İnsanların ahiliği varken Allah’ın ahiliği de nereden çıktı diyebilirsiniz. Allahının mümin kulunun kalbine yerleşmesi bir birliktelik sayılabilir. Sonra elbette Allah’ın ahiliği onun kuluna merhameti, yiğitliği olarak anlaşılmalıdır. Şöyle düşünelim. Allah’ın yarattığı herşeyin yaratılış şekil özellik ve gayelerine baktığımızda bütün kainatın ortak bir merhamet noktasında birleştiğini görüyoruz. Galaksilerin arası o kadar açık ki hayatın olduğu bu ddünyamızın hiç bir başka gezegene çarpma olasılığı yok. güneş ile ısıtıyor, ay ile çekiyor ve makul bir gece örtüsü sunuyor. Gece karanlık haydi uyuyun ve işi bırakın diyor. bu sayede birlikte uyuyoruz. Kargaşa çıkmıyor. 23 derece eğiklikten mevsimlari yaratıyor. Neye ihtiyacınız fazlaysa o madde de fazla yaratılmış. Hava istemediğiniz kadar. Su yaygın, et yoksa baklagiller o eksikliği fakir için tamalıyor. Yağmur damlası düşerken fazla büyümüyor ve düşüşü yerçekiminin etkisini en aza indirerek yavaşca oluyor. Değilse kurşun gibi inmesi gerekirdi. Eisnstain diyor ki, kainatta herşey, en kolay, en verimli, en kısa yoldan, ve en mükemmel yaratılmıştır” diyor. bu kainatta kusur görebilecek olanın alnını karışlamak lazım.
Gelelim insana. İnsan da yaratılış itibariyle en mükemmel yapıdır. Motor verimi olarak insan %56 randımanla çalışır. Ama bizim bulduğumuz motorların verimi daima bundan düşüktür. Bir kalp bir ömür atar da hiç dinlenmez. O dinlenmesini iki farklı atışın ikincisinda yapar. Bir günde tonlarca kan pompalar. Sinirler, damarlar, yapının fiziki yararlılığı, ellerin parmakların durumu kavraması, yürümeye yatkınlık, yaralanmada kendi kendine tamir edebillmesi, kromozomlar, şifreler vesaire..
İşte bütün bu namütenahi özellkler Öncelikle Alla’ın müthiş bir ilminin olduğunu gösteriyor. İlim sıfatı. Ancak bu sıfatın nasıl ve ne yonde kullanıldığına bakıyorsunuz her incelik bir faydaya yönelik. Her fayda ise bir merhamet olarak açıklanamaz mı? Örneğin suda boğulmakta olan birisini gördünüz ve atlayıp onu kurtardığınızı düşünün. Bu bir can kurtarma yani fayda ve bu fayda başkaşsına karşı yapılmış yani merhamet. İşte bu bir ahilik sayıllması gerekmez mi?
Allah’ın bu noktadaki merhamet sıfatı RAHMAN sıfatıdır. Öyleki bu sıfatın şumulünü hiç kısmamış ve kendini inkar eden kafire dahi yaymıştır. Bu nedenle biz müslümanlar da maddi veya kol gücüyle bir yardım yapılması gerektiğinde kafirlere de yardımcı olmamız dinen gerekir. Sevmek ve dost tutmak ise yasaktır. Konuşulabilir fakat dostluk apayrı bir şeydir.
Cenabı Hakkın bütün esmai hüsnası tamamen merhamete zincirini oluşturur. Bir müslümanın cehennemde bir müddet Allah’ın gazap sıfatı sonucu yansa bile bu bir günahtan temizlenmedir ve arkası yine cennettir. Dolayısıyla sonu cennet olan şey merhemettir. Baba çocuğunu döver, doktor iğne vurur fakat hep faydaya yönelik geçici acılardır ve merhemet olarak değerlendirilmelidir.
Bu bağlamda insana namazın verilmesi de bir merhamettir. İnsan namazla ruhen bir rahatlamaya girer ve günün bütün streslerinden uzaklaşır. Tevekkülü insan namazla öğrenir. Bir insana tevekküllü ol demekle o insan tevekküllü olmaz. İşte ahilik prensiplerinde yer alan her türlü ahlaki prensibin uygulanabilmesi için temel malzeme namazdır. Adama diyorsunuz ki ahiliğin şu şu prensipleri var. Eee. O adam bu prensiplerin bir ahlak prensibi olduğunu zaten bilmiyor mu? Sorun ne? O kişi aptal mı? o da kendi kendine kalkıp bir kısmını uyguluyor zaten. Sizin ayrıcalığınız ne? İşte buradaki temel gıda maddesi NAMAZ’dır namaz.
Bu namazla dinlenmeyi sağlayan insanların normal işlerine döndüklerinde çalışmaları daha da kolaylaşır. Bedenen yogunluk bir miktar mola vermekle giderilebilir belki. Ancak kişinin fikirlerindeki bir yamulma, yodan sapma, kızgınlık, garaz, hiyanet, işyerine ve işe kötü davranma, makinayı kırmaya çalışma, ihmal etme, asık suratlılık bütün bunlar da kontrol ve öğütle aşıllması zor şeylerdir. Kişiyi işin başında her zaman kontrol edemezsiniz. Yada kontrol edilemez şeyler de olabilir. İşte o işçiyi her an kontrol etmenin tek yolu o kişiye ihlaslı namaz kıldırmanın yollarını aramaktır. Şahsen ben akıllı bir patron olsam namaz kılmıyor olsam bile işçilerime namaz kılmalarını öğütlerdim. Namaz kılmak bir uzlaşıya getirmek demek değildir işçiyi. Onu razı ederek çalıştırmaktır aslında. Son bir fayda da işçinin işine daha rahat odaklanmasını sağlar namaz. Bu işçinin doğru iş yapmasını sağlayan temel argümandır. Ve dürüst namaz kılan insanlar kılmayan insanlardan daha üstün bir verime sahiptir. Şeklen namaz kılanlar ise beş para etmezler. Onların da ihlas ve ihsan noktalarını yakalamaları gerekir. işte bir işletmenin hem fabrika olarak hem zaviye olarak çalışması gerekir ki ideal randımanı alan bir ahi işletmesi olabilsin. Dolayısıyla ahilerin akşam zaviyelerini ertesi günkü çalışma şevkinin bir parçası olarak telakki etmeliyiz. Ücretinde az bir ödeme dahi yapsanız onun dini işine ihanet etmesine izin vermez. Ancak din de işverene ücretini tam ve zamanında vermeyi emreder ki eksiği kul hakkında kalır ve işverenin ahirette boğazına düğümlenir.
ahi kul ahmed
Değerli ahiler,
Cenab-ı Hak bir hadisi kudside bilinmeyi murad ettiğini (ahbeptu-muhabbet) bunun için de kainatı yarattığını belirtiyor. Bu hadiste iki unsur göze çarpıyor. Birincisi muhabbet yani aşk. İkincisi gereğini yaptığı yaratma fiili. Yani, iş..
İşte siz de sevdiğiniz birine bu sevgiyi bildirmek isteseniz yapmanız gereken şey bir fedakarlık ölçüsünde bir şeydir. Bir çiçek almak, yahut ona yardım etmek, fedakarlık derecesinde elbisesini temizlemek, çocuksa gece kalkıp ilgilenmek. Yani bir emek sarfetmek. Yani sevgi aslında bir emek denilemez mi?
İşte ahilere atfedilen ancak onların bu sözü söylediğine dair bir kanıtın elimizde olmadığı “ALLAH DER ÇALIŞIRIZ” sözü aslında aşk ve iş kavramlarını bütünüyle barındırıyor denilebilir.
Konuya bu açıdan bakıldığında aşk kavramının kaynağının ilahi olduğu düşünülmelidir. Ancak insan Cenab-ı Hakka karşı saygı bazlı ve edepli bir sevgi duyabileceği gibi insan olarak eş olarak da cinsiyet bazlı sevgiler duyabilir. İşte bu sevginin de üst seviyeye çıkabilmesi için Allah için kavramına dayanması gerekir. Aksi halde cinsi bir sevgiden öte geçmez. İşte ilahi sevgininin kaynağı onun gönderdiği sınırlarla belirlenmiş dindir, yani İslam’dır. Ortada, açıkta yanan bir ateş düşünün. Bu ateşin her an çevreye sıçraması ve ekinleri, evleri yakması mümkündür. Ama ahiler şöyle yaparlar. O ateşin etrafını küçük taşlarla çevirirler, üzerine iki demir atar ve bir toprak kap koyup içine de bir şeyler koyarak bir şeyler pişirirler. Bunun anlamı ilahi veya cinsi her ne ise sevginin taşlarla kontrol altına alınması ve üzerine konulan yemekle de yararlı hale getirilmesidir. Kontrolden mana edeptir. Hazreti Rasülüllah miraca çıktığında Cenab-ı Hakk’ın yaklaş nidasına karşılık yaklaşmış ancak bir yay aralığı kalınca durmuştur. İşte bu edeptir. Kulluktır. Arkasından verilen hediye ise 5 vakit namazdır. İşte bu üç şey olan aşk, kulluk, ve namaz aynı anda ve aynı yerde miraçta, huzurda verilen üçü de birbiriyle bağlantılı ana unsurlardır.
Bunun arkasından Cenab-ı Allah’ın iş olarak kendine edinip altı günde yarattığı kainata insanı gönderişiyle ilgili olarak baktığımızda insanın dünyaya gönderilişinde hanginizin daha iyi amel işleyeceğini sınamak olduğu belirtilir mülk suresinde. Bunun anlamı şudur: amel ederek sevginin ispatlanması sorgulanmak istenmektedir gerçekte. Şöyle de düşünebilirsiniz bunu. Birisi sizi sevdiğini söyleyip duruyor fakat bunu ispat edecek hiç bir şey yapmıyor. Ne dersiniz ona. Defol başımdan demez misiniz? Bir çocuğu seviyorum diyeceğinize onun yanına çömelmek ve elinden tutmak daha anlamlı bir sevgi aktarımı olmaz mı sizce? Ya da babasının yüzüne çıplak olarak yatıvermiş çocuk sevgiyi güveni nasıl hisseder?
İngiliz oyun yazarı sheaksper bir oyununda oyuncuyu şöyle konuşturur. “karının senin için yaptığı fedakarlığa bak” burada sözkonusu olan fedakarlığın sevme fiiline dayandığıdır.
Bu kitapçığın ilerleyen sayfalarında göreceksiniz. Birisi bize dost olmak istemiş de bir de önce keramet anlamında bir güzel şiir sonra da kötü bir eşşek şiiri gönderdik. Birincide hoşnut oldu fakat ikincide bozuldu. Yani iyime iyi kötüme kötü dedi. Halbuki kötüme de iyi demeliydi. Biz de hemen onu çizdik. 20 gün sonra sözlerinden cayarak kendini belli ediverdi. Buradaki incelik şudur. Aşk ya da sevme fiilinin bir bütün olduğu, parçalanamayacağı ve tam bir bağlanmanın sözkonusu olması gerektiği şeklindedir.
Japonlar çokça intihar eden bir topluluktur. 5 yıl Amerika’da master yapmış bir kız evine döndüğünde ailesiyle karşı karşıya geçiyor. 3 metre uzaktan ellerini kavuşturup eğiliyor ve selamlıyor böylece. Hiç bir temas yok. işte sevginin aktarımı için aslında temas önemli bir unsur. Bu olmayınca kişide sevgi eksikliği oluyor ve biraz da psikolojik faktörler devreye girince haydi bakalım intihar. Mesela bu fakir sulu zırtlak bir ademdir ve herkesin koluna girer öyle götürürür. Kimse benim insanları sevdiğim kadar onlar beni sevemez. Biz Allah’ı dost tutarız onlar kendi gelir bize dost olurlar.
Yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız şey iş dediğimiz yada dini literatürde salih amel olarak geçen şeyler ve bunun yansımaları aşktan kaynaklanmaktadır. Bu sevme fiili öylesine bir ihtiyaç ki kişi eğer bu sevgiyi Allah’a yöneltemezse gider olmadık yerlere başını vurur. Kadına aşırı yönelir ilahım der, parti başkanına yönelir peygamber gibi görmeye başlar, onsuz ortada kalacağını düşünür, karizmatik liderler bu tür etkilerin artığı dönemleri oluştururlar, bilmem nereyi kurtardı der, bilmem şu savaşı kazandı der, o olmasaydı kurtulamazdık der, resminden heykelinden rozetinden medet umar. Halbuki İslam’da asla bir liderin ilahlaşması yoktur ve kendisi dahi kul diye hitap edin demiş ve mezarının ziyaret dışında imdat beklenen yer haline getirilmemesini hadisi ile emretmiştir. Bütün bunlar dinin iyi tanınmaması ve imanın güçlü olmamasındandır. Çünkü iman güçlü olmayınca önce yolunu şaşırıyor sonrada o iman sevgi eksikliğinden hareket noktasına ulaşmıyor, feda edeceği bir şey de olmuyor.
İşte burada ima etmek istediğimiz şey sevginin gücünün imanla kendini ortaya koyması ve bu sevgi gücünün iş veya amel dediğimiz hareket sahasına intikalidir. Mesela oğlan kızı seviyor ve masanın üstünden aşıp gidiyor. Ne derse alıyor, parası yok borca giriyor, nereye derse geliyor.
İşte sevginin gücü olarak imana yansıması, beraberinde merhameti tetikliyor, yiğitliği sağlıyor, cömertliği artırıyor, insan sevgisini artırıyor, iyi işleri getiriyor, doğal sonuç olarak namaz kılmasını sağlıyor, yani ibadetlerdeki üşenmeyi kaldırıyor ve kolaylaştırıyor, artırıyor da artırıyor….
İşte sonuç olarak gelmek istediğimiz nokta ahlak olarak nitelenebilecek temel argüman ya da fedakarlıkların temelde taa Cenab-ı Allah’tan başlayarak neşet ettiğini bir diğer adla ahlakın temelinin din olduğunu vurgulamak istiyoruz.
Bugün bütün dünyada var olan kültürlerin tamamının temelinde bir şekilde ilahi dinler vardır. Bozulmuş ve şirke dönüşmüş Musevilik, Hırıstiyanlık, Budizm, Konfüçyüzm, Shintoizm (Japonya) gibi dinlerin hepsinde de ahlak ilkeleri hala vardır. Ancak İslam’ın mükemmel yapılandırması olmadığı için insanlar ahlaklı olmuyorlar. Avrupa ben eğitirim dedi sonuç felaket ve suç oranları düşmüyor. Bu kitapçığın sonunda merhametle ilgili makaleleri bulacaksınız.
İnançsız bir insan da merhametli ve ahlaklı olmaya çalışabilir şüphesiz. İnsanda doğuştan bir merhamet bazı insanlara biraz fazla verilmiş olabilir. Buna fitri ahlak diyoruz. Bu merhamet bütün kainatta dağılmış bir haldedir ve Cenab-ı Hakk’ın Rahman sıfatının bir tecellisidir ki bu merhamet müslüman kafir farkettirmeden verip dağıtır. Ancak bu merhametin dışında bir de idraki olan merhamet yada ahlak var ki, bunun kazanılabilmesi için İslam’a girip iman derecesini çokca artırıp namazdan ve hiç bir görevden üşenmeden severek ve isteyerek canını feda edercesine korkusuz, tevekküllü, nasibe inanmış, rızkına razı, okuyan, mesleğini düzgün yapıp doğru çalışan sonuç olarak tam bir müslüman olmakla elde edilir.. Bu ahlakı idraki düşük, formalite için namaz kılan, bencil müslümanlar edinemez.. Bugün müslümanların perişan bir yaşam sürmelerinin temel nedeni iman derecesinin düşüklüğüdür. Yani Kuran’ı terketmişlerdir. Camide müslüman desem ihlası ve ihsanı yok, yatıp yatıp kalkıyor, ne okuduğunun fakında değil, namaz idraki yok ki bu ibadet ahlaka dönüşsün. İşinde kafirle aynı işi yapıyor, faizci, işçi hakkını tam vermiyor, evinde mum tutturuyor zalim. Halbuki Allah ona eşini de işini de mallını da evladını da parasını da, evini de emanet olarak verdi ve geri alacak.. oysa o benim dedi ve mülkiyeti ilan etti. işte bütün sıkıntılar mülkiyet olarak görmekten kaynaklanıyor. Benim param diyor ve ihtiyacının değil canının çektiği onlarca ve pahalı şeyleri alıyor. Evler tıka basa çul çabut dolu. Ve fakire verecek şey kalmıyor.
En son varmak istediğimiz yer şurasıdır ki; Ahilik kurulurken islami bir ülkeden (Abbasi Halifesi Nasır Lidinillah’dan) alınmıştır. Onun kurduğu Fütüvvet Teşkilatı’ndan. O tarihler zaten Türkmenlerin Anadolu’ya akın ettikleri ve müslüman oldukları bir döneme rastlar.
ahi kul ahmed