ahilik,ahi,ahi evran,islam,aşıkpaşa,kırşehir,ahmedi gülşehri,selçuklu,osmanlı,insan,güzel ahlak
Yüce Allah dünyayı, ayı, güneşi, gezegenleri ve diğer gök cisimlerini insanların yararlanması için yaratmıştır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Yeryüzünü size boyun eğecek şekilde yaratan O’dur. Öyleyse onun her yanında gezip dolaşın ve Allah’ın vermiş olduğu rızıklardan yeyin”[1] Yararlanma şu ayette gök cisimlerini de kapsar: “O, göklerde ve yerde bulunan her şeyi kendinden bir lütuf olarak sizin hizmetinize vermiştir. Düşünen ve fikir üreten bir toplum için bunlarda nice ibret ve deliller vardır.”[2]
Mal ve çocuklarla uğraşırken Yüce Allah’a kulluk terkedilmemelidir. Aksi halde dünya ve âhirette en büyük zarara uğranılır. Kur’an’da şöyle buyurulur: “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız, sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim böyle yaparsa, onlar maddî ve manevî en büyük zarara uğrayanlardır.”[3] “Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak birer imtihandır”[4] “İnsan kendisini zengin olmuş görünce mutlaka şımarır”[5] “Mal ve evlât çokluğu ile övünmek sizi oyaladı.”[6]
Diğer yandan malını helal yoldan kazanan, zekâtını verip, Allah yolunda harcayanlar övülmüştür. Şu ayette Allah yolunda canını feda eden şehitlerle, malını Allah yolunda harcayan servet sahibi zenginler denk sayılmıştır: “Şüphesiz ki Allah, cihad eden mü’minlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler.”[7]
Hz. Peygamber (s.a) de çeşitli hadislerinde insanın mal ve servet karşısındaki durumunu belirlemiştir. Temiz mü’minin elinde temiz servetin ne güzel bir mal olduğunu bildiren hadis[8] helâl kazanca ve dürüst insanlara dikkati çekmiştir. Başka bir hadis-i şerifte kişinin gerçek malının miktarı ve ölçüsü şöyle belirtilir: “Ademoğlu; “benim malım, benim malım” der. Senin yiyip tükettiğinden, giyip eskittiğinden veya tasadduk edip devam ettirdiğinden başka malın var mıdır?”[9]
Yahya b. Muaz (r.a) şöyle demiştir: “Para akrep gibidir. Eğer onu elinde usulüne göre tutamayacaksan sakın tutma, aksi halde seni ısırır ve zehiri ile öldürür.” Usulüne göre tutma (rukye) nedir? diye sorulunca; “kişinin helâl yoldan kazanıp, yerine harcamasıdır” diye cevap verdi. Diğer yandan Yahya b. Muaz, malın ölüm sırasındaki özelliğini şöyle belirlemiştir: “Malın hepsi ölenin elinden alınır, fakat kıyamet günü malın hepsinin hesabı kazanan bu kişiden sorulur“[10]
Ancak mal ve servetle ilgili bu gibi âyet, hadis ve tespitler İslâm’ın servet sahibi olmanın ve zenginliğin karşısında olduğu anlamına gelmez. Meşru yoldan kazanılan, zekâtı verilen ve başkalarını ezme, küçümseme, gurur ve kibir için kullanılmayan servetlerin “iyi mal iyi kişilerin elinde ne güzeldir” hadisinin şümulüne girdiğinde şüphe yoktur. Diğer yandan mal mülk edinirken ve bunu idare ederken, bu meşguliyetin mal sahibini yüce Allah’a ibadet ve itaatten alıkoymaması da gerekir. İslâm’ın Medine-i Münevvere’ye yayılması, müesseseleşmesi ve henüz bir devlet bütçesinin oluşmadığı devrelerde düşman karşısına büyük orduların çıkarılması Hz. Ebu Bekir ve Hz. Osman gibi varlıklı sahabîlerin yardımları sayesinde olmuştur. Burada servetler iyi insanların elinde iyi işlerde kullanılmış ve âhiret yatırımının sermayesini oluşturmuştur.[11]
Mal Emanettir
Ancak günümüzde üretim teknolojilerindeki gelişme, üretim miktarında bir artış ve çeşitliliği de beraberinde getirmiştir. Peygamber efendimiz bir hadislerinde “Benim ümmetimin fitnesi maldır” buyurmuştur. Yürürlükte olan yasaların büyük sermaye sahiplerini koruyucu nitelikte düzenlenmesi gelir adaletsizliklerini de beraberinde getirmiş ve kalkınma, sermayenin belli ellerde temerküz ettirilmesi ile olabileceği düşüncesiyle hareket edilmiştir. Bu sermayeyi törpüleyici dini emirlerin kişilerin insafına bırakılması, onu sadece kendi çıkarını düşünen bencil varlıklar haline getirmiştir.
(Müslüman ülkelerde büyük işletmelerin kurulamadığı gibi bir iddia akla gelebilir. İslam faizi yasaklar ve fakat alışverişi helal kılarak ortaklık yapmayı tavsiye eder. Bu, bir sermaye ortaklığı olabileceği gibi emek-sermaye ortaklığı (mudarabe)’da olabilir. Ancak sermayenin belli ellerde dolaşmasını hoş bulmaz. Büyük sermaye ortaklıkları oluşturmak konusunda ise bir engel yoktur. Ancak az gelişmişlik yapısal bir sorundur ve tarihi nedenlere de dayanır. Batı, bugünkü sermaye yapısını kısmen sömürgelerden sağladığı artı değerlerin yanı sıra adaletsiz yasalarla sermayeyi temerküz ettirmiş ve teknikte yaptığı inkar edilemez üstünlük de ona büyük avantajlar sağlamıştır. Özellikle uluslararası şirketleri ticarette ve teknoloji üretiminde oldukça ileri konumdadırlar. Ülkemizin de uluslararası düzeyde iş yapan firmalara ihtiyacı vardır. Küçük sermayenin de korunarak büyük işletmelerin altyapısını oluşturması sağlanabilir. Ayrıca devletin kendisinin stratejik faaliyetlerde büyük şirket kurarak bunu halka açmasında hiç bir engel yoktur.)
Halbuki İslam’da zekat ve yardımlaşma unsurları daima ağır basar. Temel felsefe olarak mal kişiye “emanet” olarak verilmiştir. Dünya’nın gerçek sahibi ve maliki Allah’tır. Bu yüzden tasarruf etmede “mülkiyet” anlayışı ile “emanet” anlayışı çok farklı etkiler meydana getirir. Örneğin malı mülkiyet olarak gören birine israfı anlatamazsınız. Kişiyi cömert kılacak olan şey; Allah korkusu ve ahiret inancıdır. Kısaca, felsefi bakış açısının sıhhat derecesi, kişinin mal hırsında önemli bir etkendir.
Dünyevileşme
Mal hırsının diğer yüzü bu malın tükettirilmesi ilkesidir. Kapitalist sistem yaptığı reklamlarla “ihtiyaçları sınırsız olarak tanımlar” ve daima “tüket” diye talimatlar yağdırır. Çünkü çarklar böyle dönecektir. İslam’da buna “dünyevileşme” diyoruz. Her evin perdesi ya da koltukları modası geçti ya da sıkıldım gibi bahanelerle değiştirilir, yerine yenileri alınır. Bu, ayakkabı, elbise, hatta arabada bile geçerlidir. Marka takılmak, sürekli yeni şeyler almak, islah edilmemiş nefsin bir emri olarak yerine getirilir; nefse kölelik. Fakirler için verilecek yardım parası sadece sokaktaki dilenciye verilen üç beş kuruştur artık. İşte israf budur. Ne yazık ki biz israfı sadece biraz ekmeğin kurumasıyla ortaya çıkan israf olarak anlıyoruz.
İslam’da ölçü, ifrat ve tefrite kaçmadan ihtiyaçlar ölçüsünde makul hareket etmektir. Lüks bir yaşam İslam’i bir hayat tarzı olamaz. Temel yaklaşım malın ya da gelirin emanet olduğu ilkesidir. İslamiyet’in bütün Arabistan’a yayılarak ganimet mallarının çoğalması neticesinde Peygamber efendimizin eşleri daha rahat yaşamak için bazı maddi taleplerde bulunurlar. Bunun üzerine ayet inerek onları azarlar ve gerektiğinde Allah’ın peygamberine daha temiz eşler verebileceği bildirilir. Kısacası peygamber efendimiz bol ganimete rağmen yaşayışında bir değişiklik olmamış ve mütevazi hayatını ölümüne kadar sürdürmüştür. Yine bir gün bir kurban keser ve bir butu hariç hepsini dağıtır. Ayşe validemiz : “Ya Rasulüllah bir but hariç hepsini dağıttın” der. “Hayır, Ya Ayşe, bir but hariç hepsi bizde kaldı”diye cevap verir.
Bizler de bu tüketim çılgınlığından bir nebze olsun kendimizi kurtarmamız ve fakirlere eski eşyalarımızı vermek yerine, fakirlerinde yeni şeylere layık olduklarını düşünmemiz gerekiyor. Allah muhsin kullarını sever…
[2] el-Câsiye,13.
[3] el-Münâfikûn 9.
[4] et-Teğâbün, 15.
[5] el-Alak, 6.
[6] et-Tekâsür,1.
[7] et-Tevbe, 111.
[8] Ahmed b. Hanbel,
[9] Müslim.
[10] İmam Gazali,
[11] Ahmed b. Hanbel.