Çıktım yüğseğine seyran eyledim
Gördüm ki ak sarıklı ins perişan
Bir ataş vurdu da yandım ağladım
Erdim ki ak varaklı din perişan
Hayal oldu cübbe sarık bilinmez
Giyer isen kaldır bunu denilmez
İmam deyu cehle sala verilmez
Sordum ki beş direkli din perişan
Yıkılmış mana Mushaflar öpülür
Muhammed ölmüş ümmeti şaşırır
Başolmuş şeytan cahiller sarılır
Baktım ki nur beşikli din perişan
Susmuş alim ölsün daha beklerler
İlim ölmüş para düşler esnaflar
Cehli yol eylemiş şeytan kılıklar
Yazdım ki kıç baştalı din perişan
Dağılmış zülüfler tarak geçirmez
Yareler azıtmış mehlem yetişmez
Arifler göçetmiş şeytan kaçırmaz
Yordum ki Hakk düşeli din perişan
Yarimin güllerini soğuk almış
Sadrıma sardığım alim ölürmüş
Ölen kim cahiller bayram edermiş
Kurban ki kes alimi din perişan
Sorarım dağları bağrın açar mı
Cahilden kaçarım beni basar mı
Yar ile sohbetim cana düşer mi
Devran ki kin saralı din perişan
Benim gördüğümü körler görürmüş
Benim inancıma ahraz gelirmiş
Bağ-ı irfanımı cehle yazarmış
Etek ki şer saralı din perişan
Ahi kul ahmedim ağlar ümmetim
Güzele ümmet der çiğdem sayarım
İslam oldum Hakk’a canan düşerim
Canan ki od saralı din perişan
Not: bu şiir Büyük Çarşıdaki camiden kovulmamız üzerine yazdığımız ikinci taşlamadır. sorun daha derinde görünmektedir dostlar derinde…
Yüreğim yaralı dostlar yüreğim yaralı. Rahman’ın huzuruna vardığımızda onun dinini nasıl ve ne kadar savunduğumuzu, müslümanları ümmet teknesinde ne kadar yüzdürdüğümüzü ve sevdiğimizi, onlara ne kadar fedakarlık yaptığımızı hangi yüzle anlatacağız dostlar.. söyleyin bana söyleyin.. malımdan zaten geçmiştim canımdan vereyim.. etimin hangi dilimini hangi ümmet ister vereyim.. siz kasap olun..
aşık ahi kul ahmede nasibdir
Mülkü Beka’dan uçmuşam
Fani cihana yorarım
Her bir amelim yapmışam
Baki cihana yorarım
Dost cemalini görmüşem
Huri gılmanı nitmişem
Bağı bostanı bozmuşam
Gülü canana yorarım
Vahdet meyinden içmişem
Aşık deyup de uçmuşam
Dost kokusunu almışam
Zannı Cemale yorarım
İbrahim’im cananım var
Cebrail’i ne hacet var
Berden ve selama nar
Ânı Rahman’a yorarım
Ya Muhammed’im dostum dost
Gel gidelim hey dosta dost
Ümmetinden beni de dost
Kıldı uçmağa yorarım
İsmail’im sadıkım yaz
Hakk yoluna bin canım yaz
Koça kurbandır diyorlar
Canı kurbana yorarım
Kul İsa’dır Hakk Rasulüm
Yerde ”Ahmet gele” dedim
Canım yandı göğe çektin
Ruhu hayata yorarım
Musa’yım Kelim’im dedin
Kader sırrını cezmeyledin
Turda yakıp devreyledin
Aczim nuruna yorarım
Eyyüb’üm çok cevru cefam
Çekerim yoğiken devam
Sabrımı zorlayınca belam
Çare rızaya yorarım
Musa imiş çoban gezer
Muhammed’miş alem güder
İmanımı ümmi söyler
Dini çobana yorarım
Aşık ahmedim yanarmış
Yanmak da ne ki ölürmüş
Hakk yoluna “kul” varırmış
Bunu Allah’a yorarım
Ahi kul ahmed erermiş
Vuslat olup da geçermiş
Mest oluban hem uçarmış
Canı Rahman’a yorarım
“kul ahmed”im de ahmedim
“Hay, ben de içtim bir hoşum”
Sakilik var senin olsun
Cübbe imana yorarım
Şişeyi çaldımdı taşa
Namusu vermişim beşe
Başımı SENİN yoluna
Kese kurbana yorarım
Ey “kul” hakikatli yarsın
Ahiliğin başta olsun
Mü’min kullar neyin olsun
Yaza ümmete yorarım
Ümmet aşkım kavidir bak
Kavi ne ki öldürür bak
Sünnet ile yandırır bak
Aşkı Rasule yorarım
Güler isem sendendir bu
Ağlar isem derttendir bu
Ağu içsem candandır bu
Canı ümmete yorarım
Gül Muhammed’im muhammed
Can boğazda “Ya Muhammed”
Nur Muhammed’im gel ahmed
Canı vermeğe yorarım
ahi kul ahmed’e nasib
Şu dünyada ey canlar
Ağdıracak ölüm var
Bağı bostan bozdurur
Solduracak ölüm var
Özen bezen yapadur
Sonra şöyle kıradur
Emanetin veredur
Ödetecek ölüm var
Malım mülküm hesabım
Oğul uşak avradım
Yar olmadı dostlarım
Terkedecek ölüm var
Beni derde düşürür
Yolum belim şaşırır
Uzak yere düşürür
Varılacak ölüm var
Altun gümüş geçmeğe
Dostlar toprak atmağa
Sorgu sual olmağa
Yanılacak ölüm var
Kara yere varıla
Avratların dul kala
Eller koca olmağa
Yazılacak ölüm var
Ana oğul koparmış
Seven eşler nico’lmuş
Minarede ötermiş
Şakıyacak ölüm var
Nerde şahlar tahtıdır
Şehzadeler bahtıdır
Kullarının hanıdır
Ziyan eden ölüm var
Ölüm yoktur ölene
Ölmedendir ölmeğe
Burda ölen yanmağa
Yakılacak ölüm var
Kara kucak yaşayan
Helal haram korkmayan
Aşkı uçkur belleyen
Yanılacak ölüm var
Dünya bağı çok olan
Sert düşermiş oluktan
Malik mülkü unutan
Yanılacak ölüm var
Rahman dedi kullarım
Gezin tozun eğlenin
Lakin biraz düşünün
Varılacak ölüm var
Ölüm benim içindir
Ölsem Rahim dostumdur
Mahmut nuru yolumdur
Sarılacak ölüm var
Eller bana gülerler
Deli deyip süzerler
Ümmet benim yolumdur
Yaşanacak ölüm var
Kısmet olsun kaputtan
Biçtim koydum boyumdan
Nerde nasıl kaderden
Bitirecek ölüm var
Bülbül dilsiz olurmuş
Gülün kokmaz solarmış
Gül Muhammed beklermiş
Koşulacak ölüm var
Muhammed’in ümmeti
Uya dursun sünneti
Baha olsun cenneti
Sevinecek ölüm var
Sünnet deyu gayretli
Ümmet için şefkatli
Yaza dursun rahmetli
Olunacak ölüm var
Can derdine düşermiş
Canandan bir habermiş
Canı canana verseymiş
Gülünecek ölüm var
Ahi ahmed kaçamaz
Halden dahi bilemez
Kervan geldi göçemez
Şaşırtacak ölüm var
Ahi ahmed gariptir
Sünnet deyü ölüptür
Ümmet cana yetüptür
Canlanacak ölüm var
ahi kul ahmed’e nasib
Yok benim amelim taatim
Niderem neylerem kıyamet
Kopunca kızılca kıyamet
Niderem neylerem kıyamet
*
Hak bana sual eyler diye
Aklım başımdan uçar diye
Hicap düştüm yaklaş kul diye
Niderem neylerem kıyamet
*
Helale ikram ede kerim
Harama azab ede azim
İsyanıma kara yüzüm
Niderem neylerem kıyamet
*
Yüz bin zebani çevire
Ol cümleyi haşra yatıra
Günahkara heybetin sala
Niderem neylerem kıyamet
*
Aşıklar maksudun hamd ile
Arifler ayrılır dost diye
Muhammed ağlar ümmetine
Niderem neylerem kıyamet
*
Sıratı incedir deyular
Her peceden gül vereler
Merak edip düşer suçlular
Niderem neylerem kıyamet
*
Ahmed kulun sıdkı kavidir
Attığını attı giydi “bir”
Cübbesi ihrama dönmüştür
Giderem geçerem selamet
*
ahi kul ahmed
Aklı vefa Muhammed Mustafaya kurban
Gönlü sada kerem et şefkate muhtacız
Bağrı aşkı Muhammedi aşkullah sarsın
Göğnü bela ikram et şadına muhtacız
*
İlm ile yürü nurun kullar aydınlatsın
Marifetullah ile gülü ayn göresin
Hakikat sukut bir katre ruhu verasın
Ey Gül-ü şeyda söyle cümbüşe muhtacız.
*
Hizmet gelir suhuletle sadayı hüdayız
Aşkla sarıl ki kaçmasın nuru verayız
Şükr ile sabit eyle hem devamı abız
Ey Rahman-ı Hüda ol lütfuna muhtacız
*
kul ahmede nasib
Hz. Peygamber’e Sultan I. Ahmed’in Mersiyyesi
N’ola tacum gibi başumda götürsem daim
Kademi resmini ol hazret-i şah-ı resulün
Gül-i gülzar-ı nübüvvet o kadem sahibidir
Ahmeda durma yüzün sür kademine o gülün
Sultan I. Ahmet
*
Bu kıta şiir Sultan 1. Ahmedin kendi şiiri olup İstanbul Sultan Ahmed meydanındaki türbe kabristanının giriş kısmının üst içe bakan tarafında beyaz mermer üzerine altuni renkte yazılı olan kıtadır. kendisi 14 yaşında tahta çıkmış, 14 sene tahtta kalıp hastalık nedeniyle vefat etmiş, 14. padişah olup 16. sırada (önceki iki defa tahta çıkış dolayısıyla) tahta çıktığı için 16 şerefeli Sultan Ahmed Camii’ni yaptırmış ve açılış ikindi namazına denk gelince cemaate dönüp “ey cemaat, içinizde ikindi namazının sünnetini ömründe hiç terketmeyen her kim var ise gelsin bu namazı kıldırsın” diye nida etmiş, bir süre bekledikten sonra etrafındaki mollalar da dahil olmak üzere hiç kimseden ses çıkmadığını görünce öne geçip ” Elhamdülillah biz ömrümüz boyunca bu sünneti de hiç terketmedik” deyip imamete geçmiştir. Sultanın bir türlü namaza başlamadığını gören alimler mollalar sultana “Sultanım cemaat bekleyip duruyor, huzursuzlaştı, biraz acele edin” deyince Sultan Ahmed’in cevabı şöyle olur. “Bre Molla, siz benim kabeyi görmeden namaza duracağımızı mı sandınız” der. bir müddet sonra da namaz eda edilir. bu cami bir ihtiyaçtan ziyada Ayasofya Camii’ne kinaye olarak üstünlüğümüzü ilan etmek için onun tam karşısına yapılmıştır. kubbesi Ayasofyadan bir karış da olsa geniştir. ayasofyanın hantallılığına göre daha zariftir. konumu daha isabetli ve görünür bir yerdedir. iç direkleri de aynı şekilde zarif ve içi çini kaplama olup yabancılar “mavi cami” olarak anarlar.
*
bu fakir geçtiğimiz ramazandan üç gün önce İstanbul’da idi ve hem eserini hem eser sahibini ziyaret edince (muhabbeti bir başka oldu mübareğin) ve yukarıdaki şiiri de görünce hemen onu not edip İstabnul-Ankara yolunda aşağıdaki mersiyyeyi kaleme almak nasib oldu. yazdırana hamdolsun.
Hz. Peygambere ve Sultan I Ahmed’e Mersiyye (ahi kul ahmed)
Allah’ın insanlığa son elçisi, kâinatı ve ahireti kendisi için yarattığı habibi Hz. Muhammed (sav) in hayatı Allah’ın koruması ve terbiyesi altında istikamet ve ihlâs dairesinde geçti. Yüce Allah insanlığa örnek olsun diye gönderdiği son elçisi hakkında Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurur: “Ey Resulüm, ben seni çok güzel ahlak üzere yarattım.” Kulları olan insanlara da “Allah’ın elçisi olan Hz. Muhammed (as) da sizin için çok güzel örnekler vardır.” “Öyle ise o size ne emrederse onu alın ve uygulayın, neyi de yasaklarsa ondan kesinlikle kaçının” buyurmuştur. Bunun için peygamberimizin ahlakı hakkında en yakını olan Hz. Aişe (ra) “Onun ahlakı Kur’an idi” buyurmaktadır.
Kur’anı anlamak ve Allah’ın rızasını kazanmak isteyen peygamberin hayatını çok iyi öğrenerek onun sünnetine en güzel şekilde uyması gerekir. Çünkü Yüce Allah “Allah’ın resulüne itaat Allah’a itaattir” derken ayrıca “Allah’ı seviyorsanız resulüne uyun ki Allah da sizi sevsin. Şayet Resulüne uymuyor ve sünneti ile amel etmiyorsanız bilin ki Allah’a muhabbetiniz yoktur” buyurmuştur. Öyle ise Allah sevgisi ve rızasını kazanmanın Allah’ın rahmetine ermenin yolu “Rahmeten-lil Âlemin” olan Hz. Muhammed’e (sav) uymaktan geçmektedir.
Peygamberimiz (sav) yaşayan Kur’an idi. Kur’an-ı Kerimin tebliğcisi olduğu gibi tatbikçisi de idi. Bunun için “Ben nasıl namaz kılıyorsam siz de öyle kılın” “Ben nasıl hac yapıyorsam siz de öyle yapın” buyururdu. Muallimi Hz. Cebrail (as) idi. Cebrail (as) dan öğrenir ve sahabelerine öğretirdi. Doğruluk ve istikamet, emanet ve ehliyet, akıl ve zekâ, takva ve vera, tebliğ ve tatbik, cihad ve mücahede, ahlak-ı hasenesi idi.
Çocukluğunda ve gençliğinde iffet ve hayâ, edep ve itaat üzere, gençliğinde akıl ve zekâ, tedbir ve istikametle yaşadı. Peygamberlik döneminde ise kendisini Allah’a teslim etti. Ne emredilirse onu yaptı ve hiç kimseden korkmayarak ve çekinmeyerek emr-i ilahiyi tebliğ ve tatbik etti.
Onun en büyük mucizesi Kur’an-ı Kerimden sonra hayatının Kur’an-ı Kerimin gösterdiği istikamet üzere olmasıdır. İstikamet ise “Sırat-ı Müstakim” üzere hiç taviz vermeden yürümektir. Hiçbir tedbir ve maslahat istikametine zarar verememiştir. İstikamet ise Fatiha suresinde istenen “Kendilerine nimet verilen peygamberlerin yolu olan İmanda tevhit, İslamda ibadet ve takva, ihsanda Allah’ı görüyor gibi ibadet etmektir. Bütün peygamberlerin yolunu tamamlamıştır. Bütün işlerinde ve ibadetlerinde ifrat ve tefritten azade, kâinattaki câri olan kanunlara muvafık, itidalli, istikametli, vasat, orta ve doğru yolu takip etmiştir. Adalet ve iktisadı netice veren yol ve davranışların tümünü kendi zatında göstermiştir. Hikmet, iffet ve şecaatin neticesi olan adl ve adalet üzere ömrünü geçirmiştir. Bunun için hayatında hiçbir kusur, noksanlık ve eksiklik yoktur ve en büyük düşmanları dahi istikamet ve ahlakında bir eksiklik bulamamışlardır. “Fazilet odur ki düşmanları dahi tasdik ede!” Bunun içindir ki hayatı ile gösterdiği bu yolda kendisinden sonra gidenler “Sıddıklar, şehitler, evliyalar ve Salihler zümresine” dâhil olarak insanlığın medar-ı iftiharı olmuşlardır.
Peygamberimiz (sav) çocuklara karşı çok şefkatli, gençlere karşı anlayışlı, kadınlara karşı iffetli, büyüklere karşı saygılı, arkadaşlarına karşı haklarını koruyacak şekilde davranırdı. Komşularına karşı hakperest, dostlarına karşı vefalı, düşmanlarına karşı adaletli davranırdı. Hukukullaha ve hukuk-u ibada çok dikkat ederdi.
Geceleri Allah’a ibadetle geçirir; ama ailesini ve hanımlarını asla ihmal etmezdi. O kadar ince ruhlu idi ki gece ibadeti için bile hanımlarından izin ve müsaade alırdı. Davetlere yalnız gitmez hanımları için de müsaade alır ve beraber giderdi. Seferlerine bile hanımlarını götürmeyi ihmal etmedi. Birçok hanımını bir arada ve adilane idare eder, hiçbir dedikoduya fırsat vermezdi. Bununla beraber ilk hanımı Hz. Hatice’yi unutmaz ve vefakârlık gösterirdi. Bu vefakârlığını onun dostlarına karşı davranışları ile belli ederdi. Gündüzleri planlı ve programlı geçirir ne zaman ne yapacağını planlar ve hiçbir zaman boş vakit geçirmezdi. Tedbir ve planlamada üzerine yoktu. Ne zaman ne yapacağını ve nasıl davranacağını bilir asla yanlış adım atmazdı.
İnsanları çok iyi tanır ve herkese durumuna göre davranır ve sorularına onun isteğine ve durumuna göre cevap verirdi. Kimseye taşıyamayacağı yükü yüklemezdi.
En büyük davası “İman Davası” idi. Peygamberlik hayatı olan 23 sene boyunca Tevhit davasını savundu ve Tevhidi insanlığa anlattı. Mücadelesi de “Tevhit Mücadelesi” idi. Mekke’de müşriklere Tevhidi ders vererek putperestliği yıktı. Medine de ise Allah’a inandıkları halde şirke düşen Yahudi ve Hıristiyan’lara Tevhit hakikatini bir başka yönden anlatarak şirklerini iptal etti ve “Aramızdaki müsavi olan kelimeye, bir olan Allah’a imana ve ibadete” davet etti. “Allah’a şirk koşmadan Tevhit inancı ile vefat edenlerin ehl-i necat ve ehl-i cennet olacağını müjdeledi.” Kur’anın tabiatçılığa ve maddeciliğe karşı verdiği Tevhit dersini de sahabelere anlatarak ahirete irtihal etti.
Allah bizleri sünnetinden ayırmasın. Ahirette şefaatine mazhar etsin. Amin!
Cevap:
Sultan-ı kâinatın insan için yarattığı şu mükemmel memleketine bir muallim ve muarrif üstat, ışığın güneşe ihtiyacı gibi lazım ve zaruridir. Güneş ışıksız olmadığı gibi, Ulûhiyet de nübüvvetsiz olmaz. Nübüvvet olmazsa Uluhiyet bilinmez. O zaman kainatın yaratılış amacı gerçekleşmez. Çünkü güzellik görünmek ve takdir edilmek ister. Sanat ise nazarları kendine celbetmekle teşhir edilmeyi gerektirir. Bu da dellal vasıtası ile teşhir ister.
Yüce Allah dünyayı bir okul olarak yaratmıştır. Öğrencisi insandır. Kitabı Kur’an-ı Kerimdir ve Onun diğer asırlarda temsilcisi olan mukaddes kitaplardır. Öğretmenleri peygamberlerdir. Okulun amacı öğretmen ile gerçekleşir. Öğretmen olmazsa öğrenciler kitapların ne anlama geldiğini bilemez. Anlaşılmayan bir kitap muallimsiz olsa manasız bir kağıttan ibaret kalır. Bunun için öğretmen okuldan daha önemlidir. İşte “Peygamberimiz olmasaydı Allah kainatı yaratmazdı” gerçeği böylece hakikat olduğu bilinir.
Kainatı yaratmakla kendini tanıtmayı, pek çok nimetleri insanın istifadesine sunması ile kendini sevdirmeyi amaç edindiği anlaşılmaktadır. Öyle ise insanın “Nereden? Nereye? Necisin?” suallerinin sırlarını açıp bir elçi vasıtası ile bildirmesi rahmetin ve hikmetin gereğidir. Bunun gibi pek çok nübüvvet görevleri katiyen ifade eder ki “Uluhiyet risaletsiz olamaz.”
Asırlara göre şeriatlar değişir. Belki bir asırda, kavimlere göre ayrı ayrı şeriatler, peygamberler gelebilir ve gelmiştir. Hâtemü’l-Enbiyadan sonra, şeriat-i kübrâsı her asırda her kavme kâfi geldiğinden, muhtelif şeriatlere ihtiyaç kalmamıştır. Fakat teferruatta, bir derece ayrı ayrı mezheplere ihtiyaç kalmıştır.
Evet, nasıl ki mevsimlerin değişmesiyle elbiseler değişir, mizaçlara göre ilâçlar tebeddül eder. Öyle de, asırlara göre şeriatler değişir; milletlerin istidadına göre ahkâm tahavvül eder. Çünkü, ahkâm-ı şer’iyenin teferruat kısmı, ahvâli beşeriyeye bakar, ona göre gelir, ilâç olur. Enbiyay-ı sâlife zamanında tabakat-ı beşeriye birbirinden çok uzak ve seciyeleri hem bir derece kaba, hem şiddetli ve efkârca iptidaî ve bedeviyete yakın olduğundan, o zamandaki şeriatler, onların haline muvafık bir tarzda ayrı ayrı gelmiştir. Hattâ bir kıt’ada, bir asırda ayrı ayrı peygamberler ve şeriatler bulunurmuş. Sonra, Âhirzaman Peygamberinin gelmesiyle, insanlar güya iptidaî derecesinden idadiye derecesine terakki ettiğinden, çok inkılâbat ve ihtilâtatla akvâm-ı beşeriye bir tek ders alacak, bir tek muallimi dinleyecek, bir tek şeriatle amel edecek vaziyete geldiğinden, ayrı ayrı şeriate ihtiyaç kalmamıştır, ayrı ayrı muallime de lüzum görülmemiştir. Fakat tamamen bir seviyeye gelmediğinden ve bir tarz-ı hayat-ı içtimaiyede gitmediğinden, mezhepler taaddüt etmiştir.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde: Hiç bir millet yoktur ki, kendi içinde onları Allah azabıyla korkutan bir peygamber gelip geçmiş olmasın” Her milletin bir peygamberi vardır” buyurmaktadır. Yine Kur’an-ı Kerim: “Deyiniz ki biz Allah’a, bizlere indirilen Kur’an’a; İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve oğullarına indirilenlere; Rableri tarafından Mûsa ve İsâ’ya verilenlere iman ettik. Onları biribirinden ayırmayız” buyrulmaktadır. Ayette geçen “nebiyyûn” kelimesi ile, daha önce gönderilen diğer peygamberlerin kastedildiği anlaşılmaktadır.
Peygamberlerin sayısı konusunda ise yüce Allah Kur’anda “Biz sizden önce de peygamberler gönderdik. Onların bir kısmının kıssalarını size anlattık, pek çoğunu da anlatmadık” buyurur. Peygamberimiz (sav) ise kendisinden önce 124.000 peygamber geçtiğini hadislerinde haber vermiştir. Diğer bir rivayette ise 224.000 denilmiştir. Bu peygamberlerin 315 tanesi Resuldür. Kendilerine kitap ve şeriat verilmiştir. Geri kalanı Nebidir. Bediüzzaman hazretleri de 124.000 peygamberden bahsetmektedir.
Kur’anda 25 peygamber ve üç de evliyanın adı geçmektedir. Veli olanlar ise Hz. Zülkarneyn, Lokman, Üzeyir (as) dır. Hz. Meryem’in kadın olarak peygamber olup olmadığı konusunda da ihtilaf vardır. Eş’ari mezhebine göre o da nebi sayılabilir. Çünkü kendisine vahiy geldiği ayetle sabittir. Ayrıca Kehf Suresinde Hz. Hızır’dan isimsiz bahsedilmekte, Musa (as) ile olan maceraları anlatılmaktadır. Hz. İsa (as) dan sonra yaşamış olan Ashab-ı Kehf, Ashab-ı Uhdud ve Yasin suresinde ise Hz. İsa (as) ın elçisi olarak Habib-i Neccar’dan isim verilmeden bahsedilmektedir.
Bu bakımdan, her müslüman icmâlî olarak; başta Hz. Muhammed (sav) olmak üzere, daha önce gönderilen bütün peygamberlere; tafsili olarak da, Kur’an-ı Kerim’de isimleri zikredilen peygamberlerin her birine ayrı ayrı iman etmeleri, ayrıca, Allah tarafından önceki milletlere gönderilen ve adları bildirilmeyen bütün peygamberlere toplu olarak iman etmeleri gerekir.
Şeyhimle erleri halinden bölüştük
Derviş ona düştü şeytan bana düştü
Rasülün hatırına varıp anlaştık
Güller ona düştü diken bana düştü
***
Sevgilimle canımı candan bölüştük
Canan ona düştü bu can dara düştü
Halim sormaz çare yok onmaz yareler
Canan güle düştü bu can ele düştü
***
Dağlar ferhat ile gönül şirin ile
Bağlar gülşen diye bülbül gülün dile
Söyler kalpten göze canı sırrın bile
Canan yada düştü bu can hara düştü
***
Şeytanla kulları kalbinden üleştik
Mü’min bana düştü kafir ona döşek
Hak ile pazar eyledim gönlümdür köşk
Zikir bana düştü lütuf ona düştü
***
Yoktan yarattım dedi varım yoğ kıldı
Yoğ ile varlığı ol maydana saldı
Adem dedi ruhundan üfleyip ol’du
Cennet ona düştü dünya bana düştü
***
Şeytan sultası havva ile gel oldu
Sonsuz ömür adem için düş oldu
Elma yemek isyan ile derc oldu
Hata ona düştü günah bana düştü
***
Ayrı ayrı yere savruldu bir gece
Adem bakmaz göğe suçundan hallice
Kırk yıl tövbe etti gözünden aktıkça
Affı ona düştü sabır bana düştü
***
Düşman oldu kullar dahi hayvanat
Kabille habil niza etti öl hayat
Habilin ahiliği hakka seranat
Feta ona düştü katil bana düştü
***
Daim latif oldu cömert feta dendi
Kim ki zaif oldu feta yada koştu
Ali derler hazret etek ile örttü
Gizi ona düştü sala bana düştü
***
İbrahim, yuşa, yusuf, kehf kuran feta
İbrahim ol putların babasın kıra
Yuşa Musa ile etti kula vefa
Sefa ona düştü cefa bana düştü
***
Kul ahmedim ahilik sana mı kaldı
Darlıkta cömert ol baha can mı aldı
Zaman hızlandı afet ki candır yahşi
Canan hara düştü ahmed dara düştü
ahi kul ahmed
Gündüzüm geceye çaldı,
Bu gece gönlümün varı,
Göğnümün kâdiri geldi,
Bu gece gönlümün yâri.
***
Melekler ne iş işlemiş,
Cebrail ne düş düşlemiş,
Rahman ne murad eylemiş,
Bu gece ümmetin yâdı.
***
Her geceyi kadir bil sen,
Her geleni Hızır bilsen,
Her yananı kendin bil sen,
Bu gece rahmetin kârı.
***
Namazda ihlasın gerek,
Gözyaşıyla ahın düzek,
Cup diye atlayak ölek,
Bu gece kulların varı.
***
Biri bine katlar imiş,
Hangi gece saklar imiş,
Şol ümmete fazlı buymuş,
Bu gece tembelin kârı.
***
Bir yıldır kılarım bitmez,
Kadir deyu sâla etmez,
Rahmet ne ki saklar açmaz,
Bu gece erlerin karı,
***
Bağım bahçem bostanım gül,
Günah keçem içtiğim gül,
Nefse bindim atlarım gül,
Bu gece güllerin yâri,
***
Kul ahmedim günüledi,
Ömrü çuval sokuladı,
Bir gecede yaylakladı,
Bu gece ahiler kârı.
***
Ya Muhammed salât ettim,
Salât deyu emrin tuttum,
Merhametle kulluk ettim,
Bu gece ahmedin kârı.
***
Ya rahman affına geldik,
Saf saf olup namaz kıldık,
Salya sümük dua ettik,
Bu gece affet sen nâsı,
***
Benim gülüm solmaz galan,
Niza etmem ahraz galan,
Kafi gelir rahman galan,
Bu gece rahmetin kârı.
***
Selam olsun ümmet kârı,
Duyan gelsin tarik eri,
Uçadursun hakikatli,
Bu gece marifet kârı.
***
Bir garip kulum alemde,
Şaki yazdı hem levhinde,
Düştüm aşkına kırkında,
Bu gece muhabbet kârı.
ahi kul ahmed