Mehmet lisede çok çalışkan bir çocuktu. Üniversite sınavında da başarılı oldu ve tıp fakültesini kazandı. Aynı çalışkanlığı hala devam ediyordu. O arkadaşlıklarına da çok sadık birisiydi. Hiçbir okul arkadaşını zayi etmez ve hatırını sormaktan geri kalmazdı. Arkadaşları onun başarılarını gördükçe bir miktar kıskandıkları da olurdu.
Mehmet’in başarısı daima dersi sınıfta dinleyerek ve soru sorarak gerçekleşirdi. Fakat onun sınıftaki çabasını arkadaşları pek anlamazdı. Ona göre dersi derste dinlemek öğrenmenin en temel kuralıydı. Doğru soru sormak ise kişinin aptal olmadığının gösteren en temel ögeydi. Annesinin ona söylediği en doğru şey “Oğlum bugün doğru soru sordun mu?” şeklindeydi.
Doğru soru sormak işin aslı bilmenin işaretiydi. Yani bilenler doğru soru sorabilirdi. Bir annenin oğluna verebileceği en kıymetli hazine bu olabilirdi belki. Her yerde doğru soru soran bir çocuk olmak bir ayrıcalıktı. Tıp fakültesinde de aynı soru sorma alışkanlığını devam ettiriyordu, Mehmet. Onun korktuğu şey hocayı denemek için sorulabilecek yanlış bir soruydu. İnsan ihlaslı olduğu sürece her sorusu doğru kabul edilmeliydi.
Ailesi başka bir kentte olduğu için zaman zaman parasal sıkıntılar yaşıyordu. Bir gün okulda bir güzel yazı yarışması düzenlendi. Bu yarışmaya bütün öğrenciler katılıyordu. Mehmet de katılmak istedi. Akşam oturup biraz karalama yaptı. Yazısı başarı üzerineydi. Ve şöyle bir yol izliyordu: “Benim annem bana hep bu günde en doğru soruları sen sordun mu?” der dururdu. Benim başarım bu söz üzerine itaatla oldu.
Çünkü bilmeden soru sormak mümkün olmuyordu. Bu yüzden düşünen bir insan olmak için çalışıyor ve doğru soruyu soruyordum. Bu soru sorma alışkanlığı benim başarımda kilit rol oynadı. Sonra bütün her şeyin neden sorgulanmadığını düşünmeye başladım. Karşıma önce kâinat geldi. Onun hem büyük hem de faydalı olduğunu görünce o müthiş iradenin ne kadar kudretli olduğunu anladım.
Yolda giderken iki insanın kavga ettiğini gördüm. İkisi de birbirinin yüzüne vurmak istiyordu. Hâlbuki insanın yüzü en güzel yeriydi ve Allah’ın eseriydi.
Yıllar sonra kendi dalımda profesör oldum. Röportaj için gelen gazeteciler bizim nasıl başarılı olduğumuzu soruyorlardı. Benim cevabım ise gayet basitti.
Annem bana “Oğlum bugün en doğru soruyu sen sordun mu?” derdi. Bu soruyu hem dersim de hem de ders alacağım yerde sorunca, hem Dünya işlerim hem de ahiret işlerim kolaylaştı. Ve uçmaya başladım.
ahi kul ahmede nasib olmuştur
Mehmet 10 yaşlarında bir çocuktu. Okulda ise üstün zekalı çocuklar Arassında yer alıyordu. Aslında babası ve annesi normal zeka düzeyinde olan insanlardı. Bu üstün zeka kalıtsal değimliydi acaba.
Bu bağlantıyı çözebilecek birisi konuya bilimsel bir katkı yapmış olacaktı. Herkes bir şeyler söylüyordu. Ama hiçbirisi doğru değildi. Çocukta görülen en temel özellik olağanüstü sakin bir çocuk olmasıydı.
Bu konuda en yetkili rehberlikçi olmalıydı. Rehberlikçi hoca bir test uyguladı. Bu teste göre Mehmet yine sakin bir çocuk olarak görünüyordu. Rehberlikçi akıllı birisiydi. İkinci bir test hazırlayarak Mehmet’e uyguladı. Mehmet çok inançlı görünüyordu. İnanç, sukünet ve zeka üç temel nokta olarak görünüyordu. Rehberlikçi hocanın söylemek istediği gayet açıktı. İnanç suküneti getiriyordu.
Böylece sabırla zekada önemli bir artış okuyordu. Fakat okul müdürü bu sonucun yayınlanmasını istememişti. Belki çocuklar arasında ayrımcılık olabilir diye düşünmüştü. Fakat Mehmet’in zeki davranışları devam ediyordu. O gün Mehmet babasını beklemiş ve yatmamıştı. Babası gelir gelmez ona şöyle söyledi. “Babacığım 5 lira verir misin” dedi. Babası sinirli bir adamdı. Çabuk sinirlenirdi. Nitekim öyle oldu.
Sen çocuk yatsan iyi olur dedi. Zavallı Mehmet çaresiz odasına gitti. Babası “bu çocuk ne demek istedi” acaba demekten kendini alamadı. Sonra merakını gidermek için Mehmet’in odasına geldi. Söyle bakalım ne diyordun sen. Mehmet “Babacığım, çalışırken bir saatte ne kadar kazanıyorsun.?” diye sordu.
Babası anlamamıştı ama bir taraftan da onun zekasından ürküyordu. Çaresiz doğruyu söylemek zorundaydı. “Saatte 10 lira” dedi. Mehmet bu kez babasından 5 lirayı tekrar istedi. Babası bu parayı merakla ona verdi. Mehmet hemen yatağının altından buruşuk bir 5 lira daha çıkardı ve babasına 10 lira olarak uzattı. Ve şöyle dedi: “Babacığım bu 10 lira senin 1 saatlik ücretin. Lütfen bu bir saatini benimle geçirir misin?
Babası ne diyeceğini şaşırmıştı. Artık çaresiz odada oturmak zorunda kaldı. İşin aslı soğuk bir insandı. Oğlu ile fazla ilgilenmezdi. Mehmet’i buna iten neden de buydu. Mehmet’in gözleri parlıyordu. “Burada bir de ben varım” diyordu. Mehmet babasının kalbine giden onlarca yol saymış ve uygulamıştı. Fakat sonuç nafileydi. Bu bir saati satın almayı terapi doktorlarından öğrenmişti.
Çok zeki olduğu için çevreye uyum problemi yaşıyordu. Bunun için de doktora gidiyordu. Arkadaşlarının bilmediği bir problemi çabucak çözüp kenarda bekliyordu. Çaba gerekmeyince ve heyecan da olmuyordu. Her şey olağanlaşıyordu. Mehmet gittikçe hayattan zevk alamaz hale gelmişti.
Öğretmeni zeki çocuklar okuluna gitmesini istiyordu. Müdür de aynı fikirdeydi. İşin aslı Müdür ve öğretmen inançlı bir çocuktan kurtulmak istiyor olabilirdi. Rehberlikçi öğretmen ise dindar birisiydi. Mehmet’le yalnız görüşmek istemişti. Ona “Bak Mehmet, insan çevresini mutlu etmeden mutlu olamaz. Mevlana “her sevgi bir sevgiyi hak eder” buyuruyor. Yani sen etrafına sevgi verirsen, seni sevenler de olacaktır”diye yol gösterdi.
Mehmet öğretmeninden düşünmek için birkaç gün için izin istedi. Ortada iki seçenek vardı. Zeki çocuklar okuluna gitmek bu çevreden kopmak anlamına geliyordu. Problem çözmek zaten her yerde Mehmet’in yapabileceği bir şeydi. İnancın başarıya dönüşmesine biçimsel düşünen müdür ve öğretmenim karşı çıkıyordu. Halbuki Einstain ünlü izafiyet teorisini bulmazdan önce şöyle düşünmüştü: “Ben Allah’ın yerinde olsaydım, bu kainatı nasıl yaratırdım.” Demiş ve gidip izafiyet teorisini bulmuştu. Bunlar imanın insanda zeka ve başarıyı getirdiğini gösteren önemli örnekler idi. Böyle bir şeyi de ancak inancı yüksek olanlar kabul edebilirdi.
Öyle sanıyorum ki benim rehberlikçi öğretmenim daha doğru düşünüyor olmalıydı. Mehmet bu kararı verdikten sonra aynı sınıfta kalmaya ve aynı okula devam etmeye karar verdi. Zaten kimse ona zorla bir şey kabul ettiremezdi. Hemen rehberlikçi öğretmenine koştu. Öğretmeni de onu tatlılıkla karşıladı. Öğretmeninin tavsiyelerini dinlediğini söyleyerek onunla çok tatlı bir saat geçirdi. İlerleyen günlerde Mehmet bir kısım vaktini doğada, kelebek yakalayarak, yürüyüş yaparak ve o hayvanları anlamaya ve sevmeye çalışarak geçirdi. Onun en çok sevdiği şey kır çiçekleri toplamaktı.
Hafta sonraları topladığı bu sarı sarı kır çiçeklerini ailesine ve okul arkadaş ve öğretmenlerine götürüyordu. Onlara şöyle söylüyordu: “Biliyor musunuz ben size bir problem çözecek kadar zamandan daha çok bir vakit ve uğraş veriyorum. İnanın sizin babanızın parasıyla aldığınız bir gül veya karanfilden benimkiler daha kıymetli. Çünkü çok yoruluyorum. Siz de elbette bu kıymete layıksınız.” Diyordu.Bu davranışı kendisini seven ya da sevmeyen herkese karşı yaptığı için herkesin sevgisini kazanıyordu. Mehmet’in aradığı da buydu: HERKESİ SEVEREK SEVİLMEK
aşık ahi kul ahmede yazmak nasib oldu