Sevgili okurlarım,
miraç. Kandilimizi kutluyoruz.
Miraç yükselmek demektir. Gerçekten de KULU (Muhammedi) Mekke’de iken bir gece Cenab-ı Hak onu önce mescidi Haram’dan çevresini mübarek kıldığı Mescid-i Aksa’ya oradan da ayetlerini bildirmek üzere Sidretül Münteha dediğimiz Allah ile görüşülen yere götürmüştür. İsra suresinin birinci ayetinde açıkça zikredilen bu hususta kalbinde hastalık olanlar itiraza kalbi selim olanlar itminana yönelmiştir. Adeta gaybi imanın bir çeşit tecellisi gibidir. Bu bir imanın şartı değildir. Lakin Kuran’da yer alması inanmayı zorunlu kılar. Aksi halde “din kuralları uygulanamaz” diyen kitabın dışına inanıp içine inanmamışlara dönersiniz. Dikkat. Yanarsınız sonra.
MİRAÇ BEDENEN Mİ RUHEN Mİ GERÇEKLEŞTİ?
Daha önce yazdığımız İlim aşka düştü yazısında böyle bir yükselişin bedenen dahi olabileceğinin sinyallerini vermiştik. Oraya bakabilirsiniz. Necm suresindeki ayetler de miraç hakkında bazı gizli bilgiler sunar. Fakat ilimsiz alimler bilmezler bunu.
Kuran’da ledun ilmi olarak önce bir ifritten sonra da ilmi olan bir zat(veziri)’tan bahsedilir. Bu zat Saba melikesi Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar getirip üzerinde değişiklik yaptıktan sonra geri gönderen ve Belkıs’ın “buna kim bir şey yaptı” dediği olaydır. Aslında Kuran her ilmi gelişmenin sırlarını hikayelerle de olsa bildirmektedir. O ne mucize kitaptır.
Şöyle düşünün: konuştuğunuz ses saniyede 330 metre giderken telefon vasıtasıyla elektiriğe (yani dalgaya) dönüş müyor mu? Şimdi hangi hızla gidiyor? Işık hızına yakın. Sonuçta varsayın ki bir adam yürürken ata bindi, yahut hızlı trene. İşte sesi elektriğe bindirince böyle oluyorsa bedeni de ruha bindirince aynısı olabilir. Sadece bedeni sıfırlamanız lazım ki yük teşkil etmesin. İşte İsra 1. ayette “kulu” diye açıkca belirtilmesinin bir sırrı da budur. Çünkü kul makamı en üst makamdır ve nefsin en terbiye görmüş hizmet eder halidir ve hızlı bir yolculukta gereken en az yüktür.
Beyin gücüyle metali kıranlar var. Bu gücün ancak hak ilimle ruha bindirilmesi halinde bir veli maddeye tayyi mekan (aynı anda iki yerde olma veya yer değiştirtme) yaptırabilir. Kırşehirli emekli vaiz Hidayet Hoca babama anlatmış. Kuran’daki bilgiye göre kişi diyecek ki hediyeni gönderiyorum diyecek ve anında hediyesi yanında olacak demiş. Bugün Japonlar denemelerine ilkel maddeyi çözüp gönderiyorlar lakin gittiği yerde koordinatlarını oluşturamadıkları için aynı biçimi gidilen yerde oluşturamıyorlar.
MİRAÇTA KUL PEYGAMBER
Peygamber Efendimiz Sidretül Münteha’da Cenabı Hak’la karşı karşıya geldiğinde “yaklaş” hitabı üzerine yaklaştı. İkisi de nurdu. Ancak bir yay mesafesinde durdu. Konuşmadan mana ile kelam oldu. Dört bin türlü sır aldı. Ve orada da “ÜMMETİM” dedi. Döndüğünde daha yatağı soğumamıştı. Beden ayrılmayan yatak zaten soğumaz? Demek ki bedenen gitmiş.
Bu bir miktar geride durmanın manası kulluk ve edeptir. Bu edebi biz de hayatımızda büyüklerimize karşı uygulamalıyız.
Peygamber efendimizin Mescidi Aksa’daki yükselmeden önceki ayak izinin nur olarak hala durduğu söyleniyor. Bir de ayette zikredilen “çevresini mübarek kıldığımız” sözünün mescid-i Aksa’nın kubbesinin etrafı olduğu bu çerçevenin nur olarak görüldüğü söyleniyor. Allahü alem.
KULLARIN MİRACI NASIL OLUR?
Hadiste “müminin miracı namaz” buyrulur. O ümmetin de yükselmesi için çıktı. Namaz kılan biri destursuz çıkamayacağı makama VIP yoluyla çıkar kabul görür. İnsan aciz ve zayıf olduğu için ezildiği zaman zillete düşmeye, kendisine güç verildiği zaman ise zalim olmaya meyillidir. Her sıkıntıda üstün bir güce sığınmak derdini talebini bir yerlere iletmek ister.
Yüce Rahman çok büyük kıyak geçiyor ve günde beş defa arzu ve isteğini iletmesi için destursuz huzura kabul ediyor. eğer davete icabet yoksa ya inanmıyorlar, ya da önemsemiyor=ZİYAN
Kulun miracı namazda, namazda miraç fatihada, fatihada miraç “iyya kenağbüdü…” de gerçekleşir. Kul bilmez lakin bu ayete geldiğinde huzura çıkarılır. O aptal gazlar gider olmadık işlere HAKKIN huzurunu feda eder. Namazda gözünüzü yummayın buyruldu. Gözünü yuman hayale gider. Halbuki Allah irade ister idrak ister. Bu da göz açık olmakla NE DEDİĞİNİ BİLMEKLE olur. O oturup şu fatihanın manasını iyice bir ezber değil, idrak etmeliyiz. Allah günde kırk defa okutarak şartlandırma mı yapıyor haşa. İdrak ile huzurumda kabul gör ey kulum diyor.
Biraz sıkalım. Kişi Kuran gibi olmadıkça Mutmain seviyeye ulaşamaz. Ulaştıysa HUZUR içinde namaz kılar. Eğer namaz kılıp da Allah yerine kullardan bir şey istiyorsa o ne ermiştir ne de “iyya kenağbüdü” diyemez.
Namaz kıla kıla insan namazın kıymetini bilmez ve alışkanlığa döner. Halbuki sahabe-i Kiram her namazı yeni farz olmuş gibi bilir ve alışmanın verdiği düşüklükten şiddetle kaçınırlardı. Bu durumda bir şok lazım gelir. İşte regaip, miraç, berat, kadir, ramazan ayı, feyzi bereketi artırılmış şoklayıcı günlerdir.
DÜNYANIN KULLARI NE OLACAK
Dünyaya düşenler, israf ile giyim kuşam, gösterişli evler, son model arabalar, pahalı telefonlar, el aleme gözükmek için boyalı avratlar, doymayan nefsin kulları olurlar. Ya da Kuran’ın deyimiyle nefsini ilah edinenlerdir bunlar. Bunların miracı kendine, namazı da kendine olmaz mı? Biraz ileri gidelim. Camide müslüman, evinde zalim, siyasette ırkım, ya da laikim, ticarette kafir gibi zalim ve gaddar, sohbetinde hak sözü anmaz yalancı gıybetçi. Her yerde müslümanım diyemez. İlla bir ilave moda ve İslam dışı bir marka ile anılsın ister. Bunların miracı İbni Arabi’nın ayağının altındaki küpün içine olmaz mı? Lakin bir Yavuz Selim daha nereden bulacağız. Islah eyleye cümlesini rabbim, bizleri de böyle olmaktan koruya.
Her yeni gün yeni bir şeyler söylemek lazım diyor Mevlana. Kuran, evlerde “Kuran sofrası kurun” diyor nur suresinde. Evler ne iğrenilecek kadar kötü, ne de imrenilecek kadar lüks olmalıdır. Su akarken bile israf etme diyen peygamber paran olsa bile tasarruflu davranmaya mecbursun demiyor mu? İhtiyacı senin nefsin, nefsini başkası ve reklamlar belirleyemez arkadaş. İhtiyacı Kuran ve sünnet belirler. Hz. Peygamberin yaşayışı belirler. Örnek odur.
KURAN’IN YERİMİZİ BELLİ EDEREK MİRACIMIZIN KİME OLDUĞUNA İŞARET ETMESİ
Kur’ân’daki hizbullah kavramini “şi’atullah (allah’in taraftarlari)”, “ensârullah (allah’in yardimcilari”, “evliyaullah (allah’in dostlari” ve “cündullah (allah’in askerleri)” gibi deyimler adeta bir “benden yana olanlar kimlerdir” der gibidir.
Hizbullah, Allah’in ve Rasûlü’nün otoritesine boyun eğen, islâm’a teslim olan, içlerinden seçtikleri yöneticilere itaat eden, birbirleriyle yardımlaşan, dostluk ve dayanışma içinde bulunan diğer yandan da en yakin akrabaları da olsa, İslâm düşmanlarını sevmeyen, onlarla işbirliği yapmayan, onlara yardımda bulunmayan mü’minler topluluğudur. İşte bu dairede kalanların miracı HAKKA olabilir denilebilir.
İkinci din olan Tağut ve Hizbüşşeytan’ı; gerçek mü’minlerden, hizbullah’tan ayiran en temel özellik: Allah’ı rasülü’nû ve mü’minleri değil, onlarin karşisindaki kimseleri velî edinmeleridir. İşte kimi destekliyorsanız Miracınız ona olacaktır. Allah muhafaza buyursun.
*
ahi kul ahmed
Bismillahirrahmanirrahim
selamün aleyküm
Kişi sevdiğiyle beraberdir (Buhari, Müslim)
Ama nasıl???
Ne mutlu kalbinde yüce Allah’ın sevgisinden başka sevgi bulundurmayanlara. O’nun rızasından başka bir şey arzulamayanlara.
Her ne kadar görünüşte halkla birlikte olsa ve şeklen onlarla meşgul bulunsa da o kimse Allah cc ile birliktedir.
Kalp aynı anda birden fazla muhabbet bağı kuramaz. Bir şeyle kurduğu muhabbet bağı ortadan kalkmadıkça başka bir şeyle muhabbet bağı kuramaz. Arzuladığı ve muhabbet bağı kurduğu bir çok şey, mal, evlat, liderlik, övülme, insanlar arasında üstünlük gibi şeyler aslında tek şeye yani kendi nefsine duyduğu muhabbettir ve her biri bu muhabbetin bir parçasıdır.
Kişi bu istekleri kendi nefsi için istemiş olmaktadır. Başkası için değil. Dolayısıyla kendi nefsine muhabbeti yok olanın bu istekleri de yok olur. Bu nedenle, “Kulla Rabbi arasındaki perde, dünya değil, kulun kendi nefsidir” denmiştir. Kul nefsinin arzu ettiği şeylerden kurtulamadıkça, Rabbi arzulayamaz. Ve kalbi Allah’ın muhabbetine açılmaz. Bu durum mutlak fena halinin gerçekleşmesinden sonra zat tecellisine bağlı olarak kazanılır.
Bu durumda seven için sevgilinin nimetleri de ezaları da eşit olur. Böylece ihlas meydana gelir. Kişi nimetleri istemek ve ezaları önlemek amacıyla nefsi için Allaha kulluk etmez. Çünkü nimet de eza da farksız olmuştur. Buna “mukarrabin” mertebesi denir.
Ebrar kullar ise korku ve ümit ile Allah’a kulluk ederler. Bunlar zati muhabbetin güzel duygularına erişemedikleri için korku ve ümit kendi nefislerine döner. Ebrar’ın iyilikleri mukarrabinin kötülükleri ile beraberdir. Ebrar’ın iyilikleri bir yönüyle iyilik bir yönüyle kötülüktür. Mukarrabinin iyilikleri sırf iyiliktir.
Mukarrabin arasında da “beka” halini tamamlayıp “sebepler alemine” döndükten sonra “korku ve ümitle” Allah’a ibadet edenler vardır. ancak onların korku ve ümidi kendi nefislerine dönmez. Bilakis onlar “Allah’ın Rızasını ümit ederek ve gazabından korkarak ibadet ederler. Fakat cenneti nefsani arzuları için değil Allah’ın rızasının bulunduğüu yer olduğu için isterler. Bunların cehennemden sığınmalarının nedeni nefislerinden acıları uzaklaştırmak için değil, Allah’ın gazabının bulunduğu yer olduğu içindir. Çünkü bu kimseler nefislerinin esaretinden hürriyetlerine kavuşmuş ve Allah’ın halis kulları olmuşlardır. Bu rütbe Mukarrabinlerin en üst makamıdır.
Bu durumu değerli islam alimi Kuşeyri şöyle özetler. “Özgürlüğün hakikati kulluğun kemalidir” der.
Sevgili okurlar,
Siz de bir parça da olsa böyle olmaya çalışarak niyetlerinizde bir güzelleşme sağlayabilirsiniz. Unutmayın ameller niyetlere göre anlam kazanır. Ve kişi sevdiği ile beraberdir. Dolayısıyla kimi nasıl sevdiğinize dikkat etmelisiniz. Eğer hala bir takım insanları kuvvetle sevdiğinizi söylemeğe devam ediyorsanız bir şirk içine bile düşebilirsiniz. İnsan olarak sevilmesi gereken ise sadece Hz. Peygamber’dir. Ve onun yoludur.
Ya Allah ile beraber olun, yahut da Allah ile beraber olanlarla beraber olun.
İKRA’ = OKU
Cenâb-ı Hakk’ın “İk’ra” emri çok önemlidir. Okumak çok türlüdür. Ve neyi okursanız ona uygun bir amel gerekir. Her türlü okuyan insan düşünür ve cehaleti gider. Cehaleti giden insanın aklını örten şeyler gider ve aklı ortaya çıkar. Akıl yaratıcısını düşünüp bulunca “aklı selîm” olur.
Efendimiz akıllı insanı “…ahireti düşünüp ona göre davranandır..” dedi. o halde ahiret nerde?=Uzakta. demek ki akıllı olmak ikra emri ile ahireti düşünmeye kadar gidiyor. Allah’ın da aradığı ahireti düşünüp dünyada ona göre davranan insan modelidir denilebilir.
Okumanın insan bedenine yaptığı fayda anlatmakla bitmez. Göz ve akla fiziki olarak da büyük yararları vardır. Kulaklıkla dinlemenin ise bir çok zararı vardır. Okumanın ilk emir olup imandan da önce zikredilmesi boşuna değildir.
Kararı irade verir. Hastaya geçmiş olsun demek yetmez. İhtiyacının karşılanması da gerekir. Vicdan da beraberindedir. Aksi halde riya olur. Aklın kararını kişinin korkuları, beğenileri ve önyargıları etkiler. İbadetler iradenin doğru tecelli etmesi için iradeyi güçlendirir.
Akıl itikadın temelidir. Akıl kâinata bakıp bunun bir yaratıcısı olmalı diye bir varsayım yaparak imana ulaşır. Akıl ve itikattan sonra ibadetin de güçlendirmesiyle Allah’a muhabbet hâsıl olur ve iman kalbe iner. Dil zikir yapınca ve ilerleyince zikir kalbe iner. İman kalpte olur. Sevgiyle ihlâsa dönüşür.
İhlâsın temeli fedakârlık düzeyinde sevginin imanla bezenmesidir. Kemale yükselebilmek için kişinin gerçek bir ahi düzeyinde feta yapabilmesi gerekir. Gözü Allah’tan başka kimseyi görmemelidir. O’na da görür gibi ibadet etmelidir.
İhlâs bir mana itibariyle kişi ile Allah arasında tanımlanamayan bir muhabbet ilişkisidir. Kişi ihlaslı olunca ona şeytan’ın müdahale etmesi mümkün olmaz. Allah Kuran’ı Keriminde böyle dedi çünkü.
Kişi ilk önce Allah’a yönelmesinin ardından yönünü halka çevirmelidir. Onlarla ilgilenmeli ve bir ahi gibi hoşgörülü olmalıdır. Sevmelidir. Kulluk ise en üst makamdır. Yalnız bu kişilerde ismet sıfatı olmadığı için düşme tehlikesi daima vardır.
Normal durumlarda arif kişilerin Allah Korkusu, O’nun ateşinden değil ve fakat Allah’ın bu kişiyi rahmetinden uzaklaştırmasındandır. Yani Allah’ı gücendirmekten korkarlar.
Bir Hikaye;
İki sahabe efendimize gelerek filanca evde kötü iş yapılıyor diye haber verirler. Efendimiz de Ali’ye şu yere git bak diye söyler. Ali efendimiz de o eve gelince önce gözlerini kapatır ve içeri bu halde girerek duvarları elleriyle yoklayarak dışarı çıkar. geldiğinde efendimize “orada bir şey görmedim” der. durumu anlayan efendimiz ona şöyle der. ya Ali, Gözünle gördüğünü eteğinle örttün” der. La feta İlla Ali =Ali’den başka feta yoktur sözü burdan gelir.
Dost dosta değil dosttan dosta bakar
Alır rahmet döner halka nur saçar
Yad ellerde sallanır da dost arar
Dost bilip de gördüğünden kul ister
Hakk’tan bir nasib oldu ikra evla durdu
Ok’dum bin nasib geldi ikra süfla oldu
Hakk’tan bir nasib erdi ruhu şeyda güldü
Ok’dum bir nasib geldi ikra evla oldu
“Kul hüvallah, Sübhanallah” virdim olsaydı
Çöller geçip dağlar aşıp taat kılsaydı
Cemal diye düşler görüp cana doysaydı
Ok’dum bir nasib geldi ikra neva oldu
Baştan geçtim candan geçtim dahi imandan
Vahdet aşkı şarab oldu içtim zemzemden
Azgın kulu yola saldı döndüm şeytandan
Ok’dum bir nasib geldi ikra sevda oldu
Ağlar yazdı, Halil çaldı geçtim canımdan
Behlül kıldı oynar etti bilmem halimden
Dilen diye varı yoğa verdim nefsimden
Ok’dum bir nasib geldi ikra vera oldu
Kavrul kavrul güller gibi ta ki yok olsam
Tevbe tevbe diye gözler çeki yaş aksam
Varsam Rasul diye gözler nazı “kul” görsem
Ok’dum bir nasib geldi ikra sefa oldu
Canım, gönlüm, aklım, şuurum Allah demişken
Canınım, cananınım canın ver demişken
“Hu” kılıcını elde nefsini kırmişken
Ok’dum bir nasib geldi ikra sada oldu
Ey ahi ahmed nefsi tep nefsi tep dur
Cananını can tenden çıkarıp edep dur
Ölmeden önce can vermeye baha yoktur
Ok’dum bir nasib geldi ikra sala oldu.
Aşık ahi kul ahmede nasib oldu bunları yazmak
BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM
Selâmün Aleyküm
Hakk yolunda ilerlemek için yapılabilecek bazı mülahazalar:
- Cuma günü mübarek bir gün olup, ibadet ve kul haklarında büyük hata olmazsa, iki cuma arasındaki günahlar affolur.
- Hırıstiyanlar kainatın yaratılış günü dediler gidip pazarı seçtiler. Yahudiler de cumaertesini seçtiler. Müslümanlar ise Medine’de Hz. Rasulüllah gelmeden toplu namaz kılmak istediler ve bunun için Cuma gününü seçtiler. böylelikle en bereketli doğru günü Müslümanlar bulmuş oldu. Haz. Rasulüllah da bunu doğru bulup uydu.
-Bu günde salavatı artırınız buyurdu Rasulüllah
-Cuma Müslümanlığı diye bir şey yoktur İslam’da. namaz her gün 5′er 5′er kılınır. kılmayanın borcu affolur diye bir şey yoktur. o ALLAH’a kalmış bir şeydir. Hadis’te ; 5 vakit düzenli kılıp büyük günahlardan ve kuyl haklarından kaçınanlara Allah’ın cennet sözü vardır. 5 vakit kılmayana sözü yoktur. dilerse affeder dilerse azap eder buyuruldu.
- İtikad boyutunda Allah’ın işine karışmayınız. Sizin zulüm gibi gördüğünüz şeyin arkası hayır olabilir. Bu yüzden olayları yargılarken acele etmeyip sonunu bekleyiniz. her gamda bir nimöet, her nimette bir gam gizlidir. Hiç bir şey zuhur ettiği gibi değildir.(Kehf suresinde Musa as ile Hızır as ın yolculuğunu daima hatırda tutunuz.. Her hafta cuma günü bir defa Kehf Suresini okumak kişiyi bir hafta belalardan korumaya vesile olur. Bu sure korku çeken insanlara özellikle küçük çocuklara şifa olarak da okunabilir. Yalnız okuyanın da ağzı biraz temiz olmalı. Okuduğum çocuklar korkudan kurtuldu. siz de gayret edin, Allah duanızı boş çevirmez)
- Seven sevdiğine tabi olur. Allah’ın ve Rasulünun her emrine itirazsız tabi olup yapmaya çalışınız. severek yapamıyorsanız iman kalbininize sinmemiş demektir. Hadisler bu yöndedir. dikkatli olunuz.Dininizi şikayet etmeyiniz. Yapabildiğiniz kadar yapınız. dine güç yetiremezsiniz.
- Allah’ı seviniz. İnsanlara sevdiriniz. Allah’tan korkmak demek onun gazabından korkmak değildir. Allah’a muhabbet edenler Allah’ın muhabbetini kesmesinden korkarlar. İşte korku budur. Ben ömrü hayatımda gençlik dönemimde bir gün günah işledim. Rabb’im bana hiç gazabını göstermedi. sadece sevgisini rahmetini üstümden kesiverdi. O yıllarda da keşfim açık olduğu için bu eksikliği hemen hissettim. Rabb’im bana sırtını dönmüştü. Sevgilimin sırtını dönmesi o kadar çok ağırıma gitti ki yollarda perişan oldum. önce günahımdan dönüp düzenli ve gözyaşlı tövbelerim bir ay sürdü. bir aydan sonra dualarımın kabul olduğunu ve bu durumun sona erdiğini hissettim. bu durum bütün ömrümde bir defa oldu. buna rağmençok çeşitli anlamlar için günde 500 estağfirullah çekerim.
haz. Rasulüllah’ın günahsız olmasına rağmen günde 70 veya 100 defa çektiğini hatırlarsanız bunun yalnızca tövbe için olmadığını anlarsınız. hakk yolcuları yükseldikçe benlik zorlamasına uğrarlar. yaptıklarını kendinden bilme eğilimi artar. bu benliği kırmak için estağfirullaha ihtiyaç hasıl olur. bir de günü gününe eşit olmayacak derecede gayret ve ihlaslı olan kişi bugün ilerdeyse dün geride olmuştu. o halde o geriye bir estağfirullah demesi gerekmez mi?
- Allah’ın adını anmadan peygamberi dahi sevmeye kalkmayınız.
- Allah’a dua ederken kendinizden çok ümmete dua ediniz. Bize verilen özel dua şöyledir. sizler de edebilirsiniz. (Allah’ım, Rahmanım, Sübhanım, Sultanım, Zülcelalim. Ya Rabbi Ümmeti Muhammed, Ya Rabbi Ümmeti Muhammed… diye sadece son tekrar eden kısmı tekrar edeceksiniz. (100 ila 500 arası olabilir) kendinizi özel duadan biraz geri tutacaksınız. ve Ümmet sözünden
payınıza ne düşerse ona razı olacaksınız. Bu fakir kardeşiniz şu geçtiğimiz 5 aydır kendisine verilen bu duayı gözyaşı ile yaptı. Hiç kendine dua etmedi. ümmete ettiği duadan ne payına geldiyse ona razı oldu. bundan 15 gün önce Rabb’im beni gökyüzüne çekti. Sonra bir kuşak nur içinde ayak tırnağımdan girip saçlarından çıktı. ve bana bu sağlıktır denildi. bu dualardan ümmete ne fayda ulaştı o bana bildirilmedi. bunun anlamını ümmete aynı iştiyakla dua edebilmem için olduğunu düşündüm. ancak çok faydanı Hakk rızasından sadır olduğunu kalbim söylüyor. bazı sırlar da beraberinde elbette.
- Tevhid; Allah’ın varlığına ve birliğine inanmakla bitmez. Allah’a “Kural Koyucu” olarak “boyun eğmek” de gerekir. Laiklik, Kur-an’ın devlete olan hükümlerini inkâr etmek demektir. Bu durum, Kur-an’ı ve kitaplara imanı inkâr etmek olup, küfür anlamına gelir. Laikim diyen kâfir olur. Bu konu insanlarla konuşulurken aynen söylenmeli, ancak küfür kısmı söylenip kâfir kelimesi söylenmemelidir. Fikir hedef alınmalı fakat şahıs incitilmemeli. Bu prensip bütün konuşmalarda uyulması gereken İslâmi bir kuraldır.
- Her beşerî ideoloji “TAĞUT”tur. Allah’ın görevleri TAĞUT’a verilerek şirk oluşturulur. Bu yüzden kimi sevdiğinize dikkat etmelisiniz. (bazı TAGUT’lar şunlardır. liberalizm, sosyalizm, komünizm, milliyetçilik, kemalizm, batıcılık, ulusçuluk, aşiretçilik, milliyetçi hareket partisi, cumhuriyet halk partisi - bu parti Cehennem partisi olarak görünmektedir ) bunlardan ve bunları savunan partilerden uzak durunuz. Yukarıdaki TEVHİD yorumunu tekrar okuyunuz.
Mülk O’nundur. O halde Malik de O’dur. Hüküm koyma hakkı da Malikindir. O halde Allah’ın kanunları yeryüzünde geçerli olmalıdır. Kim bu amacın dışında bir amaca hizmet ederse küfre gider. kim başka bir ideoloji içinde yer alırsa TAGUT içinde ŞİRKE gider. Müslümanın bunu bildiği halde bulunduğu yerde İslam’ın, Allah’ın kurallarının geçerli olması için uğraşmazsa (cihad etmezse veya cihad arzusu olmadan) ve öylece ölürse münafıklığın bir şubesi üzere ölür (Hadis)
- Hiç kimse bir ülke kurtaramaz. Allah’ü Teâlâ Bedir Savaşı’ndan sonra “Sen atmadın, O attı” diye ayet indirdi. Hz. Resûlüllah bu savaştan sonra “Esteğfirullah” dedi.
- Başka insanların putlarına küfretmeyiniz. Ülkeyi kurtardı diyene kötü söz yok. Daima yapılan yanlışlığa dikkat çekilmeli. İnsanlar karşıya alınmamalı.
aşık ahi kul ahmed yaptı bu sohbeti
Sevgili okurlarım,
İstanbul’da başlayıp ülkemizin bir çok yerine sirayet eden gösteriler hepimizi üzmüş olmalı.
Yıkmanın Asaleti
Yıkmadan Yapılmaz mirim. Bırak yıksınlar.
Bu yangına başbakan dahil herkes gaz bidonu ile gitti. Gençler bu yürüyüşler sırasında öyle mutluydular ki anlatamam. Ben üç tane cam kırdım ya sen kaç tane kırdın derken gözleri yaptığı kahramanlığa kilitlenmişti denilebilir. Zaten dersler de bitmişti. Anlaşılan her şey arka arkaya denk gelmişti. Yoksa külli irade mi devreye girmişti? Peygamber efendimiz bu gençler için “Gençlik Saradan bir şubedir” diyordu derken bir af gönlümüzden geçiyor. Rejimin dayanağı Laik okul ve Öğretmenler, mesleksiz din ve ahlak’tan yoksun gençleri Mustafa Kemalin askerleri olarak yetiştiriyorlar derken de bu gençlerin öğreticilerinin kulakları bükülmeli sözleri dilimden dökülüyordu. Ancak bu yıkma işini ALLAH’da yapıyordu. Depremler neydi? Bilinçli bir yıkım değil miydi? Yangınlar neydi? Kudüs’te yıkıldıktan sonra yapılmıştı. O halde insanlardaki yıkım isteği böylece teskinliğe mi dönüşmüştü. Bazen az polisi çok anarşiste gönderip polislerin dayak yemeleri de toplumsal bir tatmine yol açabilir miydi? Fakat Tayyip’in karamış gözleri bunları ve sevgiyi anlamıyordu. O kadar da uyarmıştı bu fakir. Ne peygamber tanıyordu ne Allah. Bunda hastalığının bir etkisi var mıydı?
Ahi Kul Ahmed yanılmaz.
Yaradanını unutmaz.
Unutur Tayyip unutur.
Sinirleri yatışmaz
Bu sitede Tayyip Bey’e halkına karşı sevgi ile davran diye sert bir yazı da yazmıştım. (Başbakan’a Mektup 6 sahifemizde yayında) bu uyarımız ilahi kaynaklı idi. lakin anlamadı. Kulağını açmadı. Çıkıp da korkmadan gençlerin arasına girip ” ya çocuklar ben de sizinle beraberim” deyip orada üç kuruşa beş köfte yeyiverseydi bu iş çoktan bitmişti. Çünkü gazap gazabı doğuruyor. Bu tür toplumsal olaylarda size sataşana siz de “sizinle beraberim doğru söylüyorsunuz” demeniz sosyolojik bir tespittir aslında. Fakat kavga etmekten buna fırsat bulamıyor ki mübarek.. Yıldırım Akbulut kendisi hakkında uydurulan fıkraların bir tanesini çıkıp söyleyiverdi. Anında herkes stop.. Danışmanları sadece bilgili namaz kılanlar olmalı. Halbuki ferasetli bilgili olması lazım ferasetli. Diyanet işleri Başkanı da sindi kaldı ( Diyanet İşleri Başkanı’na mektup 6. sahifemizde)
Allah’ü Teala her peygambere bir şekilde çobanlık yaptırmıştı. Neden irade böyleydi? İşin aslı koyun insana çok benzer davranışlarda bulunan bir hayvandı. Bir peygamber gençliğinde koyunları gütmeyi öğrenirse peygamber olduğunda insanları da yönetebilirdi. Çünkü koyunları bir yerden atlatırken önce hiçbiri atlamazken bir tanesi atlar atlamaz diğerleri de düşünmeden atlıyordu. O zaman kitle değil o kitleye ilk “vur” emrini veren suçluydu. Bir de, iki koyun alıp birini diğerinin yanında kessen öbürü anlamıyordu. Gerçekten bugünkü insanlar da arkadaşını veya babasını toprağa veriyor arkasından gelip aynı hayata devam ediyordu. Aynı koyun gibi. Solcu laikler de cenazeyi el üstünde camiye (Teşvikiye) getiriyor fakat kendisinin de oraya geleceğini düşünmüyor ve aynı laik sloganları bir başka arkadaşını gönderirken de tekrarlamaya devam ediyordu.
Bu gösterilerde dikkatimizi çeken şey, o gençlere vur emrini verenler değil, o gence “biz Mustafa kemalin askerleriyiz” diyen , dedirten laik elebaşları sorumlu. Bütün yürüyenleri belli bir partinin sempatizanı olarak düşünmek biraz haksızlık olur. Fakat Mustafa sempatizanı olmak joker gibiydi. ve insanlar bir inanç uğruna daha büyük kitlelere karşı çıkmak yerine kısa yoldan zamana uyum sağlayıp taraftar olup çıkar sağlayarak daha tatlıydı. Zira Dünya ve Mustafa peşin, Allah ve ahiret veresiyeydi değil mi?
Kes Bir Mustafa Kemal !
Mustafa kemal meselesi günümüz Türkiye’sinde hala yükselen bir değer. Öyle ki bir meselede sıkıştıysanız “ben Atatürkçüyüm” deyin çıkın içinden. Ne sağ ne sol asla bu kavramdan uzağım demiyor diyemiyor. Konu böyle olunca çok farklı nedenler için bile olsa şemsiyeniz hazır. Gökte kuşlar uçuyor. Bazıları da yerde…
Bu Mustafa zor bir aile hayatı geçirdiği kuşkusuz. Bu girdaplarla bezeli bozuk hayat onu aslında psikolojisi bozuk fakat hırslı ve bunları gerçekleştirecek fırsatçı oportünist bir insan yapmıştı. Ancak fırsatçılığı onun asıl amaçlarını gerekli vakte kadar daima gizlenmesi gerektiğini gösteriyordu. o da zaten öyle yapıyordu. ne tesadüf kimse de zaten söylemediği sırlarını anlamıyordu. işte işin sırrı kiminle nereye kadar gideceğini iyi bilmendi. Herkesi satılacağı yerde satmak gerekiyordu. Bu; ilkesiz ilkeler onun ömür boyu dayanıp yükselip çıkar sağladığı şifreler olacaktı. Kız kardeşine diyor ki “ben ne dersem onu yapacaksın” Öyle ki bu hitabet ilerde onun “kuvvetler birliği” meselesine kuvvetli taraftar hatta despot olmasına kadar giden kişilik yansıması olacaktı. Osmanlı’da genelkurmay başkanı olamamıştı ama Enver Paşa onun Çanakkaledeki iki atağından dolayı albaylık süresi bitmeden onu paşa yapacaktı.
O yıllarda o kadar dindardı ki 22 nisan perşembeyi daha bereketli olsun diye Cuma’ya kaydırarak 23 nisana alacaktı. İlk meclis her şeyi belirleyen en yetkili bir meclisti. Yetkiler dağınıktı ve halka yansıyordu ve dini liderler etkisindeydi. Kontrol edemiyordu. İkinci mecliste önce dini liderler alaşağı edilerek Mustafa Kemalin askerleri çıktı geldi. İşte ilk askerler bunlardı. Bunlar tipik itaatkar, fikirsiz, evetçi, sepetçileriydi. İşte bunlara ilk yaptırdığı iş İslam’ın yolunu kestirmek oldu.
Onun altı prensibi vardı. Laiklik başta geleniydi. Batılılaşma ise İslam’ın boşalttığı boşluğu doldurmanın adıydı. Artık mecelle gibi 150 yıllık Hanefi fıkhı gitmiş yerine tercüme İsviçre’den Medeni Kanun, İtalya gibi despot bir ülkeden acımasız bir ceza kanunu (İsyan edeceğini bildiği halkı adam ederek rejimi koruyacak), sermaye temerküzü hızlı bir Alman vergi kanunları özellikle rejime hizmet için seçilecekti. Onun milliyetçiliği de vardı ki Dersim’de 30 000 kişinin canına kibrit suyu sıkınca, dedenin yediği erikten torunun dişi kamaşacak ve PKK ile biz de bir 30 000 kişi kaybediyorduk. Her ölenin arkasından arkasından bir de şehit demeyi ihmal etmiyorduk. Halbuki Kürtler de Müslümandı Türkler de. İslam’a göre iki Müslüman devlet olsun olmasın organize şekildeyse bu bir FİTNE SAVAŞI’ydı. ortada şehit mehit yoktu aslında. Ve diğer Müslüman ülkelerin araya girip bu savaşa son vermeleri gerekiyordu. Fakat bu üç tarafı denizlerle çevrili ülkenin dört tarafı düşmanlarla çevriliydi. Bunlar Mustafa’nın ve Mustafa’cıların milliyetçiliği için bulunmaz fırsattı.
Bu Cumhuriyeti İngilizler mi kurdu?
İngilizler sineğin yağını çıkaran bir millettir. Osmanlı’nın o üç kıtaya yayılan topraklarında oluşacak yirmiden fazla ülkenin sınırlarını dahi tek tek belirleyenler de onlardı. Elbette küçük bir Türk ülkesini de onlar belirledi. Şöyle ki; Türk ve İslamların kuvvetinin kırılması için şu üç şeyden koparılması gerekirdi. Bunlar:
1-PARA (Doğal kaynaklar)
2-Nüfus (Türki cumhuriyetler)
3-İSLAM
Bu üçlüyü şöyle gerçekleştirdiler: Türklerin ilan ettiği MİSAK-I MİLLİ içinde elbette doğal kaynaklı SURİYE; MUSUL KERKÜK vardı. Fakat İngilizler buna asla müsaade etmediler, özellikle LOZAN’da Churchill “gerekirse savaşırız” diyecek kadar işi sıkı tuttu. Çünkü yeni bir Osmanlı istenmiyordu ve Avrupa’nın güvenliği açısından zayıf olmalıydı. Bunun için kaynakları şimdiden kurutulmalıydı veya eline verilmemeliydi. Bu oldu..
İkincisi Nüfus idi. Türkler onlara göre 250 milyonluk bir kitleydi ve parçalanıp birleştirilmemesi gerekiyordu. Rahmetli Kazım Karabekir doğu meselesini üzerine alınca hızla Ermenilerin üzerine gitti ve onları Osmanlı’nın İran sınırına doğru sürdü. Kendisi siyaset bilmeyen saf bir insan olduğu için Ermenilerin Türkiye’nin Azarbeycan bağlantısını kesecek şekilde geri çekildiğini anlayamadı. İşte Türki Cumhuriyetlerle bağlantımız böyle kesildi. K. Karabekir bir yılda doğuyu bitirirken Batıda ise Mustafa 3 yıl siyasetle oyalıyacaktı. 1990′dan sonra da hala geliştirilemedi. Rahmetli Özal’ın ölümü de Bu cumhuriyetlere seyahatinden hemen sonraya rastlamıştı zaten. bu ülkeler arasında ekonomi ve para birliği sağlanamaz mı?
Üçüncüsü ise İSLAM’dan koparmaktı. Bunun için en temel süreçli öge LAİKLİK idi. İstanbul’un işgalini boşaltmadan bu pazarlığı yaptılar. Mustafa ve avanesi ise ZATEN BİZ DE LAİKLİKTEN YANAYIZ diyerek cup diye atladılar. Gerçekten laikliğin ilanı ile İstanbul’un işgalinden vazgeçilmesi bu sıraya göredir. Yani önce önce laiklik ilan edilmiş daha sonra ise İstanbul’dan vazgeçilmiştir.
Çanakkale’de ölenler için Churchill ” olsun, savaşı kazanamadık ama Osmanlı’nın çok büyük bir elit tabakasını yok ettik derken İslam alimlerini kastediyordu. Sultan Vahdettin ülkeden ayrılırken kendi saray alimlerinden de bir gemi oluşturmuş ve ne enteresandır ki bu gemi daha Çanakkale’yi çıkmadan batırılmıştır. Bu gemide Benim babamın öz dayısı olan Saray Müderrisi Amahafızın Hakkı dayımız da vardır ve şehit olmuştur. Allah Rahmet Eyleye..
Türklerin son şansı Sovyetlerde 1917′deki Ekim Devrimi’dir. İlginç olan şu ki Osmanlı, Çarlık ile baş edemeyince ona rakip olarak kıpırdayan Lenin’e önemli bir destek verdi. Osmanlı’nın şartı gayet basitti. Sovyetler, Doğudan çekilecekti. Gerçekten devrim olur olmaz Lenin doğu sınırlarımızdan çekildi. Doğu sınırlarımızda açtıkları petrol kuyularına beton dökerek…
Sovyetler’de rejim değişikliğinin ikinci faydası bu rejimin Kapitalizme düşmanlığından dolayı Sovyetlerin kontrol edilmesi gerektiği şeklinde oldu. Diğer tedbirler yanında Sovyetlerin güneyden Türklerle kontrolü de iyi olabilirdi. Ancak buranın Osmanlı’nın merkezi olması da tehlikeliydi. O halde Parasız, az nüfuslu, Cihad ruhu olmayan (İslam’dan kopmuş) ZAYIF bir ülke olarak da başarabilirdi bunu.
Eğer ihtiyacı olursa bir şeye biz onu temin edebiliriz ve hem de bu yolla ekonomisini bize bağlı hale getirebiliriz dediler. böyle de oldu.. geriye bir tek Yunanlılar kalmıştı. Ona da bu ülkenin gücü yeter demişlerse de Yunanlıların Sakarya İstikametine çekilmesine de İngilizler müdahale etmişler ve Yunan Genelkurmayı’nın Sakarya istikametine çekilme emrini verdirmişlerdi. Elbette Geyve çok acı bir makastı ve oraya gömüldüler. Elbette İngilizler Katolik bir dünyanın karşısında kuvvetli bir Yunanistan ülkesi ve güçlü bir Yunan merkezli ORTADOKS kilisesi de istemiyorlardı aslında. Ve bu Cumhuriyetin en temel özelliklerini böylece İngilizler belirlemiş oldu..
İmparatorlukların müşevvikleri ve gelişme sürelerinin kıyaslanması
Ve biliyor musunuz bu cumhuriyet kurulalı yaklaşık 90 sene oldu. Hala belimiz doğrulmuş değil. Belimiz doğrulmadığı gibi küçücük bir atak da yapmış değiliz. Maliyetli Kıbrıs dışında. Mustafa Kemal’in bile Musul ve Kerkük’ü alma planları vardı. Zamanını Rahmetli Özal denk getirdi aslında. Lakin kontrol edilen bir ülkede seçim kazanılabilir fakat tam iktidar olunamazdı. Bu iyi bir kontroldü. Yaşasın bizden hainler.
Emeviler 100 senede tap nokta yapan yeryüzündeki tek ülke. Saltanat olmasına rağmen yine de İslam’ı canlı tuttular ve Allah için BATI’yı batıdan kuşattılar (Osmanlı daha etkili ve doğudan kuşatacaktı) ve bir kültür ülkesi olan ENDÜLÜSE İSLAMIN DAMGASINI VURDULAR. Osmanlı tap noktayı saltanatla ve İslam ile yaklaşık 250 yılda yakaladı ve Batı’yı doğudan kuşattı ve etkişli de oldu.
Romalılar tap noktayı 300 senede bulabildi çünkü ateist idi sadece vatandaşlık dürtüsünü kullanmıştı. Ne acı ki biz de şimdi vatandaşlık numarası çekiyoruz ve tap noktayı bulmamıza daha 210 yıl var demektir. Bakalım kim yutacak. İçimizde zaten şu kadar laik ateistler yeteri kadar varken İslam’ı Mushaf’tan çıkaracak bir Genelkurmay Başkanı arıyorum. Şimdilik Ateistlerle devam edebiliriz. Değilse bu ülkenin ilerlemesi ahirete kalacak. Bu ülkenin Laiklikle kontrol edilmesine el ovuşturan İsrail ve avanesi Amerika ile İngilizler. Onlar şimdi nasıl olsa Türkler kendi kendini kontrol ediyor diyorlar. Ama yine de Lions ve Rottary kulüpleri yoluyla akademisyenleri, işadamlarını ve bürokratları ve siyasileri kontrol etmek hiç de fena olmaz değil mi??İlahi huzurda gördük ki Kürtlere siyasi bir yelpaze açtığın gün Amerika güneydoğuya cuk diye oturuyor.. haberiniz olsun. PKK ile şeytan kılıklı İsraillileri beraber gördük.
Bu ülkenin muhasebeciliği Mustafa’ya mı kaldı? İçeriyi Düzenleme: Cahiller Cumhuriyeti…
Yukarıdaki üç temel çatı ülkeyi biçimlendirmeye ve Batının avucuna vermeye yeter de artardı bile. Bundan bizimkiler henüz Türki Cumhuriyetlerin önemini anlamamışlardı. onu sadece rahmetli, 90 000 kişiyi Sarıkamış’ta kırdıran Enver Paşa bilecek ve ölümü de zaten oralarda olacaktı. Geriye bu ülkenin muhasebeciliği Mustafa’ya kalmıştı..Şapka muhasebeciliği gibi. Fakat adı şapka devrimi diye abuk subuk bir devrim olacaktı.. Fakat geçmiş Müslüman birikimini de kırması gerekiyordu. Evlat dedeyi anlamamalıydı ki yeni materyalist laik düzen yürüyebilsin. Yaşasın latin alfabesi… Bir günde 17 milyon insanı CAHİL konumuna düşürüyordu. CAHİLLER CUMHURİYETİ..
Cahil diye İslam’da dinsize derler. Dili kaybeden DİNİ de kaybeder. Çünkü Allah Kuran’ı ARAPÇA İNDİRDİK diyerek rahmetini Arapça lisanı içinde yerleştirerek verdiğini açıkça bildirdi zaten. Demek ki Türkçe okursanız sadece verilen emrin ne olduğunu şöyle böyle bileceksiniz, fakat o emrin rahmetini bereketini boyutunu gerçek manasını nerede hangi durumda nasıl yapabileceğinize ilişkin ilahi işaretlerden hiç birini almanız mümkün olmayacaktır. Örneğin biz Kuran okurken bazı sırlara vakıf oluruz. Eğer bir ölmüş kişinin arkasından Kuran okuyorsak o kişinin ahiret hali bize malüm olabiliyor.
Yahut bir padişahın arkasından 10 sahife Kuran’ı 10 gün okursak o padişahın zalim mi yoksa alim mi olduğunu gördüğümüz de olabiliyor nasibi ilahi olarak. Ama hiç bir zaman meal okurken böyle bir malüm olma olayı hiç bir zaman olmadı. Sonuç olarak Din hem Arapça hem Meal, tefsir ve İslam alimi kitabı eşliğinde yürütülmeli. Ben mealden okudum Kuran’da şöyle yazıyordu diye abuk subuk ortaya atlamamak gerekir ki söz ehli olan İslam alimine düşsün ve fitne çıkmasın. Elbette İslam alimi de cesaretle İslamı savunacak bilgi ve beceri içinde olmalı. Sahi sağa bakıyorum kimse yok, sola bakıyorum kimse yok, herkesle beraber Alimler de sinmiş mi olmalı (Diyanet İşleri Başkanı dahil). Toprakları bol olsun…
Mustafa’nın Diğer Yaramaz İşleri
Atıf Hocama Mustafanın zulmü
Uymayan için zaten en sert ceza kanunu vardı. 1932 de ezanın Türkçeleştirilmesi kararını aldı. 33’te de uyguladı. Müslümanlar için acılı yıllar başladı. İskilipli Atıf Hoca’yı şapka kanunundan önce yazdığı “batının neleri alınır neleri alınmaz” konusunu işleyen küçücük bir risalesi yüzünden Ulucanlar Cezaevinde idam ettirdi. Sanıyorum Atıf hoca çıkarmadığı ve özür de dilemediği için şapkaya karşı simge olmuş olmasından dolayı suç unsuru bulunmamasına rağmen idam edildi (Allah Rahmet Eylesin)
İşin aslı Atıf Hocam duruşma için bir kaç gün Ulucanlar Hapisanesindeki soğuk hücresinde uğraşıp itirazlarını kaleme almıştı. O gece bir rüya görür. Rüyasında Rasulüllah Efendimiz ona şöyle der. “ya Atıf bizim yanımıza gelmek istemiyor musun?” Ve sabah uyanır uyanmaz bütün müdafaası ile ilgili yazılarını yırtar. Duruşmaya çıkınca da “savunma yapmıyorum. Bildiğinizi yapın” der…
Bu parağraf yazılır yazılmaz Atıf Hoca’nın ruhaniyeti bir nur eşliğinde direk karşımızdan parlak bir cübbe giymiş halde geldi ve yanaklarımdan öptü. Ben ellerini öpmeye uzanmak istedim fakat anında yüzü yine bana dönük olarak yani arkasını dönmeden ve yükselerek uzaklaştı. Gelirken ki nuru bu yazının bütününü aydınlattığı için onun rızasının ve öpüşünün bu yazının tamamına ilişkin bir kutlama ve doğruluk ve güzellik tasdiki olduğunu anladım. Arkasını dönmeden geri çekilmesini gelecekte de yüzümüze bakacağını ve destekleyeceğini ve bize yol göstereceğini anladım. Noktaya dönüşmesini ise onun ilmine bağladım. zira ilim noktadır, onu cahiller çoğaltmıştır vesselam.
Ayrıca elini vermemesini de benim bu dünyada biraz daha rızkım olup burada kalıp çalışmam (İslam’a hizmet etmem gerektiğini) için olduğuna yordum. Eğer elini vermiş olsaydı Rabb’ime tezelden bir gidiş yolu açılacaktı demek ki. Bu kutsal vakte, yani Şeb’i Aruz’uma (düğün gecesi) biraz daha vakit var anlaşılan. Oysa ben Rabb’imi çok özlemiştim. Allah’ü Zül’celal Geri kalan ömrümü de hayırlarla tamamlayarak Sevgili Rabbime kavuşmayı nasib ve müyesser kılsın. Amin..
Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması ve Aleviler
İşte bu isyankar dindar halka da bir gözdağı idi. Zaten tekkeler zaviyeler ve bunlarda yer alan bütün ünvanlarda silinmişti. Bunun sosyolojik anlamı dindar Müslümanlar arasındaki iletişimi kesmek ve ilmi sadece kontrol ettiği laikleştirilmiş okullara vermek ve kastettiği İslam olmayan BATI TİPİ ÜLKE yapmak büyük amacındaydı. Tazyikler üzerine kalktı tekke ve zaviyeleri bir düzelmeden sonra yeniden açacağım dediyse de inanmayın bu bir ayak oyunuydu. Çünkü rejimin düşmanları buralardaydı ve etkisizleşmesi için kapanmalıydı. Alevileri Laik bir Cumhuriyete teminat gibi düşünmüştü aslında. Fakat tekkelerden en çok onlar etkilenmiş üstüne üstlük Dersim’de kıtır kıtır kesmişti. Fakat düşman ilahlaşmış ve aleviler bütün bunlara karşı cemevlerinde onun resmini anıyorlardı. neden böyleydi acaba? Sünnileri yola getiren laiklik olduğu için sünni alevi mücadelesinde buna çok ihtiyaçları vardı demek ki.
Alevilerin gerçekten din anlayışları da laik olabilir miydi? Orucu tutmazlar, namazı kılmazlar, gel iki kadın kız karışık dönelim eyvallah eyvallah.. Bir çok alevi ataizme kayıyordu. Acaba bu neden böyleydi? Onlardaki imanı koruyucu ve besleyici formel ibadetler olmadığından mıydı? Allah ve Peygamber onların bu ala bula tavrından dolayı destek vermiyor muydu onlara? Onlar biz aleviyiz diye ahirete gittiklerinde gerçekten Ali Efendimiz onlara şamar mı vuracaktı? Çünkü onun dediğini ve yaptığını yapmıyorlardı. Ali efendimiz namaz kılıp oruç tutmuştu. Bunlar bunu yapmıyorlardı. o halde nasıl bir tabi olmaktı.
Halbuki seven sevdiğine tabi olmalıydı. Tabi olmadıklarına göre sevdik diye yalan mı söylüyorlardı. Cevabı biz verelim: EVET. Çünkü ahirette toplaştıklarında kendilerini kurtarmak için “Biz Ali’den yanayız” diyecekler. Ali efendimiz onların perişan haline bakıp “Ben onlardan değilim” diyecek. (gelsinler bir de bana sorsunlar) Neden 6 guruba bölünmüşlerdi? Hangisi doğruydu? Allah selamet versin…Fakat Laikliğin teminatı olarak her hükümet de bunları kullanacaktı. Onlar ise çoğunlukla CHP’yi tercih edecekler çünkü rejimi savunan bu partiydi. Ancak gel gör ki CHP’nin solculuğunu da benimsemekten geri durmayınca zaten noksan olan imanları da büyük yara alacaktı. İçlerinden ne kadar hızlı bağıran Lenin’ciler de çıkmıştı. CHP ise darbelerin gölgesi hariç sürekli muhalefette kalınca doğrusu iş bulamazlar gibi görünse de muhasebecilikle iş adamlarının vergi hırsızlığına ortak olacaklar ve bürokrasi de çok okuyarak elleri birbirine kenetli daima laik bir koltuk bulacaklardı..
Aktif Genç Müslümanları Laik MHP mi Kontrol Ediyor?
MHP yaklaşık %15 civarında taraftar bulabilen bir parti olarak yaşamını sürdürüyor. Bu partinin içi genellikle genç, canı kaynayan kitleden oluşuyor. Eğer bunlar kontrol edilmezlerse bu ülkede İslami Devrimi yapacaklar da bunlar olabilirdi. Dindar görükenler paspal payeydi ve bunların cihad kabiliyeti kalmamıştı. Fakat bu gençler tehlikeliydi. Bunların İslam’dan arındırılması gerekiyordu. Laik söylemler gittikçe teşkilatta yaygınlaştırılıyordu. “dininizi söyleyip riya yapmayın” gibi. Rahmetli Muhsin başkan aslında MHP’deyken oraya İslami bir kimlik vermek istediği için görevden alınmış o da Özal’ın karşı çıkmasına rağmen ayrı bir parti kurmak için yardımını da talebetmişti. İşte bu İslam’ın partiden dışlanmasıydı.
MHP ırkçı bir parti olup Kuran’a aykırıydı. Fakat Mustafa’nın bir prensibi de milliyetçilikti. Gerçekten milliyetçilik kaynaştırıcı bir rol üstlenebilir miydi? Çünkü Almanya ve İtalya gibi ülkelerde ırkın üstünlüğü esasına dayandığı için “Ne mutlu Türküm diyene” “Ey Türk milliyeti, …………” gibi söylemler bu amaçla söylenen şeyler olarak nihayet bu yıllarda eleştiri alır oldu. Çünkü Kürt problemi çözülemiyordu. Fakat laiklik yüzünden bir türlü din kardeşlerine çıkılamıyordu. Zira yeteri kadar yetişmiş bilinçli fakat akıbetini düşünmeyen aktif İslam düşmanı vardı. Aslında bunlar da müslüman olduklarını ya da müslümanlığa karşı çıkmadıklarını söylüyorlardı. Fakat devlette olmasın diyorlardı. Oysa Hz. Peygamber İslamın yaşamın her alanında olduğunu söylüyor ve kendisi dindar olarak ordu komutanlığı, savaşta toplu korku namazı kılıyor, dindar olarak anayasa (Medine Sözleşmesi) , dindar olarak devlet başkanlığı, dindar olarak mahkeme başkanlığı, dindar olarak ilim yapanlara (Ehli Suffa) rektörlük yapıyordu… Dolayısıyla bu açıklamalara göre her laiklik sözü tam bir küfür olmuyor muydu?
MHP bir beşeri ideolojiydi. Her beşeri ideoloji TAGUT’tu Kuran’a göre ve Allah’ın görevlerini üstlenerek ŞİRKE sebebiyet veriyordu. İslam’da din kardeşliği vardı ve Hucurat süresinde (10) Allah “Müminler kardeştir” diyordu. Halbuki milliyetçiler arasında şamanlar, hırıstiyanlar ve ateistlerde vardı. Oysa Allah bunları reddediyordu.. Bu parti içindeki herkes Allah’a şirk mi koşuyordu? Bu partinin başında bulunanlar aslında namaz kılıyorlardı. Bu nasıl olacaktı? İslam’a göre bunlar namaz da kılsalar da konumları TAGUT olup ahirette ATEŞ cübbesi giyeceklerdir demezsek bunları korkutamayız ve islamın tebliğ gücünü yükseltemeyiz.
MHP’nin dayandığı Kuran ayeti “Biz sizi kavim kavim kavim yarattık ki birbirinizi tanıyasınız diye” şeklinde. Efendimiz daha sonra kalktı asabiyetin (ırkçılığın) yasak olduğunu söyledi. Sahabi bu hadisten korktu ve dedi ki, “Ya Rasulüllah kavmimizle hiç mi ilgilenmeyeceğiz” deyince. Dedi ki; elbette onların ihtiyaçları ve sorunları ile ilgilenebilirsiniz” dedi. Bu kadar. Çünkü Rasulüllah Ümmeti kıracak her alt birliği kırıyor ve yardımlaşma ve dayanışmayı bütün dünyadaki müslümanlar boyutuna çıkarmak istiyordu. Siyaset sadece Ümmeti Muhammedin en üst boyutunda olmalıydı. Yani bugünkü Avrupa Birliği anlayışını aslında Efendimiz 1400 sene önce seslendirmişti. Müthiş bir tespit. Bu ancak ona yakışır.
Şimdi gel sen deki Allah kavim dedi diye, o halde ben de kavim diyorum diye ortaya çık ve müslümanları, Kürtleri ve daha niceleri böl. Edepsiz. Namazlarınız sizi çarpsın.. Arapların Baasları da senden farklı davranmadı zaten. İslam, Laik mustafa’larla Milliyetçi Devlet’lerin Baas’ları altında bir FETRET devleti yaşıyor diyebilirsiniz.
İslam’da parti yoktur. Demokrasi yoktur. Cumhuriyet ve seçim vardır. Seçimde seçmenin oyunu yönlendirecek deleğe ve partinin seçip seçmenin önüne koyması gibi engeller asla yoktur. Herkes fert olarak bölgesinden seçilir gelir, kardeş olur ve İslamı ve ihtiyaçlarımızı nasıl karşılarız diye birleşirler. Var olan bütün partiler bir ideolojiyi temsil eder ve TAGUT’tur. İnsan sadece seçim vakti geldiğinde hangisi ehveni şer ise ona gidip oy verebilir. Eğer bu laik partilere üye olursa partinin laik özelliğini ve ideolojisini de kabul etmiş olur ki küfre ortak olmuş olur. Makul olanı seçim zamanı biter bitmez bu siyaset işinden uzak durmak fakat hükümeti kontrolden uzak durmamalıdır. Asıl önemli olan halkın bu denetimini İslam’da olduğu gibi %50-%50 seviyesine getirebilmektir. Her yönetim öğüde ihtiyaç duyar der Siyasetname yazarı Nizam-ül Mülk. İşte öğüdü halk vermeli.
Müslümanlık ve Müslümanların yumuşatılması
……………………………..
…………………………….
işleyebiliriz inşaallah
Rejimin İlahı Mustafa
Rejim bütün insafsızlığı ile bodoslama gidiyordu. Rejimin bir İLAHA ihtiyacı vardı. O da hem askeri başarıları olan hem de siyasi etkinliği ele geçirmiş bulunan, her kararı içki masasında bile olsa anında alabilen, her duruma önce uyum sağlamış sonra durumu kendine uydurmuş, her kağıda takılır bir jokerr olan Mustafa Kemal’di. Olursa bu kadar olurdu. Fakat gözünün şaşılığı, sesinin kadın sesi gibi inceliği, kahveyi şekerli içmesi enterasandı. Oysa Osmanlı keskin görüşlü, kalın ve tok sesli ve kahveyi sade içerdi. böyle bir liderin anlamı neydi?
Kişi dindar olsa bile laikliğin ne olduğunu idrak edemiyordu. Zaten yaşayışı Osmanlı’nın son dönemindeki toplumsal bozulma ile eşdeğerdi. İnsanlar doğrudan Allah’a değil menfaatini ilgilendiren kanunlara bakıyorlardı. Mustafa Kemal’in bir kozu da askerdi. Onların rejimi koruyucu olarak kullanılması gerekiyordu. ilişkisini kesmedi. Ve öylede oldu.. şimdiye kadar geçirdiğimiz darbeler için sanıyorum bir vasiyetname belki yazmadı. Ama yetiştirdiği sadık …… leri onun arzu ettiğinden daha ilerisini yaptılar. Bugünkülerinin üçte birini ilahi huzurda ülkeye sadık olarak gördük. Geriye ne kadarı kalmıştı? Kim kimi eler sahi şimdi? Hangi sistemi uyguluyorsunuz? Gücü gücü yetene sistemi..
Türkçe Ezan
Nitekim halk sadece ezanın Türkçeleştirilmesinde tavır koydu. Ya camiye gitmedi, giden de sarığı boğazına bağlanarak sürüklendi. Asker ve jandarma görevini iyi yapıyordu. Bütün kararlar fütürsuzca alınıyordu. Hiçbir engel yoktu. Mehmet Akif’e Türkçe Kuran Meali bilinen amaçlar için verilmişti. Arkasından Elmalılı Hamdi Yazır bir çok önemli karara fetva verdikten sonra (Sultan Abdülhamid’in Hal edilmesine icazet veren de buydu) bilinen tefsirini yazdı. Bu tefsir ne kadar içi teknik bilgi ile dolu olursa olsun, CİHAD ruhundan yoksundur. Cihad ise İslam’ın temel ruhu’dur. Çünkü siparişi verenler böyle istiyordu. O da öyle yazmıştı zaten. daha sonra bu durumu üstü kapalı olarak ifşa da edecekti)
Dini, Laiklikle ve Laik Kitleler Yetiştirerek Kontrol Etme
Sonuçta Mustafa Kemal İslam’dan uzak kalmamış gibi görünmesine rağmen esasta dini kendine uydurmak, kullanmak ve onu zayıf düşürerek etkinliğini azaltmak amacında olduğu imanı kavi Müslümanlarca anlaşılabilecektir.. Zira laiklik şartına bağlanmış bir Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yapacağı, bütün Müslümanların şuurunu laikliğe çekmek ve bulandırmak olacaktır. Bir tefsir ve Buhari tercemesi meclis kararıyla olmuş, ancak oralarda yer alan tercüme dini bilgileri hiç bir zaman devlette kullanmamıştır. üstüne üstlük askere bile 281 sahife (Ahmet Hamdi Akseki’ye) din kitabı hazırlatmış ancak verilen talimat LAİKLİK olduğu için bunların hiç kimseye devlette karı olmamıştır. Bütünüyle cihaddan yoksun kitapların insanlar üzerinde kalıcı ve aktifleştirici etkisi olmamıştır.
Diyanetin kuruluş yasası ve anayasaya konulacak maddesi önce “kendi kuruluş kanununa göre uygular” şeklindeydi. Lakin Celal Bayar bunu yeterli bulmaz ve kıraldan çok kralcı hesabıyla “… Laikliğe göre uygular” diye çevirir. Aynen bugünkü gibi. Müslüman görünüp kafir gibi karar vermek ve benzeri ikilemler bu uygulamanın en belirgin özelliğidir. Camide Müslüman, işinde kafir gibi, evde zalim tiplemeleri İslamın her yere sirayet ettirilmemesinden kaynaklanan vazgeçiremediğimiz pisliklerdir.
Efendimizin sünnetleri evinde kıldığı bilindiği halde buna riayet eden bir Müslüman bulamazsınız. Her şey camide başlar ve biter. Eve, dükkana, yola, dağıtılacak, hayatın içine zerkedilmiş bir zikir kalmaz.
Neden hiç bir Diyanet İşleri Başkanı hapis yatmıyor? Ne oldu, ne oldu, yeni bir Vahiy geldi de İslam ile Laiklik barıştı da bizim mi haberimiz olmadı diye bu günkü başkana yazdık. Kısmet bunaymış na’palım?
Allah’ı Yaratan Mustafa
Mustafa Kemal 1934 te Kütahya’daki konuşmasında “Allah’ı insan yarattı” dedi çıktı. Bu beklenen bir şeydi. Batıdaki inkarcı akımların kitapları da Türkçe’ye tercüme edilmiş ve ihtiyaç duyanların eline kutsal kitap olarak verilmişti. Bunlar Oryantalistlerdi ve pozitivist akım bütün dünyayı kavuruyordu. Bunları da… Görmediğime inanmam derseniz bütün mana alemini inkar edin gitsin.. onlar da öyle yaptılar. Dinleri madde, ilahları da mustafa Kemal’di ki ne kadar çok taraftar bulmuştu? Neden böyleydi?
Osmanlı bize az mı Müslüman devretmişti? Yoksa her isteyenin istediğini görüp bulacağı bir oportünist (fırsatçı) bir ilah tiplemesi (Mustafa) bizi ateşe o mu götürüyordu.? Acilen Mehdi’ye ihtiyaç vardı. neden İslam alimleri toplu çıkış yapamadı.? hem dinini hem ülkesinin geleneklerini meczeden bir tek Mehmet Akif’miydi. Yoksa Çanakkale ve İngilizlerin batırdığı gemilerdeki İslam alimlerinin telef olması yüzünden Mustafa’nın işleri de kolaylaşmış mıydı? Gerçekten bir pis canı için sinip de İslam’ı savunmayan alimlerin CANI ÇIKSIN. Çünkü alimin en önemli vasfı doğru bildiği İslami bir bilgiyi zalim devlet adamına karşı söyleyebilmesidir.
Cinsini bilen düşmanını da bilir. Cinsinden ayrılan düşmanının kucağına oturur
Benim akrabalarım bile O’nu (Mustafa’yı) öylesine seviyorlar ki, dedikleri tek şey “O bir kahraman. ülkeyi o kurtardı. onun sayesinde yaşıyorsun, onun sayesinde namaz kılıyorsun vs. vs.. ” bunu diyenlerin İslam ile bağına bakıyorum=Namaz kılmıyorlar. Bunun anlamı şu olsa gerek: Ceylan kendi ait olduğu cinsinin özelliklerini bilir ve yaşar. Sonra döner benim canıma kim kastediyor der ve onu tanıyıp (çita) ondan uzak olan açık alanlarda yayılmayı tercih eder. bu ideal bir düşünüş ve ona uygun yaşayıştır. Şimdi bu örneği insana uyguladığınızda namaz kılmamak demek Müslümanlar kitlesine dahil olmamak anlamına gelir. İmamı Azam “namaz kılmayan kafir olmaz ama kafir de namaz kılmaz” diyerek çok açık bir cevap vermiştir zaten.
İşte siz Müslüman olmayınca düşmanınızın kim olduğunu da bilmenize imkan yoktur artık. varın gidin düşmanınızın kucağına oturun ve onu ilah sayacak kadarlık bir sevgiyle sevin. İşte Allah’ı aciz bırakıp “O bizi kurtardı” diye tapının durun.. Ancak ALLAH’ın daima bir B planı vardır ki sizin belinizi kırar.. fakat biz sizi son nefesinize kadar Allah’ın dostlarını sevip düşmanlarından kaçmaya davet ediyoruz. lakin şart hakiki Müslüman olmaktır. yani ALLAH’a ŞİRKSİZ DOST OLMAKTIR. ama siz hem Allah’ı hem şirkimi severim diyorsunuz. Ne şiş yansın ne kebap??Bize de bir kebap söyleyin?
Mustafa’yı Kaybettik, Yaşasın “Kaybettiğimiz Mustafa”
Mustafa Kemal sirozdan hastalanıp da Dolmabahçe’ye sıkışıp kalınca 22.10. 1938 de bir son nefes çıkışı yaparak birdenbire Müslüma kesilir ve ölümün etkisiyle “ İslam dinimiz devlette ve her yerde uygulanmalıdır” anlamında bir çıkış yapar. Başında bekleyen doktorların arasında Yahudi olanlar da vardır ve kendi yetiştirdiği yerlilerin de katılımıyla ipi çekilir. Halbuki aynı yıllarda Avusturya’da siroza ilişkin etkili ilaçlar geliştirilmişti aslında. Bu ilaç hiç duyurulmaz ve bilinen son 9. 11. 1938’de gerçekleşir. (saat 2 veya 3 sularında ölmesine rağmen ) bu saklanır.
Çünkü O’nun ilah olması kadar bu ilaha hürmet ve hizmet edeceklerin mesai saatına uygun bir ölüm saati olmalı ki insanlar işlerine saat 9′da gelir gelmez saygılarını rahatlıkla sunabilsinler ve bu ölüm sürekli ve uygun saatte devamlı anılarak fikirleri ve yaptıkları ölümsüzleşsin. Saat 9′u 5 geçe. ne kadar stratejik bir karar değil mi? işte şimdi bir türlü öldüremediğimiz mustafanın ilahlığa itiliş serüveni. demek ki O kendi elleriyle yarattığı canavarlar önce onun canını almışlar, arkasından da O’nun ilah olmasından büyük menfaatler bekledikleri için ilahlaştırmanın eksik ve devam eden ayaklarını kurmuşlardı.
Ve bu ayaklardan menfaat edinme inanın hala devam ediyor… Yukarıda yazdığımız onun son İslami söylevini Allah kabul etmiş olabilir veya olmayabilir. O hakettiğine ulaştığı için dinen bir şey söylemek yanlış olur. Hazreti Rasulüllah Efendimiz böyle buyurdu. Ancak O’nun ilahlığı bu gün de taraftar toplayarak Müslümanları küfre götürüyor. Acı olan da bu… Dolayısıyla sizin yaşadığınız şu anda ve gelişen şu durumlarda yani karşınıza çıkan bu veriler karşısında sizin ne yaptığınız önemlidir artık.
Mustafa’nın mezarında yatamaması, yahut toprağın onu dışarı atması gibi anlamsız cahil saldırıları okumuş insanlar arasında bile taraftar buluyor. Bu çok yanlış. İlah oldu ya, uzun süre ilaçlarla korunmaya çalışılınca patlayıp durdu. Baktılar ki ilaçla baş olmayacak artık altını kazıp toprağa verdiler üzülerek. Hitler mübarek onun beyni karşılığında ne büyük paralar teklif etmişti de İlahımız diye vermemişlerdi bu mübareği…. Zira kişi bu günkü belaları tamamiyle bu tanımlamayla Mustafa’ya yükleyince “Günah Keçisi” bulunmuş oluyor ve kişi artık kendi yapması gereken şeyleri de atlayıp ondan dolayı oldu deyince artık oturup kalıyor. kendine şimdi düşen sorumlulukları unutuyor ve artık “Kahrolsun Mustafa” şarkısıyla avunup İslami görevlerinden sarfınazar ediyor. Bu yüzden bu tür abuk subuk düzme hikayelerden toplumu uzak tutup insanları yapması gerekenlere yönlendirmek daha akıllı ve imani bir görevdir. Unutmayınız…
TEVHİD, Cumhuriyetin küfrünü söylüyor, lakin duyuracak cesaretli alim kalmadı. Niye mi? Küfür tedrisatı kendine göre değiştirerek kendi laik tercümanını geliştirdi. Yaşasın laik İlahiyatlar.. Yaşasın Laik ve yumuşak İslamiyet…
Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım. Önce dindar mısınız yoksa öylesine bir hayat mı yaşıyorsunuz? İslam’a gönül vermemişseniz bunları okumanın bir manası yok.
Biraz da tevhidden bahsedelim. TEVHİD: Allah’ın varlığına ve birliğine inanmakla bitmez. Allah’a kural koyucu olarak “boyun eğmek”de gerekir. Bu İslam’dır ve VAHİY bütün hayatı kapsar. Kim inanmaz, veya eskidir, eksiktir, yetersizdir, sorunlara cevap vermez derse imanı yarelenir ve şirke yol alır.
Her beşeri ideoloji TAGUT’tur ve ALLAH’ın yerine geçerek ŞİRKE sebebiyet verir. örneğin ülkeyi filanca kurtardı demek Allah’ın kudretini o insana vermek demek olur ve o kişi kendi ideolojisi içinde zaten sahte bir ilah olduğundan şirk oluşur. Bu ise tam bir küfürdür. kişi Allah’tan af dilemezse bu sahte ilahla ahirette haşrolur ve beraberce yanar. Bu yüzden bir kişinin daha başlangıçta laikim demesi İslamı inkar anlamına gelir ve kişi dinden çıkar. üstüne üstlük bir de filanca kurtardı derse küfrü pekişir. Artık gider ve manasını idrak etmediği bir cuma kılar ve gelenekselleşmiş bir cuma Müslümanlığı ile cennet arar. Halbuki miracı Mustafa’yadır. ona bir söz edecek olursan seni orada öldürür, konuşturmaz. Baba ise evladını evden kovar..
Görüleceği üzere İslam’ı yalnızca cami ve eve hapsedip devletten dışlamak tam bir küfür örneği. Siz sanıyorum Allah’a inandık demekle iş biter sanıyordunuz değil mi? Allah yücedir o yüksekte dursun ancak ben kendi işimi kendim yapayım diyordunuz değil mi? Yükselterek dışlama…
Yok öyle dava. O, bütün mülk benim demiyor mu? Benim hükmüm geçer demiyor mu? “Mülkün ve bütün makamların sahibi ancak o’dur. … O kalplerdeki gizli ve açık olanların hepsini bilir” (AYET) Emrimi tutmayanlar zalim, kafir demiyor mu? (Maide suresi) Peygamberime itaat edin demiyor mu? Peygambere itaat eden bana itaat etmiştir demiyor mu? Peygamberi Medeine’de bir anayasa yapmadı mı? Bu devlet içinde dindar bir peygamberin siyaseti ve devlet kurması değil mi? Dindar ama komutan değil miydi? Savaşın içinde hem de toplu namaz kıldırmadı mı? Sonra ayette “sen atmadın O attı” deyip galibiyete sahip çıkmadı mı? Savaşın içine giren bir Allah ve siz Allah’sız (Laik) bir devlet istiyorsunuz.. Dindar ama devlet başkanı değil miydi? Din ve devletin ayrıldığını görebiliyor musunuz burada?
Cihad İslam’ın en büyük kozu. Bütün oyunlar bizi bu kozdan uzaklaştırmak üzerine oynanıyor fakat bizim safların haberi yok. Namaz kılarak bilinçle İslam için mücadele etmeyi göze alarak ümmet olmamış bir insan nasıl cihad edecek? Yanisi şu ki; bu cumhuriyetin bir amacı yok ki uğruna cihad etsin!!! İçi kokuşmuş laiklerle dolu. İman küfre dönmüş. İnsanlar Yaratanı bırakmış yaratılana tapar hale gelmiş. Modern Batı’dan şu üç tehlikesi ya da tuzağı ciğerimize saplanmış:
1-Allah dursun, insan öne çıksın (Kendine iyi bak!!)
2-Vahiy dursun, akıl öne çıksın (Akıl=Laiklik)
3-Din dursun, ilim öne çıksın (Sosyoloji, determinizm, bir şey bir şeyin sebebidir, Allah’a gerek yoktur)
Batı’nın küfrü kahrolası laiklik
Batı’da ortaçağda Hırıstiyanlık bozulunca kilise de güçlenince ilmi gelişmelere papazlar da karşı çıkınca bu bozuk dini insanlar terkettiler. Yani o dini terkettiler ve adına Laiklik dediler. Fakat bizim dinimiz bozulmadı ki onlara bakıp neden terkedelim?Laiklik adına dini terketmek KÜFÜRDÜR.
Ben size şimdi soruyorum. Laik misiniz? Müslüman mısınız? Siz diyeceksiniz ki “Ben hem Müslümanım hem laikim” değil mi? Yok öyle dava. Yok öyle üç kuruşa beş köfte… Yemezler aslanım..
Sonuç olarak Laiklik İslam’ı her yerden silmeye çalışan bir pisliktir. Rakiptir. Dinsizliktir. Ve Küfürdür. Devlet bizim dışımızdaki başka insanlar ya da olaylar neticesinde laik olmuş olabilir. Ancak siz laikim diye ortaya çıkarsanız bu küfürden yana olduğunuz ve İslamın heryerde uygulanması için bir çaba da göstermiyeceğiniz anlamına gelir ki bu en azından münafıklığın bir şubesi sayılır (Hadis)
Allah Kuran’ı Kerim de 4 ayrı kelime ile kendi askerlerini anlattı. Hizbullah, cundullah gibi. Demek ki onun da askerleri vardı. O da kendisi için savaşacak yürekli dostlarını arıyordu. Bu kardeşiniz iyi bir Allah askeridir. savaşlar kazanmıştır gülüm..
Eğer laikseniz doğrudan doğruya Mustafa Kemal’in askeri olmuş olmuyor musunuz? Mustafa Kemalin askeri iseniz laik olmuş olmuyor musunuz? Laik iseniz Küfür üzere olmuş olmuyor musunuz? Bu halinizi düzeltmeden giderseniz sizi bir ateş bekliyor olmasın?
Müslümansanız Allah’ın askeri olmuyor musunuz? Müslümanlığa rağmen hala Mustafa kemal’in askeri olmakta devam mı ediyorsunuz bre gafiller. Çünkü ülkeyi Allah değil o zat kurtardı değil mi? İki de tercüme yaptırdı o halde onu izleyebiliriz artık, velev ki o tercümeleri devlette uygulatmasa bile değil mi? Zaten siz de düşündüğünüzü yaşamıyordunuz değil mi? “Ben inanıyorum ya bu yeter. Mustafa’dan da ayrılmam Allah ayrılmam. onsuz yapamam. Zaten ben gördüğüme daha çok inanırım. Mustafa peşinci Allah veresiyeci!!!”
İşte çatlak burada sevgili okurlar.. Müslüman ım deyip de laik olmak. Öyle ki müslümanın düşünce tekniğini bile İslam’dan koparıp materyalist düşünce tekniğine getiriyor laiklik. İnsan DİNLİ olmaya yatkın yaratıldı. Laiklikte din olmayınca yerini materyalizm dolduruyor. Buna Müslümanlar da dahil. İlk yüzde yirmi beşe CHP laikliği desek. Geri kalan % 75′in üçte biri MHP içinde laiklik kontrolünde desek. Ak Parti’ye oy verenler arasından da %25 desek. Böylece bu ülkenin %75′i LAİK ya da sempatizan olabilir demektir. İşte hiç bir siyasetçinin göze alamadığı laik seçmen ihtiyacı bunu gösteriyor.
Konuşmanıza dikkat edin Tayyip Efendi. Diyanet İşleri Başkanı bile insanları kurtarmak adına “Laiklik İslam’da yoktur” diyemiyor. Çünkü canı tatlı Allah’ın belası. İnsanlar ateşe gitmiş önemli değil. Biz siyasi iktidarla uyum içinde çalışmalıyız diyor da İslam’a uymak zorunda olduğunu hatırlamıyor bile. Allah “Müminler kardeştir” dedi fakat “mümin olmayanlar kardeştir” demedi. Sen ise zorla herkesi kardeş yapmaya çalışıyorsun. Halbuki Müminin en önemli 10 özelliği ibadetler manzumesidir Müminun suresinde sayılır. Sen otur önce ibadet etmemenin cezasını gençlere bir anlat da biraz korksun ve fing atmaktan bir edep yoluna girsinler. İşte insanlar Allah’ın bu ayeti gereğince artık kardeş olurlar sen merak etme ciğerim…
Eğer bu laiklerin bir ayakları çukura girmeden akılları başlarına gelmezse ahiretleri “yandı gitti gülüm keten helva” Onun için ben Laiklerin yaşlanmışını severim.
Doğruları bilmek ve doğruların yanında olmak rejimin reklamlarından sizi korur. İnsanlar doğruyu bildikleri halde gider yanlışla beraber olur. Şu bize Kırşehir yolunda Süha Turizm’de nasib olan şiire bakın..(kısaltılmıştır)
Hakka kulluğa bir adım yazsaydı felek
Kullara kullukta bin adım kazdı felek
Kula tabiat kul ola riyadır felek
Zalim yabana kel dura revadır felek
Kına yakasın el uzat deccale felek
Seni yakasın el mehdi deccal ne felek
Kim ki deccalin en yakın dostudur felek
Lakin söylenir en düşman deccaldir felek
Kaçtır taptığın bir Allah vareste felek
Cümle ilahın bir senden habersiz felek
Ata kurtardı san iman yareler felek
Hakka garazdır bil şirke savrulur felek
(bu beytin manası: Atatürk kurtardı ülkeyi sanıyorsan bu senin imanını yaralar,
Bu hareketin Allah’a garaz olup seni şirke savurur bunu bil )
Allah hakkıdır tüm, Sezar hak etmez felek
Sezar hakkına yaz diyen çarhetmez felek
Tevhid kaplasın bu ruhu “illa”dır felek
Felek yarandır bu nefse kaç “la”dır felek
Bilir insanlar kim doğru duruyor felek
Lakin toplaşır bin yanlış yerde “la” felek
(Bu beyt insanların doğruya rağmen eğrinin yanında
toplaştığını ifade eden sosyolojik bir tespittir.)
“la” yı bilip de bir “illa” demezsin felek
“İlla” imandır bir Allah demezsin felek
Ahi ahmedin tek derdi tevhiddir felek
Felek kulların tek aşkı şeytandır felek
Ya Rabb canımı al, yazma mihnette felek
İman yarimi sal cana cananla felek
Aksi halde: Adamın biri cennete gitmiş. fakat bir müddet sonra sıkılmaya başlamış. Yan taraftaki cehennemden de şarkılar türküler oyun havaları sesleri geliyormuş ve insanlar da oynuyormuş. Bunu duyup dururken meleğe demiş ki “ben öbür tarafa geçebilir miyim” deyince. Melek de bunu kabul ederek “yalnız geri dönemezsin” demiş. o da kabul edip yollanmışlar beri tarafa. fakat oraya varınca bir de ne görsünler. insanlar sacların üstünde yana yana bağıra bağıra zıplıyorlar. bizimki meleğe dönüp, ama benim gördüğüm başkaydı deyince. melek şöyle demiş. “O GÖRDÜĞÜN REKLAMLARDI”
Şimdi nasıl üzülmezsin 16 yaşındeaki çocuklara da tanımadığı görmediği bir adamın askerliğinden dinsiz laikliğine, laiklikten gelecekteki toplu dinsizliğe… Tepişen katır babalarını artık feda ettik gitti. Siz kaybettiklerimizden olmayın. Bana gelin.. Ben iyi bir Allah askeriyim (hem de savaş kazanmış) sonra imamıyım sonra da aşığıyım, sonra kalemiyim: size feda edecek en değerli zenginliğim GÖNLÜM VAR…buyurun… (Bizim irşadımız şiirlerimizledir. Okuyanlarını önce teskin eder, sonra imana yol açar. Hangisini okursanız okuyun Allah’ın izniyle bu böyledir inşaallah. Test edilmiştir)
Konuşmacı heyecanlı bir ses tonuyla tezini sunuyordu:
“Allahımız bir!
Kitabımız bir!
Peygamberimiz bir!”
İşte tam da bu noktada durmak gerekiyor. Biraz düşünmek için sizi akleden kalbinizin nazik kollarına incitmeden bırakıyorum.
Ne kadar güzel temenniler bunlar. Gerçekten bir mi? Yaşanan gerçeğe tekabül ediyor mu? Bu temennilerin aktüel karşılığı var mı?
İnananların tümü aynı gerçeğe mi inanıyorlardı. Örneğin Allah’ı karşısında görse insan nasıl davranırdı? İnanıyorum fakat kafama göre yaşarım mı diyordu? Sınırlandırılmış bir Allah inancı mıydı bu? Tevhid’den bir sapmamıydı? Tevhid Allah’ı doğru anlama sanatı mıydı? Doğru anlayanlar İslam (teslim) olanlar mıydı? teslim olanlar mı yalnızca Tevhid’i oluşturuyorlardı?
Tevhid üzere olmak için Allah’ı var ve bir olarak kabul etmek yeterli değil miydi? Ayrıca Allah’a “kural koyucu” olarak “boyun eğmek” de mi gerekiyordu? o halde bütün hayatını İslam’a göre düzenlemeye çalışmayanlar Tevhid’in dışında mı kalıyordu? boyun eğilecek olan şey VAHİY miydi? Bu “Muhammedurresulüllah” mıydı? insanlar neden yarım yamalak bir İslam yaşamak istiyorlardı? adını koymadan itiraz ettikleri şeyler neydi? Aklın örtülmesinin bu yarım din anlayışındaki payı neydi? Akıl neden bu kadar önemli. sorumluluk akıl nimetyinin verilmesinden mi doğuyordu? dağların göklerin ve yerlerin yüklenmekten kaçındığını alan insanın aklı mıydı?
Ya peygambere ne demeli? O da kabrinden kalkıp gelse kaç türlü tavır ortaya çıkardı? Bir tel alabilmek için saçına sakalına hücum edenlerin, bir parça koparabilmek için elbisesine üşüşenlerin oranı ne olurdu? Ya onu hiç tanımayanlar veya İsrail oğulları gibi taşlayan kaç kişi çıkardı? Veyahutta gerçekten onun misyonunu kabul edip davranışlarını ona göre ayarlayan kaç kişi çıkardı?
Bir şeyin gerçeği kaybolunca onun yerine imajı oluşturulur. Bu imaja “tasavvur” diyoruz.
İşte bu tasavvurun aslı ile olan doğruluk oranı, kişinin ona beslediği olumlu ya da olumsuz duygularla yakından ilintilidir.
Örneğin onu aşırı sevmeniz, onu aslından uzaklaştırıp farklı bir noktaya taşıyacak ve dolayısıyla aslını, yerinde kalsaydı yapması gereken görevlerinden de uzaklaştıracaktır. Ya da nefret etmeniz de aynı etkiyi doğuracaktır. Ya görevlerde bir azalma ya da tümden yok sayma.
Allah mutlak galip olduğu için onun herşeyi yapmasında bir sorun yaşanmaz.
Fakat Batı, Allah’ı, sınırlı ve şeytanla mücadele eder bir halde tasavvur eder. İşte bu bir tasavvur sapmasıdır.
Kitab’a gelince. Kişi Allah’tan geldiğine inanır fakat içindeki hükümler artık bugün uygulanamaz deyip çıkar. Gerçekte cevizin içine inanmamıştır. Bu sakat imanın onu nereye sürükleyeceğini hesaplamak zor olmasa gerekir.
Gelelim peygambere. O bir kul ve elçidir. Bu noktanın dışında onu Allah’ın bazı görevlerini yapabilecek şekilde görmek ve ona bu şekilde dua etmek, onu örnek olmaktan çıkarır ve Allah’ın işine ortak eder.Bu da bir sapmadır.
Kuran ve sünnet, birer bilgi kaynağı olarak ortada durmasına rağmen bu sapmalar neden meydana gelmektedir.
İşte bir bilginin öncelikle doğru olması kadar doğru da anlaşılması gerekir.
Ortada bir sapma varsa, o zaman bir anlama problemi var demektir. Bu problemi doğuran etkileyen etkenler nelerdir. Onların üzerinde duralım.
Aklı Selim
Sorumlu insan olmanın vazgeçilmez bir şartı olan akıl, genel olarak anlama, kavrama, kavramlar arasında bağlantılar kurma ve çıkarımlar yapma yetisi şeklinde tanımlanmıştır. Terim anlamı itibarıyla de duyu algılarını kavramlar altında toplamanın yanı sıra metafizik çıkarımlar da yapabilen çok işlevli bir yetidir.
İnsanlar olarak günlük hayatımızı bir yönüyle akıl yürütmeler yoluyla düzene koyarız. Akıl sayesinde düşüncelerimizi bilinçli, tutarlı ve amaçlı bir biçimde birbirine bağlarız. Hazır bilgi ya da önermelerden hareketle -onlardan ayrı- yeni bilgi ve önermelere ulaşırız. Bunun yanı sıra aklın, bir ölçüde doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ve güzeli çirkinden ayırt etmemizi sağlayan ahlaki bir işlevi de vardır. Bunun içindir ki ilahî emirler karşısında insan yükümlülük sahibi kılınmıştır. İnsanı ilahî emirler karşısında muhatap kılan akıl, aklıselimdir. Bu fonksiyonları çerçevesinde iyiyle kötüyü ayırt etmek suretiyle insanı emniyet altına alan akıldır.
Aklı selimi hangi etkiler normal mecraından uzaklaştırır?
1.Aşırı sevgi ya da nefret
Bir şeyin normal ölçüler dışına çıkılarak aşırı sevilmesi kişiyi sevdiği şeylere karşı söylenecek eleştirilere karşı kör eder. Bir kızı sevmek, bir partiyi sevmek ya da bir takımı fanatik seviyede sevmek örnek olarak verilebilir. Bu nedenle sevmenin belli ölçüler içinde tutulması aklı selimin sağlıklı çalışması için gereklidir. Nefret de sözkonusu objeye karşı söylenecek iyi şeyleri kabulden uzaklaştırır. Kişiyi adaletsizliğe iter.
2.Tabi olmak
Kişinin herhangi bir tarikata üye olması, dolayısıyla şeyhine tabi olması, şeyhinin söylediği şeylere karşı onu düşünmekten alıkoyar. Bu tabi olmak gerçekte islam hukuku ve onun örnek olarak yaşayan Hz. Peygamber olması gerekir. Şeyhi sevmek başkadır, söyleneni İslam hukuku ile tartmak başkadır. Hadisi Şerife göre tyabi olunan bir sünneti uygulamazsa o uyulanın terki gerekir.
3.Nakille ilgili konularda akıl görev yapmaz.
Din bir nakildir, vahiy ve sünnete dayanır. Bu konularda akıl ileri çıkmamalıdır. Çünkü din bellidir. Ancak uyulması gerekir. Neden ve niçin soruları aklın şüpheye yönelmiş halidir ve kişiye zarar verir. akılı sadece emir ve nasların hikmetini araştırabilir ve kainattaki delilleri düşünerek eserden müessire şeklinde varsayım yoluyla aklın önderliğinde imana gidebilir. Kuran’ın tavsiyeleri de bu yöndedir.
4.Henüz inanmamış birisinin ilk başvuracağı şey akıldır.
İnsan aklını kullanarak bütün kainata, insanlara ve olaylara bakarak çıkarsama yapmalı ve bir olan yaratıcıya ulaşmalıdır. Kişiye bu fıtratında verilmiştir. Nitekim Hz. İbrahim, yıldız ay ve güneşi batıyor görerek reddetmiş ve Allah’ı bulmuştur. Buradan hareketle vahyin ulaşmadığı bir yerde insanın sorumluluğu budur. Kuran’ı Kerim yaklaşık 200 yerde “akıl etmiyor musunuz? “ buyurarak ona önem verdiğini belirtir.
5.Bir şeyin hikmetinin araştırılmasında akıl devreye girebilir.
örneğin bir namaz ibadetinin hikmetinin araştırılmasında akıl gerekli kaynaklara da müracaat etmek suretiyle duyuların kendisine sunduğu bilgileri işleyerek tefekkür edebilir, anlayabilir. iman aklın varsayımıyla elde edilen bir varsayımdır. din teferruatı verir sadece. ahiret hayatı vesaire.
6.Akıl yargılama yetisi işlevini de yürütmektedir.
Diğer anlamı ise insanın doğru karar vermesini sağlayan, herhangi bir olumsuzluktan veya ortamın kötülüğünden etkilenmeyen, yaratılışındaki temizliği koruyan akıldır ki bu da zihnimizde, Allah’ın insanın özüne yerleştirdiği fıtratı çağrıştırmaktadır.
7.Geleneğimizde aklıselim sahibi olmanın temel ölçütü Hak ve hakikate açık olmaktır.
Bir hadisinde Hz. Peygamber (s.a.s.), “akıllı” anlamına gelen “keyyis” kelimesini kullanmış ve keyyisi “nefsini kontrol altına alıp ölümden sonrası için çalışan kimsedir” diye tanımlamıştır. (Tirmizi, Kıyamet, 25) Aynı kökten gelen “kîse”nin torba, kese anlamına geldiği düşünülürse, akıllı olmanın insanın ahirette yüzümüzü ağartacak ecir ve sevabı bu dünyada kazanıp manevi bir kesede toplamayı gerektirdiğini anlayabiliriz.
8.Yanıltıcı etkenler.
Sokrates, Eflatun ve Aristoteles de aklın, duyular yoluyla gelen eksik ve yanıltıcı bilgiye karşı, tam, doğru ve geçerli bilgi sağladığını ileri sürmüşlerdir. Onların bakışlarından da aklın, selim olmasının yanıltıcı etkenlerle perdelenmemesiyle mümkün olduğunu anlamaktayız.
8.Anne baba etkisi fıtratı bozar.
Hz. Peygamber de “her çocuk İslam fıtratı üzere doğar; sonra ebeveyni onu Yahudi, Hristiyan ya da Mecusiliğe sevk eder.” (Müslim, Kader, 22) buyurmak suretiyle insanların doğuştan aklıselim üzere doğduklarına, zamanla çevrenin insanlara olumsuz yönde tesir edebildiğine dikkat çekmiştir.
9.Aklı iyilik ve faziletin ölçütü saymak.
Bu, üç temel hususta hemfikir olmayı gerektirir. Bunlardan ilki, herkes için zaruri ve mecburi bir ahlak kanunu vardır. İkincisi, insan bu kanuna itaat edip etmemekte hürdür. Üçüncüsü ise insan mademki hürdür; o halde fiillerinden sorumludur.
10.Nefsi özellikler aklı selimi etkiler.
Her insan aklıselim sahibi olarak dünyaya gelir. Aklıselim bazı insanlarda Allah vergisi olarak doğuştan aktiflik gösterirken, bazılarında da, çoğunlukla his ve tutkuların etkisiyle körelir. Ancak nefsin terbiye edilmesi nispetinde aktiflik kazanır.
11.Basiret aklın üstün verimidir.
Basiret, görme, sezme, bir şeyin iç yüzüne vakıf olma anlamlarına gelmektedir. Bu sayede insan doğru yolu tanır ve doğruyu yanlıştan ayırma yeteneği kazanır. Bu yetenekten mahrum olanlar da Kur’an’da manevi körlükle itham edilmişlerdir. (Hud, 24) Kuran İnsanların gerçekleri görmelerine ışık tutar.
Kur’an’da, kendilerinden Ulü’l-Elbâb, Ulü’n-Nüha ve Ulü’l-Ebsâr ifadeleriyle bahsi geçen ve Türkçemizde akıl sahipleri olarak vasıflandırabileceğimiz bu insanların ortak özellikleri, hayatlarını titizlikle sürdüren, nefislerini temiz tutan, tutkularına yenik düşmeyen, maddi ve manevi hakikatlerin kendilerindeki inkişafına açık kimseler olmalarıdır.
12.Aklıselim, dilimizde kavramlaşırken temelde sezgi gücüyle ihata edilebilen zihinsel ve duyusal faaliyetlerle bilinemeyen bilgileri kapsamı içine almıştır.
“Müminin firasetinden sakınınız. Zira o Allah’ın nuru ile bakar.” (Tirmizi, Tefsir, 16) hadisine baktığımızda müminler Allah’ın nuru ile bakma sorumluluğunu ancak akıllarını selim tutmakla üstlenebilirler. Nitekim Allah’ın kalplerini nurlandırdığı kişilerin, bakışlarında derinlik kazandıklarını, hakla batılı, iyiyle kötüyü maharetle birbirinden ayırabildiklerini görmekteyiz.
13.Allah Teala, aklını selim tutan, fıtratına yabancılaşmayan insanların, davranışlarında kendisinin koyduğu sınırlara riayet edeceklerini teminat altına almaktadır:
“Ey inananlar, eğer Allah’tan sakınırsanız o size doğruyu eğriden ayıracak bir güç verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar.” (Enfal, 29), “Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah katında dahi güzeldir.” (Ahmed b. Hanbel, I/379) Bu durumda Müslüman neyi güzel görüyorsa, onun Allah katında dahi güzel olup olmayacağını da düşünmelidir. Müslümanlar davranışlarına öyle ölçü koymalıdırlar ki bu, Allah katında da en güzel biçimde kabul görsün. Demek ki Müslümanların güzel gördüğü şey, aynı zamanda ahlaki ve zihni üstünlükleri de içinde barındırmalıdır. Bu hadis Müslümanların hayatında ilahî ölçülere karşı titizlik ve sadakati gerekli kılmaktadır. Bu sayede Müslümanlar insanlığa numune teşkil edeceklerdir. Bu aklıselimle ve nefsin terbiyesiyle kazanılabilecek bir derecedir. Bu takdirde Müslümanların güzel gördüğü şeyler, mutlaka bir üstünlüğü bünyesinde parıldatacaktır.
14. aklı selim daima bir uzlaşıdan yanadır.
Aklıselimin günlük dilde kazandığı bu tarz anlamlardan biri, kişiler ve olaylar karşısında ortalama bir tutum sergilemeyi ifade için kullanılmasıdır. “Aklıselim çağrısı” adı altında yapılan pek çok girişim insanları bir uzlaşı zemininde buluşturmayı esas almaktadır.
Aklıselimin bir mutabakat zemini oluşturmayı gerekli kıldığı yönündeki yaklaşım, insanları karşılıklı olarak birbirlerinin kusurlarını hoş görmek ve buna alışmak noktasına sürükler. Bu durumda insanlar yanılgılarına bağımlı hale gelirler. İyi insanlar selim akla talip iseler, ahlaken yükselmeyi kendilerine ödev saymalıdırlar. Zira selim, “silm”, “selam” kökünden gelmiş olmakla Yüce dinimiz İslam’la aynı kelime kökenine sahiptir. Bu da yalnızca hakikat karşısındaki teslimiyet sonucunda selamet, emniyet ve esenlik beklentisi içerisine girmek anlamına gelir. Bu durumda selim akıl, düşük bir ahlakla bağdaşmaz. Öte yandan İslam’ı kabul etmek kelime-i şahadetle başlar. Şahadet ise üst düzey bir akli seviyeyi ve zekâ keskinliğini gerekli kılar. Aklıselim sahibi olmak ahlaken iyi insan olmayı zorunlu kılar.
15.Aklıselim vicdani hükümleri takip etme eğilimindedir.
Vicdan ise temelde insan tabiatını iyiye sevk eden yetidir. İnsan, ahlaki doğruların genel ilkelerini ve hususi eylemlerinin iyilik ve kötülüğe bakan yönlerini sezer. Bu sayede aklıselim zorunlu olarak ve her zaman doğrulukla eylemde bulunmaya ve kötülükten sakınmaya muvaffak olur. Sahip olduğu ilahî nur vasıtasıyla aklıselim, adalete ve fazilete yönelme ilkelerini onaylar. Allah insanlara davranışlarını sevk ve idare ettirme gücü verirken aynı zamanda onlara, eyleme yönelik bazı ilkeler de vermiş ve bu gücün insanlar tarafından belli bir gaye doğrultusunda kullanmasına imkân tanımıştır.
16.Taklit
Taklit, kişiyi düşünmekten alıkoyar. İnsanlar önce taklit ederek öğrenirler. Daha sonra düşünerek hakiki nedenlere ulaşabilirler. Üç tip insandan sözedilir. Bir insana bakarak fikir ve hareketlerini düzenleyen insan. Eğer taklit edilen iyi ise kişi de iyi olur. Kötüyse kötü olur. İkincisi olaylara bakan insan. Olayları iyi yorumlarsa kişi iyi olur. Yanlış yorumlarsa kişi yanlış yola girer. Bir de fikirlerin orijinaline bakan insan var ki, o kişinin aklı seliminin önünde bir engel yok ve objektif düşünebiliyorsa o kişinin fikirler içinde an akla yatkın olanını bulması umulur. Bir yabancı yazar şöyle diyor. “Ben müslümanlara baktım 50 sene müslüman olmadım. Fakat Kuran’a baktım bir gecede müslüman oldum.”
17.İçki
İçki aklı gideren bir şeydir ve bu yüzden de yasaktır. Kişi içince kontrolünü kaybeder ve sağlıklı düşünemez.
18.Toplumsal olaylarında aklı selim kaybolur.
Toplum olaylarında aklı selim kaybolur ve herkes bir önündekine tabi olur. O ne yaparsa o da onu yapar. İnsan bu yönüyle koyuna benzer. Koyunları bir yerden atlatmak isteseniz önce atlamak istemezler. Fakat içlerinden biri, muhtemelen yaşlısı ilk önce bir şekilde atlar. Ondan sonra hepsi birden arka arkaya tak tak diye atlar. Sürü psikolojisi. Allah Teala her peygambere bir müddet de olsa çobanlık yaptırmıştır. Hz. Musa a.s., Peygamberimiz çobanlık yapmışlardır. Bu sayede koyunları gütmeyi öğrenmişler ve arkasından da insanlara çobanlık yapmışlardır. Polis dahi bu özelliği bilir ve ilk kim vurun dedi diye kameraları araştırır ve o kişiyi elebaşı olarak yakalar, diğerleri ile ilgilenmez.
19.Baskı
İnsanın baskı altında olması, örneğin tehdit, santaj gibi durumlarda kalması onu sağlıklı düşünceden uzaklaştırır. Bu tür hallerde danışmaya önem verilmelidir.
20.Gazap
İnsanın bir şekilde canına malına, ırzına, nesline yada değer verdiği ideallerine gelebilecek bir saldırıda kişi gazaplanabilir. Müdafa olarak adlandırılabilecek kısmı yine ölçülü olmak kaydıyla anlamak mümkündür. Fakat aşırılık aklın da fesadına yol açar ve kişi şeytanın kontrolüne girer. Bu yüzden ihtiyaç duyulmayan aşırı gazablanma dinen yasaklanmıştır. Ve bunu yenen pehlivana benzetilmiştir. Gazap anında aşırı söz söylemekten sakınmak, ayaktaysa oturmak, euzü besmele çekmek ve son olarak da iki rekat namaz kılmak önerilmektedir.
21. İşletme körlüğü
Uzun süre aynı işte çalışmak kişiyi tek yönlü düşünmeye sevkeder ve yani fikir üretemez. At gözlüğü de denir. Bu yüzden ya kişiyi zamanla başka işlerde de istihdam ederek onun olaylara çok yönlü bakmasını sağlıyacaksınız, ya da farklı iş kollarından gelen insanların oluşturduğu komisyonlar kurarak onların aynı meseleye nasıl baktıklarını öğreneceksiniz.
22. Akrabalık
Akrabalık bağları kişisel bir yakınlık hissettirir ve kişiyi aklı selimden uzaklaştırarak adaletten de alıkoyar. Kişi eş, evlat ve yakını için taraf tutar. Mahkemeler bile bu yakınlığı nedeniyle kişiyi şahit olarak kabul etmezler. Çok az insan yakınlarına karşı adil olabilir. Kuran’da bunlar övülmüştür.
23. İmansızlık
Kişinin imansızlığı yani küfürde olması onu, hakkı batıl, batılı hak görmeye iter. Bu Kuran’ın bir tesbitidir. Bu yüzden müslümanlar “ Ya Rabbi, bizi hakkı hak bilip hakka ittiba eden, batılı batıl bilip batıldan içtinab eden (kaçınan) kullarından eyle” diye dua ederler.
24. Şeytana tabi olanlar
Kuran’ı Kerimde bazı insanların şeytana tabi olmaları nedeniyle, şeytanın onlara yanlış olan bazı hareketlerini süslü göstererek, onların kendilerini doğru yolda olduklarını sanmalarını sağladığı belirtilir. İşte burada aklın doğru ile eğriyi ayırıcı özelliği kaybolmuştur. Bunlar mahşerde şeytanlarla beraber haşredilirler ve uyanıp onu yanında görünce aralarında doğu ile batı kadar mesafe olmasını istediği belirtilir. Bu yüzden şeytanın aldatmalarına dikkat etmek ve onu düşman kabul etmek gerekir.
25. Münafık
Münafık iyiliği kötülük olarak görür ve iyiliği yasaklar, kötülüğü emreder. Burada da aklın ayırıcı özelliği şaşırmıştır. Akıl imandan ya da imansızlıktan etkileniyor diyebiliriz.
26. Irk, kabile, hemşehrilik
Irk özellikle şoven bir hale dönüşmüşse, bu üstün görme, kişide, “diğerleri” kavramını güçlendirir ve kendi ırkını üstün görecek gerekçeler aramaya iter ve adaletten ayrılarak taraf tutar. Bu husus aşiret ve hemşehricilikte de taraf tutma olarak gerçekleşir ve toplumda yaratılan bu ayrıcalıklar huzursuzluğa yol açar. Yakınların özel sorunları ile ilgilenilebilir, dernekler kurulabilir, cenaze ve öğrenci bursları verilebilir ancak siyasette ehliyet veliyakat yerine bizim hemşehrimiz olsun denildi mi bu dinen yasaktır. İslam ırkçılığı kabul etmez, islam kardeşliğine değer verir ve mü’minler kardeştir buyurur.
27. Fakirlik
Fakirlik ve işsizlik kişiyi bunaltır ve isyan noktasına getirir. Zayıf bir inanç olursa kişi hırsızlık, dolandırıcılık ve benzeri yollara sapabilir.
28. Stres
Stres kişinin sağlıklı düşünmesini etkiler ve mutsuz kılar. Aşırı çalışma ya da çözülemeyen sorunlar stresin kaynağı olup sorunların üzerine gidilerek onları çözmeye çalışmak kişiyi rahatlatır.
29.Sorun olarak bırakmak
Bir olay hakkında insan beyni ikna olmadığı zaman veya takliden inandığı zaman, akıl onaylamadığı için o konu ucu açık bir yara gibi durur, mikrop kapar ve hastalık haline dönüşür. Halbuki o konu akla uygun bir hale getirildiği, mantıksal çözüm üretildiği zaman, o kişi izin vermediği müddetçe o dosyaya dışarıdan bir şey giremez. Örneğin taklidi imandan tahkiki (hakiki ) imana geçiş çok önemlidir. Tahkiki iman beynin çalışma mekanizmasına en uygun modeldir. Akılla birlikte kalp ve duygularda ön plana çıkmalıdır. Tasavvufla uğraşanlar aklı geri planda tutup kalbi öne çıkarmışlardır. Bir toplumda aklı şaşırtacak vesveseler yoksa, kalbi metodla gitmek insanın daha hızlı ilerlemesine vesile olur. Eskiye göre modern hayatta insanı baştan çıkaracak şeytanın materyalleri çoğalmıştır.
Yukarıda belirtilen hususlarda kişilerin davranışlarını ona göre değerlendirmeleri, takım, parti, tarikat, akrabalık, hemşehrilik, aşiretçilik, ırkçılık ve benzeri konularda sevginin aklı örtmesine izin verilmemeli ve daima bir durum sorgulaması yapılmalıdır.
Üstün olan Allah ve onun emirlerinin oluştuğu İslam hukukudur. Arkadaşlıklar dahi Allah için olmalıdır. Kişi kardeşini dahi müslüman olduğu için sevmelidir.
aşık ahi kul ahmede nasib oldu