ahilik,ahi,ahi evran,islam,aşıkpaşa,kırşehir,ahmedi gülşehri,selçuklu,osmanlı,insan,güzel ahlak
İslâm’da ticaret meşru olunca, kâr elde etmenin de meşru olması tabiidir. Çünkü kâr, mal mübadelesinin semeresi olup, onsuz ekonomik bir hayat düşünülemez. Bu yüzden İslâm kârı yasaklamamıştır. Âyet ve hadislerde ticaret ve kazançtan genel olarak söz edilmiş ve ekonomik hayatın belirli prensiplere uyularak, kendi tabii kuralları içinde yürümesi amaçlanmıştır. Kârın tabiî ve ahlaki ölçüler içinde ve serbest rekabet ortamında oluşması esas alınmıştır. Ancak bu prensibi korumak ve insanların temel ihtiyaçlarının istismarını önlemek için bir takım tedbirler öngörülmüştür. Ribanın yasaklanması, haksız kazanç yollarının kapatılması ve gerektiğinde narha başvurulması bunlar arasında sayılabilir.
Alış-verişlerde yalan, hile, aldatma, satılan şeyin ayıbını gizleme veya onu mevcut olmayan niteliklerle övme yasaklanmış; açık, gerçekçi ve makul ölçüler konulmuştur: Allahü Teâlâ şöyle buyurur: Ey iman edenler! Birbirinizin mallarını haram yollarla yemeyiniz. Ancak karşılıklı rızaya dayanan, meşru bir ticaret yoluyla olması durumu müstesnadır.[1] Allah alış-verişi helâl, ribayı (faizi) ise haram kılmıştır.[2]
Bir satım akdinde kâr miktarını belirleyebilmek için her şeyden önce bu malın alış fiyatının veya maliyetinin bilinmesine ihtiyaç vardır. Malın bu ilk değerine anapara (re’sü’l-mâl) denir. Bu, ilk alıcının akitle ödemeyi üstlendiği bedeldir. Başka bir deyimle, mala kendisiyle mâlik olunan ve akitle ödenmesi üstlenilen bedeldir. Hanefîlerde alış fiyatına eklenip eklenmeyecek masrafların belirlenmesinde tüccar arasındaki örfe ağırlık verilmiştir. Bu konuda temel prensip malın kendisinde veya değerinde artış meydana getiren harcamaların alış fiyatına eklenmesi, bu niteliği taşımayan harcamaların ise eklenmemesidir.[3]
İslâm’da net maliyet hesabı güvene dayanan bir satış niteliğindeki karlı (murabaha), kârsız (tevliye) ve zararına (vazîa) satışlarda gereklidir. Satıcı kendi alış fiyatını ve eklediği kâr miktarını alıcıya açıklamaksızın, belirleyeceği bir satış bedeliyle de malını satabilir. Hatta eskiden kalan mala, piyasadaki rayiç fiyatları ölçü alarak, yeni bir değer koyup, bunun da üzerine kâr ekleyerek satış yapmak da mümkün ve caizdir. Yeter ki, alıcıyı yanıltacak ve onu etki altında bırakacak yanlış bilgiler verilmesin. Kârın meşru ve güzel kazanç (tîb) olması için, satıcının iyi niyet kurallarından ayrılmaması ve alıcıya doğru bilgiler vermesi gerekir. Aksi halde aldatma ile aşırı kâr bir araya gelirse alıcı lehine bir takım haklar doğar. Buna fahiş gabin hali denir.
Bu duruma göre İslâm’da, alış-verişlerde çeşitli mallara yüzde hesabiyle bir kâr haddi belirlenmemiştir. Genel olarak arz ve talep kanunlarına bağlı, serbest rekabet esasları içinde kendiliğinden oluşacak fiyatlar ölçü alınmıştır. Eğer çeşitli mallara belirli oranda kâr haddi uygulaması getirilseydi, ekonomik hayat zorluklarla karşılaşırdı. Çünkü kâr miktarını dondurmak o malın alış fiyatını veya maliyetini tam olarak bilmeyi gerektirir. Bu ise her zaman net olarak hesaplanamaz ve satışa hile karışabilir. Diğer yandan ayni cins ve kalitedeki malın maliyeti tüccardan tüccara değişir. Sermayesi geniş olan kimse, peşin para ile çok ve ucuz mal satın alır, kendi araçları ile nakleder ve işyerine kira ödemez. Bütün bu nedenlerle malı ucuza mâl eder. Başka bir tüccarda bu imkânlar bulunmadığı için maliyetleri yüksek olabilir. Üretimdeki maliyetler çok daha değişik etkenler yüzünden farklı olur. Ayni cins ve miktarda bir çok malın maliyetleri farklı olunca, yüzde kâr ilâvesiyle oluşacak satış bedelleri de farklı olacaktır.
İşte bu ve benzeri sakıncalar yüzünden Rasûlullah (s.a.s.) piyasa fiyatlarına müdahale etmesi için başvuran sahabilere şöyle cevap vermiştir: Şüphesiz, fiyat tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah’tır. Ben sizden hiç kimsenin mal ve canına yapmış olduğum bir haksızlık sebebiyle hakkını benden ister olduğu halde Rabb’ime kavuşmak istemem.[4]
Piyasaların fiata etkisi
Günümüzde tekel ya da oligopol gibi az sayıda firmanın yer aldığı piyasalar rekabetin oluşmadığı, bu yüzden halkın aleyhine gelişen fiat ayarlamalarının olduğu piyasalar olarak kabul edilirler. Sorun o piyasaya girişin yerleşik firmalar tarafından engellenmesidir. Devlet Rekabet Kurumu gibi kuruluşları aracılığı ile rekabet şartlarının bozulup bozulmadığını denetler. Ancak bu denetimlerin etkin olmaması başlı başına bir sorundur. Örneğin çimentoda firmalar aralarında anlaşarak fiat artırımına gidebilmektedirler.(Bir firma yetkilisi bize bu durumu ifade etmişlerdir.) Aynı durum ayçiçeği yağında, peynirde, zeytinde ve en son olarak ette gözlenmiştir. Gerçi ette yapılan son tespitler %14,5 oranında bir üretim azlığını göstermişse de az sayıdaki toptancının fiatlar üzerinde etkili olduğu da gözden kaçmamıştır. Sebze ve meyvede de benzeri durum sözkonusudur. Üretici ile alıcı arasına giren çok sayıda aracı fiat artışının da nedenini oluşturmaktadır. Hükümetin düzenlediği son “hal yasası” üretici ile tüketiciyi doğrudan karşılaştırmaya ilişkin bazı hükümleri de içermektedir
Bankacılık alanında da rekabetin oluşması hükümet tarafından istenmekte, bir taraftan elinde 300 milyon doları olana banka kurma izin verilmeyeceği ifade edilirken, oligopol bir yapıdan da çekinmektedirler.
Fiatın oluşmasında borsalar çok önemli bir yer işgal etmektedir. Temelde kapitalizmin, serbest rekabetin oluşmasında en önemli aracı olan borsaların İslam’ın temel öngörülerine de uygun olduğu söylenebilir. Örneğin menkul kıymetler borsaları fiatın serbestçe oluştuğu yerlerdir. Ancak manipulasyon denen bazı aracı kuruluşların kendi aralarında anlaşarak herhangi bir kağıdı istediği gibi indirip çıkarması da mümkünse de borsa yönetimi fiatların suni artış ve azalışlarına bazı önlemler de geliştirmektedirler. Ancak “insider training” denen şirket içinden bazı bilgilerin sızdırılarak haksız kazanç elde etmeye yönelik davranışlar önlenememektedr. Ortakların hakları konusunda Sermaye Piyasası Kurulu da elemanları aracılığı ile şirketler nezdinde gerekli incelemeleri yapmaktadırlar. Diğer taraftan yeni gelişmekte olan emtia borsaları da fiatların serbestçe oluşmasında çok önemli bir işlev yerine getireceklerdir. Teslimlerin fiziki yapılması henüz bir yavaşlatıcı sorun olarak ortadadır. Türkiye’deki malların bu piyasaların da gelişmesiyle uluslararası piyasalarda işlem görmesi ülke için bir kazanç olacaktır.
Borsaya girmek helal midir?diye bir soru akla gelebilir. İslam alimleri borsanın İslam’a uygun olduğunu, borsada alış-veriş yapılabileceğini, ancak; faaliyet konusu itibariyle seçici davranılarak konusu faiz olan banka, faktoring kuruluşları ile faaliyeti içki olan kuruluşların hisse senetlerinden uzak durmak gerektiğini ifade etmektedirler. Tahvil fonları da bu kategoriye girebilir.
Son bir nokta olarak, halk arasında “peygamber pazarlığı” denen ve satıcının zor durumundan istifade ederek onu elinden “öldüm fiatına” almaya yönelik davranışları asla doğru bulmuyoruz. Belki zananı gelen bir senet dolayısıyla %5 veya 10’luk bir fiat kırımını anlamak mümkünse de aşırılıkların islam’a uymayacağı bilinmeli ve satıcıya hakkı verilmelidir. Adalet bunu gerektirir. Müslüman “doğru tüccarın ahirette şehitlerle ve peygamberlerle birlikte haşrolunacağını” bilmelidir. Fırsatçılık İslamda yoktur. İslam’da muamelat çok önemlidir ve birçok insan bazen bilgisizlik bazen de kasdi olarak hileye, yalana başvurabilir. Kur’an’ı Kerim’deki “Mutaffifin” suresi ticarette hile yapan, alırken tam alan ancak verirken eksik veren kavmin bu yüzden helak edilmesiyle ilgilidir. Hadislerde “1 dirhem borç için 700 kabul edilmiş farz namaz sevabı verileceği” bildirilmektedir. Sanırım bu, işin ciddiyetini anlatmaya yeter. Peygamber efendimiz de borçlu olarak ölenlerin cenaze namazını kılmaktan kaçınmıştır. Üç kuruş için ahiretinizi feda etmeyiniz. Her alanda islam üzere yaşayabilmek dileğiyle…
[2] el-Bakara, 2/275.
[3] bk. es-Serahsi, el-Mebsut, XIII, 80, 91; el-Kâsânî, el-Bedayi’, V, 223; el-Fetâvâ’l-Hindiyye III, 162; İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar, IV, 155; Ali Haydar, Düraru’l-Hukkâm, l, 598.
[4] Ebu Davud, Büyü 49; Tirmizi, Büyü 73; İbn Mace, Ticârât 27; Ahmed b. Hanbel, II, 327, l 85, 106,286.