Bismillahirrahmanirrahim
selamün aleyküm
Kişi sevdiğiyle beraberdir (Buhari, Müslim)
Ama nasıl???
Ne mutlu kalbinde yüce Allah’ın sevgisinden başka sevgi bulundurmayanlara. O’nun rızasından başka bir şey arzulamayanlara.
Her ne kadar görünüşte halkla birlikte olsa ve şeklen onlarla meşgul bulunsa da o kimse Allah cc ile birliktedir.
Kalp aynı anda birden fazla muhabbet bağı kuramaz. Bir şeyle kurduğu muhabbet bağı ortadan kalkmadıkça başka bir şeyle muhabbet bağı kuramaz. Arzuladığı ve muhabbet bağı kurduğu bir çok şey, mal, evlat, liderlik, övülme, insanlar arasında üstünlük gibi şeyler aslında tek şeye yani kendi nefsine duyduğu muhabbettir ve her biri bu muhabbetin bir parçasıdır.
Kişi bu istekleri kendi nefsi için istemiş olmaktadır. Başkası için değil. Dolayısıyla kendi nefsine muhabbeti yok olanın bu istekleri de yok olur. Bu nedenle, “Kulla Rabbi arasındaki perde, dünya değil, kulun kendi nefsidir” denmiştir. Kul nefsinin arzu ettiği şeylerden kurtulamadıkça, Rabbi arzulayamaz. Ve kalbi Allah’ın muhabbetine açılmaz. Bu durum mutlak fena halinin gerçekleşmesinden sonra zat tecellisine bağlı olarak kazanılır.
Bu durumda seven için sevgilinin nimetleri de ezaları da eşit olur. Böylece ihlas meydana gelir. Kişi nimetleri istemek ve ezaları önlemek amacıyla nefsi için Allaha kulluk etmez. Çünkü nimet de eza da farksız olmuştur. Buna “mukarrabin” mertebesi denir.
Ebrar kullar ise korku ve ümit ile Allah’a kulluk ederler. Bunlar zati muhabbetin güzel duygularına erişemedikleri için korku ve ümit kendi nefislerine döner. Ebrar’ın iyilikleri mukarrabinin kötülükleri ile beraberdir. Ebrar’ın iyilikleri bir yönüyle iyilik bir yönüyle kötülüktür. Mukarrabinin iyilikleri sırf iyiliktir.
Mukarrabin arasında da “beka” halini tamamlayıp “sebepler alemine” döndükten sonra “korku ve ümitle” Allah’a ibadet edenler vardır. ancak onların korku ve ümidi kendi nefislerine dönmez. Bilakis onlar “Allah’ın Rızasını ümit ederek ve gazabından korkarak ibadet ederler. Fakat cenneti nefsani arzuları için değil Allah’ın rızasının bulunduğüu yer olduğu için isterler. Bunların cehennemden sığınmalarının nedeni nefislerinden acıları uzaklaştırmak için değil, Allah’ın gazabının bulunduğu yer olduğu içindir. Çünkü bu kimseler nefislerinin esaretinden hürriyetlerine kavuşmuş ve Allah’ın halis kulları olmuşlardır. Bu rütbe Mukarrabinlerin en üst makamıdır.
Bu durumu değerli islam alimi Kuşeyri şöyle özetler. “Özgürlüğün hakikati kulluğun kemalidir” der.
Sevgili okurlar,
Siz de bir parça da olsa böyle olmaya çalışarak niyetlerinizde bir güzelleşme sağlayabilirsiniz. Unutmayın ameller niyetlere göre anlam kazanır. Ve kişi sevdiği ile beraberdir. Dolayısıyla kimi nasıl sevdiğinize dikkat etmelisiniz. Eğer hala bir takım insanları kuvvetle sevdiğinizi söylemeğe devam ediyorsanız bir şirk içine bile düşebilirsiniz. İnsan olarak sevilmesi gereken ise sadece Hz. Peygamber’dir. Ve onun yoludur.
Ya Allah ile beraber olun, yahut da Allah ile beraber olanlarla beraber olun.
Bismillahirrahmanirrahim
selamün aleyküm
Ahlak; niyet, irade ve davranışa dönüşmüş bir ‘din’dir. İlme göre insan “akıllı hayvan”dır, Dine göre ise şahsiyet ve ahlak sahibi bir canlı varlıktır. İnsan ile hayvan arasındaki temel fark, fiziki, bedenî veya zekâ ile ilgili değildir; bilakis her şeyden önce manevi olup, dini, ahlaki ve estetik şuurun varlığında kendini gösterir (homo religious). Çünkü nerede insan zuhur ettiyse, onunla beraber din ve sanat da zuhur etmiştir.
Dinsiz bir insan topluluğuna şimdiye kadar rastlanmamıştır. Hayvanlarda mukaddes veya yasak mefhumları olmadığı gibi, insanın anladığı manada güzellik mefhumu ve estetik heyecan da yoktur. Kısacası insan hayvan olmak istemeyen yegâne varlıktır.
Adalet ve fazilet uğrunda fedakarlık Mutlaka bir ahiret inancına dayanmalıdır..
Çünkü ahlaka uygun davranış, ya izah edildiği gibi manasızlıktır, ya da Allah varsa bir anlamı vardır; üçüncü şık imkânsızdır.
İnsanın önemi, her şeyden evvel, iyiyi istemekten öte, iyi ile kötü arasında seçim yapma imkânına sahip olmasındadır. İnsanın hür iradesiyle yaptığı seçim dışında “iyi” mevcut değildir ve zorla “iyi” olmaz. Zira “iyi”nin şartı özgürlüktür, kaba kuvvetle ve zorlamayla özgürlük bir arada olamaz. “Dinde zorlama yoktur.” (2/el-Bakara, 256). Aynı ilke ahlak için de geçerlidir: Zorla alıştırma doğru davranmayı dayattığında bile haddi zatında gayr-i ahlaki ve gayr-i insanidir
Aklın ahlakla ilişkisi nedir? Akıl varlıklar arasındaki ilişkileri keşfetmekten başka bir şey yapamaz. Bu yüzden “değer yargısı” akıl dışında başka bir referansı gerektirir. Toplumların sürekli ahlaki değerlerde farklılık yaşamalarına rağmen iyi güzel doğru değerlerinin temel kaynağı ilahi dinlerdir. Eğer bu bazı temel almazsak her toplum kendi durumunu ideal gösterecek ve bir ortak değer oluşturulamayacaktır. Ilahi dinlerin ilk insanla başladığını ve sürekli toplumları ahlaken beslediğini ve tevhidle güçlendirip sevgi ile gözü kara yaptığını, amaçlarını kutsal tutan bu kişilere Allah tarafından bu dünyada da, ölümden sonrası için de bir fikir ve güzel karşılıklar vaad ettiğini düşünürsek, genel olarak Ahilikle temsil edilecek iyi, doğru ve güzelin ahlakın bozulmamış VAHYE dayanması gerektiği kanaatine varırız ister istemez. Artık Ahiliği insanlık bilimi diye yalınkat yutturanlara acımaktan başka çare kalmıyor dostlar..
ahi kul ahmede nasib oldu
-Gel seninle bir oyun oynayalım mı?
-Neden olmasın? Ne oynayacağız?
-Ne mi? Ha hatırladım?
-Neyi?
-Nasıl isterdin diye bir oyun bu.
-ne yapacağım?
-bir zaman tut içinden ve anlat.
-Tuttum; Öyle bir zaman ki, ben ne yaşlıyım ne de çok toy. Hayatımın baharı. Dışarıda insanlar cıvıl cıvıl. Herkes birilerine yardım etmeğe çalışıyor. Kötülükler azalmış ve toplum huzur içinde. Fitne uykuda. Onu uyandırana kötülük olsun. Kazancım yetiyor olsun. Ben işimi seveyim.
-içinden bir ev tut.
-tuttum. Benim ilk oturduğum ev. Yeni evlenmiştim. Kiraydı fakat huzur güvenlik ve bereket vardı o evde. Ona evim diye gelir, geleceğim diye giderdim. Her kusurumu ve sırrımı gizlerdi.
- Şimdi bir ağaç tut.
-Amerika’da bir zenci komşumuz evini inşa ederken ağacın dallarını kesmemiş fakat çatısını onu kesmemek için çökertmişti. O ağacın diğer dalları ise sanki bir teşekkür eder gibi evin penceresinden içeri girer gibiydi. Diğer dalları da göğe meydan okur gibi ulu bir ağaçtı. Ne kadar şanslı bir ağaç dedim yüzüne doğru.
-bir fakir tut içinden.
-en ucuz satın alınacak şey hayaldir. Hemen hemen hiç bedeli yoktur. İşte hayal edemediğim gün bittim demektir. hayal en büyük zenginliktir.
Güven kazanmak da zenginlik getirir. Etrafında hatırı olmayan insanın fakir olduğunu söyleyebiliriz.
Allaha kul olmak da bir çok Allahtan kurtarır insanı. Bir Allaha bağlar beni. Bu da insana huzur verir. Huzur en büyük zenginliktir. Hayalim öyle zenginliktir ki her sıkıntıyı çözmek herkese yardım etmek ister. Işığım her yeri kaplasın isterim.
-Şimdi bir yer tut.
-Tamam tuttum. O yer çok ama çok uzakta. Taa kaf dağının ardında. Ulaşılması güç. Ama çok heyecan veriyor. Çünkü orada kurallar yok. Kuralsız sevgiler var. Kimse kimseyi gözüyle cezalandırmıyor. Herkes gülümsüyor. Haydi sen de gülümse. Gülümse. Sakın unutma hep gülümse. Bunun hiç bedeli yok. Ya beni bekleyen peri güzeline ne dersin? Onun gönlünü kazanmak ne kadar güzel. Ve birlikte böyle bir yerde yaşamak ne kadar iyi.
-Şimdi bir bahçe tut.
-Tamam tuttum. Bu bir gül bahçesi. Ne kadar çok gül var. Acaba bu kadar çok gül usandırır mı diyorum ama işin aslı öyle değil. Bülbül onun dikenine de razı oluyorsa benim sıkılmam da neyin nesi? Birini seven hepsini sever.
-Bir gün gideriz seninle. Şimdi bir renk tut.
-Tuttum. Sarı olsun. Sarı uyarı için trafikte kullanılıyor. Dikkat rengi. Yok yok kırmızı olsun. Bu bir aşk rengi ve insanı canlı tutuyor. Fazla olunca biraz da kavga ettiriyor diyebiliriz. Bu yüzden bundan da vazgeçtim. Siyaha ne dersin. O asil bir renk. Fakat kasveti de ifade eden o. Mavi ise hayal ve sadakat için vazgeçilmez bir renk. Ne kadar güzel. Son şansım yeşil olsun. O ne kadar koyuysa o kadar cennet rengi ve gözlerim onunla dinleniyor. Bahar kadar canlı ve taze ve mutluluk veriyor.
-Şimdi bir mevsim tut.
-Tamam. Güz gibi bereketli, bahar gibi canlı, kış gibi bembeyaz olsun fakat üşütmesin.
-haydi bir yıldız tut şimdi.
-Tuttum ama ulaşabileyim, karanlıklarda yoluma çerağ olsun, aktığında bir dilek dileyeyim.
-Bu kez bir arkadaş tut.
-Tuttum. O benim hep yanımda olsun. Bana iyi vakit geçirtsin, korktuğumda yanımda olsun istemiyorum artık.. çünkü ben büyüdüm gari. Kendime yeter oldum. Kararlarımı artık kendim alıyorum. Sırtına yaslanan dik dururmuş. Kendime güvendiğimde paylaşabilirim de. O benden uzakta olduğunda bile beni hatırlasın.
Bu kadar yeter mi? Şimdi de sen söyle bakalım.
-bunu istersen sonraya bırakalım. Zaman geçtikçe insan farklı şeyler isteyecektir. O zaman benim de farklı şeyler söylemem mümkün olacaktır.
-Tamam anlaştık…
ahi kul ahmede nasib oldu
Dosttan name gelir imiş
Seni gerek seni gerek
İman ile uçmağ imiş
Seni gerek seni gerek
Bir gün görem seni deyu
Sefer kılsam gerek neyu
Senden yana dönsem eyi
Şeriate iman gerek
Elim verdim elim verdim
Elden âlâ kulun oldum
Günahları burda kodum
Kullarına tövbe gerek
Kerim ile Gani yazsam
Günah üste sevap versen
Ahirette bizi görsen
Tövbekara Kerim gerek
Yoldaş eyle iman kânı
Ahir dirsin şu zamanı
Ümmet içun birdir canı
Canlarına şafi gerek
Doğan bilmez ölem demez
Ömür sürer akça etmez
Ayruk durmak neden gelmez
Kaderine kaza gerek
Rahman ile Rahim sensin
Yananları yakmam dersin
Muhammed’e varsın desin
Yollarına uymak gerek
Edep gerek aşkın kula
Söz derleye dosttan yana
Meğer himmet düşmüş ola
Yeldirene rıza gerek
Sen yarattın Mevla elim
Muhammed’li yolda ölim
Kafir ile yakma canım
Ateşine iman gerek
Bile bilur günah kuldan
Tövbe yakar azdan çoktan
Şeytan ırmaz çıkmaz candan
İmanına nefes gerek
Muhammed’ün nuru yaşın
Göçe durur ümmet kaşın
Güller açar gönül peşin
Salatına kıble gerek
Derdim seni dünya kulu
Güle dönmez benli malı
Ardı sıra çöker yazı
Niyetine sorgu gerek
İman ile canı yazdım
Didarına gönül koydum
Senden ayrı nedir derdim
Bahasına canım gerek
Taşar yüreciğim taşar
Varır dost kapısın açar
Cümle ümmete nur saçar
Muhammed’e eller gerek
Bilmez bilmez cahil kişi
Şeytan ile pişer beşi
Doğru derim eğri kişi
Tapasına eyler gerek
Arif kişi zordan geçe
Taatları kabul gece
Eni sonu bir can vere
Cananına candan gerek
Sana açtım ellerimi
Uzak etme didarını
Muhammed’in yollarını
Geçtiğime halden gerek
Seni senle zikir etsem
Halden hale göçüp gitsem
Muhabbetten kavi düşsem
Öldüğüme canan gerek
Hakkın sazı beni alır
Benden geçen onu bulur
Ayruk yerde şeytan olur
Beyatına hüsün gerek
Ahi ahmed öldün öldün
Ölmekte bir karar kıldın
Canevine onu aldın
Cananına seni gerek
Ahi kuldan ahmed gelir
Ahmed ağlar ümmet gelir
Arşa yazdım aşık gelir
Aşığına seni gerek
aşık ahi kul ahmede yazmak nasib olmuştur.
İhlas; Allah’a samimi ve içten bağlı olmak dini Allah’a has kılma olarak Kuran-ı kerimde zikredilir. Bu bir Kuranı ilkedir. Kuranı kerimde yüzden fazla ayeti kerimede “iman edenler ve Salih amel işleyenler ifadesi yer alır”. Cenabı Hak bu ifadesiyle imana yaptığı vurgu kadar güzel ve hayırlı işlere de vurgu yapmak da; iman ile birlikte kendi katında makbul amelleri de dikkat çekmektedir. Bu yüzden bazı âlimler “ iman, salih amelsiz geçerli olmaz”, bile demişlerdir. Bir başka âlimlere göre “ amel imanının bir cüzü bir parçasıdır diyenler olduğu gibi değildir” diyenler de olmuştur. Yine bazı âlimlere göre “amel yoksa imanda yoktur” diyenlerde vardır. Bu çerçevede Salih ameli olmayan insanların cennete girip girmeyecekleri dahi tartışma konusu olmuştur. Ayetlerde ki Salih amel olarak geçen kavramı yalnızca ibadetler olarak algılamak İslam’ın sınırlanmasına ve doğru anlaşılmasına büyük bir engel teşkil eder. Hâlbuki Salih amelden kasıt “güzel, hayırlı, faydalı iş”, anlaşılmalıdır. ihlas kul ile Allah arasında niteliği bilinemeyen bir sırdır. ve Allah ibadeti ihlaslı olanlardan kabul edeceğini bildirmektedir..
İhlâs ve Niyet
İhlâsta niyetinde çok büyük bir önemi vardır. Niyet; kalpte sağlamca yerini alınca sahibinin yaptığı her işe kendi rengini verir. Yani “niyet eşyanın mahiyetin değiştirir ”.
Mekke’den Medine’ye Müslümanların hicret etmesi sırasında Müslümanlardan birisi ümmü kays adında bir kadınla evlenebilmek için hicret etmişti. Peygamber Efendimiz bunu öğrenince “ameller başka değil sadece niyetlere göredir. Herkesin niyeti ne ise eline geçecek de odur. Kimin hicreti, Allah ve Resul’ü içinse, onun hicreti Allah’a ve resuledir. Kimde elde edeceği bir dünyalık nikâhlanacağın bir kadın için hicret ederse onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir” .
Başkaları görsün diye kılınan namaz, perhiz için tutulan oruç, cömertlik için yardım, gösterişli dua, gösterişli Kuran okumak, insana hiçbir sevap kazandırmaz. Çünkü İslam Allah için olmamıştır.
İhlâs ve İrfan
Amelin Salih olması onun canlılığına bağlıdır. Amelin ruhu ve canı ise ihlâstır. İhlâs Allah razısı yanına başka bir beklenti koymamanın adı ve unvanıdır.
İrfan da ihlâsın yakınıdır. Kısaca Allah bilgisi anlamına gelir. Kişideki ihlâsın derecesi onun irfan ufkuna göredir. İlk dereceyi Peygamberler ve onun varisi olan Alimler alır ve onların İslam dolayısıyla hiçbir beklentileri asla olmaz. bundan sonra Hakk dostları gelir ki bunlarda mahşerin dehşeti önemli bir yer işgal eder. Son olarak cennet arzusu ve cehennemden uzak olma düşüncesi olmakla beraber ibadetten zevk duyma manevi lezzetlerle mutmain olma ve bir kısım dünyalık talepleri olmakla beraber zengin olmak ve şöhret gibi beklentiler yoktur. Tevhidin en derin biçimi sadece yüce Allah’ı dilemek ve bundan gayri kalbi bütün arzulara kapalı tutmak ise ihlâs kahramanların halidir.
İhlâs ve kalp
Hadisi şerifte “ Cenabı Hakk, sizin cesetlerinize ve suretlerinize bakmaz lakin o sizin kalplerinize bakar.”, buyrulmuştur. Bir başka hadisi şerifte ise; “İnsanda bir et parçası vardır ki o iyi olursa bütün vücut iyi olur, o kötü olursa bütün vücut kötü olur.”, buyrulmuştur.
Kalp tam ihlası yakaladığı anda doğrudan doğruya Cenabı Hakk ile bağlantıya geçer. Ancak bu dünyada o kadar çok bu bağlantıyı engelleyen şeyler vardır ki bu engellerin kulun kendi gayreti ile aşılması gerekir. Bunların en önemlileri nefsi emarenin halleri, dünya sevgisi ve nefsin boşluğundan yararlanmak isteyen şeytanın müdahalesi başlıcalarıdır. Bu yüzden bu aşamaları geçmeye çalışmak bir fedakarlık ölçüsü olacağı için bu fedakarlık da Allah için olması gerektiği düşünüldüğünde gerek hedef ve gerekse hedefe varmak için uğraş ihlâsla bütünleşir ve Hakk rızasına uygun hale gelir. Arananda zaten budur.
İhlâstan Rızaya
Dini hayatta önce irade rol oynar, bununla tevhidi yakalar sonra gönülleri ile devam eder, ve gönüllerinde sakladığı niyetin temizliği ile yüksek hedefleri yakalar ve boşlukları kapatır. Kendisine (nefsine) zor gelen şeylerin sevabı daha fazla olduğu buyrulmuştur. Peygamber Efendimiz “Cennet, “mekarih” denilen insanın kelih görüp beğenmediği şeylerde; buna mukabil cehennem de “şehevât”, denilen insanın hoşuna giden şeylerle kuşatılmıştır.” buyurmuştur.
İki kişi düşünelim. Bunlardan biri Cenabı Haktan bazı ilahi olağanüstü haller görmüş ve yaşamış olsun. Bir başka kişi düşünelim. O da hiçbir olağanüstü hallere vâkıf olmamış olsun. Her ikisinin de ibaretinde olduğunu düşünürsek hiçbir şeyi görmeden kendi halinde itikatla devam eden kişinin imanı bir şeyler görmüş olan diğer kişiye göre daha üstündür. Zira Cenabı Hakk bir şeyler gösterdiği kuluna bir ayrıcalık yapmış olmakla onun imanını bu şekilde artırmasına ve kendisine yönelmesine sebebiyet vermiştir. Sonuç olarak görmeden ihlâs ve iman daha kıymetli olmaktadır.
Ancak uygulamada öyle ki insanlar ya da yöneticiler İslam’ı İslam olarak değil, kişi, grup, şirket, kurum, kuruluş, cemaat, tarikat, mezhep, hükümet ve devlet çıkarları göz önünde bulundurularak benimsenmekte sonuç olarak din çıkar amaçlı bir kullanıma dönüşmektedir. İşte bu nokta ihlâsın Allah için olma özelliğine kaybetmektedir.
Yahudiler de mabetlerini birer ticarethaneye çevirmişlerdi. Hz. İsa ise Kudüs’e geldiğinde tapınağın avlusundaki satıcıları kovmaya başlayınca onlara “benim evim dua evi olacak diye yazılmıştır,ama siz burayı haydut inine çevirdiniz”, demiştir. Sıffin savaşında muaviye taraftarlarının süngülerin ucuna Kuran yapraklarını takıp aramızda Kuran hakem olsun iddiasıyla Hz. Ali taraftarlarını bölünmesini ve savaşı kaybetmesini sağlamışlardı.
Dinin her alanda öylesine istismarı söz konusu ki örneğin Tekbir giyim, hicap tesettür, iffet giyim, vb. kişisel şeyler olduğu gibi siyaset alanında ki ümmetin parçalanmasına sebebiyet verilmesi, statükoyu destek için yapılan beyanatlar 11 ay İslam’a aykırı gidip Ramazanda dindar görünmeye çalışan medya ve en nihayetinde dini kurum hutbeleri dahi aynı safta yer alabilmektedir. Dünyanın başka ülkelerinde de benzeri durumlar ziyadesiyle mevcuttur. İhlas adını verip para toplamak da bunlardan biridir. Böylece İslam her zaman için Allah’a has kılınamamakta, bilakis çok daha farklı amaçlarla istismar edilmekte olup “dini yalnız has kılmak”, anlamına gelen ihlasın çağımızda hala önemine koruduğunu göstermektedir.
*
ahi kul ahmed