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik” Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat o’na sizin takvanız/ ihlasınız ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yola gösterdiğinden dolayı Allah7ı büyük tanıyasınız. Görevleri işlerini, ibadetlerini en güzel biçimde yapanları müjdele.”
Birinci ayette Allah’ın adının anılarak kesilmesinden, etinin yenilmesinden ve fakirlere yedirilmesinden; ikinci ayette ise, kurbanlık hayvanın eti ve kanından söz edilmektedir. Et olabilmesi için hayvanın kesilmesi gerekir.
Kurban ibadeti sadece İslam dinine özgü bir ibadet değildir. Peygamberlerin tebliğ ettiği ilahi vahye dayalı hak dinin hepsinde kurban ibadeti vardı. Bu husus Kur’an’da;
“Her ümmet için Allah’ın kendilerine rızk olarak verdiği hayvanlar üzenine ismini ansınlar diye bir ibadet ( kurban kesme) yeri yaptık” şeklinde ifade edilmektedir. Mesela kurban ibadeti Yahudilikte bağış anlamında “minha” “gorban” ve “zebah” kelimeleri ile ifade edilmiş kesilecek hayvanın özellikleri hayvanı kesmek ve bağışta bulunmak Tevrat’ta anlatılmıştır.
Bayramlar İslâm aleminin; doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneşiyle, zengini, yoksulu, yaşlısı, genciyle birlik ve beraberliği pekiştiren değerlerin canlandığı, sevgi, muhabbet, yardımlaşma, kaynaşma, hediyeleşme, saygı ve sevgi anlayışının zirveye ulaştığı, toplumun birbirine daha sıkı bağlandığı günlerdir. Kurban Bayramı biraz meşakkatli bayramdır. Fakat bu meşakkatin de rahmeti ve de bereketi oldukça fazladır.
Hemen hemen her Kurban Bayramı’nı lüzumsuz tartışmalarla geçirir hale geldik. Tartışmanın konusu: “Kurban Bayramı’nı daha nasıl güzel ihya ve idrak edebiliriz, kurban kesme olayını en güzel nasıl gerçekleştirebiliriz?” sorularının cevabı değil, yapacağımız bu ibadete yönelik görüş ve itirazların olmasıdır. Bu görüş ve itirazlardan birçoğunun gerçekle alâkası yoktur. Çünkü bunların bir kısmı bilgisizlikten, bir kısmı iman zayıflığından, bir kısmı da inkâr ve şöhret sevdasından kaynaklanmaktadır. Bilgisizlikten ve iman zayıflığından kaynaklanan yanlışları takviye edici, doğru ve aydınlatıcı bilgilerle halletmek mümkün; ama, inkârdan ve şöhret sevdasından kaynaklanan itirazları def etmek o kadar kolay değil. Çünkü bu itirazları ortaya atanlardan birçoğunun derdi meseleyi anlamak ve anlatmak değil, meseleyi daha içinden çıkılmaz hale getirmek, milleti inandığı değerlerinden koparmak, dikkatleri kendi üzerlerine toplamak, saf ve temiz zihinlerin bulanmasını sağlamaktır.
Kurban Bayramı’nda hayvanların kesilmesi katliam mıdır ?
Eğer bu düşünce doğru olsaydı, rahmeti sonsuz olan, Rahman ve Rahim isimleriyle kendisini tanıtan Allah kurban kesmeyi emretmez, [Kevser suresi. 108/2] alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Efendiler Efendisi sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz de kurban kesmezdi.
Siz Allah’dan ve O’nun peygamberi Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’den daha mı çok merhametlisiniz? Sonra neden kurban bayramında kesilen kurbanlara acıyorsunuz, onların hakkını savunuyorsunuz da, senenin her gününde kesilen hayvanlara acımıyor ve onların hakkını savunmuyorsunuz? Bu kadar şefkatli ve merhametli iseniz neden her gün et yiyen bir dünya karşısında, ete hasret insanlara acımıyorsunuz? Bu kadar hakperest ve bu kadar şefkatli ve merhametli iseniz neden her gün alkole, uyuşturucuya, fuhuş sektörüne kurban giden insanlarımıza acımıyorsunuz?
Siz eğer kurbanı keserken İslâm’ın kaide ve kurallarına riayet ederek kurbanı keserseniz yani kurbanlık hayvanı severek, okşayarak kesim yerine götürür, incitmeden ve eziyet etmeden sol yanı üzerine kıbleye doğru yatırır, arka sağ ayağını serbest bırakır, diğer üç ayağını bağlar, “Bismillâhi Allahü Ekber” diyerek kurbanınızı keserseniz bu vahşet değil rahmetin ta kendisi olup çıkar. Kurban kesmek, hem kesilen hayvan için rahmettir, hem de insanlar için rahmettir.
Müslüman medeni bir insandır. Kurbana eziyet etmek gibi bir vahşete tenezzül etmez. Bırakın kurbanı, Müslüman haksız ve gereksiz yere bir ağacı bile kesmez, bir gülü hatta bir otu bile koparmaz. Çünkü o her şeyin Allah’ı zikirle meşgul olduğunu bilir. Bununla beraber Allah’ın emrinin olduğu yerde de boynu kıldan incedir.
“Kur’an’da kan akıtmak yoktur” diyorlar bu doğru mu ?
Bununla insan kanı kastedilmişse doğrudur. Haksız yere bir cana kıymak, Kur’an’a göre bütün insanları öldürmek kadar büyük bir cinayet sayılmıştır.[Maide suresi.5/32] “Kur’an’da kan akıtmak yoktur” ifadesiyle kurban kanı kastedilmişse bu doğru değildir. Çünkü Allah Kur’an’da her millet için kurbanı emrettiğini, [Hac suresi. 22/34.67] Kevser suresinde de çok açık bir şekilde kurban kesilmesi istediğini biliyoruz. Kurban kesilince kan akar. Farz edelim ki Kur’an’da kurban kesmekle ilgili açık ve net bir delil bulamadınız. Kur’an’ı bize getiren ve O’nu herkesten en iyi anlayan Peygamber Efendimiz’in Kurban bayramı’nda kurban kesme uygulamalarını nasıl görmezlikten geleceksiniz? Efendiler Efendisi sallallahu aleyhi ve sellem, hemen her yıl kurban kesiyor, bazen iki koç kesiyor. Birini kendisi ve ailesi adına, birini de ümmetinden kurban kesmeyenler adına niyetlenerek kesiyordu. Veda Haccı’nda ise yüz deve kurban ettiğini bunlardan altmış üç tanesini bizzat kendisi altmış üç yıllık ömrüne bedel kurban kestiğini, diğerlerinin kesimini ise başkalarına havale ettiğini tarih kaydediyor.
Kurbanın bedelini fakirlere vermek daha iyi mi ?
Kurban kesme yerine kurbanın bedelini para olarak sadaka verme meselesi de ne Kur’an’da ne de Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in uygulamaları arasında gördüğümüz bir meseledir. Bu görüş, dinin şeair derecesindeki bir muameleyi lağv ve tahrif etmeye yönelik bir görüştür ki, asla kabul edilemez. Varlıklı insanların kurban kesmesi, muhtaçlara sadaka vermesine, bir hastanın tedavi masraflarını karşılamasına engel değildir.
Hem kurban kesmeye, hem de çaresizlerin derdine derman olmaya gücü yeten insanlara: kurban kesmeyin, keseceğiniz kurbanların parasını muhtaçlara verin, demek, doğru olamayacağı gibi Kur’an’ı ve Sünnet’i kaâle almama ve hafife alma anlamına gelir.
Ölüler için kurban kesilmez mi ?
“Ölülere Allah rahmet etsin”, denilirmiş de sevabı onlara bağışlanmak üzere kurban kesilmezmiş, iddiası da mantıklı ve tutarlı bir ifade olmadığı gibi aynı zamanda muteber kaynaklara da aykırı bir açıklamadır.
Ölüler için “Allah rahmet etsin” demek bir duadır. Bunun anlamı şudur: Bu dua sebebiyle ölen şahsa Allah’ın rahmeti kavuşsun, o bundan menfaâtlensin, rahat etsin. Bu duanın sonucunu rahmet ve rahat olarak ölüye kavuşturan Allah’tır. Bu sevabı, dolayısıyla bu rahmeti ve rahatı ölüye kavuşturan Allah, sevabı ölülere bağışlanması umuduyla kendi rızası için kesilen ve fakir fukaraya dağıtılan kurbanın sevabını, dolayısıyla onların dualarının sonucunu bir rahmet ve rahat olarak, bir huzur ve mutluluk olarak neden kavuşturmasın? Bu Allah’ın kudretine ağır gelir mi? Kaldı ki kaynaklarımız da dirilerin yapmış olduklardı hayır ve hasenattan ölülerin hayır göreceğini, hatta Ehl-i Sünnet’e göre sevaplarının da onlara kavuşacağını ifade etmektedir.
Kurban kesmek de bir çeşit duadır. İbadetlerin hepsi fiili duadır. Sözle ve fiille dua yapanlara sevap verildiği gibi bu duaları yapanlar, başkalarını da niyet ederek dua etseler, dua ettikleri kimselere de sevaplarından pay ayrılması Allah’ın lütfundan ve rahmetindendir. Hem de o hayır ve hasenatı yapanların sevabından bir şey eksilmeden.
“Kurban kesilmese de olur” diyorlar?
Kurban kesmek başta Şafiî olmak üzere bazı imamlara göre sünnettir; ama onların bu sünnet hükmü, İmam-ı Azam’ın “vacip” hükmüne denk bir sünnettir. Terk edilmesi mümkün olmayan sünnetlerdendir. Şeair gibi bir sünnettir. İmam Muhammed buna.”Terkine ruhsat olmayan sünnet” demiştir. Dolayısıyla zengin olup da kurban kesmeyen hem Allah’ın emrini, hem de Peygamber’in emir ve uygulamalarını görmezlikten gelmiş olur ki bu da bir çeşit günahtır. Eğer kurban kesmeyen günaha girmemiş olsaydı hadis-i şerifte: “Hali vakti yerinde olup da kurban kesmeyenler bizim namazgahımıza yaklaşmasın” denilmezdi.
Çağları Kucaklayan Uyarı
“Resûlllah’ın Sünneti, Size Yetmiyor Mu?”
Kurban bayramı öncesinde Kurban’in hükmünün sünnet mi vacip mi olduğundan başlayan ve resmî plandaki Avrupa Birliği’ne girme girişimleri de söz konusu edilerek Kurban Bayramının ve kesiminin kaldırılmasına kadar uzanan görüş ve tartışmalara tanıklık etme bahtsızlığını yaşadık. Hattâ bu tartışmaların, kurbanlıkların satışını olumsuz etkilediği şikayetlerini tv.lerden izledik. Tedbir alma adına kurban kesmenin nerede ise suç işlemek anlamına geldiği izlenimini veren kısıtlamaların getirilmeye çalışıldığını gördük. Derisine resmen talip olunan kurbanın, -inananların inanma ve inançlarını ifade/yaşama özgürlüğü dikkate alınmadan- ibâdet ve gelenek olarak devamını olumsuz yönde etkileyecek söylem ve eylemleri izleme zorunda bırakıldık.
Bu karmaşık, hiçbir pratik faydası olmayan ve yozlaştırıcı ortam içerisinde din ve ilim adamlarının -iyi niyetle de olsa- başlatıp sürdürdüğü kurban kesmek sünnet mi vacip mi tartışması, sünnet, vacip, farz vb. terimlerin, hukuki zeminleri ve başlangıçta mevcut olup olmadıkları ve ilk dönemdeki anlamları da yeterince açıklanmadan, konuya ait uygulamayı sarsan bir havaya sokuldu ve ülkede genel bir rahatsızlık oluşturuldu.
Bu ortamda tartışma dışı kalan, red ve inkâr edilemeyen yegâne nokta, Hazret-i Peygamber’in Veda Haccı’ndan önceki yıllarda kurban kestiği gerçeği oldu. Yani bir hadiste ifade buyurulduğu gibi babamız İbrahim’in uygulaması/sünneti olan kurbanın Peygamber Efendimiz tarafından da fiilen uygulanıp sürdürüldüğü tarihî gerçeğini kimse görmezden gelemedi. Nitekim Muhammed b. Şirin’den nakledildiğine göre kendisi, Abdullah b. Ömer radıyallahu anhüma’ya; “Kurban kesmek vacip(farz)midir?”diye sormuştur. O da;
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kurban kesti, ona uyarak Müslümanlar da kestiler ve uygulama/sünnet böylece yerleşti.” diye cevap vermiştir.
Hadisin Tirmizi’deki rivayetinde nakledildiğine göre, ismi verilmeyen kişi, İbn Ömer’e; “Kurban kesmek vacip mi” diye sormuş o da;
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve Müslümanlar kurban kesti !” cevabını vermiştir.
Soran kişi aldığı cevaptan tatmin olmamış ve sorusunu ikinci defa yöneltmiştir. Bu kez İbn Ömer;
“Ne dediğimi anlıyor musun ? Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve Müslümanlar kurban kestü/diyorum” diye cevabını vurgulu bir şekilde tekrarlamıştır.
İbn Ömer radıyalalhu anhüma’nın soruya “evet” veya “hayır” demeyip “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kurban kesti, Müslümanlar da kestiler !” cevabında ısrar etmesi, bir işi Hazret-i Peygamber’in yapmış olmasının yeterli olduğuna; Müslümanların o işi yapmış olmalarının ise, o fiilin Hazret-i Peygamber’e özel olmadığına, dolayısıyla ümmeti de bağladığına dikkat çekmek içindir.
Gerçek durum bu olunca, fıkhî açıdan verilecek hükmün ve kullanılacak terimin pek de ağırlığı kalmamakta ve büyük sahâbi Abdullah b. Ömer’in başlıktaki çağları kucaklayan uyarı ve sorusu bütün haşmet ve vurgusuyla gündeme oturmaktadır:
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti/uygulaması size yetmiyor mu ?”
Kurban Bütün Dinlerde olan bir ibadettir
Kurban hemen hemen bütün dinlerde olan bir ibadettir. Kur’an-ı Kerim’de kurbanın bütün dinlerde var olduğu şu şekilde ifade edilmiştir:
“Biz her ümmete kurban ibadeti koyduk.”
Kur’an, kurbanın her dinde olduğunu bildirmenin yanında değişik dönemlerden kurban ile ilgili olaylar, misâller anlatmaktadır: Meselâ; Hazret-i Adem aleyhisselâm’ın iki oğlunun Allah’a kurban takdim ettiklerini, birisinin kurbanının kabul edilirken, diğerinin ise kabul edilmediğinden bahsetmektedir.
“Onlara Âdem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar kendilerini Allah’a yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Bunlardan birisinin kurbanı kabul edilirken, diğerinin ki kabul edilmemişti”
Kur’an’da anlatılan bu olay, bazı değişikliklerle birlikte Kitab-ı Mukaddes’de de anlatılmaktadır.
Ve yine Kur’an’da Hazret-i İbrahim aleyhisselâm’ın gördüğü bir rüya üzerine oğlu Hazret-i İsmail aleyhisselâm’ı kurban etmek istediği ve baba-oğul tam bir teslimiyet içerisinde bu emri yerine getirmek isterken Allah tarafından kendilerine Hazret-i İsmail aleyhisselâm’a bedel olarak kurban verildiği açıkça bildirilmektedir.
“Biz kendisine yumuşak huylu bir oğul müjdeledik. Sonra çocuk onunla yürüyüp gezecek yaşa ulaşınca, babası dedi:
“Oğulcuğum ! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum, bir düşün ne dersin ?” O dedi ki:
“Babacım! Sana emredileni yap, inşâallah beni sabredenlerden bulacaksın.” ikisi de böylece teslim oldular. İbrahim oğlunu alnı üzerine yatırdı. Biz de ona şöyle seslendik:
“Ey ibrahim ! Sen rüyayı doğruladın. Şüphesiz biz iyilik yapanları böylece ödüllendiririz.” Gerçekten bu, apaçık bir sınavdı. Ona büyük bir kurbanlık fidye verdik.”
Kurban , İslâm Dininin Şeârindendir/Alâmetlerindendir.
Cenab-ı Hakk, Kevser suresi’nde, “Rabbin için namaz kıl, kurban kes !” buyuruyor. Bu ayet-i keremdeki “namaz”dan maksat “bayram namazı”; “kesmek”ten kasıt da, kurban kesme günlerinde kesilen hayvanlardır. Başka bir ayet-i kerimede ise, kurbanlık develerden şöyle bahsedilir:
“Kurbanlık develeri de size, Allah’ın şeârinden kıldık.”
“Şeâir”in mânâsı, Allah’ın dininin alâmeti, işareti olan hususlardır. Pek çok şey, alâmetleri ve işaretleri ile tanınır. Allah’ı ve O’nun dinini tanıtmayı sağlayan bu vesileler hiç ters edilebilir mi? Hâl böyle olunca yapılacak iş kurban kesmemek için bahaneler aramak yerine, kesebilmek için çareler aramak olmalıdır. Kurban vecibesinin yerine getirilmesi; hak yolundaki fedakârlığın bir nişanesi, Allah’ın verdiği nimetlere karşı kulun bir şükrânesidir. Ayrıca bu ibadet, günahların bağışlanmasını dilemek ve bunların neticesi olarak de sevaba nail olmak ve bir takım belâlardan korunmaktır. Velhâsıl kurbanın meşruiyeti; dini, ahlâki, içtimaî birtakım hikmetlere, maslahatlara dayanır. Bunu takdir etmeyecek bir akıl sahibi tasavvur edilemez.
Kurbana Hazır mıyız ?
Kurban; tevhid mücadelesinin tarihine ait bir bayramdır. Bize Hazret-i İbrahim aleyhisselâm’ın ve Hazret-i İsmail aleyhisselâm’ın teslimiyetini, her yıl hatırlatır. Alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Hazret-i İsmail aleyhisselâm’ın soyuna dayandığı dikkate alınırsa mesele daha iyi kavranır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Ben iki kurbanlığın oğluyum.” buyurduğu bilinmektedir.
Ülkemizin Manevi Mimarlarından Ramazanoglu Mahmud Sami Efendi kuddise siruh hazretlerinin “Hazret-i İbrahim aleyhisselâm” kitabından sadeleştirmeden bu konuyla ilgili güzel bir yorumunu sizlere sunuyorum:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Ben iki kurbanlığın oğluyum.”, buyurması da, kurban olunması emr olunan:
1.İsmail aleyhisselâm
2. Pederi Abdullah’dır.
Resûl-i Ekrem’in dedesi Abdülmuttalib’e bir zamandan beri kapanmış olan Zemzem kuyusu rüyada gösterilerek bir oğlu ile açmak istediyse de mani olmuşlardı. Abdülmuttalib öyle nezreyledi ki: “Eğer Hak Teâlâ Hazretleri on oğul verir de Zemzem kuyusunu açar isem on oğlumdan birisini Hak yoluna kurban edeyim, boğazlayayım.”
Hak Teâlâ Hazretleri duasını kabul ile on oğul evlâdı verdi. Zemzem kuyusunu da açtı. Rüyasında denildi ki:
“Ey Abdülmuttalib ! Nezrini yerine getir !”
Abdülmuttalip korku ile uyandı, bir koç kurban eyledi. Tekrar rüyasında:
“Kurbanını büyük eyle!” diye işaret olundu. Böylece müteaddid defalar gördüğü rüya üzerine sığır ve sonra deve kurban eyledi ise de:
“Daha büyük kurban eyle !” diye oğlunu kurban etmeği nezr eylediğini rüyasında söylediler.
Abdülmuttalip uyanıp muzdarip oldu ve oğullarına söyledi. Onlar da:
“Hangimize kur’a isabet ederse razıyız”, diye muvafakat etdiler. Kur’a Hazret-i Abdullah’a isabet eyledi. Abdülmuttalip eline bıçağı alıp Abdullah’ın eline yapıştı, ise de Kureyş Kavmi buna razı olmadılar.
“Sen bu oğlunu boğazlar isen sonra bu bize âdet kalır, dediler. Bir kâhine sual ettiler. O zaman bir adamın diyeti on deve idi. On deve ile Abdullah’a kur’a attılar. Yine Abdullah’a kur’a isabet etdi. Böylece yüz deve kur’a edinceye kadar Abdullah’a isabet etti. Yüzüncü de kur’a deveye isabetle yüz deveyi birden kurban eylediler.
İşte Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in iki zebh/kurban ile muradı, cedd-i a’lâsı İsmail aleyhisselâm ile, babası Hazret-i Abdullah’tır.
Hazret-i İbrahim’in Oğlunu Kurban Etmeğe Götürmesi
“Vaktaki İbrahim’in oğlu kendisiyle beraber maîyşet işlerinde sa’y edib pederine yardım eder oldu, İbrahim şefkatle rüyasını anlatmağa başladı:
“Ey oğulcuğum, ben rüyada görüyorum ki, Allah Teâlâ’ya kurban için ben seni kesiyorum. Sen şu rüya hakkında ne düşünürsün ? Cenâb-ı Allah’ın şu ibtilâsına sabır eder misin, yoksa etmez misin ?”
Fahr-i Râzi, Hâzin ve Kâdî’nin beyânlarına nazaran ibranım aleyhisselâm leyle-i tevriyede (arafe gününden bir gece evvel) bu rüyayı gördü. Fakat şeytani mi rahmânî mi olduğunda tereddüd etdi. Arafe günü tekrar görünce rahmânî olduğunu bildiğinde o güne “Arafe” denilmiştir. Üçüncü günü tekrar görünce emr-i ilâhî’nin kat’î olduğunu bildiğinden ve kurban kasteylediğinden o güne “Yevm-i Nahr” “Kurban Günü” denilmiştir.
İbrahim aleyhisselâm ip, bıçak ve balta alıp odun getirmek için dağ başlarına gideceklerini oğlu İsmail’e söyledi.
Mina denilen mahalle varınca İbrahim aleyhisselâm rüyasını oğluna hikâye ile taraf-ı ilâhîden böyle bir ibtîlâ ve imtihan olunduğunu beyân ile oğlunun re’yini sorarak istişare eyledi.
“İbrahim, oğlunu kurban etmekle memur olduğunu beyan edince oğlu: “Ey Babacığım ! Emrolunduğun şeyi yap. İnşâallah sen beni sabredici kimselerden bulursun, dedi. Ne zaman ki baba-oğul her ikisi de ilâhî emre inkıyad da ittifak ettiler.[Katade'ye göre İbrahim oğlunu, İsmail'de nefsini Allah'a teslim etti.] İbrahim oğlunu sağ tarafına yatırınca alnının bir ta¬rafı yere dayandı. İşte o vakit her ikisi de seâdeti uzmaya eriştiler.”
İbrahim aleyhisselâm teveccüh-i tam ile Hakk Teâlâ ve Tekâddes hazretlerinin cânib-i manevisine teveccüh etti, yöneldi ve derğâh-ı ulûhiyyetde kurbiyyet-i mâ’neviyyeye nail oldu.
Beyzâvi’nin beyânı veçhile, bu vak’a Mina’da huccâcın kurban bayramının birinci günü kurban kestikleri mahalde olmuşdur.
İbrahim aleyhisselâm’a, kesmek istediği oğlu İsmail şöyle dedi: “Ey Babacığım, seni hareketimle rahatsız etmemem için ipimi iyi bağla, kanımdan üzerine sıçraması, kanımı görüp annemin mahzun olmaması ve bu sebeble ecrimin noksanlaşmaması için üzerimden elbisemi çıkar. Ba¬na daha kolay olması için de bıçağı boğazıma çabuk sür. Çünkü ölüm zordur. Anneme gittiğinde benden ona çok selâm söyle. Eğer münâsib görür iseniz gömleğimi anneme verin. Olabilir ki annem bununla teselli bulur.”
Bunun üzerine İbrahim aleyhisselâm, oğlu İsmail aleyhisselâm’a şöyle dedi:
“Sen Allah’ın emrini yerine getirmek de ne iyi yardımcısın evlâdım !” İbrahim aleyhisselâm, oğlunun dediklerini yaptı. Alnından öptü. Ağlayarak onu bağladı. Sonra bıçağını alıp boğazına çalmaya başladı. Fakat bıçak kesmedi.
O anda İsmail babasına şöyle dedi:
“Ey Babacığım, yüzümü yan tarafa çevir. Zira sen yüzüme bakarsan belki sende bir acımak duygusu belirir de Allah’ın emrini yerine getiremezsin. Bende nahoş bir hareket de bulunmamak için bıçağa bakmayacağım.” İbrahim aleyhisselâm bunu da yaptı. Sonra bıçağı boynuna koydu. Fakat bıçak tersine dönüyordu. İşte bu anda şöyle bir nida geldi:
“Ey İbrahim ! Sen bu işi bırak ! muhakkak ki rüyanı doğruladın. !”
İbrahim aleyhisselâm bakdı ki kendisiyle konuşan Cebrail aleyhisselâm Hak Sübhanehu ve Teâlâ Hazretlerinin emriyle cennetten kırk seneden beri terbiye oluna azıym’ül-cüsse koçu alıp makamından Allahu Ekber Allahu Ekber diyerek gelmeğe başladı. İbrahim aleyhisselâm Cebrâil7in tekbirini işittiğinde bildi ki müşkilinin halli geliyor. La ilahe illallahu vallahu ekber deyip Rabb’ul-âlemîn’i tevhid ve tekbir eyledi. İsmail aleyhisselâm’-da yattığı yerde Cebrail aleyhisselâm’ın tekbirini ve babasının tevhid ve tekbirini işitdikte bildi ki Rahman olan Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin rahmeti zuhur etti. O da Allahu ekber ve lillahilhamd diyerek tekbir ve tahmid eyledi. İşte bu ümmete Arafe günü sabah namazından eyyam-ı teşrîk’în son günü ikindi namazına kadar 23 vakit namazın farzını edadan sonra bu tekbiri getirmek vacib oldu.
Cebrail aleynhisselâm makamında tekbire başlayıp tamamında yere indi ve İbrahim aleyhisselâm’a:
“Hak Teâlâ sana selâm edib buyurdu ki, bu koçu kulum İsmail için feda ve zebhAurban eylesin. İkisinden de kabul ettim” deyip kerem ve inayetini tebliğ buyurdukda İbrahim aleyhisselâm geri döndü ki İsmail aleyhisselâm’ın ellerini ve ayaklarını çöze. Gördü ki İsmail’in elleri ve ayakları çözülmüş ayak üzre durur.. Dedi ki:
“Ey oğul ! Senin bağını kim çözdü ?” İsmail:
“Kurban ihsan buyuran Vâhib’ül-atâyâ’nın lütuf ve keremiyle çözül¬dü.”
Şimdi yine bir kurbanla karşı karşıyayız. Yâni apaçık bir imtihanla… Allah-ü Teâlâ’nın rızası için; canını ve kanını vermeye her an hazır olduğumuzun ilânı !.. Her mümin; “Ben buna hazır mıyım?”sualini sormalı; Hazret-i ibrahim aleyhisselâm’ın çizgisini ve Hazret-i İsmail aleyhisselâm’ın teslimiyetini tefekkür etmelidir.
Kurbanın Tarifi ve Meşruiyeti
Kurban: Bayram günleri kesilen hayvanın ismidir.
Kurban kesmek, ibâdet ve taât niyetiyle, belli vakitte, belirli hayvanı, boğazlamaktan ibarettir. Veya Kurban Bayramı günlerinde Yüce Allah’a yakınlaşmak maksadıyla kesilen hayvanların adıdır.
Belirli hayvandan maksat; koyun, keçi, manda ve deve gibi şer’an kurban edilmesi caiz olan hayvanlardır. Belli vakitten maksat, kurban bayramı günleridir.
Kurbanın hükmü; dünyada bir vacibi yerine getirmek, ahirette sevap kazanmaktır. Sebebi ise vakittir. Vakit tekrar ettikçe kurban kesmenin vücubu da tekerrür eder.
Kurban kesmek, zekat ve bayram namazları gibi hicretin ikinci senesinde meşru kılınmış, meşruiyeti kitap, sünnet ve icma ile sabit olmuştur.
Kur’an-ı kerim’de Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hitaben şöyle buyrulmuştur:
“Rabbin için namaz kıl ve kurban kesiver.”
“Her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerlerine O’nun adını anarak kurban kesmeyi meşru kıldık.”
“Biz oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik”
Hanefi mezhebine göre, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e vacip olan, aksini ispat eder bir delil, bir kayıt olmadıkça ümmetini de kapsar, dolayısıyla onların da kurban kesmeleri gerekir. Zira Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ümmeti için bir rehberdir.
Kevser suresinde geçen: “venhar” emri, İslâm alimlerinin çoğuna göre, kurban kesmek anlamındadır. Alimlerin çoğunluğu bunun, Kurban bayramı günlerinde kesilen kurban olduğu görüşündedirler. Zira bu konuda pek çok hadis-i şerif vardır. Dini bayramlarımızdan olan Kurban Bayramı, Asr-ı Saadetten günümüze kadar kurban kesilerek kutlanmıştır. Eyyam-ı Nahr/Kurbanlık hayvanların kesilme günleri tabiri de, on beş asırdan beri bu anlamda kullanılmıştır.
Efendiler Efendisi sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz imkânı olduğu halde kurban kesmeyen kimseleri, ağır bir dille ikaz ediyor; hâli vakit yerinde olanların kurban kesmesi gerektiğini bildirmiştir:
“Kurban kesecek güçte olup da kesmeyen, namazgahımıza yaklaşmasın.”
Bu hadiste Efendimiz, imkânı olup da kurban kesmeyeni mescidimize yaklaşmasın.” diyerek tehdid etmiştir. Tehdid ancak vacibin terkinde söz konusudur.
“Her hane halkının senede bir kere kurban kesmesi gerekir. ”
Bayram namazından önce kurbanını kesen birisine Allah Resulü, yeniden kurban kesmeyi emretmiştir. Peygamberimizin yeniden kesmesini emretmesi, kurban kesmenin vacip olduğunu göste¬rir.
Ayrıca İbn-i Ömer radıyallahu anh’dan rivayet edilmiştir: dedi ki: Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Medine’de on sene ikâmet etti ve her sene kurban keserdi.”
Kurbanını kesen kimse hem mesuliyetten kurtulur hem de niyetinin derecesine göre ahirette sevaba nail olur.
Kâinatın Efendisi sallallahu aleyhi ve sellem, emredildikten sonra kurban kesmeyi hiç terk etmemiş, hattâ yolculukta bile kesmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar ! Her sene her bir ev halkına kurban kesmek vaciptir.”
Vacib olan, kurbanı kesip kanını akıtmaktır. Kurbanı diri olarak tasadduk etmekle bu yükümlülük yerine getirilmiş olmaz. Tasadduk ancak, kurban kesildikten sonra yapılır ki; bu müstehaptır.
Şafiî mezhebine göre kurban kesmek terk edilmesi istenmeyen bir sünnettir ki bu da Hanefi mezhebindeki “vacip”e yakın bir yaklaşımdır.
Kurban Kesmek Şu Vasıfların Taşıyan Kişilere Vaciptir
1.Müslüman olmak.
2.Hür olmak, köle olmamak.
3..Mukim olmak. Seferi/yolcu olmamak Hanefilere göre, yolcuya kurban kesmek vacip değildir. Çünkü Hazret-i Ebubekir ve Hazre-i Ömer radıyallahu anhüm yolcu olduklarında kurban kesmezlerdi. Hazret-i Ali radıyallahu anh’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Yolcu olan kimseye Cuma namazı da, kurban kesmek de vacip değildir.” Çünkü yolcu için kurban kesmekte ve etinin değerlendirilmesinde bir takım güçlükler vardır. Bu, nedenle yolcudan güçlüğü kaldırmak için Cuma namazı farz olmadığı gibi kurban da ona vacip değildir.
Hanefiler dışındaki üç mezhebe göre kurban kesmek yolcu içinde sünnettir.
Klasik fıkıh kitaplarında konu böyle alınmış olmakla birlikte, günümüzde yolculuk imkân ve şartları büyük ölçüde değişmiştir. Bayram tatilini fırsat bilerek yurt içi veya yurt dışı geziye çıkan, yazlığa giden, memleketine giden kimsenin durumu farklıdır. Bu durumdaki kimselerin söz konusu ruhsattan yararlanma yerine, ya önceden gerekli tedbirleri alarak vekâleten kurban kestirmesi ya da bulunduğu yerde kurban kesmesi daha isabetlidir. Çünkü kurbanın namaz, oruç gibi bireyin niyetiyle ve iç dünyasıyla alakalı yönü bulunduğu gibi onlara ilâveten toplumda sosyal adaleti sağlayan ve üçüncü şahısların haklarını ilgilendiren yönü de mevcuttur. Bu sebeple de, yolcunun namaz ve oruçta yolculuk ve meşakkat içinde olma ruhsatından yararlanması daha bireysel bir karardır. Kurbanda ise zikredilen hususların, bu ibadetin sosyal amaçlarının göz önünde bulundurulması, savunulabilir bir gerekçe, sıkıntı veya mazeret bulunmadığı sürece kurban ibadetinin yerine getirilmesi gerekir.
Memlekette Kurban
Bayramlarda havaların iyi olduğu günlerde memleketimize gidiyor, bayramı orada geçiriyoruz. Bu durumda kurbanımızı ne yapacağımızı bilemiyoruz. Kurbanı, ikamet ettiğimiz yerde mi kesmeli, yoksa gittiğimiz memleketimizde kesebilir miyiz? Bu konuda seferilik şüphesi yüzünden tereddüt yaşıyoruz.
Cevap: Bayram için memleketinize gitmeden önce bulunduğunuz yerdeki bir yakınınıza vekalet verip kurbanınızı kestirebileceğiniz gibi, gittiğiniz memleketinizde de bizzat kesmeniz mümkün olur. Şayet memleketinizde (kendi eviniz yok da) misafir sayılıyorsanız nafile kurban kesmiş olursunuz, sevap alırsınız. Kendi eviniz var da seferi sayılmıyorsanız, vacip olan kurbanınızı kesmiş, borcunuzu bizzat yerine getirmiş olursunuz. Bir şüpheniz kalmaz.
Ayrıca, (ihtiyaç sahiplerine kurban ulaştırma görevini üstlenen) hizmet ehillerine kurbanın parasını verip vekil olarak adınıza da kestirebilirsiniz. Bu takdirde vacip olan kurbanınızı, vekaletini vermiş olacağınız kimse vasıtasıyla kesmiş olacağınızdan yine bir zorluk söz konusu olmaz.
4. Zengin olmak.
Hanefi mezhebine göre, kurban kesmeyi vacip kılan zenginliğin ölçüsü, zekatta ve fıtır sadakasında aranan zenginlik ölçüsüyle aynı olup kişinin borçları ve asli ihtiyaçları dışında 20 miskal[85gr] altına, ya da buna denk bir paraya veya mala sahip olmasıdır. Bu miktar bir mala sahip olan kimsenin kurban kesme imkanına sahip olduğu düşünülmüştür. Böyle olunca ücretli, memur gibi sabit gelirli kimselerin, kendi bütçe imkanları içinde sıkıntı çekmeden kurban ücretini ödeyip ödeyemeyeceğini göz önünde bulundurması ve ona göre karar vermesi gerekir. Pratik bir çözüm olması itibariyle, bu konuda Hanefilerin yukarıda zikredilen ölçüsü esas alınabilir. Bu takdirde, sabit gelirlilerin asli ihtiyaç harcamalarını çıktıktan sonra yıllık gelirinden arta kalan miktar 85 gr altın değerine ulaşıyorsa kurban kesmeleri gerekir.
Bu nisabın üzerinden bir sene geçmesi şart değildir. Kurbanın vacip oluşunda erkek olmak şart değildir. Nisap miktarı mala sahip olan hür kadının da kendi parasıyla kurban kesmesi vaciptir.
Zekât ibadetinde yılın zenginliği aranırken, kurban ibadetinde günün zenginliği esas alınmıştır. Kişinin zenginliğinde kurban bayramı süresindeki durumu ölçü alınır. Böyle mali bir imkâna sahip her Müslüman’ın, akıllı ve baliğ/ergen olması kaydıyla kurban kesmesi gerekir. Bu durumdaki kadın ve yetişkin çocuklar bizzat mükellef olmakla birlikte kocası veya babası bunlar adına hibe yoluyla kurban keserse o da yeterli olur.
Kurbanda Zenginlik
Dinimizin hem dünyaya, hem de âhirete bakan emirlerinden biri de kurban kesme emridir. Resûl-i Ekrem Efendimizin Medine’yi teşriflerinin ikinci senesinde meşru kılınan Kurban, hâli vakti yerinde olan Müslümanlar için vaciptir. Bu vacibi, durumu müsait olduğu hâlde ihmal edenlerin azaba uğrayacakları, hadîsin işaretinden anlaşılmaktadır.
Hadîs şöyle ikazda bulunmaktadır:
Kimin geçim durumunda bir genişlik olur da kurbanını kesmezse, o kimse bizim namazgahımıza yaklaşmasın! Evet, hadîs, kurbanı geçim durumu müsait olanların keseceğini haber veriyor durumu müsait olduğu hâlde kesmeyecek olursa, namazgaha gelmemesini de hatırlatıyor.
Bir adamın namazgahtan uzak kalması, namaza gelecek mü’minlerin lâyık olduğu mükâfattan uzak kalması demektir. Böyle bir mükâfattan uzak kalmak ise, azaba lâyık olmaktan başka bir neticeyi getirmektedir.
Bunun içindir ki Hanefî âlimleri, kurban kesmenin vacip olduğunu bildirmişler, özürsüz kesmeyenlerin ise azaba mâruz kalacağını hatırlatmışlardır.
Fıkıhtaki tâbirle, kurbanı zengin olanlar keserler.
Ama biz bu zengini daha kolay anlaşılacak bir ifâde ile izah etmeye çalışacak olursak diyebiliriz ki, kimin durumunda bir genişlik olursa, yâni kurban kestiği takdirde geçimine bir sıkıntı gelmeyecek, normal ihtiyaçlarını almakta bir güçlüğe mâruz kalmayacaksa, bu kimse kurban kesmelidir. Zira normal ihtiyaçlarını karşılayacak kadarından artan paraya kurban düşer. Ama dilerseniz buna bir de miktar tesbiti ile açıklık getirebiliriz.
Kurban, fitre zengini üzerine vaciptir. Fitre zengini ise, Yâni 85 gr. Altın veya 640 gr gümüşe mâlik olanlar Öyle ise, aylık gelirinden artmış ne kadar boş bir para bekliyorsa, artık bunun sahibi kendisini kurban kesmekle mükellef bilmelidir.
Ancak, bu para borç karşılığı ise, ödemesi gereken borçlarına mukabil bekliyorsa, elbette o para yok hükmündedir. Lâkin bâzı zarurî ihtiyaçları almak için bekliyorsa, durum o kadar vazıh değildir. Bu kimse, parayı ya o ihtiyaçları için harcamalı, yahut da harcamayacak kadar ihtiyaç tesirini hissetmiyorsa buna kurban düşeceği hatırdan çıkarılmamalıdır.
Aslında kurbanın düşüp düşmeyeceğini, bir de kalbine sor hadîsiyle amel ederek tesbit etmek gerekir. Biliyorsunuz, durumu kesinleşmeyen mes’eleler de bu hadîse müracaat ediyorduk. Resûl-i Ekrem Efendimiz:
Kalbine sor, çünkü o, en büyük müftüdür, buyurmuş, böylece hükmü bilinemeyen hususlarda bozulmayan kalbi, selâhiyetli bir fetva makamı olarak haber vermiştir.
Öyle ise, maddî durumumuzu kendimiz tespit etmeli, kalbimize sormalıyız. O zaman kalbimiz bize fetva verecek, kurban kesip kesemeyeceğimize dâir bir hükmü vicdanımızda bulacağız.
Aldığım Araç için Kurban Kesmem Gerekir Mi?
İkinci el bir araç aldım. Bunun için veya herhangi bir araç için kurban kesmek gerekir mi? Daha önce bunun için bir adakta da bulunmadım.
Alınan herhangi bir araç ve eşya için kurban kesilmesi söz konusu değildir. Bu tür şeyler için sıkça adak adamak da hoş karşılanmaz. Halk arasında ev veya araç alan birinin kurban kesmesi ise sadece bir âdet olup, dînî bir gereklilik değildir. Kazayı belâyı def edici sadaka kabilinden böyle bir hayrı işlemek ise yadırganacak bir durum olarak görülmez.
Sekiz aylık evliyiz. Eşime ait mehir olarak verdiğim 80 gramın üstünde altını var. Ben maaşımı babama veriyorum. Borçlarımızı da babam ödüyor. Evim de babamın üzerinde. Babam benim adıma kurban kesmek istiyor. Ben o kurbanın etinden yiyebilir miyim? Babam o kurbanı hanımım adına kesse olur mu?
Sorunuzdan anladığım kadarıyla, sizin maddî varlıklarınız babanızla müşterek durumda. Bu durumda, size kurban düşmese bile babanızın senin adına kurban kesmesinde bir sakınca yok, onun kestiği bu kurbanın etinden sen ve eşin de yiyebilirsiniz. Şayet hanımıza ait mehir miktarının üstünde olan altını kendine has bir varlık ise, ona ayrıca kurban kesmesi vacip olur. Onun kestiği kurbanın etinden de sen yiyebilirsin. Babanız, anlattığınız duruma göre size kurban düşmediği halde sizin adınıza bir kurban kesmiş olacak. Bu kesilecek kurbanı, eşinizin adına onun kurbanı olarak keserse, parasını eşinizden almayıp babanız verse bile kurban caizdir ve eşinizin kurban borcu ödenmiş olur.
Bir kimsenin vadesi dolmamış alacağı olsa ve nisap miktarı kadar başka malı da bulunmasa kurban kesmesi için borçlanması gerekir mi?
Hayır, bu durumda kurban satın almak için borçlanmak, gerekmediği gibi sonradan alacağını elde etmekle kurban bedelini tasadduk etmesi de gerekmez.
Bir hanımın nisap miktarı kadar altını olup, başka malı olmazsa kurban kesmesi gerekir mi ?
Evet, bir hanımın takı olsun olmasın, nisap miktarı kadar altını varsa başka malı olmasa bile kurban kesmesi gerekir.
Kurban kesmekle yükümlü kimse kurbanını hanımı namına kesebilir mi ?
Hayır, kendi kurbanının hanımı adına kesemez. Çünkü kurban kesmek kendisine vacip olmuştur. Ancak kendi kurbanının yanı sıra isterse hanımı adına kurban da kesebilir.
Kurban kesmek yerine bedelinin bir fakire veya bir hayır kurumuna verilmesi çak midir?
Hayır, kurban kesmek yerine, bedelinin bir fakire veya hayır kurumuna verilmesi caiz değildir. Çünkü kurban kesme yükümlülüğünün kalkması ancak, Allah rızası için kanın akıtılmış olması ile gerçekleşir.
Bağ, bahçe ve tarla gibi şeylerin gelirleri mi, yoksa kendileri mi kurban nisabına girer?
Ağırlıklı olan görüşe göre bunların gelirleri, diğer bir görüşe göre de kendileri kurban nisabına girer.
Bir kimsenin ev satın almak amacıyla biriktirdiği paradan kurban kesmesi gerekir mi?
Evet, bir kimsenin ev satın almak amacıyla biriktirdiği paradan, sahih olan görüşe göre, kurban kesmesi gerekir.
Kurbanın geçerli olabilmesi için hayvanın kişinin kendi mülkiyetinde olması gerekir mi?
Evet, kurbanın geçerli olabilmesi için hayvanın kişinin mülkiyetinde olması gerekir. Örneğin; kişi yanında emanet olarak bulunan bir hayvanı kendi namına kurban olarak kesemez.
Taksitle veya veresiye ile kurban alıp kesmek caiz midir?
Evet, caizdir. Kendisine kurban vacip olan kişinin bu şekilde kurban satın alması caizdir. Çünkü taksit ile veya veresiye alınan kurban da peşin alınan kurban gibi kişinin mülkiyetine geçmiş olur.
Almanya’da ikamet edenler, parasını gönderdikleri kurbanlarını Türkiye’de kendi adlarına kestirebilirler mi?
Elbette. Nerede olursa olsun parasını verdiği kimseye kurbanını kendi adına kestirmesi caizdir. Bu sebeple, bilhassa ihtiyaç sahibi aile ve öğrencilere vekalet yoluyla ulaştırılan kurbanlar, hedefini bulan kurbanlar olarak düşünülebilir. İtimat ettiğiniz kimseye parasını verip kendi adınıza kurbanınızı kestirir, dilediğiniz ihtiyaç yerlerini ulaştırabilirsiniz. Bütün mese¬le, kurbanların ihtiyaç sahibi yerlere gitmesi, neslin yetişmesine hizmet etmesidir.
Fert ve Toplum Açısından Kurbanın Faydaları
a) Fert açısından:
1. Kurban müslümanı Allah’a yaklaştırarak onu günahlarının kirlerinden temizler.
2. Kurban, müslümanın Allah uğrunda fedâkârlık yapmasının en güzel örneğidir. Müslüman bu fedakârlığı ile kendisini Allah için kurban kesmiş derecesinde teslimiyet kazanır.
3. Kurban, müslümanın hem kendisinin, hem de çoluk çocuğunun belâ ve musibetlerden, çeşitli sıkıntılardan kurtulmasına bir vesiledir.
4. Kurban, müslümanın mutluluğunu artırır.
b) Kurbanın Topluma Faydaları
1. Kurban, senede bir defa da olsa fakir kimselerin gıda ihtiyaçlarına önemli bir yardımdır.
2. Kurban, sosyal yardımlaşmanın güzel örneklerinden biridir. Bu sayede bütün toplumlarda fertler arasında karşılıklı sevgi ve saygı hisleri belirerek bir kaynaşma meydana gelir, dolayısıyla cemiyette birlik ve huzur temin edilir. Fakir zengine duacı olur, zengin de fakirin ihtiyaçlarını gidererek onu bayram sevincine kedersiz, gamsız olarak ortak etmenin saadetini duyar.
3. Kurban aynı zamanda bütün Müslümanlara, hattâ gayr-i Müslim komşulara mükemmel ve umumi bir ziyafet olması itibariyle de güzel bir kaynaşma ve yardımlaşma vesilesidir.
Kurban, toplumda, özellikle İslâm cemiyetlerinde fakirlere ve topyekün Müslümanlara, yüce Allah’ın verdiği hususi bir ziyafettir. Kurban etinin dinimizce gayr-i Müslimlere verilebileceğini düşünürsek o zaman daha şümullü bir yardımlaşma emri olduğu görülür.
4. Kurban bayramında, bütün İslâm aleminde aynı anda milyonlarca hayvan kesilmektedir. Hiç bir beşeri kuvvetin aynı anda yüzlerce ülkede bu kadar hayvanın kesilmesini temin etmesine ve toplumun bütün fertlerine ziyafet vermesine imkân yoktur.
5. Kurban, hayvan piyasasına bir hareketlilik getirerek, kasalarda stok olmuş paraların toplum hizmetine girmesini sağlar. Bütün İslâm aleminde aynı zamanda milyarlarca lira harcanmak suretiyle piyasada geniş ölçüde bir hareket meydana gelir. Hayvanların etinden, yününden, derisinden birçok şahıs ve müesseseler faydalanır. Zenginlerin kasasındaki paralardan mal sahipleri de faydalanır.
6. Kurban kesme ananesinin besiciliği teşvik ettiği, işsizlere iş sahası açtığı, pazarlara hareket getirdiği, zenginlere kurban satan fakirlerin ve orta hallilerin durumlarının iyileştiği de bir gerçektir.
7. Tekbir getirilerek kurban kesenlerle hacılar arasında bir benzerlik vardır. Mekke’ye gidemeyenler, bu suretle hacıların ulvi hissiyatına iştirak etmiş olurlar, aynı hayatın bir örneğini yaşarlar
Kurbanda Niyet
Kesilecek kurbanın geçerli olması için ayrıca niyet etmek de şarttır. Çünkü hayvan ibadet maksadı ile de et maksadı ile de kesilebilir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
“Ameller niyetlere göredir ve her kişi için niyet ettiği vardır. ” buyurmuştur.
Kurbanlık Hayvan Alınırken
Kurbanlık hayvan almaya giderken niyetimiz şöyle olmalıdır:
“Yarabbî! Nefsim isyan edip türlü kötü işler yaptığımdan, katledilmeye hak kazandı. Ancak bir kimsenin de nefsini katletmesi haram olduğundan bu kurbanı nefsime bedel olarak senin rızanı kazanmak için kesmeye niyet ettim. Yarabbi! Onun her uzvuna bedel uzuvlarımı cehennemden halâs eyle. Tüm kötülüklerden ben aciz, günahkâr kulunu temizle.” diyerek böylece niyetini yapıp, kurbanlık hayvan almak için çarşıya, pazara çıkmalı. Kurban almağa bu niyetle gidilirse her adımına bir sevap yazılıp, günahları silinir.
Pazarlık yaparken ne kadar çok konuşur, iyi ve güzel sözlerle alışveriş edecek olursa, bu sözlerin hepsi teşbih olur ve kayda geçer. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır: “Bir kimse kurbanını satın almak üzere evinden çıkarsa, onun her adımına karşılık Cenab-ı Hak on sevap evirir. On günahını siler. Derecesine on derece ilave eder. Hayvanını alması için konuşması/yaptığı pazarlık teşbih olur. Parasını öderken her kuruşu için bire yedi yüz sevap verilir. Yere kurbanı yatırıp kestiği zaman, bütün yerden mahlûkat onun için istiğfarda bulunur. Kanı akıtıldığında her damla kanından Cenab-ı Hak on melek yaratıp kıyamete kadar onun için istiğfarda bulunurlar. Eti taksim edilip dağıtıldığında her lokması için Hazret-i İsmail aleyhisselâm evladından bir köle azad etmiş gibi sevab verilir.”
Kurban Kesmenin Değer ve Kıymeti/Faziletleri
Âişe radıyallahu anha’dan rivayete göre, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Ademoğlu kurban kesme gününde Allah katında kan akıtmaktan daha sevimli bir amel işlememiştir. O kurban kıyamet günü boynuzları kılları ve tırnaklarıyla gelecektir. Kurbanın kanı yere düşmeden önce Allah katında hemen kabul olunur. Bu sebeple kestiğiniz kurbanlardan dolayı sıkıntı değil gönlünüz hoş olsun.”
Zeyd İbnu Erkam radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın ashabı: “Ey Allah’ın Resulü dediler, bayram günü kesilen şu kurban nedir?”
“Bu babanız İbrahim aleyhisselâm’ın sünnetidir” buyurdular. Ashab:
“Pekiyi, kurban kesmede bize ne gibi sevap var ey Allah’ın Resulü!” dediler.
“Kurbanın her bir küı için bir sevap” buyurdular. Ashab tekrar:
“(Kesilen kurban, koyun kuzu gibi) yünlü ise ey Allah’ın Resulü (sevap nasıl olacak)?” diye sordular. Aleyhissalâtu vesselam:
“Yünün her bir kılı için de bir sevap var!” buyurdular.”
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
“İnsanoğlu bu gününde akrabasıyla ilgilenmesi hariç, kan akıtmaktan daha faziletli hiç bir amel işleyemez.”
“Ey İnsanlar ! Kurban kesiniz. Kurbanların akıtılan kanlarına mukabil Allah’dan sevab umunuz. Yere akan kurban kanı gerçekten Hâk Teâlâ’nın katına dökülür. ”
“Kim Gönül hoşluğu ile, mükafatını Allah’tan umarak, kurban keserse, bu kendisini cehennem ateşinden korur.”
“Bayram gününde gümüş para, Allah katında kurbanlıktan daha sevimli bir şeye harcanamaz.”
Kurban Kesmenin Hikmeti
İmam-ı Şârâni kuddise sirruh hazretleri buyuruyor ki:
“Her sene kurban bayramında nefsimiz, ailemiz, çocuklarımız için kurban kesmeliyiz. Meşru bir mazeret olmadan bunu ihmâl etmemeliyiz. Kurban kesilmesinin hikmetine gelince: Kimin adına kurban kesilirse o kişinin üzerinden kaza ve belâ uzaklaştığı gibi, işlediği suç ve kabahatleri de affedilmiş olur. Helâl kazancından kesilecek olan kurban ev halkından belâ ve ezayı uzaklaştırır.”
“Kurbanın meşru kılınmasındaki hikmet ise; sayısız nimetlere karşı Allah’a şükretmek, insanın geçen seneden bu seneye kadar hayatta kalışına şükretmek ve günahlarının bağışlanmasını dilemektir. Sözü geçen bu günahlar ise Allah’ın emirlerine muhalif hareket edilmesi yahut da emredilen şeylerdeki eksiklikler dolayısıyladır. Hem kurban kesen ailenin hem de onlardan başkasının genişliğe kavuşturulması, bir başka sebeptir. Bu bakımdan fakirin ihtiyacının karşılanmasının maksat olarak gözetildiği fıtır sadakasının hilâfına, kurbanda kıymetinin ödenmesi yeterli değildir. İmam Ahmed kurban kesmenin, kıymetini tasadduk etmekten daha faziletli olduğunu açıkça ifade etmiştir.”
“Allah bütün kâinatı insanlar için yaratmış ve her şeyi onların emrine amade kılmıştır. Deve, sığır, koyun, keçi gibi hayvanlarda insanoğlunun emrine musahhar olan nimetler cümlesindendir. Kurban kesmek Allah’ın bu nimetlerine şükür demektir. İnsan bu sayede Allah’a karşı sevincini, cömertliğini ifade etmiş olur. Şu ayet bu gerçeği dile getirmektedir:
“Biz kurbanlık develeri de sizin için Allah’ın şiarından kıldık. Onlarda size hayır vardır. O halde onlar ayakta durup boğazlanırken üzerlerine Allah’ın ismini anın (Besmele çekin. Kesme neticesi.) yanları üzeri düşüp öldükleri vakitte ondan hem kendiniz yiyin, hem ihtiyacını gizleyen ve hem de gizlemeyip dilenen fakirlere ye-dirin. Onlara şükredesiniz diye, böylece sizin emrine amade kıldık. Onların ne etleri, ne kanları, hiçbir zaman Allah’a erişmez. Fakat sizden O’nu (yalnız kendi rızası için yapılan samimiyetin ifadesi olan işler)takva ulaşır.”
“Kurban bize, Hazret-i İbrahim ve Hazret-i İsmail aleyhissselâm’ın teslimiyetini ve kulluktaki üstün halini hatırlatır. Allah’ın her şeyi insanlara musahhar kıldığını fiilen gösterip bunlardan usûlünce istifâde ve infak etmeyi öğretir. Zira, Allah’ın emrimize verdiği nimetlerden faydalanmamak doğru olmadığı gibi, onları israf etmek de son derece yanlıştır. Bunun için İslâm kurbanı emretmiş, ancak diğer taraftan da israfı ve hayvanlara eziyeti yasaklamış, hat¬ta belli bir yaş sınırı koymuştur.
Kurban, insanı cimrilik ve mal sevgisinden kurtarır. Toplumdaki kardeşlik, yardımlaşma, paylaşma ve fukarayı sevindirme duygularını geliştirir. İnsanları muhabbet ve merhametle birbirine bağlar. Allah’ın nimetlerinden bütün kullarının istifade etmesini sağlar. Toplum halinde yerine getirilen ferdî ve içtimâi ibadetlerle Allah’ın rızasını kazanmaya ve O’na yaklaşmaya vesile olur.”
Kurban Olacak Hayvanlar
Kurban olacak hayvanlar şunlardır:
l.Deve-Sığır (inek, öküz, manda)
2.Davar (Koyun-Keçi)
Bu cinslerin içine, bunların bütün nevileri dahil olur. Erkeği de dişisi de, enenmiş olanı da, olmayanı da.
Bu vasfı taşıyan hayvanları kesmek kurbanın rüknüdür. Kurban olabilecek hayvanlar: Deve, sığır (inek, öküz, manda)ve davar (koyun-keçi)cinsinden hayvanlardır.
Bu sayılan hayvanlardan başkasından kurban kesmek caiz değildir.
Kümes hayvanları(tavuk, horoz, kaz, ördek gibi evcil hayvanlar), eti yenilen vahşi hayvanlar (yaban sığırı, geyik) kurban edilemezler.
Koyun-Keçi Veya Sığır Kaç Kişiye Kurban Olur ?
Kurban kesenlerin miktarlarına gelince, koyun ve keçi yalnız bir kişi için kurban olur.
Bir deve veya sığır yedi kişiden fazlaya kurban olmaz. Yedi veya daha noksan kişiler için kurban olur. Bu, bütün alimlerimizin kavlidir.
Cabir b. Abdullah radıyalalhu anh’den rivayet olunmuştur ki: Biz Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem zamanında temettü’ haccı yapar ve ortaklasa yedi kişiye bir sığır ve yine yedi kişiye bir deve kurban ederdik.”
Cabir b. Abdullah radıyallahu anh’dan demiştir ki:
“Hudeybiye sulhu yapıldığı gün Hudeybiye’de Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte yedi kişi için bir deve, yedi kişi için bir sığır kurban ettik.” yine diğer bir rivayette:
“Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem sığır ve devenin yedi kişiye kurban edilmesi caizdir” buyurmuştur.
Kurbanda Ortaklık
Ortakların hepsinin Müslüman olması ve hepsinin de niyetinin kurban kesmek olması gerekir. Eğer içlerinden sadece et almak veya ticaret maksadı ile kesmek niyetinde olan varsa, hiçbirini kestiği kurban olmaz.
Ortaklığın, hayvanı satın almadan önce olması daha iyidir. Bir Müslüman kurban için satın aldığı bir sığır veya deveye sonradan altı kişiyi daha ortak edebilir. Aslolan önce yedi kişinin bir araya gelmesi, sonra kurban niyetiyle sığırı satın almasıdır.
Katılanların sayısının tek veya çift olması mühim değildir. Ortaklar kurbandan hisselerini tartarak ayırmalıdırlar. Götürü usulü ile taksim caiz olmaz..
Ölmüş Babamı Hisseye Katarsam Taksimat Nasıl Olacak?
Almış olduğumuz büyük baş hayvana ölmüş olan babamı da dahil edeceğiz. Ancak kurbanı ikiye bölerek kardeşimle paylaşıyoruz. Babamın hissesinin tamamını dağıtmamız gerekiyor mu? Paylaştığımız hisse içinden babamın hissesini dağıtsak dinimizce bir sakınca var mı?
Kesilen büyük baş bir hayvana kaç kişi ortak ise o kadar hisseye bölünür. Ve bu bölmenin tartı ile yapılması tavsiye edilir. Ancak bir kurban bir aile için kesiliyor ve aynı eve giriyorsa taksime gerek yoktur. Siz paylaşmaktan bahsettiğinize göre ikiye değil üçe bölmeniz gerekir; çünkü babanız üçüncü ortak olmuş oluyor. Babanız için kestiğiniz kurban eğer babanızın vasiyeti üzerine ise, o takdirde adak kurbanı hükmünde olup sizin onun tamamını fakirlere dağıtmanız gerekir. Böyle değil de siz onun adına kesiyorsanız, hissesinin tamamını dağıtabileceğiniz gibi bir bölümünü kendiniz alabilir veya aileniz kalabalıksa tamamını da alabilirsiniz. Ancak kurban etinin taksiminde tavsiye edilen, üçe ayrılıp bir bölümünün eve, bir bölümünün eş, dost ve akrabaya, bir bölümünün de fakir fukaraya dağıtılmasıdır.
Kurban Edilen Hayvanların Yaşları
Büyük baş hayvanlardan devenin en aşağısı beş yaşında olanı, sığırın iki yaşında olanı ve davarın bir yaşında olanı(veya daha az yaş da olup da bu yaşta gösterenleri)kurban edilebilir.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır:
“İki yaşına girmiş hayvandan başkasını kurban etmeyin. İki yaşında bir hayvan bulamazsanız, o halde bir yaşında koyun kesiniz.”
“Koyun nevinden ceza (yani altı ayını doldurmuş ve bir yılını doldurandan farksız kuvvetli kuzu)nun bayram kurbanı olması caizdir.”
Büyük alim Kuduri şöyle buyurmuştur:
“Alimler şöyle demişlerdir: Koyun ve keçiden bir yaşını bitirmiş olanlar, sığırdan iki yaşını bitirmiş olanlar, deveden ise beş yaşını bitirmiş olanlar kurban olurlar.
Bu yaşlardan az olanlar kurban olmazlar.
Ancak altı ayını bitirmiş ve anası kadar görünmekte olan, kuzu da kurban olur.
Şayet yaşları bunlardan yukarı olursa, o hayvanların kurban olmaları caizdir ve efdâldir.
Kuzu, oğlak, buzağı, deve köşeğini/yavrusunu kurban kesmek caiz değildir.”
Kurban Kesmekle İlgili Hükümler Nelerdir?
Herkes mâlî durumunu başkasından daha iyi bilir. Borcundan ve ev eşyası gibi zarurî ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra geride parası kalan zenginlere kurban kesmek vâcibtir.
Bazılarının Eyyûb Sultan’da kestikleri tavuk, ördek, kaz, horoz gibi hayvanlar kurban olmayacağından, kurban olarak koyun, keçi, sığır ve deve kesilir.
Koyun ve keçi bir kişi nâmına, deve ile sığır ise yedi kişi kadar ortak olunarak kesilebilir. Bunların erkeği ile dişisini kesmek arasında fark yoktur. Koyunun erkeğini kurban etmek daha efdâl olur, diyenler olmuştur.
Koyun ile keçi bir yaşını bitirmiş olmalıdır. Koyun cinsinin bir yaşını bitirmiş kadar gösterişli olan yedi-sekiz aylığı da kesilebilir. Yedi kişiye kadar ortak olunabilen sığır ise iki yaşını bitirmiş olmalıdır.
Ortaklar kurban etini götürü ile değil, tartı ile son derece dikkat ederek paylaşmalıdırlar. Tarafların hakları kalmaması için bu paylaşma işinde adalete çok dikkat etmek zarureti vardır.
Kurban, bayramın birinci, ikinci ve üçüncü günleri kesilir. Şüphesiz ki birinci günü kesilmesi daha faziletli ve sevaplıdır. Mazeretlerinden dolayı ilk günde kesemeyenler üçüncü günü akşama kadar kesebilirler.
Müstehap Olan Kurbanlık Hayvanlar
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır:
“Kefenin en hayırlısından birisi de hülle (belden aşağı ve belden yukarı olmak üzere iki kısımdan ibaret elbise) dir. Bayramda kesilen kurbanların en hayırlısı da iki boynuzlu koçtur. ”
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle ağa siyah, gözlerinin etrafı siyah, kara bacaklı, boynuzlu ve damızlık iki koçu kurban etti. ”
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır:
“Koyunlardan toklu, ne güzel kurbanlık hayvandır.”
Kurbanlık hayvanlardan bir kısmı kurban edilip insanın midesine gitmekle hayvanlıktan kurtulup insanlık mertebesine çıkmakta, ebediyen cennete lâyık bir keyfiyet kazanmakta, bir kısmı da Allah yolunda kurban edilmelerine mükâfat olarak ahirette “Burak” olma şerefine nail olmakta, sahiplerini sırta köprüsünde taşıma görevi ile onurlandırılmaktadır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
“Kurbanlarınızı neşeli ve kuvvetli hayvanlardan kesin. Çünkü onlar sırat köprüsünde sizin binitleriniz olacaktır.” hadisi de buna işaret etmektedir. Bu olay kurbanlık hayvanlar için bir rahmet, bir sâadet bir şeref değil midir?
Peygamberimizin Kestiği Kurbanlık Hayvanlar
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem yedi tane deveyi, ayakta yatırmadan kendi eliyle boğazlamış, boynuzlu ve alacalı iki koçu da Medine’de kesmiştir.”
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem boynuzlu ve alacalı iki koç kurban etmiş. Onları tekbir getirerek, besmele çekerek ve sağ dizini kurbanların sağ yanlarına koyarak kesmiştir.”
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kurban bayramı günü hayaları buruk, alacak ve boynuzlu iki koç kesti, onları kesime hazırlayıp da yönlerini kıbleye çevirdiği zaman:
“Ben bütün dinlerden yüz çevirerek yüzümü İbrahim’in dini/yâni İslâm üzere gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve ben müşriklerden değilim. Şüphesiz namazım ve diğer ibadetlerim, hayatım boyunca işlediğim bütün amellerim ve ölümüm anına kadar taşıya geldiğim katıksız imanım ve ona bağlı hareketlerim Alemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben Müslümanlardanım, Ey Allah’ım ! bu kurban senden bana bir nimettir ve Muhammed ile ümmeti tarafından sırf senin rızan için kurban edilmiştir.”diye dua etti ve sonra kesti.”
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hayası burulmadık, kara gözlü, kara ağızlı ve kara ayaklı bir koçu kurban etmişti.”
Kurban Edilmeye Engel Olan Ayıplar
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in adetinden biri de kurbanlığını seçmesi, en iyisini alması ve hayvanın kusurlardan ve ayıplardan beri olmasına dikkat etmesidir.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Dört şey kurban olmaz:
l. Körlüğü açıkça belli olan, tek gözlü..
2. Hastalığı açıkça belli olan, hasta
3.Topallığı iyice belli olan, topal.
4.Ayağı kırılıp kötürüm olan ve aklı kalmayan, yani çöküp, zayıflayıp ne yaptığını bilmeyen.”
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kulağının deliği görünecek kadar dipten kesik, boynuzu çıkık, gözü çıkmış, zayıflığından ötürü sürüde gidemeyen ve kırık ayaklılarında kurban edilmesini yasakladı. ”
Biz bu engelleri maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz:
l. Bir veya iki gözü kör olması.
2. Zayıflığından dolayı iliği kurumuş olması.
3. Kesileceği yere gidemeyecek kadar aksak olması
4. Anadan doğma kulaksız olarak dünyaya gelmesi. Eğer küçük kulaklı, kulağı delik veya damgalı ise kurban edilmesi caizdir.
5. Burnunun kesik olması.
6. Kulaklarının yarıdan fazlasının kesik olması.
7. Dişlerinin çoğunun dökülmüş olması.
8. Koyun ve keçi memelerinden birinin, sığırın iki memesinin kurumuş olması.
9. Karnını doyuramayacak kadar deli olması.
10. Boynuzunun biri veya her ikisi kökünden kırılmış olması.
11. Ölecek derecede hasta olması.
12. Kulak ve kuyruğunun yandan fazlasının bulunmaması
13. Kulağını birinin dibinden kesimleş olması veya doğuştan bir kulağının bulunmaması.
Kurban Edilmesine Engel Olmayan Ayıplar
1. Uyuzlu hayvanın eti semiz olursa kurban edilebilir.
2. Boynuzsuz doğan veya boynuzunun birazı kırılmış olan hayvan.
3. Dişlerinin bir kısmı dökülüp, çoğu mevcut olan.
4. Şaşı gözü olan.
5. Topal olan, yani ayağını yere basarak yürüyebilen.
6. Kulağı delik veya enine yarık olan.
7.Erkek hayvanın burulmuş olması, kurban olmasına engel olmaz.
Eti Yenen Hayvanların Yenmeyen Organlarıdır.
Temiz ve helâl olan hayvanların, yedi şeyini yemek haramdır.
Cenâb-ı Hak, rızık olarak yarattığı bazı şeylere kayıt ve yasaklamalar da getirmiştir. Bunların mahiyetini açıklamak aklen mümkün olsun veya olmasın, konulan yasaklamaya riayet etmek kul olmamızın ayrılmaz bir parçasıdır. İşi nefis ve heveslerine göre değil, şer’i ölçülere göre tahsil etmemiz gerekir.
Bu yönü dikkate alacak ve kesilen hayvanların yenilemeyecek taraflarını araştıracak olursak şu yedi şeyin yenilmeyeceğini öğrenmiş oluruz:
1.Hayvan kesildiği zaman akan kan.
2. Erkek hayvanın cinsi organı
3.Erkek hayvanın yumurtaları.
4.Dişi hayvanın cinsel organı.
5.İdrar kesesi.
6.Öd.
7.Beze denilen yumru.
Yine Kurban Üzerine
Kurban da bir ibâdettir. Hem de vacip olan ibâdet..
Öyle ise her ibâdet gibi onun da kendine göre usûl ve kaideleri vardır. Usûlüne uygun yapılan ibâdetin makbuliyeti daha kudsî olur.
Bu sebeple kurban ibâdetinin bâzı usûllerine işarete devam edeceğiz
1. Kurban olacak hayvanlar, değerini kaybettirecek sakatlıklardan uzak olmalıdır. Tâ ki, kulların beğenmeyip reddettiği hayvanları Allah’a kabul ettirmeye çalışmak gibi bir duruma düşmeyelim.
Bu itibarla, kurbanlık hayvanın bir gözü tamamen kör olmamalıdır. Dişlerinin yarısından fazlası düşmüş olmamalıdır. Kulakları kökünden kesilmiş bulunmamalıdır. Kulakları kökünden kesilmiş bulunmamalıdır. Boynuzlarının biri veya ikisi kökünden kırılmış olmamalıdır. Kulağı, yahut kuyruğu tamamen, yahut yarısından kesik olmamalıdır. Memelerinin başları kopmuş bulunmamalıdır. Zira bunlardan kurban olmaz.
2.Şaşı olması, topal bulunması, uyuzlu bulunması, yaratılışta boynuzu olmaması veya boynuzun birazı kırık bulunması, kulaklarının delik olması, yâni işaretlenmiş bulunması, dişlerinin az kısmı düşmüş olması, tenasül uzvu buruşmuş olması; kurban olmasına mâni olmaz. Bu sayılan özürler kurbanlığa mâni teşkil etmezler.
3. Kurban olmaya mâni özürler kurban aldıktan sonra meydana gelse, kesecek kimse başka kurban almaya gücü yeten biri ise bu ayıplardan salim yeni bir kurban alması gerekir. Ama gücü yetmeyen biri ise bunu keser. Yenisini alması gerekmez. Nitekim zenginin aldığı kurban ölse yenisini alması lâzımdır. Ama fakire gerekmez. Zira onun için nafileydi. Nafile de ise borçlanma yoktur.
4. Birkaç tane kurban bir arada iken birinin kurbanı diğeri adına kesilse, helâlleşirlerse caiz olur. Helâlleşmezlerse, birbirininki ötekinden etli olduğu iddiasında bulunursa fazla olan etin parası verilerek helâlleşir. Ancak bu para harcanmaz, sadaka olarak verilir.
Kurban Kesmenin Müstehap Olduğu Vakit
Kurban, Bayram Namazından Sonra Kesilmelidir
Berâ b. Âzib radıyallahu anha’den rivayete göre, şöyle demiştir Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: Kurban bayramı günü bize bir hutbe okudu ve şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz bayram namazını kılmadan kurban kesmesin.” Bunun üzerine dayım ayağa kalktı ve dedi ki:
“Bugün etin bol olması sebebiyle insanlar etten bıkıp usanırlar. Ben aileme ev halkına ve komşularıma yedirmek için acele ederek kurbanımı kestim.” Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
“Yeniden Kurban kes!” Buyurdu. “Ey Allah’ın Resulü! Yanımda dişi bir süt oğlağım var iki koyuna bedeldir onu kurban olarak kesebilir miyim?” Efendimiz şöyle buyurdu:
“Evet o hayırlı ve senin için yeterlidir fakat senden sonra hiçbir kimse için yeterli olmayacaktır.”
“Her kim namazdan önce kurbanını kesti ise, onun yerine bir başkasını daha kessin. Kim de namazdan önce kurbanını kesmemişse, şimdi besmele çekip kessin.”
Kurban kesme süresu üç gün ile sınırlama şu delillere dayanır: Hazret-i Ömer, Hazret-i Ali ve
İbn Abbas radıyalalhu anhüm’den nakledilmiştir:
“Kurban kesme günleri üç gündür, ilk gün en faziletlisidir.” Diğer bir rivayette:
“Kurban günleri birinci kurban gününden sonra iki gündür.”
Kurban kesme vakti bayramın 1. gününün bayram namazından sonra başlar, üçüncü gününün akşam namazından önceye kadar devam eder.
Birinci gün efdal olan gündür. Son gün efdal olan gün değildir. Müstehap olan kurbanı üçüncü güne bırakmamaktır. Bu günlerin gecelerinde kesmek mekruhtur. Bu zaman içinde kurbanını kesmeyen onu sadaka olarak verir.
Zengin bir kimse herhangi bir sebepten dolayı bayram günlerinde kurban kesmemişse ne gerekir?
Bu durumda bir kurbanlık koyunun değerini fakirlere tasadduk etmesi gerekir. Ertesi seneye bırakılmaz.
Bir kimse kurban bayramında kesmek niyetiyle aldığı hayvanı kesmeyip kurban günleri geçerse ne yapar?
Kişi zengin ise dilerse aynını, yani o hayvanı, dilerse kıymetini, fakir ise aynını tasadduk eder.
Bir kimse aldığı bir hayvanı bayram günlerinde kurban olarak kesmeyi adaşa, fakat bayram günlerinde kesmezse ne yapması gerekir?
Bu durumda sahibi zengin olsun, fakir olsun, o hayvanı fakirlere tasadduk etmesi gerekir.
Kurbanı Allah İçin Kesmek
Her şeyden önce şu hakikat bilinmelidir ki, ibadetler Allah em¬rettiği için yapılır. Allah’ın emri ile yapılan ibadetlerde de bildiğimiz bilemediğimiz sayısız hikmetler vardır. Allah şu ayette kurban ile neyin hedeflendiğini bildirmektedir:
“Biz her ümmete kurban ibadeti koyduk ki, Allah’ın kendilerine erzak olarak verdiği hayvanlardan keserken Allah’ın adını ansınlar. ”
Kurban ibadeti yerine getirilirken, Allah’ın yüce adının zikredilmesi, yeryüzünde mevcut bütün hayvanların Allah’ın mülkü olup sırf rahmet eseri olarak insanların istifadesine verilmiş olduğunun bilinmesi ve o şuurla bu ibadetin yapılması emredilmektedir.
Allah rızası için kesilen kurban ahirette geçilmesi çok zor olan sırat köprüsünde sahibi için bir binek vazifesi görecektir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir kutlu ifadesinde şöyle buyurmuştur:
“Hayvanın iyi ve güzelini kurbanlık olarak seçin, çünkü sırat köprüsünde size bineklik yapacaktır.”
Kurbanın daha bilemediğimiz birçok hikmetleri vardır. İbadetler her çeşit hikmet ve faydasından önce sırf Allah rızası için yapılmalıdır. Bu itibarla kurban da her türlü ferdi, sosyal faydasıyla birlikte Allah’ın hoşnutluğu ve sırf Allah rızası gaye esas gaye yapılarak yerine getirilmesi gereken bir ibadettir. Kur’an-ı Kerim bunu şu şekilde vurgulamıştır:
“Şunu unutmayın ki, ne onların kurbanlıkların etleri, ne de kanları asla Allah’a ulaşacak değildir. Lâkin O’na ulaşan tek şey, kalplerinizde beslediğiniz takvadır. Allah saygısıdır.”
Kurban Allah’a yaklaşmak maksadıyla ve yalnız O’nun rızasını kazanmak için kesilir. Allah’tan başkası adına hayvan kesmek haramdır ve bu yola tevessül edenleri Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
“Allah’tan başkası nâmına hayvan kesene Allah lanet etsin” şeklindeki ifadeleriyle uyarmıştır.
Kurbanın Geçerli Olması için Niyet Etmek Şart Mıdır ?
Evet, kurbanın geçerli olması için niyet etmek şarttır. Çünkü hayvan ibadet kastıyla da et kastıyla da kesilebilir.
Bir Zatı Karşılamak İçin Kesilen Kurbanın Eti Yenir Mi ?
Allah rızası olmaksızın sırf bir zatın gelişini kutlamak amacıyla besme¬le çekilmiş olsa bile kesilen kurbanın eti yenmez. Ancak o kimseye veya başkalarına ikram etmek niyetiyle kesilirse caizdir ve eti yenir.
Ölü Namına Arafe Günü Kurban Kesilir Mi ?
Burada kurban bayramı günlerinde kesilen kurban kastediliyorsa arafe günü kesilemez. Çünkü bu bir udhiyedir. Udhiye ise yalnız bayram günlerinde kesilir. Ancak sadaka niyetiyle kesilmek isteniyorsa arafe günü de kesilebilir.
Türbelerde, Törenlerde, Açılışlarda Kurban Kesilebilir Mi ?
Mezarları tamamıyla sağlam ve sahih düşüncelerle türbe haline getirilen zevat-i kiramı ziyaret etmenin, onların huzurunda onları şefaatçi yaparak Çenab-ı hakk’a yalvarıp yakarmanın hiçbir mahzuru yoktur. Önceleri bu niyetle türbeleri ziyaret eden insanlar ve özellikle bunlar arasında zengin olanlar, ziyaretleri esnasında kurban kesip, etini fakir-fukaraya dağıtmışlar, sevabını da türbe sahibine bağışlamışlardır. Bir teamül haline gelen, örfe mâl olan bu alışkanlık sonraları su-i istimal edilmeye başlanmış.. Başlanmış ve “Falan zata kurban keseceğim.” gibi düşünceler içine girilmiştir. Fakat bu, akide açısından olabildiğine tehlikeli ve insanı küfre sokacak taşımaktadır. Bazıları bu niyetle türbelere kurban kesenlere “kâfir olur” demektedirler ki, meseleyi böyle ifrat içine sokmaya gerek yoktur.
Zira aslında kesilen her hayvan Allah adına kesilmekte ve kesilirken “Bismillâhi Allah-ü Ekber” denilmektedir. Burada dikkat edilmesi gerekli olan husus, hayvanı boğazlayan kişini niyetidir. Hüküm ona göre verilir.
Meselâ; bir beldeye teşrif eden devlet büyüğü için kurban kesilirken, onun ayak basması tazim edilerek kesiliyorsa, şirke düşme endişesi söz konusudur ve o hayvanın eti yenilmez. Fakat o vesileyle, Allah için kurban kesilirse, onun eti yenir.
Aynı durum, törenler, açılışlar için de geçerlidir. Burada mühim olan kalptir, kalpte bulunan niyettir ve onu da Allah’dan sonra en iyi bilen o şahsın kendisidir türbelerde kesilen kurban için aynı şey geçerlidir.
Bina Yapılırken Kesilen Kurban
Bir binanın temeli atılacağı sırada veya bir hastalıktan şifa bulma maksadı ile kesilen kurbanın helâl olmasında şek ve tereddüt yoktur. Zira bundan maksat, tasadduktur. Şu kadar var ki, kesilecek hayvanın kanının mutlaka temele atılması şart değildir.
Kurbanlık Hayvanlara Yumuşak Davranmak
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hayvanı kesmenin güzel bir biçimde yapılmasını ve bıçağın iyice bilenmesini emir buyurmuştur. Böylece boğazlanacak hayvan rahat bir şekilde can vermiş olur.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bıçağın ağzını bilemeyi ve bıçağın hayvana gösterilmemesini emretti ve,
“Biriniz hayvan boğazlayacağı zaman hemen kesimi çabucak yapsın, “buyurdu.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem boğazlama esnasında hayvana yumuşak davranılmasını da ister.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, birinin koyunu kulaklarından tutarak çektiğini gördü. Bunun üzerine Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ona,
“Hayvanın kulağını bırak, boynundan tut !” buyurdu Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, adamın birini, hayvanın yüzüne ayağını dayamış bir halde bıçağını bilerken gördü. Bu hal üzerine adama şöyle dedi:
“Bu bileme işini daha önce yapman gerekmez miydi ? Hayvanı defalarca mı öldürmek istiyorsun” dedi. Başka bir rivayette: “..hayvanı yere yatırmadan önce bıçağını bileseydin ya!” Kesilecek hayvan kesim yerine yumuşaklıkla sevkedilmeli. Bıçak hayvanın gözünden uzak tutulmalı, tam kesim yapılacağı zaman bıçak ortaya çıkarılmalıdır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, bıçağın hayvanın gözünden uzakta bilenmesini emretmiştir.
Kesimle ilgili emirler arasında, hayvanın şah damarının kesilmesi de vardır.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şeytanın yaptığı gibi yapmayı yasaklamıştı. Şeytanın yapmasından maksat; hayvanı boğazlamak ve şah damarını kesmeden hemen derisini yüzmeye başlamak demektir.” Diğer bir rivayette:
“Onlar hayvanın boğazını birazcık keserler, sonra da şah damarlarını kesmeden ölünceye kadar hayvanı öylece bırakırlardı. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bunu yasakladı.”
Bir sahabi anlatıyor:
“Kasap, kesim yapmak için kapıyı açarak koçun yanına girdi. Koç kasaptan kaçtı, o sırada Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem geldi ve koç yakalandı. Ancak koç, gitmemek için ayaklarıyla diretiyordu. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem koça: “Allah’ın emrine karşı sabırlı ol .’”dedi. kasaba da:
“Sen de ey kasap, hayvanı ölüme sevkederken yumuşak biçimde şevket! ” buyurdu.
İbn Ömer radıyallahu anh, adamın birinin, boğazlamak için bir koçu ayaklarıyla sürüklediğini gördü. Hayvanı sürükleyen adama:
“Yazıklar olsun sana, onu ölüme götürürken güzel bir biçimde götürsen ne olur ! dedi. kasap bıçağını çıkararak,
“Güzel bir şekilde sevketmeme gerek yok, onu şimdi boğazlayacağım!” dedi. İbn Ömer yine:
“Olsun, yine de güzel bir biçimde sevket dedi.
Adamın biri Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e;
“Ey Allah’ın Resulü ! Ben koçu kesiyorum ama merhamet ediyorum !”dedi. Bu söz üzerine Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de:
“Koça merhamet edersen Allah da sana merhamet eder ! “buyurdu
Kurbanı Kendi Elimizle Kesmek
Kurban öncelikle sahibi tarafından kesilmesi menduptur. Eğer gücü yetiyorsa kendisi kesecektir. Çünkü bu Allah’a yakınlıktır. Bunu kendisinin yapması başkasını bunun için görevlendirmesinden daha faziletlidir. Bunun delili şudur:
“Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Harem-i Şerife hediye maksadıyla yüz deve götürmüş, bizzat kendi eliyle altmış kadarını boğazladıktan sonra, elindeki bıçağı Hazret-i Ali’ye vermiş o da ge¬ri kalanını kesmiştir.”
Enes b. Mâlik radıyalalhu anh’dan Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kurban bayramında iki boynuzlu, alaca, iki adet koç kurban ederdi ve kurbanları keseceği zaman “Bismiilâhi Allah-ü Ekber”derdi. And olsun ki, hem O’nun ayağını/sağ dizini kurbanların sağ yanlarına basarak kendi eliyle keserken gördüm.”
Hazret-i. Ebu Musa (radıyallahu anh)’dan rivayet edildiğine göre: “Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kızlarına, kurbanlarını kendi elleriyle kesmelerini, ayağını kurbanın boynuna basmayı, keserken tekbir getirip besmele çekmeyi tenbih etmiştir.”
Bu hadis, kişinin kurbanını kendi eliyle kesmesinin müstehap olduğunu gösterir. Rivayetlerdeki emir vücuba değil, istihbaba hamledilmiştir. Bu rivayet kadınların da kurbanlarını kendilerini kesmesinin caiz olduğunu ifade eder. İmam Malik’ten bunun mekruh olduğunu; İmam-ı Şafiî’de kadının, birisine vekâlet vererek kestirmesini, kesme işine kendisinin mübaşeret etmemesini tavsiye etmiştir. Rivayetler, annelerimizin kurbanlarını Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in kestiği ifade etmektedir. Buhâri’de:
“Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem zevceleri adına bir sığır kesti.” Müslim’de de:
“Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Veda Haccı’nda hanımları için bir sığır kesti.”
En faziletli olan, eğer kesmeyi iyice becerebiliyorsa kişinin kurbanını bizzat kendisinin kesmesidir. Böylelikle Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine uymuş olacaktır. Kadın için sünnet, yerine başkasını tayin etmesidir. Eğer elinden kurban kesmek gelmiyorsa, bir başkasına vekâlet verip, kesilirken yanında hazır bulunmalıdır.
Kurban sahibinin bizzat kurbanının yanında bulunması da sünnet ile amel etmek ve mağfireti istemek için efdaldir. Çünkü kurbanın akacak ilk damlası ile birlikte kurban sahibinin günahları bağışlanır. Bu sevinçli anda kendisi de orada bulunarak ruhî inşirahı kâmil mânâda tatmalıdır
Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Ey Fatima ! Kalk, kurbanının yanında bulun. Şunu iyi bil ki, onun kanından yere düşen ilk damla ile işlemiş olduğun günahların tümü affedilir. Ve kesilmeden önce “Benim namazım, ibadetim, hayatim ve ölümüm alemlerin Rabbi içindir. O’nun ortağı yoktur, bana böyle emrolundu ve ben Müslümanlardanım. “diyerek dua et.” Buyurdu. İmran b. Hüseyin radıyallahu anh:
“Ey Allah’ın Resulü! Bu sevap yalnız senin ‘Ehl-i Beyt’ine mi mahsustur, yoksa tüm Müslümanlar içinde var mı ?”diye sordu. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
“Tüm Müslümanlar içinde vardır, “buyurdu. Kurbanı Müslüman birisinin kesmesi müstehaptır, çünkü Kurban bir yakınlıktır, ibadettir; ona ehil olmayan kimse bu işi üstlenemez. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demektedir: “Kurbanı ancak Müslüman kişi keser.”
Müslüman birisinin kurbanlığı kesmek üzere vekil tayin edilmesi caizdir. Çünkü; “Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Harem-i Şerife hediye maksadıyla yüz deve götürmüş, bizzat kendi eliyle altmış kadarını boğazladıktan sonra…” geri kalan kısmını kesmek üzere Hazret-i Ali’yi vekil tayin etmiştir.
Vekil olan kimsenin kimin adına kurban kestiğini söylemesi gerekmez. Çünkü bu konuda niyet yeterlidir. Şayet adına kurban kestiği kimsenin ismini zikredecek olursa, bu da güzeldir. Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kurban kesince:
“Allah’ım! Sen Muhammed’den, aile halkından ve Muhammed’in ümmetinden kabul buyur, “dedikten sonra, kurbanını kesmiştir.
Elinden gelmezse, başkasına kestirir. “Vekilim ol da kurbanımı kesiver” diyerek ehil bir kimseye havale etmeli ve kendi de başında durmalıdır, demelidir. Kurban sahibi kurbanının başında durur veya vekili tarafından duaları okuması müstehaptır. Dinen Hayvan Nasıl Kesilir?
Yenilmesi dinen helâl ve mubah olan bir hayvanın dinen boğazlama/kesme işlemi ki şekilde yapılır:
1.Boğazın çeneye bitişen tarafı kesilmek suretiyle olur. Koyun, keçi ve sığırın bu şekilde kesilmesi sünnettir.
2.Boğazın göğse gelen kısmından ve hayvanın göğsü üstünden vurularak kesilir. Devenin bu şekilde kesilmesi sünnettir.
Kesilecek hayvan ister kurban niyetiyle, ister bir maksatla kesilsin, etinin dinen helal olması için yukarıdaki kesim şekillerinden biri ile kesilmelidir. Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
“Kesim/boğazlama, iki çene kemiği ile gerdan arasında olur. “buyurmuştur.
Hadis-i Şerifte belirtildiği üzere, hayvanın boynunda bulunan damarları, boğazın çene [Koyun, keçi ve sığır], veya göğüs tarafından [deve] kesmektir.
Bu boğazlama esnasında dört damarı kesmek en iyi olanıdır. Bu damarlar; nefes borusu, yemek borusu ve ikisi de şah damarıdır. Bunlardan üçünü; yemek ve nefes borusu ile başka bir damarı kesmek yeterlidir.
Bu şekilde kesilen hayvan dini usule göre kesilmiş olur.
Kurbanı Kesmeden Önce Yapılacak Vazifeler
Kesime yardımcı olabilecek malzemelerin hazırlanması lâzımdır.
1. Bıçakların bilenmesi, keskinleştirilmesi lâzımdır.
2. Noksan bı¬çak, satır çeşitlerini tamamlanması lâzımdır.
3. Kurban kesilecek yerin tespiti.
4. Çukur kazmak için kazma, kürek ve vb aletleri temin etmeliyiz
5. Kesimden sonra parçaları, et ve sakatatın konacağı kapların tespiti.
6. Kasap ücretinin önceden hazırlanması. Kendisi kesemiyorsa, tecrübeli, mahir, mütedeyyin bir kasap ile önceden anlaşmalı. Kesilen kurbanın etinden, derisinden kasap ücreti verilmez.
7. Dağıtılacak kurban etlerini konacağı naylon torbaların alımı. Gazete kağıdı veya kullanılmış kağıtlara sarmak çirkin ve gayrisıhhi olur.
8. Hayvanın ayaklarını bağlamak için ip, asmak için ip ve çengelin hazırlanması.
9. Kurbanı kesmeye götürürken merhamet ölçülerini elden bırakmamalıyız. Onu bacağından çekerek, itip kakarak, sürükleyerek götürmemeliyiz. Mekruhtur.
10. Hayvanın birini ötekinin gözü önünde kesmemeliyiz.
11. Kesilen ve kesilmekte olan hayvanı, diğer hayvanlara göstermemeliyiz.
12. Bıçağı kurbanlık hayvana göstermemeliyiz. Hele hayvanın yanında bıçak bilemek gafletine düşmemeliyiz.
13. Kurban çok hisli hayvandır. O kadar ki: “Ne güzel şey, ne tatlı şey. Allah yolunda canımı kurban ediyorum diye söylemesi lezzetli zikirlerdendir.”
Vekâlet Verme Şekli
Kurbanını bizzat kesmeyen, kesemeyen, başka bir yere veya hayır kurumuna gönderen kimse kurbanını kesecek veya kestirecek kimseye şöyle vekâlet verir:
“Adak, akika veya vacip kurbanımı kesmeye, kestirmeye seni vekil tayin ettim.”der. karşı tarafta:”Aldım kabul ettim.”der.
Kurbanda Vekalet Olur mu?
Bir kimse kendi adına kurban kesmesi için başkasını vekil tayin edebilir. Vekalet bizzat verilebileceği gibi mektup, telefon, faks, e.-mâil gibi vasıtalarla da verilebilir.
Hayır kurumlarına yapılan kurbanlık bağışında direkt olarak vekalet verilemediği veya dolaylı yollardan verildiği için kurbanın durumu ne olur? Bu şekilde bağış yapmak dinen caiz mi?
Çeşitli vekâlet yolları ile bağış yapma konusunda bir problem olmadığını, vekâletin telefonla, telgrafla, mektupla, faksla, internet yoluyla vb. olabileceğini daha önce ifade etmiştim. Sorunuzdan çıkabilecek bir sonuca daha işaret etmek faydalı olur. Güvenli bir kuruluşa, ilanı sebebiyle hesabına para yatırıp, kurban bağışı için olduğu notunu koydurmak hattâ açılan özel kurban hesabına para yatırmak da vekâlet vermek anlamına gelir. Yani dolaylı dediğiniz yolla da vekâlet caizdir. Çünkü güven duyulan bu organizasyonlar, kurban bağışlarının en iyi şekilde değerlendirildiği, usulüne uygun kesildiği, fakir ve muhtaçlara ulaştırıldığı yönünde âmmeye garanti vermektedirler.
Talebe yurtlarına kurban hibe edilir mi ?
Kurbanı kendi kesmeyip ihtiyaç yerlerine hibe etmek de caizdir. Hatta yarınlarımızın teminatı olan öğrencilerimizin yetiştirildiği yerlere kurban parasını verip de kestirmek uygun olan bir hizmet anlayışı ve kurbanı tümüyle değerlendirme halidir.
Kurbanın Kesilmesi
Kurban Bütün Sünnetlerine Riayet Edilerek Şöyle Kesilir:
1. Kesmeden önce hayvana su vermek müstehaptır.
2. Önce diz boyu çukur kazılır.
3. Kurbanın gözlen tülbent ile bağlanır.
4. Kurbanlık hayvan, kesileceği yere eziyet verilmeden götürülür.
5. Hayvan ayakları ve yüzü kıbleye gelecek şekilde sol tarafına yatırılır.
6. Hayvanın sağ arka ayağı serbest kalmak şartıyla diğer ayakları bağlanır.
7. Boğazı çukurun yanına getirilir.Kıbleye karşı getirilir.
8. Kesenin de kıbleye dönmesi sünnettir.
9. Kurban keserken keskin bıçak kullanılmalıdır.
10. Kurbanı keserken, sol aynı üzerine yatırıp, sağ dizini kurbanın boğazına koymak müstehaptır.
11. Kurban sahibi kurbanının başında durur ve keseni vekil eder.
12. Başkasını vekil ederek kesilen kurbanların başında bulunması halinde, kurban sahibinin öteden “Bismillah” demesi kâfi değildir. Kesecek kimsenin kıbleye doğru yatırdığı kurbanı keserken “Bismillah, Allahü Ekber” demesi gerekir.
13. Kurban sahibi tarafından dua niyetiyle şu ayetler okunur.
“İnni veccehtü vechiye lillezi fatare’s semâvâti ve’l arda hanîfen.”
“Inne salâti ve nusiki ve mahyâye ve memâti lillâhi Rabbi’l âlemine la şerike lehü” ayetini okur. Bu ayetlerden sonra:
“Allah’ım bu Sendendir ve Sanadır.” Bunu söyledikten sonra:
“Allah’ım dostun İbrahim aleyhisselâm’dan kabul ettiğin gibi, benden de kabul buyur:” diyecek olursa, bu da güzeldir. Yani, bu nimet Senden gelmiştir ve ben bu nimet ile Sana yakınlaşmak istiyorum.
Üç kere: “Allah-ü Ekber Allah-ü Ekber la ilahe illallahu vallahu ekber. Allah-u ekber ve lillâhi’1-hamd” diye tekbir alır.
14. Sağ eliyle bıçağı, sol eliyle de hayvanın kafasını tutar.
15. Sonra “Bismillâhi Allah-ü Ekber” denilerek hayvanın boğazına bıçak vurulur.
16. Bıçak aşağıdan yukarıya doğru yürütülür. Nefes borusu, yemek borusu ve şah damarlar kesilerek kan iyice akıtılır.
17. Sığır ve davarlar, hemen çenelerinin altından boğazlanır kesilir. Boğazlarını iki tarafındaki şah damarlarıyla, yem, su bousu ve gırtlakları kesilir.
18. Hayvan kesen kimse “Bismillâhi Allah-ü Ekber”i açıktan okumalıdır. Böyle yapması çok faydalıdır. Hem böylelikle suizanna sebebiyet verilmez.
19. Kesimi yapacak kimsenin elini tutma şartı yoktur.
20. Kesim ânında kurban sahibinin çektiği besmele kâfi gelmez. Kesenin de çekmesi şarttır. Hattâ, kesim ânından önce hep birlikte tekbir getirilir, ancak bu tekbirleri çoğaltıp da hayvan yatırılmış hâlde bekletilerek zahmet uzatılmaz.. Tekbir bitince, kesecek olan kimse Bismillâhi, Allahü Ekber diyerek bıçağı çalar.
21. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, bıçakların bilenerek hayvanlardan gizlenmesini emretmiş ve şu tenbihte bulunmuştur:
“Biriniz hayvanı keseceği zaman, o işi hızlı yapsın.”
“Kestiğiniz zaman da kesmeyi en iyi şekilde yapınız! Her biriniz bıçağını bilesin ve hayvanını rahatlatsın.”
Burada “hayvanı rahatlatmaktan” maksat, bıçağı bileyerek hayvanın boğazına süratle sürüp kesimi çabuk yapmak ve hayvanı okşamak gibi şeylerdir.
22. Hayvanın boğazında yemek borusu, hava borusu ve iki yanda şah daman denilen iki ana damar kesilir. İmam-ı Azam rahmetullahi aleyh’e göre bu dört şeyden üçünü kesilmiş olması gerekir.
23. Koyun, keçi, sığır çene altından, deveyi gerdanından boğazlamak sünnettir. Hayvanın boğazındaki yumru kemik, kesildiği zaman baş tarafında kalmalıdır.
24. Kurban kesilirken “Bismillâhi Allah-ü Ekber” demeliyiz. “Bismillâhirrahmanirrahim” dememeliyiz. Zira tevatür yolu ile gelen sünnet “Bismillâhi Allah-ü Ekber” demektir.
25. Kurban kesilirken oturmayıp, kan tamamen akıncaya kadar hürmeten ayakta beklemek de Sâlihlerin âdetlerindendir.
26. Hayvanı keserken boyun kemiğinin içindeki ak iliği, murdar ilik dedikleri boyun damara varıncaya kadar bıçağı götürmek mekruhtur. O damar canı çıktıktan sonra kesilecektir. Boynunda kesileceği yeri iyi görebilmek için hayvanın başını çekip uzatmak veyahut canı çıkmadan havanın boynunu geriye kırmak, canı çıkmadan başını kesip ayırmak, soğumadan derisini yüzmeye başlamak gibi işlerin hepsi de faydasız, hayvana eziyet olduklarından mekruhtur.
27. Kesimin tam vâki olması için boğazda bulunan dört borunun kesilmesi gerekir. Bunlar: Yemek borusu, hava borusu ile boğazdan gövdeye uzanan iki kan damarıdır. Kesim bunların hepsinin de kesilmesiyle vâki olur. Ancak üçünün kesilmesiyle de ölüm vaki olacağından dini kesim yapılmış olabilir. Bu dört, yahut üç bağı kestikten sonra beklenmeli, boyun gövdeden tepinme bitince ayrılmalıdır. Hayvanın çırpınması bitmeden kafayı gövdeden ayırmak mekruhtur. Kesimi ense tarafından yapmak ise haramdır. Soğumadan soymaya başlamak da mekruhtur. Beklenilmeli, canlılık alameti yok olunca deri yüzülmelidir.
28. Hayvan ruhunu teslim edip çırpınması, depreşmesi son bulmadan, soğumaya başlamadan, başını gövdesinden ayırmak ve yüzmeye başlamak mekruhtur.
29. Hayvan boğazlanırken mutlaka: “Bismillâhi Allah-ü Ekber” demeli. Besmele ve tekbir kasden terk edilecek olsa, hayvanın eti yemlemez. Telaş ve heyecandan unutulmuş olan yenebilir.
30. Besmele ve tekbirin tam hayvanın kesileceği sırada söylenilmesi şarttır. Besmele ve tekbir ile boğazlama arasına başka bir iş veya söz girmemelidir. Besmele ve tekbir yanılmak veya unutulmak sebebiyle terk edilmiş olursa, boğazlanan hayvanın eti yenilir. Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
“Ümmetimden yanılma, unutma ve zorla yaptıklarını sorumluluğu kaldırılmıştır.” buyurmuştur.
31. Besmele ve tekbir çektikten sonra başka bir işle meşgul olmadan hemen kesmeye başlamalıdır.
32. Besmele çektikten sonra bıçağı bilese, kesmeye başlarken tekrar besmele ve tekbir çekmesi lâzımdır. Besmele ve tekbir çektikten sonra hayvan yerinden kalksa, onu yere yatırdığında tekrar besmele ve tekbiri çekmesi lâzımdır.
33. Birkaç hayvanı birbiri peşine kesecek olsa, hepsi için ayrı ayrı besmele ve tekbir çekmesi gerekir.
34. Bir hayvanı kesmek için besmele ve tekbir çekse, sonra onu bırakıp başka birini kesmeye teşebbüs etse, besmele ve tekbir çekmeyi yenilemesi gerekir.
35. Bıçağı değiştirme de besmele ve tekbiri tekrarlamak lâzım değilse de, hayvanı değiştirme de tekrarlamak gerekir.
36. Kurbanımızı kestikten sonra, elimizdeki bıçağı bırakıp, sonra iki rekat namaz kılmalıyız. Dua etmeliyiz. Kestiğimiz kurbanımızı kabul buyurması için Allah’a niyazda bulunmalıyız. Müslümanlardan herhangi bir kimse iki rekat namaz kılarda Allah-ü Teâlâ o kimseye istediğini verir.
37. İki rekat namaz kıldıktan sonra hemen ardından şu duayı okumak müstehaptır:
“Allah’ım! Bu kurban senin [bana] ihsan ettiğin rızıktandır. Zâtı-ı kerîminin rızası için kurban edilmiştir. Habibin Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’den, Halil’in İbrahim aleyhisselâm’dan kabul ettiğin gibi, benden de kabul buyur.” duasını okuyup matlubunu istemeli ve duasının kabul olacağını Fahr-i Alem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz haber vermişlerdir.
38. Kadının kesmesi de caizdir.
39. Hayvan tamamen ölmeden kafa ve ayaklarını koparmak, derisini yüzmeye kalkmak, kıbleden çevirmek veya hayvana azap vermek mekruhtur.
40. Kurbanın fazla olan yerlerini sokağa atmamalıyız. Gömmeliyiz.
Cereyanla/elektirikle hayvan kesmek caiz midir ?
Normal kesilen her hayvan için ayrı besmele çekmek gerekir. Ancak iki veya daha fazla hayvanın üstsüte yatırılıp keskin bir pala ile bir defa besmele çekilip birden boğazlanması caiz olduğuna göre birden fazla hayvanın sıraya dizilip kesici bir aletle otomatikman birden kesilmesi de caiz olabilir. Böyle bir durumda otomatiğin her çalışmasında besmelenin yeniden çekilmesi gerekir. Ancak bu durumda hayvanın canı çıkmadan başı koparılıyor veya hayvan ensesinden kesiliyorsa mekruh olur.
Şoklama ile hayvan kesmek
Şoklama ile hayvan kesilebilir. Yalnız bir hususa dikkat etmek gerekir; şoklama veya bayıltma kesim anında hayvanın mukavemetini zayıflatıyor fakat hayatına tesir etmiyorsa-, yani hayvan ölmeyip yaşıyorsa, ancak kesildiğinde kanı akıyor ve ölüyorsa, bu şekildeki bir şoklama veya bayıltma ile hayvan kesilebilir. Eğer hayvan, henüz kesilmeden, şokun etkisiyle ölürse; o, kurban olamayacağı gibi, eti de yenmez.
Kurban keserken en çok dikkat edilecek husus, hayvana işkence yapmadan, en az acıyla kesmektir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in bu hususta ikazları vardır. Nitekim bir defasında Hazret-i Ömer radıyallahu anh, keseceği kurbanı sürükleyerek götüren birini görünce ikazını şöyle yapmıştır:
“kurbana eziyet etmeden götür, işkence yapmadan yatır, kesim işini bir anda bitir! Bu açıdan bakılınca, şokla kesim acıyı en aza indiren kesim olarak görülebilir. Şokla kesilecek kurbanlarda dikkat edilecek en mühim nokta şudur:
Ölüm ne ile olmaktadır? Şokla mı, yoksa şokun hemen arkasından yapılan kesimle mi?
Şayet verilen şokla hayvan ölüyor, kesim sonra oluyorsa elbette bu et yenmez. Çünkü ölüm kesimle değil şokla oldu. Eğer şokla sakinleştirilen hayvan hemen kesilmiş, ölüm bu kesimle gerçekleşmişse bundan şüphe etmeye gerek yoktur, ölüm kesimle gerçekleşmiş, şart yerine gelmiştir. Bu konuda Diyanet’in fetvası da vardır.
151
Kurbanla İlgili Mekruhlar
1. Kesimi bıçaktan başka bir şeyle yapmak.
2. Kör bıçakla kesmek.
3. Hayvanı kesileceği yere bacağından sürükleyerek ve itip kakarak götürmek.
4. İlk bıçak sürtüşte murdar iliğe kadar kesmek.. (Bu ilik kesilince hayvan felç olur, cırpınmaz. Bu sebeple icap eden necis kanıtam olarak dışarı atılmamış olur.)
5. Kıbleye çevirmeyi ihmâl etmek.
6. Bıçakları hayvan yatırdıktan sonra bilemek
7. Hayvanın birini ötekinin gözü önünde kesmek
8. Kesilen hayvanı soğumadan yüzmek
9. Hayvanı kestikten sonra, soğumadan önce murdar iliği kesmek
10. Boynun ön kısmından -boğazından- kesmek müstehap, arka kısmından -ensesinden kesmek mekruhtur.
Kurbanın Derisini Yüzmek
Ebu Said el-Hudri radıyalalhu anh’dan rivayet edildiğine göre: Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, bir koyunun derisini yüzmekte olan bir adamın yanından geçti. Bu arada Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem adama:
“Biraz çekil, sana koyunun nasıl yüzüldüğünü göstereyim,”buyurdu. Sonra, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem elini deri ile et arasına öyle soktu ki kolu koltuk altına kadar derinin altında kayboldu ve: “Yâ adam, deriyi böyle yüz” buyurdu. Sonra geçip gitti ve abdest almadan [yâni yenilemeden] cemâate namaz kıldırdı.”
Hadis; Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmetine ne derece şefkatli ve nasıl bir tevazu sahibi olduğunu gösterir. Öyle ki bir hayvan derisinin nasıl soyulacağını/yüzüleceğini bile ümmetine göstermiş ve bizzat deriyi soyma tevâzuunu göstermiştir.
Çiğ et ellemekle abdest bozulmaz. Nitekim Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem koyunun derisinin bir kısmını bizzat mübarek eliyle soymuş ve bundan sonra abdest tazelemeden gidip cemaate namaz kıldırmıştır.
Kurban Derisini Satmamak
Kurban kesilmeden önce yünü kırkılmaz, onlardan faydalanılamaz. Yine kurban olacak hayvanın sütünden istifade edilemez.
Kurbanın derisinin, yağının, etinin, ayaklarının, başının, yününün, tiftiğinin, tüyünün, kesildikten sonra sağılan sütünün satılması haramdır. Bu ister vacip kurban olsun, ister tatavvu kurban olsun fark etmez. Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: derilerinin de paylaştırılmalarını emretmiş, satılmalarını yasaklayarak şöyle buyurmuştur:
“Kim kurban derisini satarsa, o, kurban kesmemiş olur.”
İbn Hacer el-Heytemi bu hadis-i şerif hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Kişi bu hareketiyle önemli bir adeti kökünden yok etmiştir. Bunun doğru olduğu şu yoldan da anlaşılır. Meselâ, o hayvanı kurban kesmekle kendi mülkiyetinden çıkanp yoksulların hakkı yapmıştır. Bundan sonra deriye satarsa, yoksulun hakkını gasbetmiş olur. Hattâ kasap ücreti olarak deriyi vermek de satmak gibidir.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in Hazret-i Ali radıyallahu anh’a ya hitaben kurbanlığın etini, derisini, yularını ve çulunu fakirlere tasadduk etmesini emrettiği bilinmektedir. Aynı şekilde kasaba ve hayvanı kesen kimseye derisini yahut her hangi bir parçayı kesme ücreti olarak vermek de caiz değildir. Çünkü Hazret-i Ali radıyallahu anh’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem boğazlandıkları zaman develerin başında durmamı, derilerini ve sırtlarındaki çullarını paylaştırmamı, onlardan kasaba herhangi bir şey vermememi emretti ve bana: “kasaba ücretini biz kendimiz veririz.” dedi.
Şayet fakirliği dolayısıyla veya hediye olmak üzere, kasaba kurbandan herhangi bir şey verecek olursa bunun bir mahzuru yoktur. Çünkü o da başkası gibi ondan alma hakkına sahiptir. Hattâ öncelikle buna lâyıktır. Çünkü o, bu kurbanı kesmiştir ve canı onu çekmiş olabilir.
Kurban kesen kişi kurbanının derisini ev eşyası olarak kullanabilir, yararlanabilir. Kurbanın derisi ile, kalıcı olan ve aynı ile yararlanacağı şeyleri/yani demirbaş eşya alma hakkı vardır. Yani kurbanın derisiyle işine yarayacak başka şeyleri değiştirmesi mümkündür. Çünkü alınan şey verilen maddenin hükmünü alır. Bu şekilde mallar ile değiş tokuş yapmak bir çeşit yararlanmadır. Bu parayı dayanabilme özelliği olmayan et, ekmek, yenilecek ve içilecek gibi tüketim maddeleri satın alması caiz değildir. Yani deri, para veya tüketilen maddeler karşılığında satması caiz olmaz.
Kurbanın derisi, sahibi tarafından kullanılamaz, fakirlere de verilemez ise, daha hayırlı hizmetlere muvafık olması için cemiyet hizmetindeki müesseselere verilebilir. Yalnız bu müesseselerin iman açısından memleket ve millete hizmet etmeyi gaye edinmeleri ve ellerine geçirdikleri paraları kötü yollarda kullanmamaları lâzımdır. Aksi halde verenler de onların günahlarına ortak olurlar.
Hanefi fukahasi: “Kurban kesen kimse, kurban derilerini ya tasadduk etmek veya kendileri ev eşyası olarak kullanmak durumundadırlar. Eğer kurban derisini satarsa, bedelini fakir fukaraya tasadduk etmek borcundadır.
Bu parayı aile halkının ihtiyaçları için harcamak da caiz değildir. Fakat fukaranın ihtiyaçların karşılamak için harcamak kerahetle caizdir.
Hazret-i İbn Ömer radıyallahu anh de; kurban derisini satıp parasını fakirlere vermenin caiz olduğunu söylermiş.
Kurbanın Eti
Kurban bayramında kesilen kurbanın etinden sahibi yiyebilir. Kurban sahibi de bayram gününde diğer insanlar gibi Allah’ın misafiridir, o da Allah’ın ziyafetinden istifade edebilir.
Kesilen kurbanın eti üçe ayrılır. Bir kısmı ev halkı için ayrılır, üçte biri akraba ve komşulara dağıtılır. Geriye kalan üçte biri de fakir ve muhtaçlara verilir, kurbanın etinin bu şekilde taksim edilmesi mendup/güzel bir davranıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şu ayetlerde böyle bir taksim yapılabileceği bildirilmiştir:
“Siz de onların[kesilen kurbanların) etinden hem kendiniz yiyin, hem de yoksula ve fakire yedirin."
"Biz kurbanlık büyükbaş hayvanları da sizin hakkınızda Allah'ın dininin şeârinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Onlar boğazlanmak üzere saf halinde dururken, onları kestiğiniz zaman Allah'ın adını anın. Yanı üstü yere yıkılınca da onlardan hem siz yiyin, hem kanaat gösterip istemeyene, hem isteyen fakire yedirin. İşte böylece onları size amade kıldık ki şükredesiniz."
Aynı zamanda Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kesilen kurbandan hem sahibinin yemesini hem de başkalarına yedirmesini teşvik etmiştir. Kurbanın etinden dağıtılan kısmın üçte birden az olması mendup yani güzel bir davranıştır. Bütün bunlarla birlikte, eğer kurban kesen kimse ailesi kalabalık ve imkanı geniş biri değilse, bu durumda kurbanın hepsini kendi evinde bırakması daha uygun olur. Çünkü kendisinin ve ailesinin ihtiyacı, diğer insanların ihtiyaçlarından önce gelir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu konuya dikkati çekerek, ihtiyaç sahibinin ilk önce kendisinden ve ailesinden başlaması gerektiğini bildirmiştir.
Kurbanın etinden yemek müstehaptır. Başkalarına yedirmek de müstehaptır.
Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselam kurban ettiği her deveden bir parça etin alınmasını emretti. (Toplanan) etler bir çömleğe konulup pişirildi. Sonra Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselam ve beraberindekiler etten yediler ve et suyundan içtiler."
Bayramların, birlik ve beraberlik, hediyeleşme, yardımlaşma, ikram etme, ilâhi nimetlerden faydalanma ve Allah'ı zikretme günleri olduğunu:
Kâinatın Efendisi sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bir kutlu ifadesinde şöyle buyurmuştur:
"Hepinizin istifade edebilmesi için, kurban etlerini üç günden fazla yemenizi yasaklamıştık. Artık Allah size bolluk ihsan etti. Şimdi, kurban etlerini istediğiniz kadar yiyiniz, kendiniz için ayırınız ve dağıtarak sevabını Allah'dan bekleyiniz. Şunu iyi bilin ki, bu bayram günleri; yeme, içme ve Allah azze ve celle'yi zikretme günleridir." Efdâl olanı ise, üçte birini tasadduk eylemek, üçte birini akraba ve yakın dostlarına ziyafet çekmek, üçte birisini de ailesi için bırakmaktır.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem de:
"O, üçte birini aile halkına yedirir, üçte birini yoksul olan komşularına yedirir, geri kalan üçte birini de tasadduk ederdi.."
Kurban etini zengin de, fakir de yiyebilir. Cenâb-ı Hak:
"Onlardan yiyin ve eli dar olana ve fakirlere ondan yedirin."
"Etinden yiyin ve ondan dilenen, dilenmeyen yoksullara yedirin."
Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
"Yiyiniz, saklayınız, tasadduk ediniz."
"Yiyiniz, yediriniz ve saklayınız."
"Kurbanlık etlerinizi satmayınız." buyurmaktadır.
Kurban kesen zat, onun etinden dilediği kimseye verebilir. İster zengin, ister Müslüman, isterse zımmi olsun fark etmez.
Keza bir kimsenin, kestiği kurbanının tamamını nefsi için bırakması da caizdir. Bir kimsenin, kestiği kurbanın tamamını tasadduk etmesi de caizdir.
Kurban etinin, kesimin yapıldığı bölgede dağıtılması teşvik edilirse de daha fazla ihtiyaç sahiplerinin bulunması halinde başka yerleşim birimlerine gönderilebilir, nakledilir.
"Kurban kesenler, kurban etini gönderecekleri kimselerden üstün olduklarını ve daha büyük fazilet taşıdıklarını düşünmemelidirler. Bilâkis onlara teşekkür etmelidirler. Fakirler bu yardımı kabullenmekle onların üzerinden belâların kalkmasını sağlamışlardır."
Bir hisse kurbanı sadaka olarak veren en önce tasadduk ettiği kurbanı sevindirir. Sonra tasadduk ettiği kişiyi sevindirir. O yuvada yasayan yavruları sevindirir. Umulur ki bu kadar kişiyi sevindiren insani da Allah sevindirir. Bir beldede kesilen kurban o yer üzerine gelecek belâ ve musibetlere kalkan olur. Cenâb-ı Allah İsmail'ler ile kurban olacak hayvanlar arasında insanoğlunu serbest bırakmıştır. Hayvanlarını kurban edenler İsmail'lerini kurtarmıştır.
Bir kurban kesilmesinin sevabından kestiren kadar kesen de hissedar olur. Kurbanlık hayvani besleyen, alan, satan hissedar olur. Etini pişiren, pişirileni yiyen de hissedar olur. Yemekten sonra söylenen Elhamdülillah bütün hissedarların hanesine yazılır. Kurban etini gayr-i Müslimlere dağıtmanın hükmü nedir? Bazı yardım kuruluşları bunu yapıyorlar. Biz de Türkiye dışında yaşıyoruz ve Müslümanların gayr-i Müslimlerle kanşık olduğu bir yerdeyiz. Kestiğimiz kurban etinden onlara da verebilir miyiz?
Gerek Müslüman bir ülkede yaşansın gerek böyle olmayan bir coğrafyada, gayr-i Müslim komşulara kurban eti verilmesinde bir sakınca olmadığı gibi, bu gibi yardımlar komşuluğun icaplarından sayılmıştır.
Hayır kurumları, kurbanın etlerini soğuk depolarda bekletip 6 ay sonra, 9 ay sonra fakirlere verebilir mi? Bunun hemen kullanılmasına ilişkin herhangi bir hüküm var mı?
Hayır. Kurban ibadeti kurbanı kesmekle tamamlanmış olur. Etinin kullanılması, tamamlayıcı unsurlardandır. Ana unsur değildir. Hayır kurumlarında bu etlerin dondurulmak suretiyle, yıl boyunca kullanılması hususunda herhangi bir mahsur yoktur.
Ama esas Hz. Peygamber'in sünnetine uygun olan, kesilen kurbanın etinin hemen dağıtılmasıdır.
Bazı hayır kurumları, kurban bağışlarını kurban kesmeyerek başka hayır işlerinde kullanıyorlar. Bu durum dinen caiz mi?
Kurban ibadeti, kurban kesme ibadetidir. Onun başka bir ibadet ile yer değiştirmesi mümkün değildir. Kurban ibadeti, her halükarda kurbanın kesilmesini gerektiren bir ibadettir. Kesilen kurbanın malzemesi satılarak parası hayır işlerinde kullanılabilir. Ama ben hayvanı kestirmeyeceğim sadece parasını kullanacağım dendiği zaman o ibadetin adı sadakadır, kurban ibadeti değildir.
Etinin Tamamının Tasadduk Edilmesi Gereken
Kurbanlar Hangileridir ?
Etinin tamamının tasadduk edilmesi gereken kurbanlar şunlardır:
1. Adak olan kurban
2. Bayram günlerinde kesilmeyen kurban
3. Ölünün vasiyeti üzerine kesilen kurban
4. Ortaklardan birinin kazaya niyet ettiği kurban
5. Kurbanın doğurduğu yavru.
Kurban Kesildikten Sonra Çevre Temizliği
Temizlik sadece vücut, elbise ve evlerin iç temizliğinden ibaret değildir. Dinimizde temizliğin alanı çok daha geniştir.
Çevre temizliği yalnız kendimizi değil, başkalarını da ilgilendiren bir konudur. Çevreyi kirletmek, başkalarını rahatsız etmek, diğer insanlara zarar vermek demektir. Halbuki Müslüman başkalarına zarar vermeyen, hiçbir canlıyı incitmeyen insandır.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: "Avlularınızı temizleyiniz" buyurarak evlerin çevresinin de temizlenmesi gerektiğini bildirmiştir.
Temiz olan çevreyi pisletmek çok kötü bir iş ve Müslüman'a yakışmayan bir davranıştır. Bir gün Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
"Lanete uğramışlardan olmaktan sakının, "buyurur. Bunun üzerine sahabiler: "Bunlar kimdir, ya Resûlullah?"diye sorunca, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
"Halkın gelip geçtiği yolu ve gölgelendikleri yerleri kirletenlerdir." buyurur.
İnsanların gelip geçtiği yolları, oturup kalktıkları ve dinlendikleri yerleri kirleterek başkalarının rahatsız edilmesi İslâm Ahlâkı ile bağdaşmaz. Müslüman diğer insanları rahatsız eden davranışlarda bulunmaz.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, yerlere tükürmeye bile izin vermezken, bir Müslüman nasıl olur da çevreyi kirleterek insanları rahatsız edebilir? Nasıl olur da başkalarını zarar görmesine sebep olacak davranışlarda bulunabilir?
Kurban kesiminde en önemli hususlardan birisi çevrede görüntü kirliliğine sebep vermemektir. Özellikle son yıllarda insanların inancından kaynaklanan bir ibadete saldırmak isteyenler/saldıranlar açıktan açığa söylemese de hayvan sevgisiyle veya çevre kirliliğine sebebiyet verdiğinden dolayı sık sık eleştirilirde bulunmaktadırlar. Bu tür saldırılara fırsat vermemek için kurban kesen kimselerin, kestikleri yerin temizliğini yapmaları veya şehirlerde belediyeler tarafından hazırlanan yerlerde kurbanlarını kesmeleri son derece önemlidir. Yöneticilerin de insanların bu ibadetini gönül rahatlığıyla yapacağı ortamı hazırlamaları gerekir.
Kurban kesildikten sonra çevre temizliğinin iyice yapılması gerekir. Hayvanın artan parçalarının toprağa derince gömülmesi ve mümkün olduğu ölçüde dışarıda hiçbir parçasının bırakılmaması gerekir. Bu şekilde bir hareket, kurbanlık hayvana ve kurban ibadetine bir saygının bir gereği olduğu gibi özellikle büyük şehirlerde ve kalabalık yerleşim birimlerinde sağlık kuralları ve çevre temizliği açısından da çok önemlidir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir çok kutlu ifadelerinde çevre temizliğinin önemini vurgulamıştır.
Kurban kesmenin ve etini ihtiyaç sahiplerine dağıtmanın sevabını çevre kirliliği meydana getirerek ve kul haklarını ihlal ederek azaltmamak gerekir.
DİĞER KURBAN TÜRLERİ
Kurban bayramı günlerinde kesilen kurbanın dışında adak, şükür, akika ve hedy gibi kurban türleri vardır.
ADAK KURBANI
Adak kurbanı nedir:
Adak kurbanı, bir kimsenin dinen kesmekle yükümlü olmadığı halde kendisine vacip kıldığı kurbana denir.
Adak kurbanı ne zaman kesilir ?
Adak kurbanı her zaman kesilebilir. Kurban bayramı günlerinde kesilmesi şart değildir. Ancak kişinin isteği yerine geldikten sonra kurban kesmeyi mümkün oldukça geciktirmemelidir.
Kişi adadığı kurbanın etinden yiyebilir mi ?
Kişi adadığı kurbanın etinden yiyemeyeceği gibi, eşi, annesi, babası, dede ve nineleri, çocuk ve torunları da yiyemez. Bunun tamamının yoksullara tasadduk edilmesi gerekir.
Adak kurbanının bağlayıcı olması için gerekli şartlar nelerdir ?
Adak kurbanının bağlayıcı olabilmesi için şartları şunlardır:
1.Adanan kurbanın türü kurban olabilecek hayvanlardan olmalıdır. Bir kimse; "Horoz veya tavuk kurban edeceğim" dese bu bağlayıcı olmaz. Çünkü horoz ve tavuk kurban olabilecek hayvan türünden değildir. Fakat bir tavuk veya horoz etini tasadduk etmeyi adayabilir. Bu durumda adağın türü kan akıtmaktan tasadduka dönüşür.
2. Kurban yalnız Allah rızası için adanmış olmalıdır. Mesela; bir kimse: "Hastam iyileşirse filân türbeye kurban keseceğim" dese bu kurban bağlayıcı olmaz. Çünkü bu tür kurban Allah rızası için adanan bir kurban sayılmaz.
3. Adanan kurban kendisine zaten vacip olan bir kurban olmamalıdır. Örneğin, zengin bir kimsenin kendisine vacip olan kurban kesmeyi adaması gibi.
Adak Kurbanıyla İlgili Çeşitli Meseleler
Belirli bir günde kesilmek üzere adanan kurbanın aynı günde kesilmesi gerekir mi ?
Uygun olan kurbanın belirlenen günde kesilmesidir. Kesilmediği takdirde başka bir gün kaza edilmesi gerekir.
Şarta bağlı olarak kurban kesmeyi adayan kimse, o şartın gerçekleşmesinden evvel kurban kesebilir mi ?
Şarta bağlı olarak kurban kesmeyi adayan kimse, o şartın gerçekleşmesinden evvel kurban kesemez. Şayet keserse, şartın gerçekleşmesinden sonra tekrar kesmesi gerekir.
Bir kimse olmasını istemediği bir iş için kurban kesmeyi adar ve iste¬mediği iş de olursa kurban kesmesi gerekir mi ?
Böyle bir durumda kurban adayan kimse, dilerse kurban keser, dilerse yemin kefaretini öder. Meselâ; bir kimsenin "Yalan söylersem kurban keserim" demesi gibi.
Adak kurbanı kesildikten sonra tamamıyla telef yok olsa kurban yükümlülüğü kalkar mı ?
Evet, bu durumda kurban yükümlülüğü kalkar.
Bir kimse on tane kurban adarsa hepsini kesmesi gerekir mi ?
Evet, sahih olan görüşe göre hepsini kesmesi gerekir, bazı alimlere göre ise, bu durumda iki tane kurban kesmesi yeterlidir.
Adak kurbanının etinin zımmiye verilmesi caiz midir ?
Hayır, adak kurbanının etinin sahih olan görüşe göre zımmiye verilmesi caiz değildir.
Adak kurbanının derisi ne yapılır ?
Adak kurbanının derisi de eti gibi fakirlere verilir.
Bir kimse "Allah için çocuğumu kurban edeceğim" dese ne yapması gerekir ?
İmam Azam ile İmam Muhammed'e göre bu durumda o kimsenin bir koyun ve keçi kesmesi gerekir. İma Ebu Yusuf'a göre bir şey gerekmez.
Bir kimse kendisinin ve aile fertlerinin de yemesi şartıyla kurban adaşa, adadığı kurbandan yiyebilir mi ?
Hayır, bir kimse böyle bir şartla kurban adaşa bile kendisinin ve aile fertlerinin adadığı kurbandan yemesi caiz değildir. Fakat adadığı kurbanı kesmesi gerekir.
Kişi değerini fakirlere vermek şartıyla adak kurbanından bir miktarını kendi çocuklarını yedirebilir mi ?
Hayır, değerini fakirlere verse bile adak kurbanından çocuklarına yediremez. Ancak caiz olamamakla beraber yedirmiş ise, değerini fakirlere vermesi gerekir.
ŞÜKÜR KURBANI
Şükür kurbanı neye denir ?
Şükür kurbanı bir nimet karşılığında kesilen kurbana denir. Örneğin; bir kişinin ev veya araba gibi bir mala sahip olması durumunda keseceği kurbandır.
Sahibi şükür kurbanından yiyebilir mi ?
Evet, şükür kurbanından sahibi ve aile fertleri yiyebileceği gibi fakir olsun olmasın istediği kişilere de verebilir.
Ölmüş kimselere kurban kesilir mi ?
Bir kimse, sevabını ölmüş bir akrabasına veya sevdiği bir kimseye bağışlamak üzere kurban kesebilir. Tıpkı ölen bir insanın ardından onun adına sadaka verildiği, hacc yapıldığı gibi, kurban da kesilebilir. Nitekim Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, ümmetinden kurban kesemeyenler adına kurban kesmiştir.
Ebu Davud, Sünen'inde "Ölen kimsenin ardından kurban kesme" adı altında müstakil bir başlık yaparak şu hadisi rivayet etmiştir:
"Hazret-i Ali radıyallahu anh, birisi Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem için olmak üzere iki tane koç keserdi. Kendisine bunun sebebi sorulduğunda "Allah Resulü bana yaşadığım müddetçe kendisine kurban kesmemi vasiyyet etti. "Asla bunu terk etmem." buyurmuşlardır.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in Hazret-i Ali'ye kendisi için kurban kesmesini vasiyet etmesi, O'nun adına kurban kesilmesini sevdiğine delâlet eder. Bu itibarla imkânı olanların sevgili Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem için her seen en azından bir koyun/koç kesmesi veya bir sığırın yedide bir hissesine ortak olması çok yerinde bir davranış olur. Cenab-ı Allah bizleri Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem için kurban kesmeye muvaffak kılsın ve bunda bizleri ebedlere kadar daim kılsın, rızasına nail eylesin. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'i bizden hoşnut eylesin. Efendimiz'e, âli beytine, ashabına, ezvac-ı tahirata salatu selâm olsun. Amin.
Bir kimse kendi parasıyla aldığı, sbevabını ölmüş yakınına bağışlamak üzere kestiği kurbanın etinden yiyebilir, başkalarına da yedirebilir. Bu niyetle kesilmesi düşünülen bir hayvanın bayram günlerinde kesilmesi de şart değildir. Her zaman kesilebilir. Hatta arafe günü kesilip fakirlere dağıtılması daha isabetli olur. Çünkü kurban bayramı günü zaten fakirlere et dağıtılacaktır. Arafe günü kesilip dağıtılırsa, o günde onların et yemeleri temin edilmiş olur.
Eğer ölen kimse kendisi adına kurban kesilmesini vasiyet etmiş ise bu kurbanın bayram günleri içinde kesilmesi gerekir. Böyle bir kurban etinden kesen kimse yiyemez. Tamamının tasadduk edilmesi gerekir. Ölen şahsın vasiyeti olmaksızın parsından alınarak kurban kesiliyorsa bu kurban da vasiyet üzerine kurban gibidir. Vasiyet veya adak olmasa bile Safiler hariç fakihlerin çoğunluğuna göre sevabı ölüye bağışlanmak üzere onun adına kurban kesilebilir.
Bu şekilde kesilen bir kurbanın Kurban Bayramı'nda kesilen diğer hayvanlardan farkı yoktur.
ÖLÜ NAMINA KURBAN KESİLMESİ
Ölü namına kurban kesmenin hükmü nedir ?
Bir kimse öldükten sonra namına kurban kesilmesini vasiyet etmişse varisin onun namına terekenin üçte birinden kurban kesmesi gerekir. Bu kurbanın etinden ölünün varisleri ile zenginler yiyemezler. Bunun tamamının yoksullara dağıtılması gerekir.
Şayet ölen kimsenin vasiyeti yoksa varisin onan namına kurban kesmesi gerekmez. Ancak bir kimse ölen anne ve babası ya da diğer yakınları adına fakirlere bağışta bulunabileceği gibi kurban da kesebilir. Bu kurban eti fakirlere sadaka olarak verilebileceği gibi, kesen kimse aile fertleri ve zenginlerde yiyebilir.
AKİKA KURBANI
Akika neye denir ?
Akika, lügatta yeni doğan çocuğun başındaki tüyüne, ıstılahta ise, yeni doğmuş bir çocuk için kesilen kurbana denir.
Akika kurbanını hükmü nedir ?
Akika kurbanını kesmek müstehaptır.
Akika kurbanı ne vakit kesilir ?
Akika kurbanı, çocuğun doğduğu günden, erginlik çağına erinceye kadar geçen süre içinde kesilebilir. Fakat yedinci günü kesilmesi daha faziletlidir. Doğumunun yedinci gününde çocuğa ad konur ve saçı kesilir. Sadaka olarak yoksullara kesilen saçın ağırlığı kadar altın veya gümüş vermek müstehaptır.
Akika kurbanının etinden sahibi yiyebilir mi ?
Akika kurbanını etinden sahibi yiyebileceği gibi başkalarına da yedirebilir ve sadaka olarak da dağıtabilir.
AKİKA KURBANI
Yeni doğan bebeğin başındaki ilk saçlarına akîka; bu çocuğun doğumundan yedi gün sonra başındaki tüyleri kısmen veya tamamen traş edip adını koyduktan sonra Allah'u Teâlâ'ya şükür için kesilen kurbana akîka kurbanı denir. Hz. Aişe radıyallahu anh'den şöyle rivayet edilmektedir.
"Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bize erkek çocuklar için iki, kız çocukları için bir koyun "akîka" olarak kurban etmemizi emretti." ().
Yine Hz. Âişe validemizin rivayetine göre, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, torunları Hasan ile Hüseyin'in doğumlarının yedinci günü akika kurbanlarını kesmiş ve adlarını koymuştur.
İslâm'dan önceki câhilî Arap toplumunda sadece erkek çocuklar için kurban* kesilirdi. Kız çocukları için böyle bir merasim söz konusu değildi. İslâm bu değişikliği yaparak kız çocuklarına da değer verilmesini sağlamıştır.
Akîka kurbanında aranan şartlar
Kurban edilecek hayvan tek veya iki gözünden kör olmamalı; dişlerinin ekserisi düşmüş olmamalı; kulakları kesik olmamalı; boynuzlarından biri veya ikisi kökünden kırılmış olmamalı; kulağı veya kuyruğunun yarısından çoğu, memelerinin uçları kesik olmamalı; yahut yaratılıştan kulak ve kuyruğu olmayan bir hayvan olmamalıdır. Akîka kurbanı Hanefi mezhebi¬ne göre mubah ve dolayısıyla menduptur. Diğer üç büyük imâma göre sünnet, Zahiri mezhebine göre ise farzdır.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu kurbanın kesilmesi sırasında bir örf olarak başa kan sürülmesi âdetini yasaklamış, kesilen saçların ağırlığınca alfan veya gümüş tasadduk edilmesini emretmiştir. Akîka kelimesi anne-babaya isyan anlamına geldiği için Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu kurbanın adını "itaat ve ibadet" anlamına gelen "Nesike" kelimesi ile değiştirmiştir.
Bu kurban çocuğun doğduğu günden bâlîğ olacağı güne kadar kesilebilir. Ancak doğumun yedinci gününde kesilmesi daha çok sevap kazanmaya sebeptir. Kesilen kurbanın kemikleri çocuğun sıhhatli olmasına se¬bep olsun niyetiyle kırılmayıp eklem yerlerinden sıyrılır ve öylece pişirilir. Sonra bu kemikler bir yere gömülür. Akîka kurbanının etinden bunu tasadduk eden kimsenin yiyebileceği gibi ev halkı da bu etten istifâde eder. Bir kısmı da ihtiyaç sahiplerine dağıtılır.
HEDY KURBANI
Yüce Allah'ın rahmetine yaklaşmak veya hac fiillerinde meydana gelebilecek bir kusura kefaret olmak için Harem bölgesinde kesilmek üzere götürülen veya kendisi veya parası gönderilen kurbana "Hedy" denir.
Temettü haccı ile kıran haccından dolayı hedy (Harem bölgesinde kurban kesmek] vaciptir. Bunun koyun cinsinden olması da yeterlidir. Bu kurbanlar, Bayramın birinci, ikinci ve üçüncü günlerinde kesilebilir. Fakat birinci günde kesilmesi daha faziletlidir. Bu, bir şükür kurbanı olduğundan, bunun etinden sahibi de yiyebilir. Geri kalanını Mekke fakirlerine dağıtmakta fazilet vardır.
Hedy ne demektir?
Hacla ilgili olarak Mekke’yi çevreleyen Harem Bölgesi’nde kesilen kurbana denir.
Vacip olan hedy’in başlıcaları hangileridir ?
Vacip olan hedy’in başlıcaları şunlardır :
1. Şükür hedy’i
2. Ceza hedy’i
Ceza hedy ne demektir ?: Temettü veya kıran haccına niyetlenenlerin kesmeleri vacip olan kurbana denir.
Ceza hedy ne demektir ?: Mazeret olmaksızın haccın vaciplerinden birinin terk edilmesinden veya zamanında yapılamamasından veyahut ihram yasaklarından birisinin çiğnenmesinden dolayı vacip olan kurbana denir.
Hedy kurbanı nerede kesilir ?
Hedy kurbanı, Harem bölgesi sınırları içinde kesilir. Ancak şükür hedy’inin Mina’da kesilmesi sünnettir.
Hedy kurbanı ne zaman kesilir ?
Ceza hedy’i her zaman kesilebilir. Şükür hedy’inin ise bayram günle¬rinde kesilmesi vaciptir, imam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed’e göre şükür hedy’inin bayram günlerinde kesilmesi vacip değil, sünnettir.
Kişinin hedy kurbanından yemesi caiz midir ?
Kişinin şükür hedy’inden yemesi caiz, fakat ceza hedy’inden yemesi caiz değildir.
Adak, şükür, ölü, akika ve hedy kurbanlarında kesilecek hayvanlarda aranan şartlar nelerdir ?
Hayvanın cinsi, yaşı ve kusurlu olup olmaması gibi kurbanda aranan şartların tamamı bunlarda da aranır.
ZİLHİCCE AYI ve ZİLHİCCENİN ON GÜNÜNÜN ÜSTÜNLÜĞÜ
Kameri ayların on ikincisi olan Zilhicce ayı, İslâm’ın beş esasından biri olan Hacc ibadetinin yerine getirildiği umûmi af ve bağışlanma ayıdır. İşte bu mübarek ayın birinden onuna kadar olan zaman dilimi “Leyâli-i Aşere” yani on mübarek gecedir. Onuncu gün, Kurban Bayramı’nın ilk günü oluyor.
İşte bu Allah’ın kitabında kendisi ile “Fecre ve On geceye andolsun” diyerek yemin etmiş olduğu on gündür. Bu yüzden bu gün¬lerde tekbiri, tehlili ve Hamdi bol bol yapmak müstehap olmuştur. Nitekim Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Bu günlerde tekbir, tehlil ve hamdetmeyi çoğaltınız.” Bu on günün diğer günlere faziletçe nisbeti, hac ibadeti yapılan mukaddes yerlerin yeryüzünün diğer yerlerine nisbeti gibidir.
Bugünlerin ne kadar bereketli olduğunu Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şu ifadelerle anlatıyor.
“Günlerden hiç biri yoktur ki onlarda yapılan bir iş Zilhicce’nin ilk on gününde yapılan işten daha faziletli ve yüce, Allah’a daha sevgili olsun…”
Allah’ın bazı günleri, ayları diğerlerine üstün kılıp mübarekleştirmesi de bu ‘dilediğini seçer’ olmasındandır. Zilhicce ayının ilk on gününün diğer günlere üstün tutulması da bu seçim ve tercihlerden birisidir. O on gün Allah katında diğer günlerden daha faziletlidir.
İbni Abbâs radıyallahu anhümadan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Başka günlerin hiçbirinde, -zilhiccenin ilk on gününü kastederek- şu günlerde işlenecek amel-i sâlihten, Allah katında, daha sevimli hiçbir amel yoktur. ”
- Allah uğrunda yapılacak cihad da mı üstün değildir, Yâ Resûlallah? dediler.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
“Zilhicce’nin ilk dokuz günü oruç tutana, her günü için bir yıllık oruç sevabı verilir.” buyurarak aslında ömrünü bereketli bir zeminde geçirmek isteyenler için ne kadar paha biçilmez fırsatların olduğuna işaret buyuruyor.
Efendimiz sallalahu aleyhi ve sellem Zilhiccenin dokuz günü, aşure günü ve her ayın ilk pazartesi ve Perşembe günleri olmak üzere üç gün oruç tutardı.”
Hafsa annemiz der ki: “Efendimiz sallalahu aleyhi ve sellem dört şeyi terk etmezdi. Aşure günü orucu, zilhiccenin on günü orucu, her ay üç gün orucu ve sabahın iki rekat sünneti.”
Hadisteki”..on gün orucu..”ifadesinden maksat dokuz gündür. Çünkü onuncu gün Kurban Bayramı’dır. Kurban Bayramı günü oruç tutmak haramdır. Zilhiccenin başında dokuz gün oruç tutmak müstehaptır.
Ebu’d-Derda radıyallahu anh Zilhicce ayının önemini söyle anlatıyor:
“Zilhiccenin ilk 9 günü oruç tutmalı, çok sadaka vermeli, çok dua ve istiğfar etmelidir. Çünkü Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Bu on günün hayır ve bereketinden mahrum kalana yazıklar olsun” buyurdu.
“Zilhicce’nin ilk dokuz günü oruç tutanın, ömrü bereketli olur, malı çoğalır, çocuğu belâlardan korunur, günahları affedilir, iyiliklerine kat kat sevab verilir, ölüm anında ruhunu kolay teslim eder, kabri aydınlanır, Mizan’da sevabı ağır basar ve cennette yüksek derecelere kavuşur.”
Bu kadar mübarek gecelerde, insana daha çok sevaplar kazandıracak şifreli ifadelere de ihtiyaç vardır. Ve Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bize,
“Allah indinde Zilhicce’nin ilk on gününde yapılan amellerden daha kıymetlisi yoktur. Bugünlerde teşbihi (Sübhanallah), tahmidi (Elhamdülillah); tehlili (La ilahe illallah); ve tekbiri (tekbir ise Allahü Ekber demektir.) çok söyleyin.,!” ifadeleriyle bu şifreleri bize öğretiyor.
Arafe Gününün Önemi
Zilhicce’nin ilk on gecesinde yapılan her bir amel için, yedi yüz misli sevap verilirken, buna rağmen bu on günün hayrından mahrum olan kimselerin neler kaybettiklerinin izahı elbette ki zordur. Bu on günün özellikle dokuzuncu/arafe gününe dikkat çeken İslâm alimleri bu günün oruçla geçirilmesi üzerinde ısrarla durmuşlardır. Bu ısrara gerekçe olarak da onda olan ve saymakla bitmeyecek kadar olan çok hayrı göstermişlerdir.
Arafe, bizde günümüzde zann olunduğu gibi herhangi bir günden önce gelen gün anlamına olmadığı gibi özellikle Kurban Bayramı’ndan önceki güne, bayramdan önce geldiği için “Arafe” denmemiştir. “Arafe Günü” Arafat’ta hacıların durma gününe has dini bir isim olup hiçbir güne bu isim verilemez.”
Hacı olsun olmasın herkes için, arafe gününden önceki Zilhicce ayının sekiz gününde oruç tutmak menduptur.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah katında Arafe gününden daha faziletli bir gün yoktur. Çünkü Arafe günü Allah-ü Teâlâ dünya semasına iner ve dünya sakinleri ile semâ sakinlerine karşı iftihar eder, övünür. İnsanların cehennem’den en çok çıkarıldığı gün Arafe günüdür.”
“Arafe orucu tutmak sünnettir.”
Arafe, Kurban Bayramından bir önceki gün, hicrî takvime göre Zilhicce ayının 9. günüdür. Başka güne arafe denmez. Ülkemizde Ramazan Bayramının bir önceki gününe de arafe denmiştir.
Bil ki, bu on günde diğer zamanlardan daha çok zikretmek ve arafe gününde, kalan günlerden de fazla zikretmek müstehaptır.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Duaların en hayırlısı, arafe günü duasıdır ve
“La ilahe illallahu vahdehu la şerîke leh, lehül mülkü ve lehül hamdü ve hüve âlâ külli şey’in kadiyr.”
Allah’dan başka ilâh yoktur. O birdir ve ortağı yoktur. Mülk O’nun ve hamd O’nadır. O her şeye muktedirdir” zikri, benim ve benden evvelki peygamberlerin söylediği gibi en hayırlı sözdür.”
İmam-ı Malik şu hadisi rivayet eder: Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
“Günlerin en faziletlisi arafe günüdür. Faziletçe cumaya benzer. O, cuma günü dışında yapılan yetmiş hacdan faziletlidir. Duaların en faziletlisi de arafe günü yapılan duadır. Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediği en faziletli söz de: La ilahe illallah vahdehu la şerike lehu. (Allah birdir, ondan başka ilah yoktur, O’nun ortağı da yoktur) sözüdür.”
Abdullah b. Ömer radıyalalhu anh, arafe günü halktan para isteyen bir dilenci gördü ve ona:
“Ey âciz! Bugün Allah-ü Teâlâ’dan başkasından istenir mi ?dedi.”
Arafe Gün ve Gecesinde Okunacak Dua
Bilindiği üzere mübarek gün ve gecelerimizden biri de bayram gecesi bayram günüdür. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem arafe gecesinde şu duayı okuyana Cenâb-ı Hak istediğini vereceğini beyan buyurmuştur. Dua şudur:
“Sübhânellezi fi’-semâvâti arşuhu. Sübhânellezi fi’l-ardı mevtıuhu. Sübhânellezi fi’l-bahrî sebilühu. Sübhânellezi fi’n-nâri sultânühu. Sübhânellezi fi’1-cenneti rahmetühu. Sübhânellezi fi’1-kubûri kadâuhu. Sübhânellezi fi’1-hevâi rûhuhu. Sübhânellezi rafaa’s-semâe bi-gayri amedin. Sübhânellezi vadaa’1-arda. Sübhânellezi la melce illâ ileyhi.”
Buhari’de geçen bir hadisten öğrendiğimize göre arafe günü şu duayı okuyan, şeytanın tasallutundan kurtulur, kendini muhafaza altına almış olur.
“Allahümme’c’al fî kalbî Nûran ve fî basan Nûran. Allahümme’şrahlî Sadrî ve yessir lî emil.”
“Allah’ım, kalbimi, gözümü, gönlümü nurlu kıl. Allah’ım, kalbime genişlik, işlenme kolaylık ver”
Netice itibarıyla, bu mübarek günleri ve gecelen dolu dolu geçirmemizi, tam bir ibadet ve dua insanı kesilmemiz gerekiyor. Arafe gününü de hiç unutmayalım. Bediüzzaman Hazretleri; “Bizim memlekette eskiden Arafe gününde BİN İHLAS-I ŞERİF okurduk. Ben, şimdi bir gün evvel beş yüz ve Arafe dahi beş yüz okuyabilirim. Kendine güvenen birden okuyabilir.” diyor.
Arafe ve Tevriye Günü Oruç tutmak
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem; “Tevriye yani Zilhicce’nin sekizinci günü oruç tutmak bir senelik küçük günahlara keffârem’r. Arafe yani Zilhicce’nin dokuzuncu günü oruç tutmak da iki seneye keffârettir.”
Ayrıca Ebu Hüreyre radıyallahu anh’den rivayete göre “Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Arafe günü, Arafat’ta oruç tutmayı yasaklamıştır.” Binaenaleyh, hacıların tevriye ve arafe günlerinde oruç tutmaları mekruhtur.
İhramda bulunan hacılara benzemek için kurban kesmek isteyen kimsenin, zilhiccenin birinci gününden kurbanını kesinceye kadar saçından, sakalından ve tırnaklarından bir şey kesmemelidir.
Müslim b. Ammar el-Leysi radıyalalhu anh rivayet etti. Dedi ki: Kurban bayramının önceğizinde hamamda idik. Orada bâzı kimseler kasık kıllarını temizlediler de hamam sahiplerinden biri: “Said b. Müseyyeb bunu mekruh görüyor; yahut yasak ediyor”, dedi. Az sonra Said b. Müseyyeb’e rastlayarak bunu kendisine andım. Said el Müseyyeb rahmetullahi aleyh:
“Be kardeşimin oğlu ! Bu unutulmuş ve terk edilmiş bir hadistir. Bana Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin zevcesi Ümmü Seleme radıyallahu anh rivayet etti. Dedi ki:
“Kimin kesecek kurbanı varsa, zilhicce ayının hilâli girince kurbanını kesinceye kadar saçından ve tırnaklarından hiçbir şey kesmesin.”
Bayramda kurban kesecek kimse, ihramda bulunan hacılara benzemek için, zilhicce ayının birinci gününden kurban kesinceye kadar, saçından, sakalından ve bedeninin hiçbir yerinden ve sair tüylerini kısaltmaz ya da traş etmez, tırnağını kesmez.
İhramda bulunan hacılar kurbanlarını kesmedikçe tıraş olup ihramdan çıkmadıkları gibi, kurbanını kestikten sonra, hacılar gibi, ihramdan çıkar gibi, bedeni temizliğini yapmalı, tıraş olmalı, tırnaklarını kesmelidir. Böyle yapmak müstehaptır. Bundaki hikmet, kurban sahibinin kendisini ihramlı hacılara benzetmesidir.
Mevlâ bizi affede, Bayram o bayram olur
Cürm ü hatalar gide, Bayram o bayram olur
Avlarlı Efe Hazretleri
BAYRAM ADABI
Bayramların Önemi
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem , Medine’ye teşrif ettiklerinde Medine’lilerin eğlenip oynadıkları iki günleri vardı. Efendimiz:
“Bu günler neyin nesidir ?” dedi.
“Biz cahileye devrinde bu günlerde eğlenirdik (Ya Resulallah” dediler. Bunun üzerine Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Şüphesiz, Allah size bu günlerin yerine daha hayırlısını, iyilerini, kurban ve fıtır günlerini (kurban ve ramazan bayramlarını) verdi.” buyurdu.
Bayramlar Cenâb-ı Hakkın rahmet tecellileridir. Affın, hoşgörünün, yardımlaşmanın, gönül almanın, muhabbet, ikram ve ihsan duygularının yaşandığı müstesna günlerdir. Ramazan’da ve Hac’da ibadete yoğunlaşarak, mağfiret ve rızây-ı ilâhiye nail olan müminler, bayramlarda Allah’ın nimetlerinden daha rahat bir şekilde istifade ederler. Bir bakıma bayramlar, meşakkatli dünya imtihanından yüzünün akıyla çıkan müminlerin, cennet nimetlerine kavuşmasını ve orada diğer müminlerle, gönüllerinde haset, kıskançlık, kin gibi hiçbir menfi duygu olmaksızın karşılıklı muhabbet etmelerini temsil eder. Zâten, esas bayram da o gündür. Nitekim Hak dostları:
“Gerçek bayram, yeni elbise giyene değil, Allah’ın azabından emin olanadır.”demişlerdir.
Kurban Bayramı
Kurban Bayramı ıydü’l-edhâ/ıydü’n-nahr, İslâm aleminin 10-13 Zilhiccce günlerinde kutladığı en meşhur dinî bayramdır. Hicri takvimin son ayı olan Zilhicce’nin onunda başlayan ve dört gün devam eden Kurban Bayramı, bu günlerde ‘Kurban’ kesildiği için bu adla anılmıştır. Hac ibadeti, Hicretin 9. yılında Kurban kesilmesi ve Kurban Bayramı namazı, oruç ibadeti ve Ramazan Bayramı gibi hicretin 2. yılında teşri kılınmıştır. Bu bayram Kur’an-ı Kerim’de Saffat (37/83-113) ve Hac sûrelerinde (22/26-28) geçtiği üzere Hazret-i İbrahim aleyhisselâm’ın sünneti olarak tes’îd edile gelmektedir.
“Biz her ümmete kurban ibadeti koyduk ki, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanları keserken O’nun adını ansınlar…” ayeti de kurban kesmenin daha sonra bütün ümmetlere şâmil bir ibadet olduğunu bildirmektedir.
Kurban Bayramı, Mekke’de nazil olan “Biz gerçekten Sana Kevser’i verdik. Sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kes !” emri ilâhisince yalnızca kendisine farz kılınmış olarak kuşluk namazı kılmaya ve kurban kesmeye başlayan Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem tarafından ilk defa, hicretin birinci yılında, Medine’de, Allah’ın emri doğrultusunda kavlî ve fiilî sünnetiyle bütün müminlere bir bayram olarak teşri’ buyrulmuş ve bugünlerde bayram namazı kılmak ve kurban kesmek de vacip kılınmıştır.
Kur’an-ı Kerim’in üzerinde en çok durduğu ve hükümlerini belirlediği bayram olan Kurban bayramı, aynı zamanda ilgili hadislerin bildirdiğine göre senenin en kıymetli günüdür veya hayırda Arefe gününe denktir. Arefe günü ve Kurban Bayramı günleri, esasında İslâm’in kutsi ve semavi kongresi hükmünde olan Hac ibadetinin vakitleridir.
“Kurban ibadetinin dinin delillerinin Kur’an-ı Kerim’de bulunmadığını” iddia etmek ve Allah’ın bu çeşit buyruğunun olmadığını ileri sürmek de mesnetsizdir. Zira Kur’an-ı Kerim’de:
“Ey Muhammed ! Onlara Adem’in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat! İkisi birer kurban sunmuşlardı da birinin ki kabul edilmiş; diğerinin ki ise kabul edilmemişti…” buyrulmuştur.
Ayrıca Hazret-i İbrahim aleyhisselâm’ın oğlu Hazret-i İsmail’in yerine bir koçun Allah tarafından fidye/kurban olarak verildiği açıkça bildirilmektedir.
Nitekim; “Her ümmet için Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerine O’nun adını anarak kurban kesmeyi meşru kıldık. ve
“Bu hayvanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşacaktır. Allah’a ulaşacak olan ancak, sizin O’nun için yaptığınız, gösterişten uzak amel ve ibadettir.” âyetlerinde de izah edildiği gibi bu ibadet büyük bir öneme sahiptir.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Kurban Bayramı’ndan bahseden hadislerinde, bu bayramın ilâhi iradeyle ortaya çıkması şu şekilde ifade edilir:
“Kurban gününü bayram olarak kutlamakla emrolundum. Onu bu ümmet için Allah bayram kılmıştır.”
Bu sebeple her mümin bu bayrama, imkânı nispetinde katılmalıdır. İmkânı olanlar kurban kesecek, olmayanlar da bu neşe ve sürür gününde maddi ve manevi lütuflardan istifadeyle, bayramın hazzına ulaşacaktır. Bunun için, insanın kendisini heder edecek kadar sıkıntıya girmesine gerek yoktur.
Kurban kesemeyen kimse bayram için hazırlanır, temizlenir, namaza giderse, kurban kesme sevabını elde eder. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
“Kurban gününü bayram olarak kutlamakla emr olundum. Onu bu ümmet için Allah bayram kılmıştır.” buyurmuştu. Bir adam kendisine: “Ey Allah’ın Resulü! Emanet olarak verilmiş bir hayvandan başka bir şeye sahip değilsem, onu kesebilir miyim?” diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Hayır, ancak saçını, tırnaklarını kısaltır, bıyıklarından alır, etek tıraşını olursun. Bu da sana Allah yanında bir kurban yerine geçer.” dedi.
Bu kimsenin, kurban kesme hususunda son derece arzulu ve ihlaslı olduğu halde fakirliği yüzünden buna gücü yetmediğini görünce, onun da kurban kesme sevabına erişmesini sağlamak maksadıyla kendisine, kurban kesen kimseler gibi, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, bugün yapılması gerekenler arasında: “Bayram günü saç tıraşı olmak, uzamış olan tırnakları, bıyıkları keserek bedenen temizlenmek, yeni ve temiz giysiler giyinmek…” gibi şeyleri saymış, bayramın hürmetine uygun bir şekilde görünmenin de manevi kazanç yönünden kurban kesmiş kadar Allah indinde makbul olacağını belirtmiş, bayrama iştirak etmesini tavsiye etmiş ve kendisine böyle hareket etmekle, aynen kurban kesmiş gibi sevaba erişeceğini bildirmiştir,
Peygamberimizin Bayram Adabı
Cenab-ı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, her cuma ve bayram günü adeti veçhile dişlerinden tırnaklarına kadar umumi bir temizlik yapardı. Boy abdesti alarak yıkanır. Yeni elbiseler giyer. Güzel kokular sürünerek bayram namazına giderdi. Giydiği bayramlık elbiseleri kırmızı ve yeşil yollu Yemen kumaşından biçilmiş altlı üstlü iki kat elbisedir.
Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bayram namazına gitmeden önce o gün oruçlu olmadığını, birkaç hurma yemek suretiyle gösterir ve hurma sayısının tek olmasına dikkat ederdi.
“Allah-ü Teâlâ tekdir, tekleri sever” buyurmuştur. Bayram namazlarına gidiş ve dönüş yollarını ayrı ayrı (intihab) ederek, halkın bayramlaşmasını kolaylaştırırdı. Bütün bu tebrikleri neş’e ve sevinç içinde kabul ederdi. Şair Ka’b, bir şiirinde Peygamberimizin bu neş’e ve sevincini;
“Peygamberimiz gülümsedikçe mübarek yüzü şimşek çeker gibi nur saçardı” mısraları ile tasvir etmiştir.
Kurban Bayramında Yapacağımız Vazifeler
Bayramlarda Boy Abdesti Almak Sünnettir.
Bayram günü erken kakıp boy abdesti alalım. Yeni ve temiz elbiselerimizi giyelim.
“Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem fıtır (Ramazan) bayramı günü ve Kurban bayramı günü boy abdesti alırdı.”
“Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Fıtır (Ramazan) bayramı günü Kurban bayramı günü ve arefe günü boy abdesti alırdı. (Ravi demiştir ki) el-Fakih de bugünlerde boy abdesti almayı ev halkına emrederdi.”
1. Bayram gününde yıkanmak, hoş kokular sürünmek, misvak kullanmak, erkeklerin en güzel elbiselerini giymeleri Allah’ın nimetini göstermek ve Allah’a şükretmek için menduptur.
2. Aile fertlerine genişlik sağlamak, gücün yettiği ölçüde adetinden fazla olarak çokça sadaka vermek, böylece fakirleri istemeğe muhtaç etmemek için, çevremizde bulunan fakir-fukara ve yetimleri sevindirelim.
3. Karşılaştığı mümin kardeşlerine karşı güler yüz ve sevinç göstermek kardeşlik ve sevgi bağlarını kuvvetlendirmek için hayatta bulunan akraba ve dostlarını ziyaret etmek.
4. Kurban bayramında namazdan önce bir şey yemeyelim. Kurbanımız varsa ilk olarak kurban etinden yiyelim.
5. Hanefi mezhebine göre kişinin sabah namazını kendi mahallesinin mescidinde kılması menduptur.
6. Çocuklarımıza bu güzel günde bayram namazına götürelim. Bunun hazırlığını akşamdan yapalım. “Yarın, ben oğlumla bayram namazına gideceğim” demek suretiyle bu tatlı anı onlara yaşatmaya gayret edelim.
7. Birinci safın faziletine erişebilmek için camiye erken gitmeliyiz.
8. Kadınlar ise, fitne korkusundan ötürü, bayrama süslü olmayan normal elbiseleri ile ve hoş koku sürünmeksizin çıkarlar.
9. Bayramın verdiği sevinç ve mutluluk ile mü’minlerin kalplerinin mesrur, yüzlerinin mütebessim ve nurlu, gözlerinin nuru ilahi ile ışıl ışıl parladığı mübarek bayram günlerinde, boynu bükük, gözleri yaşlı ve kalpleri mahzun olan fakir, yetim ve kimsesizleri unutmayalım. Onlara yardım ellerimizi uzatalım ve kurban etlerinden gönderelim. Sevinç ve mutluluk ifadelerinin satır satır okunduğu bayram günlerinde onlarında sevinmelerini temin edelim.
10. Büyüklerimiz, anne ve babalarımızı ziyaret edip bayramlarını tebrik ederek hayır dualarını alalım. Şayet büyüklerimiz anne ve babalarımız vefat etmişlerse, kabirlerini ziyaret edip Kuran okuyalım ve bağışlamaları için Allah’a dua edelim.
11. Dargınlarımız varsa bayram günlerin fırsat bilerek barışalım.
Bayram Namazları
Bayram namazı, biri Ramazan Bayramı’nda diğeri Kurban bayramı’nda olmak üzere yılda iki defa kılınan iki rekatlık bir namazdır. Hanefi mezhebine göre vaciptir. Hicretin birinci yılı meşru olmuştur. Bayram namazlarının meşru olduğuna delil Kur’an, Sünnet ve İcma’dır.
Kur’an’dan delil: “Rabbin için namaz kıl, kurban kes” Tefsir kaynaklarında meşhur olan görüşe göre, bu ayetteki namazdan kastedilen mânâ Kurban Bayramı Namazı ve Kurban’dır.
Sünnetten delil: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in iki bayram namazını da kıldırdığı tevatür [kuvvetli haber] yolu ile sabittir. Peygamberimizin ilk kıldırdığı bayram namazı, hicretin ikinci yılındaki, Ramazan Bayramı namazıdır. Hazret-i Peygamber aleyhis-selâm bayram namazlarını ezansız ve kametsiz olarak kılardı.
Câbir b. Semure radıyalahu anh’den; demiştir ki: Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte ezansız e kametsiz olarak defalarca bayram namazı kıldım.”
Bütün müslümanlar iki bayram namazını da meşru olduğu konusunda icma [birlik] etmişlerdir.
Hanefi fukahası, Cuma ile bayram namazlarını birbirinden ayırmamış, edası için aynı şartların bulunması gerektiği hususunda ittifak etmiştir. İmam Merginani: “Bayram namazı, üzerine Cuma namazı vacip olan herkese vacip olur” buyurmuştur.
Ömer Nasuhi Bilmen: “Kendilerine Cuma namazı farz olan kimselere -Cuma namazının vücup ve eda şartları dairesinde- Ramazan ve Kurban bayramı namazları vaciptir. Yalnız bayram namazlarında hutbeler, vacip olmak üzere şart değildir. Belki bu namazlardan sonra hutbe okunması bir sünnet-i seniyyedir.”
Ali Fikri Yavuz: “Üzerine Cuma namazı farz olan kimselere bayram namazları da vaciptir. Bayram namazlarının sıhhat şartları aynen Cuma namazının sıhhat şartlarıdır.”
Bayram namazlarına gelince: Kime cuma namazı farz ise; o kimseye bayram namazı kılmak vaciptir. Bayram namazlarından sonra okunan hutbeler sünnettir, cuma hutbesi gibi farz değildir, cuma hutbesi namazdan önce, bayram hutbesi ise namazdan sonra okunur. Bayram namazları hicretin birinci yılında meşru kılınmıştır.
Bayram Namazına Yürüyerek Gitmek Sünnettir “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bayram namazına (mu-sallaya-camiye) yürüyerek çıkar ve yürüyerek dönerlerdi.” “
Bayram namazına yürüyerek gitmek sünnettendir.”
Bayram Günü Bayram Namazına Bir Yoldan
Gitmek ve Başka Bir Yoldan Dönmek Sünnettir.
“Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bayram namazına yürüyerek giderdi ve geldiği yoldan başka, bir yoldan dönerdi.”
Hadis-i şerif, bayram namazına gidip gelişte ayrı ayrı yolları tercih etmesinin müstehab olduğunu göstermektedir. Bundaki hikmet, camiye gidiş-gelişte, yolların ve sakinlerinin şahit olmaları, İslâm’ın şeref ve izzetinin izharı, tabir caizse kafirlere karşı bir gövde gösterisi yapmaktır.
Kurban Bayramında Bayram Namazına Giderken Tekbir Getirmeli
Ramazan Bayramı’nda bayram namazı kılınan camiye giderken gizli olarak, Kurban Bayramı’nda açıktan tekbir getirmek sün¬nettir. Delili, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
“Zikirlerin en hayırlısı gizli olanıdır. Rızıkların en hayırlısı yetecek kadar olanıdır.” hadis-i şerifidir.
Kurban bayramı münasebetiyle namaza giderken duyulacak sesle tekbir getirelim.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
“Bayramlarınızı tekbirlerle süsleyin” buyurmuştur.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Kurban bayramı sabahı, namaz kılınacak yere gelinceye kadar tekbir getirir ve namaz bitinceye kadar devam ederdi. Namaz bitince tekbiri keserdi.
İbn-i Ata rahmetullahi aleyh: “Bayram günü tekbir getirmek sünnettendir.” buyurmuştur.
Tekbirin lafzı:
“Allâh-ü Ekber Allâh-ü Ekber la ilahe illellâhu vallâhu Ekber Allâhu Ekber Allahu Ekber ve lillâhi’l- Hamd”
[Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Allah’dan başka ilâh yoktur. Allah en büyüktür. Allah en büyüktür ve hamd O’na mahsustur.]
Tekbirde aynı zamanda İslâm’ın şiarını göstermek, başkalarına İslam’ın üstünlüğünü hatırlatmak vardır.
Kurban Bayramı Namazı Vakti
Kurban Bayramı namazını vakti girer girmez hemen acele kılmak sünnettir. Çünkü, Kurban bayramında acele edince namazdan sonra kesilecek kurbanlar için vakit genişlemiş olur.
Ramazan Bayramı namazını ilk vaktinden biraz tehir etmek de sünnettir. Ramazan bayramında biraz gecikilirse, fitresini vermemiş bulunanlar, bu arada zaman genişliği bulmuş olurlar.
Hazret-i Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Necran’da bulunan Amr b. Hazm radıyallahu anh’a şöyle yazmıştır:
“Necranlılara kurban bayramı namazını acele kıldır. Ramazan bayramı namazını tehir ederek kıldır ve insanlara öğüt ver. Çünkü böyle yapmakla kurban kesmek ve fıtır sadakasını vermek için genişçe bir vakit kalmış olur.”
Kurban Bayram namazını vakti girer girmez kılmak sünnettir.
Bayram Namazı Nasıl Kılınır ?
İki Rekâtlı Namazın Kılınışı
Niyet: Niyet ettim Allah rızası için vacip olan Kurban Bayramı namazını kılmaya. Uydum hazır olan imama.
Birinci Rekât
Allâh-ü Ekber [İmamla birlikte iftitah Tekbiri]
Sübhâneke’l-lâhümme ve bihamdik. Ve tebârekesmük. Ve teâlâ ceddük. Ve la ilahe ğayrük.
Allâh-ü Ekber [eller kulaklara götürülür yana salıverilir]
Allâh-ü Ekber [eller kulaklara götürülür yana salıverilir]
Allâh-ü Ekber [eller kulaklara götürülür, bağlanır]
Eûzü billahi mineşşeytânirracim [imam gizlice okur]
Bismillâhirrahmânirraahîm [imam gizlice okur]
El-Hamdü lillâhi Rabbi’l – Âlemin. Er-Rahmânirrahim. Mâlik-i yevmiddin. İyyâke na’büdü ve iyyâke nesteîyn. İhdîne’s-sırâta’l -müstekim. Sırâtallezine en’amte Aleyhim. Gayrilmağdûbi aleyhim veleddâllîn. (Amin-İmam açıktan okur.)
Elemtera keyfe feale Rabbüke bieshâbi’l – fil. Elem yec’al keydehüm fî tadlilin ve ersele aleyhim tayran ebâbil. Termîhim bi hıcâretin min sicîl. Fecealehüm keasfin me’kûl. [imam açıktan okur]
Allâh-ü Ekber [rükûya varırken]
Sübhâne Rabbiye’l Azîm [rükûda üç kere]
Semiallâhü limen hamideh [rükûdan kalkarken]
Rabbena lekel hamd [rükûdan doğrulduktan sonra]
Allâh-ü Ekber [secdeye varırken]
Sübhâne Rabbiye’l – A’lâ [secdede üç defa]
Allâh-ü Ekber [otururken]
Allâh-ü Ekber [ikinci secdeye varırken]
Sübhâne Rabbiye’l – A’lâ [secdede üç defa]
Allâh-ü Ekber [secdeden ayağa kalkarken]
İkinci Rekât
Bismillâhirrahmânirraahîm [imam gizlice okur]
El-Hamdü lillâhi Rabbi’l – Âlemin. Er-Rahmânirrahim. Mâlik-i yevmiddin. İyyâke na’büdü ve iyyâke nesteîyn. İhdîne’s-sırâta’l -müştekim. Sırâtallezine en’amte Aleyhim. Gayrilmağdûbi aleyhim veleddâlfih. (Amin, -imam açıktan okur]
İnnâ a’taynâke’l – Kevser. Fesalli li-rabbike venhar. İnne şânieke hüve’l – ebter. [imam açıktan okur]
Allâh-ü Ekber [eller kulaklara götürülür, yana salıverilir]
Allâh-ü Ekber [eller kulaklara götürülür, yana salıverilir]
Allâh-ü Ekber [eller kulaklara götürülür, yana salıverilir.]
Allâh-ü Ekber [eller yanda iken rükû’a varılır.]
Sübhâne Rabbiye’l Azîm [rükûda üç kere]
Semiallâhü ilmen hamideh [rükûdan kalkarken]
Rabbena lekel hamd [rükûdan doğrulduktan sonra]
Allâh-ü Ekber [secdeye varırken]
Sübhâne Rabbiye’l – A’lâ [secdede üç defa]
Allâh-ü Ekber [otururken]
Allâh-ü Ekber [ikinci secdeye varırken]
Sübhâne Rabbiye’l – A’lâ [secdede üç defa]
Allâh-ü Ekber [teşehhüde oturur]
Ettehıyyâtü lillâhi ve’s-salevâtü ve’t tayyibâtü. Esselârnü Aleyke eyyühe’n – nebiyyü. Ve Rahmetullâhi ve berakâtüh. Es-selâmü Aleynâ ve Âlâ ibâdiUâhi’s-sâlihîn. Eşhedü ellâ ilahe illlahlâh, ve eşhedü erme Muhammeden Abdühü ve Rasûlüh.
Allâhümme salli Âlâ Muhammedin ve Âlâ âli Muhammed. Kemâ salleyte âlâ ibrâhime ve âlâ âl-i İbrahim. Inneke hamîdün mecid.
Allâhümme bârîk Âlâ Muhammedin ve Âlâ âli Muhammed. Kemâ bârekte âlâ ibrâhime ve âlâ âl-i İbrâhîrn. Inneke hamîdün mecid.
Allâhümme Rabbena Atina fiddünyâ haseneten ve fi’l – âhirâti haseneten ve kına azâben – nâr. Birahmetike yâ erhamerrâhimin.
Esselârnü Aleyküm ve Rahmetullâh [sağ tarafa selâm verirken]
Esselâmü Aleyküm ve Rahmetullâh [sol tarafa selâm verirken]
Estağfirullah [üç defa]
İmam namazdan sonra hutbe için minbere çıkar, oturmaksızın hutbeye .- “Allâhü Ekber” diye üç defa tekbir getirerek başlar. Cemaat de bu tekbirlere iştirak eder. İmam hutbede Kur’an ve teşrik tekbirleri ile yapılacak ziyaret ve yardımlaşmalar hakkında konuşur. Birinci hutbeden sonra kısaca oturur. İkinci hutbeye yine tekbirle başlayıp sonunda tekbirle iner.
Bayram namazına yetişemeyen kimse, artık onu kaza edemez ve tek başına kılamaz. Dilerse döner gider, dilerse dört rekat nafile namazı kılar.
Teşrik Tekbirleri
“Allâh-ü Ekber Allâh-ü Ekber la ilahe illellâhu vallâhu Ekber Allâhü Ekber Allâhü Ekber ve lillâhi’l- Hamd”
Erkek ve kadınlara Kurban Bayramında namazlardan sonra teşrik tekbirlerini bir kere getirmek vaciptir.
Teşrik günlerinde tekbir getirmenin vacip olduğu ve müddeti konusunda delil: “Allah’ı sayılı günlerde zikredin” ile Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem arafe günü sabah namazından sonra tekbire başlar, teşrik günlerinin sonuncu günü ikindi namazına kadar devam ederdi. Bunu farz namazlardan sonra selâm verince yapardı.” Buna göre yirmi üç vakitte tekbir getirilir.
Yalnız olarak, seferi olarak yahut imamla birlikte farz namaz kılan herkes için farzların peşinden tekbir getirmek vaciptir. Çünkü tekbirler namaza bağlıdır.
Kadınlar dışında herkesin bu tekbiri açıktan alması da sünnettir.
Tekbir cemaatle de yalnız başına da eda edilebilir. Erkekler tekbiri açıktan getirirler. Kadınlar ise tekbiri gizlice getirirler. Teşrik tekbirlerini cemaatle hep birlikte söylemek müstehaptır.
Vitir namazı ve bayram namazları sonunda tekbir getirilmez.
Teşrik Tekbirleri
Hazret-i İbrahim aleyhisselâm’ın sünnetidir
Hazret-i İbrahim aleyhisselâm, Hazret-i İsmail aleyhisselâm’ı kurban etmeye hazırlanırken bir anda “Allâhü Ekber Allâhü Ekber” sadâlarını duyar. Yanı başında Hazret-i Cebrail’in semiz bir koçla kendisine doğru geldiğini görür, hamd ve şükür duyguları içinde “Lâilâhe illallâhu vallâhu ekber”der. Durumu fark eden Hazret-i İsmail aleyhisselâm ise, Cenab-ı Hakk’a karşı olan minnet ve şükranını “Allâhü Ekber ve lillâhi’1-hamd” sözleriyle ifade eder. Getirilen bu teşrik tekbirlerinden sonra Hazret-i İbrahim aleyhisselâm, “Bismillâhi Allâhü Ekber” diyerek koçu kurban eder.
Kurban bayramı günlerinde, Arafe günü sabah namazından, bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar her vakit, namazın farzından sonra teşrik tekbirlerini okumak vacip kabul edilmiştir.
Neden Tekbir Getiriyoruz ?
“Sayılı günlerde Allah’ı zikredin.” Emri ile yapılması istenen zikir; kurban bayramı öncesi 9 Zilhicce Arafe günü sabahtan başlayıp bayramın 4. gününe kadar beş gün süre ile teşrik günlerinde farz namazların akabinde “Allâh-ü Ekber Allâh-ü Ekber la ilahe illellâhu vallâhu Ekber Allâhu Ekber Allahu Ekber ve lillâhi’l- Hamd”[Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Allah’dan başka ilâh yoktur. Allah en büyüktür. Allah en büyüktür ve hamd O’na mahsustur.] şeklindeki tekbir getirmek[teşrik tekbirleri], Hac’da cemerata taş atarken “Bismillahi Allâhu ekber” [Allah’ın adıyla, Allah en büyüktür] demek ve kurban keserken tekbir almaktır.
Bakara suresinin 183-185 âyetlerinde oruçla ilgili hükümler zikredildikten sonra 185. âyetin sonunda:
“..Size doğru yolu gösterdiğimizden dolayı Allah’ı tekbir etmenizi ister.” Hac suresinin 36-37 âyetlerinde kurbanla ilgili hükümler zikredilmiş, 37. âyetin sonunda:
“…kurbanlıkları bu şekilde size boyun eğdirdi ta ki size doğru yolu gösterdiği için Allah’ı tekbir edesiniz.” buyrulmuştur. Yüce Allah, bu iki âyette bizden verdiği nimetler karşısında “Allâhu Ekber” diyerek kendisini hamd ü sena ile tazim etmemizi istemektedir.
Bakara süresindeki “tekbir” emri ile bayramlarda tekbir getirilmesinin kastı da söz konusudur. İbn Abbas; “Şevval hilâlini gördükleri zaman tekbir getirmek Müslümanların üzerine bir haktir.” demiştir. Bu âyete dayanarak İmam Şafiî, İmam Malik, İmam Ahmed b. Hanbel, İmam Ebu Yusuf, İmam Muhammed, bayram namazlarına giderken tekbir getirilmesi içtihadında bulunmuşlardır. Ramazan ve Kurban bayramı namazında birinci rekatta fatihadan önce üç defa, ikinci rekatta zammı sureden sonra üç defa “Allâhu ekber” diyerek tekbir alınır. Bunlara “zevâid tekbirleri” denir. Selâmdan sonra, hutbe içinde ve hutbe sonrasında; “Allâh-ü Ekber Allâh-ü Ekber la ilahe illellâhu vallâhu Ekber Allâhu Ekber Allahu Ekber ve lillâhi’l-Hamd” denilerek tekbir alınır. Bu tekbirlerin dayanağı bu âyettir.
Kurban bayramının bir gün öncesi olan Arafe günü sabah namazından bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar 23 vakit farz namazların selamından sonra bir defa “Allâhü Ekber Allâh-ü Ekber la ilahe illellâhu vallâhu Ekber Allâhu Ekber Allahu Ekber ve lillâhi’l- Hamd” tekbir alınır ki buna “Teşrik tekbirleri” denir.
Bakara süresindeki “tekbir” emri, “bayram namazı kılınız”, Hac süresindeki “tekbir” emri ise, “hayvanları keserken tekbir getirin” anlamına da gelebilir. Bunu En’am suresinin;
“O halde Allah’ın âyetlerine inanıyorsanız kesilirken üzerine O’nun adı anılan hayvanların etinden yeyin.” ayeti ile;
“Kesilirken üzerine Allah’ın adı anılmayan hayvanların etlerinden yemeyin. Çünkü onu yemek yoldan çıkmaktır.” ayeti teyid eder.
Eti yenen hayvanlar kesilirken “Bismillâhi Allâhu ekber” [Allah’ın adıyla, Allah en büyüktür] denir. “Allâhu ekber” [Allah en büyüktür] sözü aynı zamanda Allah’ı zikirdir. Tekbir getiren kimse “Allah’ı çok zikredin” emrini de yerine getirmiş olur.
Kurban Bayramının 1. Gününün Önemi
Allah’ın bazı günleri, ayları diğerlerine üstün kılıp mübarekleştirmesi de bu ‘dilediğini seçer’ olmasındandır. Allah katında günlerin en hayırlısı kurban kesme günüdür.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Şânı yüce olan Allah katında günlerin en büyüğü kurban bayramı günüdür. Sonra da karr günüdür.” Diğer bir rivayette:
“Allah katında günlerin en faziletlisi Kurban günüdür.” buyrulmuştur.
Kurban kesilen günlerin en faziletlisi Kurban Bayramı’nın birinci günüdür., sonra “karr günü” denilen Kurban Bayramı’nın ikinci günü gelir. Bu güne “karr günü” denmesinin sebebi o günde halkın Minâ’da karar kılıp istirahata kavuşmasıdır.
Kurban Bayramında Namazdan Sonra Yemek
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Ramazan bayramında bir şey yemeden namaza çıkmaz, Kurban bayramında ise namaz kılıncaya kadar bir şey yemezdi.
“Döndüğü vakit kurbanından yerdi.”
“Döndüğü vakit kurbanının karaciğerinden yerdi.”
Kurban bayramında, kişi ister kurban kessin, ister kesmesin mutlak olarak yemeği tehir etmek menduptur.
Bir kimse kurban bayramında, ilk yediği şeyin kurban eti olması müstehaptır. Bu, Allah’ın bir ziyafetidir.
Kurbanda yemeği namazdan sonraya bırakmanın hikmeti: Kurban kesmeyi meşru kılmak suretiyle Allah-ü zülcelâl kullarına kerametini gösterdiği cihetle, o gün namazdan sonra yapılacak en mühim işi Allah’ın nimetlerine şükür için onun ziyafetinden yemeye başlamak olmuştur.
Bayramlarda Tebrikleşmek
Bayram günü ilk bayramlaşma, bizden istiğfar, dua ve sadaka sevabı bekleyen geçmişlerimizle yapılır. Onlara Fatihalar ve sadaka sevapları ikram edilerek ruhları şad edilir. Hallerinden ibret alınarak, hakiki bayrama hazırlık yapmak gerektiği anlaşılır. Daha sonra akraba, eş ve dost ziyaretleri yapılarak hâl hatır sorulur. Herkes birbiriyle helâlleşir ve dargınlar barışır.
Sevinçli anlarda tebrikleşmek sünnettir. Remli isimli kitapta.-
“Mübarek günlerde Ramazan ve Kurban bayramı günlerinde tebrikleşmek meşrudur.” denilmektedir.
Ömer Nasuhi Bilmen rahmetullahi aleyh: “Büyük İslam İlmihâli” adlı eserinde;
“Ramazan, Kurban bayramı günlerinde, mübarek gün ve gecelerde tebrikleşmek ve dualaşmak sünnettir.” demektedir.
İmam-ı Sehavi rahmetullahi aleyh: “Ayları ve bayramları tebrik etmek insanların adetlerindendir.” buyurmuştur
Bayram günleri bayram tebrikleri için musafaha ederken önce davranan biri diğerine şöyle dua eder:
“Tekabbelellâhü minnâ ve minküm”
“Allah sizden ve bizden kabul buyursun.”
Muhatab olan da buna “amin” demekle karşılık vereceği gibi.
“Gaferallâhü lenâ ve leküm” “Allah bizi de, sizi de mağfiret buyursun” demektir.
Bayram Gecelerini İbadetle Geçirmek Sünnettir
Bayram gecelerinde dua kabul olur. Kabul edilmesi rahmet-i ilahi ile beklenir. Bu yüzden Cum’a gecesi ile Recep ayının ilk cuması ve Şaban ayının ortasında dua etmek müstehap olduğu gibi, bayram gecelerinden duada bulunmak da müstehaptır.
Bu ibadetler zikir, namaz, Kuran okumak, tekbir, teşbih, istiğfar gibi şeylerdir. Bu ibadetler de gecenin son üçte birinde yapılmalıdır. En iyisi bütün bayram gecelerini ibadetle geçirerek ihya etmektir. Çünkü peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
“Her kim Ramazan Bayramı gecesi ile Kurban Bayramı gecelerini Allah’tan ecir bekleyerek ibadetle geçirirse, kalplerin öldüğü günde onun kalbi ölmez.”
“Kim ahiret sevabını umarak, iki bayram gecelerinde Allah’a ibadet ederse, kalplerin öldüğü zamanda onun kalbi ölmez.”
“Şu beş geceyi ihya edenlerin cennete girmeleri vacip olmuştur: Bu gecelerde: Terviye gecesi (Zilhiccenin sekizinci günü), Kurban Bayramı arafe gecesi, Kurban Bayramı gecesi, Ramazan Bayramı gecesi, Saban ayının on beşinci gecesidir.”
“Bayram gecelerini Allah-ü Teâlâ’nın zikri, namaz ve başka ibadetlerle ihya etmek müstehaptır.
Bayram gününde ibadetin diğer günlerdekinden efdal oluşunun sırrı şuradan ileri gelir: “Gaflet vakitlerinde ibadet, diğerlerinden üstündür. Teşrik günleri ise umumiyetle gaflet günleridir. Bu sebeple o günlerde ibadet yapana, diğer günlerde yapana nazaran ziyade bir sevap vardır. Bu tıpkı, insanların çoğunluğu uykuda iken geceleyin kalkıp ibadet yapan kimse gibidir.
Yatsı namazı ile sabah namazlarının cemaatle kılınması da bunun yerini tutar.
Osman b. Affan radıyallahu anh’ den demiştir ki: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yatsı namazını cemaatle kılan kimse o gecenin yansını namaz kılmakla geçirmiş gibidir. Yatsı ve sabah namazlarını cemaatle kılan kimse o gecenin tamamını namaz kılmakla geçirmiş gibi sevap alır.
Bayram Günü Duası
Bayram günlerinde yapılan dua ve iyiliklerin sevabı daha fazladır.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bayram günlerinde şu duayı çok okuyanın kalbinin ölmeyeceğini haber vermiştir. Dua şudur:
“Yâ hayyû, yâ kayyûm, yâ bedîa’s-semavâti ve’1-ardı, yâ ze’l-celâli ve’1-ikrâm.”
“Ey Hayy ve Kayyûm olan Rabbimiz, ey semâvât ve arzın bedî’i, ey celâl ve kerem sahibi. Beni sen koru, sen istikametde dâim eyle. Kötülük ve günahlardan muhafaza et, sırat-ı müstaksimde dâim ve sabit eyle.”
Ramazan ve Kurban Bayramı Günlerinde
Oruç Tutmanın Yasak Olması
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Fıtır günü (Ramazan bayramının ilk günü) ve Kurban Bayramı’nın günü oruç tutulmasını yasakladı.”
“Ramazan Bayramı ise, oruçlardan çıkışınızı ve Müslümanların bayramıdır. Kurban bayramına gelince, kestiğiniz kurbanların etlerinde yiyiniz.”
“Ramazan ve Kurban Bayramı günleri ile teşrik günleri biz Müslümanların bayramıdır. Bunlar yemek içmek günlerimizdir.”
“Teşrik günleri yiyip içme ve namaz günleridir. Binaenaleyh onlarda hiç kimse oruç tutmaz.”
“Teşrik günleri yiyip içme ve Allah Azze ve Celleyi anma günleridir”
“Teşrik günleri yiyip içme ve cima günleridir.”
Bayram günleri Allah’ın kullarına ziyafet günleridir. Ramazan ve Kurban bayramı günleri oruç tutmak haramdır.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem iki günün orucunu yasakladı. Çünkü kurban bayramı günü kurbanlarınızın etlerinden yiyeceğiniz gündür. Ramazan Bayramı ise, oruçlarınıza son verişinizdir.”
Bayram Günlerinde Kabirleri Ziyaret Etmeliyiz
Kabir Ziyaretinde Ahireti Hatırlar
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem önceleri kabir ziyaretini yasaklamıştı. Bunun sebebi cahiliye devrinden yeni çıkan Müslümanların kabir ziyareti sebebiyle bir takım bâtıl inanç ve adetleri hatırlamalarını, hataya düşmelerini önlemekti. İslâm gönüllere yerleşince kabir ziyaretine izin verdi ve bunu “ahireti hatırlatma” hikmetine bağladı.
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kabirleri ziyaret etmek isteyen ziyaret etsin. Çünkü kabir ziyareti bize ahireti hatırlatır.” Diğer bir rivayette:
“Çünkü şüphesiz kabirlerin ziyareti, dünyayı küçümsetir ve ahireti hatırlatır.” buyurarak da bu ziyaretlerden asıl maksadın, ahireti hatırlamak ve o güne hazırlanmaya önem vermek olduğunu açıkça ortaya koymuştur.
Genel olarak kabirleri ziyaret etmek erkekler için müstehap, kadınlar için caizdir. Kadınların kabirleri ziyaret etmesi, bağırıp çağırma, saçını başını yolma ve kabirlere aşırı saygı gibi fitne korkusu olmadığı zaman mümkün ve caizdir. Çünkü Peygamber Efendimiz, çocuğunun kabri başında ağlamakta olan bir kadına sabır tavsiye etmiş, onu ziyaretten alıkoymamıştır.
Diğer yandan Hazret-i Aişe annemiz de kardeşi Abdurrahman b. Ebubekir’in kabrini ziyaret ettiği nakledilmektedir.
Mehmet Emre Hoca Efendi kadınların kabir ziyareti ile ilgili şunları söylemektedir:
Kadınların kabirleri ziyaretlerine gelince, bazı hususlara riayet etme şartı ile buna müsaade olunmuştur:
1.Kalabalık bir günde, erkeklerin arasına karışarak ziyarete gitmemelidir.
2.Tesettüre son derece riayet etmeli ve güzel koku/parfüm kullanmamalıdır.
3.Bu ziyareti tek başına yapmamalı; ya mahremi olan bir er kekle veya birkaç kadın bir araya gelerek ifâ etmelidir.
4.Kabrin başında feryâd-ü figan ederek ağlamamalı ve ölünün üzülmesine ve azap görmesine sebep olmamalıdır.
Salih kimselerin, anne, baba ve yakın akrabanın kabirlerini ziyaret etmek mendup sayılmıştır.
Salih kişilerin kabirlerini, özellikle Allah Resûlü’nün kabrini ziyaret, ruhlara ferahlık verir ve ulvi hislerin duyulmasını sağlar. Efendimiz’in ve Allah’ın veli kullarının kabirlerini ziyaret için yolculuğa çıkmak menduptur. Bir hadis-i şerifte;
“Kim, beni öldükten sonra ziyaret ederse, şefaatim ona hak olur.” buyrulmuştur.
Salih kişilerin ve din büyüklerinin kabirlerini ziyaret etmekte çok büyük faydalar mevcuttur. Şuurlu bir şekilde hareket etmek, gerekli ibreti almak ve yanlış itikatlara kapılmamak şartıyla kabir ziyaretinde herhangi bir beis yoktur.
Kabirleri ziyaret etmek, orada bulunanlara selâm verip dua ve istiğfarda bulunmak, onlar adına hayır ve hasenat yapıp Kur’an tilavet etmek, mevtalar için bir rahmet vesilesidir. Kuran’ı Kerim’de Rabbi’miz, bizden önce ahrete intikâl etmiş mümin kardeşlerimiz için şöyle dua etmemizi tavsiye eder:
“Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen çok şefkatli ve çok merhametlisin.”
Kabir ziyaretiyle maksad, ziyaretçilerin ibret alması, ziyaret olunan kabir ehlinin onların dua ve istiğfarlarından faydalanmaları ve sağlığında olduğu gibi, hürmet görmesidir.”
Ziyaret Ölüler İçin De Faydalıdır:
Mezara Verilen Selâmı Ölü Alıp Geri Verir
Bizler; kabirleri ziyaret ederiz. Çünkü insan hayattayken sevdiği kişileri ölümlerinden sonra da unutmak istese de unutamaz.
Onların kabirlerini ziyaret etmekle, onlara karşı minnet borcunu ödemiş hissi uyanır. Onların hatırası yeniden canlanır.
Hayat mücadelesinde koşuştururken ölümü ve ahireti hatırlayıp, ona göre hazırlık yapmak için zaman zaman kabristana gidip yakınlarımızın mezarlarını sık sık ziyaret edemiyoruz. Bayramlar; bizim yakınlarımızın mezarlarını ziyaretine sebep oluyor.
Kabirleri ziyaret etmekte fayda iki yönlüdür. Hem ziyaretçi, bu ziyareti sayesinde ölümü, kabri ve orada karşılaşacağı suâl, azap ve nimeti hatırlayıp, kalan ömrüne; kabrini cennet bahçelerinden bir bahçe haline getirecek şekilde yön verir. Hem de kabirde yatan mü’min kardeşine, yakınına selâm verip dua ederek, okuyacağı ayet ve surelerin sevabını ona bağışlayarak ziyaret ettiği yakınına, mü’min kardeşine faydalı olur.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir kutlu ifadesinde şöyle buyurmaktadır:
“Mezardaki ölü, boğulmakta olup da yardım isteyen gibidir. Babadan veya anadan veya oğuldan veyahut sadık dosttan dua bekler. Beklediği dua yapılıp da ona ulaştıkta, onun için bütün dünyadan daha ziyade makbul ve faydalı olur. Muhakkak ki, Allah-ü Teâlâ dünyadakilerin duasından mezardakilere dağlar gibi fayda id-hâl eder. Şüphesiz ki sağ olanların ölülere hediyesi, onlar için istiğfar etmek ve sadaka vermektir.”
Bundan ötürü Müslümanlar, ölüleri için dua edip afv ve mağfiret olunmalarını Allah’dan isteyip niyaz etmeyi ve ölülerinin ruhları için sadaka vermeyi unutmamak ve ihmal etmemek lâzımdır.
Çünkü; yukarıda hadis-i şerifte de belirtildiği gibi mezardaki ölü, suya düşmüş olup da başkasından yardım dileyen kimse gibidir. Onun sevap alacak veya -eğer müstehak ise- kendisini azaptan kurtaracak işleri yapma imkânı kalmamıştır. Artık faydalanacağı tek şey, ziyaretçilerinin ve mü’min kardeşlerinin yapacakları dua ve yaptıkları hayırlı amellerden bağışlayacakları sevaplardır.
Mümin ölülerinin ruhları, sağ olan din kardeşlerinin hayırlı dualarından ve güzel selam vermelerinden memnun ve mesrur olacakları bildirilmektedir.
Bir kabre rastlayan yahut ziyaret için mezarlığa varan kimsenin ilk yapacağı iş, şüphesiz oradaki ölülere selâm vermektir. Ölü, gelen ziyaretçiden haberdar olup, verdiği selâmı alır, yapacağı duadan istifade eder ve mezarının yanında oturmasıyla ölü ünsiyet edip memnun olur.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir kutlu ifadesinde şöyle buyurmaktadır:
“Herhangi bir kişi, yakın adamının mezarını ziyaret edip selâm verir ve yanında oturursa, mezar sahibi selâmını alıp iade eder ve orada oturduğu müddet kalkıncaya kadar onunla ünsiyet eder.” diğer bir kutlu ifade de:
“Herhangi bir kul, sağlığında tanıyıp bildiği bir kişinin mezarının yanından geçer de ona selâm verirse, mezar sahibi onu bilir ve sevinçle selâmını alıp iade eder.”
İbn-i Kayyım el-Cezviyye bu konuda demiştir ki: “Ziyaretçi her ne zaman bir mezarı ziyarete gelirse, ziyaret olunan mezar sahibi onu bilir ve selâmını işitir de alıp iade ederek onunla ünsiyette bulunur olduğuna delalet eder. Bu hüküm umumi olup şehitlere ve gayrilere şâmildir ve muayyen bir vakti yoktur, her vakitte husulü mümkündür. Hâddî zatında akıl sahibi muhataba verilen selâmı, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kabir ehline verilmesini meşru kılmış ve ümmetine emretmiştir ki, bu da kabir ehlinin verilen selâmı idrâk ve iade edeceklerine delâlet eder.”
Kabir ziyaretine abdestli gitmeliyiz. Şüphesiz her zaman abdestli olmak iyidir. Ama kabir ziyareti için abdest şart değildir. Abdestsiz de ziyaret edilebilir.
Kabir ziyaretine giden kişi kabristan/mezarlık kapısına vardığı zaman selâm vermelidir.
Ziyaretçi kabristanın kapısına vardığı zaman yüzünü mezarlara döndürerek ve kabrin yanına vardığı zaman da Peygamber Efendim iz’in öğrettiği üzere şöyle selâm verir-.
“Es-Selamü aleyküm dara kavmin müminin ve innâ inşaâllâhü biküm lâhikün, es’elüllaheli ve lekemü’l Afiyet”
“Ey müminler yurdunun sakinleri. Selam size. Bizlerde inşallah sizlere kavuşacağız. Allah-u Teala’dan bizim ve sizin için afiyet, ahiretle ilgili korku ve sıkıntılardan kurtuluş dilerim.”
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in kabristandaki ölülere selâm verişi ve Müslümanlara da selâm vermeyi emredişi, onların selâmı duyduklarına ve aldıklarına delil olarak yeter.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabı kabristana vardıkları zaman oradakilere selâm verip ölüler ve diriler için dua ediyorlardı. Gerek selâm verirken ve gerekse ölülere dua ederken, yüzlerini mezara doğru çeviriyorlardı. Ziyaretlerinin gayesi, ölülerin affına vesile olmak ve onlardan ibret almaktı.
Ziyaret edeceğimiz yakınımızın başı tarafından değil, ayak tarafından gelmek suretiyle, sanki hayattaymış, onunla konuşuyormuşuz gibi yüzümüzü yakınımızın yüzüne doğru dönerek/çevirerek yaklaşmalı, kendisine çok yakın durmalı; Sağlığında kendisine çok yakın ise yakınına varmalı, fazla yakın değilse uzakça durarak dua etmelidir. Ziyaretçi dirinin önünde nasıl duruyorsa, ölünün önünde de öyle durur. Sünnet olan kabirleri ayakta ziyaret etmek ve yine ayakta dua etmektir. Oturulabilir. Sonra; selâm vermeliyiz.
“Allah’ın rahmeti, bereketi ve selâmı senin üzerine olsun.
Ey [Anne veya baba] Allah’ım seni ve beni merhametiyle kuşatsın, merhametiyle sarsın, merhametine boğsun. Allah sana rahmet etsin.
Allah’dan bizim ve senin için afiyet, ahiretle ilgili korku ve sıkıntılarından kurtuluş dilerim.
Allah seni de beni de affetsin. Dedikten sonra oturur. Böylece, kabirdeki yakını, gelen mü’min kardeşiyle yalnızlığını gidermek isteyecek ve sevinecektir.
Kişi kabrin yanında kolayına gelen Kur’an ayetlerinden okur. Kabirlerde Kur’an okunması sünnettir. Çünkü Kur’an okumanın sevabı orada bulunanlara ulaşır. Ölü de hazır olan gibidir. Onun hakkında da rahmeti ilâhi umulur.
Ölüyü ziyaret eden, yine onun yanında, Fatiha ve Bakara suresinin baş tarafı gibi; Kur’an’dan kolayına gelen Yasin, Fatiha, Ihlas, Ayetel-Kürsi, Amenerrasulü, Tebareke, Tekasür surelerini okur, sonra İhlas suresini on iki yahut on bir, yahut yedi, yahut üç kere okuyarak dua eder: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir kutlu ifadesinde şöyle buyurmuştur:
“Sizden biri vefat ettiğinde onu fazla bekletmeden kabre götürünüz. Defnettiğiniz zaman da biriniz, başucunda Fatiha Suresi’ni, ayak ucunda da Bakara Suresi’nin son kısmını [Amenerrasulü] okusun.”
“Her kim kabristana uğrayıp İHLÂS süresini on bir kere okur da sevabını ölülere bağışlarsa, orada bulunan ölülerin sayısınca kendisine sevap verilir.”
Kabristan’da “Yasin-i Şerif” okumak da, sünnetle sabit olmuştur. Nitekim:
“Her kim kabristana girer de Yâsin’i okur ve sevabını ölülere bağışlarsa, o gün Allah Teâlâ onların azabını hafifletir. Kendisinin de bu kabristandaki ölüler sayısınca sevabı olur.” hadis-i Şerifi, bunun delilidir.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
“….Yasin Kur’an’ın kalbidir. Bir kimse onu Allah’ın rızasını ve ahiret yurdunu talep ederek okursa, muhakkak günahları bağışlanır. Ölülerinize de Yasin suresini okuyunuz.”
Yasin Sûresini bilemeyen mükellef; Kur’an-ı Kerim’den Fatiha, Ayete’l Kürsi ve İhlâs okur. “Ya Rabbi; okuduğumun sevabını fûlana ve burada yatanlara ulaştır” diye dua eder.
İmam-ı Şafiî şunları söyler:
“Mezarın başında Kur’an’dan ayet ve sureler okumak müstehaptır. Kur’an’ın tamamının okunması (hatim edilmesi) ise, daha güzeldir.”
İmam Ahmed b. Hanbel demiştir ki:
“Kabristana girdiğinizde Fatiha Muavvizeteyn (Felâk ve Nas sureleri) ve İhlâs surelerini okuyup, sevabını kabristan ehline bağışlayın, onlara gidip ulaşır.
Kur’an okumanın peşinden kabulünü umarak ölüye dua edilir. Çünkü dua ölüye fayda verir. Çünkü kıratın peşinden yapılan dua kabul olunmaya daha yakındır.
Hadislerde geldiğine göre ölü görür, yanında yapılan işleri anlar, güzel işlerden ötürü sevinir, kötü işlerden ötürü üzülür. Ölü yine Cuma günü güneş doğmadan önceki ziyaretçilerini tanır. Yapılan hayırlardan faydalanır, yanında işlenen kötülüklerden rahatsız olur.
Kabirleri gece ziyaret etmek de caizdir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem gece Cennetü’l-Bâki mezarlığına gidip dua etmiştir.”
Ölüye Kur’an Okuyup Sevabını Bağışlamak
Alimler; okunan Kur’an-ı Kerim ölülere mânevi bir ikram olduğu gibi, dua ve istiğfardan faydalanacağı konusunda ittifak etmişlerdir. Onlar adına yapılan hayır ve hasenatın sevabının kendilerine ulaşacağı da sahih hadislerle ve icmâ ile sabittir. Buna şu âyet-i kerime de delâlet etmektedir:
“Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen çok şefkatli ve çok merhametlisin.”" Yine Allah-ü Teâlâ şöyle buyurur:
“Kendi günahın, müminlerin ve mümine kadınların günahları için mağfiret dile.”
Ebu Hüreyre radıyallahu anh diyor ki: Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’le beraber yürüyorduk. İki mezar başına geldik. Resûl-i Ekrem bu mezarların başında dikilip durdu. Biz de durduk. Resûl-i Ekrem’in rengi değişti, sararıp soldu. O derece ki gömleğinin koltukları titremeğe başladı. Biz:”Ya Resûlullah,ne oluyor ? diye sorduk.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
“Benim duyduğumu duymuyor musunuz ?” buyurdu.
Biz: “Duyduğunuz nedir ya Resûlullah ? ” diye sorduk.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
“Bu iki mezarda yatan erkekler şiddetle azab oluyorlar” buyurdu. Devamla:
“Azab oldukları, kaçınıp kendileri için kolay ve aslında büyük olduğu halde kendilerince küçük sanılan iki günahtır” buyurdu.
Biz: “Nedir o iki günah ?” diye sorduk.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
“Bunlardan biri idrardan sakınmaz, diğeri ise dili ile insanlara eziyet eder, söz gezdirirdi.” buyurdu ve iki yaş hurma dalı istedi. Biz de getirdik. Mezarlarına birer tane dikti. Biz: “Bu yaş dalların, azabın kalkmasında bir rolü var mıdır ?” diye sorduk.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
“Evet bu dallar yaş kaldıkları/kurumadıkları müddetçe azabları hafifler.” buyurdu.
Müfessir Kurtubi bu kutlu sözü şöyle izah eder: “Hadisin, ‘kurumadıkları müddetçe’ kısmı, o dalların yaş kaldıkları müddetçe teşbih ettiklerine işaret etmektedir. Nitekim alimlerimiz şöyle demişlerdir: Kabirlere ağaç dikmekten ve orada Kur’an-ı Kerim okumaktan oradaki mevtalar istifada ederler. Bir ağaç dikmek bile ölülerin azabını hafifletirse, bir mü’minin Kur’an okumasından kim bilir ne kadar istifade ederler? Ölüye hediye edilen şeyin sevabı da kendisine ulaşır.”
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Öldükten sonra kulun derecesi yükseltilir. “Kul:
“Ey Rabbim! Bu sevap nereden geldi?”diye sorara. Cenab-ı Hak ona:
“Arkamda bıraktığın hayırlı ve salih evlâdın seni için istiğfarda bulundu, dua etti” buyurur
Yine Efendiler Efendisi sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “İnsan öldüğü zaman bütün amelleri kesilir. Ancak şu üç şey müstesnadır: Sadaka-i cariye, istifade edilen ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlât.”buyurmuştur.
Bir adam Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle sordu: “Yâ Resûlullah! Benim annem öldü. Onun adına sadaka versem kendisine faydası olur mu ?” Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’de: “Evet olur, buyurdu.”
Nafile olarak sadaka vermek isteyenlerin bütün mümin ve müminelere niyet etmesi en faziletlisidir. Çünkü bunun sevabı onlara ulaşır, kendisinin sevabından bir şey eksilmez. Okunan Kur’an’ın sevabının önce Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e hediye edilmesi müstehaptır.
Bir kimse oruç tutar, namaz kılar veya sadaka verir de sevabını başka bir ölüye ve ya diriye bağışlarsa caiz olur.
Bir kimse bütün kabristandakiler için bir Fatiha okusa. Kabristanda yatan bütün ölülerin her birine birer fatiha sevabı yazılır.
Bir kimse başta Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem olmak üzere, din büyüklerine, anne ve babasına, sevdiği insanlara “amellerini sevabını bağışlayabilir.”
Ölü yanında okunan Kur’an’ın sevabı ölüye ulaşır. Kur’an okumanın peşinden yapılan dua, orada bulunmasa da ölüye ulaşır. Çünkü Kur’an okunan yere rahmet ve bereket iner. Kur’an okumanın akabinde dua etmek ise daha çok kabule şayandır. Kabul edilmesi daha çok umulur.
İnsan yaptığı amelin sevabını başkasına bağışlayabilir, ister namaz olsun ister oruç olsun, ister sadaka ve benzen şeyler olsun fark etmez. Bunların sevabını ölüye bağışlamak, kendi sevabından hiçbir şey eksiltmez.
Vefat etmiş müminlerin, sağlıklarında yaptıkları ve vefatlarından sonra da devam etmekte olan hayırlarından fayda göreceklerini, ayrıca hayatta olan yakınlarının ve mümin kardeşlerinin dua ve infaklarından/yardımlarından istifade edeceklerini bildirerek onları bu hayırlara teşvik etmektedir.
Ölü için yapılan dua ve istiğfarın ölüye fayda vereceğinde alimlerimiz irtifak etmişlerdir. Alimlerimiz; dua ve sadaka ve istiğfarın, Müslümanların ölülerine ölümlerinden sonra fayda vereceğine inandıklarını bildirmektedirler, ayrıca; alimlere göre, sevabı ölüye bağışlanmak şartıyla her amel-i sâlihin sevabı ulaşır.
Bu itibarla Kur’an okuyacak olan, bunu mezar başında değil de evde, camide ya da başka bir yerde, her yerde okuyabiliriz. Evinde, mescitte veya dilediği her yerde Allah rızası için Kur’an’ını okur ve sevabını ölüye hediye ederse, Cenâb-ı Hakk onu ulaştırmağa kadirdir. İllâ da mezar başında okuması gerekmez. Başka bir yerde yapılıp sevabı ölüye bağışlanmalıdır.
Yolculuk yaparken, yol güzergahında gördüğümüz ilçe, kasaba ve köylerin mezarlarının yanından geçerken, okuyacağımız on bir ihlas-ı şerif ve Fatiha surelerinin sevabını mezarlıklarda yatanlara hediye etsek binlerce sevaba nail oluruz.
Duayı, şu şekilde yapsak güzel olmaz mı?
“Yarabbi! Bu okumuş olduğum Kur’an-ı Kerim’in sevabını Efendiler Efendisi sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in temiz pak ruhlarına, âlinin ve ashabının temiz pak ruhlarına; Hazret-i Adem aleyhisselâm’dan şu ana kadar ölmüş bütün Müslümanların ruhlarına, yaşayan bütün Müslümanların ruhlarına ve burada bulunan bütün ölülerin ruhlarına hediye eyledim. Sen kabul buyur. Yarabbi. Amin.”
Kabristanda Yapılmaması Gerekenler
Kabristanda ziyaret ile bağdaşmayan edep dışı ve malâyani söz söylemekten, kibirlenip çalım satarak yürümekten sakınmak ve mütevazi bir tavır takınmak gerekir.
Kabirlerde büyük ve küçük tuvalet etmekten sakınmalıdır.
Kabir yanında kurban kesmek ve hayvan boğazlamak. Efendimiz sallalahu aleyhi ve sellem “Kabirde sığır, deve, koyun kesmek islâm’da yoktur.” buyurarak kabir ve yatırlara kurban kesmeyi yasaklamıştır. İslâm’da kurban Allah rızası içi kesilir. Kabir başında kesilende ise sanki başkasının/o kabirdekinin rızasını ummak vardır. Bu üstelik yasak olan fiildir. Allah için olsa bile mekruhtur. Hele ölünün rızasını kazanmak ve yardımını elde etmek için kesilmesi kesinlikle haramdır.
Kabirler Ka’be tavaf edilir gibi dolaşılıp tavaf edilemez.
Kabir ziyaretinde edebe riayet etmek lâzımdır. Mekruh ve haram olan işleri yapmaktan sakınmak lâzımdır. Bir takım cahil insanların yaptıkları gibi; mezar taşlarına ve duvarlarına sarılmak veya elini sürmek, taşları ve yerleri öpmek, karnını ve göğsünü taşlara sürmek mekruh ve çirkin bidattir. Mezara eğilmek, secde eder gibi mezarın üzerine veya yerlere eğilip kapanmak, mezarın etrafını tavaf edip dolaşmak Peygamber ve Evliyaullah’dan bir velinin mezarı olsa dahi haramdır.
Mezar sahibinden hastasına şifa, derdine derman istemek, mezara kurban adamak, çocuğu olmayana çocuk vereceğine inanmak, gömleğinden yırtıp mezarın taşlarına ve dikenlerine ve çalılara veya türbenin kapı ve pencerelerine bağlamak ve bu suretle hastalıktan kurtulacağına inanmak, İslâm inancına aykırı cehalet devrinden kalma şirk ve batıl inançlardır. İslâm’ın nezih inancına aykırı olan böyle batıl inançlardan kalplerimizi temizlemek lâzımdır. Ölülerden yardım istemek ve bunun gibi mezar taşlarına bez, mendil ve paçavra bağlamak kişiye bir fayda sağlamaz. Kabirdeki kişinin başkasına bizzat fayda vermeye veya bir zararı gidermeye gücü yetmez.
Ancak Allah’tan bir şey isterken Salih zâtları vesile kılmak ve bunun için onların kabirlerini ziyaret etmek caizdir. Meselâ; “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz hakkı için, O’nun hürmetine, ya Rabbi onunla sana dua ediyorum, şu isteğimi yerine getir! “demek duaların kabulüne vesile olur.
Kabir ziyaretini özellikle Cuma, cumartesi, pazartesi ve Perşembe günleri yapılan ziyarettir. Sünnet olan kabirleri ayakta ziyaret etmek ve yine ayakta dua etmektir Ancak diğer günlerde de ziyaret mümkün ve caizdir.
Kabir başında ağlamak ve açılmak. Bilhassa yakın akraba ziyareti esnasında kadınlarda görülen ağlama ve açılıp saçılma yanlış bir harekettir. Bu ağlama esnasında çoğu kez yakışmayan sözler söylenir. Halbuki Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kabir ziyaretine izin verildiğini bildirdiği hadislerinin birinin sonunda: “Ziyaret esnasında yakışıksız sözler söylemeyin.” buyurmuştur.
Mezar başında sesli olarak zikir yapılmaz. Oranın zikir yeri olmadığı herkesin malumudur. ,
Teberrük kastıyla mezarlar üzerine elbise veya mendil bırakılmaz.
Cahil Müslümanlar arasında çok yaygın olan yanlış hareketlerden biri de paçavra bağlama hurafesidir. Kendisini hatırlayıp, dileğini yerine getirsin diye, bazı türbelerin etrafına ya da çevrede kutsal sayılan taş, ağaç ve demirlere çaput bağlamak, yahut çocuğum olsun diye çalı ve çaputlardan yaptığı bir bebeği mendil içerisine koyup asmak, akıl ve İslâm’la ilgisi olmayan hareketlerdendir. Böylesi hurafeleri yapana hiçbir faydası olamayacağı gibi, günah kazandırmak suretiyle, zararı da olur.
Kabrin/Mezarın Üzerinde Oturmak
Kabirde/mezarlıkta yemek, içmek, gülmek, çok konuşmak, yine yüksek sesle Kur’an okumak, kabir üzerinde oturmak, yürümek, uyku uyumak, küçük veya büyük abdestini yapmak ve bunları adet edinmek de mekruhtur.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Sizden birinin ateş koru üzerinde oturması ve bu ateş korunun elbisesini yakıp da derisine işlemesi bir kabrin üzerine oturmasından çok daha hayırlıdır. ”
“Kabirlerin üzerine oturmayın; onlara doğru namaz da kılmayın.
“Bana ateşte yürümek, bir müslümanın mezarının üzerinde yürümekten daha iyidir.”
Bir sahâbi anlatıyor: Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem beni bir mezarın üzerinde otururken gördü ve:
“Ey mezarda oturan adam, in aşağı. Mezardakine eziyet etme ki, o da sana eziyet etmesin (orada oturduğun için Allah seni cezalandırmasın)” -
Kabir üzerine oturmak İmam Şafiî ile diğer bir çok ulemaya göre haramdır. Hanefilere göre: Kabir üzerine oturmak ve uyumak tenzihen mekruh, büyük ve küçük abdest bozmak gibi şeyler ise tahrimen mekruhtur. Hanefiler’le diğer birçok ulemaya göre kabre karşı namaz kılmak mekruhtur.
Mezarın Üzerine veya Etrafına Ağaç Dikmek
Mezarın üzerine ve etrafına ağaç ve gülfidanı dikmek, çiçek ve yeşillik olacak bitkiler ekmek suretiyle mezarın üzerini yeşillendirmek sünnettir.
“Kabre ağaç dikmek de sevaptır. Hattâ dikilen ağaç ve bitki, ölünün azabının hafifletilmesine sebep olur.”
Ecdadımız müessese önlerine çınar, kabristanlara ise selvi ağacı dikmiştir. Çınar, sonbaharda yaprağını döktüğü için dünyanın ve müesseselerinin faniliğini, selvi ise yapraklarını dökmediği için ahire tin ebediliğini simgeler. Aynı zamanda, bu uygulamalarla çevrenin, dünyanın akciğeri mesabesinde olan ağaçlarla süslenmesi sağlanmıştır.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in kabre yaş dal dikme sünnetine uyarak çiçek, gül, vs. yeşil bitkiler dikmek, mezara güzel bir görünüm kazandıracağı gibi, bunların teşbihi sebebiyle ölünün affına da vesile olur. Bu itibarla mezar üzerine yeşil bitkiler dikmek, ziyaretçinin yapacağı işler arasındadır.
Kabir üzerinde bulunan yaş bitkileri, ağaçları, otları kesmek mekruhtur. Kuru otları kesmekte bir sakınca yoktur.
Binâenaleyh, yaş otların ve ağaçların zikrü teşbih etmeleri ile azabın hafiflenmesi ümid edilirse, Kur’an okumakla ve insanların dua ve istiğfar etmeleriyle azabın hafifleneceği daha çok kuvvetli olarak ümid edilir. Çünkü Kur’an okumanın rahmet ve bereketi, onların zikrü teşbihinden daha çok büyük olduğundan Kur’an okunan yere hepsinden fazla rahmet nazil olacağı şüphesizdir.”
insan-ı kamile giden yol
Akıllılar bazen, deliler her gün bayram yapar. Ben delileri daha çok severim. Çünkü onlar katıksızdırlar. Onlar da birer ahidirler. Onların tek sorunu, deliliğinin farkında olmaması. İşin aslı unutmayı da unutmak gerekir. Fakat Allah deliliği akıllıdan bekler. Dini olmayanın deliliğini ne yapacak? İşte dini deli gibi yaşayan akıllılardır O’nun aradığı.
Sahi din deyince siz ne anladınız? Namaz, oruç, sadaka falan mı?
İmam-ı Cafer’e sormuşlar, din nedir? Diye. Cevap vermiş: “Din sevgi ve nefretten başka nedir ki?”
İşin aslı saklambaç oynuyor. Ara ki bulasın.
Bu yüzden;
“Arayanlar bulanlarmış,
Bulanlar arayanlarmış”
Bulunca vuslat olur, aşk kalmaz!
Ne demişler,
Aşkın varsa can baş üzre gel beri,
Aşkın yoksa, dön kapıdan git geri.
Aşk bir derya, yüreğin kadar nasibin olur.
Uçurumdan sen atla ki, “O” tutar seni! İşte o zaman Ahi olabilirsin.
Korkak tacir kazanamaz! İşte atlayan deliler Ahiler kazanır!
Mülkiyet tarlasında ekim yapanın hasadı “ben” ve “israf” olur.
Emanet tarlasını sür, harmanın rahmet olur.
Neye yanarsan onu görürsün.
İhtiyacını Pavlov’un köpekleri mi belirliyor? (Şartlı refleks)
“la ilahe” süpürgesiyle süpürmeyenin Allah’ı çok olur.
Rapresantlara ilk öğretilen “tekili çoğula çıkarmayın” “ çoğulu tekile indirmeyin”
İkincisi yanlış; siz “kesreti tekile çıkarın!”
Kabe’nin kara donuyla ne işin var senin.
Sahibini ara, sen onu değil, o seni tavaf etsin! (ayniyle vaki)
Kardeşlikte sevap ticareti
Dinimiz bizlerin kardeş olduğunu ve birbirimizi sevmemiz gerektiğini bildirmektedir.
“İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız”
Sevgi ve barış içinde olmamızı isteyen yüce yaratıcı, ücrette de cömert davranacaktır eminiz. Ahiler bu ücret için mi Ahi oldular.
Ne yalan söyleyeyim, Rabbimin lütfunu geri çeviremem. Edebe mugayyir olur.
Ahi Bayramınız kutlu ve mübarek olsun!…
Necip Fazıl, “Mü’min sıkıştırılmış şeker gibidir. Deryayı tadlandıracak güce sahibtir” der.
Dini, tevhitten, güzel ahlaka dönüştürmüş iyi bir insan, çevresi için bir rahmettir ve bir ölçüde etrafındaki herkesi de tatlandırır.
İşte bayramlar, kısalığına rağmen af ve tebessümle, kardeşlik ve dostluğun fiilen yaşama geçtiği barış ve huzur ortamlarıdırlar.
Zaman
Batılılar “Time is Money” derler.- Zaman paradır-
İnanan ise “Time is my life” der – Zaman inananın bütün hayatıdır-
O, boş laf bilmez, öyle konuşan olursa selam der geçer. Zamanın hüsrana dönüşmesi inananda olmaz. İki günü birbirine eşitlemez.
“İnsan hüsrandadır”, buyruldu.
Dün geçmiştir, yarın ne olacağını bilmiyorsun, o halde bugünü doku.
İnanmayan, ise ne yaparsa yapsın, heyhat.. iman olmayınca..?
Zamanın hüsranındadır o.
Aranan karşılıklı tanımadır.
“Sen beni tanımazsan, ben de seni tanımam”dan öte nedir ki?
Kişilikte bayram yapınız
Bayramlar bağışlama günleridir.
“İnsanın üç günden fazla küs durması helal olmaz”
Akrabalık bağlarını kesenlerin ahiretleri zordur.
İntikam almak yoktur. Dinde de ahilikte de.
Birisi size bir tokat attı ise, Hz. İsa gibi öbür yanağınızı çevirmeyin, fakat, sizin de bir tokat hakkınız olabilir, fakat affederseniz daha iyi olur. Yumruk atamazsınız.
İyilikte yardımlaşılır, fakat birlikte kazık atalım olmaz! Ahiler yapmadılar. Onlar birlikte kazandılar.
Anne baba hak ve hürmetini siz zaten biliyorsunuz. Öf’e bile izin yok! Yanınızda yaşlanacak! Hanıma itaat yok! Artık hala cenneti kazanamıyorsanız, burnunuz sürtülsün!
Gıbtadan haset kokusu gelir.
Gıbta, “keşke bende de olsa”; Haset ise, “onda da olmasın, bana verilsin” demektir ki hoş bir şey değildir.
Arkadaşı için “niye o çok şey biliyor da, ben bilmiyorum” gizli rekabettir ve haddi aşmış olur, imrenme kıskançlığa dönüşür. Ahiler bunu bile yapmazlardı.
Gıbtadan da uzaklaşarak takdire razı olmalı, kaderi tenkit etmemeli, kimseyi rakip görmemeli ve kendinizi İslamın ve Ahiliğin güzel ahlakına yönlendirmelisiniz..
Komşusunun “iki eşeği olsun” diye dua edebilen, bir eşeği de hak eder. Yahudiler kıskançlıklarından dişlerini sıkar. Çok zengin olmayın ve çok müslüman olmayın. Zira çok müslüman Yahudinin müslümana düşmanlığını en çok karşı duracak adamdır. Onlar namaz kılmayan müslümanı çok severler. En çok korktukları şeyin müslümanların beş vakit namazlarını Cuma ve bayram namazı gibi kılmaları olduğunu söylerler. Sakın namaz kılıpta yahudileri üzmeyesiniz.
Her şeyi emanet bilmeli. Mülkiyete geçeni iki metre kabut mülkiyeti paklar! Diğer bütün mülkiyetlerin tapuları ıslanır zaten.
“Sen rızkını aradığın gibi, rızkın da seni arar!” Bu ne telaş. Yat demedik ama, kazık da at demedik!
Topu sen oyna. Fakat skoru “O” belirler! Eh, kılıcın hiç mi hakkı yok?da diyebilirsiniz Fatih gibi.
Meziyetlerin öne çıkması
İnsanların her fırsatta şahsi meziyetlerini sayıp dökmesi, ferdi başarılardan sözetmek, başarıyı kendine mal etmek, başkasını çekememezliğe iter ve gıbta damarını kabartır. Bu yüzden bunlar da ayıp kabul edilmiştir. Yani kendinden menkul olmamak gerekiyor.
İyiliklerinizi sayıp dökmeyin.
Herkes kendi rekorunu kırmalı. Ahiler yarışı kendi kendine yapardı. Yarın daha iyi olmalıyım der, kıyas yapmazdı. Eğitimcileri duymuyor musunuz? Kıyası çocuklara bile yapmayın diyorlar.
Fakirin ihtiyacı görülmemiştir bir gün. Haber gelir; Ali ölmüştür. (kerremallahi veche)
Yıkarken sırtının nasır bağladığı görülür. Sorulur neden? Fakirlere gece gece un çuvalı indirmekten olduğu anlaşılır. Size dairede çalışırken bir telefon gelse “bir çuval una ihtiyacımız var” dense. 15 dakikada yola çıkıp lacivertlerle 50 kiloluk çuvalı arabaya atabilir misiniz? Söylemeyeyim?
İşler bölüşülmeli, eller taşın altına konulmalı ve yapabileceğinin en iyisi yapılmalı. Allah bir işin düzgün ve sağlam yapılmasından hoşnut olur. Hadistir.
Böylece, semere de umumun malı olacaktır.
Sıddık 40 000 liranın 10 000’ini gece, 10 000’ini gündüz, 10 000’ini gizli, 10 000’ini açık verdi, ne güzeldir.
Siz 40 000 verin, “Akil” bir avuç hurmanın yarısını evine yarısını hayra ve eşitler. (Akil’de Sıddık’de sahabedir malum)
Keşke bir avuç birşeyimin yarısını ben de verebilseydim. Bu aciz iki şey yapabildi. 13 yaşında orta okul 2. sınıfı terkedip dinini tercih etti (İmam hatip !’e inerek gitti). Bir de 22 yaşında kazanıp başladığı banka müfettiş yardımcılığını hiç bir yeri kazanmadan “ben faize etmem aç kalırım” dedi ve istifa edip sokakta yürümeye başladı. Bunlar bu acizin iki fetası. Umarım kime yaptıysak yapılanı gözümüz kapalı Kerim buluruz. İnşallah demiyorum. Edep dışı olabilir.
Yaratılışın gayesi sevgidir. Ahilik Sevgiyle Olur.
Yunus boşuna dememiş:
“Elif okuduk ötürü / Pazar eyledik götürü l Yaratılanı hoş gör l Yara¬tan’dan ötürü” bu hoş görmenin bedeni kusurlar olduğunu biliyorsunuzdur umarım. Değilse Yaşar Nuri Hoca gibi buluş buldu diye imansız adama cennette şerbet dağıttırırsınız. Sahih hadislere göre imansız birisi cennete giremez. Onlara iyiliklerinin karşılığı burada verilir ki ahirette tutunacağı bir dal kalmasın.
Yumuşaklık ve merhamet iyi insan olmanın gereği. Allah Halim’dir yumuşak davrananı sever.
Kralları da Kuralları da putlaştırmak yok. Referandumda krallar, zarurette kurallar kalkar. Seçimde ise köleler efendilerini seçerler.
İngilizlerin çok tuttuğum bir özdeyişi var: “all thing in moderation, modaration in all thing”. Yani; her şeyde ortalama, ortalama her şeyde. Bu yüzden ortalama gitmek gerek.
Görev mi? Yardım mı?
Muhabir önündeki yaralıya yardım mı edecek, yoksa haber için o haldeyken onun fotoğrafını mı çekecek? Kararı insanlığınız versin. Onlar şöyle bir çözüm bulmuşlar. Önce fotoğraf, sonra yardım. Keşke kalp krizini de fotoğraflayabilselerdi. O zaman teşhis yerine geçerdi de şifası kolay olurdu. Bunlar kapitalizmin ordusu. Maddenin kulları. Maddnin fotoğrafını çeker ancak. Mananın değil.
Yetimhanede bir çocuğun devlete maliyeti aylık iki milyar lira. Halbuki bu çocuklar koruyucu ailelere verilebilse ne kadar güzel olur. Devlet sağolsun verilecek çocuk için 500-600 civarında bir para vermeye başladı Sıcak bir sevgi ortamında o çocuk büyürdü. Bu çok güzel. Lakin ailelere köpek çocuktan daha sevimli geliyor. Un yağ var ekmek yapacak avrat yok. Kalbinde yer olmayanın başkasına yeri olmaz..
Ben avradıma şu iki çocuğun yanına iki çocuk da yuvadan alalım diye çok söyledim. Lakin kadının merhameti kendinden uzayana, ihtiyaç sahibine değil. Aralarındaki sevap farkını artık hiç söylemeyeyim.
İnsanın köpek kadar değeri yok. Bunları devlet düşünmeli ve daha akıllı kalıcı çözümler üretmeli. Diyanet yeterli desteği vermiyor. Bir insanda iki kalp olmaz, çocuk asıl babasıyla anılır diyor da bir çocuk almanın derecesini anlatamıyor. Çünkü anlatan fedakarlığı yaşamamış.. Etlik’te bir amucamız var cemaatten. Gider kendi köyünden bir 13 14 yaşlarında bir kız getirir. Oya moya satan bir dükkanı var. Orada çalıştırır, yedirir içirir büyütür, 18-20 yaşlarında ona bir oğlan bulup evlendirir, gider bir kız daha getirir ve hikaye böyle devam eder gider. Karısı kadın hastalığında dolayı çocuğu olmamış. Karısı evlen demesine rağmen evlenmemiş. Eski model dizel golfle gelir gider camiye. İşte insan şunum yok bunum yok dememeli.bi beklemeli. İlahi rıza nerede nasıl teşekkül edecek sabırla beklemeli ve verileni en iyi değerlendirmeli.
Çocuk yuvalarına her ay sohbet biçiminde anlatım için başvurdum. Tanıttım kendimi. Sitemi söyledim. Beni fazla müslüman mı buldular nedir, biz sizi ararız hikayesine döndü. Çocuğu dinden korumak..
Sevgili Ahiler, iyi bir ahi olabilmek için gözünüzden dünyayı düşürmeniz gerekiyor. Neyi severseniz onun için yaparsınız fedakarlığı. Ama diğerleri küüüt aşşa düşer. O zaman neyi aşşa neyi yukarı çıkaracağınıza dikkat edin. En üstte kim var ne var. Eğer Allah aşağıda ise yandı gitti gülüm keten helva. Fakat kime sorsam ben Allah’a çok inanırım der, lakin Cuma’dan öteye gitmez. Ne anladım ben bu işten. Bu bir yalancı.. namaz kılar, kılarken işim var veya yok acele namaz kılar. Kim yem yerdi? İşte boş iş bu. Geçen gün ilahiyatçıyım deyip işim var cemaat olamam diyen birini firçaladım. Utandı geldi cemaat oldu. İşte seven insan işi sevdiğinin önüne çıkarmaz.
İkinci dersimiz ihlas. Bakın bu fakir radikal bir adamdır. Sınav orta gelirse hocayla kavga eder, zayıf gelirse getir şu kağıdı der 8 olursa neden 9 değil derdim. Cacabeyi birinci bitirdim. Siyasalda ortalama bir kıza takılana kadar 8.2 idi. Buradaki radikallik zayıf halinde mutsuzluk veriyordu ama başarılı olduğumu gördünüz.. Buradaki ihlas şu.. radikalliğiniz neye ise onun dışında hiç bir şeyi görmüyorsunuz. Bu sizin o şeye karşı bütün duygularınızı varlığınızı yöneltmenize yol açıyor. İşte gözünüzü kırpmadan yapıyorsunuz yapacağınızı ve sabır çalışma gayret arkadan geliyor. Mesela lisede 6-7 saat. Üniversitede sınav zamanlarında 14 saat normal zamanlarda 8 saat çalışır, hoca 82’yi anlatırken biz 250’yi çalışırdık Maliye Politikası dersinden. Hem kendi seminerimi yapardım bir de devam etmeyen bir arkadaşın seminerini. Zavallı arkadaşım semineri hoca anlattırırken şaşırırdı bir de hoca yahut birisi bir soru sorarsa duman olurdu. Çünkü kalkar kalkmaz sigara almış, bir altlık yapmamış, yani bilmiyor altını üstünü.
İşte ihlaslı olabilmek için üçüncü saptamamız bir şey daima büyük bir aşk ile kucaklamanızdır. Bana gördüğünüz üzere işe yarar yaramaz bilemem ama biraz şiir yazmak nasip ediliyor. Siz zannediyormusunuz ki bu şiirler kafadan atılıyor. Buyrun bir tane de siz yazın görelim. Burada kabiliyeti tartışmıyorum. Bana düşen şeyin o işi ya da o olayı aşk ile kucaklamak onun derdiyle dertlenmek hatta o ısındıysa sizin yanmanız gerekiyor ki bunları yazabilesiniz. Eğer siz şiir yazamıyorsanız dert değil. Benim gibi o dertle siz de irade ederek dertlenin ve bir nesir yazın . varsın abuk subuk olsun. Ama ihlaslı ve samimi olsun. Demekki şairlerin üstünlüğü kabiliyetlerinden değil hissetmeyi kul iradesiyle becerme ihlas ve samimiyetinde olduklarındandır. Nokta.
Geç oldu. Son olarak ihlaslı olabilmek için bir şeyleri feda edebilecek olabilmelisiniz. İngiltere’de show programında anlatıyor showmen. Diyor ki karşınızdaki maymunun iki elinde de birer elma var. Ona bir elma daha atacağım. Sizce ne yapabilir? Yarışmacı birçok şey söylüyor fakat cevap doğru değil. Ve elmayı atıyor maymuna. Maymun şöyle yapıyor. Bir elmayı ağzına alıyor anında ve hemen o boş kalan eliyle gelen elmayı yakalıyor. Teşbihte hata olmamak kaydıyla anladınız umarım. İşte insanın kapitalist olması diye buna derler. Bu yüzden kapitalistler Ahi olamazlar, cömert olamazlar. Sermayesiz kapitalistler o kadar çok ki orta gelir guruplarında hatta fakirlerde bile Ahiler çıkmıyor. Zekat ödenmeyince haset sarıyor toplumu. Sadece çalamadım kıramadım diye üzülüyor
Kesilen kurbanların etini üçe ayrılarak, bir bölümünün fakirlere, bir bölümünün komşulara dağıtılması, bir bölümünün komşulara dağıtılması, bir bölümünü de hane halkına alıkonması uygun olur. Mamafih tamamının hane halkının ihtiyaçları için alıkonması da mümkündür. Kurban sahibi sakatta ve iç organları da ister dağıtır ister alıkoyar. Desirini ise İslami amaçlara uygun hayır faaliyetlerinde bulunan sivil kuruluşlara verebilir veya kendisi kullanmak amacıyla alıkoyabilir. Bilhassa ülkemizde yıl boyu İslam’a arşı tavırlar sergileyip, kurban bayramı gelince Müslümanların kurban derilerine göz diken, bu konuda devlet imkan desteğini arkasına alarak baskı uygulamaya kalkışan veya İslama’a aykırı amaçlar doğrultusunda faaliyet gösterin sivil veya yarı sivil yarı resmi çevrelere ya da dini istismar ederek şahsı veya çevresi için maddi çıkar peşinde koşanlara kurban derilerinin verilmesi doğru değildir.
Maalesef bu konudaki istismarla, İslam’a gönül vermiş çevrelerinde de eksik değildir. Nitekim son birkaç yıldır, dindar çevrelerde, bihassa elli bazı cemaat ve tarikat çevrelerinde, “Hz Peygamber için kurban keseceğiz” diyerek para toplayanlar. İnsanları bu konuda manevi baskıya tabi tutanlar, hatta maddi durumu elverişli olmayanları bile bu konuda sıkıştıracak kadar işi abartanlar sık sık görülmektedir ki, bunun açık bir din istismarı olduğunda kuşku yoktur. Zira Hz. Peygamber ne ashabında ne de daha sonra gelecek Müslüman nesillerden kendisi için kurban kesmeleri istemiş değildir. Bu gibi uygulamalar ibadet olmak bir yana, çağdaş bit ve hurafeler olarak nitelendirdikleri durumundadır, bu sebeple de bu tür din istismarcılarına şiddetle karşı çıkmak ve onlarla mücadele etmek gerekir.
ahi kul ahmed