İÇİNDEKİLER
Sözbaşı………………………………………………………………………………….10
RAMAZAN VE ORUÇ RİSALESİ………………………………………………….12
I.BÖLÜM
RAMAZAN……………………………………………………………………………12
Merhaba Ramazan Şiir…………………………………………………………………13.
Kur’ân ayı Ramazan…………………………………………………………………….15
Okuduğun Kuran ola……………………………………………………………………17
Dua ayı Ramazan……………………………………………………………………….18
Zikir ayı Ramazan………………………………………………………………………19
II.BÖLÜM
ORUÇ RİSALESİ……………………………………………………………………..20
Oruç Kelimesinin Anlamı……………………………………………………………..21
Ramazan Orucunun Sağlıklı ve Mukim Olanlara Farz Olması…………21
Orucun Tarihçesi………………………………………………………………………22
Safa Geldin Ramazan şiiri.……………………………………………………………22
Oruç Hakkında………………………………………………………………………..25
Niyet………………………………………………………………………………….25
Oruç İftar Duası………………………………………………………………………26
Kabe’nin Kara Donu Şiiri…………………………………………………………….27
Orucun vakti………………………………………………………………………….32
Orucun sünnetleri……………………………………………………………………..33
Sofra adabı…………………………………………………………………………….33
Örnek bir sofra duası…………………………………………………………………34
Safa Geldin Ramazan Şiiri devamı…………………………………………………34
Oruç Tutma İle Fidye Verme Arasında Muhayyerlik………………………………36
Orucun Fecr-i Sâdık İle Güneşin Batması Arasında Tutulması Emri……36
Oruç ne zaman başlar ve bayram ne zaman olur?………………………………37
Oruç kimlere farzdır?……………………………………………………………………..39
Orucu terketmenin hükmü……………………………………………………………40
Oruç nasıl tutulur………………………………………………………………………40
Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Hâller……………………………………………….41
Orucu Bozup Bozmayan Şeyler……………………………………………………….41
Ramazan Coşkusu şiiri…………………………………………………………………44
Mazeretsiz Oruç Bozmak………………………………………………………………46
Mazeret Sebebiyle Orucu Bozmak……………………………………………………..47
Mazeret Sebebiyle Hiç Oruç Tutamayanlar……………………………………………48
Oruç ve Nefis Terbiyesi………………………………………………………………….48
Orucun farz olduğu bildirilen ayette şöyle buyrulmaktadır:………………48
Yüce Allah da hadisi kudside;…………………………………………………………..50
Ramazan Coşkusu şiiri devamı…………………………………………………………51
Teravih namazı…………………………………………………………………………..54
Kadir Gecesi……………………………………………………………………………..54
Kadir Gecesine Mersiyye şiiri……………………………………………………………56
Kadir Gecesine Mersiyye şiir……………………………………………………………59
Kadire Çaldı Gecem şiir………………………………………………………………….. 65
Bediuzzamanın kadir gecesi anlayışı…………………………………………………. 68
Kadir gecesinin alametleri……………………………………………………………. 69
İmam-ı gazaliye göre kadir gecesi……………………………………………………. 69
Ebu Hureyre der ki:…………………………………………………………………… 70
Bir hakikat sohbeti ………………………………………………………………………..71
İmanın beslenme kaynakları gittikçe zayıfladı…………………… ……….72
Niyetlere dikkat………………………………………………………………………… 73
Tefekkür…………………………………………………………………………………. 74
İnfak……………………………………………………………………………………… 79
ORUÇLA İLGİLİ MÜTEFERRİK KONULAR…………………………………………….. 81
Allah’a isyan. Ben kimim?…………………………………………………………………. 81
Eşek mi taşıyoruz, oruç mu tutuyoruz?………………………………………………81
Nefsini bilen Rabbini bilir……………………………………………………………… 83
Ramazan, oruç, teravih hakkında biraz sohbet edelim…………………………………84
İbadette fayda sağlamak için iman gereklidir………………………………………… 85
Uzak doğunun nefis terbiyesi…………………………………………………………………….86
Oruç Evrensel Bir İbadettir. Yahudi ve Hırıstiyanların orucu…………………………87
Farzı bırakıp sünnete koşanlar?……………………………………………………………..87
Vahiy mi önce, mutluluk mu önce? İbadete bakış açısı…………………………… 88
İlmi siyaset………………………………………………………………………………………….89
İslam bir yaşam biçimidir…………………………………………………………………….93
Fikir zamanla eskimez, çünkü insan aynı insandır. Akıl vahye muhtaçdır…………93
Ramazan Orucu; Gelenek olarak mı tutuyoruz? Yoksa Allah emrettiği için mi? Dikkat. ………………………………………………………………………………………….94
Oruç tutmayana müdahale doğru mu?……………………………………………………….. 95
İmam-ı Azamın namaz ve rüyası………………………………………………………………………….95
İbadette ihlas ve Allah’a güven…………………………………………………………………………….96
İyiliği yapmak kolay fakat korumak zordur………………………………………………………97
Her şey hizmet içindir………………………………………………………………………………………….98
Niyetteki sapmanın sonu cehennemde biter………………………………………………………..99
İ’tikaf…………………………………………………………………………………………………………………..99
SONUÇ……………………………………………………………………………………………………………..100
FITIR SADAKASI (FİTRE)……………………………………………………………………………..103
Bayram namazının sünnetleri…………………………………………………….103
NO’LA MUHAMMEDÎ ………………………………………………………….105
DİNİ BAYRAMLAR VE ADABI………………………………………………………………………108
Bayramların toplum hayatına etkisi………………………………………………………………………113
Bir Müslümanın Güzel Ahlaklı Davranışı Nasıl olmalıdır: İnsan-ı kamile giden yol
………………………………………………………………………………………….…………113
Sonuç………………………………………………………………………………………………………………….….116
III. BÖLÜM
ORUÇLA İLGİLİ KIRK HADİS……………………………………………………………………………………115
(1-40) Oruçla ilgili hadisler………………………………………………………………………………….115-129
10
SÖZBAŞI
Sevgili güzel ahlâklı insanlar,
Elinizdeki bu risalede oruçla ilgili temel birçok bilgiyi bulacağınızı umuyoruz. Orucun İslam içinde ve Müslümanlar yanındaki değeri konusunda günümüzde bir yıpranmaya uğradığı muhakkak. Bu belki de İslam Alemi’nin içinde bulunduğu fetret devrinden de etkilenmiş olabilir. Her hikmeti akıllı bir sorunun arkasından dinin içinde aramak ve o hikmete binaen amel etmek kişinin amelinde bir makbuliyeti olur umudundayız. Bu yüzden orucun tek başına hikmetini aramak yerine dinin her alanında bu hikmetleri araştırmak inanın bize daha tatlı gelmiştir.
Allah’u Teala neden orucu farz kıldı? İnsan ile ilişkisi neydi? Toplumsal yansımaları neler olabilirdi? Orucun ahlak içindeki önemi neydi? Neden Allah orucu bu kadar önemsemişti? İnanın bunları düşünmek zorundayız.
Cenab-ı Hakk kâinatı yaratırken bir Hadis-i Kutsi’de “Ben, bilinmeyi murat ettim (ahpettu = Muhabbet ettim) ve kâinatı ve insanı yarattım.” dedi. Burada ilk görünen şey aşk olarak görünmektedir. Bu aşkın arkasından aşk için yaptığı şeyde de bunu gerçekleştirecek bir ortamı yaratmasıdır. Yani kâinatın ve insanın yaratılması işlemi = iş.
İşte Allah’ın aşk duyması kendi zatınadır. Dolayısıyla Allah bizden kendi zatına sevgi duymamızı istemektedir. Mülk Suresi’nin ikinci ayetinde “Hanginiz daha güzel amel yapacak diye ölümü ve hayatı yaratan O’dur.” Buyurnuştur. Buradaki güzel amel bütün İslami amallerin girdiği en büyük torbadır. Öte yandan Zariyat Suresi’nin elli altıncı Ayetinde ise “Ben insanları ve cinleri beni tanısınlar ve bana itaat etsinler diye yarattım” buyrulmuştur. Bu ibadet bir kişinin bütün hayatını fasılasız bir şekilde kapsamaktadır denilebilir. Buna göre bir Müslüman oruç ve namaz gibi zamana ve sürece bağlı ameller yaptıktan sonra da ibadet etmesi gerekir bu ayete göre. O halde bu nasıl olacak dediğimiz zaman islamın şartları kelimesini öncelikle genişleterek unsurları deyip hem adet olarak hemde süreç olarak ibadetleri bütün hayatımızın içine yerleştirmemiz gerekiyor. İşte ilmi ve ameli sadece cami içinde algılayıp evinde ve işinde islamı terk eden Müslümanlar gibi olmamamız gerekiyor. Her yanlış anlama kişiyi önce ihlastan sonra amelden sonra faydadan ediyor.
Dinimizin bir güzel ahlak dini olduğunu unutmamamız gerekiyor. Efendimiz zamanında İslam’ın beş bölümünden ahlak en üstte yer alırken ne yazık ki bugün en altta yer alıyor. İşte orucun özellikle ahlaki tanımlamalarla beraber anılması onu İslam’ın şartları kavramından güzel ahlaka yükseltmektedir.
İnsan aklı “aklı selim “ olarak çalışmaya başladığında neyin doğru neyin yanlış olduğunu üç aşa beş yukarı bilir sorun olan şey iradenin kullanılması sırasında bir takım duygu ve ön yargıların devreye girmesidir ibadetlerin amacı kişiye bir tercih yaptırmak olmayıp kişinin kendi tercihini yaptıktan sonra iradesini güçlendirmek amacıdır ahlakın uygulama esaslarından var olan duyguları da törpülemesi orucun ahlak düzenleme özelliğini artırır kişinin kendi ön yargılarının korkularının veya meillerinin farkına vararak bunları bilinçli bir şekilde islah etmesi ibadetten beklenen faydayı artırır sorun olan şey aklı selimin emrettiğini kişinin irade edebilmesidir gerçekten nefisle mucadele dediğimiz şey ahlaki bir sorgulamadır bu sorguyu ibadet eşliğinde iyi yapan insanlar güzel ahlaka ulaşabilen insanlardır. Namazın da münkerden nehyettiğinin belirtilmesi bir davranış düzeltmesi olarak ön plana çıkar sonuç yine bir ahlak sorunudur
Kur’an-ı Kerim’de Bakara Suresi’ndeki Ayet’lerde ifade edilen “nefsin ıslahı” mevzuu doğrudan doğruya kişinin ahlaki kazanımları yönünden de önemlidir. Bu yüzden oruç ağırlıklı olarak güzel ahlakın hazinesidir diyebiliriz. Bu hazineyi güzel tutup güzel faydaya dönüştürmek her Müslüman’ın amacı olmalıdır. Zira Allah rızası kavramı bu ibadet içinde çok önemli bir yer tutar. Günümüzde Müslümanların bir kısmının geleneksel tarzda oruç tuttuğu rastladığımız gerçekler arasındadır. Zira kişi dinin direği olan namazı kılmamakta ancak ramazan orucunu tutmaktadır. Bunu başka türlü ziah etmek gerçekten zor görünüyor. Ancak ümit ederiz ki riya olarak başlanan bir ibadetin zamanla İhlas’a dönüşmesini ümit ederiz. Oruç ibadetinin ramazan ayı bereketinin içine konulması onun tutulmasındaki kolaylıktan sağlanacak faydaya kadar güzelliğini artırmaktadır. Gerçekten Ramazan Ayı’na ulaşıp da affedilmemeyi beceremeyenin burnu sürtülsün.
Aşık ahi kul ahmed
Ahmet ATİK
Mayıs 2013
H.1434
12
ORUÇ RİSALESİ
RAMAZAN
Peygamberimiz (s.a.s.)’in, “evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennem ateşinden kurtuluş” olarak nitelediği, “….bu aya ulaşıp da –kendi kusurundan dolayı- Cennetlik olmayı beceremeyenin burnu sürtülsün.” dediği Ramazan ayı, ilahi rahmetin müminlerin gönüllerini doldurduğu müstesna bir aydır.
Bir ibadet ve mağfiret ayı olması dolayısıyle gelişi özlemle beklenen, o sayılı günleri ilâhî bir neşve içinde geçen ve tatlı bir hüzünle uğurlanan ramazan ayının sosyal hayatımızda ayrı bir yeri vardır. Şüphesiz ki her anının ibadetle dolu olması, insanın varoluş sebeplerini bu ayda daha fazla idrak etmesi, özümüzde yer alan ancak çoğu kere farkına varamadığımız iyilik ve feragat hassamızın bu ay içinde kendisini fazlasıyla göstermesi, dikkatimizi ramazan ayına rapteden sebepler arasında sayılabilir. Bunun içindir ki inanan inanmayan herkes ramazan ayından nasibini mutlaka alır. Çünkü bu ay farklı tezahürleriyle farklı kesimlere hitap etmesini bilir. Kimine ibadetin coşkun hâllerini sunarken, kimilerine de kendisine has fidesinin sıcaklığı ile yaklaşır. Kısacası ramazan herkesin hürmetini kazanan, bunu da fazlasıyla hakeden kutlu bir aydır.
Ramazan ve bu ayı güzelleştiren, özelleştiren, pek kıymetli hale getiren oruç sayesinde, tüm İslam âleminde müstesna bir heyecan yaşanmakta, unutulan manevi değerlerimiz hatırlanmakta, körelen vicdanlarımız yeniden hayat bulmaktadır.
Büyük bir coşku ile kılınan 33 rekatlık teravih ve yatsı namazı bir bayram havası estirmekte rahmet ve bereketin doruk noktası ise kadir gecesinde hayat bulmaktadır. Son günlerdeki i’tikaflara katılanların duasının da o yöredeki bütün müslümanlara sirayet etmesi umulmaktadır. Camiye girerken bile sadece o namaz süresi için i’tikafa niyet etmek güzel olur.
Cebrail Aleyhisselam her yıl gelir ve Peygamber Efendimizle karşılıklı mukabele yaparlardı. Son yıl ise iki defa yapmışlardı. Allah c.c. adeta “onu biz indirdik ve yine biz koruyacağız..” emrine uygun bir çalışmaydı bu. Nitekim Kuran bu sayede bu güne kadar da değiştirilemedi.
Ama hadisler için aynı şeyi söylemedi. Bu yüzden hadisler konusunda hem usul bilgisine sahib olmak ve hem de kesin sınırlar içinde düşünmemek gerekir. Güvenilir olduğu kabul edilen altı sahih hadis kitabında bile hala şüpheli sayılabilen hadisler yer alabilmiştir. Artık bu işi ehline yani müctehid alimlere havale ederiz.
HZ. ÖMER’İN (RA) RAMAZAN SELAMI
“Hz. Ömer (r.a) Ramazan ayı geldiği zaman, şöyle derdi:
-Merhaba! Bizim günahımızı temizleyen mübarek ay.”
(Ebu’l-Leys Semerkandî, Tenbîhü’l-Gâfilîn, Sh:372)
Bu ayda bol bol Kuran (lafız ve manasını) okumak, farz ve nafile namaz kılmak (gece, kuşluk, ebvabin), tevbeyi hiç geciktirmemek, zikir ve şükürle meşgul olmak, hem oruç tutup hem fidye vermek, zekat ve hayırları bu ayda daha çok gerçekleştirmek, dul ve yetimlerin ihtiyacını gidermek, “güleryüz sadakadır” hadisi mucibince herkese güleryüz göstermek, affedici olmak, sılai rahime dikkat etmek, el dil göz ve kulağı haramdan sakındırmak, kötü alışkanlıklardan Allah’ın emrine hicret ederek iyi davranış değişikliği yapmak çok güzel olur.
Aslında bir müslümanın kapıya gelen bir öğrenciyi (burs), fakiri, cami ve benzeri hayır derneklerine yardımı geciktirmemesi uygun olur. Verdiklerini yıl içinde hesaplayıp, yıl sonunda hesap ettiği zekat miktarından düşerek eksik ya da noksanını tamamlayabilir. Bir yıl beklemek şart değildir. Ölme eşşeğim ölme yaz gelince yonca biçeyim der gibi kapıya gelmiş ya da haber aldığınız bir fakiri, bir öğrenciyi, küçük bir miktarla geçiştirerek Ramazanda gel der gibi göndermek asla doğru olmaz. Sanki sevap ticareti…Böylesi bana daha sevimli gelir.
Merhaba Ramazan
(Ve Nihayet Geldi Ramazan)…
Haktan geldi rahmet ile
Müşkil oldu asan ile
Ramazanın ilki ile
Ey Ah-ı Sultan merhaba
.
Allah verdi seni bize
Rahmet kıldı ümmet kime
Sultan oldu onbir kele
Ey Mah-ı Sultan merhaba
.
Haktan gelen ata sensin
Affın gani hadi şahsın
Cümle kullar Rabbi sensin
Ey Han-ı Sultan merhaba
.
Lütfun bize verdi safa
Gönül gözü gördü vefa
Beden çeker zül-ü cefa
Ey Bari Sultan merhaba
.
Mesrur ettin geldin bizi
Nura erdik namaz demi
İman ehli sever seni
Ey Naz-ı Sultan merhaba
.
Müjde etti recep hemi
Sala saldı şaban emmi
Konakladık ramazanı
Ey Can-ı Sultan merhaba
Yardımlaşma ayı Ramazan
Enes ibni Mâlik Radiyallâhu Anh rivayet ediyor:
Resûl-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Veselleme “Hangi oruç daha faziletlidir?” diye soruldu.
Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem, “Ramazan’a hür- meten Şaban a^nda tutulan oruç” diye cevap verdiler. Yine soruldu:
“En faziletli sadaka ne zaman verilendir?”
Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem, “Ramazan ayı i- çinde verilen sadakadır” buyurdu. (Beyhakî, 4:305)
Ramazan bir yardımlaşma ayıdır. Bu ayda kalpler yumuşar, gönüller genişler, cömertlik hisleri canlanır. Varlıklı 0lanlar fakirlerin halini, ihtiyaçlarını, kendileri de aç kalınca daha iyi anlarlar. Oruç olmasaydı sadece kendi menfaatini düşünen bazı zenginler açlık ve fakirlik sıkıntısını bilmez, dolayısıyla ihtiyaç sahibi kimselerin yardıma ve şefkate muhtaç olduklarını akıllarına getiremezlerdi.
Böylece insan kendi cinsine karşı şefkatli davranmakla hakikî mânâda bir şükür kapısını açmış olur. “Hangi fert o- lursa olsun, kendinden bir cihette daha fakirini bulabilir. Ona karşı şefkate mükelleftir.”
Eğer oruç vasıtasıyla nefsine açlık acısını çektirme mecburiyeti olmasaydı, insan şefkat ederek yapmakla vazifeli olduğu yardımı yapamazdı. Çünkü açlık sıkıntısını bilmeyen insan başkasının derdini nasıl bilecek, nasıl yardımına koşacaktır? Atalarımız bile “Tatmayan bilmez” demişlerdir.
Bu açıdan Ramazan, fakir fukaranın gözetildiği, yoksulların yardımına koşulduğu, yalnız ve kimsesiz insanların elinden tutulduğu bir mevsimdir. Oruçlu mü’minler bu ayda yardım etme, infakta bulunma, hayır hasenat yapma, insanlar hangi şeye ve neye ihtiyaç duyuyorlarsa o konuda destekte bulunmada bir yarış içine girerler.
Hayır yaparken, sadaka ve infakta bulunurken, bu işi yapanlar bundan çok büyük bir haz duyarlar ve ferah dolu bir zevk alırlar.
Râşid ibni Sa’d Radiyallâhu Anhm rivayet ettiği bir hadiste Resul-i Ekrem Sallallâhu Aleyhi Vesellem infakta bulunanları şöyle tarif ediyor:
“Ramazan ayında bol bol infakta bulunun. Çünkü o ayda infakta bulunmak, Allah yolunda infakta bulunmak gibidir.”
(Kenzül-Ummâl, 8:464)
15
Kur’ân ayı Ramazan
Abdullah ibni Abbas Radiyallâhu Anhümâ rivayet ediyor:
“Resûl-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem, hayır, iyilik, yardım yapma hususunda insanların en cömerdiydi. Ramazan ayında da Cebrail Aleyhisselâmla buluştuğu zaman çok daha cömert davranırdı.
“Cebrail her Ramazan gecesi Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellemle bir araya gelir, tâ aym sonuna kadar Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem ona Kur’ân’ı okur, dinletirdi.
“Cebrail’le buluştuğu günlerde Resulullah Sallallâhu A- leyhi Vesellem hayır-hasenat hususunda esen rüzgârdan daha cömert olurdu.” (Beyhakî, 4:305)
Ramazan Kur’ân ayıdır. Kur’ân’ın indiği mevsimdir. Ramazan, kudsiyetini Kur’ân’dan alır. “Ramazan ayı ki, onda Kur’ân indirildi” (Bakara sûresi, 185) mealindeki âyet bu gerçeği ifade eder.
Ramazan, Allah kelâmının yeryüzüne inmeye başlamasının yıldönümüdür. Diğer vakitlere nazaran bu ayda Kur’ân’la daha çok meşgul olunur. Okunur, dinlenir, mânâsı tefekkür edilir. Kâinata, hâdiselere onun açtığı nurlu pencereden bakılır.
Her zaman Kur’ân’la iç içe olan Sevgili Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellemin bu ayda Kur’ân’la meşguliyeti daha da artardı. Hayatta bulunduğu süre içinde Ramazan girdiğinde vahiy meleği Cebrail, Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellemin huzuruna gelir. Birlikte Kur’ân’ı okurlar, mütalâa ederlerdi.
Bizler de bu mübarek hâli düşünerek Kur’ân’la meşgul o- lursak mânevi payımız o derece artacaktır.
Okurken, sanki Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellemle birlikte okuyormuş gibi hayâlen o ânı yaşamak; sanki Kur’ân yeni inmiş de ilk defa biz okuyormuşuz gibi bir düşünceye dalmaktır.
Dinlerken de sanki Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem okuyor da ondan dinliyor, sanki Cebrail Aleyhisselâm- dan işitiyor, hattâ Cenâb-ı Haktan duyuyor gibi bir huşû i- çinde bulunmak, bu hisseyi artıran duygulardır.
Her Ramazan’da cami ve mescitlerde ve evlerde mukabele okunur. Böylece Peygamber Efendimizle Hz. Cebrail’in okuyuş şekilleri taklit edilir ki, kudsî bir hava yaşanır.
Ramazan’da yapılan ibadetlerin sevabı bire bindir. Başka vakitler okunan her Kur’ân harfine bir sevap verilirken, bu ayda sevaplar binleri, on binleri bulur. Kadir Gecesinde otuz bini geçer.
17
Okuduğun Kuran ola
Ne âlâdır şöyle kişi, okuduğu Kuran ola
Rahman ona rahmet kıla, kalbi dolu iman ola
Kendin bilen Kuran bilir, Allah onu kulu saya
Yüzbin huri karşı gele, selam vere mahbub ola
Derviş isen Kuran oku, cümle kula öğüt kıla
Rahmet yağar baştan sona, kamu alem hayran ola
Gafil bilmez Kuran nedir, bilse bürhan delil ola
Haşır günü oku derler, okur çıkar makam ola
Bilmez cahil cehli sarar, cehli ona azab ola
Kuran okur hoca mıdır, her bir melek yakin ola
Kuran sevap yaza durur, inci mercan yakut ona
Nuru yanar nazar içre, bağ-ı irfan kelam ola
Cennet için tapu gerek, köşke irfan Kuran ola
Veli isen ağıt kıl sen, Kuran ile seller ola
Kuran oku ey dost ey dost, gülşen sana sefa ola
Münker nekir sual eder, Kuran ile asan ola
Kuran bilmez cahil kişi, her bir işi müşkül ola
Okur gider arif kişi, yazı kışı seyran ola
Yiğit koca bilmez hece, ol dirliği yaman ola
Bir kişi Kuran bilmedi, sanki cihan gelmez ola
Kuran bilmez bahtsız kişi, her bir derdi batman ona
Kuran neyler dünya kulu, dünü günü pişman ola
Ey kul ahmed aciz kuldur, Kuran oku hayır ola
Günahların katır yükü, afuv kılan Rahim ola
18
Dua ayı Ramazan
Ebu Hüreyre Radiyallâhu Anh, Resul-i Ekrem Sallallâhu Aleyhi Vesellemin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
“Her oruç tutan kulun iftar vaktinde kabul olunacak bir duası vardır. Duasının karşılığı mükâfat olarak ya dünyada verilir veya âhirette ebedî bir surette ihsan edilir.” (Kenzül- Ummal, 3:328)
Ramazan dua ayıdır. Mübarek gecelerde, üç aylarda, bilhassa Ramazan’da edilen dualar kabule yakın dualardır.
İftar saati ise kulun Allah’a yaklaştığı, Onun emrini yerine getirmenin sevincini yaşadığı bir zaman dilimidir.
Mü’min oruç tutarak hata ve kusurlardan temizlenmiş, bütün kalbiyle Yaratıcısına bağlanmıştır. İşte bu anda kul e- lini açıp, Rabbine yalvarırsa eli boş dönmeyecektir.
Arzularına ya aynen dünyada kavuşacak, mükâfatını peşin görecek veya daha güzel bir surette âhiretine ve ebedî hayatına bir nur olarak gönderecektir.
Çünkü Cenab-ı Hak, kulunun ihtiyacını daha iyi bilir; hakkında nasıl hayırlıysa, duasını ona göre kabul eder.
19
Zikir ayı Ramazan
Hz. Ömer Radiyallâhu Anhm rivayetine göre Resul-i Ekrem Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Ramazan günlerinde zikirle meşgul olanlar mağfiret edilir, o günlerde Allah’tan dilekte bulunanlar da eli boş dönmezler.” (Kenzü’l-Ummâl, 8:464)
Ramazan, zikir ve duanın bol edildiği bir mevsimdir. Ramazan boyu oruç tutan mü’minler, gecelerini ve gündüzlerini zikirle geçirirler. Hem hal ve hareketleriyle, hem de ağız ve dilleriyle Allah’ı anarlar, kalp ve ruhlarını dinlendirirler.
Bu arada hem dünyaya ait ihtiyaçlarını, hem de âhirete ait beklentilerini istemek için Rablerine ellerini ve gönüllerini açarlar. Bilirler ki, bu ay dileklerin kabul olunduğu, ihtiyaçların karşılandığı, beklentilerin cevaplandığı nurlu bir aydır.
Bu arada zikrin değişik ve çeşitli şekillerini farklı zaman ve mekanlarda arttırmaya çalışırlar.
İbni Ömer Radiyallâhu Anhümânm rivayet ettiği şu hadis- i şerifte Resul-i Ekrem Sallallâhu Aleyhi Vesellem zikrin çeşitlerini ifade ederler:
“Kim Ramazan ayında sessizlik ve sükunet içinde bir gün oruç tutarsa, tekbir getirir, kelime-i tevhit okur, Allah’a hamd eder, helali helal, haramı da haram bilirse, Allah onun bütün geçmiş günahlarını bağışlar.” (Kenzfii-Ummâl, 8:482)
Bu ayda oruçla melekleşen bir mü’min, meleklerin dillerinden düşürmedikleri tekbirleri, kelime-i tevhitleri, hamd ve salavatları, teşbih ve istiğfarları tekrarlayarak hem manevî kir olan günahlarından temizlenirler, hem de Allah’ın rızasını elde etmeye çalışırlar.
Ayların efendisi Ramazan
Ebû Saîd Radiyallâhu Anhm rivayetine göre Resul-i Ekrem Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Ayların efendisi Ramazan ayıdır, günlerin efendisi de Cuma günüdür.” (Kenzü’l-Ummâl, 8:482)
23
II.BÖLÜM
ORUÇ
Nefis,
Tıpkı bir alev,
İçinde hem güzelliğin yüzünü
Hem de yıkıcı gizli bir huy barındırır.
Her ne kadar rengi çok çekici ise de,
Yakıcı mı yakıcıdır.
Sanki kişneyen azgın bir at.
İşte yuları oruç.
Onu iyi tut.
İslâm’ın beş temel esasından biridir.(müslim). Farz oluşu kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Yüce Allah, “Ey mü’minler! (Kötülüklerden ve haramlardan) korunmanız için oruç tutmak, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı” (Bakara, 2/183) buyurmuştur.
Peygamberimiz (s.a.s.) ise; “Kim faziletine inanarak ve karşılığını Allah ‘tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır(Buhari, Müslim). buyurmuştur.
25
Oruç Kelimesinin Anlamı
Oruç kelimesi ayet ve hadislerde “savm” ve “siyam” kelimeleriyle ifade edilmiştir. Bu kelime sözlükte kişinin kendisini yeme, içme, yürüme ve konuşma gibi herhangi bir söz, eylem ve davranıştan alıkoyması anlamlarına gelir. Kur’an’da bu anlamda kullanılmıştır. (Meryem, 19/26) Dinî bir terim olarak savm; mü’minin ibadet niyetiyle imsak vaktinden iftar vaktine kadar kendisini yeme, içme ve cinsel ilişkiden alıkoyması demektir(Rağıb el-Isfehânî)
21
Ramazan Orucunun Sağlıklı ve Mukim Olanlara Farz Olması
“…Sizden kim hasta ya da yolcu olur (da orucunu tutamazsa daha sonra) tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar… ” (Bakara, 184)
“…(Bu ayda) kim hasta veya yolcu olur (da oruç tutamazsa) tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun (kaza etsin). Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir. ” (Bakara, 185)
Bu ayetlerde yüce Allah, Ramazan ayına erişen sağlıklı ve mukim kimselerin oruç tutmaları gerektiğini, yolcuların ve hastaların daha sonra kaza etmek üzere oruç tutmayabileceklerini bildirmektedir.
Muâz b. Cebel, 185. ayetteki “Öyle ise sizden kim bu aya ulaşırsa oruç tutsun” emri ile Allah’ın, orucu sağlıklı ve mukim olan kimseler için farz kıldığını, hasta ve yolcular için oruç tutmama ruhsatı verildiğini, oruç tutmayıp fidye vermenin, oruca gücü yetmeyen yaşlılara özgü kılındığını bildirmiştir (Ahmed).
Bir mazeret sebebiyle Ramazan orucunu tutamayan kimse, orucunu kaza etmeden ölürse, bu kimsenin tutamadığı oruç sayısı kadar fidye verilir (Tirmizî).
22
Orucun Tarihçesi
Sahabeden Muaz b. Cebel, oruç ibadetinin şu merhalelerde geldiğini bildirmiştir (Ahmed b. Hanbel)
a) Aşûra ve Eyyâm-ı Bîd Orucu
Hz. Âişe validemizin bildirdiğine göre İslâm öncesinde Mekke halkı ve Peygamberimiz “aşûra” orucu tutuyordu. Peygamberimiz Medine’ye geldiği zaman Yahudilerin “aşûra” orucu tuttuklarını gördü, kendilerine bu orucu niçin tuttuklarını sordu. Onlar, “bu gün hayırlı bir gündür, bu günde Allah İsrailoğullarını düşmanlarından kurtardı. Musa (a.s.), bu günde oruç tuttu” cevabını verdiler. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.), “Biz Musa’ya sizden daha evlâ ve lâyığız” dedi ve aşûra orucunu tuttu ve ashabına da tutmalarını emretti (Buhârî, Müslim, Tirmizî)
Ramazan orucu farz kılındıktan sonra da Peygamberimiz (s.a.s.), aşure orucunu tutmaya devam etmiş ve “Ramazan orucundan sonra en faziletli oruç, Allah ‘ın ayı olan Muharrem ayında tutulan aşûra orucudur” sözleriyle tutulmasını teşvik etmiştir (Tirmizî, Müslim, Ebû Davud). Sahabeden isteyen bu orucu tutmuş, isteyen de tutmamıştır (Buhârî, Müslim). Aşûra orucu, hırıstiyan ve yahudilere benzememek için Muharrem ayının 9-10 veya 10-11 veya 9-10-11 günlerinde tutulur (Tirmizî)
Ayrıca Peygamberimiz (s. a.s.), Ramazan orucu farz kılınmadan önce “eyyâm-i bîd” olarak nitelenen kamerî ayların 13, 14 ve 15. günlerinde de oruç tutmuştur (Ahmed, Tirmizî) Peygamberimiz (s.a.s.) Ramazan orucu farz kılındıktan sonra da bu orucu tutmuş ve “Her ay üç gün oruç tutmak, bütün seneyi oruçla geçirmek gibi olur” sözleriyle bu orucun tutulmasını teşvik etmiştir (Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî)
Peygamber Efendimiz daha sonraları nafile olarak Pazartesi ve Perşembe oruçlarını tutmuş ve bunun için “ben amellerimin arzedildiği gün oruçlu olmayı tercih ederim” demiştir.
b) Ramazan Orucu
22
Safa Geldin Ramazan
Ey ramazan ramazan
Safa geldin ramazan
Ey güllerim ramazan
Safa geldin ramazan
Çok özledik gelmedin
Recep şaban bekledin
Hayır umar ümmetin
Safa geldin ramazan
İlan ettik geldiğin
Çarşı Pazar gezdiğin
Cümle kula dediğin
Safa geldin ramazan
Hayır senin elinde
Oruç tutan dilinde
Gazap duymaz halinde
Safa geldin ramazan
Aman yedim bozulmaz
Allah verir kızılmaz
İlkin kaza sorulmaz
Safa geldin ramazan
Dilim dursun konuşmaz
Belim çeksin karışmaz
Elim haram kokuşmaz
Safa geldin ramazan
Kimler oruç tutmazmış
Sokak ayıp bilmezmiş
Tutan ondan utanmış
Safa geldin ramazan
Avrat açmış açılmış
Evlat saçmış saçılmış
Sokak şeytan doğurmuş
Safa geldin ramazan
İftar ettik elliye
Dua sunduk Hadi’ye
Haydi kullar camiye
Safa geldin ramazan
…………
Ramazan orucu, Bakara sûresinin 183-184. ayetleriyle hicretin ikinci yılında Bedir savaşı öncesinde şaban ayında farz kılınmıştır. Peygamberimiz (s.a.s.), hayatında dokuz sene Ramazan orucu tutmuştur.
183. ayette orucun mutlak olarak farz kılındığı bildirilmekte, ancak orucun ne zaman, nasıl ve kaç gün tutulacağı bildirilmemektedir. 184. ayette bu kapalılık kısmen giderilmiş, orucun “sayılı günlerde” tutulacağı beyan edilmiştir. “Sayılı günler” ile maksat Ramazan ayıdır (Taberî). Bakara sûresinin 184 ve 185. ayetlerinde şöyle buyurulmaktadır:
“(Oruç), sayılı günler (dedir)… “ “…Sizden kim bu aya ulaşırsa oruç tutsun… “
Allah, bu ayetlerle Ramazan orucunu tutmayı müslümanlara farz kılmıştır.
25
Oruç Hakkında
Oruç, insana, tekliflerin en meşakkatlisi görünür. Bu sebeple, ilâhî hikmet gereği, önce tekliflerin en hafifi olan namaz, ikinci olarak zekât, üçüncü olarak da tekliflerin en zoru olan oruç teşri kılınmıştır. Hz peygamber Yemen’e vali tayin ettiği Muaz Bin Cebel’e, ya Cebel onlara önce namazı emret, şayet kılarlarsa bu kez zekatı emret demiştir. Üçüncü emir ise oruçtur.
Arzu ve ihtiraslarına esir olanlar, o kadar sabırsız, o kadar aç gözlü olurlar ki, bir gün aç kalmakla ölüvereceklerini zannederler; ve bu asılsız zanla, orucu zararlı imiş gibi telâkki ederler. Halbuki, oruç, ferdî ve içtimaî terbiyeyi sağlar. Mideyi ve bedenin diğer organlarını dinlendirir. Tıbbî bir takım faydaları vardır.
Oruç tutan müslümanlar, genel olarak, Ramazan-ı Şerif’de çeşitli ve nefis yemeklerle hazırlanmış olan iftar sofrasına oturmakta ve diğer aylarda yemedikleri yemekleri bu ayda yemeyi âdet edinmektedirler. Halbuki oruçtan maksat, takvayı gerçekleştirmek, dolayısıyla nefs-i emmâreyi terbiye etmek ve böylece aynı zamanda vücudun sağlıklı kalmasına zemin hazırlamaktır. Bu ise ancak az yemek suretiyle mümkün olur. Herkes birbirini nöbetleşe davet etmekte fakat sofralarda fakirler yer almamaktadır. Eskiden her mahallede hem zengin hem fakir birlikte otururdu. Şimdi ise toplum kastlara ayrıldı. Bir semt ya zengin ya da fakir insanlardan oluşuyor. Bu yüzden müslümana çok iş düşüyor. Yoldaki bir dilenciye üç beş kuruş atmak adeta nefsi bir tatmin. Araştırıp bulunmalıdır fakir. Zekat fakirin neden hakkıdır ve onun ayağında ödenmelidir bu düşünülmelidir. Gıda bankacılığı olsun diğer sivil toplum kuruluşları ülke sınırlarını aşıp yardımları ilgili yerlere ulaştırmaktadırlar. O kanallar denenebilir.
25
Niyet
Oruca kalben (bilinç olarak) niyet etmek yeterlidir.
Oruç için sahura kalkılmış olması da otomatik olarak bir niyettir.
Niyetin dil ile de yapılması sünnettir.
Niyetin vakti, güneşin batışından kaba kuşluğa (öğle namazına yaklaşık yarım saat kala) kadardır. Bundan sonra niyetlenilemez.
Ramazan orucu için bir önceki günün iftarından itibaren niyet edilebilir.
de hatırlatan bir ibadettir. Hadis-i şerifte buyrulur:
“…Oruçlu için iki sevinç vardır: biri orucunu açtığı andaki diğeri de Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir…”
(Müslim, Siyam, 164)
26
Oruçlarımızı açmadan önce yaptığımız iftar duasında:
“Ey ALLAH’ım! Senin için oruç tuttum. Sana iman ettim. Sana tevekkül ettim. Sen’in verdiğin rızıkla orucumu açtım.” diyerek Hakk’a iltica ediyoruz, iftar duası, esasen orucun manevi cihetini de izah etmektedir. Yani orucun nasıl bir halet-i ruhiye ile tutulması gerektiğini de bildirmektedir. Buna göre:
“Ey ALLAH’ım! Sen’in için oruç tuttum.” Derken, oruçtaki kalbi seviyemizi yani riyadan uzak niyetimizi belirtmiş oluyoruz.
“Sana iman ettim” derken, ibadetlerin ana zemininin iman olduğunu beyan etmiş oluyoruz. Yani namaz ve oruç gibi ibadetleri bedeni zindelik ve sıhhat gibi tali faydaları için değil, sırf imanımızın bir gereği olduğuna inanarak ifa etmek gerekmektedir. Zira Hakk’a ibadet ve kulluğun manevi derecesi, imanın gücü nisbetindedir.
“Sana tevekkül ettim.” demek suretiyle de acziyetimizi itiraf etmiş, Rabbin sonsuz kudret ve azametine teslimiyetimizi ifade etmiş oluyoruz. Demek ki, fanilere değil, Baki olan Rabbimize tevekkül hislerimizi de güçlendirmek suretiyle ibadetlerimize ayrı bir manevi kıvam kazandırmamız gerekmektedir.
“Sen’in verdiğin rızıkla orucumu açtım.” derken de rızıktan çok “Rezzak”a yönelme şuuruyla, Rabbimizin mülkünde yaşadığımızı ve rızkın Allah’tan geldiğini kalben de itiraf etmiş oluyoruz.
Makbul bir oruç tutabilmek için dikkat etmemiz gereken esasların başında riyadan korunmak gelir. Riya ve gösterişten uzak, kalbî bir kıvam ile edâ edilen oruç ibâdeti, en faziletli kulluk tezâhürlerinden biridir. Fakat dünyevî gayelerle bulandırılmış, gösteriş ve gafletle kirletilmiş oruç ve namazlar hakkında Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:
Ramazan’da her günün orucu için ayrıca niyet edilmesi gerekir. Örneğin, Ramazan ayının başında “Niyet ettim bütün Ramazan’ı oruçlu geçirmeye” tarzında bir niyet geçerli değildir.
Oruçlu bir kişi orucunu bozmaya niyet etse ve fakat bu niyetini gerçekleştiremese, sadece bozma niyetiyle orucu bozulmuş olmaz. Yiyip içmesi şarttır.
Ramazan gününün sabah saatlerinde bayılan bir kişi öğle namazı vaktinden önce kendine gelip, oruca niyet ederse bu niyet geçerlidir.
Orucun geçerli olabilmesi için niyetin çok net ve kesin bir biçimde “ALLAH rızası” olması gereklidir. Rejim, sağlıklı olmak, zayıflamak gibi düşüncelerle tutulan orucun islami olarak bir geçerliliği ve değeri yoktur.
Bir kişi, Ramazan ayında ve Ramazan olduğunu bildiği halde kararsız kalsa ve oruca da, yiyip içmeye de niyet etmemiş bulunsa, tercih edilen görüşe göre, bu kişi oruçlu sayılmaz.
Bir kişi, geceden oruç için niyet etmiş ve sonra da fecrin doğuşundan önce bu niyetinden vazgeçmiş olsa, “ALLAH’ım! Bizim için bu ayda kullarından bizde kalacak insanlar kıl! ” Huriler de söyle dua ederler: ” ALLAH’ım! Kullarından bu ayda bize kocalar ihsan eyle!” Kim bu ayda kendini muhafaza edip de içki içmezse, iftira ve bühtanla bir mü’mini rahatsız etmezse, hata ve günahlardan da sakınırsa, ALLAH ona her gece, yüz tane huri verir, ayrıca ona altın, gümüş, yakut ve zebercedden bir köşk yapar. Bütün dünya biraraya getirilip de o köşke konsa, bir keçi bağlanacak kadar yer işgal ederdi. Kim de Ramazan ayında içki içer, bir mü’mine iftira ederse, bir senelik amelini ALLAH iptal eder. Onun için Ramazan ayına karşı dikkatli olun. Zira o, Allah’ın ayıdır. O ay da aşırı davranmamanız gerekir. Tam onbir ay yiyorsunuz, içiyorsunuz her türlü nimet ve zevkten faydalanıyorsunuz, bari Ramazan’da kendinize çekidüzen verip kendinize gelin. Nefsanî (kötü) arzu ve hevayi eğilimlerinizden (kaprisler ve kompleksler) uzak durun!” (Taberani)
27
Kabe’nin Kara Donu
Rabbim nasib kılsa varsam
Güzel kabe yandım sana
Hak nasib etse de uçsam
Güzel kabe varsam sana
Kara donun Kuran dolu
Hacdan Hacca çıkar onu
Sana varmak aşkın düşü
Güzel kabe ersem sana
Büründüğün kara nedir
Haktan yana düşen kimdir
Yollar dolu hacı ondur
Güzel kabe dersem sana
Dört bir yanın küptür düzdür
Düzlük birer adalettir
Altı üstü zemzem hoştur
Güzel kabe gelsem sana
Arşa çıktım seni gördüm
Yere indim kara buldum
Siyah nuru taşa verdim
Güzel kabe sorsam sana
Cennet nuru izler seni
Adem dahi tevekkeli
Havva için şükre döndü
Güzel kabe dönsem sana
Kara donu kimden çaldın
Siyah tüllü güzel m’oldun
Bağrı yanık kara yazgım
Güzel kabe yazsam sana
Para pulla olmaz hacı
Hakk çağıra gele ne ki
Gözü kara ahmed der ki
Güzel kabe koşsam sana
Levhe yazdı kimler gele
İbrahim’e çığır diye
Milyonları dostum bile
Güzel kabe çağrım sana
Sana gelmek büyük onur
Varamayan mahsun kalır
Gönül Hakka yanar durur
Güzel kabe yansam sana
Herkes döner senden yana
Namaz kılan gözden evla
Rahmet saçar kavi kula
Güzel kabe bağrım sana
Safa merve nişan olmuş
Gider gelir hacı dolmuş
Bir tavafta binler dönmüş
Güzel kabe dönsem sana
Seni diyen sana dönmüş
Hakk diyene kabe dönmüş
Aşka düşen kabe olmuş
Güzel kabe bahtım sana
Altunoluk bizden yana
Her bir köşe rahmet yaza
Kapındaki dua ile
Güzel kabe kalbim sana
Hacerü-l esved köşede
İstilam olur tavafta
Ömer, Rasül öptü derde
Güzel kabe aşkım sana
Umre diye derde düşen
Fakir sana demez işin
Görmez isen fakri zulüm
Güzel kabe gülsem sana
Yollarına yayan düşsem
Deve yoksa uçup varsam
Elden evla seni görsem
Güzel kabe duam sana
Dönüp dursam umre hacca
Sonra versem ruhu Hakka
Helal etse Rabbim başta
Güzel kabe hal’im sana
Kabenin çevresi dağlar
Körolası yükselmiş evler
Hürmet anca ecdat eyler
Güzel kabe kalbim sana
Yüzbin melek tavaf eder
Didar görmüş sular çağlar
Zemzem diye içen kullar
Güzel kabe canım sana
Dua etmez garip kulum
Çağırdığı hacda gülüm
Bir kadın öldüğü yerin
Güzel kabe buldum sana
Otuz güne çivi çaktım
Deli gibi tavaf kıldım
Rasul ile mahbub oldum
Güzel kabe yandım sana
Daim Hakka döndüm yüzüm
Kalbim zikri Allah için
Manadaki yakut taşım
Güzel kabe yazdım sana
Cümle millet kardeş oldu
Tevhid ile sırdaş bildi
Ümmet olup namaz kıldı
Güzel kabe bağım sana
Zengin isen durma hacca
Belki çıkar ahmed kula
Her bir sene umut taze
Güzel kabe sağım daha
“ibn Mesud (R.A.) : “ALLAH Rasûlü (S.A.S.) oruçlu günümde tertemiz ve bası taranmış olmamı vasiyet etti ve buyurdu ki: “Oruçlu gününde yüzü asık olma! “
(Taberani)
“ibn Mes’ud (r.a) şöyle der:
-Bir kimse, sessiz, sakin ve Allah’ın zikri ile oruç tutarsa, helâlini helâl, haramını da haram bilirse, açıktan bir günah islemezse, Ramazan ayından çıktığı zaman bütün günahları bağışlanmış olarak çıkar.”
(Ebu’l-Leys Semerkandî, Tenbîhü’l-Gâfilîn, Sh:374)
32
Orucun vakti
Orucun vakti, ikinci fecirden başlayarak güneşin batışına kadar devam eden süredir.
Fecrin doğuşunda şüpheye düşen kişi yiyip içmeyi bırakmalıdır. Fakat yiyip içerse orucu yine de geçerlidir. Daha sonra fecrin doğduğunu kesin olarak bilirse o orucu kaza etmesi gerekir.
Güneşin batışını kesin olarak bilmeyen kişi iftar edemez. Şüphe ile hareket ederek iftarını açarsa o orucu kaza etmesi gerekir. Güneşin batışından önce orucunu açtığı kesin olarak anlaşılırsa ayrıca keffaret de (60 gün aralıksız) gerekir.
33
Orucun sünnetleri
Sahur yemeği yemek sünnettir. Bu yemeği gecenin sonuna kadar geciktirmek de sünnettir.
Orucu akşam ezanı okunur okunmaz açmak sünnettir.
İftar sırasında aşağıdaki duanın yapılması sünnettir. “ALLAH’Im! Senin rızan için oruç tutum. Sana inandım. Sana güvendim. Senin rızkınla orucumu açtım. Ey bağışlaması bol olan Rabbim! Beni, ana-babamı ve müminleri hesap gününde bağışla!”
Orucu hurma ile o yoksa su ile açmak sünnettir.
Oruç sırasında faydasız veya günah oluşturacak her türlü sözden sakınmak sünnettir.
Oruca kalp (bilinç) niyetinin yanısıra dil ile de niyet etmek sünnettir.
33
Sofra adabı
Sofraya besmele ile başlamalı, elhamdülillah ile bitirmelidir. Yamak öncesi ve sonrası eller yıkanmalıdır. Hadiste “ ben kulum kullar gibi yere oturup yerim” buyuruldu. Yerde sağ ayağı dikip sol ayak üstüne oturmak sünnettir ve mideyi küçülterek azla doymayı sağlar. Yine hadiste “sağ el ile yeyiniz, sağ el ile içiniz” buyruldu. Yemek öncesinde “ fel yenzuril insani ila taamihi” ayetini okuyup, yemeğin yada meyvenin Allah’tan verildiği (rezzak sıfatı), rengi, kokusu, tadı ve helal olup olmadığı konusunda kısa bir tefekkür güzel olur, şükrün uygulaması sayılır. İbadette kuvvet kasdı ile yemek de güzeldir. Katı yiyecekleri elle yeme konusuna insanlar tepki veriyorlar, zorlamamak uygun olur. Fakat tek kaptan birlikte yemenin ağız mikroplarının kişiden kişiye geçerek bağışıklık sağladığı ifade edilmektedir. Yani modern olmak her zaman faydalı olmayabiliyor. Masada oturmak da midenin genişlemesine ve çok yemeye yol açtığı hesaba katılmalıdır. “Hastalıkların evi midedir; perhiz ise baş ilaçtır” buyuruldu. Sofrada neşeli şeyler konuşulabilir. Hadiste çok yiyeni içeni Allah Teala sevmez buyruldu. Hadisi şerifte “Midenin üçte biri yemeğin için, üçte biri içeceğin için, üçte biri de teneffüs içindir” buyruldu. Ayette “…Yiyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.”” buyruldu. Avamın doyduktan sonra yemesi, havvasın doyuncaya kadar yemesi haramdır. Sirke ne güzel yemektir buyruldu. Günahı çok olan su dağıtsın sözü de hadislerde yer aldı. Cebrail Allayhisselama sormuşlar dünyaya kul olarak gelseydin ne iş yapardın demişler. Demiş ki, hayrıma su dağıtırdım. Eşimin babaannesi Eşe Hala da bir testiyi anayolun kenarına koyar ve gelene geçene su ikram edermiş. Kadın bununla takvaya erişmiş. Çeşme yaptırmak sadaka-i cariyeden sayılır.Bir hikaye daha. Halkı bir sofraya oturtup ellerine uzun uzun kaşık vermişler, hadi yiyin demişler. Fakat kolları kaşıkları birbirine çarptığı dönmediği için bir türlü yiyememişler. Bu kez aynı sofraya ahileri oturtup aynı uzun kaşıkları onlara da vermişler. Onlar ise yemeği almış karşısındakinin ağzına uzatmış.
34
Örnek bir sofra duası
Elhamdülillahillezi hedana li haza vema künna linehtediye lev la en hedanallah. Vessalatü vesselamü ala rasülillah. Esteiyzü billah. Bismillah. “ve külü veşrabu, vela tüsrifü innehü la yuhibbul müsrifiyn” Sadekallahül Azim. Elhamdülillahüllezi etamaena ve razekana vesakana vekesana vecealena müslimiyn. Ve rahmetullahü ve berekatühü ala sahibi hazattaami vel akiliyne vettabihiyne velhadimiyne. Allhümme etimna min taamil cenneti veeşfina min şarabil kevser. Ve zevvicna bi huril iyn. Ve ekrimna bi ru’yeti cemalike ya ilahel alemiyn. Devamı İslami devlet, haneye sofraya bereket. Ölenlere rahmet. Bakide kalanlara rahmet ve mağfiret. Allahümme zid vela tengus bi hürmetil fatiha.
34
Safa Geldin Ramazan
……… devamı
Safra düzdük ahiye
Hoşaf koyduk tas ile
Güllaç gelsin beriye
Safa geldin ramazan
Artsın sofra taşmasın
Niyet halis bozmasın
Kadir Mevlam çok versin
Safa geldin ramazan
Çıplak gezip gezinsem
Üç beş kuruş dilensem
Bunla çorba iç’versem
Safa geldin ramazan
Obur paşa yumuldu
Börek çorba kazındı
Tatlı helva yok oldu
Safa geldin ramazan
Mahya yandı illallah
Safam olsun hayrullah
Gelen düşsün nurullah
Safa geldin ramazan
Haydi yallah camiye
Yedik içtik şükrüne
Kulluk etmek herkese
Safa geldin ramazan
Ramazanım ramazan
Sana gönül komazam
Bizi hakka çağıran
Safa geldin ramazan
Rahmet doldu taşmaz mı
Gönül yandı coşmaz mı
Nefsim öldü uçmaz mı
Safa geldin ramazan
Namaz kılıp duranım
Oruç tatan kullarım
Azad etsin rahmanım
Safa geldin ramazan
36
Oruç Tutma İle Fidye Verme Arasında Muhayyerlik
Bakara sûresinin 184. ayetinde; “(Yaşlılık veya tedavi edilemeyen bir hastalık nedeniyle) oruca zor güç yetirenler, bir yoksul doyumu fidye verirler. Bununla birlikte kim bir hayır yayarsa (daha fazla fakiri duyurursa) bu, kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır” (Bakara, 184) buyrulmuştur. Sahabeden Muâz b. Cebel’in bildirdiğine göre, bu ayetin hükmü gereğince Müslümanlar oruç tutma ile fidye verme arasında muhayyer bırakılmışlardır (Ahmed ). Sahabeden Seleme b. el-Ekva’, bu ayet inince isteyenin oruç tuttuğunu, isteyenin fidye verdiğini, 185. ayet inince bu muhayyerliğin kaldırıldığını söylemiştir (Müslim, Ebû Davud).
“Oruç tutmaya gücü zor yetenler” hükmü, çok yaşlı kimseler ile şeker ve kanser gibi tedavisi zor bir hastalığa müptela olanlar için geçerlidir. “Fidye” bir fakiri iki öğün doyurmak veya fakire iki öğün doyacağı miktarda ekonomik yardım yapmaktır.
“Kim bir hayır yaparsa” cümlesi, fidyeyi fazla vermeyi veya hem fidye vermeyi hem de oruç tutmayı “oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır” cümlesi ise fidye vermekten veya orucu kazaya bırakmadan daha hayırlıdır, anlamını ifade edebilir(Yazır).
36
Orucun Fecr-i Sâdık İle Güneşin Batması Arasında Tutulması Emri
183, 184 ve 185. ayetlerde orucun Ramazan ayında tutulması gerektiği bildirilmekte, ancak oruca başlama ve bitirme zamanı ve orucun nasıl tutulacağı bildirilmemektedir. Muâz b. Cebel’in bildirdiğine göre Bakara sûresinin 187. ayeti inmeden önce mü’minler güneş battıktan sonra uyuyuncaya (veya yatsı namazını kılıncaya) kadar yiyip içebilirler, eşleriyle cima yapabilirlerdi. Uyuduktan (veya yatsı namazını kıldıktan) sonra artık yeme, içme ve cinsel ilişki ertesi günü akşama kadar yasak idi (Ahmed).
Bu kuralı ihlal eden sahabîler oldu. Meselâ Ensar’dan Sırma b. Kays adında bir mü’min Ramazan ayında oruçlu olarak akşama kadar çalışır, akşam evine gelir, namazı kıldıktan sonra yemek yemeden sabaha kadar uyuya kalır. Ertesi günü Peygamberimiz kendisini çok bitkin, halsiz ve oruca dayanamaz bir durumda görür, “ne oluyor, seni çok yorgun, bitkin ve halsiz görüyorum” der. Sırma da “Ey Allah’ın elçisi! Dün, gün boyu çalıştım, akşam eve geldim, namazı kılınca uyuya kalmışım ve bir şey yiyip içmeden oruç tutuyorum” diye cevap verir (Müslim).
Hz. Ömer, eşi ile ilişkiye girerek bu yasağı ihlal eder, sonra yaptığına pişman olur ve durumu Peygamberimize bildirir. Ashaptan bazıları da aynı hatayı işlerler. Bunun üzerine Bakara sûresinin 187. ayeti iner (Ahmed.). Bu hususa 187. ayette de işaret edilmektedir: “Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz. Allah (Ramazan gecelerinde hanımlarınıza yaklaşarak) kendinize zulmetmekte olduğunuzu bildi de tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazıp takdir etmiş olduğu şeyi arayın. Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye kadar yiyin, için. Sonra akşama kadar orucu tam tutun. Bununla birlikte siz mescitlerde itikafta iken eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar, Allah ‘in koyduğu sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın. Allah, kendine karşı gelmekten sakınsınlar diye ayetlerini insanlara böyle açıklar. “
Ayetteki “Size helâl kılındı” cümlesi, söz konusu yasağın kaldırıldığını ifade eder. Bu yasağın ne olduğu yukarıda zikrettiğimiz hadislerde beyan edildiği gibi ayetin içeriğinden de anlaşılmaktadır. Cinsel ilişkide bulunma yasağı itikaf hâlinde iken de devam etmektedir.
Allah’ın koyduğu yasağın ihlal edilmesi, ayette “nefse ihanet” olarak ifade edilmiştir. Ayet, itaatsizlik ederek emir ve yasakları ihlal eden mü’minlerin günahkâr olduklarını, ancak günahlarına tövbe ettikleri takdirde affedileceklerini de beyan etmektedir.
37
Oruç ne zaman başlar ve bayram ne zaman olur?
Hadisi şerifte “ayı gördüğünüzde oruç tutun, ayı gördüğünüzde bayram yapın, hava bulutlu olursa o ayı otuza tamamlayın” buyuruldu. Bazı müslüman ülkelerde özellikle Arap ülkelerinde fiilen ayın görülmesi aranmaktadır. Son iftardan sonra kulaklar radyo ve televizyonlarda yarın bayram olup olmadığı haberini beklemektedir. Sünnete en uygun olanı da budur. Fakat bizde ise ilmi olarak ayın 5 derece yükselmeden görülemeyeceği bir veri olarak öne sürülmekte ve bir yıl öncesinden takvimlerde hangi gün Ramazan orucuna başlanacağı ve bayram yapılacağı yazılmaktadır. Bu durum ülkeler arasında zaman zaman bir gün erken oruca başlama, bir gün önce bayram yapma gibi ikilikler doğurmaktadır. Bu ülkedeki Ulul Emir (yani Diyanet İşleri Başkanlığı) ne derse ona uyulması gerekir. aksi halde başka ülkelere uymak, takva değil fitneyi doğurur.
39
Oruç kimlere farzdır?
Oruç, İslâm’ın beş temel esasından biri olup, akıllı ve ergenlik çağına gelmiş, mukim ve sağlıklı kadın ve erkek her mü’mine farzdır. Adetli ve loğusa kadınlar oruç tutmazlar, tutmadıkları oruçlarını daha sonra kaza ederler. Oruç ibadetini yerine getiren Allah ve Peygambere itaat etmiş olur.
40
Orucu terketmenin hükmü
Hanefilere göre, orucunu terkeden kimse, orucu inkâr etmediği sürece dinden çıkmaz, ancak günahkâr ve fasık olur. Kendisi bu konuda uyarılarak tevbeye, kötü örnek olmaması için toplumdan tecrid edilir ve te’dib amacıyla dövülür.
Hanefiler dışındaki şafii, maliki ve hanbeli mezhep imamlarına göre ise, orucu özürsüz olarak terkeden kimse, mürted’de olduğu gibi İslâm toplumuna karşı gelmiş sayılır ve tövbe etmezse en ağır şekilde cezalandırılır .
40
Oruç nasıl tutulur
Oruç, fecr-i sâdıktan güneşin batmasına kadar yeme, içme ve cinsel ilişkiyi terk etmek suretiyle tutulacaktır. Ramazan ayı, 29 veya otuz gündür, 28 veya 31 gün olmaz (Müslim). Ramazan orucuna akşamdan niyet edilebilir. Uyuya kalıp sahura kalkamayanlar bir şey yiyip içmemek şartıyla kaba kuşluk vaktine kadar oruçlarına niyet edebilirler.
41
Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Hâller
İslâm dini, kişileri güçleri nispetinde sorumlu tutmuş, güçlerini aşan veya sıkıntıya yol açan durumlarda kolaylaştırıcı hükümler getirmiştir. Buna göre aşağıdaki durumlarda kişiler, oruç tutmakla yükümlü kılınmamış, daha sonra kaza etmeleri veya yerine fidye vermelerine ruhsat tanınmıştır:
a) Bir kimse Ramazan ayında90 km. veya daha fazla bir uzaklığa Hanefî bilginlere göre 15 günden, Şafiî bilginlere göre giriş ve çıkış günleri hariç 4 günden az bir zaman için yolculuğa çıkarlarsa, Ramazan orucunu tutmayabilirler (Bakara, 2/183-184). Yolculuğa çıktıklarında sahabeden bazısı oruç tutmuş bazısı da tutmamıştır (Tirmizî). Bu kimseler, daha sonra tutamadıkları oruçlarını kaza ederler.
Geceden oruca niyetlenip de gündüz yolculuğa çıkan kimse, dilerse bu orucunu bozar, dilerse tamamlar. Ancak, ayette de belirtildiği gibi orucunu tamamlaması daha iyidir. Hz. Peygamber, Mekke’nin fethi için sefere çıktığında oruçlu iken, Kedîd denilen yere varınca orucunu bozmuştur (Buharı).
b) Oruç tuttuğu zaman, hastalığının artmasından veya uzamasından endişe eden kimse ile hastalığı sebebiyle oruç tutmakta zorlanan kişiler Ramazan ayında oruç tutmayabilirler (Ebu Davud, Tirmizî). Uzman doktorlar (oruç tutan bir doktor olması tavsiye edilir), bir kimsenin oruç tutması hâlinde hasta olacağını bildirirlerse, bu kimseler de oruç tutmayabilirler. Daha sonra iyileşince oruçlarını kaza ederler. Ölünceye kadar iyileşmeyen, tedavisi olmayan bir hastalığı olanlar oruç tutmazlar, imkânları varsa fidye verirler. İmkânları yoksa bir şey yapmaları gerekmez.
c) Hamile ve emzikli kadınlar, oruç tuttuklarında kendilerine veya çocuklarına bir zarar vermesi söz konusu ise, oruç tutmayabilirler (Nesâî, İbn Mâce). Daha sonra oruçlarını kaza ederler.
d) Oruç tutamayacak kadar yaşlı olan kimseler, oruç tutmayıp yerine fidye verebilirler (Bakara, 184).
e) Oruçlu bir kimse, açlıktan veya susuzluktan dolayı beden ve ruh sağlığının ciddî derecede bozulması tehlikesi ile karşılaşması hâlinde, orucunu bozup daha sonra kaza edebilir. Böyle bir kimsenin orucuna devam etmesi ölümüne sebep olacak nitelikte ise, orucunu açmaması haram olur.
f) Zor ve meşakkatli bir işte çalışmak zorunda olan bir kişi, oruç tuttuğu takdirde sağlığına bir zarar gelmesinden korkutuyorsa, orucunu tutmayabilir. Bu durumda olanlar, izin günlerinde veya müsait zamanlarda tutamadıkları oruçları kaza etmelidirler. Yıllık izninin bulunmaması ve haftalık izninin de yeterli olmaması gibi mazeretlerle buna da imkân bulamayanlar, fidye vermelidirler.
41
Orucu Bozup Bozmayan Şeyler
Oruçlu iken bilerek bir şey yiyip içmek, cinsel ilişkide bulunmak ve isteyerek ağız dolusu kusmak orucu bozar (Tirmizî).
Unutarak yiyip içmek, kan vermek. Peygamber Efendimiz,
“Bir kimse oruçlu olduğunu unutarak yer, içerse orucunu tamamlasın, bozmasın. Çünkü onu, Allah yedirmiş, içirmiştir” (Buharı, Müslim, Ebû Davud, Tirmizî, İbn Mâce). buyurmuştur. Unutarak yiyen içen kişi, oruçlu olduğunu hatırlarsa, hemen ağzındakileri çıkarıp ağzını yıkar ve orucuna devam eder. Oruçlu olduğunu hatırladıktan sonra boğazından aşağıya bir şey geçerse orucu bozulur. Zayıf bir kimse orucunu bilmeden yiyorsa ona ses çıkarmamak, kuvvetli biri ise uyarmak uygun olur.
Oruçlu iken rüyada ihtilam olmak orucu bozmadığı gibi, gusletmeyi geciktirerek cünüp olarak sabahlamak da oruca bir zarar vermez (Buhari, Müslim). Ancak, zorunlu bir durum olmadıkça, hemen boy abdesti alınmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber ‘in Ramazan ‘da imsaktan sonra yıkandıkları hadis kaynaklarında yer almaktadır.
Kendiliğinden kusmakla oruç bozulmaz (Tirmizî). Ancak kişinin kendi isteği ve müdahalesiyle meydana gelen kusma, ağız dolusu olması hâlinde orucu bozar. Nitekim Hz. Peygamber,
“Oruçlu kimseye kusmak gelir de kendisine hâkim olamazsa ona kaza gerekmez. Her kim de kendi isteği ile kusarsa, orucunu kaza etsin” buyurmuştur (Ebû Davud, Tirmizî).
Oruçlu kimselerin iğnelerini iftardan sonra yaptırmaları yerinde olur. Oruçlu iken iğne yaptırmak zorunda olanlar, tedavi ve aşı amaçlı iğne yaptırabilirler; oruçları bozulmaz. Ancak, oruçlu iken gıda ve vitamin iğneleri yaptırmak, damardan serum ve kan almakla oruç bozulur. Daha sonra bu oruç kaza edilir.
Ağız veya burnundan su girip yutmadıkça, oruçlu kimsenin yıkanması orucuna zarar vermez. Bu itibarla, ağız ve burnundan su kaçırmamak şartıyla oruçlunun yıkanmasında bir sakınca yoktur. Denize girilebilir fakat su yutmamaya özen gösterilmelidir.
Sprey kullanmak zorunda olan astımlı hastalar oruç tutmayabilirler ve tutamadığı günler sayısınca fidye verebilirler. İleride sağlığına kavuşursa, fidye vermiş olsa da, tutamadığı orucunu kaza eder. Ancak böyle bir kişi oruç tutmak isterse, kullanmak zorunda kaldığı sprey orucunu bozmaz.
Parfüm veya kolonya sürünmek ve koklamak orucu bozmaz. Genzi aşırı yakmamasına özen göstermek gerekir.
Oruçlu bir kimsenin morfinli veya morfinsiz olarak dişlerini tedavi ettirmesi veya çektirmesi orucu bozmaz. Ancak tedavi esnasında, kan veya tedavide kullanılan maddelerden herhangi bir şeyin yutulması orucu bozar.
Diş fırçalamakla oruç bozulmaz. Bununla birlikte, diş macununun, misvak parçalarının veya suyun boğaza kaçması hâlinde oruç bozulur. Orucun bozulma ihtimali dikkate alınarak, dişlerin imsaktan önce ve iftardan sonra fırçalanması uygun olur.
Günümüzde üretilen sakızlarda, ağızda çözülen katkı maddeleri bulunduğundan, ne kadar itina edilirse edilsin bunların yutulmasından kaçınılması mümkün değildir. Bu sebeple bu tür sakız çiğnemek orucu bozar. Ancak kenger sakızı gibi katkısı bulunmayan sakızlarla daha önce çiğnenmiş olup içinde hiç katkı maddesi kalmamış olan ve çiğnendiğinde hiçbir eksikliğe uğramayan sakızların çiğnenmesi orucu bozmaz. Bununla birlikte, oruçlu iken bu tür sakızları çiğnemek mekruhtur.
Kan aldırmak orucu bozmaz. Nitekim Hz. Peygamber, ihramlı iken ve oruçlu bulunduğu sırada kan aldırmış (Buhârî, Ebû Davûd, Ibn Mâce). Ve;
“Üç şey vardır, orucu bozmaz: Kan aldırmak, kusmak, ihtilam olmak” buyurmuştur.( Tirmizi).
Göz ve burna akıtılan ilaç, genze ulaşması hâlinde orucu bozar. Çünkü genze ulaşan maddeler boğaza, oradan da mideye ulaşır. Bu durumda oruçlu o günkü orucuna devam eder. Ramazan’dan sonra bir gün kaza eder. Kulak ile boğaz arasında da bir kanal bulunmaktadır.
Ancak kulak zarı bu kanalı tıkadığından, su veya kulak zarını geçmeyecek nitelikteki ilaçların kullanılması orucu bozmaz. Fakat kulak zarı delik olan kişinin kulağına herhangi bir sıvının akıtılıp boğazına ulaşması hâlinde orucu bozulur. Ayrıca kulak zarını geçip boğaza ulaşabilecek nitelikteki ilaçların kullanılması da orucu bozar.
Ramazan Coşkusu
Sensin kerim sensin rahim
Allah sana verdim elim
Toprakta ki gonca gülüm
Allah sana arzu halim
Ramazanın rahmetiyle
Şeytanları bağlarıyla
Nefislerin ıslahıyla
Allah geldi ramazanım
Recepten vardık şabana
Hayır kıla müslümana
Ulaştıra ramazana
Allah nasib kıla hayrım
Evvelinde rahmet ile
Ortasında mağfirete
Cehennemden azad ede
Allah size affı yazdım
Teravihler doldu taştı
Sahurlarda uyku kaçtı
Afiyetle yedi içti
Allah verdi taştı rızkım
Hatim ile namaz kılam
Ayaklarım şişe ölem
Terler ile gömlek sıkam
Allah için miraç sayam
Fakir görsem sevinirim
Keşke ölsem sakınırım
Yokluk ile öğünürüm
Allah aça cennet kapım
İftarında fakir varsa
Bereketler dola evde
Yediğinden arta sofra
Allah kulun yazdı kerim
Ramazana erdi kullar
İbadetle uçtu ruhlar
Orucumuz nefsi kırar
Allah dedi giyin ihr
46
Mazeretsiz Oruç Bozmak
Geçerli bir mazereti olmadığı hâlde, Ramazan orucunu tutmayan bir Müslüman Allah’a ve Peygambere isyan etmiş, pek çok sevap ve manevî nimetten yoksun kalmış ve büyük günah işlemiş olur. Mazeretsiz olarak tutmadığı bir günlük Ramazan orucunun yerine başka zamanlarda ömür boyu oruç tutsa telâfi edemez.
Peygamberimiz (s.a.s.);
“Kim hastalığı ve bir ruhsatı olmaksızın Ramazan ayından bir gün oruç tutmasa, bütün günleri oruç tutsa yine bu orucu yerine getiremez” buyurmuştur (Ebû Davud, Tirmizî, Ibn Mâce)
Kaza, gününe gün tutmaktır. Kefaret ise; peş peşe iki kamerî ay oruç tutmakla, buna gücü yetmeyenler ise akşamlı sabahlı bir fakiri 60 gün veya 60 fakiri bir gün doyurmakla yerine getirirler. Kefaret orucu ara verilmeden peş peşe tutulur. Âdet veya loğusalık hâlinde bulunan kadınlar, bu günlerinde keffaret oruçlarına ara verirler. Bu durumlarından çıkar çıkmaz ara vermeden keffaret orucuna devam ederek 60 günü tamamlarlar.
Orucu Bozan ve Yalnız Gününe Gün Oruç Tutmayı Gerektiren Hareket ve Davranışlar:
Çiğ pirinç, sade un, sade yoğurulmuş hamur yemek (Yağlı olursa keffâret de lazım gelir). Bir defada çokça tuz yemek, îtiyad halinde olmaksızın toprak yemek. Kiraz, zeytin çekirdeği yutmak. Kağıt, pamuk, çamur gibi şeylerden yemek. Ham meyva yemek. İçlenmemiş taze ceviz yutmak. Kuru cevizi, fındığı, fıstığı, bademi kabuğu ile yutmak. Buruna su çekerken bogaza veya genize su kaçırmak. Taş ve toprak gibi şeyleri yutmak. Buruna ilaç çekmek. Boğaza huni ile bir şey akıtmak. Kulağın içine yağ damlatmak.Uyurken ağıza su akıtılmak. Başkasının zoruyla istemeyerek iftar etmek. Dişler arasında kalan nohut kadar bir şeyi yutmak. İsteyerek ağız dolusu kusmak, veya onu geri yutmak. Bile bile içe ve genize duman çekmek. Tan yeri ağarmışken, ağarmadı zanniyle sahur yemek veya cinsî münasebette bulunmak. Güneş battı sanılarak iftar yemek. Unutularak yenip içildikten sonra yine bile bile yiyip içmek. Ramazan orucuna niyet etmiyerek yemek veya gündüzün niyet vakti içinde niyet ettikten sonra bozmak. Oruca niyet edip onu gündüz bozduktan sonra hastalık, lohusalık ve âdet görme halleri gibi meşru bir mazeret vâki olmak. Misafirler, gündüzün oruçlu iken ikamete niyet edip iftar etmek. Baş ve karın yaralarına konan ilaç içeri nüfuz etmek. Ağıza alınan bir şeyin boyası ile bozulan tükrüğü yutmak. Buruna su çekerken, boğaza veya genize su kaçırmak. Bu gibi hallerde bozulan oruçlar yalnız kaza edilir; yani gününe gün oruç tutulur.
Top atıldığında elinde kabı olan onu bitirsin diye hadiste buyurulmuştur.
Hem Kaza, Hem de Keffâreti Gerektiren Hareket ve Davranışlar:
Bile bile bir şey yemek veya içmek. Cinsî münasebette bulunmak. Ağıza giren yağmuru, doluyu, karı bile bile yutmak.
Sigara içmek, ud, anber tütsülenip dumanını içe veya genize çekmek. Enfiye kullanmak. Çiğ et, pastırma veya iç yağı yemek. Buğday tanesi, kavrulmuş veya başağından taze çıkarılmış arpa tanesi yutmak, veya çiğneyerek tadını almak. Susam tanesini veya o kadar başka bir şeyi ağıza alıp yemek. Kil denilen veya itiyad edilen bunun gibi başka bir şeyi yemek. Biraz tuz yemek. Sevdiğinin tükürüğünü yutmak. Gıybet ettikten veya kan aldırdıktan sonra bozuldu diye kasten orucu yemek. Bu gibi hallerde, bozulan oruçlar için hem kaza, hem de keffâret lâzım gelir.
47
Mazeret Sebebiyle Orucu Bozmak
Yolculuk, hastalık gibi meşru bir mazerete dayalı olarak bozulan orucun, sadece kaza edilmesi gerekir. Ayrıca, kasıt olmaksızın yemek-içmek; beslenme amacı ve anlamı taşımayan, yenilip içilmesi mutat olmayan veya insan tabiatının meyletmediği şeylerin yenilip içilmesi orucu bozup, sadece kazasını gerektirir.
Ramazan ayında dînen geçerli bir mazeret olmaksızın oruç tutmayanlar, Allah’a isyan ve büyük günah işlemiş olurlar.
48
Mazeret Sebebiyle Hiç Oruç Tutamayanlar
Şeker ve kanser hastalığı gibi oruç tutmaya mani olan ve tedavisi de mümkün olmayan bir hastalığı olanlar, oruç tutmazlar bunun yerine imkânları varsa her oruç için bir fidye verirler (Bakara, 2/184).
Fidye, fakir bir kişiyi bir gün akşamlı sabahlı doyurmak veya doyacağı kadar para vermek demektir. “Allah, size kolaylık diler zorluk dilemez” anlamındaki ayet, ibadetlerdeki kolaylığı ifade eder.
48
Oruç ve Nefis Terbiyesi
İnsanların yaratılış gayesi olan ibadet görevi (Zâriyat, 56); ya namaz, oruç, zekât ve Hacc gibi belirli bir zamanda, belirli bir mekânda ve belirli kurallara uyularak yapılır (formel ibadetler), ya da herhangi bir zaman, mekân ve şekille kayıtlı olmaksızın yerine getirilir. Allah’ı zikretmek, ana babaya iyilik etmek, şahitliği, tartı ve ölçüyü dosdoğru yapmak gibi emirlerle; alkollü içkiler içmek, uyuşturucular kullanmak, kumar oynamak, hırsızlık yapmak ve cana kıymak gibi yasaklara uyularak yerine getirilir (informel ibadetler).
Formel ibadetlerin temel amaçlarından biri, informel ibadetlerin insan hayatında uygulanır hâle gelmesini sağlamaktır. Söz gelimi namaz ibadetinin temel amaçlarından biri insanı her türlü çirkinlik, kötülük ve haramlardan alıkoymasıdır (Ankebût, 29/45).
Formel ibadetlerden biri olan oruç ibadetinin Allah rızasını kazanmanın yanında temel amaçlarından biri de kişinin nefsini terbiye etmesi, söz, fiil ve davranışlarına çeki düzen vermesidir. Bu husus, hem Kur’an’da hem de Peygamberimizin hadislerinde açıkça zikredilmektedir.
48
Orucun farz olduğu bildirilen ayette şöyle buyrulmaktadır:
“Ey mü’minler! (Kötülüklerden ve haramlardan) korunmanız için oruç tutmak, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı ” (Bakara, 2/1 83).
Orucun kötülük ve haramlardan korunmak için farz kılındığının bildirilmesi, ibadetin insanın kişisel ve sosyal hayatındaki yerini ve etkisini bildirmeğe yöneliktir. Nitekim yüce Allah, günde beş vakit kılınan namazın insanı hayâsızlık ve haramlardan alıkoyduğunu bildirmektedir (Ankebût, 45). Aynı şekilde orucun da insanı haram ve kötülüklerden alıkoyması gerekir.
Peygamberimiz (s.a.s.);
“Oruç kalkandır. Biriniz oruçlu iken çirkin, kötü ve kaba söz söylemesin, bağırıp çağırmasın, kavga etmesin. Birisi kendisine söver ya da çatarsa ona “ben oruçluyum” desin” (Müslim, Buhârî). buyurmuştur. Orucun şehveti kıran bir özelliği vardır (Buhârî). Hadis-i şerîf, orucun gayesinin insanın edep ve ahlâkını güzelleştirmek olduğunu açıkça ifade etmektedir.
Eğer oruç, insanı kötü söz, eylem ve davranışlardan uzaklaştırmıyor, edep ve ahlâkını güzelleştirmiyorsa amacına ulaşamamış demektir, böyle bir oruçtan istenilen sevap da elde edilemez.
Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.);
“Kim yalan sözü ve yalan ile iş yapmayı bırakmazsa Allah ‘in onun yemesini ve içmesini terk etmesine ihtiyacı yoktur” (Buhârî, Ebû Davud, Tirmizî, İbn Mâce)
ve;
“Nice oruç tutanlar vardır ki onların oruçtan nasipleri sadece aç (ve susuz) kalmalarıdır. Nice geceleri namaz kılanlar vardır ki onların namazdan nasipleri sadece uykusuz kalmaktır” (İbn. Mâce) buyurmuştur. Dolayısıyla oruç tutan insan; yalan, yalancı şahitlik, gıybet, iftira, hile, aldatma, kötü söz ve benzeri davranışlardan uzak, iş ve işlemlerinde, söz ve sözleşmelerinde, alım ve satımlarında dürüst, sözünde durur ve dosdoğru olmalıdır.
Gerçek anlamda tutulan oruç, hem kötü söz ve davranışlara, hem de cehennem ateşine karşı perde olur; kişiyi fuhuş ve edep dışı davranışlardan alıkoyar. Çünkü “orucun şehveti kıran bir özelliği vardır.” (Buhârî). Oruç tutan insan sabırlı olmayı öğrenir. Çünkü Peygamberimizin beyanı ile, “Oruç sabrın yarısıdır” (Tirmizî).
İnsanın günah işlemesine genellikle iki şey sebep olur. Biri şehevî arzuları, diğeri dili ve midesidir.
“Kim diline ve ırzına sahip çıkacağına güvence verirse, ben de o kimsenin cennete gireceğine güvence veririm” (Tirmizî). anlamındaki hadis, insanın şehevî arzularına, konuşmasına, yeme ve içmesine dikkat etmesi gerektiğine vurgu yapmaktadır.
Orucun farz olmasının arka plânında, müslümanın cinsel arzularını, konuşmalarını, yemesini ve içmesini kontrol altında tutması, huyunu ve ahlâkını güzelleştirmesi ve nefsine sahip çıkabilme yeteneğini kazanması vardır. Bu sebeple Kur’an ve Sünnette Müslümanlar oruç tutmaya teşvik edilmiş, oruç tutanlar övülmüş ve onlara Allah’ın rahmeti, rızası, sevap ve mükâfatı va’d edilmiştir.
Ahzâb sûresinin 35. ayetinde on özelliğe sahip olan kadın ve erkeklere mağfiret ve büyük mükâfat olduğu bildirilmiştir:
Peygamberimiz (s.a.s.);
“Âdemoğlunun her ameline kat kat sevap verilir. Bir iyilik on mislinden yedi yüz misline katlanır.” buyurmuş,
50
Yüce Allah da hadisi kudside;
“Oruç hariç, çünkü oruç benim içindir, onun mükâfatını da ben vereceğim, oruç tutan kimse şehvetini ve yemesini-içmesini benim için terk etmektedir” (Müslim, Tirmizi).
“Oruç hariç, Ademoğlunun her ameli kendisi içindir. Oruç benim içindir, onun ödülünü ben vereceğim” (Buhârî) buyurmuştur.
“Cennette Reyyân adında bir kapı vardır ki buradan kıyamet gününde sadece oruç tutanlar cennete gireceklerdir” (Müslim) ve;
“Kim Allah için bir gün oruç tutarsa, Allah yetmiş yıllık bir mesafe kadar onu cehennem ateşinden uzaklaştırır” (Müslim) anlamındaki hadisler de orucun değerini ifade etmektedir.
51
Ramazan Coşkusu
…………. devamı
Gönül ağlar gözden akar
Namaz kılar sütre aşar
Secde eder yakın düşer
Allah bunla eyler kelam
Tövbe etti dağlar kaşı
Cümle eller horlar kişi
Dizgin elde nefsin atı
Allah vere burak uçam
Emmarenin isyanına
İsyan dolu hallerine
Tövbe eden dillerine
Allah yaşı gözler kulum
Pişman olsam günahlara
Yaşlar varır levvameye
Yazmaz hakkın hidayete
Allah çeke kendin kulun
Günahımı bohçaladım
Dürüsünü hakka savdım
Hayra döndü suçlar karım
Allah kerim kerim gülüm
Levvamede ağlar gözüm
Azgın nefsi ıslah ettim
Hidayeti anda buldum
Allah kapar gözler kulum
Ay parıldar gönül dahi
İhlas kılan etti karı
Muhammed’e verdi sözü
Allah ahir bayram gözüm
Rahmetime gir kullarım
Haslarını bağışlarım
Suçun katre rahmet deryam
Allah gülsün gül kullarım
Selam versin hurilerim
Cennetime gir kullarım
Bilmez kimse giz nimetim
Allah rızam er kullarım
Bil dedimdi evvelinde
Kul yarattım ademinde
Kim erişti rahmetime
Allah güler kul güllerim
Şeytan kurdu sofrasını
Kafir yedi zokasını
Çoktur çeri tapasını
Allah yakar künhün gülün
Kabil habil Nuh şamil
Söke geldi suçlar cehil
Tövbe kapında bu cahil
Allah güler af güllerim
Kul ahmed’im ümmet aşkın
Söyleşirsin Allah aşkın
Ümmete Muhammed düşkün
Allah bağış kılsın gülüm
Kul ahmed ağlar, gül ağlar
Muhammed ağlar nur ağlar
Ey kaçınan dağlar ağlar
Allah gülsün gül kullarım
Not: Bu şiir Hacı Bayram Camiinin bahçesinde Ramazandan 20 gün önce 18 kıtası 20 dakikada, diğer 5 kıtası Yalıkavakta ayakta beş dakikada yazmak nasip oldu. Tamamının manasını tam anlayana yemek ısmarlıyorum. Aynısından bir tane daha yazabilirsem bi daha ısmarlıyorum. Bir din ve ahlak hocası 5 yerde takıldı.
54
Teravih namazı
Peygamber efendimiz Ramazanın ilk üç gününde teravih namazı kıldırdı. Baktı ki cemaat gittikçe çoğalıyor. Bunun üzerine odasından çıkmadı. Farz olmasından korktuğunu farz olursa buna bazılarının güç yetiremeyeceğini bildirdi. Böylece insanları serbest bıraktı. Hz Ömer ise kendi zamanında baktı ki herkes bir yerde kılıyor. Bunu cemaate çevirmeyi istedi. Artık farz olma sorunu da yoktu çünkü. Arkasından ne güzel bidat diyerek sevincini belirtti.
Bazı cemaat liderleri sekiz rekat da kılınabileceğini belirtiyorlar. Kuran’ın namazda okunması en faziletlisidir tavsiyesi gereğince hatimle kılınan yerlere gitmeye çalışmak gerek.. Fakat evinize bir misafir gelmişşe evde onları yormadan, usandırmadan sekiz rekat kıldırmak daha hoşuma gider.
54
Kadir Gecesi
Kadir gecesi malum, bin aydan daha hayırlıdır. O da yaklaşık 84 yıl eder. Bu, ümmete verilmiş bir lutüfdur. İyi değerlendirimesi gerekir. Her gün teravih ve sabah namazını cemaatle kılan o geceyi isabet ettirir ve yeteri kadar pay da almış olur. Son on günde gizlidir ve tek gecelerde aranması buyrulmuştur. Gizlilikten maksat her geceyi değerlendirmeye teşviktir. Cebrail ve meleklerin ne için indiği tam olarak bilinmemekte, fakat bir esenlik olduğu ayette belirtilmektedir. Bunu Allah’a havale ederiz.
Bu gecenin meşhur duası olup Ayşe validemizden gelen şekli sudur: “Allahümme afuvvun, kerimun tuhibbul afve fağfu anni / anna” Allah’ım sen affedicisin, affı seversin beni/bizi de affet.
Hz. Musa bir gün merak eder ve “Ya Rabbi en günahkar kulun kimdir?” diye sorar. Bir nida gelir ki, “Ya Musa sabah erkenden filanca tepenin arkasına saklan ve yolu gözetle”. O da öyle yapar ve bekler. Derken bir adam öküzü ve kağnısıyla ve çocuğu yanında olmak üzere uzaktan görünür. Adam bir meseleden dolayı kızmış, bir öküze kamçı vuruyor bir çocuğa. Anlıyor ki bu adam en günahkar kul. Bu sefer öğleye doğru tekrar merak ediyor, “Ya Rabbi bu kez en temiz, en saf, en günahsız kulun kim?” deyince. Yine bir nida geliyor ki, “Ya Musa aynı yere bu kez akşam git ve bekle…” öylede yapıyor. Bakıyor ki sabahki aynı adam yanında yine öküzü ve çocuğu olduğu halde bu sefer evine doğru neşe içerisinde geçiyor. Musa (a.s) şaşırıyor! “Ya Rabbi bunun hikmeti ne?” deyince. O gün onların yaşadığı olay gözünün önüne getiriliyor: Adam tarlasını sürmeye başlamış ve biraz yorulunca kumda oynayan çocuğun yanına gelir. Çocuk sorar “Baba ne kadar kum tanesi var burda? Bundan daha çok ne var?”deyince, adam; “bundan daha çok gökteki yıldızlar var.” der. Çocuk, “Peki ondan daha çok ne var?” deyince, adam: “Oğlum Allah’ın rahmeti var.” der. Çocuk: “Peki Allah o kadar rahmeti ne yapacak?” deyince, adam günahkar olduğunu biliyordur ve der ki, “Oğlum Allah o rahmeti benim gibi günahkar kullarının günahını örtmede kullanacak.” der. Bu söz Cenab-ı Hakkın çok hoşuna gider ve o kulunu oracıkta affeder.
Bu yüzden Allah ile bağlantıyı sağlıklı tutmak çok önemlidir. Makamınız müsaitse naz da edebilirsiniz. Karşılıklı konuşabilirsiniz de. Sizin sevgi derecenize kalmış bir şey. Kitabi olmaktan çok muhabbete önem vermeli.
56
Kadir Gecesine Mersiyye
Ey Kadir hoş geldin buyur
Şöyle yukarı geç otur
Halin hatırın nasıldır
Ey Kaadir hoş geldin buyur
.
Çok bekledik de gelmedin
Gölde yoğurt da tutmadın
Haber saldım sır vermedin
Ey Kaadir pir geldin buyur
.
Cebrail sende inermiş
Suç ve takva kılarmış
Hayra yordum dersi sırmış
Ey Kaadir sır geldin buyur
.
Ya melekler ne iş düzer
Cümlesi inip kul arar
Kuran der ki bine katlar
Ey Kadir bin geldin buyur
.
Sana kadir emmi desem
Buyur edip hatrın sorsam
Ayağını suya soksam
Ey Kaadir has geldin buyur
.
Babamın adıdır kadir
Çığırırlar oğlu kadir
Sazım kadir sözüm kadir
Ey Kaadir denk geldi buyur
.
Cübbem hem sarığım kadir
Dostum dahi yadı kadir
Al kadir sat kadir kadir
Ey Kaadir baş karsın buyur
.
Düşüm kadir hülyam kadir
Ruhum kadir hülyam kadir
Yokluğa düşüren kadir
Ey kaadir yok dersin buyur
.
Okur üflerim kadirce
Yazar çizerim kadirce
Bu handa hakdır kadirce
Ey Kaadir naz geldin buyur
Kadir, 1- “Biz onu Kadir gecesinde indirdik.”
“Şüphesiz ki biz Kur’anı Levh-i Mahfuzdan dünya semasına Kadir gecesinde toplu halde indirdik. Bu izaha göre Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerimi, Kadir gecesinde toplu halde dünya semasına indirmiş ve oradan da yirmi üç senede peyder pey yeryüzüne indirmiştir.
“Kadir” kelimesinin manası, “Hüküm vermek” demektir. Allah Teâlâ o gecede bir yıl içerisinde olacak şeyler hakkında hüküm verdiği için bu geceye bu ad verilmiştir. Bu hususta diğer bir âyette şöyle buyurulmaktadır: “Her hikmetli iş, tarafımızdan emredilerek o gece tesbit ve tayin edilir.”
(Muhammed b. Cerir et- Taberi, Taberi Tefsiri, C:9, Sh:177)
“ Bu gece, işlerin ve hükümlerin takdir edildiği gecedir. Nitekim Atâ, ibn Abbas’ın şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Allah Teâlâ, bu yıl içinde yağmur, rızık, diriltme, öldürme vs. gibi olabilecek şeyleri, gelecek yılın bu gecesine kadar takdir eder.” Ki bunun bir benzeri de, Cenâb-ı Hakk’ın, “Her hikmetli is nezdimizde bir emr ile o zaman ayrılır…” (Duhân, 4) ayetidir.
Bil ki, Allah’ın “takdîr”i, bu gecede oluyor, meydana geliyor değildir. Çünkü Cenâb-ı Hakk, olabilecek her şeyi; ta gökleri ve yeri yaratmazdan önce, ezelde takdir etmiştir. Tam aksine, bu ifadeyle, “Bunları Levh-i Mahfuz’a yazmaları sebebiyle, takdir edilen bütün bu işlerin o gecede meleklere açıklanması” kastedilmiştir. Ki bu görüş, bütün ulemanın tercih ettiği bir görüştür”
(Fahruddin er-İRazi, Tefsir-i Kebir, C:23, Sh:28D
54
KADİR GECESİ
Kur’an’ın indirilmeye başladığı gece… bütün zaman dilimlerinin en mübarek olanı… dualar ve ibadetler bu gecede Rahmaniyetin sonsuzluğuna layık bir değere ulaşır.
Bu bir tek gece, içinde Kadir gecesi bulunmayan seksen seneden daha değerlidir.
Kadir gecesi Mü’minlere Rahmeti Sonsuz Rablerinden bir ganimettir
KUR’AN’DA KADİR GECESİ
Kadir, 1- “Biz onu Kadir gecesinde indirdik.” AÇIKLAMA:
“Şüphesiz ki biz Kur’anı Levh-i Mahfuzdan dünya semasına Kadir gecesinde toplu halde indirdik. Bu izaha göre Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerimi, Kadir gecesinde toplu halde dünya semasına indirmiş ve oradan da yirmi üç senede peyder pey yeryüzüne indirmiştir.
“Kadir” kelimesinin manası, “Hüküm vermek” demektir. Allah Teâlâ o gecede bir yıl içerisinde olacak şeyler hakkında hüküm verdiği için bu geceye bu ad verilmiştir. Bu hususta diğer bir âyette şöyle buyurulmaktadır: “Her hikmetli iş, tarafımızdan emredilerek o gece tesbit ve tayin edilir.” (Muhammed b. Cerir et- Taberi, Taberi Tefsiri, C:9, Sh:177)
” Bu gece, işlerin ve hükümlerin takdir edildiği gecedir. Nitekim Atâ, ibn Abbas’ın şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Allah Teâlâ, bu yıl içinde yağmur, rızık, diriltme, öldürme vs. gibi olabilecek şeyleri, gelecek yılın bu gecesine kadar takdir eder.” Ki bunun bir benzeri de, Cenâb-ı Hakk’ın, “Her hikmetli is nezdimizde bir emr ile o zaman ayrılır…” (Duhân, 4) ayetidir. Bil ki, Allah’ın “takdîr”i, bu gecede oluyor, meydana geliyor değildir. Çünkü Cenâb-ı Hakk, olabilecek her şeyi; ta gökleri ve yeri yaratmazdan önce, ezelde takdir etmiştir. Tam aksine, bu ifadeyle, “Bunları Levh-i Mahfuz’a yazmaları sebebiyle, takdir edilen bütün bu işlerin o gecede meleklere açıklanması” kastedilmiştir. Ki bu görüş, bütün ulemanın tercih ettiği bir görüştür.”
(Fahruddin er-İRazi, Tefsir-i Kebir, C:23, Sh:28D
“Allah Teâlâ, su sebeplerden dolayı, bu geceyi gizli tutmuştur:
Allah Teâlâ, diğer şeyleri gizli tuttuğu gibi, bunu da saklı tutmuştur. Çünkü Cenâb-ı Hakk, herkes bütün taatlara rağbet etsin diye, rızasını taatlarda; günah sayılabilecek bütün şeylerden sakınsınlar diye, gazabını masiyetlerde; herkese saygı duysunlar diye, iyi gözle baksınlar diye, evliyasını, insanlar arasında; bütün dualarda alabildiğine çaba sarfetsinler diye, kabul ve icabetini, bütün dualardan; bütün isimlere saygı duysunlar diye, tsm-i A’zamıni; her namaza, alabildiğine devam etsinler diye, “salât-ı vüstâ”yi; her çeşit tevbeye devam etsinler diye, tevbenin kabulünü ve her mükellef sakınsın diye de, ölüm vaktini gizli bıraktığı gibi, Ramazan’ın tüm gecelerini tazim etsinler diye de, bu geceyi saklı tutmuştur.
Cenâb-ı Hak sanki söyle demek istemiştir: “Ben sizlerin günahlara karsı ne kadar cür’etkâr olduğunuzu bildiğim için, Kadir gecesini muayyen ve belirli bir hale getirmiş olsaydım, sizin bu geceye olan güveniniz, sizi, çoğu kez günah işlemeye sevkedebilir, böylece de sizler günah işlemiş olurdunuz. Binâenaleyh sizin bile bile günah işlemeniz, bilmeyerek işlemenizden daha ağırdır. İşte bundan dolayı bu geceyi size saklı tuttum…”
Rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (s.a.s), Mescid’e girdi ve uyuyan bir kimse gördü. Bunun üzerine, Hz. Ali’ye, onu uyandır, abdest alsın” dedi. Hz. Ali de, onu uyandırdı. Sonra da, “Ey Allah’ın Resulü, sen, hayırlar konusunda hep öndesin. O halde sen niçin uyandırmadın?” deyince de, Hz. Peygamber (s.a.s), “Çünkü, onun sana “Kalkmıyorum” demesi, küfür olmaz, iste bu sebeple, diretmesi ve itiraz etmesi halinde, onun suçunu gizli tutasın diye böyle yaptım” buyurdu. Şimdi, Peygamber (s.a.s.)’in rahmeti bu olduğuna göre, Rab Teâlâ’nın rahmetini var sen buna kıyas et, Buna göre Cenâb-ı Hak adeta, “Kadir gecesini bilip de, onda taat edersen, bin aylık mükafaat elde etmiş olursun. Eğer, onda günah islersen, bin ayın cezasını hak etmiş olursun. (Bunun için saklı tuttum…). Halbuki, cezayı savuşturmak, mükafaatı celbetmekten daha evladır” demiştir.
59
Kadir Gecesine Mersiyye
Güllerim gül kadir kokar
Bostanı gül gülşen açar
Muhammede gülüm nazar
Ey Kaadir gül geldin buyur
.
Söyleşirim hu kadirce
Zikrim taatim kadirce
Varım Kaadirin kadirce
Ey Kaadir hu geldin buyur
.
Salat ettim kadir deyu
Azık kıldım emrun neyu
Muhammed var şafi deyu
Ey Kaadir nur geldin buyur
.
Hallerim kadir haliyse
Baktığım kadir gibiyse
Kadire Ahmed yahşiyse
Ey Kaadir can geldin buyur
.
Bu gün de her gün de kadir
Dolaşırım kadir kadir
Aradığım kadir Kaadir
Ey Kaadir han buldun buyur
Okurum yazarım kadir
Manasını veren Kaadir
İhlas kıla amel dokur
Ey Kaadir yar oldun buyur
.
“Mükellef, o geceyi araştırmada iyice gayret göstersin ve böylece de sa’y ü gayretine mukabil mükafaat kazansın diye, Ben, bu geceyi saklı tuttum” demektir.
Kul, Kadir gecesinin hangi gece olduğunu kesinkes bilmediği zaman, içinde bulunduğu gecenin Kadir gecesi olduğu ümidi ile, Ramazan’ın tüm gecelerinde taatta bulunmaya sa’y ü gayret gösterir. Böylece de, Cenâb-ı Hak bu kullarıyla meleklerine karşı övünür ve, “Siz, bunların yeryüzünü ifsad edip kan akıtacaklarını söylüyordunuz. Ama, bilinmeyen bir gece hususundaki gayretlerini görünüz; nasıldır!… Ya Ben o geceyi onlara bildirmiş olsaydım, o zaman gayretleri nasıl olurdu?!..” der. Bu durumda da, Cenâb-ı Hakk’ın, “Ben, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum” (Bakara, 30) ayetinin sırrı tecelli olmuş olur.
Alimler, bu gecenin gündüzünün de gece gibi olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak Şa’bi, “Evet, bu gecenin gündüzü de gecesi gibidir” demiştir.”
(Fahruddin er- Razi, Tefsir-i Kebir, C-.23, Sh:281)
“‘Ayette söz konusu edilen “o”, Kur’an’dır. Şöhreti, isminin açıkça söylenmesi yerini tuttuğu için zamirle yetinilmiş, ismi açıkça anılmamıstır. Sanki o, tüm zihinlerde hazırdır. Allah Teâlâ onu indirme işini Kendi Zâtına isnad etmek suretiyle onu yüceltmiştir. Oysa onun inişi, Cebrâil (a.s) vasıtası ile olmuştur. “Onu Kadir gecesinde indirmeye Biz hükmettik. Onu ezelde Biz takdir ettik” anlamındadır.”
(İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan,C:lO, Sh:l20)
“Sahih olan şu ki, o gecede her hikmetli iş ayrılır. Sene boyu olacak tüm işler ve hükümlerin idaresi yazılır, işte o gece, Kadir gecesidir. İşler o gecede takdir edildiği için adına Kadir gecesi denilmiştir. Kur’an-ı Kerim bu dediklerimize şahitlik etmektedir. Âyetin başında.-” Biz onu mübarek bir gecede indirdik.” (Duhân: 2) buyurulmuşken, sonra o gece söyle nitelenmiştir:” Her hikmetli iş o gecede ayrılır…” (Duhân: 3)”
(İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan, C:10, Sh:121)
Kur’an’ın gece indirilişindeki hikmet nedir?” diye bir sual sorulursa, cevabımız su olur: “Kerametlerin çoğu, lütuf ve bağışların inişi, semalara yolculuk geceleri olur. Gece cennettendir. Çünkü istirahat vaktidir. Gündüz ise, cehennemdendir, zira kazanç temini ve yorgunluk ondadır. Gecenin ibadeti gündüzünkinden daha efdaldir. Çünkü insan kalbi geceleyin daha toplu olur. Zaten ibadette gözetilen kalp huzurudur.”
(ismail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan, C:10, SM21)
Bu gecenin hangi gece olduğu sorulabilir. Ancak bu çok ihtilaflı bir konudur ve yaklaşık 40 görüş nakledilmiştir. Ama ümmetin büyük alimlerinin çoğunluğu, Ramazan ayının son on gecesinin tek gecelerinden biri olarak açıklamışlardır. Bu alimlerin çoğunun görüşü de 27. gece olduğu yolundadır. Bu konuda bazı sahih hadisler rivayet edilmiştir.”
(Ebu’l Al’â Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, C:7, Sh:186
Kadir, 2- Kadir gecesinin ne olduğunu sana ne bildirdi?
Açıklama:
“Ey Muhammed! Onun ne olduğunu sana hangi şey bildirdi? Yani sen onun hakikatini bilemezsin. Çünkü onun kadrinin yüceliği, yaratıkların bilgi sınırının dışındadır. Onu, gaybleri bilen Allah’tan başkası bilemez. Bu ifade, Kur’an’ın indiği vakti yüceltmedir.”
(ismail Hakkı Bursevi, Ruhu’l Beyan, C:10, Sh:121)
Kadir, 3- Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.
Açıklama:
“‘Ayette zikredilen “Bin ay”ın hangi aylar olduğu hususunda müfessirler tarafından çeşitli izahlar yapılmıştır.
Mücahid’e göre bu ifade, Kadir gecesinde Allah’ı razı edecek olan bir ameli işlemek, o gecenin dışında yapılan bin aylık amelden daha hayırlıdır.” manasına gelmektedir.
Katade’ye göre ise Kadir gecesi kendisinde Kadir gecesi bulunmayan bin aydan her yönüyle daha hayırlıdır.
(Muhammed b. Cerir et- Taberi, Taberi Tefsiri, C:9, Sh:178)
“Malik ibrı Enes de şöyle der: “Hz. Peygamber (SAV)’e, indirilen yaşama süreleri (liste halinde) gösterildi de, ümmetinin ömrünü kısa buldu. Böylece de, diğer ümmetlerin yaptığı hayırlı isleri, ümmetinin yapamayacağından endişelendi de, işte bunun üzerine Cenâb-ı Hak, Hz. Muhammed (SAV)’e Kadir gecesini verdi. Ve, Kadir gecesi, diğer ümmetlerin bin ayından hayırlı oldu…”
(Fahruddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, C:23, Sh:285)
“Kadir gecesinin gündüzü de hayır açısından aynen gecesi gibidir.”
(İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan, C:10, Sh:122)
“Bu geceye, Kadir gecesi denilmesi konusundaki en dikkate değer görüş sudur:
işler o gece takdir edildiği içindir. “Her hikmetli iş o gecede ayrılır.” (Duhân: 3) âyeti buna işaret eder. Bundan maksat, takdirinin meleklere gösterilmesidir. Yoksa takdirin kendisi ezelîdir. Kadr, takdir anlamındadır. Takdir de bir şeyi hikmetinin gereğine göre özel bir şekil ve özel bir miktar üzere yapmaktır.
ibn Abbas’dan rivayet edildiğine göre, ALLAH Teâlâ, sene boyu yani ertesi yılki Kadir gecesine kadar olacak olan her şeyi, yağmuru, rızkı, dünyaya getirmeyi, öldürmeyi ve benzeri şeyleri bu gece takdir eder. işleri idare ile görevleri olan meleklere teslim eder. Rızıkların, ve yağmurların bir nüshasını Mîkâil’e; savaşların, rüzgarların, zelzelelerin, yıldırımların, ay ve güneş tutulmalarının bir nüshasını Cebrail’e; âmellerin bir nüshasını israfil’e, musibetlerin bir nüshasını da Azrail’e verir, insanlar ise bunun farkında değildirler.”
(İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan, C:10, Sh:123)
“Buradaki bin aydan murad, 83 sene gibi ifadeler değildir. Araplarda büyük bir sayı anlatılmak istendiğinde “bin” kelimesi kullanılırdı. Bu nedenle ayetin anlamı “bu bir gece içinde o kadar büyük iyilik ve hayır yapılmıştır ki insanlık tarihinde uzun bir zamanda bile bu kadar hayırlı iş yapılmamıştır.” (Ebu’l Al’â Mevdud:. Tefhimu’l Kur’an, C:7, Sh:187)
59
Kadir Gecesine Mersiyye
Gülerim ağlarım kadir
Çalarım oynarım kadir
Nazlarım şikarım kadir
Ey Kaadir şevk verdin buyur
.
Medresede kadir okur
Döner döner bina okur
Muallimi hace kadir
Ey Kaadir has dersin buyur
.
Çeşmesi akar kadirce
Kızlar doldurur nazlıca
Oğlan yanmıştır kadriye
Ey Kaadir hoş yarsın buyur
.
Bağlar bozdum Kaadir deyu
Yollar aştım kadir boyu
Dağlar kadrin Ferhat bili
Ey Kaadir gül şirin buyur
.
Gecem gündüzüm hep kadir
İçerim su sulak kadir
Yayladaki oğlak kadir
Ey Kaadir şu hayat kadir
.
Çiçekler kadir açarmış
Kullar emri yaylaklamış
Arı binbir güzellemiş
Ey Kaadir bal şifan buyur
.
Dertlerim kadir devam da
Hem dahi gizim rüyam da
Kadirsiz olmaz dünya da
Ey Kaadir han acun buyur
.
Namazım kadir orucum da
İhlas sırrı bilişen de
Bir var iki yitsin O’nda
Ey Kaadir bir geldin buyur
.
Ahi kul ahmed ne kaadir
Kadri dostta kul sevidir
Dosttan gelen başa güldür
Ey Kaadir gül attın buyur
Kadir, 4- O gecede melekler ve Ruh, Rableritıirı izniyle herbir iş için inerler.
Açıklama:
“Katade bu ayet-i kerimeyi” Kadir gecesinde melekler ve Cebrail, Rablerinin izniyle ALLAH’ın takdir ettiği o yıla ait rızık ve ecel gibi hususları indirirler.” seklinde izah etmiştir.”
(Muhammed b. Cerir et- Taberi, Taberi Tefsiri, C:9, Sh:180)
“Bil ki meleklerin bakısı ruhlaradır; beşerin bakışları da geçici bedenleredir. Melekler ruhunu, şehvet ve gazab gibi kötü sıfatların bulunduğu bir yer olarak gördüğü için seni kabullenememis ve ALLAH Teâlâ’ya, “Yeryüzünde fesat çıkaracak ve kan akıtacak kimseleri mi yaratıyorsun?” (Bakara, 30) demişler. Ana- baban da, bir meni ve alaka iken, tâ ilk başta şeklinin çirkinliğini görünce, seni kabullenememis, tam aksine nefretlerini ortaya koymuş; o meniyi ve alakayı kazûrât saymış; elbiselerini ondan temizlemek için yıkamışlar; hem sonra düşürmek ve hamileliği önlemek için nice çaba sarfetmişlerdir. Ama ALLAH Teâlâ sana güzel bir şekil verip ana-baban o güzel şekli görünce, seni bağırlarına basmış ve seni çok sevmişlerdir. Aynen bunun gibi, melekler de ruhundaki güzel şekli yani marifetullah’ı ve ALLAH’a taatı görünce, seni sevmişler ve tâ baştan (yaratılışta) söyledikleri o sözden özür beyan etmek için, sana kadar gelmişlerdir. İşte, “0 (gece de) melekler… iner de iner” ayetleriyle bu kastedilmiştir. Binâenaleyh onlar sana gelip, ruhunu, beden gecesinin karanlıklarında ve maddi kuvvetlerin karanlıklarında görünce işte bu noktada yine bu önceki sözlerinden özür dileyerek, ” iman edenler için istiğfar ederler” (Mü’min, 7).”
(Fahruddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, C:23, Sh:288)
“Bu görüşü benimseyenler de değişik izahlar yapmışlardır. Bu cümleden olarak, meleklerin yeryüzüne indiğini söyleyenler şu izahları yapmışlardır;
1) Bazıları meleklerin, insanlığın ibadetini, ALLAH’a taatta ki ciddiyet ve gayretini görmek için indiklerini söylerler.
2) Melekler, “Biz ancak Rabbimizin emriyle inebiliriz” (Meryem, 64) demişlerdir, işte bu onların, bu “iniş” ile zaten emrolunmuş olduklarını göstermektedir. Dolayısıyla bu, alabildiğine bir sevgiye delalet etmez. Ama bu suredeki, “Rablerinin izniyle… iner” ifadesi, meleklerin Cenâb-ı Hakk’tan önce izin istediklerine ve bunun üzerine kendilerine izin verildiğine delalet eder ki işte bu, insanlara karşı son derece bir sevgilerinin bulunduğuna delalet eder. Çünkü onlar, biz insanlara arzu duymuş ve bizimle karşılaşmayı istemişlerdir. Fakat bunun için izin beklemişlerdir.”
(Fahruddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, C:23, Sh:288)
“Bu gecede, yeryüzünün her tarafında ya secdeye kapanmış, yahut mü’min ve mü’minlere dua ile meşgul melekler vardır. Cebrail (a.s) ise, istisnasız herkesle musafaha eder (tokalaşır). Bu musafahanın alameti ise, onun musafaha ettiği kimsenin tüylerinin ürpermesi, kalbinin rikkate gelmesi ve gözlerinin yasla dolmasıdır. işte bu haller, Cebrail (a.s)’in o kimseyle musafahasından kaynaklanmaktadır.”
(Fahruddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, C:23, Sh:289)
“En doğru olan görüş bu “ruh” ile Cebrail (a.s)’in kastedilmiş olmasıdır. Onun bu şekilde, diğer meleklerden ayrı olarak zikredilişi ise, son derece kıymetli olusundan ötürüdür. Binâenaleyh Hak Teâlâ, “Bir kefede tüm melekler, bir kefede ise Cebrail (a.s) var” demek istemiştir.
Ayetteki, “Rablerinin izniyle” kaydının, o meleklerin bizi görmeye arzulu olduklarına delalet ettiğini daha önce söylemiştik. Eğer, “Onlar bizim bunca günahımız olduğunu bilmelerine rağmen, daha nasıl bizi görmeyi arzuluyorlar?” denilirse, biz deriz ki: “Melekler, günahlarımızı ayrıntılı bir şekilde bilmiyorlar. Rivayet olunduğuna göre, melekler Levh-i Mahfuz’u gözden geçirirler ve orada mükelleflerin taatlarını tafsilatlı bir şekilde görürler. Günahları görmeye sıra gelince, araya bir perde çekilir ve böylece onlar günahları görmezler. Bu durumda da, “Güzel şeyleri ortaya koyan, çirkin şeyleri ise saklayan Zatı teşbih ve tenzih ederiz” diyorlar.
“Biz daha önce meleklerin inişlerinin fayda ve hikmetlerinden bahsetmiştik. Şimdi de diğer bazı faydaları zikredelim ki bunların neticesi de, o meleklerin yeryüzünde, gökler aleminde görmedikleri çeşitli taatları görmüş olmalarına varıp dayanır:
Zenginler evlerinden çeşitli yemekler götürür ve fakirlere ikram ederler. Fakirler de zenginlerin yemeklerini yer ve ALLAH’a ibadet ederler, işte bu gökler aleminde bulunmayan birtaat çeşididir.
Melekler asi ve günahkar kişilerin yalvarış-yakarışlarını duyarlar. Bu da göklerde bulunmayan bir taat çeşididir.
ALLAH Teâlâ bir hadis-i kudsi’de şöyle buyurmuştur:
“Günahkarların yalvarış ve yakarışları Bana, teşbihte
bulunanların avazından daha sevimlidir.” Meleklerde “Gelin, yeryüzüne gidelim ve Rabbimize teşbihlerimizin sesinden daha sevimli gelen bir sesi duyalım” derler. Bu ses nasıl sevimli ve güzel olmasın! Çünkü teşbih edenlerin çıkardığı ses, itaat edenlerin o mükemmel halini ortaya koymaktadır. Günahkarların iniltileri ise, göklerin ve yerin Rabbisini Gaffar oluşunu ortaya koymaktadır,”
(Fahruddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, C:23, Sh:291)
” Ecellerin, rızıkların, Şaban ayının onbeşinde belirlenip taksim (takdir) edildiği rivayet edilmemiş midir? Ama sizler şu anda bunun, Kadir gecesinde olduğunu söylüyorsunuz” denilirse, biz deriz ki: Hz. Peygamber (SAS)’in, ” ALLAH Teâlâ olacak tüm şeyleri Berat gecesinde takdir eder. Kadir gecesi gelince de , bu şeylerin sahiplerine teslim eder” dediği rivayet edilmiştir. Şöyle denilmiştir. Berat gecesinde eceller ve rızıklar; Kadir gecesinde ise, kendisinde hayır, bereket ve selametin bulunduğu işler takdir edilir. Kadir gecesinde, sayesinde dinin güç-kuvvet bulduğu ve müslümanlar için büyük faydalar bulunduğu şeylerin takdir edildiği; Berat gecesinde ise, o yıl ölecek olanların isimlerinin kaydedilip ölüm meleğine teslim edildiği de söylenmiştir.”
(Fahruddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, C:23, Sh:293Kadir, 5- O gece, tan yeri ağarmcaya kadar bir selamdır.
“Ayetteki “selam” ile ilgili, şu izahlar yapılır : a) Bu, “Kadir gecesi, fecrinin doğusuna kadar selamdır, yani melekler itaatkar kimselere selam verirler” demektir. Bu böyledir. Çünkü melekler, ta gecenin başlangıcından fecrin doğusuna (sabaha) kadar bölük bölük inerler. Bu inişin bölük bölük oluşu, selamın çokça verilmesini temin içindir.”
(Fahruddin er-Razi, Tefsir-i Kebîr, C:23, sh:293)
b) “Alimler meleklerin ve ruhun Kadir gecesinde, bütün iyi şeyleri ve mutluluk veren şeyleri indirip, o gecede hiçbir zararlı şeyi indirmediklerini söylemektedirler. Binâenaleyh o gecede inen herşey , sırf bir “selam” dır, yani mahza selamet, fayda ve hayırdır.”
(Fahruddin er-Razi, Tefsir-i Kebîr, C:23, sh:294)
“Şu da bilinmiş olsun ki, bu mübarek gecede dua sünnettir. 0 icabet vakitlerinden birisidir, imam Ahmed ve sahih diyerek Tirmizî, Nesaî, ibnü Mâce ve daha diğerleri Hz. Aişe’den söyle rivayet etmişlerdir: Demiştir ki: ” Ey Allah’ın Resul’ü, Kadir gecesine rastlarsam ne diyeyim?” dedim. Buyurdu ki:” Allah’ım sen affedicisin, affı seversin, beni affeyle, de.”
Aynı şekilde namaz ve diğer ibadet şekilleri ile gayret ederek çalışmak da sünnettir. Süfyan-ı Sevrî demiştir ki, o gece dua etmek, namaz kılmaktan daha sevaptır. Kur’an okuyup da dua ederse güzel olur. Resul-i Ekrem (SAS) Hazretleri Ramazan geceleri gayretle çalışır ve tertîl ile Kur’an okurdu. Rahmet âyeti geçtikçe ister, azap âyeti geçtikçe Allah’a sığınırdı.
ibnü Receb de demiştir ki: En mükemmel olan namaz, Kur’an kırâeti, dua, tefekkürü toplamaktır.
Peygamber (SAS) bunların hepsini yapardı. Özellikle son onunda daha çok yapardı. Bazıları demişlerdir ki : Teravih ile kıyam meydana gelir. Beyhakî, Enes b. Malik (r.a)’ ten şöyle rivayet etmiştir: Resulullah buyurdu ki: “Her kim Ramazan ayı çıkıncaya kadar akşam ve yatsı namazlarını cemaatle kılarsKadir gecesinden birçok haz alır”. Malik ve Ibnü Ebi Seybe ve ibnü Zencûye, BeyhakîSaid b. Müseyyeb’den rivayet etmişlerdir ki: Kadir gecesi yatsı namazında cemaatte hazır bulunan ondan nasibini almış olur. ibnü Hacer Heytemî (rh.a) Tuhfetü’l Muhtâc’da der ki: “Kadir gecesini görene, saklaması sünnettir. Onun kemâliyle faziletine ancak Allah Teâlâ’nın bildirdiği kimseler nail olur.”
65
Kadire Çaldı Gecem
Gündüzüm geceye çaldı,
Bu gece gönlümün varı,
Göğnümün kâdiri geldi,
Bu gece gönlümün yâri.
.
Melekler ne iş işlemiş,
Cebrail ne düş düşlemiş,
Rahman ne murad eylemiş,
Bu gece ümmetin yâdı.
.
Her geceyi kadir bil sen,
Her geleni Hızır bil sen,
Her yananı kendin bil sen,
Bu gece rahmetin kârı.
.
Namazda ihlasın gerek,
Gözyaşıyla ahın düzek,
Cup diye atlayak ölek,
Bu gece kulların varı.
.
Biri bine katlar imiş,
Hangi gece saklar imiş,
Şol ümmete fazlı buymuş,
Bu gece tembelin kârı
.
Bir yıldır kılarım bitmez,
Kadir deyu sâla etmez,
Rahmet ne ki saklar açmaz,
Bu gece erlerin karı,
.
Bağım bahçem bostanım gül,
Günah keçem içtiğim gül,
Nefse bindim atlarım gül,
Bu gece güllerin yâri,
.
Ya Rahman affına geldik,
Saf saf olup namaz kıldık,
Salya sümük dua ettik,
Bu gece affet sen nâsı,
.
Benim gülüm solmaz galan,
Niza etmem ahraz galan,
Kafi gelir Rahman galan,
Bu gece rahmetin kârı.
.
Selam olsun ümmet kârı,
Duyan gelsin tarik eri,
Uça dursun hakikatli,
Bu gece marifet kârı.
.
Bir garip kulum alemde,
Şaki yazdı hem levhinde,
Düştüm aşkına kırkında,
Bu gece muhabbet kârı.
Kul ahmedim günüledi,
Ömrü çuval sokuladı,
Bir gecede yaylakladı,
Bu gece ahiler kârı.
.
Ya Muhammed salât ettim,
Salât deyu emrin tuttum,
Merhametle kulluk ettim,
Bu gece ahmedin kârı.
.
Kadir gecesini görmek ne demek olduğu hakkında da âlimler hayli bahisler yapmışlardır. Alüsî’nin açıkladığı üzere açık olan budur ki: Onu görmek demek, ona mahsus olan nurlar ile meleklerin inmesi gibi özellikleri, ilmi ifade eden alametleri görmek yahut öyle bir ilmi ifade eden ve hakikati ancak ehlince bilinen bir keşfe ermektir.”
(Elmalılı M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C-.9, Sh:348)
“Alûsi’nin kaydettiği üzere Sofiyye ıstılahında Kadir gecesi, Allah yolunu tutanın, sevilen Hakk’a oranla kıymet ve mertebesini tanıyacağı özel bir tecelliye erdiği gecedir ki, o gece hak yolcusunun aynı toplantıya ve marifette yetişkinler makamına ilk girdiği vaktidir.”
(Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C:9, Sh:350)
(Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C:9, Sh:350)
“Kim Kadir gecesini faziletine inanarak ve alacağı mükafatı umarak ihya ederse, günahları bağışlanır. Kim Ramazan orucunu inanarak ve mükâfatını umarak tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.”
(Buhari, Müslim)
“Rasulullah’a (SAV) kendisinden önceki insanların ömrü gösterildi de, sanki o ümmetinin ömürlerini kısa gördü. Diğer ümmetlerin yaptığı kadar amel yapamamalarından endişe etti. Bunun üzerine ALLAH (CC) bin aydan hayırlı olan Kadir gecesini verdi”
(imam Malik)
“Kadir gecesi bana gösterildi sonra unutturuldum. Onu son on gün içinde vş tek olanlarında arayın.”
(Buhari)
“Hz. Aişe (RA): “Ey ALLAH’ın Rasulü! Eğer Kadir gecesine rastlarsam nasıl dua edeyim?”
“Ey ALLAH’ım! Muhakkak Sen affedicisin. Affetmeyi seversin, beni de affet I”
(Tirmizi)
^”Ramazan’da öyle bir gece vardır ki, bin aydan daha hayırlıdır. Kim o gecenin hayrından mahrum kalırsa, Şüphesiz ki o mahrum edilmiştir.”
(Nesai)
“Kim Ramazan ayı çıkıncaya kadar aksam ve yatsı namazlarını cemaatle kılarsa Kadir gecesinden alacağı manevi lezzet büyük olur.”
(Beyhaki)
“Kadir gecesinin sabahında güneş, ışınsız olarak beyaz bir şekilde doğar.”
(Müslim)
68
Bediuzzamanın kadir gecesi anlayışı
“0 gece bin aya denktir” işaretiyle, (Kur’an’ın) bir harfinin o gecede otuzbin sevabı olduğu anlaşılır.”
(Sözler, 24. Söz 3. Dal)
“insanlarda veli. Cumada duaların kabul anı, Ramazan’da Kadir gecesi, Esma-i Hüsna’da ism-i Â’zam, ömürde ecel meçhul kaldıkça diğer fertler de (yani insanlar, dakikalar, geceler ve isimler…) değerli kalır, önem verilir.”
(Mektubat, Hakikat Çekirdekleri, 83)
“Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvela: Yarın gecenin Kadir gecesi olması ihtimali çok kuvvetli olduğundan (27. gece), bir kısım müçtehidler o geceyi kabul etmişler. Gerçekte olmasa da, madem ümmet o geceye o gözle bakıyor, inşaALLAH gerçek Kadir gecesi kabul edilir.”
(Şualar, 14. Sua)
“…Kadir gecesidir ki, (o gecenin gereğini yerine getirmekte) başarılı olanın ömrüne bin ömür katar. Dakikası bir gündür. Saati iki ay, günü birkaç sene gibi bitimsiz bir ömürdür.”
(Barla Lahikası, 27. Mektup)
69
Kadir gecesinin alametleri
“Kadir gecesinin bilinmesi için bu alametlere dikkat etmelidir:
O gece, açık ve rahat bir gecedir. Ne sıcaktır; ne de soğuk…
Denilmiştir ki:
Kadir gecesi, köpek uluması duyulmaz…
Kadir gecesinin sabahında, güneş doğduğu zaman,
biraz donuk doğar… Şuasız bir tepsi gibi çıkar…
Gönül sahiplerine, veli kullara, taat ehline o gece çok hayret verici şeyler meydana gelir. Bu manayı, ALLAH-Ü Teâlâ anlatılan sınıftan dilediği kullarına açar.
Ve… bu kesif, onların hallerine, kısmetlerine, Aziz Celil ALLAH’a yakınlık derecelerine göre olur.
(Abdülkadir Geylânî, Gunyet’üt Talibin, Sh: 619)
İmam-ı gazaliye göre kadir gecesi
“ALLAH ondan razı olsun, Enes Ibni Malik’in rivayet ettiği bir hadiste ALLAH’ın Resulü söyle buyururlar:
“Kadir gecesi gelince Cebrail (AS), meleklerden bir toplulukla iner. Namaz kılarlar, ayakta veya oturarak ALLAH’ı zikreden her kişiye selam verirler.”
70
Ebu Hureyre der ki:
“Kadir gecesi gelince, çok sayıda melek yeryüzüne iner. Onların inişi için gök kapıları açılır. Nurlar yükselir. Büyük bir tecelli hâsıl olur. Melekler yayılırlar. Bu durumda insanların hali değişiktir. Kimisine göklerin ve yerin sırrı açılır, göklerden perdeler kaldırılır. Onlar, göklerde melekleri kıyam halinde, oturur halde, rükû eder, secde eder, zikreder, şükreder teşbih ve tehlil eder halde müşahâde ederler. Kimisine, bütün içindekilerle beraber cennet açılır; evleri, köşkleri, hurileri, nehirleri, ağaçları, meyveleri! Bu kimse ALLAH’ın arşını, peygamberlerin, ermişlerin, şehidlerin ve sıddıkların makamlarını müşahade eder. Bu ruhani âleme hayran olur. Rahmet deryasında gezer. Cenneti,
Cehennemi, Cehennemin derekelerini (azap çukurları) ve imansızların mekânlarını müşahâde eder, görür. Gene o gece mü’minlerden bir kısmına ALLAH’ın Cemali açılır. Perde kaldırılır. 0, sadece Onu müşahâde eder.”
ALLAH ondan razı olsun, Hz. Ömer’in anlattığına göre, bir defasında ALLAH’ın Resulü, bir topluluğa hitaben şöyle dedi:
“Kim Ramazan’ın yirmi yedinci gecesini sabaha kadar ihya ederse o, bana, Ramazan’ın diğer bütün gecelerini ihya edenden daha sevimlidir.”
Bu sırada Hz. Fatıma sordu:
“Ey babacığım, erkeklerden ve kadınlardan, o geceyi ihya edecek kudrette olmayan zayıflar ne yapar?”
Resulullah buyurdular:
“Yastıkları koyarak ona dayanıp bu gecenin saatlerinden bir saatte otururlar ve ALLAH’a dua ederlerse bu, bence ümmetimin, Ramazanın bütün diğer gecelerini ihya etmelerinden daha sevimlidir.”
ALLAH ondan razı olsun Hz, Aişe’nin rivayet ettiği bir hadiste ALLAH’ın Resulü şöyle buyururlar:
“Kim, Kadir gecesini ihya ederek o gece iki rekât namaz kılsa ve tevbe-istiğfar etse ALLAH onu mağfiret eder. ALLAH’ın rahmetine erişir. Cebrail onu kanadıyla sıvazlar. Cebrail her kimi kanadıyla sıvazlarsa o cennete girer.”
(Imam-ı Gazali, İlâhî Nizam, Sh: 6
71
Bir hakikat sohbeti
Arapça bir atasözü vardır. “meşakkat miktarı meali tahsil edilir” diye. Bu ille de kendinizi zorlayın demek değildir. Farklı mahrumiyetlere bağlı bir sevap verme derecesi vardır. İnsan dejenere olmamışsa anne babaya bakınca hem kendindeki merhamet de artar. Anne baba ise ilahi olarak evlada karşı şefkatli yaratılmışlardır. Ancak evlatta anne babaya karşı aynı sevgi şefkat duygusu baskın olarak verilmemiştir. Bu yüzden Kuran uyarı gereği hissetmiştir. Bir annenin evladını doğurup da ona sevgisinin verilmemesi düşünülemez. Bu sevgi oranı peygamberlerde %14, annede %1, babada ise binde birler seviyesindedir. Toplumda peygamberlerden sonra merhamet timsali annedir. Dolayısıyla toplumdaki merhametsiz davranışlardan korunmak için annelerden yararlanmalıyız. Ancak şöyle bir hususu da göz önünde bulundurmak gerekir. anne duygusal olduğu için adalette kalamaz. Gider kavga edenler arasında kendi yavrusunu tutar. Baba ise daha basiretlidir ve adalete daha yatkındır. Bu yüzden adaletin çok gerekli olduğu çalışma hayatında yönetim kademesinde erkeğin daha uygun olduğu söylenebilir.
İnsan tabiatında olan şeylerde Kuran hüküm serdetmez. “…ve bil valideyni ihsana” sürekli olarak Allah’a kullukta ara vermeden anne babaya ihsanı eşdeğer tutuyor. Ubudet, ihsan = civanmertlik. Ve bunu Allah’ı görüyor gibi yapmak gerkiyor.
İsra suresinde “… ve kada rabbuke” Rabb kelimesine raci şeyler bunlar. Hemen arkadan anneye babaya ihsan diyor. Ayette onlara teklifleri karşısında üff bile deme buyruldu. Bir şeyin azı memnu ise
- Sesini yükseltemezsin
- Üzerine yürüyemezsin
Bu adeta “ bana çok şey vermiştiniz, şimdi ise bunu iade ediyorum demek gibidir. Bu hususun ibadetin yanında gösterilmesi işin ciddiyetini gösteriyor.
Ahirette en yakın olanlar çok salat edenlerdir diyor resulüllah sav. Bununla onun şefaat alanı genişliyor. Bununla siz de kendinize bir zemin hazırlıyor ve bir yatırım yapıyorsunuz. Ayette Allah ve melekler s alatü selam ederler siz de buyruldu. Bununla varlığı korumak amaçlanıyor, şefaat yetkisi için bir genişleme var ve rasulun elimizden tutması için bir ünsiyet peydah olması sözkonusu. Bidiğiniz üzere namazda bile salat etmek sünnettir ve önemlidir.
Ramazan ayı sulltan olduğuna göre 11 de hademesi var demektir. Osmanlı’da ulufei şahane herkese eşit dağıtılıyordu. Adeta yağma. Alan alsın diyor. Ramazan ganimet ayı. Annesinin babasının kıymetini bilmişse, salat etmişse, ramazanı idrak etmişse Rivanül Hamd’in altında bulacaktır kendini.
İnsan bu idraki duyuyorsa düşünün bir kere altınlar saçılırken siz gidip bakırcılarda bakır topluorsunuz? İşte ramazanın derinliği insanın derinliğine bağlıdır. Kişi münafık değilse oruçtan ve teravihten nasibini alır. Kişi derinse bunu daha da ileri götürür. Hiç kimsenin ibadetini hafife almamak gerekir. Bizler şu anı yaşayan müslümanlar olarak talihsiz bir dönemin talihsiz müslümanlarıyız.
72
İmanın beslenme kaynakları gittikçe zayıfladı
Bu beslenme işi onun kaynağının durumuna bağlıdır. Aile cahil, çocuğuna hassas değil, sokak insafsız, cami şekilci formel olmuş, bir donukluk var ve formel yani şekilci müslüman tipine odaklanmış, onun iç hukukunu ihmal etmiş. Din hayatın her alanında olmalı. Sokakta elhamdülillah diyecek, allahü ekber deyecek, zıkka oynarken bismillah diyecek, aksırdığında elhamdülillah diyecek, kalşılaştığında selalmün aleyküm, ayrılırken yine selalmün aleyküm deyip daima Allah’ı hatırlatacak, okulda bismillahirarhmanirrahim diyecek, konferansta başlarken selam besmele ve kuran ile başlayacak ila ahir…
İşte beslenen kaynaklar kısırlaşmışsa açlığımız mukadder olacaktır. Aç olarak ise ramazan yaşanmaz. O halde formatlarla oynamak gerekiyor. Mesela teravihi hatimle kılmaya çalışmak olabilir. 2 ya da 4’teki şefte (ara) larda selatü selamu büyük bir iştiyakla okumak olabilir. İşin aslı o iki rekatı ne kadar zamanda kılıyorsanız arada da o kadar durmalısınız. Durunca hacet duası okuyabilirsiniz. Müslümanlara dua edin, müslümanlara karşı tavır alanları rüsvay et ya rabbi diye dua edebilirsiniz. Her gün bu duaları değiştirebilirsiniz. Böylece dolu dolu bir yaşam gerçekleşir ve bir tetiklenme hadisesi gerçekleşir. Akşam yorganı çekince bütün suçların ve ümmet için ağlamaya başlarsın artık. İşte bu bir canlılık getirir.
73
Niyetlere dikkat
Niyetlere çok dikkat etmek gerekir. Örneğin sahura kalıyorsunuz. Allah’ım senin için kalkıyorum diyebilirsiniz. Sen bana kalk dedin kalktım, ruku et dedin ettim, secde et dedin ettim demeli insan.. böylece 1’i 1 000 yapabiliriz. Teravih asla aradan çıkarılır gibi kılınmamalı. Şayet hızlı okunursa buna melekler bile şaşar. Bu arapça kelimelerden oluşmuş, deforme olmuş bir şeyler haline gelir. Kuran’ın üç okuma usulunden sonuncusu olan “hıdır” bile belli bir netliği içerir. Elbette uzun uzun döktürülmeyebilir fakat tane tane olmaktan asla uzak olmamalıdır. Peygamber efendimiz dahi tane tane okurdu.
İftar yaklaşınca baş dönüyor, bulanıyor. Tam bu zaaf anında dualar kabule daha yatkındır. Ümmetin sağlık ve selameti, iman selameti için dua ederek insan kendi derinliğini bu şekilde değerlendirebilir. Elbette ramazan saygısını herkesten bekleyemeyiz.
Gayzını yudumlayan bir insan adeta kaktüs yutar gibi karşılık vermeden, bazıları zalimce üzerine gelse de öfkelenmenizi baskı altına almalısınız. Aksi halde Hadis’teki “nice oruç tutanlar var ki açlığı yanına kar kalır” durumuna düşersiniz. Diğer taraftan yine bir başka hadiste “nice ayakta duran insanlar vardır ki beyhude uykusuz kalmışlardır ve kıyamda kalmışlardır.” Buyruldu.
Eğer zulme uğramışsanız elbette eşit bir mukabele hakkınız olabilir. Fakat sabrederseniz daha hayırlıdır buyruldu ayette. Ramazanı bu açıdan bir fırsat sayabiliriz.
Mevlana’ya bir adam gelerek kızıyor ve diyor ki: sen kafire de bağrını açıyormuşsun, ona da acıyormuşsun sen kafirmisin deyince mevlana diyor ki gel sana da kucağım açık diyor.
Bir papaz onu ziyarete geldiğinde ondan önce onun eline uzanarak bu ikramı ona bırakamam diyor.
Bütün bunlarla ehli iman muntazam bir ordu haline geçer. Böyle yüce bir kulluğa iştirak etmeyen insanlar insan ismine layık mıdırlar diye düşünmekten alamıyor insan kendini..
74
Tefekkür
Ramazan’a başladığımız gibi mi devam etmeliyiz yoksa ileride daha da mı ileri gitmeye çalışmalıyız? Allah’ a hamd olsun bizi kavuşturdu. Güne nasıl başlıyorsak öyle başlamalıyız. Selamın bereketinden de istifade gerek.
Peygamber efendimiz Allah ramazanın orucunu farz kıldı, ben de kıyamını sünnet kıldım buyuruyor. İlk gün hızlı girip 3 ve 4 gün azaltmak olmaz. Teravih ramazanın sünnetidir, orucun değil. İmkan bulan mutlaka kılmalıdır. Bu cemaatle olmalıdır. Evde de cemaat olabilir. Fakat cami cemaatini tutmaz. Misafiriniz varsa 20 veya 8 rekat da olsa kılınabilir.
Ancak aslolan hatimle kılınan namazdır ki hasiste en faziletli kuran okumanın namazda kıyamda okunan kuran olduğu buyrulduğu düşünülürse bunun önemi daha iyi anlaşılır.
Anne baba… evlada
Ramazan… ümmete
Efendimiz… alemlere rahmettir. Bu hiç bir mevsimde kaybolmayan bir devamlı rahmettir.
Cebrail geldiği bir vakitte efendimiz hutbede iken üç defa amin dediği duyuldu. Sonra sahabe sordu. Ya Resulullah neden üç defa amin dediniz deyince dedi ki, birinci de cebrail anne ve babası yanında yaşlandığı halde cennetlik olmayı beceremeyenin burnu sürtülsün dedi ben de amin dedim. İkinci de ramazana erişip de kendi amelindeki kusurdan dolayı affedilmeyi beceremeyenin de burnu sürtülsün dedi ben de amin dedim. Üçüncü de ise senin adın anıldığı bir yerde duyup da salat etmeyenin de burnu sürtülsün dedi ben de amin dedim buyurdu. Bütün bunlar kolay kazanılabilecek nimetler olup zayi edenleri tekdir içindir.
Ramazanı Kuran’ın o ayda inmiş olması taçlandırır.
Ramazanda nafilelere farz sevabı verilir. Farzlara da 70 farz sevaba çıkarılır. Allah verirse Allah’ca verir ve sınırı yoktur.
Normal günlerde 1’e 10
Recep’te 1’e 100
Şaban’da 1’e 300
Cuma’da 1’e 10 000
Kadir gecesinde 1’e 30 000 verilir.
Kuran ölçüdür, rehberdir, dengedir. Dünya ve ahiret iyi bir yol haritasıdır. Cennete cemalullaha ve Allah rızasına ulaştırır. Gece bir müslüman için vuslat zamanıdır. Kıyam zamanıdır. Tövbe zamanıdır. Dua zamanıdır.
Kuran hidayetin kaynağı olduğuna göre insanlığı hidayete açıyor denilebilir. Göklerin kapıları açılıyor ramazanda. Bunun bir diğer yorumu cennetin kapılarının açılmasıdır.
Bir hadisi şerifte Kuran Allah’ın size uzanan ipidir. Buyruldu. Bununla alayi illiyyune çıkabilirsiniz. Az uyku. Az ye. Az konuş. Böylece melekleşiyor insan. Amerika da yapılan bir araştırmada denekleri blok uyutmuşlar ve bir diğer denekleri de 4 saatte bir kaldırıp tekrar uyutmuşlar. Parçalı uyuyanların daha fazla uyku tatmini aldığı görülmüş.
Orucun bir de manevi boyutu var. Dil, kulak, akıl, göz de bu oruçtan nasibini almalı.
Ruhun orucu uzun emelli olmamaktır. Asıl gaye rızai ilahi olmalı. Dünya ve dünyada çok daha ileride yapılmak istenen insan ömrünü aşan şeylere fazla itibar edilmemeli. Bu plansız hareket etmek anlamına alınmamalıdır. Elbette bir insan da bir devlet de uzun vadeli planlar yapabilir. Fakat burada eleştirilen husus bu amaçların insanı işgal etmemesinin istenmesidir. Yani başarı güzel fakat başarıya kilitlenmek kötü eddedilmiştir. Diğer amaçlar bu amaçları izlemelidir.
Aklın orucu; heva ve hevesten uzak durmaktır.
Bedenin orucu; yeme ve içme ile cinsi münasebetten uzak durmaktır. Ağız ve beden orucu birlikte olursa bir kamil orucu olabilir. Böylece bayrama her türlü kirlerden arınmış olarak çıkabilir insan.
Oruç bizi tutmalı ve rızai ilahiye bağlamalıdır. Şayet yaşayan kuran olabilirsek biz oruca oruç bize tutunmuş demektir. Şayet bize ahlaki ve muhammedi güzellikler kazandırmıyorsa “nice oruç tutanlar var ki kazandığı bir açlıktan ibarettir” hadisine denk düşer.
Yazın meşakkat artınca elbette sevaplar da artıyor denilebilir. Günler uzun deyip fidye vermeye kalkanların hiç bir affı olamaz. Keyfi olarak dayanamıyorum demek olmaz. Allah’ın sadakaya ihtiyacı yoktur. aksine bizim oruca ihtiyacımız vardır. Bu durum sadece ayakta duramayacak kadar yaşlı piri faniler, emzikli bacılar, hastalar için geçerlidir. Bu ise İslam’ın cana verdiği önemi gösterir.
Yahudiler firavunun boğulduğu günde 1 güne indirdiler. Hırıstiyanlar ise önce 30 idi, sonra 40 sonra da 50 yaptılar fakat hiç birini tutmayıp 1 günlük perhize indirdiler. Perhiz ise oruç sayılmazdı. Bunlar ibadetin ya da vahyin insana uydurulduğu hastalıklardır. Bizim de benzer hastalıklardan şiddetle kaçınmamız gerekir. Örneğin her bidat bir sünneti yok eder. Bunun üzerinde düşünmeliyiz. Her şeyi kendimize uydurursak ortada din kalmaz.
Oruç 29 veya ayın durumuna göre 30 çeker. Bu asla değiştirilemez. Hac belli aylardadır. İbadetin şekli ve zamanı ve mekanı bellidir. Bunu Allah ve rasulu belirlemiş. Bir insan gücü zayıf diye fidye veremez. Bayram sevinç ve sürur günüdür, bir hediyedir. Onun orucu ise haramdır. Ramazanın ilk bayram günü ve 4 gün kurban bayramı oruç tutmak haramdır.
Namazın, orucun, haccın bir ruhu vardır. Namazın ruhu “HUŞU”dur. Müminun suresinde onlar ki namazda huşu içindedirler buyruldu. Kişi rabbinin huzurunda olduğunu düşünmelidir.
Oruçta ise sen ibadet halindesin, Allah huzurundasın demeli. Ruhu bu. Akşama kadar Allah ile berabersin diye düşünmeli. Böyle olursa toplumsal huzur da gelebilir belki.
Ramazan ayı kuran ayıdır. Nasıl bir ilişki olmalı aramızda. Hakkıyla ilişki nasıl olabilir.
Mukabele bir sünnettir. Her yıl ramazanda peygamber efendimizle cebrail aleyisselam karşılıklı okurlardı. Peygamberimizin okumasına “arz” denilir. Cebrailin okumasına ise “mukabele”denilirdi. Son yıl iki defa tekrar etmişlerdi.
Her mümin günde en az bir cüz okumalı. Okuması zayıfsa 6 sahife olumalı. Hiç okuma bilmeyen bir dede ya da nine her satırına bir ihlas okuyarak da olabilir. Gençlerin ise mutlaka öğrenmeye çalışmaları gerekir.
Her mümin günde en az bir cüz okumalı. Zamanı varsa tefsiri bir mealle götürürse daha güzel olur. İnsanın zamanım yok dememesi ve zamanı müsait hale getirmesi gerekir. Bir hadiste “ kim emri altında çalıştırdıklarına kolaylık gösterirse Allah da ona ahrette kolaylık gösterir ve cennetle müjdeler” buyruldu. Kuran altı cihetle ibadete vesile olur. Kuran’a bakmak, okumak, anlamak, yaşamak, anlatmak, ve nasıl yaşanacağını anlatmak birer ayrı ibadettir. Ancak manası tilavetinden evladır alimlere göre. Kuran ruzi mahşerde şefaatçi olacaktır. Kuran bir nurdur. Bu aydınlığı mümkünse sabahleyin almak uygun olur. Ancak günün her saati işte bile olsa boş bir zaman kuran için kaçırılmayacak bir fırsattır.
Bayan kardeşlerimiz de evlerde kuran sofraları kurabilir mukabele okuyabilirler. Kuranı kerim bize zaten evlerinizde kuran sofraları kurun diyor. Bir kimsenin mukabele takib yanında kendisinin tefekkür ederek bizatihi okuması daha makbuldür. Örneğin dükkanında kimse yoksa okuyabilir. Hiç de gösteriş olmaz. Burada şeytan alıkoymak için türlü yollara başvurur. Şeytan en büyük hilesini kuran okuyana yapar. Onun için ayette euzü besmele çekin buyruldu. Buna rağmen dikkatli olmak gerekir. Sevabın çok olduğu yerde şeytan çok dolaşır unutulmamalı.
Zamanı iyi tanzim etmeli. Zamanım yok mazeret olmaz. Lüzumluları koyup lüzumsuzları terk etmelidir. Müslüman batılıların dediği gibi “time is Money” “zaman paradır” demez. “time is all my life” der. Yani zaman benim bütün hayatımdır der. Buna göre hareket eder. Hadisi şerifte “bir insanın Müslümanlığının güzelliği maleyaniyi terkine göredir” buyruldu.
Demirin paslandığı gibi kalplerde paslanır. Onu cilalamak gerekir buyrulunca sahabe i kiram sordu. Kalplerin cilası nedir ya resulüllah dediler. O da cevaben kuran okumak ve ölümü hatırlamaktır buyurdu.
Ölümde dünya elinizden çıkacak ve ahreti nasıl kazanayım diyecek. İşte bu malayaniyi sıfırlıyor. Ölüm geldiğinde dünyayı sıfırlıyor. İman da yoksa ahret de sıfır demektir. Bu kişiye yazık değil mi?
Kuran Allah ile konuşmak demektir. Hadiste “Allah ile konuşmak isteyen kuran okusun. Allah’ın kendisi ile konuşmasını isteyen de namaz kılsın” buyrulmuştur. Allah ile konuşmaya çıkan oradan bir rahmet alacaktır kuşkusuz.
Bir mümin nisa 58 de belirtildiği üzere emaneti ehline vermeli adaleti sonra olmalı, nahl 90 da belirtildiği üzere de önce adalete sonra iyiliğe dikkat etmelidir. Bunlar da birer ahlak sayılır. Bu mesuliyet bizi öldürür. Düşünün bir kere dünyada bir millet ölüyor bir millet milyarlarca dolar savunma harcaması yapıyor ve israf diz boyu. Bunları, afrikadakileri ya da içimizde sesi çıkmayanları bulmak zorundayız. Hiç şansımız yok. Bir adam koridorda yürürken duvarda gürültü etmeyin yazıyormuş, adam gürültü ediyormuş. Biraz ilerde ayağınızı sürümeyin yazıyormuş, adam ayağını sürüyormuş. Fakat öyle bir yere gelmiş ki düşük bir kapının üstünde “başınızı eğiniz” yazıyormuş. Ve adam başını eğmiş…
Ramazan kuran o ayda indiği için sultan olmuş. İndiği gece de kadir olmuş. Sadece kuran okumak yetmez onu anlamak ve tefekkür etmeye çalışmak da gerekli. Elbette zihnin ve hayattan istifade onu anlamaya bağlı. Kuran, bilmiyorsanız onu bilenlere ehli zikre sorun diyor. Onu hayata taşımak, indirmek, mahallemizde, ticarethanemizde, komşularımızla ilişkilerimizde onu kullanmak zorundayız.
Hayatımızda yaşanan olmazsa olmaz ölçü bu olmalı. Sevap da böylece büyüyecektir inşallah. Bu ise bir şefaat edilme hakkı doğuracaktır. Adeta ilave bir kazanç.
Aksi halde gelir geçer bir parlayıp sönen bir çıkarcılık, bir sevap ticareti olur ki bu kalıcı bir etki yaratmaz hatta şefaat edilme şansı bile doğurmaz denilebilir. Demekki meseleyi bir yaşam biçimine dönüştürüp kişiliğe de dönüşmesini sağlamak ve bir HAL’’e çevirmek gerekiyor. İşte o zaman ben böyleyim diyebilirsiniz ki ihlas da tam bu noktada doğar. Aksi halde riyadan çıkarcılıktan kurtulamazsınız.
Kuran hale dönüştürülemezse, yürüyen kuran olunamazsa şimdi milyonlarca meal var fakat din hayata bir türlü geçmiyor? Demek ki sorun okumakta değil tefekkür ve yaşamakta görünüyor. İşte Allah için atlayacak civanmertlere ihtiyaç var. Allah da zaten kuran da cundullah (Allah’ın askerleri) ensarullah (Allahın yardımcıları) Hizbullah (Allah’ın tarafını tutanlar) derken bunu kastediyordu ve la ikrahe fiddin diyerek gönülsüzleri defediyordu.
“li yünzire men kane hayyen” diyerek hayattakileri uyarsın diye indi kuran diyerek ilan ediyordu amacını. Raflarda kılıflarda tozlansın ölülerde okunsun diye inmemişti. Bir partinin milletvekili namaz kıldığı halde “bu kuranı şimdi bu gelişme ve bu toplumda nasıl uygulayacaksın, uygulanamaz bu kuran” diyordu. Sakın sizi bu fikre destek verirken bulmayayım. İşte bu mushafa inanıp Allah’a, onun emrine, kuranın içine inanmamak değil miydi? Nerde kaldı iman? Cebine koy götür, denize at…
Aksi halde bizim ehli kitaptan farkımız ne olacak? Kuranı hayata taşımak gerek. Habele yukabele mukabele. Biz kuran ile ve Allah ile karşı karşıya olduğumuzu unutmamalıyız. Kuranı efendimizden, Cebrail’den dinliyor gibi dinlemeliyiz. Mütekellimi ezeliyi Cebrail Peygamberimize veriyor gibi dinlemeliyiz.
Namazda da efendimiz imam, bizler nefer gibi olursak ramazan bizi kurtarır. Oruçla ilgili ayette “…lalleküm tettkun” yani korusun kurtarsın diye farz kılındı denilmetedir.
Din, namaz ve oruç Allah’a ait bir projedir. Bize kalsaydı biz böyle bir şey ortaya koyamazdık. Peygamberin bile bu temellerde etkisi yok. Sadece dinin ruhunu bozmadan şari, zekatın oranı, namazın rekatı, sünnetleri gibi tali şeylerdir. Bunlar önemsiz demek istemiyoruz. Sadece asli şeyleri Cenab-ı Hak belirliyor diyoruz o kadar. Değilse kuranın insanı peygambere gönderdiği açıktır. Bu gönderme vazetmeden ziyade bir uygulamayı siz örnek alın ve izleyin diyedir. Bununla beraber bazı emir ve yasaklar koyma izni de verilmiştir elbette.
75
İnfak
Ramazan biraz da infaktır. Ya inanmayanlar için nedir ramazan? Acaba ne?
Efendimiz alemlere rahmettir. Müminlere rahmettir. Bunlar; iman, şefaat ve duası, hikmeti, temizlemesi sayılabilir.
Münafıklara da rahmettir; çünkü açığa çıkarılmalarına ve öldürülmelerine izin vermedi. Kafirlere rahmettir; zira azapları bu dünyaya taşınmadı. Herkes hürmeti kadar istifade edecek böylece.
Ramazan kimine rahmet kimine azap da olabilir kuşkusuz. Zira Ebu Bekir’e rahmet, Ebu Leheb’e azap oldu. Günümüzde modern ağzı aliyyül ağla laf yapan lehepler, cehiller yok mu? Sürüyle. Allah şerlerinden bizi ve neslimizi korusun. Bizler biraz dikkatliyiz belki fakat neslimiz internette ve sokakta yakışıklı şeytanlar tarafından iğfal ediliyor. Aile bilinçsiz ve zayıf, eğitim de meslek yerine kültür öne çıkmış ve aç, bilgi olmadığı gibi o bilginin ahlakı da verilmiyor. Kaldık çaresiz.. Çok gayret gerekiyor çok, çok… sitemizde bulunan “vahiy ve sünnette eğitim” adlı makalemizi okumanızı tavsiye ederiz.
Ramazanda bir insan kadir gecesini bile bile inkar etse, inanan 84 senelik sevabı kazanıyorsa o da 80 senelik azabı hak eder. Nitekim Mekke’de sevaplar da katlanır günahlar da. Bu yüzden sahabenin bir çoğu Mekke’yi bu yüzden terk etmiştir. Kadir gecesi saklanmıştır. Çünkü birileri rağbet ederken diğer bazıları ihmal edebilecektir veya isyan edenin de cezası artacaktı. Bu saklama her gecenin kadir gecesi bilinmesi yönüyle de gayret sağlamak için bir rahmettir. Bu geceler kendi gündüzlerine de bağlıdırlar. Bu yüzden bunların gündüzlerini de ihmal etmemek gerekiyor.
Bu geceler; gafletten, günahlardan, alıştığımız kötülüklerden, içki, zina, sigaradan kurtulmak için kesin kararların verilme zamanıdır. Örneğin biz sigarayı ramazanda bırakıp daha sonra bu bırakmayı uzatarak terkettik.
Kainat insan için yaratılmıştır. Her şey insana hizmet etmesi gerekirken bu dünyada dev dalgalar, tusunamiler insanın üstüne geliyor. İşte miraç gecesi, kadir gecesi ve ramazanla yukarıdan bir ip uzatılıyor adeta. Öyle ki ölmekle de kurtulamıyorsunuz. Din adeta intihardan bizi kurtarmak için gelmiştir diyebiliriz.
Yusuf aleyhisselam nasıl ki kendine kötülük yapan kardeşlerini affetti ve Allah’a yalvardı ise ramazan da diğer aylardaki suçların affına vesile olacaktır. Berat gecesinde olduğu gibi ramazanda da her gece affını isteyen yok mu? Diye ilan eder. Sahur bedenin gıdasıdır fakat seher ruhun gıdasıdır. Buradaki dua bu yüzden çok önemlidir.
Cenab-ı Allah bir memlekete bela dilemesine rağmen bu kararını
-benim evimi şenlendirenlere (camide ya da evde cemaat olanlar)
-benim rızam için birbirini sevenlere
-seher vakitlerinde istiğfar edenlere
Bakıp kararımı geri alıyorum diyor.
Teheccüt için sahura 15 dakika önce kalkmanız yeterli. 2, 4, 6,veya 8 rekat kılabilirsiniz. Bilindiği üzere gece namazı peygamber efendimize farz idi. Bize ise kuvvetli bir sünnettir. Gece ibadetine kalkan insan onun gündüzünde ferasetli olur, sözü etki eder. Bu yüzden tebliğci olan kardeşlerimizin bu namazı kılmaları uygun olur.
Yemeği yer yemez yatmamak gerek. Namazı beklemek, beklerken hadis ve dualarla dua etmek ve namaza cemaate gitmek uygun olur.
Ezan-ı Muhammedi gönül kapılarını açmağa yetebilir. Ezan her an Allah’ın hatırda kalmasını sağlıyor.
Allah ramazanın bereketinden varidatından hakkıyla istifade etmeyi nasip etsin.
79
ORUÇLA İLGİLİ MÜTEFERRİK KONULAR
81
Allah’a isyan. Ben kimim?
Hikayedir anlatılır. Cenab-ı Hak nefsi ilk yarattığında ona sordu: “Ben kimim?” Nefis cevap verdi: “Ben kimim?”. Bunun üzerine Allah’ü Teala onu 4000 sene aç susuz bıraktı ve tekrar sordu. “Ben kimim”. Bu sefer açlık ve susuzluktan bitab düşmüş, yerlerde sürünmekte olan nefis cevap verdi: “Ente Rabbi”= Sen Rabbimsin. İşte bunun için ayette oruç tutarsanız korunursunuz buyruldu. Yani Allah’a karşı gelmekten korunursunuz.
Eşek mi taşıyoruz, oruç mu tutuyoruz?
Bir derviş uzun bir yolculuk yapıyordu. Haftalarca yürüdükten sonra önünde tıpkı yüce bir dağ gibi dikilen dik bir tepeye denk geldi. Ellerini kaldırdı ve şöyle dua etti: “Ey Rabbim! Biliyorsun, senin aşkına seyahat etmekteyim. Her şeyin ve herkesin dizgini senin elindedir. Lütfen bana bu tepeyi aşmama yardım edecek bir eşek gönder.” (Bilenler derler ki; ihlâs ile aşkıyla hareket edersek, Allah (c.c) ihtiyaç duyduğumuzda bize yardım edecektir).
O anda bir anırma sesi duydu ve çalılıkların arasından bir eşek çıktı. Allah (c.c)’a bu yardımından dolayı şükretti ve tam eşeğe binmek üzereyken bir Arap atına binmiş bir haydut çıkageldi. Haydut iriyarı, zalim bakışlı, kalın bıyıklı, kaslı bir adamdı ve belinde bir pistol ile bir pala taşıyordu.
Haydut gürledi; “Aha! Bir derviş. Dervişlerden nefret ederim! Daima dürüstlükten, tevazudan ve başkalarına yardım etmekten söz edersiniz. Siz kim oluyorsunuz ki benim yaşam tarzımı eleştirmeye cüret ediyorsunuz? Ve işte bak! Kocaman bir adamsın küçücük bir eşeğe binmişsin. Aslında eşek senin sırtında olmalı. Evet, buldum! Yüklen eşeği sırtına.”
Derviş dehşet içinde hayduda baktı; “Eşeği sırtıma mı alayım?”
Haydut elini palasına attı. “Sana eşeği kaldır ve sırtına al dedim!”
Derviş çaresiz uydu bu emre. Sonra haydut gürledi: “Şimdi, eşeği tepeye kadar taşı.”
“Tepenin başına kadar mı?”
Haydut tekrar palasına uzandı; “Eşeği tepenin başına kadar taşı” diye emrini tekrarladı.
Derviş sırtında eşekle tepeye tırmanmaya başladı. Her geriye bakışında, haydutun eli palasında beklediğini gördü. Sonunda, harap bîtap düşen derviş tepenin zirvesine ulaştı. Eşeği yere indirdi ve ellerini tekrar semaya kaldırdı: “Ya Rab! Biliyorum sen her şeyi görüyorsun ve her şeyi biliyorsun!”
Tıpkı zavallı derviş gibi, büyük bir kısmımız sırtımızda eşeklerimizi taşıyoruz. Onları kendimiz için çalıştırmak yerine, nefsimiz için, benliğimiz için çalışıyoruz. Allah (c.c) nefsin bize bir vasıta olmasını diledi ve elbette ki bunu tersinden anlayan biziz; Allah (c.c) değil.
İşte bunu sağlıyacak olan en temel araç oruçtur. “Nefsini bilen, Rabbini bilir” buyruldu hadiste. Bu yüzden nefsi önce tanımak ve onun hastalıklarına ilaç olan orucu ona içirmek gerekiyor.
Kiminle aşşık atıyorsunuz? Emmare nefsin galib sureti
Mana âlemi itibarıyla nefs-i emmârenin tâğûtu, ahlak ve tabiatiyle yaşadığı hayvanın suretine dönüşür; maddi bedenin suretinin hakikatinden uzaklaşır.
Beyincik içerisindeki kirpi (1) suretinde nefsin istek ve arzularının = azimlerinin okları, fiile geçireceği azanın sinir sistemi içerisinde hükümran olmasıyla derhal kalb, kendisine has suretinden çıkar = lekelenir. Azasının işlemesiyle de ruh mesh olup, işlediği işi kendisine ğâlib olan hayvanın suretine dönüşür; gazab itibarıyla köpek = tazılaşır, (2) şehvet itibarıyla domuzlaşır. (3)
İsteğine kavuşması için nifak ve riya = gösteriş vasıfları yüzünden bukalemun (4) ve yahud da maymunlaşır (5) yahud da tilkileşir.
Bütün bunlarda gâlib gelmesi için, helal haram demeksizin mideye celbettiği gıdalar sebebiyle diliyle otları karıştırıp yiyen inek (6) suretine girer.
Şeytâniyye nefsi itibarıyla her bir an başka başka hayvan suretine girer. Bütün bunlarda maksadına ulaşmadığı zaman sırtlan = kaplanlaşır. (7) Hırs, hased ve ihtirasından dolayı kurt olur. (8) Faaliyetinde başarısız olursa akrebleşir; (9) kendi kendini sokar = intihar eder. Başarılı olduğu takdirde, bir taraftan karga ve papağan (10) gibi kendini temize çeker; kırkayak (11) gibi onunla göründüğü güzel ahlakla kamuflaj yapar ve zehirli yılan (12) gibi sokar.
Şeriatin = İslam dîninin aleyhine döndüğü için kırkayak gibi onunla göründüğü güzel ahlakla kamuflaj yapar; inkarını gizlemekte timsah (13) suretine dönüşür ve ahtapot gibi gayrın kanını emmek için ona yapışır.
Ve artık = «Ben» der; kendi kendine tapar yahud en çok korktuğu yahud en çok sevdiği gayrına tapar.[1]
83
Nefsini bilen Rabbini bilir
Nefsin son tahlildeki amacı ilahlık iddiasıdır. Hadisi şerifte “nefsini bilen Rabbini bilir” buyuruldu. Bu yüzden oruç nefsin belini kıran, eneyi yok ederek Rabbine yaklaştıran en önemli araçtır.
Müminde bu özelliklerin bir kısmı bulunur. Kafirde ise biraz daha fazlası bulunur. Mümin kalbe gelen bu istek ve arzuları dini emir ve telkinlerle (ve zikirle) karşı koyarak mücadele eder. Henüz temizleyemediği bazı nefsi özellikler dolayısıyla nefis şeytanla işbirliği yapar ve fiile dönüşür=günah. Çaresi de tevbedir. Tevbe ise insanı Nefsi levvame makamına iletir.
Nefsin son tahlildeki amacı ilahlık iddiasıdır. Hadisi şerifte “nefsini bilen Rabbini bilir” buyuruldu. Bu yüzden oruç nefsin belini kıran, eneyi yok ederek Rabbine yaklaştıran en önemli araçtır.
Nefsi tümden öldürmek de yanlıştır. Önemli olan onu ıslah etmek ve yararlı bir hale dönüştürmektir. Eğer bütünüyle ölürse çarpışılacak düşman da kalmayacak ve hayatın bir şeye rağmenle kazanılan mücadeleli rengi sona erecektir. Bu ise hayatı hem yavanlaştıracaktır ve hem de sevginin tezahürü için “senin için şunu yaptım” diye bir sevgi dili olmayacaktır. Yani bir miktar heyecan lezzet katacaktır hayata.
84
Ramazan, oruç, teravih hakkında biraz sohbet edelim.
Beşerin küçücük bir parçası üzerinde yaşadığı bu eşsiz kâinatı yaratan Allah Teâlânın yapılmasını kesin olarak emrettiği vazifelerde, insanların sayısız menfaatleri vardır. Oruç da Allah Teâlânın kesin emridir. Orucun farz kılınmasının hikmeti, her şeyden önce, oruç tutan kimsede takvanın tecelli etmesini sağlamasıdır. Takva, insanı meleklik derecesine yükseltir. Allah Teâlâya bağlılık melekesini gerçekleştirir. Kişiyi, nefsânî arzulara uyma hastalığından kurtarır.
“Nefis doyarsa aza acıkır ve nefs aç kalırsa, aza tok bulunur” denilmiştir. Azanın açlığı, layık olmayan işleri yapmağa amade olmasıdır. Azanın tokluğu ise, uygun olmayan işleri yapmamasıdır. Nefse istedikleri verildikçe, azgınlaşır, doyacak yerde daha da acıkır.
Ayette “…Çünkü nefs, Rabbimin merhameti olmadıkça, kötülüğü emreder…” buyruldu. Bu sebeple oruç, nefsi en mükemmel bir şekilde terbiye eder; azanın tok kalmasını sağlar.
Oruç, beden ve ruh için bulunmaz bir ilaçtır.
Oruç, zihni berraklaştırır. Oruçta, maddî ve manevî sabır gerçekleşir.
Oruçlunun uykusu ibadet, sükutu teşbihtir. Oruç tutan kimseye, salih amelinin mükâfatı kat kat verilir. Duası ise, Allah Teâlâ tarafından kabul edilir.
Her ibadette Marifetnâme’de yer alan aşağıdaki mısralar ne kadar düşündürücüdür:
“Nur ve zulmetten yoğurmuşlar seni, Canını nur anla, zulmet bu teni. Ten muradı, ekl-ü şürb ve milk-ü mal, Can temennası, cemâl-i Zü’l Celal.
La cerem, ednâ yeri ednâ sever, Yani, ten dünya ve can Mevla sever.
Ariyet gömlektir on günlük tenin / Besle canı, ariyet nendir Senin.”
Azanın acıkmaması, takvanın gerçekleşmesi, kat kat mükâfat alınması, duanın makbul olması, sabrın tecelli etmesi, riyadan, gösterişten uzak kalınması, maddî ve manevî hudutsuz faydaların sağlanması için emredilen oruç vazifesinin yerine getirilmesi gerekir.
Hem seven sevdiğine tabi olur. Onun emrini en üstün tutar. Ayette “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah’da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” diye boşuna buyrulmadı. Peygamberi sevmek de öyle. Onu sevmek, onun sünnetine yapışmakla olur. Fakiri acıyıp bir şey vermemek, karanlığı görüp bir şey yakmamak da ne demek? Sevmek bir eylemdir. Yoğun duygunun dürttüğü dans. Dans, sevginin dili. Aslında Beetoven, Mozart gibi dahilerin sevgi dili de kulaklarında bitiyor. Dede Efendi ve Itrı’ye ne demeli. Onlar kimsenin duymadıklarını duydular. Rahman’ın sevgi dilini onlar çözdüler ve insanlara elçilik ettiler. Vahyin bir başka tezahürü. Kalbden çıkan latifeler bazan dilde, bazen kulakta, bazen de el ve ayakların dansı olarak tezahür ediyor. Mevlana’nın dönerken derdi neydi? O bir aşk eri idi. Hem dili döktürüyordu, hem bedeni. Saçından tırnağa kadar her şeyini sarmıştı. Artık o bitmişti. İşte oruç size binecek bir burak sağlar. Onunla istediğiniz yere gider, Kabe’de namaz bile kılabilirsiniz.
Dervişin biri bir şeyi yesem mi? Yemesem mi? Diye tereddüt ederken yanında bulunan çocuk
Müdahale eder. Amca helal yedikten sonra istediğini ye, ne düşünüyorsun. Bu da var.
Yine riyaset yapan dervişin birinin canı lokantanın yanından geçerken bir şeyler çeker. Nefsiyle mücadele de etmektedir ve yememesi lazımdır. Ne yapayım derken bir kaç askerin başlarında bir çavuşla geçmekte olduğunu görür. Tamam şimdi ben bu çavuşa bir tokat atarsam askerler de seni döver sende gününü görürsün der. Gider çavuşun ensesine bir tokat atar. Askerler bunu yakalayıp dövmek isterlerken çavuş durun bir dakka der. Şöyle bir bakar, durumu anlar ve der ki, “ya hu seninki senden kebap istediyse sen benden ne istiyorsun”der. İçinden bir kazak çıkarır. O da riyaset yolundadır.
85
İbadette fayda sağlamak için iman gereklidir.
Burada şöyle bir soru akla gelebilir. İnançsız birisi de oruç tutarsa Allah’ın varlığına ulaşabilir mi? Burada bunu söylemek zor. İbadette istenen faydanın sağlanabilmesi için bir bilinç şarttır. Niyetin ihlası ise bu faydayı iyice artırır. Onlar ki namazlarının farkında değillerdir ayeti ile bilincin önemine işaret edilmiştir. Fakat nefis terbiyesi anlamında kişinin kendine oruç dahil bazı zorluklar uygulaması ile bazı olağanüstü hallere vakıf olması mümkündür. Nitekim İslam’a zarar veren bir müşriki öldürmeye giden sahabe, bahçe kapısından seslenerek müşriki çağırmış, müşrik de balkona çıkarak ona elinde kılınç olduğunu, kendisini de öldürmeye geldiğini söyleyerek inmek istememiştir. Bu müşrikin nefsine açlık ve ağır işlemler uygulayan biri olduğu ifade edilmektedir. Buradan bizim çıkardığımız sonuç, kalpte bir inanç olmalı ki, bu oruçla istenen kıvama getirilebilsin. Nitekim sakat da olsa Hırıstiyanlar’da ve Yahudiler’de bir inanç vardır ve oruçlarının bu inancı kuvvetlendirmesi umulur. Ancak inançtaki sakatlığı, aklın yapacağı bir araştırma ve akabindeki bir düzeltmenin düzelteceği umut edilir.
Bu konuya benzeyen başka bir örnek de şudur. Bir Yahudi, Peygamber Efendimize gelerek inanmadığı halde zekat verirse kendi malının da korunup korunmayacağını sormuş ve korunur cevabını alınca zekat vermeye başlamıştır. Fakat bir zaman sonra koyun sürüsü çalınınca hemen Peygamber Efendimize koşarak gelir ve bu durumu şikayet eder. Peygamber efendimiz gayet sakin, “sürün filanca yerde git al der”.
İyilik olarak her kim ne yaparsa inançsız da olsa karşılığını görür. Malında bir artış, kendisinin ve evladının kazadan korunması, işlerinde bir kolaylık olarak mutlaka yansır. Fakat ahiret azabına çare olmaz.
86
Uzak doğunun nefis terbiyesi
Uzak doğu ülkelerinde uygulanan bazı meditasyon uygulamaları bir düşünce ıslahı olarak karşımıza çıkmaktadır. O ülkelerde uygulanan bazı dini uygulamalar da genellikle iyi ahlak üzerine kurgular içermekte ve sporundan -yoga ve benzeri- zihin çalışmasına kadar bir çok yöntem önermektedir. Cenab-ı Hak her ümmete bir peygamber gönderdiğini ifade etmektedir. Bugün Buda’nın kitab verilmemiş bir peygamber de (nebi) olabileceği şüpheli de olsa ifade edilmektedir. Ancak tarih içinde kirlenmiş olan bu fikirlere baktığımızda temelde bir Allah İnancının varlığı görülecektir. Tevhid olarak bozularak şirke dönüşmüş, ancak, ahlak olarak toplumsal etkisini sürdürmektedir. Sokrates’in de Yunanlıların tanrılarına küfrettiği ve bu yüzden idam edildiği düşünülürse onun da müslüman bir alim olabileceği kanaati hasıl olmaktadır. Kuranı Kerim’de geçen Hz. İbrahim Aleyhisseelam’ın hikayesi, yani önce yıldızları sonra ayı sonrada güneşi tanrı sanması ve en sonunda da onu da batıyor diye reddetmesi dinin ulaşmadığı bir yerde insanın Aklı ile Allah’ı bulabilecek olduğunu, sorumluluğunun bu olduğunu göstermektedir.
87
Oruç Evrensel Bir İbadettir. Yahudi ve Hırıstiyanların orucu
Oruç ibadeti insanlık tarihi kadar eskidir. Yüce Allah, “Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı” ayeti ile orucun Hz. Âdem’den Hz. Muhammed (s.a.s.)’e kadar bütün insanlara farz kılındığını bildirmektedir.
Tabiîn müfessirlerinden Katâde b. Dâime, Allah’ın önceki toplumlara farz kıldığı orucun Ramazan orucu olduğunu söylemiştir (Yahudiler, Ramazan orucunu terk etmişler, yerine yılda bir gün oruç tutmaya başlamışlardır (Taberi). Orucu damardan gelen süt ürünlerini yememek fakat başka şeyleri tüketmek şekinde bir perhiz uygulaması olarak başlatmışlar ve bunu da İsrail oğullarının firavundan kurtuluş gününe denk getirmek istemişlerde de bu da olmamıştır. Çünkü o gün farklıdır ve 10 Muharremdir.
Hıristiyanlar ise sıcak sebebiyle orucu bahar mevsimine almışlar, bu değişimin keffareti olarak 10 gün ilave yapmışlardır. Daha sonra salgın hastalık nedeniyle 10 gün daha ilave ederek orucu 50 güne çıkarmışlardır (Taberi,Yazır Hamdi). Onlar yer yatarlar, biz ise sahur yaparız (Hadis) fakat onlarda 1 güne indirmişlerdir.
Farzı bırakıp sünnete koşanlar?
Bazı kardeşlerimiz farz olan Ramazan orucunu tutmayıp sünnet olan muharrem ve aşura oruçlarını tutarlar ve tutarken de Hüseyin Efendimizin Kerbela’da susuz kalmasının hürmetine su içmeyip onun yerine sulu başka gıdaları tüketirler. Hz Ali namaz kılmış ve Ramazan orucunu tutmuştur. Fakat onlar ne farz olan namazı kılarlar ne de ramazan orucunu tutarlar. İçlerinde belli bir kısım namaz kılar oruç tutar, bazıları Hızır orucu (şubat 13-14-15) ve Ramazanda son on gününde 3 – 10 gün oruç tutarlar. İşte bu kardeşlerimizin de sorgulama yapmaları ve ana baba öğretilerinden kurtulup fikrin orijinaline yönelmeleri gerektiğini düşünüyoruz.
Sevgi diline bir bakalım. Siz ne yapıyorsunuz sevdikleriniz için? Sheakspear bir diyaloğunda şöyle konuşturur oyuncuyu. “karının senin için yaptığı fedakarlığa bak!” = sevgi dili. Bizim orda da (Kırşehir’de) bir laf var “kuru kuru kurbanın olayım, yaş yaş gadan alayım” derler. Yani nasıl bir sevgi ki hiç bir işe yaramıyor? Her ne seviyorsanız, sevenlere duyurulur…
88
Vahiy mi önce, mutluluk mu önce? İbadete bakış açısı..
Mutluluk ve huzur başta gelir ve önemlidir. Her şeyin üstünde tevhid vardır. Onun için tevhidin yükselmesine gayret etmek gerekir. Mutluluğu öne alırsak mutlu olmak için içki içmeye de başlayabilirsiniz. O yüzden iman ve ahlak önce gelmelidir. Mutluluk arkadan gelmeli bana göre. Mutlu olmaya çalışan bana göre bencilleşmiş, ferdileşmiştir. Ayrıca haz alma ile gerçek mutluluğu da ayırmak gerekir. İnsan ancak Allah’ı anmakla mutmain olabilir(Ayet). Doğrular için çalışan sonunda mutlu da olur. Örneğin mutlu olmak için namaz kılanın Allah’tan alabileceği hiç bir şey yoktur. Fakat Allah deyip de seccadeye düşenin namaz sonundaki mutluluğunu hiç bir alet ölçemez. Vahiy için çalışanlar, o uğurda ölenler mutluluk mu düşündüler? Ama onların ahiretleri emindir inşaallah. Peygamber efendimiz Kabe’de namaz kılarken üstüne işkembe atılınca Peygamber efendimizin kızı Fatıma ağlıyor. Ona diyor ki, “korkma kızım, Allah sevdiklerini terk etmeyecektir” Allah c.c “İki emanı birlikte vermem” diyor. Dünyasından emin olanı ahirette azaba düçar ederim. Dünyadayken ahiretinden korkanı ahirette emin kılarım buyuruyor. Sonucu başa koyanlara duyurulur.
Bir Avrupalı yazar şöyle diyordu. “Ben müslümanlara baktım elli yıl müslüman olmadım. Fakat Kuran’a baktım bir gecede müslüman oldum” Bizim üzerinde durduğumuz husus fikirler ve bu fikirlerdeki referans verilen orjinal fikirlerin dışındaki sapmalardır. Yani tevhid ve bundan sapmalardır. Bunu benim yaşayışıma emsal tutmuyorum. Yaşantım tam uygun olmayabilir veya yorumumda yanılabilirim de. Fakat fikrin orijinali olan Kuran ve Sünnete kıyas ediyorum. Kişiyi onunla ölçüyorum. Çünkü miheng taşı bunlar. Fikrin kazığı.
Biz her namazımızda kafirlere de iman nasib et ya Rabbi diye dua ederiz. Farz ile sünnetin durumu, gerçek bir mersedes araba ile oyuncak bir mersedes araba arasındaki fark gibidir. Şeytanın en büyük tuzaklarından birisi de, kişiyi farzdan alıkoyup sünnetle uğraştırmasıdır.
Hırıstiyanlıkta da bozuk din, fıtrata uygun olmayan şeyler söylediği için tatmin vermemekte ve terkedilmektedir. Alternatif de sunulamayınca şeytanın kucağına düşülmektedir. İngiltere’de bir yıl geçiren bilgili ve kavi iman sahibi bir abimiz, bunların çoğunun şeytana taptığı kanaatine vardım demişti. Hırıstiyanlık ilme ve olumlu her şeye karşı çıkmış ve sonunda reddedilerek laikliğe yol açmıştır. Bugün Fransa’nın yarısı ateizmin kucağına itilmiştir. dinde zannederek laikliğe sarıldılar. Bir batılı alim, müslümanlara baktım elli sene müslüman olmadım. Kuran’a baktım bir gecede müslüman oldum diyor.
Üç tür insan var. Birincisi insanlara bakıp da fikrini oluşturan insan. Bunun baktığı kişi iyi ise kişi de iyi olur. Kötüyse kötü olur. İkinci tip insan, olaylara bakan insandır. Kişi olayı iyi yorumlarsa kişi iyi olur, kötü yorumlarsa kötü olur. Üçüncü tip bir insan da vardır ki, fikirlerin orjinaline bakar ve aklı ile kıyas yaparak doğruyu bulur. Çünkü doğru fikir, ön yargılarınızdan arınmışsanız yani bir anlama probleminiz yoksa, aklı selimin sağduyusu ile serbest bir tartışma ortamında iseniz doğru, daima üstün gelir. O yüzden aidiyet denen bir partiye üye olarak haşa Allah’tan ve adaletten daha çok sevme, bir takımı fanatik olarak tutma, bir şeyi çok sevmek gibi, bir kalbde iki şey olamayacağı için kişiyi sevdiğinin dışındakilere karşı köreltir ve sağduyudan uzaklaştırır = ön yargı. İslam’da ise her sevginin Allah sevgisinin içine girmesi, onunla birlikte değerlendirilmesi şartı vardır. Bu yüzden Allah adı anılmadan söylenen her şunu sevdim bunu sevdim lafları eninde sonunda şirke kadar gider. Dikkat…
89
İlmi siyaset
Adamın biri medresede ders görür ve icazetini alır. Fakat ilmi siyasete gerek görmez ve hocasını dinlemez. Sonra memleketine doğru yola koyulur. Mola verdiği bir kasabada vaaz veren kişinin vahye aykırı şeyler söylediğini görünce dayanamaz ve bağırır. “Sen yanlış ve yalan şeyler söylüyorsun” deyince, halk, “bizim hocamıza nasıl hakaret edersin” diye bunu bir güzel pataklarlar. Bizimki tekrar geri döner “hele hocam anlat su ilmi siyaseti” der ve tedrisata devam eder. Onu da bitirdikten sonra tekrar memleketine doğru yola çıkar ve aynı yere uğrayınca, aynı adamı tekrar o eski yanlış şeyleri söylerken bulur. Bu kez şöyle der. “Ey cemaat, bu sizin hocanız var ya, çok değerli bir adamdır. Bunun bir kılı bile mübarektir” der ve adamdan bir kıl koparır. Bunu duyup gören cemaat hocanın üzerine çullanır ve her tarafını bir kıl alabilmek için yolar.
İşte ilmi siyaset böyle bir şey. Siyasetçilerden, evde kadının kocasına yapacağı siyasete kadar her alanda kullanılabilir bir şeydir. Kişinin adını kullanmazsınız fakat yaptıkları ile alay hatta hakaret bile edebilirsiniz. Bu işler akıllı insanların işidir. Güzel ve yumuşak konuşmak kadar teknik konuşmak da önemlidir.
Edeb bilmeyen bir şeriatçının yolda giden pantolon giymiş biraz açık bir kıza “utanmıyor musun her tarafın oynuyor kendini teşhir ediyorsun erkekleri baştan çıkarıyorsun” demesinin hiç bir yararı olmadığı gibi kişiyi dinden de soğutur. Halbuki “afedersiniz, biraz daha kapalı bir şeyler giyseydiniz size daha çok yakışırdı” demesi bir ilmi siyasettir ve iyi netice verir, kişiyi küstürmez, iyi netice verir.
Evde kadının eve geç gelen eşine doğrudan, “çocuklarınla ilgilen, ne yaparsan yap” demesi olumsuz, “hayatım çocukların biraz daha fazla ilgiye ihtiyaçları var. Onlara biraz daha fazla zaman ayırmaya çalışabilirsen iyi olur” demesi olumlu etki yapar.
Hürrem Sultan, Sultan Süleyman’ın oğlunun ona isyan etmesi üzerine onu idam etmek isteyince kocasına “ Yüksek ruhlarda kin barınmaz. Sen yüksek ruhlu bir insansın oğlunu affet” demiş ve netice almıştır. Aslında herkesin buna öyle çok ihtiyacı var ki, anlatmakla bitmez…aile içi iletişimden dini tebliğ yöntemine kadar her alanda kullanılması gereken bir jokerdir.
Bir gün iki genç yoldaki merdivenlerde bira içiyordu. Bir şeyler söylemem lazımdı ama nasıl? Şöyle yaptım. Ya çocuklar ne güzel sohbet ediyorsunuz? Ben de size katılabilir miyim? Dedim, ve yanlarına yere oturdum. Okul anılarından bahsediyorlardı. Biraz onları dinledim, biraz da ben anlattım. Geçenler arasında bizim komşular da vardı ve bir bira şişesine, bir bana bakıyorlardı ve edebinden bir şey de diyemeden devam edip gidiyorlardı. Ben bira konusunda hiçbir şey söylemedim, fakat çocuklar genel olarak konuşmamdan bir şeyler anladılar. İçlerinden birisi çaktırmadan bira şişelerini saklamaya çalıştı. Ben hiçbir şey söylemeden çocukların söylediği şey “abi biz bir daha içki içmeyeceğiz” oldu.
Cenab-ı Hak, Musa Aleyhisselama, Firavuna bile “git ve ona yumuşak söz söyle, belki kalbi yumuşar ve doru yolu bulur” dedi. Durum böyleyken bir Müslüman, yumuşak konuşulmayı hak etmez olur mu? Hadisi şerifte “ rızıklar dağıtıldığı gibi, ahlak da dağıtıldı” buyruldu. Bu yüzden çok telaş etmemek ve zaman ve duaya da pay ayırmak gerekiyor. Ben ayyaşın birinin talebi üzerine ona önemli bir harçlık vermiştim. Etrafımdaki beyler hemen “ o ayyaşın teki, verdiğini içkiye verecek” deyip beni caydırmak istediler. Ben itiraz ettim ve dedim ki, Allah onun her halde rızkını kesmezken siz nasıl oluyor da kesmeye kalkıyorsunuz?” dedim. O adamın bu işten büyük bir gurur duyduğuna hatta içkiyi bırakmak için çaba göstereceğine eminim.
Ayyaşın biri kafayı bulunca elindeki sazla bir dervişin kafayı yarar. Saz da kırılmıştır bu arada. Derviş ertesi gün ayyaşı ayık halinde ziyaret eder ve der ki, “senin sazın benim kafada yarıldı. Şununla kendine yeni bir saz al” der. Zulüm yapan değil ama kendi halinde günahını kabul edip biraz batakta olanlarla, onun günahından bahsetmeden sohbet etmek, ona günahın içindeyken değer vermek çok hoşuma gider. Hep olumlu neticeler de almışımdır. Bir adama doğrudan din adına saldırmak ve hakaret etmek şeriatçıların işidir. Onlar din adına dinin ……. ederler.
Dört kişi abdest alıyormuş. Birincinin ensesine bir tokat vurmuşlar, o da hemen dönüp tokat atana bir tokat da o atmış. Demişler ki bu şeriat ehli. Sonra ikinci abdest alanın ensesine bir tokat atmışlar. O şöyle düşünmüş. Bu tokat Allah’tan gelmeye Allah’tan geldi, fakat kimi vesile kıldı acaba demiş ve tokat atana dönüp şöyle bir bakmış o kadar. Demişler ki bu tarikat ehli. Üçüncü abdest alana da bir tokat atılınca, o da şöyle düşünmüş. Demiş ki, bu Allah’tan gelmeye Allah’tan geldi. Kimi vesile kıldığının da bir önemi yok demiş ve abdestini almaya devam etmiş. Demişler ki bu da hakikat ehli. Dördüncü ise marifet ehli imiş ama onun ne yaptığını gerçekten bilmiyorum. Bunu size havale ederim.
Daireye yanıma ayağı çarıklı bir adam garib garib gelse, o adamın olmaz işini oldurmaya çalışırım. Bu iş bana o kadar sevimli gelir. Kim ve nereli olursa olsun. Kelli felli, makam ya da paralı biri gelirse işinin adil olup olmadığından kıyas alırım o kadar. Öbürünün üşüdüğü, berikinin kürkte ısındı aklıma gelir. Allah bile öyle kimseleri söyledikleri olmadık şeylerde haklı çıkarır ki bunu kimse bilmez. Sabreden, namaz kılan fakir, Allah’a daha sevimli gelir ve cennete onları zenginlerden 500 sene evvel sokar. Onun için siz de öyle yapın. Önce herkese, sakata, fakire, sıkıntıda olana, hamileye, çirkine dua etmekle işe başlayın.
İki kör dolma yiyormuş. Biri demiş ki “dolmayı ikişer ikişer yeme” demiş. Öbürü demiş ki, “ulan sen kör ben kör nereden biliyorsun benim iki,şer yediğimi” demiş. Öbürü demiş ki, “ben çift çift yiyorum da ordan biliyorum” demiş. Onun gibi ben de kendimden biliyorum.
İstanbul’da Tophanede, çalıştığım işyerinin beşinci katında yemekhanede yemek kuyruğundayken yan taraftaki kilisenin tepesine bir martı sıkışmış çıkamıyordu. Arkadaşlara bunu söyledim şunu haber verelim dedim. Kimse oralı olmadı. Kendim kiliseye gittim, kilise kapalıydı. Ertesi gün hayvan aynı yerde çırpınıyordu. Bu kez kilisenin bahçesine girdim. Kimse yoktu. Kimseye sesimi duyuramadım. Üçüncü gün o hayvan orada ölmüştü. Çok üzüldüm. Ankara’ya dönüşte rüyama girdi. Çok suya yanmış bir haldeyken kalkıp su içmeye giderken bana su içirdi ve ben geri döndüm. Daha sonra gagasıyla bağırsaklarımdan günahlarımı tek tek çıkarmaya başladı. Bu işlem günlerce sürdü. Bunu ayni olarak yaşıyordum. O zamanlar Rahmetli Necip Fazıl gibi yeni tevbekar olmuştum ve levvame makamında olduğumu müşahede ediyordum.
Aklına tapanlara her şey ve ahret sürpriz olur fakat tepenin arkasındaki askerlere inananlar tedbir alır hazırlanır, mevki tutar ve onların savaşı kazanacağı umulur. “Din merhamettir”(hadis)deki esas, dışarıya merhamet duymaktır. Eş, evlat ve yakınların sevgisi zaten verilmiş ki merhamet ediyorsun. Sevgi verilmeyen, dışarıdaki çirkine, tanımadıklarına, sakata, acize, yoldan geçen herkese, hele sana ters bir şey söylemişse, ona da dua et de göreyim. Bakın aşık (Erzurumlu Alvarlı Efe) ne diyor.
Aşık der incidenden
İncinme incidenden
Kemalde noksan imiş
İncinen incidenden
Vermeyene vermek, gelmeyene gelmek, hoş görmek.. nefsin biraz kemale yaklaşması zaviyeyi nasıl değiştiriyor. Abdest alanlar gibi… Ufak bir pürüz şu ki, bir tokat yiyince öbür yanağını çevirmek yok İslamda. İki hikaye buraya yakışır. Biri bir Yahudi’nin duası; ya Rabbi biri beni kandırırsa onun belasını ver. Biri beni iki kez kandırırsa hem benim hem onun belasını ver. Biri beni üç kez kandırırsa yalnız benim belamı ver demiş.
Müslüman hikayesi de şöyle; bir Müslüman bir delikten iki kez ısırılmaz. Bir başka hikaye ise şöyle; dervişin biri eline bir testi su alır ve cehennemi söndürmeye yola koyulur. Derken bir melek elinde bir kamçı ile karşısına çıkar ve sorgusuz sualsiz şaklatır dervişe kamçıyı. Derviş yandım anam der. Ne oldu, ne yaptım ben sana dediyse de bir kamçı daha, arkasından bir kamçı daha deyince derviş dayanamaz ve geri dönüp, yaşasın zalimler için cehennem der. İşte zalime acımıyorsanız mesele yok. Gerçi onu bile zulmünden alıkoymak da vardır dolaylı olarak.
Konudan konuya geçiyoruz fakat merhametle ilgili olarak şunu da belirtelim. Allah’ın kanunları hep merhamet doludur fakat zalime değil, mazlumadır. Allah’ın asıl amacı, çoğunluğu düşünmek, hayatı sağlıklı devam ettirmektir. İşte birini diğerine rızık yapmak hayvanların, kısasa kısas insanların dengesidir. Öğrenci arkadaşından dayağı yer, öğretmene şikayet eder. O da sen de onu dövseydin ya der. Meşru müdafa hali neden ceza almaz? Çünkü bal gibi kısasa kısastır aslında. Adam seni vursun, sen daha sonra şikayet etsene. Eline tabancayı alan önüne geleni vursun, sen onu affedip hafifce geçiştir. Onu gören yenileri devreye girsin. Toplumun … öğrensin. Bu nasıl merhamet.
Batının fikirlerinin mihenk taşları sakattır. Alırken sorgulamak ve farklılıklarını gündeme getirmek gerekir. Zaten onlar belli farklılıkları kabul de ediyor ve zenginlik sayıyorlar. Fakat nazarımızda putlaşan batıya yaranma isteği, dindeki tam teslimiyet gibi, hadisi şerifte zikredilen kelerin girdiği delikten girdiği gibi sizde girerek onları taklit edip benzeyeceksiniz öngörüsüyle uyumlaşmaktadır.
93
İslam bir yaşam biçimidir
Halbuki İslam bir yaşam biçimidir, bir hayat anlayışıdır. Hem tevhidi esas alır hem dünyevi emirler serdeder. İnsanlar ibadetini alır, dünyama karışmasın der. Bunu, dinle iktidar mücadelesi yapan devlet istemiştir ve insanları da buna inandırmıştır. Bunu doğrudan İslam kelimesi ile yapamaz fakat ad takar ve şeriat der, irtica der v.s. Bunu ancak akıllı, ferasetli, tam teslim olmuş cesaretliler anlar. Bu, yukarıda söylediğimiz gibi cevizin içi yoktur demeye benziyor. Bu yüzden Allah da bu yarım imanı, içi boş imanı değerlendirecektir. Halbuki ben hem emre teslim olmuşumdur ve hem de hikmetini öğrenmişimdir ve böylece Allah’ın bütün hükümlerine, bu arada özellikle kısasa kısasa aşığımdır. Kırk kişiyi öldürmek var mı? Eline tabancayı alan bi tane de ben vurayım diyor. Korku yok. Halbuki vururken kendisinin de öldürüleceğini bilse, eli titrer, altına yapar, maazallah. Böylece sokaktaki masumları korumuş olursunuz. Adalet de yerine gelir, herkes rahatlar. Kan davaları sürmez. Çünkü gereği yapılmıştır ya da diyeti ödenmiş veya kişinin kendisi veya takını affetmiştir vesselam. İlahi yasalar da böyledir. Çoğunluğu koru. Kötüyü haksızı feda et. Otları bile ayıklarken kötü otları ihtiyacın olan sebze meyve için temizliyorsun. Hani merhametliydin o otlara da yaşama şansı versene..
93
Fikir zamanla eskimez, çünkü insan aynı insandır. Akıl vahye muhtaçdır.
Yukarıda söylediğimiz gibi Batı, ölen ölmüş der, zalimi korumaya kalkar, bu yüzden onu gören yeni yeni katiller işbaşına geçer, sayıları çoğalır, suç istatistikleri yapmaya, bunu toplumsal sorunlara bağlamaya kalkarlar. Modern görünüp ne kadar ilkellik! Bir aptala zeki ismi vermekle zeki olmaz. Avrupa modernim derken ben onun şapşallığını anlıyorum o kadar.
Akıl daima vahye muhtaçtır. Deneme yanılma yoluyla bazı şeyleri bulabilir fakat ideali bulamaz. Kuran’da hz. İbrahimin aklı ile Allah’ı bulduğu anlatılır. Bu dinin ulaşmadığı bir yerdeki asgari sorumluluğu ifade eder. Kitablar ve peygamberler ise bunun üstü için gönderilmişlerdir. Onların 1400 sene önce gelmesi onun hükümlerinin eskidiği, geri olduğu anlamına gelmez. Kuran her yüzyıla hitab eden, buna göre özellikle müteşabih ayetleri ile yoruma açık hükümleri olan bir ilahi kitabdır. Arabanın yapıcı firması kullanım kılavuzu koyuyor ve sen ona uyuyorsun da Allah yarattığı kullarına da kitabla kullanım kılavuzu göndermiş ona neden uymuyorsun? Araba eskise de aynı kılavuz geçerli de bu kitab neden hala geçerli olmasın.
Hükümlerin yararını herkesle tartışırız. Ancak bunlar eski demek aptalcadır ve belden aşağı vurmak anlamı taşır. Ancak içtihat kapısı açıktır fikrini savunmak uygun bir çözüm olmalıdır bu noktada. İnsan 1400 sene önceki aynı insandır. İnsanın fiziki ve ruhsal yapısında, evlenmesinde hiç bir değişiklik yoktur. Şimdi biraz daha şehirlerde yaşamakta, teknolojiden kolaylık olarak istifade etmekte, deveyle gideceği yere uçakla kısa sürede gitmekte, araba kullanmakta, kolay haberleşmekte o kadar. Diğer her şeyi aynı. Hatta bu yüzden daha bencilleşmiş, bireyselleşmiş, kendini düşünür hale gelmiş, kanaati unutmuş, erdemlerden uzaklaşmış, içki ve uyuşturucunun pençesine düşmüş ve mutlu olamamıştır.
Araştırmalarla gelişmiş ülkelerdeki halkın (Amerika) yüzde yetmişinin mutlu olmadığı tesbit edilmiştir. Demek ki madde ile mutluluk her zaman aynı göstergeyi göstermiyor. Karnı doyduktan sonra ahlak üzere olabilmesini istemelidir. Bu da ahlak prensibleri ile sağlanır. Bunu da din önerir ve ahiret ve Allah korkusu gibi mihenk taşlarına bağlar. Daha olmadı had cezaları koyar vurur kırbacı. Parayla kurtuluş yoktur. Onu canında hissetmeli ve bir daha yapmamalıdır.
Kişinin mutlaka bir veya birkaç putu daima vardır. Tek mabud Allah dururken ticarete, paraya, çok sevme adına kadına, makamı etkili görüp makama tapma, korktuğu veya çok çok sevdiği bir şeye tapma zaten nefsin temel “ene” özelliklerindendir. İşte bu tapmayı Allah’a yönlendirirseniz hem rahat edersiniz ki bu bir hürriyettir, hem de dünya ahiret kurtulursunuz. İnsan taptığının esiridir, nasıl kurtulsun ki? Allah nefsinin hevasına tapanı gördün mü demektedir ayette. Aynı tesbit..
94
Ramazan Orucu; Gelenek olarak mı tutuyoruz? Yoksa Allah emrettiği için mi? Dikkat.
Günümüzde orucun gelenekselleştiği konusunda ciddi kuşkular var. Kişi namaz kılmaz zekat vermez gider oruç tutar. Farz namazı kılmaz gider sünnet olan teravih namazını kılar. İnsan davranışlarını analiz etmek çok zor. Onun nedenini niçinini anlamak, davranışının mihenginde ne var onu keşfetmek kolay değildir. Bazen bilinç altında saklı duran davranış müşevvikleri de araştırılmağa değer bulunmalıdır. Herkese bir psikolog bulamayacağımıza göre bu sorgulamayı kişinin kendisi yapmalıdır. Acaba herkes oruç tutuyor bende onun için mi oruç tutuyorum? Bana bir şey derler diye korktuğum için mi oruç tutuyorum? Takiyye. Toplumdan mı çekiniyorum acaba? Yoksa oruç bedene faydalı, kilo verdirir diyorlar, kilo vermek için mi oruç tutuyorum? gibi sorgulama yapılmalı ve cevabı verilmelidir. İşte isyan burada faydalı sonuç verir. “Hayır! Ben, Allah’ım bana emretti, bu emrine uymak onun rızasını kazanmak ve karşılığını yalnız ondan beklemek için oruç tutmalıyım” demelidir. Bunun için sonuçlardan hareket etmek de aynı faydayı sağlar. Nedenini ortaya koyamaz belki ama pislikleri temizler gider. Bir masada görülmeyen kirlerde gitsin diye her tarafını temizlemeye benzer. O da: ihlasla niyet tekrarıdır. “Ya Rabbi, ben yalnız senin rızanı gözeterek oruç tutuyorum. Senin emrin olduğu için oruç tutuyorum. Bana kolaylaştır ve benden kabul et” demelidir.
95
Oruç tutmayana müdahale doğru mu?
Oruç ibadeti gizli yapılan bir ibadet olmasına rağmen, toplum içinde açıktan yenilmesi oruç tutanları rahatsız eder. Bu kişiye fasık-ı mütecaviz denilir. Bu noktada demokrasi, laiklik, liberalleşme gibi toplumsal yaklaşımların getirdiği hareket serbestîsi ile İslam’ın ön gördüğü emri bil mağruf nehyi anil münker temel prensibi çatışır mı? İslam’a göre emri bil maruf nehyi anil münker’i ilk yapacak olan devlettir. Ancak İslami bir devlet olmadığı için bu mümkün olmaz. İş cesaretli İslam âlimlerine kalır. Halk da bu konuda şu üç esasa uymalıdır:
1 – Eli ile veya dili ile düzeltmek anlamında, eğer söylendiğinde bir kavga çıkmayacağı, darp olmayacağı tahmin ediliyorsa söylenmelidir. Yöntem ise; yumuşak olmalı ve kişiyi doğrudan hedef almamalıdır. İşte oruç tutarsan bu Allah’ın emridir, sağlık bulursun, ahrette de sorulacaksın gibi kişinin ihtiyacı hissettirilmelidir.
2 – Söylendiğinde kavga çıkacağı tahmin ediliyorsa bundan vazgeçilmelidir.
3 – En aşağı olanı ise kalben buğuz etmektir. Fakat bu imanın en zayıf halidir.
Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerim’de Yahudilerin birbirinin hatalarını düzeltmediklerini, suç işleyenlerin yanında oturduklarını, böylece onları onaylamış olduklarını bildirmiş ve bununla toplumun bozulduğunu ifade etmiştir.
95
İmam-ı Azamın namaz ve rüyası
İmam Cafer, İmamı Azam’a sormuş; Oruç mu daha önemli yoksa namaz mı? Demiş. O da, namaz cevabını vermiştir. Bunun üzerine İmam Cafer neden kadınlar kazaya kalan orucunu tamamlar fakat namazını tamamlamaz deyince imamı Azam mahcub olur. Ama zaman içinde boynuz kulağı geçmiştir.
Sırası gelmişken imamı azamla ilgili bir kıssayı da burada anlatalım. Bir gün imam bir rüya görür. Rüyasında Peygamber efendimizin kemiklerini mezardan alıp bir torbaya doldurmuştur. Bu rüyasını etrafındaki kime anlattıysa da kimse yorumlayamaz. Derler ki diğer şehirde bir yaşlı zat var ona git o bilir derler. O da kalkar gider o şehire. O kişiyi bulup anlatır rüyasını. Rüyayı dinleyen adam birden hiddetlenir, ayağa kalkar ve sen bu rüyayı göremezsin der. Bunu görse görse Ebu Numan görür der. O zat ebu Numanın ismini duymuş fakat şahsen tanımamaktadır. İşte o Ebu Numan benim deyince, tamam şimdi oldu der. Çünkü İmam, İslamı bir düzene oturtacak, hükümleri sistematize edecek ve insanların istifadesine kolaylaştırarak sunacaktır.
Her ibadet yeni farz olmuş gibi kılınmalıdır. Alışmak tehlikelidir.
Sahabe-i kiram her ibadetini sanki yeni farz kılınmış gibi düşünür ve ona hazırlanırdı. Özellikle namazda bu çok belirgin bir husus idi. Buna parelel olarak ibadetin alışkanlık yapmasından şiddetle çekinir, şayet nafile bir ibadet yaparken ondan nefsinin hoşlandığını farkederse derhal o nafileyi bırakır başka bir nafileye başlardı. Oruçta bedenin oruca, açlığa alışması anlaşılabilir bir şeydir. Fakat her oruç için ayrı niyet neden gereklidir? İşte bilincinde olmak, otomatiğe bağlamamak için buna gereklilik vardır. İbadette nefse zor gelen ibadet daha makbuldür. Zaten bu yüzden gece ibadeti en makbul nafiledir. Uykuyu bölmek kolay değildir. Ama Allah c.c de o zorluğa gereken ecri verecektir. Kul bir karış, Allah bir adım; kul bir adım Allah koşarak… Bizler o kadar yapamayız ama ola ki içimizden ibadet etmekten eşini çocuklarını ve diğer insanları ihmal eden onların sorunları ile ilgilenmeyenler olursa onları şunu diyebiliriz. Hadisi şerifte insanın dine güç yetiremeyeceği, yapabildiği az, ihlaslı ve devamlı amellere dikkat etmesi gerektiği vurgulanmıştır. Peygamber Efendimiz eşi Ayşe validemiz, odama geldiğinde uyuyorsam o ibadet eder, uyanıksam benimle konuşurdu der. Bir hadiste ülfet etmeyen kişide hayır olmadığı vurgulanmıştır. Cemaate katılıp da bir kaç kişinin hatırını sormadan küs gibi giden adama acırım. Akşam namazından sonra iki rekat nafile ebvabinin arkasından bir kişiye Kuran öğretmek, ya da soru ya da sorununu dinlemek bana daha hoş gelir. İki kişi Allah için birbirini sever ve konuşurlarsa (gülümserlerse-sadakadır-) onların üzerine yüz rahmet iner ve aralarında paylaşırlar. Bir veli bu konuşmaların birinde biraz yüzünü ekşitmiştir. Sorulduğunda o kişi daha çok sevab alsın diye öyle yaptım demiştir.
96
İbadette ihlas ve Allah’a güven
Avam cennete kavuşmak ve cehennemden korunmak için oruç tutar. İlimde derinleşenler emir ve rızai ilahi ve Allah’a kavuşmak arzusu ile yanar tutuşur. Bunların “bu akşam ne yiyeceğim” demesi bile Allah’ın Rezzak sıfatından bir şüphedir ve orucu bozar, Allah’ı gücendirir.
Orucunun ya da namazının övülmesinden hoşlananın işi zordur. İnsan “ben insanların rızası için mi oruç tutuyorum?” demelidir. Bir adam bir gün cemaate ikinci safa düşmüştür ve bundan canının sıkıldığını farketmiştir. Hemen aklı başına gelir ve sorgular. “Ben ön safta bulunmak ve sevab ticareti yapmaya mı geliyorum” der ve geçmiş iki aylık namazlarını tekrar kılar. Oruçlunun gıybet etmesi de aslında orucu bozar. Fakat bu havvas için geçerlidir. Öyle ki tevekkülünde en ufak bir hata, sebebe güvenip Allah’ı bir an unutmak bile bozulma nedenidir.
Yusuf aleyhisselam hapisten kendisinden önce çıkan arkadaşına, “efendinin yanında beni an beni de kurtarsın” demiş ve inşallah dememiştir. Bunun üzerine şeytan o adama bunu unutturmuş ve yedi yıl daha hapiste kalmıştır. Allah, dostlarının kendini unutmasını asla affetmez.
Hadislerde görüleceği üzere Ramazan’da şeytanlar zincire vurulur. Fakat kişinin yalan söylemesi veya gıybet etmesi şeytanı zincirden boşandırır ve onunla uğraşmaya başlar. İşte insanların Ramazanda namaza başlamalarının bir nedeni de onu caydıracak şeytanın olmamasıdır. Tabii ilahi rahmetin kişiyi namaz ve oruca çektiğini de unutmamak gerekiyor. Bazı uyanık müslümanlar da rahmetin bolluğunun farkına vararak kısa dönemde çok kar anlayışıyla fırsatçılık yaparak namaza yönelirler. Çok uyanık olanları da kutsal geceleri iyi takip eder ve değerlendirirler. Ama Cenab-ı Hak öylesine rahmetini yayar ki, kimseye neden yalnızca Ramazan, neden yalnızca Cuma demez. Fakat ister ki kulu her daim beş vakit karşısına gelsin. Aslında yalnız Cuma kılmak 30 000 liralık bir arabayı 5 000 lira verip alıp kaçmaya benziyor. Var mı böyle bir ticaret? Zaten hadiste beş vakit namazı hakkıyla eda edenlere Allah’ın cennet vaadi olduğu bildirilmiştir. Bunun dışındakilere Allah’ın bir vaadi yoktur, dilerse affeder dilerse azab eder. Fakat sonuçta herkes ibadeti ile değil peygamberler dahil Allah’ın merhameti ile cennete girer. Yani namaz merhamete vesile olmuş olur. Fakat Cenab-ı Allah’ın merhameti gene de çok yüksektir. İbrahim aleyhisselama bir gün bir fakir gelir, yiyecek bir şeyler ister. İbrahim Aleyhisselam: “Bak işte sen benim dinime girersen sana istediğini veririm” der. Adam sinirlenir ve “yiyeceğin de dinin de senin olsun” der ve çeker gider. Bunun üzerine Cenab-ı Allah nida eder ki; “Ya İbrahim, o kulum beni 90 senedir inkar ediyor, fakat ben onun bir gün bile rızkını kesmedim. Senden bir lokma istedi diye, sen ona dinime girersen veririm diye şart koştun” der. Bunun üzerine İbrahim Aleyhisselam hata ettiğini anlar ve adamın peşinden koşarak, “gel tek benim dinime girmezsen girme, sana istediğini vereceğim” der. Adam kabul eder fakat bir taraftan da sorar. Ne oldu da fikrini değiştirdin deyince, İbrahim Aleyhisselam, Rabbim bana böyle böyle emretti der. Ya, demek Rabbin öyle mi dedi der ve müslüman olur.
97
İyiliği yapmak kolay fakat korumak zordur.
Bir iyilik yapma fırsatı doğduğunda, bir şeyi Allah rızası için şu işi yapacağım dediğinizde onu mutlaka makul bir sürede imkanlar ölçüsünde yapmalısınız. Bu süre aşşıldığı yada niyetlerde bir gevşeme olduğu zaman Allah o kulunu terkeder ve şeytan müdahaleye başlar. Kişi o iyiliği yapamaz hale geldiği gibi yapsa da artık sevabı olmaz. Bir kişi insanların taptığı bir ağacı Allah rızası için kesmeye gider. Baltayı omuzuna alıp giderken şeytan onun yoluna çıkar ve engellemek ister. Kavga ederler ve adam şeytanı yere yatırır, yener. Şeytan onu engelleyemeyeceğini anlayınca ona der ki, sen bu işten vazgeçersen her gece yastığının altına bir altın koyarım der. Adam da kabul eder ve yoldan döner. Birinci gece adam bir altını yastığın altında bulur ve sevinir. İkinci gece bir şey yoktur. Bunun üzerine şeytana kızar ve baltayı alıp yine o ağacı kesmeye tekrar gider. Yolda şeytan tekrar karşısına çıkar ve yine kavga ederler. Bu kez şeytan adamı alteder. Bunun üzerine şaşıran adam nasıl olduda beni yendin deyince şeytan der ki, öncekinde sen Allah rızası için gidiyordun ve beni yendin. Şimdi ise altını koymadığım için kızdın ve nefsin için gidiyorsun ve ben de seni yendim der. İşte niyetler bu kadar önemlidir. Ameller niyetlere göredir diye boşuna buyurulmadı. Benim kalbime gelen nefsin inkarından dolayı bir namazda beş kere niyet düzeltmesi yaptığım olur. Allah ihlaslılardan amellerini kabul eder. İbadette, idrak ve ihlas arar. Tavuğun yem yediği gibi tadili erkana riayet etmeden aman biraz fazla kılayım deyip namaz ve rekat ticareti yapanların alacağı pek bir şey yoktur. İbadette kalite çok önemlidir. Tefekkürle, huşu ile, idrak ile, tadili erkana riayetle, yavaş yavaş, Allah’ı görür gibi ihsan makamında kılınan namazın yerini hiç bir şey tutmaz. Az ama kaliteli. Farz eksikleri sünnetle tamamlanacağı bildirildi zaten. Neden acele çok namaz kılmaya çalışayım ki? Tavsiye ederim.
Hadisi şerifte buyurulduğu üzere kişi gizlide bir iyilik yapar. Bunun üzerine o iyiliği, kötülüğe dönüştürmek için şeytan o kişinin peşine düşer ve bir toplulukta yaptığını ona söyletir. Bunun üzerine gizlideki sevap gider açıkta yapılmış sevaba dönüşür. Şeytan bıkmaz başka bir toplulukta tekrar söyletir. Bunun üzerine açıktaki sevab da gider bire bir kalır. Şeytan tekrar başka bir toplulukta daha söyletir. Bu kez bir de gider riya yazılır. Riya ise şirktir buyruluyor. Ben günde şu kadar nafile namaz kılıyorum, su caminin şurasını ben yaptırdım, şu kadar öğrenciye burs veriyorum, şu kadar defa hacca gittim, ben hacdayken şöyleydi lafları hep nefsin tezkiye olmamasındandır, nefis bundan lezzet alır. Bu yüzden iyi bir bilinç ve telkin de işe yarar. Tevazuya dikkat edilmelidir. Bırakınız sizi sade, biraz cahil bilsinler. Sizinle konuştuklarında sizin imanınız, ferasetiniz onları etkileyecektir. Bir söz var. Bir kimse bir odaya elbisesi ile girer, fakat aklı ile çıkar.
98
Her şey hizmet içindir
Ben hep makam sahiplerinin bu makamlarından çıkar, otorite, hakimiyet sağlamalarından nefret etmişimdir. Onları sadece bir hizmet aracı olarak görürüm o kadar. Sizin adaletiniz, hizmetteki gayretiniz, bilginiz bu makamı da sizi de yükseltir diye düşünürüm. Aksi halde ya adamı putlaştırırsınız ya da makamı.. Hz. İsa yolda giderken bir külçe altın bulur ve onu yanına alır. Derken bir adamla kölesini görür. Adam bir şey için kızmıştır ve kölesini dövmektedir. Ona elindeki altını bu köleye karşı teklif ederek onu kurtarmak ister. Fakat adam o kadar kızmıştır ki altın maltın dinlemez ve dayağa devam eder. Bunun üzerine Hz. İsa önce altına şöyle bir bakar ve der ki sen bir insanı kurtarmadıktan sonra ne işe yararsın der ve altını dereden aşağı yuvarlar atar.
İnsanın putlaştırılması ise şöyledir: Hz Ömer devrinde halk arasında Halid bin Velid olmadan fetih yapılamaz diye bir genel görüş oluşur. Hz Ömer buna derhal tepki verir ve Halid Bin Velid’i ordu baş komutanlığından alır ve yerine kölelikten gelme fakat bilgili ve ehil bir zat olan Ubeyde Bin Zeyd’i atar. Halid Bin Velid’i de onun yanına er olarak verir. Mısıra gidilmiş ve fetih yine gerçekleşmiştir. İşte vazgeçilmezlik İslamın asla kabul etmeyeceği bir şeydir. Üstün olan Allah ve onun emirleri olan İslam Hukuku’dur.
Bektaşinin biri şu paranın değerine bir bakayım der ve bütün parasını küpe koyarak beş parasız şehirde bir hafta dolaşır. Öyle perişan olmuştur ki sormayın gitsin. Kimse çay bile ısmarlamamıştır. En son eve gelir, küpü ve paraları karşısına alır ve şöyle der. Ey para, Allah desem değilsin, peygamber desem değilsin, bakıyorum da sana hiç de aşşa değilsin. Yorum yok…
Evliyadan bir zat (Şeyhül Ekber Muhyittin Arabi) Şam’da “ sizin taptıklarınız ayağımın altındadır” der ve sözünü geri almaz. Koyu şeriatçılar hemen hazırdır ve dine aykırıdır diye idam ederler. Ölmeden der ki, sin şına vurunca bunu anlarsınız der. Nihayet Yavuz Sultan Selim Mısır seferi sırasında Şam’a uğrayınca bunu ona anlatırlar. Nerede demişti diye sorar ve orayı kazdırır. Çıkan şey bir küp altındır…
99
Niyetteki sapmanın sonu cehennemde biter
Allah şu üç kişiyi cehenneme atar. Halk bu adam molla adam desinler diye ilim yapanı, ırkı için çarpışıp şöyle kahraman adam desinler diye çarpışan adamı ve ne kadar baba adam ne kadar hayırsever adam desinler diye hayır yapan adamı. Alacağınızı aldınız size baba, kahraman ya da molla dediler, benden ne istiyorsun der ve cehenneme atar. Allah muhafaza buyursun. Niyetlere dikkat. İngilizlerin bir sözü var. All thing in moderation, moderation in all thing. Yani ortalama her şeyde. Her şeyde ortalama. Bunun gibi her şeyde Allah rızası. Allah rızası her şeyde. Said –i Nursi hazretleri buyuruyor ki, insan sünnetleri işleye işleye o sünnetler ibadet seviyesine yükselir.
99
İ’tikaf
Peygamber Efendimiz Ramazan ayının son on gününde i’tikafa çekilir ve eşleriyle cinsi münasebetini keserdi. İ’tikaf bir kimsenin ibadet niyetiyle herhangi bir mescidde uzun süreli inzivaya çekilmesi anlamına gelir. İhtiyaç ve yemek maksadıyla çıkışlar bunu bozmaz. Alimler bir müslümanın normal vakit namazları için bile camiye gelişlerinde kapıdan girerken i’tikafa niyet etmelerinin i’tikaf sayılabileceğini bildirmişlerdir. İ’tikaf hayatın anlamı üzerine derin bir tefekkür sağlar ve bu insan için bir ihtiyaçtır. İnsanın sıkıldığı zannedilir fakat hiç öyle değildir. İki yıl ramazanın son on gün umresinde i’tikaf nasib oldu. Süperdi..tavsiye ederim.
Aslında ben geziye gitmeye de bu gözle bakıyorum. Sizi bilemem. Hayatımı sorgulamak için bir düşünme fırsatı. Denize girmek, güzel, o kadar. Kişinin kendini keşfetmesi, asıl sorun bu. Günlük meşgalelerden kurtularak ben ne yapıyorum diyebilmeli insan…içkiye eğlenceye vurduysanız söylenecek bir şey yok. O deve kuşunun kafasını toprağa gömmesine benziyor. Kafanı kuma sok, sorunlardan kurtul. Ya da kafayı bul, serabı seyret dur. Varınca yaşayacağın sürpriz ne yazık ki çok acı olacak.
îtikâf, mescid veya mescid özelliklerine sahip bir mekanda, ibadet niyetiyle belli bir süre durmak demektir.
Ramazan îtikâfı bir beldede yaşayan bütün müslümanların üzerinde bir sünnet-i kifayedir. Yani en az bir kişi tarafından yapıldığı takdirde sorumluluk o beldede yaşayan bütün müslümanlardan kalkar.
Ramazan îtikâfı bir müekked sünnettir,
îtikâfta niyet şarttır.
Ramazan îtikâfında sünnet olan, bunun Ramazan’ın son on günü boyunca yapılmasıdır.
“Cîtikâf için erkek müslümanlar cami ve mescitleri, kadınlar da evlerinin ibadete ayrılmış bir odasını kullanabilirler.
Tîtikâf süresi içerisinde cinsel ilişkide bulunmak ya da geçerli bir neden olmaksızın îtikâf yerini terk etmek (örn; kadınlar için evlerinin ibadete ayrılmış odası) îtikâfı bozar.
Hayati bir tehlike, tuvalet, abdest, banyo gibi nedenlerle îtikaf yerinin terk edilmesinde bir sakınca yoktur.
îtikâfa anlam kazandıran, bu süre içerisinde, her türlü günah ve haramı terk etmek, yemek- içmek, uyumak gibi mübah olan nefsani uğraşları en aza indirmek ve tamamen ibadet, namaz, zikir, tefekkür, okuma gibi ulvi taatler ile meşgul bulunmaktır.
İ’tikafa giren kimsenin eşiyle dahi olsa öpüşmesi ve cinsi münasebette bulunması haramdır.
100
SONUÇ
İnsanın küçücük bir parçası üzerinde yaşadığı bu eşsiz kâinatı yaratan Allah Teâlânın yapılmasını kesin olarak emrettiği vazifelerde, insanların sayısız menfaatleri vardır. Oruç da Allah Teâlânın kesin emridir. Orucun farz kılınmasının hikmeti, her şeyden önce, oruç tutan kimsede takvanın tecelli etmesini sağlamasıdır. Takva, insanı meleklik derecesine yükseltir. Allah Teâlâya bağlılık melekesini gerçekleştirir. Kişiyi, nefsânî arzulara uyma hastalığından kurtarır.
“Nefis doyarsa aza acıkır ve nefs aç kalırsa, aza tok bulunur” denilmiştir. Azanın açlığı, layık olmayan işleri yapmağa amade olmasıdır. Azanın tokluğu ise, uygun olmayan işleri yapmamasıdır. Nefse istedikleri verildikçe, azgınlaşır, doyacak yerde daha da acıkır. “…Çünkü nefs, Rabbimin merhameti olmadıkça, kötülüğü emreder…). Bu sebeple oruç, nefsi en mükemmel bir şekilde terbiye eder; azanın tok kalmasını sağlar.
Oruç, beden ve ruh için bulunmaz bir ilaçtır.
Oruç, zihni berraklaştırır. Oruçta, maddî ve manevî sabır gerçekleşir.
Oruçlunun uykusu ibadet, sükutu teşbihtir. Oruç tutan kimseye, aksiyonununun mükâfatı kat kat verilir. Duası ise, Allah Teâlâ tarafından kabul edilir.
Her ibadette riya, göstermiş olabilir; fakat oruçta riya, gösteriş yoktur.
Marifetnâme’de yer alan aşağıdaki mısralar ne kadar düşündürücüdür:
“Nur ve zulmetten yoğurmuşlar Seni, Canını nur anla, zulmet bu teni.
Ten muradı, ekl-ü şürb ve milk-ü mal, Can temennası, cemâl-i Zü’l Celal.
La cerem, ednâ yeri ednâ sever,
Yani, ten dünya ve can Mevla sever.
Ariyet gömlektir on günlük tenin,
Besle canı, ariyet nendir Senin”
Azanın acıkmaması, takvanın gerçekleşmesi, kat kat mükâfat alınması, duanın makbul olması, sabrın tecelli etmesi, riyadan, gösterişten uzak kalınması, maddî ve manevî hudutsuz faydaların sağlanması için emredilen oruç vasifesinin yerine getirilmesi gerekir.
Oruç tutan insan;
-Allah ve Peygambere itaat etmiş ve büyük sevap kazanmış olur.
-Allah’ın verdiği nimetlere şükretmiş ve aç kalanların hâllerini öğrenmiş olur.
-Sağlığını korumuş, nefsini terbiye etmiş ve irâde eğitimi yapmış olur.
-Sabır ve metanet kazanmış, kötü söz ve davranışlardan korunmuş olur.
-Ahlâkını güzelleştirmiş ve imanının bilincine ermiş olur.
-İbadet zevkini tatmış, Allah’ın rızasını ve cennetini kazanmış olur.
Bu Ramazanda amelindeki ya da ihlasındaki bir kusurundan dolayı bu kadar rahmet ve mağfiretin olduğu bu ayda cenneti hak edemeyenlerin burnu sürtülsün diyelim bizde
Bayramlar, sosyal şizofreniyi toplumsal empatiye çevirme günüdür!
Bir gün insanlara çorba içmeleri için uzun uzun kaşıklar verilmiştir. Fakat bir türlü kaşığı çevirip de içemezler. Hep birbirine takılmıştır. Bu kez aynı sofraya dervişleri oturturlar. Onlar şöyle yapar. Çorbayı alır, kaşığı karşıdaki arkadaşına uzatır…Kendini başkasına feda etmek, sorunu da çözüyor demek ki. Güruhu, bilinçli, kültürlü, erdemli toplum yapan yardımlaşmadır. Benimle ilgilenmezsen seninle neden arkadaşlık yapayım? İyi gün-kötü gün dostunu neden ayırıyorlar?
Birisi, misafirine yedireceği yemek sınırlı olduğu için, lambayı kasten kaza süsüyle söndürür ve karanlıkta yer gibi yaparak yemez, ve yemeği misafirine yedirir. Siz cebinizde sadece 5 lira varken yarısını fakire verme yürekliliğini gösterebildiniz mi hiç? Yoksa bencillik ve ferdiyetçilik yakanızı mı sardı? Rezzakı unuttunuz mu?
Kişilik gelişmeden insan olunmaz, insan olunmadan toplum olunmaz. Aksi halde kin ve nefret, düşmanlık, haset ve cimrilik toplumu yer bitirir= sosyal şizofreni.
Bayramı kişi yaşar, o da insansa yaşar. Onun için önce insan olmak gerekir.
Bayram da, din de, diğer her şey gibi insan içindir. Eh, insan da bir şey için olmalı… Onu da siz bulun!
En güzel eman olan ALLAH’ın emanına emanet olunuz…
Sevgi ve barış içinde kalın.
Nice Bayramlara !.
103
FITIR SADAKASI (FİTRE)
Bir fitre, bir kişinin, sabah-akşam günde iki öğün karnını doyurmasına yetecek olan miktardır.
Fitre, Ramazan bayramına ulaşan ve belli miktarda paraya/ mala sahip bulunan her müslümana vacip olan özel bir sadakadır.
Fitre oruç tutan, tutmayan ya da geçerli bir mazereti nedeniyle tutamayan her müslümana vaciptir.
Fitrenin vacib oluşunda ölçü, temel ihtiyaçlar dışında, (bir günlük yiyecek) en az 561 gr. Gümüş ya da 85 gr. Altın ya da bunlardan birine eş değer, nakit para, değerli ziynet eşyası ve maldır.
Fitre, Ramazan bayramının birinci günü fecrin doğuşundan itibaren vacip olur. En iyisi bayramdan önce verilmesidir.
Kİşi, kendisinin ve erginlik çağına gelmemiş olan çocuklarının fitrelerini vermek zorundadır. Hanımının ve anne-babasının fitrelerini vermek mecburiyeti yoktur. Onların fitreleri kendilerine aittir.
Fitre, ancak kendilerine zekât verilebilecek olan kimselere verilebilir. Yani malı/parası nisap miktarından az olan ve temel ihtiyaç maddelerini temin etmekten aciz bulunan… Dolayısıyla kişi, fitresini, hanımına, anne- babasına, dede-ninesine, çocuk ve torunlarına veremez.
Fitre gayri müslimlere verilemez.
103
Bayram namazının sünnetleri
Bayram namazına başka bir yoldan gidip, eve başka bir yoldan dönmek
Dargınlık karşısında bağışlayıcı, güler yüzlü ve mütevazı olmak
Bayram namazına yetişemeyen kişi, tek başına bayram namazı kılamaz. Fakat isterse onun yerine dört rekât nafile namaz kılabilir
Hadis: “Bu günümüzde (bayram) yapacağımız ilk şey namaz kılmaktır.”
(Buhari)
Hadis: “Kim sevabını ALLAH’tan ümid ederek Ramazan ve Kurban bayramının gecelerini ibadetle ihya ederse, kalplerin öldüğü gün onun kalbi ölmeyecektir” ibn-i Mace)
Sultan I. Ahmed’in Hazreti Peygambere Mersiyyesi
N’ola tacum gibi başumda götürsem daim
Kademi resmini ol hazret-i şah-ı resulün
Gül-i gülzar-ı nübüvvet o kadem sahibidir
Ahmeda durma yüzün sür kademine o gülün
Sultan 1. Ahmed
Bu kıta şiir Sultan 1. Ahmedin kendi şiiri olup İstanbul Sultan Ahmed meydanındaki türbe kabristanının giriş kısmının üst içe bakan tarafında beyaz mermer üzerine altuni renkte yazılı olan kıtadır. kendisi 14 yaşında tahta çıkmış, 14 sene tahtta kalıp hastalık nedeniyle vefat etmiş, 12. padişah olup 14. sırada (önceki iki defa tahta çıkış dolayısıyla) tahta çıktığı için 14 şerefeli Sultan Ahmed Camii’ni yaptırmış ve açılış ikindi namazına denk gelince cemaate dönüp “ey cemaat, içinizde ikindi namazının sünnetini ömründe hiç terketmeyen her kim var ise gelsin bu namazı kıldırsın” diye nida etmiş, bir süre bekledikten sonra etrafındaki mollalar da dahil olmak üzere hiç kimseden ses çıkmadığını görünce öne geçip ” Elhamdülillah biz ömrümüz boyunca bu sünneti de hiç terketmedik” deyip imamete geçmiştir. Sultanın bir türlü namaza başlamadığını gören alimler mollalar sultana “Sultanım cemaat bekleyip duruyor, huzursuzlaştı, biraz acele edin” deyince Sultan Ahmed’in cevabı şöyle olur. “Bre Molla, siz benim kabeyi görmeden namaza duracağımızı mı sandınız” der. bir müddet sonra da namaz eda edilir. bu cami bir ihtiyaçtan ziyada Ayasofya Camii’ne kinaye olarak üstünlüğümüzü ilan etmek için onun tam karşısına yapılmıştır. kubbesi Ayasofyadan bir karış da olsa geniştir. ayasofyanın hantallılığına göre daha zariftir. konumu daha isabetli ve görünür bir yerdedir. iç direkleri de aynı şekilde zarif ve içi çini kaplama olup yabancılar “mavi cami” olarak anarlar.
Bu fakir geçtiğimiz ramazandan üç gün önce Temmuz 2011’de İstanbul’da idi ve hem eserini hem eser sahibini ziyaret edince (muhabbeti bir başka oldu mübareğin) ve yukarıdaki şiiri de görünce hemen onu not edip İstabnul-Ankara yolunda aşağıdaki mersiyyeyi kaleme almak nasib oldu. yazdırana hamdolsun.
NO’LA MUHAMMEDÎ
(Aşık ahi kul ahmedin Hz. Peygambere mersiyyesi)
N’ola başım gibi seni de taşısam
Beni hardan alan nuru Muhammedî
Gülşeninim güllerim seninle koksam
Ahmedî kul üzre yüzün Muhammedî
N’ola canım gibi seni de sevseydim
Beni hare sokan narı Muhammedî
Didarımın bağları seninle gülsem
Ahmedî kul üzre gülün Muhammedî
N’ola sözüm gibi seni de bilseydim
Beni senden alan nuru Muhammedî
Cennetimin köşkleri görüp bilseydim
Ahmedî kul üzre sözün Muhammedî
N’ola yarim gibi seni de sarsaydım
Beni candan eden canı Muhammedî
Cananımsın köşkleri verince gülsem
Ahmedî kul üzre köşkün Muhammedî
N’ola halim gibi seni de ağlatsam
Beni kuldan eden birr’i Muhammedî
Resulüsün ümmeti verince gülsem
Ahmedî kul üzre gül sen Muhammedî
N’ola gülüm gibi seni de dileseydim
Beni bülbül kılan gülü Muhammedî
Türkülerin neşvesi kârınca yağsam
Ahmedî kul üzre türkün Muhammedî
N’ola yıllar gibi seni de içseydim
Beni yorgun kılan ahı Muhammedî
Gözlerimin yaşları tövbede Hakşen
Ahmedî kul üzre makam Muhammedî
N’ola zikrim gibi seni de ansaydım
Beni cezbe salan şah’ı Muhammedî
Döndüğümün nirengi yıkılsa yansam
Ahmedî kul üzre ölsem Muhammedî
N’ola aşkım gibi senide yar saydım
Beni derde koyan aşk’ı Muhammedî
Sadıkınım mihengim yıkılsa düşsem
Ahmedî kul üzre kalksam Muhammedî
N’ola bilgin gibi seni de çözseydim
Beni bir de bulan dahi Muhammedî
Sorulanın şifresi verilse çözsem
Ahmedî kul üzre bilsem Muhammedî
N’ola halim gibi seni de sorsaydım
Beni hapse koyan hakkı Muhammedî
Mahpusların kapısı açılsa kalsam
Ahmedî kul üzre assam Muhammedî
N’ola cahil gibi seni de sorsaydım
Beni ilme iten “oku, Muhammedî”
Alimlerin imamı olup kıldırsam
Ahmedî kul üzre ezan Muhammedî
N’ola sırrım gibi seni de açsaydım
Beni ele veren yad-ı Muhammedî
Gizlerinin çırası yansa da görsem
Ahmedî kul üzre gizin Muhammedî
N’ola dişim gibi seni de sıksaydım
Beni sünnete koşan şer’i Muhammedî
Tarikatının yolunu söyle de bilsem
Ahmedî kul üzre erin Muhammedî
N’ola elim gibi seni de tutsaydım
Beni biat eden nebi Muhammedî
Hakikatının hükmünü bildir de ölsem
Ahmedî kul üzre hakkın Muhammedî
N’olaydı da n’olaydı hükmüm n’olaydı
Yedi düvel hükümranım hal olaydı
Resulü Zişan hükmüne ram olaydı
Ahmedî kul üzre şahın Muhammedî
Kul ahmed’im sultanın kim Ahmet midir
İki cihan üzre şahın gül gülşen midir
Bu adaşların Rahman’ı Rahim midir
Ümmetî kul üzre şaf’i Muhammedî
108
Bilindiği gibi bayram, sevinç ve neşe günü demektir. Öteden beri her milletin birçok millî günleri, tarihî hatıralarını canlandıran bayramları bulunmaktadır. Aynı şekilde bir dine mensup kimselerin de dinî günleri ve dinî bayramları vardır.
Bayramlar, inananlar üzerinde çok müspet tesirler meydana getirir, dinî şuur ve duygularını kuvvetlendirir. İnsanlara yeni bir heyecan ve çalışma zevki kazandırır.
Bayramların, millî ve dinî duyguların, inanışların pekişmesi, taze ve canlı tutulması fonksiyonu yanında, toplumun birlik ve beraberliğini sağlamada ve bunun bireylerin bilincinde yer etmesinde de büyük önemi vardır.
Gerçekten dinî bayramlar, insanlar arasında kaynaşmanın, dostlukları ve ahbaplıkları ilerletmenin bir yolu olarak belli bir öneme sahip oldukları gibi, dinî duygu ve şuurun sosyal hayatta tazelenmesinin de bir vesilesidir.
Dinî Bayramlarımız
İslam Dininde iki büyük bayram vardır. Ramazan ve Kurban Bayramı. Kaynaklarımızda, Ramazan Bayramına “îdu’l-fıtr”, Kurban Bayramına ise, “îdu’l-edhâ” denilmektedir.
Sevgili Peygamberimiz Medine’ye hicret ettiklerinde, Medinelilerin eğlendikleri iki günleri vardı. Peygamberimiz (s.a.s.);
“Bu günler nedir?” diye sordu” Medineliler;
“Biz câhiliyye döneminden beri bu günlerde eğleniriz” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz;
“Allah, size, o iki gün yerine daha hayırlı iki bayram vermiştir. Bunlar Ramazan ve Kurban Bayramlarıdır” buyurmuştur.
Ramazan ve Kurban bayramları hicretin ikinci yılından itibaren kutlanmaya başlanmıştır. O günden beri kutlana gelen bu iki bayram, Müslüman milletlerin aynı zamanda millî bayramları hâline gelmiştir.
Bayram Günlerini Nasıl Geçirmeliyiz ve Neler Yapmalıyız?
Her iki bayram da bayram namazı ile başlar. Sahabeden Berâ ibn Azib’in naklettiğine göre Hz. Peygamber bu hususu, okuduğu bir bayram hutbesinde şöyle ifade buyurmuşlardır:
“Bu günümüzde yapacağımız ilk iş namaz kılmamızdır. Sonra döner kurban keseriz. Her kim böyle yaparsa, şüphesiz bizim sünnetimize uygun iş yapmış olur.”
Bayram namazı, biri Ramazan bayramında, diğeri Kurban bayramında olmak üzere yılda iki defa kılınan iki rek’atlık bir namazdır.
Bayram namazı Hanefî mezhebinde, Cuma namazının vücûb şartlarını taşıyan kimselere vaciptir. Şafii ve Mâlikiler’e göre müekked sünnet, Hanbeliler ‘e göre ise farz-ı kifayedir.
Bayram namazına, mükellef olmayan küçük çocuklarımızı da getirmeli ve onlara da bu manevî havayı teneffüs ettirmeliyiz.
Peygamberimiz (s.a.s.), bayram günleri ve bu günlerin mahiyeti hakkında şöyle buyurmuştur:
“Arefe, Kurban ve Teşrik günleri biz Müslümanların bayramıdır. Bu günler yeme, içme günleridir.”
Hadiste açıkça belirtilmektedir ki, bayram günleri yeme, içme ve ikram günleridir. Bunun için oruç tutmak senenin her gününde caiz olduğu hâlde,
Ramazan Bayramının birinci günü ile Kurban Bayramının dört gününde tahrîmen mekruhtur.
Bayram günlerinin yeme, içme ve sevinç günleri olması yanında, her birinin ayrı bir anlamı da bulunmaktadır. Ramazan bayramı, bir ay boyunca Allah için tutulan orucun arkasından verilen bir “genel iftar ziyafeti” hükmündedir ve bu anlamından dolayı ona “fıtır bayramı (iftar bayramı)” denilmiştir.
Ramazan bayramının ilk günü bu yönüyle bir aylık Ramazan orucunun iftarı olmaktadır. Böyle toplu iftar gününde oruçlu olmak, Allah’ın sembolik ziyafetine katılmamak anlamına gelir ki, bu doğru bir davranış olmaz.
Allah için kurbanların kesildiği kurban bayramı günleri de ziyafet günleridir. Kurban bayramının Arefe ve bayram günleri, İslâm dünyasının en seçkin günleridir. Çünkü Arefe günü, dünyanın her tarafından gelen hacı adayları Arafat’ta toplanarak Allah’a yönelmekte ve O’ndan af ve bağış dilemektedirler. Arafat, İslâm’ın birlik ve kardeşliğe verdiği önemin bir simgesidir.
Bayram günleri mutlak ibadet günü olmadığı gibi, katıksız eğlenme günü de değildir. Bu iki hususu bir arada toplayan günlerdir.
Bayramları, ibadet ve itaatten tecrit edip, sadece oyun, eğlence, zevk ve safa günü olarak anlamak yanlış olduğu gibi, meşru oyunlardan ve mubah eğlencelerden soyutlayarak sırf bir ibadet ve itaat günü olarak anlamak da hatalıdır. Çünkü insanın manevî varlığı yanında, maddî varlığının da ihtiyacı vardır. İbadet ve itaatlerle ruh, kalp vb. manevî varlığımız tatmin edildiği gibi, çeşitli ikram ve ziyafetlerle, belli ölçüler içinde yapılan meşru oyun ve eğlencelerle de maddî varlığımız tatmin edilmiş olur.
Meşru sınırlar içinde yapılan oyun ve eğlenceler, bayramların özünde mevcuttur. Nitekim, Hz. Peygamber (s.a.s.), düğünlerde olduğu gibi, bayramlarda da eğlence ve oyuna karşı çıkmamış, hatta bunu teşvik etmiştir.
Konuya ışık tutacak iki hadisi burada zikredebiliriz:
Hz. Aişe validemiz şöyle anlatır:
“(Kurban bayramının ilk üç günlerinden birinde) Resûlullah (s.a.s.) yanıma geldi, karşımda Buâs ezgilerini def çalarak okuyan iki kız vardı. Yatağına uzanmış ve mübarek yüzünü çevirmişti. Derken içeriye Hz. Ebû Bekir girdi. ‘Bu ne hâl? Allah Resûlü’nün yanında şeytan mizmarı öyle mi? diyerek beni azarladı. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.) ona dönerek; Onlara dokunma ey Ebû Bekr; her milletin bayramı vardır. Bu da bizim bayramımızdır.” buyurdu.
Yine bir bayram günü Hz. Aişe’nin, Habeşlilerin Mescid-i Nebevi’de kalkan mızrak oyunu oynadıkları bir sırada onları seyretmek için izin istemesi üzerine Hz. Peygamber ona izin vermiş ve “Tamam, yeter” deyinceye kadar beraberce bu oyunu seyretmişlerdir.
İslâm dini her konuda itidali (orta yolu) emir ve tavsiye eder. Mü’min olmak, fert ve aileleri mutluluğa götüren meşru yolları tıkayarak, dünyayı zindan hâline getirmek değildir. Anne ve babaya yakışan, bayramları aile ve çevresindekilerle neşe ve zevk içerisinde geçirmeyi gerçekleştirmeye çalışmaktır.
İnanmış, Allah’a gönül vermiş insan, bencil olmaz. Sadece kendisinin ve yakınlarının sağlık ve mutluluğunu değil, bütün Müslüman kardeşlerinin mutluluğunu da düşünür. Bu konuda çaba sarf eder ve dua eder.
“Hz. Peygamber Mescidde iken bir bedevi Mescide girdi, namaz kıldı ve ‘Allah’ım bana ve Muhammed’e rahmet et, başkasına değil’ şeklinde dua etti. Hz. Peygamber, bedeviye; Allah’ın geniş olan rahmetini daralttın…” buyurarak onu uyardı.
Merhamet insan kalbinin merhemidir. Sevgi ve saygı duygusundan uzak kimseler, katı yürekli olmanın yolunu tutmuşlar demektir. Bu duruma düşenler derhal bundan kurtuluş çarelerini aramaya koyulmalıdırlar.
Peygamberimiz (s.a.s.)’e bir sahabî gelerek kalbinin katılaştığını hissettiğinden şikayet etti. Peygamberimiz ona;
“Kalbinin yumuşamasını istiyorsan, yoksulları doyur ve yetim başını okşa” buyurdu.
İnsanımızın kemal derecesini bulması için bayramlarda yapacağımız en önemli işlerden biri de yetim, kimsesiz ve yoksullarla ilgilenmek, onlara maddî-manevî destek olarak, kendilerine yalnızlıklarını hissettirmemektir. Yetim ve kimsesizlere hep acınır, ama hiç unutmayalım ki onlar, bizler için bu toplumda Allah rızasını kazanmamıza vesile olacak birer can simididir.
Kadın sahabîler arasında kocası öldükten sonra sadece yetim kalan çocuklarını büyütmek ve yetiştirmek için evlenmeyen güzel ve iffetli bir hanıma işaretle bir hadis-i şerifte,
“Ben ve bu yanakları çökmüş (fedakâr) hanım kıyamet günü cennette şu iki parmağım gibi yan yana beraber olacağız.” buyurulmuştur.
Bayram günleri barış ve sevinç günleridir. Dargınlık dinen yasaktır. Elbette bir arada yaşayan aile ve toplum fertleri arasında anlaşmazlıklar, sürtüşme ve tartışmalar olabilir. Bu gayet normaldir. Ama bunları dargınlık safhasına vardırmamak gerekir. Bilhassa yakınlar, sıla-i rahim denilen ziyaret bağı ile aradaki bağlarını kuvvetlendirmelidirler.
Hz. Peygamber, mü’minlerin üç günden fazla dargın durmalarının uygun olmadığını belirterek şöyle buyurmuşlardır:
“Bir Müslümanın diğer müslümana üç günden fazla dargın durması helâl olmaz.”
Akraba ve komşulara iyilik etmek ve onlarla iyi geçinmek Rabbimizin tavsiyesidir. O, bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Allah ‘a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, eliniz altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” (Nisa, 4/36)
“Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarım ver, fakat saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise, Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir.” (isrâ, 17/26-27)
Cenab-ı Hak, yakınlarla ilgiyi kesenlerin ahirette cezaya çarptırılacaklarını belirterek şöyle buyurmaktadır:
“Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozanlar, Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) koparanlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar var ya; işte lanet, yurdun kötüsü (cehennem) de onlaradır.” (Ra’d, 13/25)
İntikam almak dinimize göre haramdır. İnsanı bu noktaya getirecek kin, nefret, haset ve benzeri duygular yasaklanmıştır. Müslümanın, imana, sevgi ve saygıya yataklık etmesi gereken ve ancak bu şekilde iyi ve doğruya giden yolu aydınlatabilecek olan kalbi, bu kötü ve çirkin duygularla doldurulursa manevî fonksiyonunu icra edemez. Sahibine ışık tutamaz. Bunun içindir ki, intikam alma imkânı varken bağış yolunu tutmak büyüklüğün ta kendisidir ve Allah katında çok makbul bir harekettir.
Nitekim Kur’an-ı Kerim, bu hususa şu ayetle işaret etmektedir:
“Bir kötülüğün karşılığı, onun gibi bir kötülüktür (ona denk bir cezadır). Ama kim affeder ve arayı düzeltirse onun mükâfatı Allah’a aittir. Şüphesiz O, zalimleri sevmez.” (Şûra, 42/40)
Daima af yolunu tutmak, mü’minin başta gelen özellikleri arasında sayılır. Bu konuda yine Kur’an-ı Kerim’ de şöyle buyurulur:
“Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.” (A’râf, 7/199)
Bu ayet nazil olduğunda Hz. Peygamber, ayetin açıklamasını Cebrail’e sormuş, o da şöyle cevap vermiştir:
“Allah, sana zulmedeni ve haksızlık edeni affetmeni, sana vermeyene vermeni, sana gelmeyene gitmeni” emretmektedir.
Allah Teala, Kur’an-ı Kerim’de, iyilik ve takvada yardımlaşmayı, günah ve düşmanlıkta ise yardımlaşmamayı emretmekte ve şöyle buyurmaktadır:
“…İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlasın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın..”(Mâide, 5/2)
Ayrıca, Kur’an-ı Kerim kurtuluşun, ancak Allah’a ibadet etmekte ve hayır işlemekte olduğunu bildirmektedir. Konu ile ilgili bir ayet-i kerime şöyledir:
“Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki, kurtuluşa eresiniz.” (Hacc, 22/77)
Bayram gecesi ve günlerinde aşağıda sayılan şeylerin yapılması müstahaptır, sevap kazanmaya vesiledir:
a)→ Bayram gecelerini dua ve ibadetle ihya etmek, kaza namazı kılmak, Kur’an-ı Kerim okumak, Allah Teala’dan af ve mağfiret dilemek. Çünkü duaların makbul olduğu gecelerden birisi de bayram geceleridir. Nitekim Peygamberimiz (s. a. s.) şöyle buyurmuşlardır:
“Ramazan ve Kurban bayramı gecelerini, sevabını ümit ederek ibadetle geçiren kimsenin kalbi, kalplerin öldüğü gün ölmez.”
b)→ Bayram sabahı erken kalkarak yıkanıp temizlendikten sonra namaza gitmek.
c) Güzel kokular sürünmek, temiz ve yeni elbiseler giyinmek.
d) Gücü yetiyorsa namaza yürüyerek gitmek ve giderken yolda tekbir getirmek; güler yüzlü ve sevinçli görünmek, yoksullara çokça sadaka vermek, çoluk çocuğuna bolluk göstermek.
e) Ramazan bayramında, namazdan önce bir şeyler yemek; Kurban bayramında ise, kurban kesecekse, kurban etinden yiyinceye kadar bir şey yiyip içmemek.
Bayram günlerinde annemizin-babamızın ellerini öpüp hayır dualarını almalıyız. Dinimizde Allah’a ibadetten sonra anne ve babaya saygı ve iyilik emredilmiş, onlara karşı “öf” bile demek yasaklanmıştır. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurur:
“Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara ‘öf bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.” (İsrâ, 17/23-24)
Akraba ve komşularla tebrikleşerek, karşılıklı sevgi ve saygı duyguları aktarılmalı, karşılaştığımız herkesle selamlaşarak tebrikleşmeliyiz. Tanıdıklarımızı ziyaret ederek hatırlarını sormalı ve gönüllerini almalıyız. Hastanelerde;’ ve evlerde yatan hastaları ziyaret etmeli, şifâ dileklerimizi sunmalıyız. Yetimlerin ve kimsesiz çocukların başını okşamalı, onlara anne ve baba gibi davranmalıyız. Çevremizdeki yoksullara ve bakıma muhtaç çocuklara yardım ellerimizi uzatmalı, onların da bayram sevinci yaşamalarını sağlamalıyız. Bizden hayır dua bekleyen ölülerimize dua etmeli, ruhları için hayır ve hasenatta bulunmalıyız. Tanıdıklarımızdan dargın olanları barıştırmaya çalışmalı ve aralarını bulmalıyız. Çocuklara hediyeler dağıtmalı ve onları sevindirmeliyiz.
Bayram günleri sevinç günleridir. Bu günlerde sevinçli ve güler yüzlü olmak tavsiye edilmiştir. Ashâb-ı kiramdan Ebû Zer, Peygamberimizin kendisine bu konuda şu tavsiyede bulunduğunu rivayet eder:
“Kardeşini güler yüzle karşılamak gibi en ufak bir iyilik dahi olsa onu hor görme.”
Her zaman olduğu gibi bayram günlerinde de, İslâm’ın emrettiği şekilde, çevremizdeki insanlara iyi davranmalı, incitici ve zarar verici davranışlardan sakınmalıyız.
113
Bayramların toplum hayatına etkisi
Bayramların toplum hayatında üstün bir yeri ve değeri vardır. Bayram günlerinde akraba ve komşularımızla olan ilişkilerimiz kuvvetlenir, birlik ve kardeşliğimiz güçlenir. Bayram sabahı camilerimizi dolduran Müslümanların hep birlikte ve içtenlikle yüce Allah’a yönelmeleri, O’ndan af ve bağış dilemeleri ayrı bir önem taşır. Çünkü böyle bir amaçla bir araya gelen, aynı iman ve heyecanı taşıyan toplulukları yüce Allah’ın rahmeti kuşatır ve onları affeder.
İbadetler insan üzerinde müspet tesirler bırakır. Hele bu, Ramazan ayına mahsus oruç, teravih, zekât, sadaka-i fıtr; fedakârlığın sembolü kurban… gibi ibadetler olursa, bunların etkisini toplumun her kesiminde görmek mümkündür. Toplum, bayrama girerken kendisinin dinî yönden güçlenmesini engelleyecek gaflet perdesini yırtmalı, yeni bir aksiyon kazanmalıdır. Bayramda ve bayram sonrasında “benim” diyebildiği yegâne iki nimeti, sağlık ve zamanını iyi değerlendirme şuuruna ermelidir.
113
Bir Müslümanın Güzel Ahlaklı Davranışı Nasıl olmalıdır: İnsan-ı kamile giden yol
Sizleri gönülden düşürmedik. Bir güzel söz ile uzaktan uzağa selam ve musafaha yapalım dedik.
Akıllılar bazen, deliler her gün bayram yapar. Ben delileri daha çok severim. Çünkü onlar katıksızdırlar. Onların tek sorunu, deliliğinin farkında olmaması. İşin aslı unutmayı da unutmak gerekir. Fakat Allah deliliği akıllıdan bekler. Dini olmayanın deliliğini ne yapacak? İşte dini deli gibi yaşayan akıllılardır O’nun aradığı.
Sahi din deyince siz ne anladınız? Namaz, oruç, sadaka falan mı?
İmam-ı Cafer’e sormuşlar, din nedir? Diye. Cevap vermiş: “Din sevgi ve nefretten başka nedir ki?”
İşin aslı saklambaç oynuyor. Ara ki bulasın.
Bu yüzden; “Arayanlar bulanlarmış, Bulanlar arayanlarmış” (Said-i Nursi)
Bulunca vuslat olur, aşk kalmaz! Ne demişler;
Aşkın varsa can baş üzre gel beri,
Aşkın yoksa, dön kapıdan gel beri.
Aşk bir derya, yüreğin kadar nasibin olur. Uçurumdan sen atla ki, “O” tutar seni! Korkak tacir kazanamaz! İşte atlayan deliler kazanır!
Mülkiyet tarlasında ekim yapanın hasadı “ben” ve “israf” olur.
Emanet tarlasını sür, harmanın rahmet olur.
Neye yanarsan onu görürsün.
İhtiyacını Pavlov’un köpekleri mi belirliyor? (Şartlı refleks)
“la ilahe” süpürgesiyle süpürmeyenin Allah’ı çok olur.
Rapresantlara ilk öğretilen “tekili çoğula çıkarmayın” “ çoğulu tekile indirmeyin” İkincisi yanlış; siz “kesreti tekile çıkarın!”
Kabe’nin kara donuyla ne işin var senin. Sahibini ara, sen onu değil, kabe seni tavaf etsin! (ayniyle vaki)
Dinimiz bizlerin kardeş olduğunu ve birbirimizi sevmemiz gerektiğini bildirmektedir. “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız” Sevgi ve barış içinde olmamızı isteyen yüce yaratıcı, ücrette de cömert davranacaktır eminiz.
Necip Fazıl, “Mü’min sıkıştırılmış şeker gibidir. Deryayı tadlandıracak güce sahibtir” der.
Dini, tevhitten, güzel ahlaka dönüştürmüş iyi bir insan, çevresi için bir rahmettir ve bir ölçüde etrafındaki herkesi de tatlandırır.
İşte bayramlar, kısalığına rağmen af ve tebessümle, kardeşlik ve dostluğun fiilen yaşama geçtiği barış ve huzur ortamlarıdırlar.
Batılılar “Time is Money” derler.- Zaman paradır-
O, boş laf bilmez, öyle konuşan olursa selam der geçer. Zamanın hüsrana dönüşmesi inananda olmaz. İki günü birbirine eşitlemez.
“İnsan hüsrandadır”, buyruldu.
Dün geçmiştir, yarın ne olacağını bilmiyorsun, o halde bugünü doku.
İnanmayan ise ne yaparsa yapsın, heyhat.. iman olmayınca..?
Zamanın hüsranındadır o. Aranan karşılıklı tanımadır. “Sen beni tanımazsan, ben de seni tanımam”dan öte nedir ki?
Bayram bağışlama günüdür.
“İnsanın üç günden fazla küs durması helal olmaz”
Akrabalık bağlarını kesenlerin ahiretleri zordur.
İntikam almak yoktur. Birisi size bir tokat attı ise, Hz. İsa gibi öbür yanağınızı çevirmeyin, fakat, sizin de bir tokat hakkınız olabilir, fakat affederseniz daha iyi olur. Yumruk atamazsınız.
İyilikte yardımlaşılır, fakat birlikte kazık atalım olmaz!
Anne baba hak ve hürmetini siz zaten biliyorsunuz. Öf’e bile izin yok! Yanınızda yaşlanacak! Hanıma itaat yok! Artık hala cenneti kazanamıyorsanız, burnunuz sürtülsün!
Gıbta, “keşke bende de olsa”; Haset ise, “onda da olmasın, bana verilsin” demektir ki hoş bir şey değildir.
Arkadaşı için “niye o çok şey biliyor da, ben bilmiyorum” gizli rekabettir ve haddi aşmış olur, imrenme kıskançlığa dönüşür.
Gıbtadan da uzaklaşarak takdire razı olmalı, kaderi tenkit etmemeli, kimseyi rakip görmemeli ve kendini güzel ahlaka yönlendirmelidir.
Komşusunun “iki eşeği olsun” diye dua edebilen, bir eşeği de hak eder.
Her şeyi emanet bilmeli. Mülkiyete geçeni iki metre kabut paklar!
“Sen rızkını aradığın gibi, rızkın da seni arar!” Bu ne telaş. Yat demedik ama, kazık da at demedik!
Topu sen oyna. Fakat skoru “O” belirler! Eh, kılıcın hiç mi hakkı yok?da diyebilirsiniz Fatih gibi.
İnsanların her fırsatta şahsi meziyetlerini sayıp dökmesi, ferdi başarılardan sözetmek, başarıyı kendine mal etmek, başkasını çekememezliğe iter ve gıbta damarını kabartır. Bu yüzden bunlar da ayıp kabul edilmiştir. Yani kendinden menkul olmamak gerekiyor.
İyiliklerinizi sayıp dökmeyin. Herkes kendi rekorunu kırmalı.
Fakirin ihtiyacı görülmemiştir bir gün. Haber gelir; Ali ölmüştür. (kerremallahi veche)
İşler bölüşülmeli, eller taşın altına konulmalı ve yapabileceğinin en iyisi yapılmalı. Böylece, semere de umumun malı olacaktır.
Sıddık 40 000 liranın 10 000’ini gece, 10 000’ini gündüz, 10 000’ini gizli, 10 000’ini açık verdi, ne güzeldir.
Siz 40 000 verin, “Akil” bir avuç hurmanın yarısını evine yarısını hayra ve eşitler.
Yunus boşuna dememiş:
“Elif okuduk ötürü / Pazar eyledik götürü l Yaratılanı hoş gör l Yaratan’dan ötürü”
Burada hoşgörülen şey yaratılıştır. Değilse her inkarı hoşgörme değildir. Aynı zamanda ona bir toparlanma fırsatı da vermiyor değil..
Yumuşaklık ve merhamet iyi insan olmanın gereği.
Kralları da Kuralları da putlaştırmak yok. Referandumda krallar, zarurette kurallar kalkar.
İngilizlerin çok tuttuğum bir özdeyişi var: “all thing in moderation, modaration in all thing”. Yani; her şeyde ortalama, ortalama her şeyde. Bu yüzden ortalama gitmek gerek.
Görev mi? Yardım mı?
Muhabir önündeki yaralıya yardım mı edecek, yoksa haber için o haldeyken onun fotoğrafını mı çekecek? Kararı insanlığınız versin.
Yetimhanede bir çocuğun devlete maliyeti aylık iki milyar lira. Halbuki bu çocuklar koruyucu ailelere verilebilse keşke. Devlet yardım da yapıyor aslında. Sıcak bir sevgi ortamında o çocuk büyür. İnsanın köpek kadar değeri yok. Bunları devlet düşünmeli ve daha kalıcı çözümler üretmeli. Ben eşime iki çocuğumuzun yanına iki çocuk daha alalım demiştimdi de hem devletin şartları hem kadının şartları beni bana bırakmamıştı. Toplumda merhamet bitiyor mu acaba. Merhamet timsali kadını bu görevinden alan ne? Düşünmek zorundayız vesselam…
Bayram günleri sevinç günleridir. Siz güler yüzü adet edinin ve hep öyle olun. Sadakanız olur.
Sonuç
Bayram günlerinde toplum şuuru bütünleşir. Toplum fertleri birbirleriyle sevişip kaynaşır. Hayatın bitmek tükenmek bilmeyen sıkıntıları içinde bunalan, bitkin ve yorgun hâle gelen insanları bayramlar dinçleştirir. Ve çalışma azimlerini artırır.
Bayramlar, sosyal dayanışma ve barış şuurunun fertlere kuvvetle hâkim olduğu günlerdir. Dargınların kucaklaşması, aralarında kin, nefret bulunan kabile, aile ve şahısların, düşmanlık ve husûmet duygularının sevgiye dönüşmesi, küçüklerin büyüklere saygı, büyüklerin küçüklere sevgi göstermesi, hastaların ziyaret edilmesi, verilecek küçük hediyelerle çocukların gönüllerinin alınması, hısım ve akrabanın bir kere daha yeniden kaynaşması, genellikle bayram günlerinde mümkün olmaktadır. Bütün bunlar, toplumu oluşturan fertleri birbirleriyle kaynaştırarak millî birliğin sağlanmasında ve toplumu rahatsız eden ayrılık ve düşmanlıkların yok olmasında etkili olan hususlardır
115-129
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ORUÇLA İLGİLİ KIRK HADİS
1. Hadis
Oruç tutan bir kimse, bütün kötülüklerden uzak kalmak zorundadır.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayete göre şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
-Aziz ve Celil olan AllahTeâlâ buyurdu ki:”Âdem oğlunun her ameli, her aksiyonu kendisine aittir. Yalnız oruç müstesna. O, benim rızam için tutulur. Onun mükâfatını Ben veririm”. Oruç, kötülüklere karşı bir kalkandır. Sizden biriniz oruçlu olduğu günde fena söz söylemesin; kavga etmesin. Şayet herhangi bir kimse, ona sövüp sayar ve çatarsa, “ben oruçluyum” desin. Muhammed’in varlığı kudretinde olan AllahTeâlâya ve-min ederim ki, elbette oruçlunun ağız kokusu, Allah Teâlâ katında misk kokusundan daha hoştur. Oruç tutan bir kimse için ferahlanacağı iki sevinç vardır: Birisi, iftar ettiği zaman duyduğu sevinç, diğeri ise, Allah Teâ-lâya kavuştuğu zaman duyduğu sevinç.
Hadisi, Buharı ve Müslim rivayet etmiştir. Lafız Buhari’nindir.
2. Hadis
Oruç karşılığında verilen mükâfatın hududu yoktur.
Buhârî’nin diğer bir rivayeti şöyledir: Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“Oruçlu, yemesini, içmesini ve nefsânî arzularını Benim rızam, Benim hoşnudluğum için terkeder. Onun mükâfatını bizzat Ben veririm. Bir iyiliğe karşı (en az) on misli mükâfat vardır.”
3. Hadis
Cennetteki “Reyyan” kapısından cennete yalnız oruç tutanlar girecektir.
Sehl İbn Sa’d (r.a.)’den:
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
-Cennette “Reyyan” adında bir kapı vardır. Kıyamet gününde cennete oradan yalnız oruç tutmuş olanlar girer. Onlardan başka bir kimse giremez. “Oruçlular nerede?” diye nida edilir. Onlar ayağa kalkarlar; o kapıdan cennete girerler. Onlardan başka bir kimse o kapıdan cennete giremez. Oruçlular o kapıdan girdikleri zaman, kapı kapanır ve artık oradan hiç kimse cennete giremez.
Hadisi, Buhârî, Müslim, Neseî ve Tirmizî rivayet etmişlerdir.
Tirmizî’de şu ziyade vardır:
“Kim o kapıdan cennete girecek olursa,
ebediyen susamaz.”
4. Hadis
Oruç tutan bir kimsenin orucu, kıyamet gününde şefaatçi olacak ve bu şefaati Allah Teâla tarafından kabul edilecektir.
Abdullah İbn Ömer radıyallahu anhumâdan: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
-Oruç ve Kur’ân-ı Kerim, kıyamet gününde kul için şefaatçi olurlar. Oruç dile gelir ve şöyle der: “Rab-bim! Ben onu, yemekten, içmekten ve nefsânî arzulardan menettim; bu sebeple, ona şefaat etmeme izin ver.” Kur’ân-ı Kerim de şöyle der: “Rabbim! Geceleyin ben onun uykusuna engel oldum; ona şefaatçi olmama müsaade et.” Resûl-ü Ekrem sözlerine devamla: “O ikisi, kula şefaat ederler.” buyurmuştur.
Hadisi, Ahmet İbn Hanbel rivayet etmiştir
5.Hadis
Oruç, bedenin zekatıdır. Bedenin zararlı madde-lerden temizlenmesini sağlar:
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayete göre şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
Her şeyin bir zekatı vardır. Bedenin zekatı ise oruçtur. Oruç sabrın yarısıdır.”
Hadisi, İbn Mâce rivayet etmiştir.
6. Hadis
Bedenî bir ibadet olan orucun bir benzeri yoktur.
Ebû Osame (r.a.)’den:
Şöyle demiştin:
-Yâ Resûlallah! Bana bir amel, bir aksiyon tavsiye et, dedim.
-Sana oruç tutmanı tavsiye ederim. Çünkü unun bir eşi, bir muâdili yoktur,’ buyurdu.
-Yâ Resûllallah! Bana bir amel, bir aksiyon tavsiye et, dedim.
-Sana oruç tutmanı tavsiye ederim. Çünkü onun bir benzeri, bir muâdili yoktur, buyurdu.
Hadisi, Neseî rivayet etmiştir.
Neseî’nin diğer bir rivayetinde râvi şöyle demiştir:
ResûluUah (s.a.v.)’e geldim ve:
-Yâ Resûlallah! Allah Teâla’nın beni kendisiyle faydalandıracağı bir ameli, bir aksiyonu bana tavsiye et, dedim. .
-Oruç tutmanı sana tavsiye ederim. Çünkü onun bir benzeri yoktur, buyurdu.
7. Hadis
İftar edeceği zaman oruçlunun yapacağı dua, kabul edilir; reddedilmez.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayete göre şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
-Üç kişi vardır ki onların yapacağı dua reddedilmez; kabul edilir: İftar edeceği zaman oruçlunun duası, âdil bir devlet başkanının duası, zulme uğrayan bir kimsenin duası. Allah Teâlâ mazlumun duasını bulutların üzerine çıkarır. Onun için semanın kapıları açılır. Âlemlerin Rabbi şöyle buyurur: “İzzetim ve celâlim hakkı için, bir müddet sonra da olsa, elbette sana yardım edeceğim.”
Hadisi, Ahmed Ibn Hanbel, Tirmizî ve İbn Mâce rivayet etmişlerdir.
8. Hadis
Oruç tutan bir kimse, cennetin “Reyyan” kapısından cennete girmeğe davet edilir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den:
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
-Allah yolunda en az iki şey infak eden, iki şey veren kimseye cennetin muhtelif kapılarından şöyle nida edilir: “Ey Allanın kulu! Bu kapıdan cennete girmen, senin için daha hayırlıdır.” Çok namaz kılan kimse “Namaz” kapısından, mücahidler “Cihad” kapısından, oruç ehlinden olan kimse “Reyyan” kapısından, sadaka verenler ise “Sadaka” kapısından cennete girmeğe davet edilirler.
Ebû Bekir (r.a.):
-Yâ Resûlallah! Anam-babam sana feda olsun. Bu kapıların birinden cennete girmeğe çağrılan bir kimsenin, diğer kapılardan cennete girmeğe çağrılmasına ihtiyaç yoktur. Maksat cennete girmektir. Fakat bu kapıların hepsinden cennete girmeğe çağrılacak bir kimse de var mıdır? diye sordu.
Resûl-ü Ekrem (s.a.v.):
-Evet, vardır. Senin de bu zümreden olacağını umuyorum, buyurdu.
Hadisi, Buhârî rivayet etmiştir.
9. Hadis
Oruçluya iftar veren kimse, onun kadar sevap kazanır. Oruç tutan kimsenin ise sevabı eksilmez.
Zeyd İbn Halid el Cühennî (r.a.)’den: Nebî (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse, oruçluya iftar ettirirse, o kimse, oruçlunun kazandığı sevap gibi sevap kazanır; oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmez.”
Hadisi, Tirmizî, Neseî ve İbn Mâce rivayet etmişlerdir
10.Hadis
Oruçlunun yanında yemek yendiğinde, melekler onun için dua ve istiğfar ederler.
Ümmü Umâre el Ensâriyye radıyallahu anhâdan: Bir gün Nebî (s.a.v.) onun evine geldi. Ümmü Umâre ona yemek çıkardı.
Resûl-ü Ekrem (s.a.v.):
— Sen de ye, buyurdu.
—Yâ Resûlallah! Ben oruçluyum, dedi.
Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Oruçlu bir kimsenin yanında yemek yendiğinde, yemek yiyenler yemekten kalkıncaya kadar, melekler o oruçluya dua ve istiğfar ederler.”
Hadisi, Tirmizî ve Ibn Mâca rivayet etmişlerdir.
11.Hadis
Oruçlunun yanında yemek yendiğinde, yemek müddetince, onun kemikleri Allahu Teâlâyı teşbih ederler. Melekler de onun affı için yalvarır yakarırlar.
Süleyman İbn Büreyde’nin babasından rivayete göre demiştir ki:
Resûlullah (s.a.v.) Bilal (r.a.)’e:
—Yâ Bilal! Öğle yemeği…. Getir de yiyelim, buyurdu.
Bilal (r.a.) şöyle dedi:
—Yâ Resûlallah! Ben oruçluyum.
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Biz, bugün öğle vaktindeki rızkımızı yeriz. Bilal’in bugün öğle vaktindeki rızkı ise cennettedir. Yâ Bilal! Oruçlunun yanında yemek yendiği müddetçe, kemiklerinin teşbih ettiklerini ve meleklerin de Allah Teâlâdan onun affını istediklerini demek ki hissettin ve öğrendin.”
Hadisi, İbn Mâce rivayet etmiştir.
12. Hadis
Ramazan-ı Serif’de cennet kapıları açılır; cehennem kapılan kapanır. Şeytanlar bağlanır. Kötülükler azalır.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den:
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Ramazan-ı Şerif geldiği zaman, cennet kapıları açılır; cehennem kapılan kapanır ve şeytanlar bağlanır.”
Hadisi, Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir
13. Hadis
Ramâzan-ı Şerif de, geceleri ibâdet ve tâatle ihya eden kimselerin günahları affedilir.
Ebû Hüreyre (r. a.) ‘den:
Resûlullah (s.a.v.), kesin bir şekilde emretmeyerek, Ramazan-ı Şerifin gecelerinde ashabını ibâdete teşvik eder ve şöyle buyururdu:
“Faziletine inanarak ve mükâfatını Allah Teâlâdan umarak, kim Ramazan gecelerini ibâdet ve tâatle ihya ederse, o kimsenin günahları affedilir.”
Hadisi, Buhârî, Müslim, Ebû Davud, Tirmizî ve Neseî rivayet etmişlerdir.
14. Hadis
Kadir Gecesi’ni ibâdet ve tâatle ihya eden, o gecenin kadir ve kıymetini bilen kimsenin günahları affedilir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den:
Nebî (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Faziletine inanarak ve mükâfatını Allah Teâlâdan umarak, kim Kadir Gecesi’ni ibâdet ve tâatle ihya ederse, o kimsenin geçmiş günahları bağışlanır. Kim, Allah Teâlanın emri olduğuna inanarak ve mükâfatını Allah Teâlâdan umarak Ramazân-ı Şerif’de oruç tutarsa, o kimsenin geçmiş günahları affedilir.”
Hadisi, Buhârî, Müslim Ebû Davud ve Neseî rivayet etmişlerdir.
15.Hadis
Ramazan-ı Şerif, iki Ramazan-ı Şerif arasındaki küçük günahları tamamen siler; süpürür götürür.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den:
Nebî (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Büyük günahlardan uzak kalmak şartiyle, namazlar, beş vakit namaz arasında, Cum’a, iki Cum’a arasında, Ramazân-ı Şerif, iki Ramazân-ı Şerif arasında işlenen küçük günahları siler; süpürüp götürür.”
Hadisi, Müslim rivayet etmiştir
16. Hadis
Resûl-ü Ekrem’i (s.a.v.) örnek olarak, Ramazan-ı Şerif de çok daha fazla cömert olmak ve bu mübarek ayda fakirleri çok daha fazla görüp gözetmek gerekir.
İbn Abbas radıya’llahu anhumâ’dan: Şöyle demiştir:
” Resûlûllah (s.a.v.), insanların en cömerdi idi. Bilhassa Ramazân-ı Şerif de Cibril (a.s.) ile buluştuğu zaman, cömertliği son dereceyi bulurdu. Cibril (a.s.), Ramazân-ı Şerifin her gecesinde Resûl-ü Ekrem(s.a.v.) ile buluşup karşılıklı Kur’an-ı Kerim okur ve müzakere ederlerdi. Bu sebeple, Resûlullah (s.a.v.), Cibril (a.s.) ile buluştuğunda, insanlara rahmet getirmek için gönderilen rüzgârdan daha cömert ve daha faydalı olurdu.”
Hadisi, Buharı ve Müslim rivayet etmişlerdir.
17.Hadis
İftar vakti girdiği halde, yemeden ve içmeden arka arkaya oruç tutmak memnudur.
Aişe radıyallahu anhâdan:
Şöyle demiştir:
Resulullah (s.a.v.), müslümanlara acıdığı için, oruçta visalden, bir günün orucunu yiyip içmeden öbür günün orucuna birleştirmek suretiyle arka arkaya oruç tutmaktan onları menetmiştir.
Sahabilerden bazıları Resûl-ü Ekrem (s.a.v.)’e:
- Yâ Resûlallah! Halbuki Sen, bir günün orucunu, yiyip içmeden öbür günün orucuna birleştiriyorsun; oruçta visal yapıyorsun, dediler.
Resûl-ü Ekrem (s.a.v.):
—Ben sizin gibi değilim; şüphe yok ki Rabbim beni doyuruyor ve suvarıyor, buyurdu.
Hadisi Buhârî rivayet etmiştir.
18. Hadis
İnsanlar ve cinler, Allah Teâlâya kulluk etsinler diye yaratıldıkları iyin, güç yettiği kadar Allah Teâlâya kulluk yapmak gerekir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den:
Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Oruçta visalden, bir günün orucunu yiyip içmeden öbür günün orucuna birleştirerek arka arkaya oruç tutmaktan kaçınmanızı tavsiye ederim.”
Resûl-ü Ekrem (s.a.v.) bu sözü iki defa tekrarladı.
Kendisine şöyle denildi:
—Yâ Resûlallah! Sen, bir günün orucunu yiyip içmeden öbür günün orucuna birleştirerek arka arkaya oruç tutuyorsun; oruçta visal yapıyorsun.
Resûl-ü Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu:
—Hanginiz bana benzeyebilir? Ben, Rabbim beni doyurur ve suvarır halde geceliyorum. Şu halde siz, ibadetinizde gücünüzün yettiği kadar külfete katlanınız.
Hadisi, Buhârî rivayet etmiştir.
19. Hadis
Ramazân-ı Şerif’de, teravihi hem ağır kılmak ve hem de ağır kıldırmak, ta’dili-i erkâna riayet etmek gerekir.
Ebû Seleme İbn Abdurrahman’dan rivayete göre, kendisi Hz. Âişe radıyallahu anhâya, Resûl-ü Ekrem (s.a.v.)’in Ramazân-ı Şerif deki gece namazının keyfiyetinden sormuş ve validemiz de şöyle cevap vermiştir:
“Resûl-ü Ekrem (s.a.v), ne Ramazân-ı Şerif’de, ne de Ramazân-ı Şerif den başka gecelerde on bir rek’at üzerine ziyade etmiş değildir. Resûl-ü Ekrem (s.a.v.) önce dört rek’ât kılardı. Ama o rekatların güzelliğinden ve uzunluğundan sorma; (onların güzelliği, sorudan ve cevaptan müstağnidir.) Sonra O, dört rek’at daha kılardı. Bunların da güzelliğinden ve uzunluğundan sorma. Sonra da üç rek’at kılardı.*
Hz. Âişe sözlerine devamla şöyle demiştir:
—Yâ Resûlallah! Vitir kılmazdan önce uyuyormusun? diye sordum.
Resûl-ü Ekrem (s.a.v.):
—Yâ Âişe! Benim iki gözüm uyur; fakat kalbim uyumaz, diye cevap verdi.
Hadisi Buhârî rivayet etmiştir.
*Burada bahis mevzuu edilen namaz, Resûl-ü Ekrem (s.a.v.)’in teheccüd veya teravih namazıdır. Resûl-ü Ekrem (s.a.v.) tarafından sekiz rek’at teravih namazı kıldırıldığı rivayet edilmiştir. Fakat 20 rek’at kıldığı da söylenmiştir. Hz. Ömer (r.a.)’in hilafet makamına geldiği andan itibaren günümüze kadar teravih 20 rek’at olarak kılına gelmiştir.
20. Hadis
Hasta olmadan ve ruhsat verilmeden Ramazân-ı Şerif’de oruç tutmamak, korkunç bir davranıştır; keffâreti de yoktur.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den:
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Ruhsatsız ve hasta olmaksızın kim Ramazân-ı Şerif de bir gün orucunu yerse, bütün bir yıl oruç tutsa bile, bu, yediği o orucun kazasına kafi gelmez.”
Hadisi, Tirmizî, Ebû Davud, Neseî ve Ibn Mâce rivayet etmişlerdir.
21. Hadis
Sahurda bereket vardır. Bu sebeple sahura kalkmak sünnettir.
Enes İbn Malik (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Sahura kalkıp sahur yiyin; çünkü sahurda bereket vardır.”
Hadisi, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Neseî ve İbn Mâce rivayet etmişlerdir.
22. Hadis
Müslümanların oruçlarını diğerlerinkinden ayıran, sahura kalkmak ve sahur yemeği yemektir.
Amr İbn As (r.a.)’den rivayete göre şöyle demiştir: Resulü ilah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Bizim orucumuzla ehl-i kitabın orucu arasındaki fark, sahur yemeğidir.”
Hadisi, Müslim, Ebû Davud, Tirmizî ve Neseî rivayet etmişlerdir.
23. Hadis
Sahur yemeği berekettir. Allah Teâlâ, sahurdaki bereketi sadece müslümanlara bahsetmiştir.
Abdullah İbn Hâris’den rivayete göre, Nebi (s.a.v.)’in sahabîlerinden birisi şöyle demiştir ;
Nebi (s.a.v.)’in yanma girdim. O sırada sahur yemeği yiyordu:
“Sahur yemeği berekettir. Allah Teâlâ onu size bahsetmiştir. Onu terketmeyin,” buyurdu.
Hadisi Neseî rivayet etmiştir.
24. Hadis
İftar vakti girer girmez, vakit geçirmeksizin hemen iftar etmek. Resûlu Ekrem (s.a.v.)’in müslümanlara hayat bahsede» sünnetlerindendir.
Sehl Ibn Sa’d (r.a.)’den:
Resulü ilah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Oruç tutan insanlar, iftarı acele yapmağa devam ettikleri müddetçe daima hayır içinde bulunurlar.”
Hadisi. Buhârî, Müslim ve Tirmizî rivayet etmişlerdir.
25. Hadis
İftar vakti girer girmez, geciktirmeden hemen oruçlarını bozan mü’minleri Allah Teâlâ çok sever.
Ebû Hüreyre (r .a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Aziz ve Celil olan Allah buyurdu ki: Kullarımdan bana en sevgili, olanı, iftarı-acele yapandır.”
Hadisi, Ahmed İbn Hanbel ve Tirmizî rivayet etmişlerdir.
26. Hadis
Yahudi ve Hıristiyanlara benzememek için, iftar vakti girer girmez iftar etmek, orucu açmak gerekir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den:
Resulü Hah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“İnanan insanlar, vakit girer girmez iftar yapmağa, oruçlarını açmağa devam ettikleri müddetçe, din hakim durumda demektir. Çünkü, yahudiler ve hıristiyanlar iftarı geciktirirler.”
Hadisi, Ebû Davud ve İbn Mâce rivayet etmişlerdir.
27. Hadis
Hurma ile oruç açmak, Resûl-ü Ekrem (s.a.v.)’in sünnetindendir.
Selman İbn ‘Amir ed-Dabbî (r.a.)’den:
Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz iftar edeceği zaman, hurma ile orucunu açsın. Çünkü hurma berekettir. Eğer hurma bulamaz ise, su ile iftar etsin. Zira su temizdir.”
Hadisi, Ebû Davud, Tirmizi ve İbn Mâce rivayet etmişlerdir.
28. Hadis
İftar edecekleri zaman hurma bulamayan kimseler, oruçlarını birkaç yudum su ile açmalıdırlar.
Enes İbn Malik (r.a.)’den:
Demiştir ki:
“Resûlullah (s.a.v.), akşam namazını kılmadan önce taze hurma ile iftar ederdi. Eğer taze hurma bulunmaz ise, birkaç kuru hurmacık ile orucunu bozardı. O da bulunmaz ise, birkaç yudum su içer, orucunu açardı.”
Hadisi, Ebû Davud ve Tirmizî rivayet etmişlerdir.
29.Hadis
Bed RMAKenî ibadetlerden olan oruçtan yeteri kadar faydalanmak için, bütün uzuvlara oruç tutturmak gerekir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayete göre şöyle demiştir:
Nebi (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kim yalan söylemeği ve yalanla amel etmeyi terketmez ise, o kimsenin yemesini ve içmesini bırakmasına Cenab-ı Hakk’ın ihtiyacı yoktur; o kimseye kıymet vermez ve iltifat etmez.”
Hadisi, Buhârî, Ebû Davudve Tirmizî rivayet etmişlerdir.
30. Hadis
Oruç tutmak, sadece aç ve susuz kalmaktan ibaret olmadığı gibi, Ramazan-ı Şerifde geceleri ibadetle ihya etmek de sadece uykusuz kalmaktan ibaret değildir. Her hareket ve davranışta olduğu gibi, ibadetlerde de ilâhî rıza ve ihlas ön planda tutulmalıdır.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Resûlu’llah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Oruç tutan çok kimse vardır ki onun orucundan arta kalan, açlıktan başka bir şey değildir; ve geceyi ibadet ve tâatle ihya eden çok kimse vardır ki onun ibadet ve tâatinden arta kalan, uykusuzluktan başka bir şey değildir.”
Hadisi, İbn Mâce rivayet etmiştir.
31. Hadis
İslâm’da kesin olarak yasaklandığı için, dedi-kodu yapmak, orucun sevabını silip süpürür. Çünkü Allah Teâlâ:”—Birbirinizin gıybetini yapmayın. Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Ondan tiksinirsiniz. Allah’dan korkun…” buyurmaktadır.(El-Hucurât, 12).
“Resûlullah (s.a.v.)’in hizmetçisi ‘Ubeyd (r.a.)’den:
İki kadın oruç tuttu; ve bir adam da Resûl-ü Ekrem (s.a.v.)’e gelerek şöyle dedi:
—Yâ Resûlullah! İşte burada iki kadın var. Oruç tutmuşlar. Her ikisi de susuzluktan az kalsın öleyazmışlar.
Resûl-ü Ekrem (s.a.v.), yüzünü ondan başa tarafa çevirdi: yahut sükut etti; cevap vermedi. Sonra o şahıs sözlerini tekrarladı ve zannediyorum ki şu sözleri de söyledi: “Zeval vaktinde çok sıcakta…”
O zat:
—Yâ Nebiyyallah! Allah’a yemin ederim ki o iki kadın her halde öldü; yahut öleyazdı, diye sözlerine ekledi.
Resûl-ü Ekrem (s.a.v.):
—O iki kadını bana çağır, buyurdu.
Râvi diyor ki:
O iki kadın geldi.
Bir kap veya büyük bir çanak getirildi.
Resûl-ü Ekrem (s.a.v.), o kadınlardan birisine:
—Kus, dedi.
O kadın, kan, irin ve et parçalan kustu. Nihayet kabın yarısı doldu. Sonra diğerine:
Sen de kus, buyurdu.
O da kan, irin, kanlı et ve daha başka şeyler kustu. Nihayet kap doldu.
Resûl-ü Ekrem (s.a.v.) sonra şöyle buyurdu:
—Bu iki kadın, Allah Teâlânın helal kıldığı şeyler en uzak kalarak oruç tuttular; haram kıldığı şeylerle iftar ettiler; oruçlarını bozdular. Biri diğeri ile beraber oturarak, insanların etlerini yemeğe başladılar; dedi kodu yaptılar.
Hadisi, Ahmed İbn Hanbel rivayet etmiştir.
32. Hadis
Kadir gecesine tesadüf eden ve o mübarek geceyi ibadet ve tâatle geçiren müslümana ne mutlu! Onun geçmiş günahları affedilir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayete göre şöyle demiştir:
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kim, Kadir gecesine tesadüf eder ve o gecenin faziletine inanarak ve mükâfatını da Allah Teâlâdan umarak onu ibadet ve tâatle ihya ederse, o kimsenin geçmiş günahları affedilir.”
Hadisi, Müslim rivayet etmiştir.
33. Hadis
Ramazân-ı Şerifin son on günü girdiği zaman, ibadet ve tâat hususunda çok ciddi bir şekilde gayret gösterilmeli… Böyle davranmak, müslümanların menfaati gereğidir. Resûl-ü Ekrem (s.a.v.), bu konuda da bütün müslümanlara örnektir.
Âlişe radıyallahu anhâdan:
Şöyle demiştir:
“Ramazan-ı Şerifin son on günü girdiği zaman, Nebi (s.a.v.), ibadet hususunda çok ciddi sa’y-ii gayret gösterirdi. Gecelerini ihya eder; ibadet ve tâatle geçirirdi. Aile efradını da ibadet ve tâat için uyandırdı.”
Hadisi, Buhârî rivayet etmiştir.
34. Hadis
Kadir gecesini, Ramazan-ı Şerifin son yedi gecesinde aramak gerekir. Resûl-ü Ekrem (s.a.v.)’in talimatı bu merkezdedir.
İbn Ömer radıyallahu anhumâdan:
Nebi (s.a.v.)’in sahâbîlerinden bazı kişilere Kadir gecesi, Ramazan-ı Şerifin son yedi gecesinde rüyada gösterildi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Rüyanızı biliyorum. Kadir gecesi, Ramazan-ı Şerifin son yedi gecesine tevafuk etmiştir. Kim Kadir gecesini aramağa cehd-ü gayret gösterirse, onu, Ramazan-ı Şerifin son yedi gecesi içinde arasın.”
Hadisi, Buharı rivayet etmiştir.
35. Hadis
Kadir gecesinin kesin olarak bildirilmemesi, müslümanlar için daha hayırlıdır. Bu durum, Kadir gecesine tesadüf edebilmek için, onların daha fazla gayret göstermelerine sebep olur.
‘Ubâde İbn Sâmit (r.a.):
Şöyle demiştir:
Nebi (s.a.v.), Kadir gecesini bize haber vermek üzere dışarı çıkmıştı. Müslümanlardan da iki kişi münakaşa ediyordu. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
“Size Kadir gecesini haber vermek üzere dışarı çıktım. Filan ve filan münakaşa ediyordu. Bunun üzerine Kadir gecesinin hangi gece olduğu kalbimden silinip gitti ve belki de böyle olması, sizin için daha hayırlıdır. Öyle ise, o geceyi, Ramazan-ı Şerifin yirmi dokuzuncu, yirmi yedinci ve yirmibeşinci gecelerinde arayın.”
Hadisi, Buharı rivayet etmiştir.
36. Hadis
Ramazân-ı Şerif’de itikaf yapmak, Resûl-ü Ekrem (s.a.v.)’in müslümanlara hayat veren sünnetlerinden biridir.
Ebû Sa’id el Hudrî (r.a.)’den:
Demiştir ki:
Resûlullah (s.a.v.), Ramazan ayının ortasındaki on günde itikaf yapardı. Yirminci gece geçip yirmi birinci geceyi karşıladığı zaman evine dönerdi. Onunla beraber itikaf yapanlar da evlerine dönerlerdi. Bir Ramazan, evine dönmeyi itiyat edindiği gece, mescid-de kaldı. Cemaate hutbe okudu ve onlara Allah Teâlâ’nın dilediklerini emretti. Sonra şöyle buyurdu:
“Ben, bu on günde itikaf yapıyordum. Bilahare şu son on günde itikaf yapmam hatırıma geldi. Şu halde, benimle beraber kim itikaf yapmış ise, itikaf yerinde kalsın. Bu gece, yani Kadir gecesi hakikaten bana rüyamda gösterildi. Sonra o bana unutturuldu. Artık siz onu, Kadir gecesini, Ramazan-ı Şerifin son on günü içinde arayın; onu tek gecelerde arayın. Ben kendimi su ve çamura secde ederken gördüm.”
Râvi diyor ki:
“Bu gece gökten yağmur yağmaya başladı; çok yağmur yağdı; ve yirmi birinci gece, Nebi (s.a.v.)’in namaz kıldığı yerde mescid aktı. Sonra gözüm Resûlullah (s.a.v.)’i gördü. Yüzü çamur ve su ile kaplı olarak mes-cidden çıkarken O’na baktım.”
Hadisi, Buhârî rivayet etmiştir.
37. Hadis
Fıtır sadakası, oruç tutan kimseyi, çirkin ve faydasız şeylerden temizler. Kısa bir müddet için de olsa, fakirlerin zaruri, ihtiyaçlarım temin etmelerine sebep olur.
İbn Abbas radıyallahu anhumâdan: Şöyle demiştir:
” Resûlullah(s.a.v.), oruçluyu kötü, çirkin ve faydasız şeylerden temizlemek ve zavallı fakirleri doyurmak için fıtır zekatını farz kıldı. Binaenaleyh, kim onu bayram namazından önce eda ederse, o makbul bir zekat olur. Kim onu bayram namazından sonra eda ederse, sadakalardan bir sadaka olur.”
Hadisi, Ebû Davud ve İbn Mâce rivayet etmişlerdir.
38. Hadis
Oruca başlamak ve bayram yapmak için hilali görmek esastır. Bu prensip olarak kabul edilmiştir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den:
Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Ramazan-ı Şerif hilalini gördüğünüzde oruç tutun ve Şevval ayını gördüğünüzde de iftar edin; bayram yapın. Ramazan-ı Şerifin başlangıcı bulutlu bir güne tesadüf ederse, Şaban ayını otuz güne tamamlayın.”
Hadisi, Buhârî rivayet etmiştir.
39. Hadis
Her kameri ayda üç gün oruç tutan kimse, bütün yılı oruçla geçirmiş sayılır. Çünkü her iyiliğe karşı en az on misli mükâfat vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Kim, ortaya bir iyilik koyarsa, ona o iyiliğin on kata verilir. Kim de bir kötülük işlerse, sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.” (El En’âm 160).
Abdullah îbn ‘Amr İbn ‘As radıyallahu anhumâdan:
Resûlullah (s.a.v.) bana şöyle dedi:
- Ey Abdullah! Senin her gün oruç tuttuğun ve her gece ibadetle meşgul olduğun bana haber verilmedi mi sanıyorsun?
— Evet, öyle yâ Resûlullah! dedim. Şöyle buyurdu:
Sakın öyle yapma. Bazı günler oruç tut; bazı günler oruç tutma. Gecenin bir kısmında uyu; bir kısmında da namaz kıl. Çünkü, kendi bedeninin senin üzerinde hakkı vardır. İki gözünün senin üzerinde hakkı vardır. Eşinin senin üzerinde hakkı vardır. Misafirinin senin üzerinde hakkı vardır. Her ay üç gün oruç tutman senin için kafidir. Zira, her iyiliğine karşı sana on sevap verilir. Her iyiliğine karşı on misli sevap ve mükâfat verileceğine göre, her ayın üç gün orucu, bütün senenin orucu demektir.
Ben işi zora koştum ve zorlaştırıldı. Dedim ki:
Yâ Resûlallah . Ben bundan daha fazla ibadet etmek için kendimde güç ve kuvvet hissediyorum.
Resûl-ü Ekrem (s.a.v.):
Öyle ise, Allah Teâlânın peygamberi Davud (a.s.)’nın orucu gibi oruç tut; fazla tutma buyurdu.
Allah Teâlânın peygamberi Davud(a.s.)’ın orucu ne kadardır? diye sordum:
Senenin yarısı… buyurdu.
Abdullah yaşlanıp da eskisi gibi ibadete nefsinde güç ve kuvvet kalmayınca:
“Keski, Nebi (s.a.v.)’in bahşettiği müsaadeyi kabul etmiş olsaydım.” demiştir.
Hadisi, Buhârî rivayet etmiştir.
40. Hadis
Cihad ederken bir gün oruç tutan kimseden cehennem ateşi yetmiş yıl uzaklaşır.
Ebû Sa’îd (r.a.)’den rivayete göre şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Eğer bir kul, Allah yolunda cihad ederken bir gün oruç tutarsa, Cenâb-ı Hak, o gün sebebiyle onun yüzünden cehennem ateşini yetmiş yıl uzaklaştırır; o kimse cehennem ateşinden kurtulur.”
Hadisi, Buhârî, Tirmizî ve Neseî rivayet etmişlerdir.
Yararlanılan Kaynaklar
-Kuran-ı Kerim Hayrat Neşriat-İstanbul
-Kuran-ı Kerim ve Yüce Meali Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını
-Kuran-ı Kerim ve Yüce meali (ali bulaç)
-Kutübisitte (prf.dr. İrahim Canan)
-Risaleler Sözler (ustat beduzzaman)
-Sahihi Buhari (Tercemesi)
-Sahihi Müslim (Tercemesi)
-Müsnet (Ahmet bin hambel)
-Aşk olsun, Tasavvuf ve Halk Edebiyatı Şiirleri (Aşık Ahi Kul Ahmet )
-Mutluluk Piskolojisi (Prf.Dr. Nevzat Tarhan)
-Kuran-ı Mecid ve Tefsirli Meal-i Alisi
-Ruhu’l Furkan Tefsiri
-İslam İlmihali Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını
-Kuran-ı Hakim ve Açıklamalı Meali (Prf.Dr. Suat Yıldırım)
-AHİLER Sanatı İnsan Olan Sanatkarlar (Aşık Ahi Kul Ahmet )
-Bir İnsan olarak Hz.Muhammed ( Said Alpsoy)
-Peygamberimizden Dualar (El Ezkar)
-Kalp Nefs ve Ruh (Prf. Dr. Robert Frager )
-İnsani Derinlik (İlhami Fındıkçı)
-Tarihte Ramazan (Ertuğrul Tarık Kara)
-Ramazan Kitabı (Özlem Olgun)
-Peygamber Efendimizin Hayatı (Eyüp Sabri)
-Ayet ve Hadislerle İslam Ahlakı (İdris Tüzün) 2011
-Kuran Fihristi (Recep Aykan) 1997
-Büyük İslam İlmihali (Ömer Nasuhi Bilmen) Akçağ Yayınları no: 99
-Örnek Vaazlar –I,II, (Lütfi Şentürk) Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını 2004
-Mektübat-ı Rabbani (Aptul Kadir Akçicek)
-Hadisler (Muhammed Fuad Abdülbaki)
[1] Buradaki resim ve açıklama İsparta ve Antalya’da medfun Nakşibendi, Ehli Sünnet alimi İsmail Çetin Hoca Efendinin Terbiye-i Nefis adlı eserinden alınmıştır.
Sana açtım ellerimi
Mahsun etme didarından
Bu ümmetin kullarını
Mahrum etme didarından
Hergün seni fikir etsem
Şükür dahi yavı kılsam
Ölsem ölsem karar etsem
Yoksun etme cananından
Beni benden alan Hakk’tır
O’na türlü dilek yoldur
Ayruk saza sözüm çoktur
Aşkın etme yaranından
Sırattan düşem uçmağa
Cehennem od’na yanmağa
Karalar yüzüm sürmeğe
Yavsın etme salahından
Ey yarenler ölem deyu
Ettiğimi bulam deyu
Aybım vura yüzler deyu
Darda koma günahımdan
Gerçek kula kulluk sefa
Ağıt kılam gülsem cefa
Hemin geldim nefse kara
Kal’asını yıkasından
Eyi amel etsem kaşa
Azap yazmaz Cebbar beşe
İki alem canan düşe
Mahbub ola emanından
Ecel ere bir gün ölem
Pişman ola dara gelem
Sağ yanıma dahi verem
Kulluk eyler belasından
Karşıma gele ni’ttüğüm
Zülüm dahil ne ettiğim
Yolum nicedur gittiğim
Varam eyler kararından
Sala eyle ele bele
Dört tekbire aşkın yele
Ömür sazı kemal düşe
Ahir yaza nicesinden
Ahi ahmed dua sözü
Kalpler çalar Hakk’ın sazı
Muhammed’e kaştır yüzü
Karar etme makamından
Ey biçare ahmed ahi
Günahını sırtla dahi
Sığındığın Allah gani
Rahim eyler halasından
(Dört tekbir=cenaze namazı)
(didar=gönül)
(gani=zengin, Hakk sıfatı)
(dar=zorluk)
(Mahbup=sevgili)
(eman=güven, koruma)
(Cebbar=Hakk ismi, zor kullanan)
(beş=beş vakit namaz)
aşık ahi kul ahmede yazmak nasib olmuştur..
Rabbim nasib kılsa varsam
Güzel kabe yandım sana
Hak nasib etse de uçsam
Güzel kabe varsam sana
*
Kara donun Kuran dolu
Hacdan Hacca çıkar onu
Sana varmak aşkın düşü
Güzel kabe ersem sana
*
Büründüğün kara nedir
Haktan yana düşen kimdir
Yollar dolu hacı bindir
Güzel kabe dersem sana
*
Dört bir yanın küptür düzdür
Düzlük birer adalettir
Altı üstü zemzem hoştur
Güzel kabe gelsem sana
*
Arşa çıktım seni gördüm
Yere indim kara buldum
Siyah nuru taşa verdim
Güzel kabe sorsam sana
*
Cennet nuru izler seni
Adem dahi tevekkeli
Havva için şükre döndü
Güzel kabe dönsem sana
*
Kara donu kimden çaldın
Siyah tüllü güzel m’oldun
Bağrı yanık kara yazgım
Güzel kabe yazsam sana
*
Para pulla olmaz hacı
Hakk çağıra gele ne ki
Gözü kara ahmed der ki
Güzel kabe koşsam sana
*
Levhe yazdı kimler gele
İbrahim’e çığır diye
Milyonları dostum bile
Güzel kabe çağrım sana
*
Sana gelmek büyük onur
Varamayan mahsun kalır
Gönül Hakka yanar durur
Güzel kabe yansam sana
*
Herkes döner senden yana
Namaz kılan gözden evla
Rahmet saçar kavi kula
Güzel kabe bağrım sana
*
Safa merve nişan olmuş
Gider gelir hacı dolmuş
Bir tavafta binler dönmüş
Güzel kabe dönsem sana
*
Seni diyen sana dönmüş
Hakk diyene kabe dönmüş
Aşka düşen kabe olmuş
Güzel kabe bahtım sana
*
Altunoluk bizden yana
Her bir köşe rahmet yaza
Kapındaki dua ile
Güzel kabe kalbim sana
*
Hacerü-l esved köşede
İstilam olur tavafta
Ömer, Rasül öptü derde
Güzel kabe aşkım sana
*
Umre diye derde düşen
Fakir sana demez işin
Görmez isen fakri zulüm
Güzel kabe gülsem sana
*
Yollarına yayan düşsem
Deve yoksa uçup varsam
Elden evla seni görsem
Güzel kabe duam sana
*
Dönüp dursam umre hacca
Sonra versem ruhu Hakka
Helal etse Rabbim başta
Güzel kabe hal’im sana
*
Kabenin çevresi dağlar
Körolası yükselmiş evler
Hürmet anca ecdat eyler
Güzel kabe kalbim sana
*
Yüzbin melek tavaf eder
Didar görmüş sular çağlar
Zemzem diye içen kullar
Güzel kabe canım sana
*
Dua etmez garip kulum
Çağırdığı hacda gülüm
Bir kadın öldüğü yerin
Güzel kabe buldum sana
*
Otuz güne çivi çaktım
Deli gibi tavaf kıldım
Rasul ile mahbub oldum
Güzel kabe yandım sana
*
Daim Hakka döndüm yüzüm
Kalbim zikri Allah için
Manadaki yakut taşım
Güzel kabe yazdım sana
*
Cümle millet kardeş oldu
Tevhid ile sırdaş bildi
Ümmet olup namaz kıldı
Güzel kabe bağım sana
*
Zengin isen durma hacca
Belki çıkar ahmed kula
Her bir sene umut taze
Güzel kabe sağım sana
*
Namazıma kıble kabe
Aşk ahmede heryön kıble
Hakk cemal kabeden öte
Güzel Rabbim kulum sana
*
1995 de hacc, 1996 da ramaza’ın son 10 gün umresi, 1997 de tekrar ramazan son 10 gün umresi nasib oldu. şimdi bir fakire birşeyler verirken kalbim umredeki tavaf kadar titriyor ve bütün müslümanları burada tam bir ümmet olarak seviyor ve kucaklıyorum. anlıyorsunuz umarım…
*
ahi kul ahmed