ahilik,ahi,ahi evran,islam,aşıkpaşa,kırşehir,ahmedi gülşehri,selçuklu,osmanlı,insan,güzel ahlak
Sevgili okurlar, bugün sizlere islamda ticaretin bazı islam alimlerine göre mekruh, bazı islam alimlerine göre ise haram olduğu halleri sıralayacağız. İslamda muamelat olarak adlandırılan bu hususlar çoğu müslüman tarafından iyi bilinmemekte olup çeşitli haksızlıklara neden olunmaktadır. Ahireti feda etmek istemeyen dürüst bir tacirin bu hususlara titizlikle riayet etmesi gerekmektedir.
İslamda bazı akitler rükün, şart veya vasıflarında hiçbir eksiklik bulunmadığı halde, akdin kendisi dışında kalan bir sebepten ötürü yasaklanmış olabilir. Hanefîler bu gibi akitleri mekruh sayarken, çoğunluk mezhep müctehitleri haram kabul ederler.
Kendi dışında kalan bir sebeple yasaklanan başlıca muameleler şunlardır:
a) Neceş satışı: Bu, bir kimsenin gerçek alıcı olmadığı halde sırf müşteri kızıştırıp fiyatı yükseltmek amacıyla alış-verişe karışmasıdır. Hz. Peygamber (s.a); “Sırf müşteri kızıştırmak için satışa girmeyiniz”[1] buyurmuştur. Hanefilere göre, müşteri kızıştırma, eğer malın fiyatı gerçek değerini aşarsa mekruh olur. Eğer arttırma, mal değerini bulmadığı için yapılmışsa bunda bir sakınca bulunmaz. Burada adalet için yardımlaşılmış olur. Açık arttırma veya kapalı zarf usulü teklif olarak en yüksek fiyat verene malı satmak mümkün ve caizdir. Ancak açık arttırmaya da hile sokulmamalıdır[2]. İhaleye fesat karıştırmak olarak adlandırılan bu husus çokca ihlal edilmekte ve siyaset kendi zenginini yaratmak anlamında haksız çıkar sağlanmasına aracılık etmektedir. Özellikle büyük ihalelerde büyük oyunlar dönmektedir. Devlet İhale Kurumu gerekli etkinliği sağlayamamaktadır. Büyük ihalelerin basın huzurunda (televizyonda) şeffaf yapılması kısmen hileleri önleyecektir. İnsan unsuru daima bir etken olarak karşımızda durmaktadır. Bu yüzden idarede siyasi olarak “bizden” veya tarikat olarak “bizden” veya hemşehrimiz kavramları da en masum haksızlıkların kaynağıdır. Allah ve Rasulünün lanetlediği rüşvet ise yaygınlığı ve ulaştığı büyük ölçülerle din iman tanımamaktadır. Yöneticide aranması gereken en önemli iki vasıf ehliyet ve liyakattir. Kuran’ı Kerim’de Yusuf aleyhisselam zamanın kralına iki nedenden dolayı kendisini hazinenin başına getirmesini ifade etmektedir. Birincisi işi bildiğini ikincisi ise hazineyi koruyabileceğini yani dürüst olduğunu ifade etmesidir. Atamalarda bu iki hususa dikkat edilmediği sürece beceriksizler ve hırsızlar ali yöneticiler olmaya devam edecektir. Siyasetle uğraşanlar ticaret yapmamalıdır. Hükümet etmek zordur. Ben dürüstüm demek yetmez; hile ve haksızlıklara engel olmak da yöneticinin sorumluluğundadır. Bu yüzden dirayetli ve adil yöneticilere ihtiyaç her zamankinden fazladır.
b) Telakki’r-rukbân yasağı: Şehirdeki bazı kimselerin köyden veya dışardan mal getirenleri yolda karşılayıp malları elinden almasıdır. Burada, üreticinin şehirdeki günlük rayiç fiyatları öğrenmesi engellenmekte, şehirli tüccarın onun elinden ucuza aldığı malı piyasaya kontrollü ve pahalı olarak sürmesi veya karaborsaya düşürmesi söz konusu olmaktadır. Hadiste şöyle buyurulur:
“Hz. Peygamber binitlileri yolda karşılamayı, yani pazara gelmeden yüklerini satın almayı yasaklamıştır.[3] Hanefîlere göre, bu şekilde üretici veya malı dışarıdan getiren kimse ile tüketici arasına girmek eğer topluma zarar veriyorsa tahrîmen mekruhtur. Eğer sun’î fiyat artışına yol açmıyorsa bunda bir sakınca bulunmaz. Günümüzde gelişmekte olan emtia borsaları islamın öngördüğü prensiplere uygun bir yapılanma sergilemektedir. Sözkonusu mal hem kayıt altına alınmakta ve hem de rayiç fiattan satılması sağlanmaktadır.
c) Şehirlinin köylü adına satış yapması: Şehirlinin köylüye ait ürünleri depolayıp, komisyoncu sıfatıyla piyasaya sürmesi yasaklanmıştır. Tavus’un, İbn Abbas (r.anhümâ)’dan naklettiği bir hadiste şöyle buyurulur: “Hz. Peygamber, şehirlinin köylü adına satış yapmasını yasaklamıştır. Tavus, İbn Abbas’tan böyle bir satışın şeklini sormuş, İbn Abbas; şehirli köylüye komisyonculuk (simsarlık) yapıp, onun malını satamaz, diye cevap vermiştir.[4]” Hz. Enes’ten nakledilen başka bir hadiste, köydeki mal sahibi ile şehirdeki komisyoncunun birbirinin oğlu veya babası bile olsa bunun caiz olmadığı belirtilir.[5]
Hanefîlere göre böyle bir komisyonculuk belde halkına zarar veriyorsa mekruh olur, aksi halde bunda bir sakınca bulunmaz. Mâlikîlere göre, neceş satışı gibi, bu şekil komisyonculuk da akdin feshini gerektirir.
Günümüzde toptancı hallerindeki belli sayıdaki komisyoncu eliyle yürütülen sebze ve meyve ticareti fiatların suni artışının en büyük nedenidir. Çok düşük fiattan üreticinin elinden çıkan ürün aracıların fiat artırmaları yüzünden çok pahalı olarak tüketicinin eline geçmektedir. Hükümetin yeni hazırladığı Hal Yasası, toptancı hallerinde komisyonculuk yapan firmaları belli bir düzene koymak ve mal hareketini artırmak ve pazarlarda doğrudan satışlara da yer sağlıyarak suni fiyat artışlarını önlemeyi amaçlamaktadır. Umarız olumlu bir sonuç alınabilir.
d) Cuma namazı sırasında satış yapmak: Cuma namazı ile yükümlü olanların cuma saatinde işlerini bırakıp namaza koşmaları gerekir. Sadece cemaate gelmemek için özürlü olan erkeklerle, gayri müslimler, kadın ve çocuklar bunun dışındadır. İşte cuma namazı sırasında namaza gitmeyip de bir takım günlük muameleler, akitler yapılırsa bu akitler geçerli olmakla birlikte mekruhtur. Şâfiîlere göre ise böyle bir akit haram olur. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de; “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığınız zaman hemen Allah’ın zikri olan namaza koşun, alış verişi bırakın”[6] buyurulmuştur.
Hanbelîlere göre bu sırada yapılan akitler geçerli olmaz, Mâlikîlerde meşhur olan görüşe göre ise akit feshedilir.
Cuma namazı vakti Hanefîlere göre ilk ezandan, çoğunluğa göre ise hatibin minbere çıkışından itibaren namazın sonuna kadar olan süredir.[7]
Hacı amca kendisi Cuma namazına gidiyor ve giderken de tembih ediyor. Evladım kasaya dikkat et, diyor. Dükkanı kapatmak işine gelmiyor. Varsa yoksa para…Rızkı Allah’ın verdiğinin bilincinde değil. İslami öncelikler hala davranışlarımıza yansımış değil.
Ahiliğin de öngördüğü bu ilkelere umarız uyulur.
[2] Buhârî, Büyü, 59; İbn Mâce, Ticârât, 25.
[3] Buhârî, Büyü, 72, icâre, 11,19; Nesâi, Büyü, 18.
[4] Buhârî, Büyü, 72, icâre, 11,19.
[5] Müslim, Büyü, 21; Ebû Dâvud, Büyü, 45.
[6] el-Cuma, 62/9.
[7] bk. İbnü’l-Hümâm, V, 239, vd; İbn Âbidin, IV, 139; Zeylâi, Tebyînü’l-Hakâik, IV, 67; İbn Rüşd, II, 164 vd; İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 212 vd; ez-Zühaylî, IV, 239 vd.