AŞIK AHİ KUL AHMED BU HAYATI YAŞADI…
başına sarar buğulu dumanı
kaşına çeker karını dağlar
döşüme söyler tövbesiz gümanı (şüphe)
günaha yazarmış bahayı dağlar
Dedelerimin Horasan’dan Anadolu’ya gelişi
1-Dedelerim bundan yaklaşık 200 yıl önce Horasan’dan kalkıp Şam’a gelip yerleşmişler. Daha sonra büyük bir kısmı oradan göç edip Kırşehire gelmişler. Ancak orada bir kardeşleri kalmış ve onun da Mustafa ve Bekir adlı iki oğlu varmış. Şam’daki yerleri Hasaney camii ile Alaattin Camii arasında bir ev ile bir deve damı imiş. Bu yerlerin kamulaştırılması sırasında o kardeşleri ölmüş ve ölmeden önce de çocuklarının Kırşehire gitmelerini öğütlemiş. Oradaki yer kamulaştırılmış ve 10 yıl askıda kalmış. Bunun belgelerini devlet arşivlerinden bulduk ki üzerinde kamulaştırma bedeli dahi yazılı idi. Kimse giden olmayınca o paralar alınamadı.
Dedelerimiz sürekli olarak alim zatları arar ve onların sohbetlerinde bulunmak istermiş. Böylece Kayseri’ye gelip bir müddette orada kaldıktan sonra Kırşehir’e geçmiş. Ve okumaktan gözlerini kaybettiği için sülalemize lakap olarak “ama hafızlar” denmiş olup hepsi Türkmen’dirler.
Ökse suyunun bulunması
2-Kırşehir’e gelen o dedelerimiz Kırşehir’de ÖKSE denen yerde araştırarak büyük bir su kaynağı bulmuş ve çok çıktığı için üstüne büyük ve yassı bir taş koymuş.
Dedelerimiz sürekli olarak alim zatları arar ve onların sohbetlerinde bulunmak istermiş. Böylece Kayseri’ye gelip bir müddette orada kaldıktan sonra Kırşehir’e geçmiş. Ve okumaktan gözlerini kaybettiği için sülalemize lakap olarak “ama hafızlar” denmiş olup hepsi Türkmen’dirler.
Çanakkale’ye bir şehit
3-En son dedemin babası olan Ahmet dedemiz Bitlis’e asker olarak gitmiş. Ancak tam o sırada Çanakkale harbi başlayınca bütün birliklerin Çanakkale’ye kaydırılmasıyla o da oraya gitmiş ve Çanakkale’de şehit düşmüş. Benim adım da Ahmet olarak bu dedemizin adına konmuş.
Elhamdülillah bana verilen yalınkat Ahmet adını Aşık Ahi Kul Ahmed’e yükseltmek nasib oldu.
Cumhuriyette kaybolan saray müderrisi Hakkı dayımız
4-Babamın öz dayısı Hakkı dayımızdı. Gençliğinde okurken babası bakkal ali e4fendi sert tabiatlı bir adamdır ve oğluna imsak vakti dağdan bir eşek yükü tuturuk getirmeden okula gitmesi yasaktır. Böyle böyle okur ve İstanbul’a giderek zamanla orada saray müderrisi olur. Saray müderrisinin bu günkü karşılığı profesör demektir. Zaman zaman Kırşehir’e geldiğinde bütün alimler huzurunda el bağlarmış.
Derken Cumhuriyette kaybolduğu haberi gelir. Babasının İstanbul’a gidip ne araştıracak ne de cenazeyi getirecek parası vardır. Ali dedemizin kızı olan Ayşe ebem bir Osmanlı kadınıdır ve ağıt üstüne ağıt yakar kardeşine. Bunların bir kısmını da bana yazdırmıştır.
Ermenilerin katliamı
5-Ayşe ebemin babası Ali Efendi sert mizaçlı olmakla beraber adaletli ve hak hukuk gözetir dindar birisidir. Doğuda 1915 olayları başlayınca Kırşehir’deki Ermenilerin erkeklerini askeri birlikler toplar ve şehir içinden güney mahallesi olan üçgöz mahallesine doğru götürürler. İçlerinden birisi ali efendinin dükkanının yanından geçerek aceleyle üzerindeki altınları Ali Efendiye vermek ister. Fakat Ali efendi kul hakkından korkarak altınları iade eder. O ermeni vatandaş ve diğerleri adı geçen ÜÇGÖZ mahallesine götürülerek acı çekerek ölsünler diye bellerine kılıç vururlar. O mahallenin kadınları da beline kılıç vurulan Ermenilerin yuttuklarını düşündüğü altınları alıp çıkarmak için karınlarını deşerler. Bu yapılanları, onlar da bize yaptı diye gerekçelendirmek sizin vicdan ve adalet anlayışınıza sığarsa buyurun siz de yapılabilir deyin olsun bitsin…
Hayata merhaba ve Mevlana’dan ilahi aşk şarabı
6-Temmuz 1956 yılında babamın işleri Ankara’da iken doğmuşum. Babam berbermiş ve doğunca ikinci bir dükkan daha açmış bizim bereketimizle. 5 yaşında okula alınmayınca babam mahkeme kararıyla yaşımı büyütüp okula girdirmiş. Sonra iki ayda okur okumaz benim elime “mesnevinin özü” adlı çok kalın bir kitap verdi. Bu kitap hergün babamın dizinin dibinde, en az iki sahife okunacaktı. Okudukça ben hayvanların konuşturulduğu fablleri merak ediyordum babam da Mevlana’nın ilahi aşk deyişlerini ilgiyle takip ediyordu.
On yaşıma geldiğimde iki katlı kerpiç konağımızda gündüz gözüne Mevlana hazretlerinden ilahi aşk şarabı içtim. Daha o tarihlerde tek tük namaz kılıyordum. Böylece keşfim açıldı. Gelen insanların iyi mi kötü mü olduğunu, iç alemlerini bazen de ne yapmak istediklerini biliyordum. Bazı arif insanlar bizi bilince hastalıklara karşı iyileştirici bereketim olduğunu da söyleyince bir çocuk için sıkıntılı bir süreç başladı. Bütün hastalar bana geliyordu. Ben ağlayınca annem artık kimseyi yanıma yaklaştırmadı.
Bu arada babam pasta salonu açtı ve iflas etti. Bir yıl Almanya’ya gidip borçlarını ödeyip emlak işine başladı.
Hemen kandil gecelerinde ilahi okumaya seçildim ve kapucu camiinde “…çıkmış İslam bülbülleri, öter Allah deyu deyu” adlı ilahiyi okudum. İmam hatipde Allah’ı tanıdıkça Allah aşkım iyice arttı. Kuran okurken ağlardım. Bu üç yıllık eğitimim beni bütün hayat boyu götürecek dayanağım olacaktı.
Bu arada harçlıklarımı biriktirip Kayseri’den bir saz aldım. Babam bu sazı eve koymama müsaade etmedi ve aptal mı olacaksın deyip azarladı.
Muharrem Ertaş ile tanışma
7-Bir gün teyzem oğlu ile bir düğüne usta bulmaya bağbaşı mahallesine gittik. Bir eve girip sen burada biraz otur dediler ve gittiler. Aynı odada sedirde bir adam oturuyordu. O bana bakıyordu ben de ona. Hiç konuşmadan yarım saat karşılıklı bakıştık. Sonra teyzeoğlu gelince çıktığımızda dedi ki, sen biliyor musun o oturduğun kimdi. Ben bilmiyorum deyince o dedi ki, o Muharrem Ertaş’tı dedi. Demek ki ben onun manevi halini seyretmiştim o da benim ama hiç konuşmadan???
Veterinerden Siyasala geçiş
8-Daha sonra veteriner fakültesini kazanarak Elazığ’da bir sene okudum. Terar sınava girince Siyasal Bilgiler Fakültesi geldi. Meğer babam benden habersiz tercih listemi okul müdürü ile değiştirmişti. Tıplardan 12 puanlık fazlalık böylece ziyan oldu gitti. Aşırı sol gurupların arasında bombalar patlayarak öğrenciler öldürülerek 4 yıl geçti sessizce. Bizi fark ettiklerinde artık okul bitmek üzereydi.
Evlilik ve seyahatler
9-Gençliğinde Hatice adlı bir öğretmen kızı sevdi 6 sene. 6 defa istedi ise de alamadı bir türlü. 33 yıl yandı kavruldu. Haççem,, Haççedeki Gamzeler gibi bir çok şiirle aşkını hiç unutmadı ve şiirlerinde yaşattı. Bir bayram gelse de elindeki sıcaklığı hissetsem diye bir yıl bekler dururdu. Geçtiğimiz günlerde onu zorla veren babası da kocası da rahmetli oldular 20 gün arayla. Şu işe bakın. Allah’a dua ettim onun kocasının acısız ve imanla göçmesi için. Allah onun kocasını dilediğim gibi bana verdi de imanla rahmete kavuştu. İnanın beddua etmedim dostlar. Fakat bu kelin sahibi etti ne ettiyse.
Gençliğimde çok sevgililerim oldu doğrusu. Bir mahalle sevgilim “Nasıl olsa bu üniversiteyi kazanamaz” deyip bir matbaacıya 16 yaşında gelin gidiyordu.
Gördüğüm her güzel kıza aşık olurdum. Lisede önümde oturan Şahika’ya aşık olmuştum. O savcının kızıydı ben berberin. Edebiyat öğretmeni Nimet hanım “kaldır şu kızı danset onunla” derdi sınıfın ortasında.
Üniversite yıllarında aynı anda 6 arkadaşı vardı ki hiç biriyle seks düşünmemişti. Çünkü asıl sevgili dersi idi. Aşk dersin önüne geçmemeliydi.
Bir de Maraşlı çok çok çok ama çok güzel bir hanım vardı ki bir yerde memur idi “işten ayrıl, eşten ayrıl, benimle nikahlan ve bana ilahın gibi tap, benden başka hiç kimeyi asla görme” diyordu. Bizden çok şey götürdü,.
Bir Azeri hanım sevmiştim son olarak. Bana Azeri türküleri söylerdi. Konservatuarda okumuştu. Vefalı ve sadakatli idi. Bize çok şey verdi. Hayat dolu bir insandan gülümsemek onu en cömert yapıyordu. Ben de boş değildim. En güzel aşık sevgisi ilahi kaynaktan beslenerek bütün insanlara yansıyordu, tabii ona da. Bir aşıkla arkadaş olmak şans sayılabilir miydi? dostu olanın düşmanı, düşmanı olanın da dostu olmalıydı. Bir aşığın dostu ancak ALLAH olabilirdi. Bütün insanlar da düşmanı. Ancak düşmanlara Elhamdülillah deyip gülücükler atması gerekiyordu. o da öyle yaptı. ne gülücükler ama. Belki biraz fazla mı oldu ne?
Derken 1995 yılı geldi ve bütün bunları terk ederek NASUH bir TÖVBE ile günlerce ağladım ve iki ay sonra hiç hac için dua etmeden Rabbim beni huzuruna hacda kabul etti. Bunun anlamı Allah’ü Teala bizi rahmetine gark ediyor ve bana gel diyordu. Bu bir günahkar için hayati bir fırsattı. Oradaki namazlarda da burada da salya sümük iken farklı tarihlerde 4-5 defa Muhammed efendimizle görüşmekten müşerref oldum. Bir çok şey söyledi. 15 sene bize verilenleri sadakatle uygulayıp sadık kalınca büyük sınavı geçtik ve 15 sene sonra Aşıklık verildi. 53 yaşında aşık olunca 53 yıl nerdeydi. Temiz olmak için önce pis mi olmak gerekiyordu? Cenab-ı Allah’ın dua etmeden hüsnü kabülüne ne demeliydi? Salavat bile edilmeyen bir peygamber nasıl oluyor da günahtan kurtulduğu bile belli olmayan biriyle 4-5 defa konuşuyordu. Bildiğim ve kalbimde yok olmayan tek şey ALLAH AŞKI idi. Günahtayken bile cezbeye gelirdim. Kuran okunurken ağlar, namaza giderken önüme çıkanlara omuz vurur yıkar ve yolu düp düz olarak giderdim. İşte bu sevgiliye giden aşığın gözü karalığı değil miydi?
Bu eşim Rabiye hanım ile 1981 ‘de evlendik. Bir çok eşyam yoktu. Yavaş yavaş alıyorduk. İlk oğlumuz Hakkı Seçkin 1982’de oldu elhamdülillah. İkinci oğlumuz Sezgin ise 1983’te doğdu. İşyerindeki İlk turnemiz ise Trabzon oldu. Meslekte 20. Yıla kadar Edirne,Yozgat, İstanbul,Ceyhan,Adapazarı (Depremin hemen öncesinde), İzmir, Nazilli , Kayseri, Hatay, gibi yerlere 3’er ay turne yaparak ülkemi ve insanlarımı tanıma fırsatı buldum.
1988 yılında önce Amerika’da Tenessi eyaletinin Nashvill kentinde Vanderbild üniversitesine gittim. Daha sonra İngiltere’de incelemelerime devam ettim. Ev sahibim Mr. John “keşke Fransızlar bu ülkeyi işgal ettiklerinde biraz daha kalsalar da daha çok Fransızca kelime bize malolsaydı”deyip dururdu. Çünkü soyadı French yani Fransız idi. Yurt dışı seyahat ve incelemesi insanlara daha anlayışlı olmamı sağladı.
Dönüşümde yabancı dergilerde (Time) önemli yabancı yazıların kasıtlı yazıldığını gördüğümüz için o yazıları tercüme etmekle beraber altına da “ey millet bunlar var ya bunlar, şöyle yapıyorlar ki bunlar bu ülke için zararlıdır ve kasıtlı yazılıyor bunlar” diye yazıyordum çekinmeden.
Sabır mı kumar mı?
10-Bir gün bir arkadaş 36 kolonluk toto oynamayı teklif etti. Ben reddettim fakat başka bir arkadaşla oynadılar. Pazartesi günü bağıra bağıra geliyordu. 13+1 diyordu. O benim üzülmediğimi harama yaklaşmadığımı anlamıyordu. Yaklaşık 105 bin lira aldılar ve vergiden sonra 40 biner lira kazandılar. Askere gidince maaşlar kesilince onlar bu 40 biner lira ile ev kiralarını ödediler. Bana gelince babam telefonda kendiliğinden “oğlum, selametle git, senin dört aylık ev kiranı 10’ar bin 10’ar bin ben vereceğim diyordu” işte bu Allah’ın lütfuydu haramdan kaçan için..
Kılıcı keskin Ahmet
11-Maliye Hesap Uzmanlarındaki İşimde ilk beş senede 2 işletme batırdım. Aslında adaletli davranmıştım. O zaman sorun kanunların adaletsiz olmasında yatıyordu. Böylece kanunların adil olması için uğraş veren bir kimse olarak ortaya çıkıyordum. Adalet için, tercümeler, makaleler, komisyonlarda sert konuşmalar, uzlaşmalarda en alt düzeyden vergi indirimi, adalet için rapor yazımları, sert tartışmalar olağan işlerim haline gelmişti. Ayrıca Anadolu’daki Kırşehir, Yozgat, Amasya, tokat gibi zayıf iller incelemelerden korunmalı ve İstanbul, bursa, adana, mersin, Kocaeli, İzmir incelenmeliydi. Bunda başarılı da oldu ve İstanbul’a ekipler gönderildi. Sonra büyük mükellefler envanteri yapılmalıydı ve bunlar incelenmeliydi. Bunda da başarılı oldu denilebilir.
Bir muhasebe kitabı yazmak istedi. 150. Sahifeye geldiğinde karşısına Faiz hesapları çıktı. Bir Müslüman olarak faizi anlatamam dedi ve o 150 sahifelik çalışmayı yırttı.
1990’ların ortaları bütün kötü alışkanlıkların temizlendiği yıllar oldu.
Habibi Neccar Hazretlerinden el alma
12- 1990’lı yıllarda Hatay’a turne yaptım. Orada Kuran’ı Kerim’in Yasin suresi ikinci sahifesinde zikri geçen (ve cae min aksal medineti racülün yes’a” şehrin diğer tarafından bir adam geldi” sözü olan Habib-i Neccar hazretlerinden gözyaşı ile dua ve el aldım. Aldığım el tebliğ eliydi. Kime İslam’ı anlatsam dinliyor ve etkileniyordu. Yazılarımıza ve şiirlerimize insanlar çok yumuşak bir akışı var deyip etkilenmelerinin nedeni budur.
Hacca gidiş
13-Bir gün kızılaydaki dairesinde çalışırken canı dışarı çıkmak istedi. Çıktı. Ayakları götürüyordu onu. Sakaryadan kocatepeye kadar çıktı, diyanetin binasının önünde durdu. İçeri bakınca “hac dairesi” diye yazıyı gördü. Tamam dedi sen hacca gideceksin. Oradaki yetkili sordu, buyurun ne istiyorsunuz? Hacca gidecem. Yazıldınız mı? Hayır. Nasıl gideceksiniz? Ölen birinin yerine gideceğim. Halbuki hac başlamış herkes gidiyordu zaten. İki gidiş gelişin ardından görevli bıkmıştı ve git ömer beye seni yazsın diyordu. Hakikaten de ölmüş bir Kayseri’li kadının yerine gidecektim. Sene 1995 idi. Aynı sene hacı dedem ölmüş ve yerine hacı olarak ben gelmiştim.
Eşime havaalanından hacca gittiğimi söylüyordum. Orada en zor ve sorumluluğu fazla olan haccı temettu’yu yaptım. Kim ne bulduysa bana getirirdi ve ben de sahibini bulurdum. Vakıf derlerdi bana.
Ertesi sene ve daha ertesi sene olmak üzere iki kez ramazan umresi daha kısmet oldu. Hiç otel falan yoktu. Yerlerde yattım fakat Kabe’de benim etrafımda dönüyordu. Olağanüstü bir çok olaylara şahit oluyordum. Asıl olan ise Allaha duyulan aşkın tesciliydi.
Aşıklığa gidiş
14-Derken aradan bir hayli zaman geçti bu şekilde. Bazı haber sitelerinde yazarlık yapmaya başladım. Yazılarımıza sataşanlar olunca onlara şiirle cevap veriyordum. Yazdığımız yazılar 2112 sahifeye ulaştı ve 4 ciltlik Makaleler adlı baskıya hazır bir çalışma çıktı.
Şiirler gittikçe güzelleşmeye başlayınca neden insanlarla uğraşayım, “kendi kendime yazsam ya” demeğe başladım. Artık konuları kendim belirleyerek yazıyordum. Derken aşıklık böyle başladı. Bazı aşıklara yazdıklarımı gönderiyordum. Çok olumlu cevaplar alıyordum. Bunlar usta aşıkların yazısı diyorlardı. oysa ortada aşık falan yoktu. Hiçbir idari görevde bulunmadı. İnsanlar birbirine kazık atıyor diye ahret korkusundan özel sektöre de ayrılamadı. Astronomik ücretleri de reddetti. Bunun anlamı şuydu: En son “Allah beni kendine sakladı”dedi ve önüne baktı. Meslek arkadaşları 25 yıl onu asık suratlı görmedi. 15 yıl önce de peygamber efendimiz “Ahmet, tekbirine sevgi kat”demiş ve biz de bu sevgi emrine sonuna kadar sadık kalmıştık. Kim neyimizi isterse de Allah rızası deyip vermiştik. İnsanlara helal olan bir çok şey bize haram oluyordu. Bunlar büyük sınavdı ve başarıyla geçmiştik.
Derken 53 yaşında aşıklık seri şiirler ve edepli bir yaşamla başladı. 56 yaşına geldiğimde aşıklarla atışan, beste yapan ve hacmi 600 sahifeyi bulan (yarısı tasavvuf olan GÜL İNSAN, ve diğer yarısı GÜZEL İNSAN olan) KİTAB-I AŞK adlı bir şiir hacmine ulaştı.
Mevlana’nın İlahi aşk kitabı yazmamıza işaret etmesi
15Bir şiirimizdeki “on yaşımda Mevlana verdi selam/Hakk Mustafa emanetin armağan” dizesini okuyan bir hattat arkadaşım bizi rüyada insanların ortasında ney çalarken görmüştü” bunun anlamını Mevlana’nın ilahi aşkını insanlara duyuracaktık diye yorumladık ve Konya’yı ziyaret ettik. Bu kitabımızın adını “ilahi aşktan güzel ahlaka” diye koyduk. Tevhid ve Makaleler kitaplarını da sayarsak , Üzerinde çalıştığımız kitap sayısı 13’e ulaşmış oldu.
Peygamber efendimizin tekbirlerimize sevgi kat ifadesi
16-195 li yıllarda birkaç defa Peygamber efendimizle müşerref oldu. Hacdan geldiğinde bir gün 15 kişiye camide imamlık yapmak üzereyken tam elimi kaldırmışken sağ omzumun arkasından bir nur içinde geldi ve “Ahmet tekbirlerine sevgi kat” dedi ve gitti. Biz zaten öncesinde de güler yüzlü idik ki bundan böyle daha da sevgiyle hareket ettik. Bunu takip eden 15 sene güleryüzlü davranışların ardından 2009 da aşıklık verildi diyebilirim. Bu büyük bir imtihandı ve kazanmıştım.
Şehitlik mi uzun yaşamak mı
17-Hac’da cemaatle namaz kılarken dünyadaki iman ve amel seviyemin artarak yükseldiğini ve sekiz seviyesine gelince peygamber efendimiz tecelli ederek “haydi Ahmet son bir gayretle 10’a yüksel” dedi. Bunun anlamı şehit ol ve bana gel demekti. Ben ise son hamleden kaçındım. Aradan 13 yıl sonra ordu ile aram açılacak ve bana öldürmesi için uzun boylu bir çingeneyi göndereceklerdi. Kapının sürgüsü yoktu. Adam kapıya gelmişti ve adamı duvarın arkasında manevi olarak görüyordum. Adam normalde içeri kapıyı maymuncukla acacak ve hızla yatak odasına gelerek ön tarafta yatan beni döşümden bıçaklıyacaktı. Bunlar bana manevi olarak gösteriliyordu. Ben bu şehit olmaya razı oldum ve eşimin yanında olmasın diye kapıya yakın koridora yorgan serip yattım razı oldum.. Maneviyatta bana tekrar dediler ki sen yerini değiştirmeyecektin dediler. Aslında peygamber efendimiz. Böylece şehitlik olmayınca ümmet ile ilgilenmek için uzun ömür nasib edilmiş oldu. 13 yıl önce hacda “Ahmet, şehit olsan da uzun yaşasan da aynı dereceye yükseleceksin” demişti zaten.
Peygamber efendimiz ve bize verilen lafzai celal isimleri
18-Hacdan geldiğim yıllardı. Bir çok şeyi gündüz gözüne film gibi görüyordum. Peygamber efendimiz çok büyük bir Allah ismini yüksekte kırmızı güllerle kenarlarını boydan boya donattığını gördüm. Lafzai celalin çok büyük olması peygamber efendimizin imanının yüksekliğini gösteriyordu. Onun güllerle donatması ise peygamberin ilahi aşkını gösteriyordu.
Aynı günlerde kızılayda 6 caminin ayet ve hadislerini onların tahtalarına yazıyordum. Her gün bana da birkaç lafzai celal yazı çeşidi gösteriliyordu manevi alemde. Ben de her gördüğümü o tahtalara yazıyordum. Fakat 15-20 ismin sadece 3 tanesi kaldı. Keşke kayda alsaydım. Yaklaşık 5 tanesi yeryüzünde yoktu.
Arşu alada beyaz cübbe ile dans
19-Yine hacca gittiğim yıllardı. Üzerimde önden açılmalı bir beyaz kaftan vardı ve arşu alada dans ediyordum. Bu dans hiç de mevlananın dansına benzemiyordu. Bir baletin bale yapması gibi alttan üste, önden arkaya, baştan ayağa, dönerek dairesel ve oval, zincirden boşalmış gibi hızlı ve kararlı, sevgi ve şefkat ve AŞK dolu bir uçuştu ki ne uçuş. Bu aşkın tanımı yoktu. Sadece yaşanıyordu.
Kaftanımın uzunluğu dinimin iman kuvvetini gösteriyordu. Bir ara beyaz kaftanımın ön düğmelerinin açıldığını gördüm. Bunun anlamı bize verilen bu aşkın kıymetini bilmeden kaybetmek üzere olduğumuzu anladım. Hemen döşlerimi kapatıp eski aşk seviyesini yeniden yakaladım.
Cennette köşk ve bal ırmağı
20-Yine 1990 lı yıllardı. Cennette bir köşk ve bal ırmağı gördüm. Köşk bembeyazdı ve altı beyaz işlemeli direkleri vardı. Direklerin arasından bal ırmağı akıyordu. Bir miktar tadım. Hiçbir yabancı cisim yada pisliği asla kabul etmiyor ve içine almıyordu. Bu onun sürekli temiz olduğunu gösteriyordu. Çünkü başka köşklere de gidecekti. Irmak düz akmıyordu. Kıvrım kıvrım kıvrılıyor ve bir köşkten diğer köşke gidiyordu. Hiçbir köşk diğer köşkün içini görmüyordu. Köşkün içi yakından bile görünmüyordu.
Aşık Paşa’nın hem kendine yazdıklarımızı hem diğer yazdıklarımızın İslam’a uygunluğunu doğrulaması ve bize Dua için dua etmesi
21-Bundan birkaç ay önce Kırşehir’deki Aşık Paşa’nın hayatına Aşık Paşa şiir şöleninden hemen sonra 15 gün uğraşarak 183 beyitlik bir mersiyye yazdık. Bu zat yazdıklarımıza tecelli etti ve “yazdıkların doğrudur evladım”dedi. Biz rahatladık doğrusu.
Ertesi gün ise tekrar tecelli ederek bu iyiliğimizden dolayı “senin yazdıklarından herhangi bir şeyle amel eden kişiye senin ahirette şefaatin vacip olsun” dedi. Ben Amin dedim. hemen ilave ederek “kişi ahrete giderken ölüm anında da kolaylık ve iman üzre olmasına vesile olalım, duamız vacip olsun” dedim. Bir süre geçtikten sonra “vacip olsun” dedi. Ümmetin bu dünyadaki dertleri ne olacak dedim. Bir süre sonra “kişi senin yazdıklarınla amel ederse duan vacip olsun” dedi, ben de amin dedim.
Hattatlık
22-Uzun süre Hat kursu alarak hattatlık yolunda ilerledi ve yalnız Kırşehir’de 8 camiye bedava Hat Takım hediye etti. Onun maksadı insanların bu hattı edinmesidir. Bu yüzden genellikle maliyetine verir, ve çoğunlukla da bedava dağıtır.
Ankara’da Kadir Sakoğlu hocadan ders almıştır. Tatile gittiği deniz kenarında bile besmele yazarak dağıtmış, ancak ismimi yaz diyenlere “şayet isminizi yazarsam kibriniz artar” diyerek onları geri çevirmiştir. Yabancılar dahil. (Bir Hat Yazısı görüntüye girmeli)
Kan verme
23- Şimdiye kadar kan anosu duyup da duymazlıktan geldiği olmadı. En son geçen haftaki ile beraber 37. Kanını verdi. Bir gün bir doktor kan verdiğimi bilmeden “sizin kanınız bir yerden sızıyor. Kanınız azalmış, tehlikeli ”dedi. Doğrudur dedim.
Tarikatler ve Saidi Nursi ile görüşme
24-Bu güne kadar bir çok tarikate girip çıktım. Bir gün camide teşehhüdden sonra otururken Peygamber efendimiz geldi ve dediki “şu torbanın içine gir” dedi. Ben “efendimizi görmek istiyorum” deyince başka bir şahıs “şimdi çok işi var”dedi. Ben de uzatmayıp ağzı büzgülü keseye kafa üstü atladım girdim. Bu kese Mahmut Hoca’nın (İstanbulda İsmail ağa) cemaati dendi. Birkaç yıl bu cemaate ve zikirlerine devam ettim.
Sonra eşim öğretmen olması nedeniyle gittiğim camiyi basar ve insanları tehdit eder. Onlar da zikirden mahrum kalınca bize kibarca gelmeseniz iyi olur dendi.
Sonra Ramazan Efendinin cemaatine devam ettim. Çok soru soruyor söyleyin gelmesin demişler. O da öyle bitti.
Daha sonra Menzil cemaatine devam ettim ve menzile gidip tövbe aldım. Cemaatle anlaşmamız biraz güç görünüyordu ve zikirler çok yüksekti ve evde de zikir yapamıyordum. O da öyle bitti.
Şimdi ise Nur cemaatinin Yazıcılar koluna katıldım. Katılmamın birinci haftasında saidi Nursi hazretlerini gördüm. Üstümü ve arkamı kaftanıyla gökyüzünden kapatıyordu. Onun gökyüzündeki kaftan genişliği, hükmünün geniş ve etkinliğini, üstümü örtmesi bana Rahmet ve koruma yapacağını, yani kendi cemaatine dahil ettiğini, arkamı kapatması, hatalarımı kapatacağını ve arkadan bizi itiklediğini anlıyorum diye düşündüm.
Hayat anlayışı
25-Aşık hayata sevgi ile bakar. Sevgiyi kısmak haramdır der. Seven sevdiğine tabi olur der ve Allah Ve Rasulüne sevdiği için tabi olur. Bu yüzden benliğini terk edebilmiştir. Har yazısına “ahi kul ahmede nasib olmuştur” diye yazar. Ben yazdım demez. İnsanları da Allah için sever. Yolda üzgün gördüğü insanlara şaka yaparak sarılır ve onun derdini hem dinler hem ne yapabileceğini sorup bir şeyler yapar. Her sevgi bir karşı sevgiyi hakeder der. O ilk sevgi sunan olmak ister daima. Ayaküstü de olsa İslami bir soru sorulduğunda Allah ve Muhammed ve sıkıntıya uğrayan müslümanın adı geçtiğinde bir ağıt molası verir elinde olmadan. Konuşurken Allah’ın yardımını alarak konuştuğundan dolayı Doğruluğunun Allah’tan geldiğini, yarin sorulacak soruyu bugünden Allahın çalışmamı sağladığını söyler. Yardım ilham değil çalışma şeklindedir.
O bir radikaldir. Her şeyi en derin ve en fedakar biçimiyle yaşar ve iddia eder. O bir hatipdir. Aralıksız 3 saat konuşur bir tek hata ile. Allah o hata ile “bak seni destekliyoruz, desteğimizi kesince tökezledin, bunu anla” demek istemiştir der elhamdülillah der.
Allah ona Akıl ve İman nimetini çok vermiştir. Aklın radikalliği iş ve okulda ve ilimde derinliği ve gayreti ve başarıyı getirdi, imanın radikalliği ise Allah aşkında cezbe ve Allah dostluğunu ve aşıklığı ve olağanüstü olaylara vukufiyeti ve ümmete düşkünlük ile onlara makbul dua etme gücü getirdi. Ağlar durur ümmet için.
Namazda ümmete ya 25 dua etmeli, ya zikri artmalı ya da ümmet için ağlamalı. Hepsinde de Allah ile Konuşarak yapmalı bunu. Böyle olmayan namazlar zayi olmuştur.
O Allah’ı çok sevdiği için Peygamber Efendimiz’i yanında bulmuş, görüşmüş ve ondan dua, işaret ve birçok şey almıştır. Çok salat etmez, lakin hiç bir sünneti de ihmal etmez. O itaatin sevmek anlamına geldiğini düşünür. “Seven sevdiğine tabi olur” der. Günde 300 dua eder. İşi gücü duadır. Duasız iş yapanları döver. Yolda giderken nazarına giren binlerce kişiye hiçbirini ayırmadan dua eder. hastalandığında hastayım demez. sadece çalışamıyorum der. parasızsa şöfora “bak param yok” der fakat “beni al” demez. adam da otobüse almaz ve yayan gider 7 km. “Birşey istiyor musun” diyene diyeceği varsa da demez. “Bu Allah’a söylenmesi gereken sözü benim gibi aciz sana mı söyleyeceğim” der ve o adamı azarlar. hiç bir zaman garantiye oynamaz. Camide ayakkabısını kilitli kutulara koymaz Allah’a dua etmek ve hırsıza da bir hak tanımak için. İşim tıkır tıkır gider diyen adamlardan nefret eder.
Yeter ki bir şeyi aşk ile kucaklasın. Şiirlerinde; Yunus Emre, Karacaoğlan, Bayburtlu Hicrani, Erzurumlu Emrah, Kul Himmet, Murat Çobanoğlu, Ruhsati, Aşık kul ahmet, Aziz Mahmut Hüdai, Hacı Bayram-ı Veli, Hoca Ahmet Yesevi gibi değerlerin kalıp ve mana etkileri oldukça baskındır. aşıklarla atışır da yan düşürdüğü bir aşık dedi ki “sen bi daha bizim yanımıza gelme” işte bu tür aşıklar hokkabazdır, dinleyen de ahmaktır desem ağır mı olur? konuşurken beyt veya 4 lü hece olarak konuşur durur. atrada bir ALLAH deyip cezbeye gelir. herkesi hoplatır. kendi başına bir hayat yaşar. lakin her ihtiyaç sahini farkeder, ilgilenir. haftada en az 500 dağıttığı şiirlerini çekinerek ve sorarak yaklaşanı defeder, vermez. bakanlara başkanlara bile boklu ossuruklu yazılar gönderir. lakin kimsenin ya zoruna gitmez ya da adamcağız utanır bir şey diyemez. o her gün bir zalim bulur ve haddini bildirir. işte bu aşığın Allah için dostu olmak hala dost iseniz çok kolay, eğer bir defa bile güvensizlik belirten bir iş yaptıysanız sizin burnunuzu boka sokar ve defol başımdan der çıkar. aslında o bu kovmasıyla da terbiyeyi amaçlamıştır ve bir dost kaybetmenin acısını tattırarak hakka dostluğun önemini anlatmak ister ameli olarak. fakat kişi bilmez de arkadan kusur arar durur. halnbuki aşık demiştir ki “bize büyük (Yalnız büyük değil, ilim ve muhabbet olarak da üstünlük dahil) deniliyorsa ossursak bile “Bİ BİLDİĞİ OLMALI”” Demelisiniz demiştir. kişi bunu bir türlü anlamaz ve aşığın ışığından istifade edemez. işte o zaman hata da yapsa fırçaya rağmen sadakatlerini sürdürenler kalır ki onların özü HAKKA SADAKATTİR VE DOĞRU (İNSAN)DAN AYRILMAZLAR ONLAR..
Allah “isteyene ilmi veririm” dedi diye o da aynısını yapar. Şiir işinden bütün maddi kazancı pazadaki karpuzcuyla domatesçilere anında uydurduğu manilerden dolayı hoşlarına gittiği için 75 kuruşluk 50 kuruşluk fiattan ikramlardır. Manevi değerlerini ümmet için arşa postaladığını düşünür.
Bu kardeşiniz sulu zırtlak bir ademdir. Siz onu bilmezsiniz. Yolda giden herkese hem de ensesine tokat vurarak şaka yapar. Kendisiyle barışık olmasa yapabilir mi? Söylemek istediği şey şu: En ciddi konuları bile şaka yaparak anlatır. Ona göre şaka, en ciddi anlatımın en etkili biçimidir. Şakayı sakin insanlar en iyi yapar. O halde en ciddi meseleler sakin ve şakayla anlatılmalıdır. Aksi halde dünya bağınız artar ve ahirete göç zor olur sevgili dostlar.
Bu fakire çok konuşuyorsun dediler, lakin yanlış konuşuyorsun demediler. Yatsıda sorulan sorunun cevabı sabah namazında biter. Iki siyah ayakkabısı olmaz, üç takımı olmaz, servis yerine halkı tercih edip otobüsle gider, onları sever, koltuk yerine kibirlenmemek için 20 yıldır sandalyede oturur, “selam vermek için Rabbim beni gönderdi” deyip Ankara’da günde 100 kişiye selam verir. Bir münibüste 20 kişi selamı latif bir şekilde duyması gerekir. Hiç alan olmazsa 20 kişiyi de fırçalar cevap hakkı doğurmadan.. Siz bir işçiye selam verseniz kurtulursunuz, o bir kişiye selam vermese helak olur. Her konuşacağı adama selam verir, vermeyeni uyarır, namazını sorar, Allah’ın adının anılmadığı, selam ya da inşallah demeyen mesajları reddeder, resmi yazılarına toplu iğne ile besmele yazıp yollar, sıkça deli ya da çatlak derler bir ademdir. Bir aileyi destekler, günde 6 simit dilenen çocuklara verir, günde 12 işçiye çorba içirir. Onlar öğleyin çorba içiyor diye kendisi de gider çorba içer. Maaş kartını eşi hakkını helal etmek için istemiş o da vermiştir. Bu yüzden parasız kalıp bazen eve yürümek zorunda kaldığı (Kızılaydan Etlik’e) olur.
Şikayet onun kitabında yoktur. ayakkabısını kilitli yere asla koymaz. bununla önce dara düşmüş bir hırsıza bir şans tanımak ister ve Allah’a duaya fırsat veriyor der. zenginin Allahı az anmasının nedeni her ihtiyacını görebiliyor olmasıdır der. dervişlerin Allahı anması için hastalık istemesi gerçekten hastalığı istemesinden değil, eksikliğinin ve kulluğunun farkına varabileceği bir ortam istemesidir der..
Onun el ucuyla ya da dil ucuyla tuttuğu bir şey olmaz. Ruhuyla ya da bedeniyle girmediği bir kişi ya da olaya şiir yazmadı. O bir radikaldi. Doğru yola gittiği için bu radikallik okulda başarıyı, ilahi aşkta da mesafe katetmesini sağladı. Yanlış yola gitseydi dibin dibini bulacağı muhakkaktı denilebilir. Açlığını sormadığı, ikramsız gönderdiği, koluna girmediği misafiri olmaz. Tanımadığı yoldaki insana bile şaka yapmazsa çatlar ölür. Sadece inatçılar ve ahmaklarla anlaşamaz. Onun lisanında “illallah” dışında “illa” yoktur. Sadece uykudan dolayı kaçırdığı namazı olur ve ona acır. O bir ümmetçidir. İslam kardeşliğini savunur. Bu kardeşliği bölen milliyetçilik, aşiretçilik, ulusculuk, hemşehricilik, …cilik her ne ise hepsine kavi bir düşmandır.. O bütün inanan müslümanları (ümmeti) çok sever çok, çok,,
Hiç bir farz namazı hızlı kılmadı. İmamken cemaati dikkate aldı lakin camaate göre namaz kıldırmadı. Cemaat olalım diye 20 dakika bir adam bekler. Her türlü seçeneğe zulme yol açmadığı sürece evet der. Kendine yapılan zulme ya da küfre “elhamdülillah” der ve sitesinde birlikte yayınlar. Lakin onun bir arkadaşına yahut herhangi birine bir zulmederseniz sizi sokak ortasında döver, alimse rezil eder, imamsa bağırır. Elhamdülillah hiç “dilsiz şeytan” olmadı. Fakat yanında kendine yapılan zulme sessiz kalan çok dilsiz şeytanlar gördü. Kimseyi dost tutmadı. Hakkı dost seçti. Kullar ona geldi dost oldu. Bu onu insanlara eyvallah etmekten ve adaletten sapmaktan korudu. Kardeşini bile sadece “Allah için” sevdi.
Şiirde geleneksel tarz ile tasavvufu ayırmaz hepsini ilahi düşünür. Allah’a da yazar kullara da.. Aynı aşkla. Kulları hiç unutmadan. O ümmetsiz yapamaz.. Öyle hep ümmete ağlar.ağlar, ağlar. Ağlamadığı namaz zayi olmuştur…
Son iki sözü şudur “sulu zırtlak bu adamı okuyup da ne anladınız dostlar” ve “CENNET; Namazı 5, 5 aşkla kılıp, çorba kaşığını karşı tarafa düşünmeden uzatanlara daha yakındır” Çok parası yoktur, hep borç içinde yaşar. Lakin 50 defa borç alıp geri getirmeyin 51’incide gene gidip isteyin yine varsa verir. Bu fakirin ölçüleri insana göre asla olmadı çünkü. İnşallah son nefese kadar böyle gider. O telif hakkı peşinde koşan meslek örgütlerine üye olmaz. Telif hakkının aşırı korunmasının İslam’a aykırı olduğunu, ilmin kaynağının Allah olduğunu, verilmesi gereken zekatının %100 olduğunu düşünür ve eserlerine bu ibareleri çekinmeden koyar, isteyen olduğunda paralı veya parasız eserlerini dağıtır.
Ahi olabildik mi dostlar? Sizi de Ahi yapabildik mi dostlar?
Size helal olan bir şey aşığa haramdır. Kapısına gelen birini boş çevirmesi haramdır. O da hiç kimseyi çevirmedi zaten. Kiralık bir evimiz vardı ve boşalmıştı. Bir genç bana “mutfağınızı verir misiniz” dedi. İstemişti bir kere. Sök götür dedim. İki günde söktü götürdü.
Her beşeri ideoloji TAGUT’tur ve Allah’ın yerine geçirildiği için ŞİRKE sebebiyet verir. Bu şirki ise kul tövbe etmedikçe Allah affetmez. O bir TEVHİD aşığıdır. Tevhid üstüne onlarca şiir kaleme almıştır.
Gazete okumaz, televizyon seyretmez, servise binmez, diğer insanlarla otobüse biner ağızlarımız kokarak, ayağımıza basılarak, kıçımızı sürtetek. İnşallah veya selamalkm. demeyen mesajları reddeder. 6 metre kefeni sarık olarak Cuma namazında takar. Ölen bir çok insanın imanla ve acısız ahrete gitmesinde duası makbul olmuştur.
İkna kabiliyetim çok yüksektir. Gerçekte ise benim sesimi Allah duyurur. Fakat insanlar anlamazlar. Allah ile konuşmayanı kimse duymaz. Bir seyahatimde yakınımda otururken “ben laikim” diyen bir hanım mola yerinde arkadan öndeki şöföre arka kapıyı açın diyordu. Fakat defalarca söylese de şöfor duymuyordu. İsterseniz bir de ben söyleyeyim dedim ve kadınla aynı ses tonuyla şöföre arka kapıyı açarmısınız” deyince şöfor anında açıyordu. İşte bunlar Allah ile beraber olmanın, beraber iş yapmanın önemiydi..
Bindiği otobüste herkes aynı parayı ödüyor diye yarı yolda adalet için ayağa kalkar hiç kimseye teşekkür ettirmeden.
Hayat mücadeledir diyen batılı inkarcılara karşı durur ve hayat yardımlaşmadır der.
Yine batılı inkarcıların dediği “insan insanın kurdudur” sözünede çok kızar ve “insan Allah’ın kulu ve birbirinin dostudur ve en şerefli varlıktır” der.
“Cennet: namazı beşer beşer aşkla kılıp çorba kaşığını karşı tarafa düşünmeden uzatanlara daha yakındır” der.
İletişim: ANKARA
sitemiz: www.ahikirsehir.com
Mail adresimiz: ahikulahmet@gmail.com
Not: İlmin kaynağı Allah c.c. olduğu ve zekatı da yüzde yüz olduğu için bu sitelerdeki / kitapçıktaki bilgilerin / şiirlerin telif hakkı yoktur. Aslına sadık kalmak ve ticari olmamak kaydıyla basılabilir, çoğaltılabilir, yayımlanabilir, alıntı yapılabilir, tercüme edilebilir…
Bu hayatı Aşık Ahi Kul Ahmed yaşadı. hatasıyla ve sevabıyla..
Selamün aleyküm,
Sevgili ömer,
Sana cenazede takılmam elbette boş değildi. Elimdeki yazıları hiç kimseye veremedim. Bir tek sana ve aldıysa Mehmet ali ye kısmet oldu.
Senin orada bana ayrılırken “Kendine iyi bak” dediğin benzetme, zannımca çok tehlikeli bir yaklaşım. Zira bu söylemin İslam’da yer aldığına ilişkin hiçbir karine bile yok. Elbette bir insan çukura düşmek üzere olan birine “dikkat et” diye bağırabilir de. Ancak senin tekrar ettiğin söylem tamamiyle genel bir yaşamın iyi olmasına ilişkin bir dilek.
İlk planda şirin görünüyor olmasına rağmen genel olarak hayatın devam ettirilmesinin Allah’a ait olduğunu bir müslümanın gargara yapmadan bilmesi gerekir. Bunun biraz daha ince tarafı bu hayatın devamının Allah ile olacağını bilse bile bunu unutup modern hayatın çemberine, tuzağına uyup bu senin dediğin kelimeleri sarfetmesidir. Buna ikinci türden bir hata diyebiliriz.
Hayatın devam etmesindeki karar ve etkinlik tamamiyle Allah’a aittir. Zira bunun içine, şöyle düşün, yediği yemeğin yaramasından tut yolda giderken kaza yapmasına, hatta kör bir kurşuna, veya aklına gelecek her türlü nahoş olayın hayra ve olumluya yani yaramasına kadar her şey Allahü Tealanın kudretinde değişik Esma-i Hüsna’larının tecellileri olarak devam eder gider.
Şimdi bu durumun tamamını koyacağımız temel argüman EMANET kavramıdır. Çünkü emanet kavramı özellikle hazreti Rasulüllah efendimizin VEDA HUTBESİNDE kadınlar için söylediği sözlerde geçer. Orada der ki “siz onları (Kadınlarınızı) Allah’ın emaneti olarak aldınız……” der. İşte bu emanet, alınan bir şeyin belli bir süre sonra aynen hiç bozmadan, kırmadan, dökmeden, yaralamadan hatta hiç kötü söz söylemeden geri iadesi anlamına gelir.
Aynı emaneti, işte insanlar birbirine emanet etmedikleri için kendi kontrolünün dışında başka bir yerde yaşayan insana da elbette yapamazlar. Geriye kişinin kendi kendine emaneti diyebileceğimiz senin “Kendine iyi bak” sözüne kalıyor. Yukarıda izah ettiğim yaşamın içindeki Allah’ın kudreti varken ısrarla ve yanlış olarak kişiyi kendine emanet ettirmek haşa “Allah’ı yukarı çıksın (Yücelterek dışlama), biz burada kendimize yeteriz, bize karışmasın” anlamındaki imani bir hataya da bizi götürebilir diyebiliriz. (sizin kastınız bu olmasa bile)
Dolayısıyla emanet kavramını en iyi gerçekleştiren Allahü Teala’dan başka kim olabilir ki. Şöyle ki: yediğiniz yarayacak, karnınız ağrımayacak, rahatlıkla tuvalete çıkacak ve rahatlıyacaksınız, zamanında ve iyi bir uyku çekeceksiniz, yolda bir ballici sizi çevirmeyecek bıçaklamayacak, işinizde doğru karar almanızı Allah sağlıyacak, insanlar size sevgi ile bakacak, arabanızla kaza yapmanız engellenip doğru istikamette gideceksiniz, son olarak diyeyim ki Allah size kendisini zikretme fırsatı verecek, sürekli nefes almanız sağlanacak v.s yani hep doğrulardan ve faydalılardan oluşaqn bir yaşam zinciri…hep size hizmet e3decek. Ve bunun hepsini Allah sağladığı halde emaneti kalkıp insana yapacaksınız.???
Sevgili Ömerciğim, bunları bir insan kendi kendine yapıyorum diye ortaya çıkıyorsa hemen o adama kendi kendini emanet et, üstüne üstlük seni de emanet kabul etsin olmaz mı….Elbette ben senin buralarda olmadığını biliyorum. Lakin boş bulunup gizli şirk koşan insanların tarlasında ne arıyorsun??? Kalbi Allah için çarpanların dili de Allahı ve onun söylemlerini, ona çıkan söylemleri söyler.
Dikkatle bunları okumanı ve İslam’a yönelen tehlikeleri bilerek bilinçli olarak nasıl konuşman gerektiğini kendinin belirlemesini çok arzu ederim. Zira İslam’a yalnızca dışarıdan değil içerden de uyum sağlama şeklinde de olsa tehlikeler geliyor. Şu akşam saatinde gözlerimi doldurdun.
Seni ve aileni mübarek biliyor ve kardeş olarak seviyorum. Seni kıracak aşırı bir söz bu yazıda geçti ise kastımın olmadığına ver.
ALLAH’a EMANET OL. ALLAH’a EMANET OL. ALLAH’a EMANET OL.
Aşık üstadın ahmed