ahilik,ahi,ahi evran,islam,aşıkpaşa,kırşehir,ahmedi gülşehri,selçuklu,osmanlı,insan,güzel ahlak
Kurban Kesmeyen Medeniyetlerde Kan Dökme
1- Spor, Saldırganlık ve Kurban
Kurban kesmeyen medeniyetlerde kan akıtma ve can yakma tarzında tezahür eden sporlar ve bu istikamette şekillenen insan davranışları yaygın bir tablo oluşturur. Bu medeniyetlerde insan-hayvan ilişkisi olarak ortaya çıkan aşırı tavırlar kurbanın bir benzeri olarak ortaya çıkarlar.
2- Sonucu ateş, kan ölüm olan spor türleri :
a) Boğa güreşleri :
Boğa güreşleri asırlardır yapıla gelmekte ve bundan sonrada devam edeceği anlaşılmaktadır. Bu güreş türü İspanyolların şiddet kültürü içerisinde önemli bir yer tutar. Boğalar dağlarda insan ayağı değmeyen yerlerde vahşi surette yetiştirilirler, zamanı gelince güreş yapılacak yere getirilir hantallaşmasın diye aç susuz bırakılır her vesileyle sık sık rahatsız edilerek sinirlendirilir ve kızdırılır. Güreşe çıkacağı esnada artık havyan çok tedirgin bir haldedir.
Matador yardımcıları hayvanı arenada bir uçtan bir ucu koşturup ellerinde ki pelerinle onları daha saldırgan hale getirip çekilip çıkarlar. Bu sefer gözleri sıkıca bağlı olduğu halde atlar ve ellerindeki kargıyla binicilerin arenaya gelirler. Ellerindeki kargıyla hayvanı delik deşik etmeye uğraşırlar. Son derece canı yanan kimseye kötülük yapmamış bu masum hayvan binicilerine gücü yetmeyince atlara hücum eder ve hırsını günahsız atlardan alır. Karnı parçalanan kan revan içindeki atlar toz toprak içinde debelenirken koruganların arkasında bekleyen yardımcılar bu hayvanları karınlarını çoğaldızla canlı canlı dikerek tekrar boğanın boynuzlarına gönderirler… ölünceye kadar…
Daha sonra bir inek getirilir. Boğanın bunu aşması beklenir bunu mütakip yeni tahrik edilir ve tekrar eski haline getirilir. Sonunda boğa bu halleyken arenaya matador çıkar ve güreş iki ihtimalden biriyle nihayet bulur.
Ya boğa ölür ve arka ayaklarından bağlanarak sürüklenip götürülür ki buda orta çağdaki ayaklarından sürüklenen öldürülmüş engizisyon mahkemeleri sanıklarına benzer.
Ya da az bir ihtimalle bir matador boğanın boynuzları altında can verir.
b) Boks :
Boks maçları da sonucu itibariyle boğa güreşlerinden hiç de az tehlikeli daha az dehşetli ve daha az ürkütücü değildir. Arenada ki hayvan kanı yerine ringlerde insan kanı dökülmektedir. Amerika da boks adeta bir sanayi dalını andırmaktadır. Bu maçlarda insanların daha çok para ödeyerek ringin en yakın etrafında bulunmak istemeleri gerçekten düşündürücüdür. Orada ne bir manzara seyri, ne bir musiki notalarına yakınlık, ne bir harikalar diyarı ne de bir sanat eseri seyredilecektir. Bu açık bir vahşete ve ondan zevk almaya bilet almaktır ve yakın olmaktır. Çünkü bilenmektedir ki bir kuvvetli bir zayıfın mutlaka ezecektir. Gittikçe zayfılamak tükenmek vücudun da daha çok darbenin net bir şekilde indiğinin görülmesi seyredenlerin zevkini artıracaktır. Neticede taze kan kokusu ve arkasından gelen beyin sarsıntısı onun arkasından kayan gözler ve donuk göz bebekleri ve çaresizliği görmek ve diz üstü çöküş sırasında kişinin kendini galip olanın yerinde hissetmesi doğrusu büyük bir zevk. İşte ringe yakın olmanın kutsal gerekçeleri.
Buradaki felsefe tamamiyle üstün insan kavramına uygun bir tanımlamaydı. Çünkü batı medeniyetinde zayıfa yer yoktu bütün hak kuvvetlinin ve bütün itibar kuvvetliye idi. Bütün gözler ve gönüller omuzlarda ki kahramana idi. Halbuki yolda ve başka bir yerde bir kimsenin bir başka kimseyi öldürmesi ceza alıyor fakat on birlerce kişi önünde insanı gurur ve haysiyetini on paralık edercesine bir saat eze eze, acı çektire çektire, döve döve, öldüren kişi kahraman oluyordu.
3- Diğer spor dalları :
Otomobil yarışları ateş, kan ve ölüm üçgeninden oluşur. Bu spor grek-roma medeniyetinde az çok farklarla benzeri tablolar daima tekrarlanır. İnsan davranışlarındaki kan akıtma, can yakma, vurma- kırma şeklinde tezahür edilen içgüdüler bulunur. Şekilden ziyade bu ifadelerin amaç olarak meydana gelmesi esastır. Grek medeniyetinde birde insan hayvan ilişkisi şeklinde aç bırakılmış hayvanların eline hiçbir şey verilmeyen insanları parçalamaları büyük bir zevkle seyirciler tarafından seyredilirdi.
Eski Roma’da birde yağlı mermer üzerinde yağlı güreşler tertip edilirdi. Güreşirken ayağı kayarak dengesini kaybedip düşen öbür esnada eli, ayağı, kolu, bileği kırılan güreşçiler olurdu. Bazen da güreşçilerden birisi diğerine kaldırıp beyin üstü vurarak kafa tası yağlı mermer üzerinde kan revan içinde parçalanırdı. Yani kan ceset ve insan ve bundan büyük bir zevk alan seyirciler, insanlar… insanlar.
Pankreas güreşçileri bu anlatılanın en önemli günümüzdeki temsilcileridir.
Çıplak yumruklarla yapılan Tayland boksu güreşin ve boksun bütün dehşetini üzerinde toplar.
Roma’da esirler ellerine silah verilerek birbirlerini öldürmek zorunda bırakılırlardı. Bundan başka altında ateş yanılan yağlı direkler üzerinde insanlar birbirlerini öldürmeye zorlanırlardı. Bunun devamlılığı için gladyatör okulları meydana getirildi.
Bir Roma vatandaşı sevdiği kadına kendinden bir şey vermek istediği zaman onunla bu okullardan birine gider, gladyatör tutar bunları dövüştürürdü. Bunlardan öleni sevgilisine kurban olarak adamış olurdu. Boğa güreşlerinde matadorun boğayı öldürdükten sonra kulağını kesip ithaf ettiği kimseye vermesi gibi.
Roma’da ayrıca araba yarışları yapılırdı. Kazanmak için her yol mübahtı.
4) Futbol :
Futbol nedir?… Nasıl oynanır? Sporcular büyük bir heyecanla sahaya çıkarlar. Hakemin düdüğü ile maç başlar. Topa vururlar: Var kuvvetleriyle, bütün güçleriyle vurular… Maçın başındaki heyecan, yerine yavaş yavaş hırs ve öfkeye terk eder. Bu hırs ve öfkeyle, topu patlatırcasına, kale direklerini yıkarcasına ve ağları parçalarcasına vururlar, vururlar, vururlar…
Bir müddet sonra bu hırs ve öfkenin tesiriyle, futbolcuların hareket ve davranışları kendi kontrollerinden çıkar. Bunun tabiî düşünmeden, orasına burasına tekme atma, çelme takma, itme kakma gibi birtakım hoş olmayan, centilmenlik dışı davranışlar içinde kendilerini bulurlar. Oyun sertleşmiştir. Fauller, sakatlanmalar, maç kesintileri, maç iptalleri gibi birtakım istenmeyen haller zuhûr eder.
Seyircilere gelince, onlar, sahada bütün bu olanlardan tabiatıyla tesir almışlardır. Bu gerilimi bizzat kendileri başlatmıştır olmaları itibariyle, sahadan devraldıkları bu ilave gerilimle, son derece sinirlidirler. Tahrik olan fakat tatmin bulamayan iç-güdülerin tesiriyle seyirciler bağırmaya, çağırmaya, küfretmeye ve ellerine ne geçerse şişe, taş vs… sahaya ve oyunculara atmaya başlarlar.. Bu arada ellerinde kimyevî maddeleri sahaya püskürten seyirciler, zararlı olmaları bakımından farklı iseler de, tâbi oldukları psikoloji mekanizması itibariyle onlarla aynıdırlar. Zamanın geçmesiyle kabaran bu iç-güdülerinin tesiriyle seyirciler, artık ne sahada sporcuların birbirlerine tekme atmalarından, onların birbirlerini itip kakmalarından tatmin bulmaktadırlar ve ne de kendi kendilerine bağırıp çağırmalarından, oyuncuların neresine gelirse gelsin onu bunu atmalarından rahatlamaktadırlar.
Onlar artık arenada, yani sahada, kan görmek istemektedirler. Birtakım ölüm vakalarına şahit olmayı dilemektedirler. Arenada yerlerde yatan birtakım cesetler görmeyi arzu etmektedirler.
Fakat sahada ufak tefek hadiselerin dışında, bu beklenilenlerden hiçbiri vâki olmayınca ve ayrıca seyircilerin elleri, oyuncular ve hakemlere zara vermeye daha fazla ermeyince, patlama haline gelmiş olan bu iç-güdüler, ilk merhalede kendilerine daha yeni ve gerçek hadefler arayacaklardı. Bu potansiyel, tahrip edici güç olarak kendi içine yönelecek ve kendini hedef seçecektir.
Bundan sonra artık seyirciler o âna kadar yüzünü görmedikleri, ismini işitmedikleri, hiçbir suçu ve günahı olmayan kendileri gibi seyircileri hedef alacaklar, onlarla gırtlak gırtlağa kavga etmeye, yumruk yumruğa dövüşmeye, ellerine ne geçerse birbirlerinin kafasına, gözüne vurmaya başlayacaklardır. Bu durum, kısa zamanda kitle hareketi haline dönüşecektir. Tabiîdir ki, bu kadar kişinin birbirine girdiği bir ortamda, kısa zamanda tribünlerde, şu kadar ölü, bu kadar yaralı ve bir o kadar yakılmış mahal ortaya çıkacaktır.
Ne yazıktır ki seyirciler, bu yaptıklarıyla tatmin bulmazlar, boşalmazlar ve stad dışına taşarak, önlerine çıkan arabaları ters çevirip ateşe verirler, dükkânlara hücum ederler, kepenkleri parçalarlar, camını çerçevesini kırar, içlerindeki malları sokaklara döker, daha sonra üst üste yığıp yakarlar, elektrik direklerini devirirler, çöp kutularını, yolcu duraklarını eğip bükerler… Kısacası, önlerine en gelirse, canlı cansız, çılgın bir sel gibi süpürürler…
Zamanla öfkeleri diner, rahatlarlar ve yavaş yavaş dağılıp giderler. Geriye milyonlarca zarar-ziyan, şu kadar ölü ve bir o kadar da çoğu ömür boyu sakat yaşamaya mahkûm yaralı kalmıştır. Latin Amerika, İngiltere ile kıta Avrupası’nda bu çeşit hadiseler hiç dinmez, her sene ve her zaman tekerrür edip gider…
Vardığımız bu noktada artık gerçekler, meseleyi anlamak hususunda, bizleri daha teferruatlı tespitler yapmak zarûretiyle yüz yüze getirmiş bulunuyor.
- Futbol maçlarında seyirciler ile futbolcular arasına tel örgüler, derin hendekler ve aşılması güç daha başka engeller konulmuştur. Hatta futbolcuların sahaya giriş çıkışları bile, seyirciler arasında değildir. Bütün bunar yetmiyormuş gibi, emniyet kuvvetleri, polis, jandarma, inzibat, maçın kritik oluşuna göre askerî birlikler, celbedilmiş hazır kuvvet olarak beklemektedir.
- Boks maçlarında seyirciler ile ring arasında hiçbir engel yoktur. Hatta seyirciler ringin etrafını müdahaleye maruz kalmaksızın doldurmuşlardır bile. Seyirciler ile boksörler arasında hiçbir engel bulunamamasına karşılık hiçbir engel bulunmamasına karşılık, güvenlik kuvvetleri yok denecek kadar azdır. Boksörler ve hakemler, ringe halkı arasından geçerek gelirler ve yine halkın arasından geçerek giderler. Hatta yan hakemler, masalarında, halkın arasında oturur. Maç esnasında, evveli ve sonralarıyla hakemlere ve ringe bir şey atılmaz, hakemlere kötü sözler söylenmez…
- Futbol maçlarında, tribünlerde seyirciler arasında kavga ve stadyum dışında kitle hareketleri mevcuttur.
- Boks maçlarında seyirciler arasında kavga ve spor salonu dışına taşınmış kitle hareketleri yoktur.
Bunların böyle olması, yani futbol maçlarında seyircilerin stadyum içinde ve dışında yaptıklarına karşılık boks maçlarında seyircilerin spor salonu içinde ve dışında hiçbir şey yapmamaları, herhalde tesadüfî değildir. Bunu gibi, herhalde yine seyircilerin bu maçlara mahsûs, daha tutarlı davrandıkları da iddia edilemez. Bunlara ilâveten, futbol maçlarından hakemlerin hiç haksızlık yapmadıklarını söylemek de doğru olmaz. Gâyet tabiî yine boks maçlarında, boksörlerin birbirlerine kaide dışı davranmadıklarını da iddia etmek kabil değildir.
Öyleyse, bu iki spor türünde, seyirciler bakımından ortaya çıkan bu iki zıt tutum, nereden doğmaktadır?
Mademki yapılan bu sporların temelinde saldırganlık iç-güdüsü vardı. Bu durumda onu tatmin olup-olmaması önemlidir. Nitekim boks maçlarında seyirciler, ringde olup bitenlerden memnundurlar, bütün bu olanlardan rahatlamışlardır. Bunun ötesinde, şu veya bu boksörün galip gelmesi, şu veya bu boksörün hakkının yenmesi, şu veya bu boksörün usûl harici davranmış bulunması, onların hiç ilgilendirmeyecektir. Ringde olanlardan, istenilen ve beklenilen gâye hâsıl olmuştur.
Buna mukabil futbol maçlarında, seyircilerin tahrik olan iç-güdüleri, sahada bütün bu olanlardan tatmin bulamayınca, seyirciler bizzat kendileri bu iç-güdülerine, tatmin aramak gibi bir zarûretle karşı karşıya kamışlardır. Bunun için de stadyum içinde ve dışından hoş olmayan hadiselerin zuhûruna sebep olmuşlardır.
Bu olanları mazur görmek ve göstermek isteyen kimselerin, futbolun bir takım oyunu olduğunu ve bu sebeple de bu yapılanların bir nevî takım taassubundan ileri geldiğini söylemek gibi bir gayret içine düştükleri görülmektedir. Fakat bu konuda karanlıkta kalmış birkaç noktanın mevcûdiyeti, zihinlerde tereddütlerin doğmasına ve insanın bu söylenenlere şüpheyle bakmasına sebep olmaktadır.
a) Spor çeşitleri arasında, takım halinde oynanan, futboldan daha başka spor türleri mevcuttur. Bunlardan voleybol, basketbol, eltopu (hentbol), su topu vs… gibileri sayılabilir. Fakat bunlardan hiçbirinde, seyirciler açısından bu çeşit hadiseler görülmez. Halbuki bunlar da takımdır ve bunların da taraftarları vardır, maç esnasında seyircileri mevcuttur. Böyle olunca, futbol maçlarında olanları, futbolun bir ekip oyunu olmasıyla izah etmenin yetersizliğini ortaya çıkar.
b) Futbol maçlarında çıkan hadiselerle, bu olayların kaynakları ile seçilen objeler arasında tutarsızlıklar vardı. Bu durumda, evvela hadiselerin kaynakları üzerinde durulması hususu önem kazanmış olur. Hadiseler bu maçlarda üç kaynaklıdır:
- Hakemin yetersizliği, taraf tutması gibi sebeplerden ötürü çıkan ve yayılan hadiseler,
- Rakip takımın üstün oynamasından ve buna karşılık tutulan takımın kötü oynamasından ötürü çıkan ve yayılan hadiselerdir,
- Tutulan takımın güzel oynayıp galip gelmesi sonucu çıkan ve yayılan hadiseler.
Bu üç ayrı kaynağı, ikiye indirmek mümkündür. Çünkü hakemin taraf tutması, tutulan takımın mağlubiyetine sebep olması bakımından önemlidir. Bu itibarla, gösterilen infialler ve coşkunluklar, iki temel üzerine kurulmuş bulunuyor.
Bu durumda, mağlup olmak ve hakemin taraf tutması gibi ilk iki kaynak itibariyle gösterilen infialler, sınırlı kalma şartıyla takım taassubu şeklinde değerlendirilebilir. Fakat bu protestolar, sınır ve ölçü tanımamıştır. Bu durumda, seyircilerin kinleri, öfke ve gazapları, büyük ölçüde yine kendileri gibi seyircilere yönelmiştir. Halbuki bu kimseler, hakemlerin verdiği kararlardan sorumlu tutulmamalıydılar, yine bunun gibi sahada topa vuramayan oyuncuların acemîliklerinden onlar mesul olmamalıydılar. Stadyumun dışında her şeyden habersiz yoluna giden kimseler, bu öfkenin hedefi olmamalıydı. Hastasına giden doktorun arabasını ters üç çevirip yakmak abesti. Stadyum dışında kalan insanlar sahaya müdahale etmemişlerdi, kalabalıklara fikir beyan etmemişlerdi ki kalabalığın taassup duygularını tahrik etmiş olsunlar.
İkinci ihtimalin vukuunda ortaya çıkan hadiseler, meselenin ciddiyeti hususunda, bizlere önemli ipuçları verir. Zira tutulan takım güzel oynamış ve galip gelmiştir. Netice hâsıl olmuştur. O zaman, niçin stadyum içinde ve dışında hadiseler vardır ve devam etmektedir? Kalabalıklar niçin sokaklarda bağırmakta, çağırmakta, yolları kesmekte, oraya buraya saldırmakta, etrafa ölüm saçmaktadırlar?
Bütün bunların taassupla ilgisi olmamalıdır. Bir değerler sistemine taassupla bağlı kişiler, kendi inançları istikametinde yapılacak her türlü yardım ve desteği memnuniyetle kabul edecekleri gibi, kendilerine ve kendi değerlerine karşı çıkılması halinde ancak bu kimselere cephe almaları bahis konusudur. Yoksa kendilerine karşı hiçbir kanaat belirtmemi, taraf tutmamış, bu konuda hiçbir şey ihsas etmemiş kimselere karşı, hiçbir şekil ve tarzda kesin tavır içine girmezler.
Netice itibariyle, cemiyet içerisinde ortaya çıkan hadiselerde kaynakların farklı oluşu, düşüncelerimizin şu noktaya götürür: ayrı kaynaklardan doğan hadisler, kendilerine göre ayrı bir yapı oluşturacaklardır. Fakat bununla beraber yine açıktır ki, bu ayrı kaynaklardan doğan hadiseler, aynı davranış kalıplarıyla tezahür edebilirler. Bu durumda, usûl bakımından tezahür eden bu davranışlardan geriye doğru gitme, meseleyi anlamak hususunda bizlere büyük imkânlar vaad edecektir.
Nitekim takımların mağlup olmasıyla kendini gösteren hadisler bütünüyle, galip gelmesi sonucu ortaya çıkan vukûât arasında hiçbir farkın bulunmaması, yapılan bu çalışmanın isabeti hususunda bizleri ümitvar etmektedir.
Sonuç olarak, mağlûbiyet-galibiyet gibi birbirine zıt iki vakıanın aynı davranış kalıplarıyla tezahür etmesi, buraya kadar yapılan tespit ve yorumların isabetine delalet edecektir. Bu itibarla, bu tespit ve yorumları hafızalarımıza tevdi ederken, son olarak, bunları ana-hatlarıyla, bir defa daha tekrarlamamızda fayda vardır:
Gerçekten bu maçlarda ortaya çıkan hadiselerde bütün mesele, ne futbolun bir ekip sporu olması ve ne de takım taassubu veya takım tutma gayreti içine düşülmüş bulunmasındadır. Bunların hepsi birer paravandır. Bu takımlar ve daha geniş mânasıyla bu çeşit sporlar, insanlarda mevcut vurma-kırma yakma-yıkma, tahrip etme, öldürme gibi iç-güdülerin tatmin bulup, böylece kişilerin rahatlamasına matuf birer araçtırlar. Yoksa onları ne şu takımın galibiyeti ve ne de bu takımın mağlubiyeti alakadar etmektedir. Onlar, yapmak istediklerine mazeret bulma ve işledikleri cinayetlere meşruiyet kazandırma gayreti içindedirler. Böylece onlar, cemiyet içerisinde katil, canî, zalim,hain, gaddar, sadist… vs. gibi sıfatlara maruz kalmaktan kurtulacaklardır. Daha önemlisi, bu insanların konudan yakalarını kurtarmaları husussunda, bu takımlar, büyük roller üstlenmiş olacaklardır.
Netice itibariyle, son asırlarda insanlar, bu takım tutma maskesi altında, gerçek yüzlerini hep saklamışlardır. Nitekim bu asırlarda futbolun bu kadar rağbet bulması, onun bu hususta kullanılmaya en müsait spor dalı olmasındandır. Zira vurma, kırma, öldürme gibi iç-güdülerin tatmini maksadıyla, bütün bu yapılanların spor denilen hafifletici isimler altında toplanması, bunların her zaman ve her yerde tekrarını ve devamını sağlamak içindir .
Eğlence :
Eğlence, aklı reddeder. En azından ondan hoşlanmaz. İnsanda mevcut iç-güdülerin depo edildiği şuur altı, zevk ve has prensibine göre çalışır. Daima rahatı arar elem ve ızdıraptan kaçar. Eğlencede ilk akla gelen şey içkidir, daha sonra da zaman ve onun ayrılmaz parçası ışık söz konusu olur. Beşeri davranışlarda zaman-mekan boyutları içinde gelişir. Aklı reddeden medeniyetler geceyi tercih ederler, aklı öne alan medeniyetler ise zaman dilimi olarak gündüzü seçerler. Bir ülkenin geleceği eğlence kültürünün kontrol edilmesinde yatar. Çalışan insanlarda vazife şuuru ve iç prensibi öne çıkar. Dini şuurda ibadet hanelerde varlık bulur. Milli bayramlarda da milli şuurlar öne çıkar, işte bu üç unsuru bozmadığınız sürece toplum bozulmaz.
Sonuç olarak eğlence konusunda bir ihmal daha büyük sorunlara kapı açar. Diğer taraftan kurban kesmeyen medeniyetler eğlencelerin bünyesine içki kabul etmiş olmakla ve zaman konusundaki tercihleriyle önemli olaylara kapı açmışlar demektir. Böylece eğlenceler ateş-kan-ölüm den oluşmuş bir üçgen üzerine kurulmuş olmaları itibariyle kavga, yaralama, cinayet gibi bir takım kanlı hadiselerin oluşmasına zemin hazırlamışlardır.
Oyunlar:
Oyunlar eğlencelerin bir sonra ki kademe de daha organize olmuş ve daha teşkilatlanmış bir şekilde ortaya çıkmalarıdır. Tabidir ki oyunlar eğlencelerin bir devamı ve içinde bulunduğu medeniyetin bir parçasıdırlar. Trajedi ve dram kin, nefret, intikam, ihtiras gibi duyguları ele alır ve ateş-kan-ölümden oluşmuş bir üçgeni temsil eder. Komedi de bunun bir parçası olup insan kişiliğini aşağı düşürmede oldukça etkindir. Bunun arkasından intihar ve idam gibi menfi değerler gündeme gelir.
Ateş Tutkusu :
Kurban kesmeyen cemiyetler yalnızca batıda değil doğdu da vardır. Arada ki fark sadece usül yönündendir. Birisi kan ile bir diğeri ateş ile sonuca varmak ister. Yani batıda kan-ölüm şeklinde gelişin davranış biçimi diğer medeniyetlerde ateş-ölüm tarzında gelişir. Hint medeniyetinde kocası ölen kadın diri diri yakılırdı, halbuki kadının suçu yoktu. Bu durum geride kalanlara bir saldırganlık iç-güdüsü tatmini vermek istiyordu denilebilir. Mecusiler de binler yıllar boyu ateşe tapmışlardır. Ona bir kutsiyet vermişlerdir. Sonra da ölülerini bu ateşte yakmışlardır. Afrika’da ki kültürlerde de iktidar kabileler ateşe önem vermişler etrafında dans ederek onunla bütünleşmek istemişlerdir. Eski Roma’da altında ateş yanan yavru sırıklar üzerinde dövüşmeye mecbur bırakılan esirler dengesini kaybedip düştüklerinde yarı çıplak vücuduyla diri diri yanıyorlardır. Engizisyon kararlarından da diri diri ateşte yakmak cezası da vardı.
Sınıflaşmalar:
Kurban kesmeyen medeniyetlerde insan ilişkileri son olarak bir sınıflaşma eğilimine yöneleceklerdir. Şuur atlı dinamitlerinin tesiri ile oluşan hareket ve davranışlar dış dünyada kendini tatmin etmek isterken bir yerde de cemiyetin değerlerine göre oluşmuş müedeler bu iç-güdülere ket vurmak isterler. İç-güdünün saikiliğiyle önüne gelene sövüp sayıp öldüremeyeceğine göre beşeri münasebetleri bozmadan iç-güdülerine karşılık vermenin yollarını aramaya başlarlar. Saldırganlık iç-güdüsü kişinin başkalarını küçümseme onlarla alay etme, onlar üzerinde otorite tesis etme, onları dövme, sövme dışa aksettirmek isterken bu istek ve gayretler büyük ve ciddi tehlike doğurur. Halbuki aynı şuur altına sahip kimseler böyle teker teker değil de kendi aralarında birleşip organize olmaları halinde hem bu iç-güdüye tatmin bulmuş olacaklar, hem de bu iç-güdünün dışlanması sonucu doğabilecek tehlikeden kendilerini kurtarmış olacaktır.
Böylece üstün zeka fizik güce sahip para ve malı elinde tutan itibarlı kimselerin bir araya gelmeleri ve kendi aralarında teşkilatlanmaları ile cemiyet içinde üstün sınıflar tesis edilmiş olacaktır. Bu sayılan varlıkları az olan kişilerde doğrusal olarak aşağı sınıfları oluşturacaklardır. Baron, dük, kont, raca, mihrace, vs. gibi isimler üst sınıflara serf ve parya gibi adlarda bu insanların nasıl davranması gerektiğine bir mesajın beraberinde taşıyacaktır. Kast sisteminin uygulandığı medeniyetler buna örnektir. Amerika da sınıf şuuru beyazlarda baskın olduğu için beyaz, siyah ve kızıl dereli ayrımları yüzyıllar boyu acılarla devam etmiştir. Eski Mısır, Çin, Japon, Roma ve Brek medeniyetleri bu ayrımları en doruk noktada yaşayan toplumlardır.
Kişinin Kendine Karşı Tavrında ki Sapmalar :
İntihar;
Alkol alışkanlığı,
Saldırganlık iç-güdüsü,
Müsekkin ilaç alışkanlığı,
Uyuşturucu alışkanlığı ( esrar, eroin, morfin, LCD)
Tehlike tutkusu ve alışkanlığı ( Rus ruleti, akrobasi, rekor denemeleri, yaşama iç-güdüsü ( Ölüm iç-güdüsünü de beraberinde barındırmaktadır)
Kişinin Başkalarına Karşı Sapmalar
Düello
Linç
Kumar
Akıl hastalıkların tedavisinde sapma ( kırbaçlama)
Harpler
*
ahi kul ahmed