ahilik,ahi,ahi evran,islam,aşıkpaşa,kırşehir,ahmedi gülşehri,selçuklu,osmanlı,insan,güzel ahlak
Nazım paşa iki haftada Sofya’dayız diyordu Alman danışmana. Fakat bir hafta içinde Bulgar güçleri Yeşilköy’e kadar dayanmıştı. Alman General daha önce verdiği raporda Osmanlı askerinin disiplinsizliğinden sözetmiş ve bunun düzeltilmesinin bir kaç yıl alacağını söylemişti. Askeri disiplinsizlik… Bu asker daha sonra nasıl Çanakkale’yi ahiret merkezine çevirerek kazanacaktı? Bize göre fark Çanakkale’nin halkın iştirakiyle orduya zerkettiği iman, namus, vatan aşkı ve şevkidir. Yani bu savaş askeri nitelikli görünse de, gerçekte toplumsal bir ümmet mücadelesidir.
1912 Balkan Harbi ve Trablusgarp Harbi de kaybedilmişti. Arkasından “Turan” hayalleri peşinde koşan Başkumandan Vekili Enver Paşa, Kafkas cephesinde 90 000 eri onların “donuyoruz, dönelim” çığlıklarına rağmen “devam edin” telgrafıyla ölüme gönderecek ve o yiğitleri Rus’lar mezara indirecektir. Türklerin oradaki komuta heyeti, Rusların terkettiği bir askeri garnizonda aslında kasten aldatmak amacıyla yanlış yönleri gösteren bir haritayı ele geçirdik zannıyla almış ve askerin gidiş istikametini ona göre belirlemiştir. Sonuçta bütün yollar karlı dağlara çıkmış ve Enver Paşa da uzaktan kumandayla uzun sırıkla vurup “devam” emrini verince bilinen akibet başa gelmiştir. Komuta hatası ve uçuk ideallerin acı maliyeti. Hedefte insan olmayınca ideal görülen kimi hayaller putlaşıyor ve acı sonuç böyle doğuyor.
İsveç Anayasası’nın birinci maddesinde, Askerin insan haklarının yerine getirilmesi ile görevli olduğunu yazdığını biliyor musunuz? Ne müthiş bir hizmet. Bizde ise ilk dört maddeyi hatırlayınız.. Devlet, devlet, devlet. Bunun arkası işte zulümdür. Öbürüsü hizmet…
Sultan Abdülhamit’i hall eden İttihat ve Terakki ekibi, Padişah’ın gözetim altında tuttuğu Şerif Hüseyin’i de Arabistan’a yollayacak ve yakın gelecekteki Arapların İngilizlerle işbirliği yapmasına zemin hazırlayacaklardı. Yönetim hatası…. İngilizler ona Arabistan, Irak ve Suriye’den müteşekkil büyük bir Arap devleti sözü vermişlerdi. Fakat İngiliz bu.. Petrolle nufüsu, nufüsla nufüsu birleştirir mi. Hepsini parçaladı ve Osmanlı’yı hançerleyenler bu kez onların sömürgeliğine girdiler. 1960’larda yabancılardan kurtuldular bu kez Kralların despotların yönetimine girdiler. Bütün bunlar Batı ve Yahudilerin üstün mali ve siyasi çıkarları için başarıyla yürütülmüş oyunlardı. İşte sorun şu: bir hareket yaptığınızda yerine ne koyacaksınız? Aynı sorunu bugünkü Arapların toplumsal hareketinin sıkıntısı da yaşamıyor mu?…
Üç Beyinsizlerden (Talat, Enver, Cemal) Talat Paşa da Almanların “rahat durmayan Ermenileri sürün gitsin” fikrine uyacak ve bilinen netameli göç gerçekleşecektir. Almanlar zaten faşist bir ulusalcı zihniyete sahiptir. Verdiği öğüt de Faşist ve Ulusalcılığın temellerini oluşturmaya yöneliktir. Bu ulusalcı başlangıcı Cumhuriyet de izleyecek ve geliştirdiği bilinen politikalar ta bugünleri bile etkileyecektir. Göç edenlere yollarda güney doğudaki bilinen aşiretler saldıracak, açlık, kıtlık, ve bugünkü neslin de başını ağrıtan bir trajediye dönüşecektir. Kırşehir de bundan nasibini alacak ve orada yaşayan bir Ermeni, götürülürken babaannemin bakkal olan babasına (Ali Efendi) kendi altınlarını vermek isteyince, o müslüman insan, bu kul hakkı deyip reddedecektir. Bu konuda Üçgöz semti hiç de iyi hatıralarla anılmayacaktır. Anlatamıyorum. Sorana söylerim(?) Yüksek ideal uğruna yönetim hatası, kendi halkına zulüm ve merhametsizlik. Bugün PKK yüzünden bütün kürtleri hedef almaya benziyor.
Alman milliyetçiliği; Wilhelm’den beri “üstün ırk” hülyalarıyla yatıp kalktığından, ilerleyen teknoloji ve askeri gücü ile diğer ülkeleri tedirgin ediyordu. Ve nihayet Avusturya Prensi’nin öldürülmesi ile savaş başladı. İttihat ve Terakki önce İngilizlerle ve Fransızlarla görüşmüştü, ancak Emperyalistlerin Osmanlı’nın petrol yataklarının olduğu bölgeleri ele geçirebilmek için yanında değil karşısında olması gerekiyordu. Ayrıca, kara askeri olan Osmanlı’yı istediği gibi savaştıramazdı da. Hile-i şeriye ile iki Alman zırhlısının anlaşmalara aykırı olarak boğaza girmesi üzerine yalandan satın aldık denilerek Osmanlı elbisesi giydirilip Rus limanlarını bombalamaya gönderilmesi, ülkenin tarafını ve savaşa girdiğini anlatmaya yetti. “Ruslar gemi yapıyor, İstanbul’u işgal edecek” diye Türkleri kandıran ve oldu bitti ile kendi yanında savaşa sokan da Almanlar’dı. Çocuklara “Bak öcü var” deyip kucağa çekmeğe ne kadar benziyor. Sultan Abdülhamid’in “siz nasıl savaşa girersiniz” diyerek karşı çıkmasının bir faydası olmayacaktı. Emperyalistlerle işbirliği. Kendine güvensizlik. Siyasi ve askeri karar hatası.
Böylece birinci dünya savaşı başladı.12 000 kilometre uzunluğundaki 6 cephede Osmanlı orduları savaşmaya başladı. Giden Anadolu askeri hiç geri dönmüyordu. Derken sıra Rusya’ya yardım etmeye ve Osmanlı’yı da beraberinde saf dışı ederek bağlı bölgelerin askeri direnişinin kırılmasını kökten halletmeye gelmişti. Hedef Osmanlı’nın dar geçidi Çanakkale idi. Burası aşılırsa İstanbul rahatlıkla düşerdi. Yaklaşık 500 000 akvamı beşer saldıracaktı.
AH ÇANAKKALE AH, NE YAMANSIN SEN..
Almanlar Batı Cephesi’nde başarılı olup Rusya üzerine yönelince Osmanlı’nın da Kafkas cephesinde sıkıştırmasıyla zayıf düşen Rusya’ya yardım etmek, eteğinden petrol rezervleriyle dolu yüzlerce ülke çıkacak ahtapotun başı Osmanlı’yı kalbinden vurmak ve Rusya’nın ihtiyaç duyulan ucuz buğdayına ulaşmak gerekiyordu. “Bütün akvamı beşer” birleşerek Avustralya, Yeni Zelenda, Senegal, İngilizler, Fransızlar, Fransız Sömürgesinden Zenciler, İrlanda, İskoç, Galler Birlikleri, İspanyol Süvarileri, İsviçreliler, Suriye Yahudi Mülteciler Alayı, Rumlar, Hint Tugayı, yaralılarımızı süngüleyen Nepal Gurka Taburu, Kanadalı’lar, daha neler neler. “Kimi Hindu, kimi yamyam kimi bilmem ne bela” Bir araya geldi ve 18 parça ağır zırhlılarla Çanakkale Boğazına dayandı. Osmanlı’nın ağır toplarını Almanlar sağladı. Gerçekten savaşın kaderini de bu toplar belirledi. Alman General Liman Von Sanders işin başına atandı.
Savaş stratejisinde iki hususta Türk Komutanlarla Liman Von Sanders anlaşamadı. Birincisi; yaklaşan donanmayı girişte mi, yoksa boğazın en dar yerinde mi imha etmek daha kolaydı. Liman Von Sanders “girişte karşılayalım” demişti fakat Türk Subayların “en dar yer” fikri kabul görmese de sonucu o en dar yerde 275 kiloluk top mermisini “Ya Allah” deyip kaldıran Kırşehir Boztepeli Seyyit Onbaşı ile Nusret adlı küçücük mayın gemisinin döşediği Almanların patlamaz dediği 403 mayından elde kalan en son 26 mayın belirleyecektir. Bu mayınların kıyıya parelel olarak döşenmesi bir ilahi hikmettir ve keşif uçuşunda farkedilemeyecek ve pilot da 3 geminin binlerce personeliyle birlikte sulara gömülmesiyle doğan ağır zayiattan dolayı daha sonra kurşuna dizilecektir. Ocean, Bouvet, İrresistible denizi boylayacak diğer üçü ise ağır yara alacaktır. Seyyit Onbaşı, daha sonra komutanı Cevat Paşa’nın “bir de benim yanımda kaldır şu mermiyi Seyyit” deyince kaldıramayacak ve “Komutanım bunu kaldırabilmem için düşmanı görmem lazım” demesi ibret-i şayan bir olaydır.
İkinci anlaşmazlık; deniz zaferinin kazanılmasından sonra kara çıkarması yapmak isteyen düşmanın nasıl karşılanacağıdır. Gene, Liman Von Sanders “bırakınız çıksınlar sonra saldırırız” demektedir. Fakat Türk komutanlar der ki, “biz çok güçlü ve imkanı olan bir ordu değiliz. Şayet karaya çıkıp da yer tutarlarsa artık söküp atamayız, bu yüzden muhtemel çıkarma yerlerine yerleştirme yapalım” derler. Fakat dinletemezler. Yine de elde olan 5 makinalıyı tam çıkarma yapılan yerlere yerleştirirler ve düşman en büyük zayiatını buralarda verecektir. Bir gece önceden bırakılan şamandrayı bir çoban farkeder ve askerlere haber verir. Böylece Arıburnu’nda düşman düz sahile çıkacağı yerde yarlarla çevrili sarp kıyıya çıkar. Ancak düşmanın sahile çıkarak yer tutmasına izin verilmesi zayiatları çok artıracaktır. Mustafa Kemal’in en önemli başarısı Anafartalar’da sahile çıkan düşmana merkezden emir almadan aniden saldırarak onları yıpratması ve yer tutmalarını engellemesidir. Yarbay Mustafa Kemal’in toplam iki yerde atağı vardır ve bu savaş yalnız iki yerin kahramanlığından ibaret değildir. Sarıkamışta felaketin mimarı Enver Paşa bu kez Çanakkale’de ordu Başkomutanıdır ve muazzam hazırlıklar yapmıştır. Enver Paşa’nın en önemli artısı da budur. Fahrettin Altay Paşa, Yanyalı kardeşler Vehip Paşa ile Esad Paşa ve daha sonra tek parti rejimine karşı çıkan kahraman asker Selahattin Adil bey resmi tarihin unutturduğu kahramanlardır. Ya tabur imamları.. Askere vaazlar veren, cennetle müjdeleyen, askere ölmeden kendi cenaze namazını kıldıran, askeri fütürsuzlaştıran onlardır. Hamilton “komutanlarınız olmasa bile imamlarınız askeri sevk ve idare ederdi” diyecektir. Düşman toplarının mesafe ayarında Camilerin külahlarını nirengi olarak kullanmasın diye görünmez kılmak için siyaha boyayacaklardır.
Bu stratejilerin neden böyle olduğu konusunda bir ipucu vermek istiyorum. Liman Von Sanders bir Mason’dur. Karşı tarafta da Mason etkisi baskındır. Bazı isimler zikredilmektedir. Yahudi alayları da düşmanın arasındadır ve ileride İsrail’in kurulması için göze girmeye çalışmaktadırlar. İki taraflı mason politikası dünyayı birbirine kırdırmıştır. İkiz kulelerin vurulmasına yardım edenler de onlardır ve bu olay Afganistan ve Irak’ın işgaline bahane yapılmış ve Bush bu işgaller için “bu bir haçlı seferidir” diyebilmiştir. 11 Eylül’de oradaki 900 Yahudi aldığı müthiş istihbarat ile işe bile bile gecikmiş ve hiç biri ölmemiştir. Medine’de Evs ve Hazreç Kabilelerini birbirine düşürerek kendileri aradan sıyrılıp menfaatlenen yine Yahudilerdir. Fakat orada hesap tutmayacak ve o kabileler İslam ile önce kardeş olacaklar sonra Peygamber efendimiz Yahudileri anlaşmaya rağmen rahat durmadıkları için Medine’den dışarı çıkaracak, daha sonra da Hz. Ömer onları tüm Arabistan’dan sürecektir.
İngilizlerin yanında savaşa katılanları İngilizler “Halife esir alındı, onu kurtarmaya gidiyoruz” diyerek kandırmışlardır. Ezanlar okunup da namaz kılındığını gören kandırılmış askerler bu tarafa geçince, İngilizler diğer müslüman askerleri cephe gerisine çekeceklerdir. Bu savaşa Halife’nin çağrısı üzerine bütün İslam aleminden gelerek savaşanlar da olmuştur. Gelemeyenler duaları yanında maddi destek de sağlamışlardır. Pakistan, Afganistan, Türki Cumhuriyetler’den toplanan paralara Rusya önce el koymuş daha sonra bir kısmını kendisi alarak diğer kısmını bize zoraki ulaştırmıştır.
Bu savaş deniz ve kara olarak tam dokuz ay sürmüştür. Yabancı kaynaklara göre zayiat miktarı her iki taraf için de 250 000 civarındadır. Fakat bizim askeri kaynaklarımıza göre zayiatımız 167 000’dir. Ölen coni sayısı da 150 000’dir. Sadece 29 000 askermiz bombanın sesiyle ölümü kucaklamıştır. Bombaya karşı beden.. Asker sayısı yeterli asker olmadığı için yeni askere alımlarla yeni alaylar kurulmuştur. Öyle ki Tıbbiyenin son sınıfı olduğu gibi savaşa katılmış ve o yıl tıbbiye mezun vermemiştir. Mehmetler, Kürt Memolar, Çerkez Şamil’ler, Laz Temeller birlikte savaştık. En çok katılanlar orta Anadolu’dan. Onlar en güvenilen ve en vatanseverler. Fakat nimet külfet dengesi daima onların aleyhine oldu. Osmanlı’da da Cumhuriyette de. Ulusal nankörlük… İkinci olarak o gün birlikte savaşan kürtlerle bugün neden ayrılık rüzgarları estiriliyor aramızda. Araplar da ayrıldılar gidip İngiliz’lerin sömürgesi oldular. Bağımsızlık için 60’larda mücadele ettiler fakat bu sefer de krallar ve despotlardan kurtulamadılar. Şimdi yine toplumsal bir uyanış içindeler fakat yerine neyi koyacaklarını yine bilmiyorlar. İnşallah iradeleri serbest olursa doğruya ulaşmak güç olmaz. Yeter ki irade fesat olmasın.
ÇANAKKALE; ALLAHIN DA BİR HESABI VAR
Büyük Savaşı uzatan bu savaştan üç yıl sonra İngilizler zorla geçemediği boğazları siyasetle nihai galip sayılarak geçecek ve İstanbul’u işgal edeceklerdir. Bu yönüyle bakıldığında “o zaman neden bu kadar adamı kırdırdık” denilebilir belki. Fakat Allah’ın da bir hesabı var. Bu son kaleyi yıkamayacaklardır. Çanakkale Savaşı’yla Rusya’ya yardım gitmeyince Ruslar’ın Almanlar’a yenilmesinin de etkisiyle iç karışıklıklar artacak ve Lenin 1917 Ekim devrimiyle komünistleri iktidara taşıyacaktır. Daha önce Rusya’nın nüfuz sahasına verilen Anadolu’nun önemi birdenbire artacak ve kapitalist dünya korktuğu komünizme güneyden bir set çekebilmek için milli sınırlar içinde kalan sınırlı bir Türk Devletine razı olacaktır. Böyle bir Milli sınır yoktur aslında. Bu çerçevede doğuda Kazım Karabekir Paşa Ermeniler’le yalnız kaldığı için rahat bir galibiyet alıp onları doğunun dışına itecektir. Batıda da Yunanlı’lar yalnız kalmıştır. Öyle ki İngilizlerle bizimkilerin aralarında gizli bir anlaşma olduğunu tahmin ettiğim nedenden dolayı İngilizler, Yunanlı’ları Sakarya cephesine çekilmeye ikna edeceklerdir. Yunanlı komutan ısrarla “İzmir – Eskişehir istikametine çekilelim” demesine rağmen merkezi kontrol eden İngilizler, Yunanistan’dan talimatı “Sakarya tarafı” olarak verdirirler. İşte bu onların intiharı demektir ve öyle de olur. Geyve’de Sakarya ırmağında sıkışırlar ve kaçacak yer olmayınca imha edilmeleri zor olmaz.
Bütün bunların İngilizler tarafından Türklere karşılıksız olarak verildiğini düşünmek çok büyük bir saflık olur. Resmi tarihin de sorgulanması gerekir. Taha Akyol “Ama hangi Atatürk” adlı kitabında İngilizlerin Anadolu’dan çekilmelerinin bir nedenini o zamanki Hindistan (Bugün Afganistan ve Pakistan)daki müslümanların Osmanlı için İngilizlere baskısına bağlıyor. Bize göre bu baskı da bir olasılık olarak değerlendirilebilir belki. Ancak bizim tanıdığımız İngiliz siyaseti sineğin yağını çıkarmadan bırakmaz. Her şeyi hesaplar. Çekilirken bile kendi gelecekteki politikasına uygun bir düzenleme yaparak çekilir. Kıbrıs’ta bile çekilirken bir üssü kendine tesis ederek ayrıldı. Önceden doğrudan askeri işgalle yaptığı sömürüyü, öyle ki siz bu kez başkaldırarak bağımsızlığınızı kazansanız dahi, bu kez, yöntem değiştirerek aynı sömürüyü yeni formatlarında devam ettirmenin yollarını arar. Çok değişik bir millettir. İngilizleri iyi tanımak zorundayız.
İngilizler bizimle ilgili şu üç şeyden korkmaktadırlar. Birisi bütün Türki Cumhuriyetlerle birleşik bir Türk ya da Turan birliği (250 Milyon Türk ırkının birleşmesi-Enver Paşa’nın rüyası- Batı bizi bugün bile böyle görüyor ve sürekli kontrol etmenin yollarını arıyor) diğeri de İslam alemi ile birleşik petrol kaynakları da bulunan geniş bir coğrafyada Osmanlı ruhunun yeniden canlanması. Bu yüzden sadece Anadolu’ya sıkışmış bir misakı milliyi onlar belirledi ve bu şekliyle zoraki razı oldu. Bizimkilere sorarsanız Suriye, Musul ve Kerkük de Misakı Milli’nin içindedir aslında. Fakat gerçekleşen bugünkü sınırlardır. Üçüncüsü ise Türklerin İslam’la bütünleşmesi. Bütün planlarını Türklerle İslam’ı ayırmak üzerine yaptılar. Türkler son savaş Çanakkale’yi İslam’la kazanmışlardı. Yeni Türk Devletine izin verilecekti fakat dar bir alanda, petrolsüz ve İslam’dan da uzak tutulmalıydı. Bugün bile başörtüsü ve kamusal alan fikri tamamen İngilizlerin oyunudur. İslam’la ırkı ya da nüfusu ayırmanın en temel aracı “laiklik” ti. İşte yapılan en temel pazarlık; kurulacak devletin sınırlarının yalın bir Anadolu olması (Musul ve Kerkük konusundaki anlaşmazlık Lozan’da dahi sert tartışmalara konu olacak ancak yeni Türk devletinin güçlenmesinden korkan İngiliz’ler bu konuda savaş pahasına ödün vermeyeceklerdir) ile cumhuriyetin laik olmasını sağlamaktır. Bu konuda gizli bir anlaşma olup olmadığı konusunda elimizde sağlam bir dayanak bulunmamaktadır. Ancak İngilizlerin laiklik konusuna taraftar oldukları ve sonuçtan da memnun oldukları kesindir. Siz nasıl düşünürseniz düşünün, onlar Kilisenin etkisini laiklikle azaltmışlardır ve aynı şeyin de bizde olmasını istemeleri normal bir beklenti olarak düşünülmelidir. Nitekim Mustafa Kemal, Said-i Nursi ile görüşmesinde “İslam’i bir devletin kurulmasına dış güçlerin izin vermeyeceğini” söylemiştir. İstanbul’un işgal altında olduğu boğaza giren çıkan herşeyin kontrol edildiği bir ortamda nasıl oluyor da Mustafa Kemal orta büyüklükte de olsa bir gemiyle onca askerin arasından ta Samsun’a gidebiliyordu. Bunlar ne izinsiz ne de hala ayakta olan Osmanlı Hükümetinin (Sultan Vahdettin’in) yardımı olmadan olabilecek şeyler değildi aslında. Fakat resmi tarih gerçeğe göre değil ihtiyaca göre yazılıyordu. Böylece yeni nesiller de, eski nesillere daha rahatlıkla kızıp, yenileri büyük kahramanlar olarak kucaklıyordu. İşte böylece bu kahramanların devletin niteliğine ilişkin her söylediklerinin tartışılmadan kabulü de kolaylaşıyordu…
Kurtuluş savaşını kolaylaştıran bir diğer etken ise Hırıstiyanlar arasındaki mezhep savaşlarıdır. Yunanistan bütün Batı Anadolu’yu ele geçirince Ortadoks olan Yunanistan’ın Ortadoks’luğu büyük bir imparatorlukla perçinleyip söz dinlemez bir rakip olmasından korkuldu. Buna fırsat verilmemeliydi. Bunun için çaresiz Türkler tercih edildi.
Diğer taraftan Çanakkale’nin geçilememesi Bulgarların da Almanlar ve Osmanlı’nın yanında kalıp taraf değiştirmemesini sağlamış ve kurtuluş savaşında Bulgar cephesinden de bir saldırı olmamış, Trakya ve İstanbul hiç bir askeri savaş olmadan tepsi içinde bize sunulmuştur.
Çanakkale savaşı halkın bütünüyle topyekün olarak katıldığı bir millet, bir ümmet savaşıdır. Ruhu itibariyle ise İslam’ın savaşıdır. Hilalin savaşıdır. Şehadet şerbetinin kase kase içildiği, fütursuzca ölüme koşulduğu, bir günde onbinlerin feda edildiği, siper olarak bedenlerin, etlerin, göğüslerin gerildiği ne yaman, ne zalim savaştır o. Aşıkpaşalı rahmetli Cingi’nin Mehmet amca anlatıyor. Bir günde tam 16 000 şehit verdik diyordu.
Lazın birisi lokantada zeytini çatala batıramayınca bunu gören garson gelir ve çatalı batırır zeytini alır. Buna bozulan bizimki der ki: “Ben zeytini yordum da sen ondan yakaladın”der. İşte Çanakkale ile Kurtuluş savaşının misali aynen böyledir. Kurtuluş savaşı Çanakkale’de kazanılan zaferin gölgesinde, onun etkisiyle, onun kolaylaştırmasıyla kazanılan bir savaştır. Bu savaşlara biri Osmanlı’nın biri Cumhuriyetin savaşı demek asla doğru olmaz. Hepsi de bizimdir ve etkileri itibariyle birbirine yardımcı olmuşlardır. Allah rızası için canını veren yiğitlerin ve komutanlarının hiçbirini küçümseyemeyiz. Hepsinden Allah razı olsun ve mekanları cennet olsun.
Kafir de bedelini ödemiştir ödemesine fakat başka milletleri getirip de savaştırdığı için az ziyanla atlatmış, müslümanı müslümana kırdırmış, sorulduğunda da Churchill “Osmanlı’nın kaymak tabakasını erittik” demiştir. Nitekim Kurtuluş savaşına hem savaşacak asker bulunmakta zorluk çekilecek ve hem de yeni kurulan devlette 5-6 yıl boyunca okumuş kültürlü eleman sıkıntısı çekilecektir.
Sonuç olarak Çanakkale savaşı askeri strateji olarak bizim açımızdan bir felakettir. Stratejinin temel gayesi en az insan zayiatıyla savaşı kazanmaktır. Dar bir alanda yoğun bir asker sayısıyla yakın siperlerle savaşılmasının asker kayıplarını artırdığı doğrudur. Ancak yukarıda bazı parağraflarda zaman zaman eleştirdiğimiz üzere askeri stratejilerin hiç mi kabahati yok. İngilizler daha sonra “bu savaşı nasıl kazandınız” deyince Mustafa Kemal “ölerek” diyecektir. Bunun üzerine: “kalsın, kalsın” derler.
Çanakkale’deki bu ruh nasıl sağlanmıştı. Onu diğerlerinden ayıran fark neydi? Bize göre bu fark, ülkesi için topyekün bir ölüm kalım mücadelesi veren halkın ”ahireti merkez” alarak ulaştığı fedakarlık ruhudur. Şimdi biz ise “dünya merkezli” bir tüketimin köleleriyiz. Nasıl yaparız böyle bir savaşı bi daha. Mümkün mü? Onlar “ölmek Allah’ın kaderiyse neden kaçınalım” dediler. Biz de tembelliğimize “bu da Allah’ın kaderiyse ne yapalım” diyoruz. Aynı kader anlayışının bizi getirdiği iki farklı noktaya bakın. İşte atalet günümüzde en büyük tehlike. Uyanmak için bir Çanakkale daha mı yaşayalım.. Bir de savaşa kötü derler. Kötü ama hiç mi yararı yok.. Toplumsal dinamikler nasıl sağlanacak?
İmanla ülke kurtulacak fakat yerine kurulan Cumhuriyet kendi kuruluşunun ruhu olan imanı, Batılılara söz verdiği için mi, korktuğu için mi, yoksa gerçekten ilerlemeye engel gördüğü için mi bilinmez Batı’yı aynen taklit ederek İslam’ı terkedecektir. Laikliğin adı dinin ve devletin ayrılığı olarak ifade edilecek fakat uygulamada siyaset dinin tepesine binecektir. Toplum ise oy kullanarak darbeleri temizlemeye çalışacaktır.
Osmanlı da benzer şekilde Fatih’e kadar Türkmen Ahilerin desteğinde ilerlemiş (Osman gazi, Orhan Gazi, Murat Hüdavendigar’a Ahi kuşağı bağlanmış) ancak Osmanlı, Fatih’ten sonra bütün Türkmenleri yönetimden uzaklaştırmıştır. Türkmenler ilginç bir şekilde bugün de bu Cumhuriyetin yönetiminde (özellikle parti başkanlıklarında) söz sahibi olamamaktadırlar. Bu güvenilir insanların memleketleri olan Kırşehir, Yozgat, Çankırı, Çorum gibi Orta Anadolu illeri hala doğru dürüst devlet yatırımı alamazlar. Sürekli göç verirler..
18 Mart deniz savaşının kazanıldığının bilgisini Necip Çöllerinde alan Mehmet Akif hemen o gece ayın gölgesinde Çanakkale şiirini yazmaya başlar. Ahmet Haşim ve onun gibi daha bir çok edebiyatçıyı Enver Paşa savaş bölgesine getirmiş ve gezdirmiştir fakat ortaya belirgin bir şey koyamazlar. Mehmet Akif savaşa katılmamıştır fakat döktürür. İşte iman gücü. Dünyada hiç bir ülkenin böyle duygulu ve etkili bir şiirinin olmadığını biliyor muydunuz? Bu şiirlerin Peygamber efendimizle ve şehitlerle konuşularak yazıldığını da biliyor muydunuz? Görmeden nasıl “Sana âğûşunu (kucağını) açmış duruyor Peygamber” diyebilir ki? Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer. Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi… Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana âğûşunu (kucağını) açmış duruyor Peygamber.
İsim Soyisim (*)
E-posta (yayınlanmayacak) (*)
Website / blog
Yorumu Gönder