ahilik,ahi,ahi evran,islam,aşıkpaşa,kırşehir,ahmedi gülşehri,selçuklu,osmanlı,insan,güzel ahlak
Sevgili Okurlar,
Geçen yazımızda peygamber efendimizin kişiliği ve peygamberliğinin önemi hakkında bir şeyler karalamıştık. Bu yazımızda ise “bir peygamber nasıl ve ne derece sevilmeli” konusu üzerinde duracağız.
Peygamberlere iman, imanın 4. rüknüdür. Allah’a iman, namaz ve zekattan sonra gelir.
Şu ayet ve hadislere bir bakalım:
“…peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden men ederse ondan geri durun. Allah’tan sakının, doğrusu Allah’ın cezalandırması çetindir.” (Haşr 7)
Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur. [Nisa 80]
Bana itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur, bana isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur. [Buhari]
Sünnetimden yüz çeviren benden değildir. [Müslim]
Bir bid’at çıkarılınca, bir sünnet kalkmış olur. [İ.Ahmed]
Ümmetim arasında ayrılık olunca, benim sünnetime ve Hulefa-i raşidinin sünnetine yapışın!) [Tirmizi]
Fitne fesat yayıldığı zaman, sünnetime yapışana yüz şehid sevabı verilir! [Hakim]
Ey Muhammed de ki; “Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affeder ve merhamet eder” (Al-i İmran 31)
Bir bilgi kaynağı olarak sünnet, Kurán’da göremediğimiz ve Hz. Peygamber’in hayatında var olan uygulamalardır. Böyle deyince bazıları İslam’ın Allah ve peygamber gibi iki farklı bilgi kaynağının olduğunu sanırlar. Aslında Hz. Peygamber’den aldığımız ve Kurán’da göremediğimiz bilgiler de yani bu anlamdaki sünnet de onun Kurán’dan anlayıp uyguladıklarıdır. Bu durumda İslam’ın tek bir bilgi kaynağı olmuş olur: Allah. Yani İslam’da, Allah ve Peygamber gibi bir ikilem, bir düalizm yoktur.
Ama bazılarının sandığı gibi, farzlar Allah’ın emirleri, sünnetler peygamberin emirleri demek değildir. Kurán’da farz ya da sünnet emirler bulunduğu gibi, Peygamber’den alınan bilgilerde de farz ya da sünnet olanlar vardır.
Bu belirlemeyi yaptıktan sonra ilahi aşk ile peygamber aşkı ilişkisine geçebiliriz. Konuyu doğrudan bir peygamber aşkı olarak sunmak istemedim. Bir peygamber aşkının yalnız başına ele alınması Allah’ın hiç de hoşlanmadığı bir “sevgide ortaklık” hissi doğurabilir ve insanlar Allah’ı bırakıp peygambere yönelerek hatta bazı görevlerin yapılmasını ona atfedebilirlerdi. Neden böyle davrandığıma gelince. Yıllar önce iman ve ilahi aşkın beni gezim gezim gezelettiği bir gece peygamber sevgisinin çok yükseldiğini farkettim. Ancak bunun bir sorun olup olmayacağını düşünemezken, bir gece salavat okuyarak uyudum. Öyle ki bir ara kalbimin otomatiğe bağlanmış gibi salavat getirdiğini kısmen hatırlıyorum. Gece saat 03 gibi uyandım. Uyandığımda kendi kendime kalbin otomatiğe bağlanmış önceki salavatın yerini “bana lanet olun” kelimelerinin aldığını müşahede ettim. Dehşetle doğruldum. Derhal anladım ki, Allah, peygamberin zikre dönüştürülmesinden hoşlanmamıştı. Ertesi gün “Allah” zikriyle uyumuş ve aynı zikirle kalp çalışır halde uyanmıştım. Derhal ilgili ayeti hatırladım: “…kalpler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur” Bu örneği insanlar övsün diye değil, örnek alsın, anlasın diye veriyorum.
Yukarıdaki ayet ve hadislerin hiç birinde “peygamberi sevin” ifadesi yer almaz. Ancak ortak nokta “ona uyun” ifadesidir. O, vahyi Allah’tan almış, açıklamış, davet etmiş ve yaşayarak talim etmiştir. İşte Kuran ortada olmasına rağmen, onun nasıl uygulanacağını peygamberin göstermesi nedeniyle ona tabi olunması gerekmektedir. Zaten Kuran da insanı peygambere göndermektedir. (Al-i İmran 31). Sonuç olarak peygambersiz İslam’ı ve Kuran’ı ne anlamak, ne de yaşamak mümkündür. Durum böyle olunca, bu, peygambere tabi olma işlemi nasıl, ne derece ve ne kadar güçlü olacak sorusuyla karşı karşıya kalıyoruz demektir.
İlk göze çarpan şey doğal olarak Allah’ın bizi Peygambere uymaya mecbur tutmasıdır. Yani emre itaat. Bu itaat iki türlü olabilir. Birincisi ve evveli taklittir. Gençler fıtratları İslam’a uygun olarak yaratıldıkları gibi, özellikle yetiştikleri ilk yıllarda, önce anne babalarını taklit ederler. Akıl baliğ olduktan sonra çocuk öğrendikleri bilgilerin gerçek doğru olup olmadığını sorgulamaya başlar. Ben 14 yaşımda iken Kırşehir’de Baytoklar’ın kitapçı dükkanına girerken kendi kendime bir sorgulamayı başlatmıştım. Bütün inancımı gözden geçirip kendime mal etmiştim. Şimdi onlara benim diyebilirdim. İşte bu “hakiki iman” dediğimiz şeydi. Bu bende kişisel bir özelliğe de dönüştü. Okurken bir şeyin nedenini niçinini anlamazsam asla kafama girmez. Emre itaatin altında yatan psikolojik etken ise korkudur. Cehennem korkusu buna dahildir. Halkın çoğunluğu buna göre hareket eder. Ancak gerçek Hak dostları cennet ve cehennemi bırakır doğrudan zati muhabbete yönelirler. Yunus demiyor mu “Bana seni gerek seni”
İtaatin ikinci ayağı ise “sevgi”dir. Sevgi, insan psikolojisinde harekete geçirici en kuvvetli ögedir. Allah, peygamberi sevin dememiş olmasına rağmen kendisinin onu çok sevdiğini anlıyoruz. Örneğin “ilk yaratılış cevherinin Muhammed’in nurundan yaratıldığı” ve “Hz. Adem toprakla su arasındayken ben peygamberdim” hadisleri, cennetin kapısında “La ilahe illallah, Muhammedür Rasulüllah” yazması Hz. Adem’in bu ismin hatırına af dilemesi. Yani Allah’ın kendi isminin yanına peygamberinin de ismini yazması, elbette bir sevginin ifadesi olduğu gibi iki sevginin yanyana ve ilintili, birbirine bağlı olduğunu gösteriyor. Allah “Levlake levlak ve ma halaktül eflak”- sen olmasaydın alemleri yaratmazdım- diyor. Ona Kuran’da kendi ismi olan Rauf ve Rahim isimlerini vermesi, alemlerin Rabbi kendisi olmasına rağmen, alemlere rahmeti ona dağıttırması, Hz. Adem’den beri bütün peygamberlerin Hz. Muhammed’in geleceğini müjdelemeleri, Allah’ın ona “Habibim”-sevgilim- diye hitabetmesi. Onların sırdaş olduklarını, Allah’ın her sırrını Peygamberine söylemesi ve Peygamber efendimizin tahmin edemiyeceğiniz kadar büyük bir Lafza-i Celali güllerle donatmaya çalışmasını da bu aciz farketmişti… Bütün bunlar Allah’ın bu peygamberini diğer her şeyden daha çok sevdiğini göstermiyor mu? Allah sevdiğine göre Allah’ı sevenlerin de O’nun sevdiklerini sevmesi gerekmez mi? İşte o zaman peygamber sevgisi, Allah sevgisinin içindedir diyebiliriz. Benim düştüğüm hataya siz de düşüp doğrudan peygamberi sevmeye kalkmayınız.
Salavat konusunda neler söyleyebiliriz? Salavatınız bana iletilir diyor. Çok salavat ediniz diyor. Bu şu anlama geliyor. Salavat dolayısıyla kişinin üzerine rahmet yağıyor.(Bir zatın benim üzerimdeki salavatın verdiği rahmeti söylemesiyle). İkincisi ise peygambere isminiz ne kadar çok söylenirse onun sevgi ve duasını da celbedeceği gerçeğidir. 200 türlü salavat var. Ben sadece birini bilirim “Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidine Muhammed” bu salavat hadisle sabittir ve bütün unsurları kapsar. Okumasını dahi beceremediğiniz uzun salavatlarla uğraşmak yerine bununla yetinip kalan zamanınızı işe ya da okumaya vermeniz daha uygun olur. Hele 4444 defa salati tefriciye okumak gibi, hiç bir hadise dayanmayan, namaz kılmayıp gece gündüz bunu okumakla meşgul olanları anlamak mümkün değil. Bununla üniversite kazanılmaz. Din, kimlerin eline kalıyor Ya Rabbi…
İnsan psikolojisinde sevginin müşahhaslaşması çok önemlidir. Bir öğrencinin dersi sevmesi için öğretmeni de sevmesi gerekir. İşte kişi İslam’i emirleri aklı ve kalbiyle hakiki iman seviyesine getirmekle beraber peygamberlere imanın da imanın bir parçası olması nedeniyle bunu o peygamberi severek sağlamlaştırması gerekir. İşte iman, aslında soyut bir kavram olmasına rağmen peygamberin döneminde yaşayanların somut olarak, bizlerin de tarihi belgelere dayalı olarak onu dimağımızda müşahhaslaştırması gerekir. Peygamber efendimiz bir hadisinde sahabeye hitaben der ki: “ Ben içinizdeyim, vahiy geliyor ve siz dinliyorsunuz, ama bir zaman gelecek peygamberi görmemiş olacaklar sadece haberini alacaklar. İşte onlar benim kardeşlerimdir” deyince sahabe kıskanır. Yine bir hadisinde ise sahabenin en az bir ihmalinden sorumlu olacağını, daha sonra gelenlerin ise az bir amelle kazanacaklarını bildirir. Kuran ve peygamber ortada fakat Allah, melekler ve ahiret tamamen gaybidir ve inanmak daha zordur. Burada anlattığımız şey temelde imanın zaviyesine göre sorumluluğun olduğu gerçeğidir. Örneğin cahil bir adamla alimin sorumluluğu bir olamaz. Ancak kişi ümmi de olsa, zikir, bağlılık ve saflıkla alimin alamadığı mesafeyi de alabilir. Allah da insana ahirette bildiği ile amel edip etmediğini soracaktır. Diğer soruların yanında bunu cevaplamadan huzurdan ayrılamayacaktır. Yusuf aleyhisselam hapisten çıkan arkadaşına “efendinin yanında beni de an (beni de kurtarsın) “ demiş fakat inşallah dememiştir. O bir peygamberdir, Allah dostudur ve zaviyesi farklıdır. Böyleyken Allah’ı unutması hoş olmamış ve Allah bırakınca o kişiye şeytanın unutturmasıyla 7 sene daha hapiste kalmıştır.
Sıra şimdi bu sevginin ne kadar olması gerektiğinin tespitine geldi. Peygamberi taklitle başlayan sünneti yaşamak gittikçe bir ibadet havasına dönüşür ve muhabbette bir artışla neticelenir. Hz. Ömer “ Ya Rasulüllah seni annem, babam ve herkesten daha çok seviyorum” deyince “Ya Ömer nefsinden de” diyor. Hz. Ömer hemen “ Nefsimden de çok seviyorum” deyince “Şimdi oldu” diyor. Sahabenin sevgisi kitaplara girmiyor. Bir müşrik şöyle söylüyor: “Nice krallar gördüm etrafındakilerin saygısı sahabenin saygısına benzemiyordu. Nice Tiranlar gördüm etrafındakilerin korkusu bunlarınkine benzemiyordu.” Bu sevginin benzeri hiç bir yerde yok. Ölümüne…
Peki biz bu sevgiyi nasıl oluşturacağız? Öncelikle içinde bulunur gibi örnek alarak ve bir şuur hali oluşturarak, onun nasıl önemli olduğunu idrak ederek, ona yapılacak bir saldırıyı kendimize yapılmış gibi karşı koyarak, onun sevgisini vazgeçilmez kılarak bu sevgiye bir yol verebiliriz. Ancak bu sevginin ihtiyaçtan kaynaklanan haz, irade ve mantıkla ulaşılan sevgiden de öte geçerek tarifi mümkün olmayan, saf bir aşka dönüşmesi gerekir. İşte bu aşkın, ilahi aşkın içinde bir peygamber aşkı olması umulur. Şefaat beklenebilir fakat şefaat edecek diye sevmek bile bir menfaat ilişkisidir. Bu aşkı duyan kişi artık peygamber gibi yaşamanın, o ne yaptıysa öyle yapmanın yolların arar. Peygamber kızının evinde dinleniyordu, keşke benim de kızım olsa da evine sünnet olarak dinlenmeye gitseydim diyenden, onun karpuz yediğini biliyorum ama nasıl yediğini bilmiyorum bu yüzden karpuz yemiyorum diyen veliler bile olmuştur.
Bu taklitte iki husus var. Peygamber efendimiz benim yaptığımı tam taklit edin dememiştir. “Benim yaptığım gibi” demiştir. Örneğin biz onun ihlasına ulaşamayız. İkincisi ise sünneti zevaid denilen ve örfi nitelikli şeylerdir ki ümmet bundan sorumlu değildir. Örneğin uzuvlar belli olmadan kapanmak sünnettir fakat ne giyeceğinizi iklim ve geleneğiniz belirler. İlginç olan şu ki; saflık ve bağlılığıyla ümmi olan birisi, bilenlerden daha iyi bir noktaya gelebiliyor. Kalbin hassas olması gerekiyor. Sultan-ül Evliya Beyazıt-ı Bistami Bağdat’ta pazardan aldığı şeftaliden karınca görünce onu yerine bırakmak için geri dönüyor. Yani peygamber hassasiyeti. Allah’ın emrine uymak yetmiyor. Tüm canlılardan sorumlu olmalı ve acıma duygusunu yaşayarak ortaya koymak gerekiyor. Köpeğe pabucuyla kuyudan su veren kadının affı yanında kediyi aç bırakan dışarı da salmayan kadının ceza göreceğini bildirmesi bir canlılar sorumluluğu örneği.
İlim artıranın ihlası da önemli. “Fıkıh okuyup gayri müekked sünneti öğrenip bunu terketmemektir marifet” demişler. Sultan Ahmet İstanbul’da bilinen camiyi yaptırır. Açılış ikindi vaktine tesadüf etmiştir. Şöyle der: Ey cemaat, içinizde ikindinin sünnetini hiç terketmemiş olan birisi gelsin kıldırsın bu namazı” deyince, alimler dahil hiç kimseden ses çıkmaz. Ve şöyle der “Elhamdülillah biz terketmedik” der ve öne geçer. Bu sefer bir türlü tekbir almaz. Mollalar arkadan “padişahım halk bekliyor” deyince “Bre hocam, Kabe’yi görmeden namaza duracağımızı mı sandınız” der o dindar padişah.
Aşk konusunda Mevlana şöyle söylüyor. “Kim ki canını canan için sevdi, cananı sevdi. Kim ki cananı canı için sevdi, canını sevdi” bu sözler üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken ince sözlerdir. “Selvi boylum al yazmalım” Aşk sevgili karşısında hiç olabilmektir. Yunus dedem:
İşidin ey yarenler, aşk bir güneşe benzer / Aşkı olmayan gönül misal-i taşa benzer.
Taş gönülde ne biter, dilinde ağu tüter / Nice yumuşak söylese, sözü savaşa benzer.
Aşk erinin gül yüzü, yumşanır muma döner / Taş gönüller kararmış, şol yavuz kışa benzer.
Mevlana’ya sormuşlar siz ne yaparsınız? Demiş ki; “Biz Allah der döneriz.”
Hacı Bektaşı Veli’ye bunu hatırlatıp sorulunca: “Biz Allah der bi daha dönmeyiz” demiş.
Ahi Evranı Veli ise, yine bunlar hatırlatılınca “Biz Allah der çalışırız” demiş.
Bunlar, bu zatların felsefelerini en güzel anlatan cümlelerdir.
Bu “kendini bilmez” fakirin acizane yazdığı şu ne dediklerine bir bakalım:
GÜL
Ben bir garibim
Güller satarım
Gül yüzün arar
Diller çözerim
Ben bir kul idim
Diller çözmeğe
Hak yüzün görüp
Güller açmağa
Gül bir dal imiş
Yare kokmağa
Sevdası kimmiş
Ol can almağa
Gül bir naz imiş
Sinem açmaya
Hakka ruz imiş
Nice kokmağa
Ben bir firakım
Diller ötmeğe
Hak sevi kulum
Od’na yanmağa
Ben bir acizim
Halin açmağa
Hak konuk olsun
Kalbim durmağa
Ben bir göz idim
Yaşlar akmağa
Onca günahım
Kantar çekmeye
Ben bir el idim
Eller bilmeğe
Ol sevi kulu
Kimler duymaya
Ben bir kul idim
Kullar içinde
Ne kullar gördüm
Benden geçmeye
Ben bir niceyim
Kimseler nide
Aşk sinem düşe
Gökte uçmağa
Ben bir ney idim
Diller ötmeye
Hak için canım
Neyden geçmeye
Ahmet atik