ahilik,ahi,ahi evran,islam,aşıkpaşa,kırşehir,ahmedi gülşehri,selçuklu,osmanlı,insan,güzel ahlak
Kırşehir Kaman ilçesinin 3 km. doğusundaki Çağırkan Kalehöyük’teki çalışmaları, Japonya Ortadoğu Kültür Merkezi adına kazı heyeti şeref başkanı prens Takahika Mikosa başlatmıştır. Sachihiro Omura, arkeolog olarak görev yapmıştır. Burada üç ana kültür katmanı belirlenmiştir. M.Ö. 2000 yılına kadar olan bölüm Asur ticaret kolonileri ve Hitit imparatorluk dönemlerini ihtiva eder. Sonraki bölüm Geç Hititler ve Frigyalılara aittir. Son bölümde Akamenid egemenliği izleri vardır. Hititlerin feodal krallıklara bölündüğü anlaşılıyor. Kırşehir o dönemde merkeze bağlı olmalıdır.
M.Ö. 1200 yıllarında Balkanlar üzerinden Anadolu’ya geçen Frigler, daha sonraki asırlarda ise Medler ve Persler; Anadolu ile birlikte Kırşehir’e de hâkim oldu. Batı Anadolu’ya kadar giren Persler; bugünkü Niğde, Aksaray, Kırşehir, Nevşehir ve Kayseri’nin Batı kısımlarına “Güzel Atlar Ülkesi” anlamına gelen Katpatukya (Kapadokya) diyorlardı. Burası satraplık olarak idare ediliyordu ve Kırşehir Batı kısmını oluşturuyordu. Hitit, Frig, Muşki ve Matianlar yerli halk topluluklarıydı. M.Ö. 334 yılında Pers orduları Makedonya İmparatoru Büyük İskender’e yenilince, İskender’e bağlı birlikler, Şereflikoçhisar üzerinden Kırşehir topraklarına girdiler. Bunun üzerine Kapadokya halkı, Makedonyalı komutan Sabiktas’a karşı ayaklanarak, Pers soylularından Ariarates’i Kapadokya Kralı seçti. Böylece bölgede bu krallığın hâkimiyeti başladı. Kapadokya kralları, Roma İmparatoru Tiberius zamanında M.S. 18 yılında tamamen Roma’ya bağlanarak tarih sahnesinden çekildi.
Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılışından sonra Anadolu’nun çoğu yöresi gibi Kırşehir de Doğu Roma’nın, yani diğer adıyla Bizans İmparatorluğu’nun payına düştü. Anadolu ve bu arada tabiî olarak Kırşehir, özellikle VII. asırda Arap ordularının istilâsına uğradı. Öteden beri uygulanmakta olan köleci üretim tarzı, Romalılar döneminde Kırşehir’de de geçerliydi. Bu ekonomi düzeninin, tabi bu arada Romalıların da zayıflaması, Kırşehir’den Mazaka’ya göçü hızlandırdı. Çünkü Kayseri’de daha canlı bir ticaret hayatı vardı. İmparator Justinianus döneminde Kırşehir, hür köylülerin yaşadığı bir yer haline getirildiği halde göç durmadı. Nihayet, Kırşehir’deki piskoposluk kaldırılarak, buradaki dinî makamın rütbesi düşürüldü. O devirde bölgedeki nüfusun azaldığını gösteren mühim bir delildir bu.
TÜRKLERİN YERLEŞMESİNDEN SONRA KIRŞEHİR
Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluşu sırasında, Süleyman Şah’ın topraklarına kattığı şehirlerden biri de Kırşehir’dir. Anadolu Selçuklu Sultanı 2. Gıyaseddin Keyhusrev devrinde (1237-1245) bazı huzursuzluklar oldu. Baba İlyas isimli bir zatın etrafında toplanan bazı Türkmen grupları Tokat ve Amasya’ya yürüdüler. Sultan II. Gıyaseddin Keyhusrev, Erzurum’da Moğollar’a karşı bekleyen orduyu Konya’ya çağırdı. Amasya’da ve Kırşehir Seyfe gölü yakınındaki Malya ovasında çıkan savaşların sonunda Baba İlyas’ın baş halifesi Baba İshak, Malya’da öldürüldü. Ama bu karışık durumdan faydalanan Moğollar, 1243’teki Kösedağ Savaşı’nda Selçukluları yenilgiye uğrattılar ve vergiye bağladılar.
Osmanlı zamanındaki isyanlara şöyle veya böyle temel teşkil eden Babaîlik: Anadolu’nun sosyal, iktisadî ve dinî hayatında birinci dereceden rol oynamıştır. Baba İlyas’ın oğlu Muhlis Paşa’nın oğlu olan Âşık Paşa, Farsça moda olduğu halde, tasavvufa ait fikirlerini yaymak için eserini Türkçe olarak kaleme almıştı. Mevlâna’nın tilmizlerinden olan Süleyman Türkmanî ve Mehmed Aksarayî, Kırşehir’de Mevlevî Tekkeleri kurmuşlardı. Âşık Paşa, işte bu hocaların yanında yetişti. Oğlu Selman’ın torunu olan Ahmet Âşıkî (Âşık Paşazade) ise meşhur tarihçilerimizdendir. Aynı dönemde yaşayan Ahi Evren’den de bahsetmek gerekir. Türk işçi ve esnafının pîri sayılan Ahi Evren’in asıl adı Mahmud Nasuriddin’dir. Osmanlı Devletinin kuruluşunda Şeyh Edebali ve Hacı Bektaş’ın nasıl manevî katkıları varsa, Ahi Evren’in de çalışma hayatı bakımından büyük katkıları olmuştur. “Ahi Evren Secerenamesi” ve bilhassa “Hacı Bektaş Velâyetnamesi”nde, o devir Kırşehir’i övgüyle anılır:’ Ol zaman Kırşehri ulu şehir idi… On sekiz bin derler evi var idi. Burcu baru çevresi hisar idi.”
Anadolu’yu işgal eden Moğol askerleri, bilhassa Tokat, Amasya, Çorum, Kırşehir, Kayseri ve Sivas çevresinde yaşıyorlardı. Bu gerileme dönemine rağmen Cacaoğlu Nureddin’in Kırşehir’e Subaşı olmasıyla yöre ekonomik ve kültürel bakımdan çok gelişti. XIII. y.y.’ın sonlarına doğru da savaşların neticesinde şehir harabe haline geldi. Bir Moğol devleti olan İlhanlılar, Anadolu’yu dört parçaya ayırarak valiler ile yönetmeye başladılar. Kırşehir ve Niğde, Cenup Bölüğü adı altında Şerafeddin Osman tarafından idare ediliyordu. Fakat kanun dışı vergilerin sonucunda halk yılmıştı. Nihayet 1318’de Anadolu Selçuklu Devleti yıkıldı. Kırşehir bir dönem Eretna Beyliği, ardından da Karaman Beyliği sınırları içinde kaldı. Timur döneminde karışıklıklar yaşayan Kırşehir, bazı kaynaklara göre II. Murad döneminde, (1421-1451) kesin olarak Osmanlı hâkimiyetine girdi.
Nispeten sakin birkaç asır geçiren yöre ayaklanmalarla yeniden sarsılır. Kanunî zamanında Ankara bölgesini de etkisi altına alan Kalender Baba, arazi tahriri ve vergilerin ağırlığı yüzünden halk arasındaki hoşnutsuzluğu kullanmıştı. Kanunî, Macaristan Seferinden dönmek mecburiyetinde kaldı ancak ayaklanma Kırşehir’de güçlükle bastırıldı. Bu arada Dulkadirliler, Kalender’e büyük destek verince, ikinci aşamadaki çarpışmada Osmanlı ordusu bozguna uğradı. Bunun üzerine İbrahim Paşa dirliklerini elinden aldığı Dulkadirli (Maraş) tımarlı sahipleriyle gizlice anlaştı, ve Kalender’i yenmeyi başararak onu öldürdü.
1560’lı yıllarda, Kırşehir sancak beyi seferdeyken, vekili Pirî ile Subaşı Hüseyin halkı soydular. Kırşehir kadısının çabaları bunları muhakeme etmeye yetmedi. 1577’de siyasî vak’aların arttığı anlaşılıyor. İran Şahı hesabına Anadolu’da çok kuvvetli bir propaganda vardır. Suriye tarafında bir Türkmen, kendisinin Şah İsmail olduğunu söyleyerek, Malatya Türkmen aşiretlerini ayaklandırmış, elli bin kişilik bir ordu kurmuştu. Hatta Hacı Bektaş’a kadar gelerek kurban kesti, Bozok’a (Yozgat) halifesini yollayarak taraftar topladı. Bu olayda, Celâli isyanlarıyla Kızılbaş-Tarikat isyanlarının âdeta özdeşleştiği görülür.
1584 yılı ise yine Kırşehir için iyi geçmedi. Otuz kırk kişilik bir levend çetesinin yakalanması bahanesiyle, Manisa Valisi Şehzâde Mehmed’in lalasının adamları olduğunu söyleyen kalabalık bir grup, bölgedeki köyleri yağmaladı. Bu grup, gerçekten de şehzadenin adamlarıydı ama soyguncuları yakalamak bahanesiyle kendileri de aynı işi yapıyorlardı. Bu vak’anın ardından üç yıl boyunca Kırşehir ve çevresindeki Orta Anadolu şehirlerinden bir kısmı, adeta Celâlilerin merkezi haline geldi. Soygun ve talanların dışında, artık halka direkt saldırılar da mevzubahisti. Bu vak’alar XVII. y.y. ortalarına kadar devam etti. 1777 yılında Yozgat Ayanı Çapanoğullarının, Kırşehir mütesellimliğini de ellerine geçirdikleri anlaşılıyor. Bu durum XIX. y.y.’ın başlarına kadar sürdü. Yöre, daha sonraki seneleri sakin geçirdi.
O devrin derbend teşkilâtı da büyük önem taşıyordu. Geçitleri, eşkıyalığa karşı korumak, emniyeti sağlamak, ve yolları düzeltmek amacıyla kurulmuştu. 1693 yılında Kızılırmak üzerinde, Kırşehir’in 20 km. güneyindeki Kesikköprü, tamir ve takviye edilmek yolu ile yeni bir nizama kavuşmuştu. Derbendci olarak, konar-göçerler yerleştirildi. Ankara Kırşehir arasında 100. km.’de bulunan, eski Bizans yolu üstündeki Çeşnigir Köprüsü de Kesikköprü gibi, geçit üzerinde olduğundan derbend sayılıyordu, muhafazasını 50 nefer sağlıyordu. Aynı şekilde 1744 tarihli bir Osmanlı kaydına göre Kesikköprü için de köprücüler ve Köprü Ağası tayin edilmişti.
KIRŞEHİR İDARÎ TARİHİ
Anlaşılacağı üzere Çorum-Yozgat sınırında bulunan Hitit başkenti Hattuşaş’a çok yakın olan Kırşehir, idarî bakımdan merkeze bağlıydı. Prokopios tarihinde yazdığına göre VI. y.y.’da Mokissos harap olmuştu. Bizans İmparatoru Justinianos, Kırşehir il merkezindeki eski kalenin batısında; sarp, fevkalade erişilmez bir yerde kale yaptırdı. İşte bunun için yöreye bir dönem, Justinianopolis dendi. Kırşehir yöresi, Romalılar döneminde, merkezi Kayseri olan Kapadokya Eyaletine bağlıydı. Bölgeye ait ilk coğrafya bilgisidir bu. Amasyalı coğrafyacı Strabon’un işaret ettiği Sarauene kentinin Kırşehir’de olduğu tahmin ediliyor. İmparatorluğun ikiye ayrılmasından kısa bir süre önce 371’de Kapadokya Eyaleti ikiye bölününce, Kırşehir; başkenti Tyana olan ikinci Kapadokya Eyaleti içinde kaldı.
Kırşehir’in uzun süreli Türk yurdu olması ve günümüze kadar gelmesi 1071 Malazgirt Zaferi ile başlar ama ondan önce de, Türk izleri vardır. H.290 (M. 902) yılına ait Hacı Tura Oğlu Şah Mehmed Vakfiyesinde, Hacı Tura mülkü olduğu kayıtlıdır. “Kırşehri” adı, ilk olarak burada geçer. Böylece Hitit, Frigya, Pers, Kapadokya, Roma ve Bizans dönemlerinden sonra Türk dönemi başlamaktadır.
Anadolu Selçuklularının Malazgirt Zaferinden birkaç yıl sonra fethettikleri şehirlerden biri de Kırşehir’dir. Haçlı Seferleri sırasında kısa bir süre elden çıktıysa da tekrar Anadolu Selçuklu idaresine girdi. II. Kılıçarslan 1190’da memleketi 11 oğlu arasında bölüştürürken Ankara ile beraber Kırşehir, Muhiddin Mesud’un payına düştü. 1230 yılında Mengücekoğlu Muzafferüddin’e timar olarak tahsis edildi. İbn Bibi bunu “Selçukname” de “Sultan (Alaeddin) Erbisus’u (Afşin) mülkiyet, Kırşehir’i de muaf ve müsellem ikta olarak verdi” diye ifade ediyor. Bu dönemde Gülşehri olarak da anıldı. Esasen Kırşehir, savaşlar ve yerli halkın göçleri sonunda tamamen harap olmuş bir vaziyetteydi. Pek çok araştırmacı da Selçuklu Türklerinin bu yüzden bölgeye ve il merkezine “Kırşehri” adını verdiğini belirtir. Böylece XII. yy’da Selçuklular tarafından yeniden kurulur. Boyahaneleri, cenderehaneleri, sabunhaneleri ile tanınır. Yaylak-kışlak hayatı yaşayan Türkmenler, o yıllarda sayıca fazla oldukları için, hayvan mahsullerinin satıldığı, mamul maddenin alındığı pazarlara “Türkmen Pazarı” denirdi, şehirlerin kapılarına kurulurdu. Bunlardan biri de Kırşehir’deydi.
1243 Kösedağ Savaşında, Selçuklular yenilmiş, Kırşehir de Moğolların yaylağı haline gelmişti. Selçuklular resmen yıkılmasa da uygulama böyleydi. Bu tarihlerde Moğolların (İlhanlı Devleti) tayin ettiği Kırşehir Beyi Nureddin Cebrail Caca, nispeten huzur ve sükûnu sağlamış, şehre medrese bile kurmuştu. Caca’nın, Arapça-Moğolca Vakfiyesi, il tarihiyle ilgili kıymetli bilgilerle doludur. Bölge daha sonra da sırasıyla Eretnalılar, Kadı Burhaneddin, Karamanlılar, Dulkadirliler ve Osmanlıların hâkimiyetine girdi. Osmanlıların elindeyken, 1402 Ankara Savaşından sonra Timur Devletinin eline geçti.
Selçuklular zamanında, ilk idarî teşkilatlanmanın II. Kılıçarslan zamanında yapıldığını görüyoruz. Mahrusa-ı Kırşehir- Aksara(y) sahibi Zahireddin Seyfeddin İldeniz’dir. İbn Bibi, Kırşehir’i, Vilâyet-i Akşehir içinde gösterir. İslam coğrafyacısı Ebul Fida, aynı dönemde Kırşehir’i Rum şehirlerinden sayar. XIV. y.y. ortalarına doğru kaleme alınan coğrafya kitabı Nüzhet’ül Kulûb’da ise Mülk-i Rum şehirlerinden sayılır. Osmanlılar Konya ve civarındaki Karaman Beyliğini kendilerine bağlayınca, idarî açıdan burayı ayırdılar ve adına “Karaman Beylerbeyliği” (Eyalet) dediler (1468-1512). Paşa sancağı Konya olup, bağlı sancaklardan biri de Kırşehir’dir. Niğde, Aksaray, Beyşehir, Akşehir ve Kayseriye diğer sancaklardır. XVII. y.y’da sancak esaslı Osmanlı idaresinden, eyalet esaslı idareye geçilmiştir. Ancak Kırşehir yine Karaman Eyaletine bağlıdır. 1831 Osmanlı nüfus sayımı kayıtlarında Kırşehir, Karaman Eyaleti içinde yer almaktadır. Osmanlı Salnameleri 1843’ten itibaren yayınlanmaya başladı. 1857 Devlet Salnamesinde eyaletler, livalara ayrıldı. Liva, mutasarrıflarca yönetilen şimdiki il ile kaza arası bir yönetim şekliydi. Bu dönemde Kırşehir; Eyalet-i Karaman’ın 7 livasından biri olan Niğde’ye kaza olarak bağlandı. Hacıbektaş ve Mucur da yine Niğde’ye bağlıydı. 1864 yılında İdare-i Vilâyet Kanunu çıktı. 1876 yılı sonlarında yayınlanan Devlet salnamesinde, Kırşehir Sancağını, Ankara Vilâyetine bağlanmış olarak görüyoruz. Kırşehir’in kazaları ise bu dönemde Avanos, Keskin ve Mecidiye’dir (Çiçekdağı). 1908 Salnamesinde Kırşehir yine Ankara’ya bağlı 3 kazalı, 3 nahiyeli 521 köyü olan bir il konumundadır. 1921’de müstakil mutasarrıflık yapıldı. Cumhuriyetin birinci yılında ise 74 vilâyet arasında 48. sırada Kırşehir adına da rastlıyoruz. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi Tahrir Defterlerine göre Kırşehri XVI. y.y’da Anadolu sancakları arasında geçer. Alt teşkilâtı 139. numarada kayıtlıdır. Kaza-i Kırşehri olarak merkez kazası gösterildikten sonra Nefs-i Kırşehri ibaresi vardır. Nahiyeleri şöyle sıralanır: Kırşehri, Hacıbektaş, Süleymanlu, Konur, Künyüzü, Denek, Keskin ve Çiçekdağı.
1777’den 1820’li yıllara kadar Bozok (Yozgat) Sancağının güçlü âyan ailesi Çapanoğulları, Kırşehir yönetimini de üstlendi.
Kırşehir’in en eski ilçelerinden Mecidiye (Çiçekdağ) Yozgat’a bağlı merkezi Boyalık köyü olan bir nahiyeyken, Abdülaziz döneminde (1861-1876) kaza yapılarak Kırşehir’e bağlandı. Mucur, önceleri Niğde sancağına bağlı bir köy iken 1868’de Kırşehir’e bağlı nahiye haline getirildi. 1908 İkinci Meşrutiyetten sonra Kırşehir’e bağlı kaza oldu. Kaman ise zaten Kırşehir’e bağlı bir nahiyeydi, 1944’te kaza yapıldı. Cumhuriyet döneminde, 1954-1957 yılları arasında, Kırşehir kaza haline getirilerek Nevşehir’e bağlanınca, Çiçekdağ kazası Yozgat’a, Mucur kazası Nevşehir’e, Kaman da Ankara’ya bağlanmıştı. Son dönemde ise (1990) Çiçekdağ, Mucur ve Kaman’a ilâve olarak Boztepe, Akpınar ve Akçakent de kaza haline getirilerek, toplam kaza sayısı altıya çıkarıldı. Halen bu idarî yapı devam etmektedir.
Kaynak: Kırşehir Türkülerininin Hikayeleri
Sebahattin Yaşar
Yüksek Lisans Çalışması-2001