La ilahe illallah diyen kulun
Bir yeşillik bahçada uçar imiş
Tevhidi kemale gülleri gülşen
“Kul” yeşillik bohçada açar imiş
*
Ol kuşun kudreti bin lisan içre
Hem haktan dileye gün beyan ede
Sen şöyle bahçeye ay ayan bize
“Kul” yeşillik bahçada açar imiş
*
Bir kuşu eyleye bin güle yete
Bin gülü bağlaya bin bağban ede
Bir insan söyleye bin bağın çöze
“Kul” nesirlik bahçada dizer imiş
*
Bu kuşu cahiller bir pula sata
Ey dostlar bilmeye kim gülle harda
Hiç kalmaz gönülde bir şerre uya
“Kul” eminlik bahçada gezer imiş
*
Bir oruç namazı bin tövbe kılan
Her seher Allah’a yar kulu yazan
Er durur hizmete tam kavi olan
“Kul” yeminlik lahzada uçar imiş
*
Bir ahi ahmede bin yaran kılan
Dil ile zikrini hoş asan yazan
La ilahe illallah canı yuyan
“Kul” emanlık zamanda canan imiş
*
Hak kime eyleye ol nuru nasib
Nefs heva yokluğa “bir” adım yazıp
Zikr ile Allah’a bir zakir olup
“Kul” paslanmış yürekte parlar imiş
*
“fezkuruni ezkurkum”söyleşelim
Bir Allah demeye ol can verelim
Nur ile zulmete çerağ olalım
“Kul” karanlık alemde yanar imiş
*
Hak kime inayet kıl aşık saya
Giz batın keramet ve keşfi no’la
Nefs heva terk edip yüz çeri aza
“Kul” masiva fanide geçer imiş
*
Bil imdi ahmedim aşk köle arar
Can, canan harında meşk ile yanar
Bir eyvah sözünde şevk bula yeter
“Kul” pişmanlık tavında uçar imiş
*
Kim arif aşk odu pek kavi düşer
Hak dahi kelama hal izhar ider
Kaç cefa çekmişse can göğsün açar
“Kul” yeterlik katında karar imiş
*
Bu alem rüsvalık der horlar eller
Gül cemal tutturup her seher düş der
Kaç düşman saldırtıp kaç dişim kırar
“Kul” yarenlik katında yaran imiş
*
Bu dünya lokmasın yoh sayar bize
Bir cahil sorarsa yoh sırrı cehle
Er olan feyz alır var edep ile
“Kul” erenler katında behlül imiş
*
Kim talep cemalin bak arşa ferşe
Arş üstü ah ile yak canı neşve
Ya mahbup rasulün çal kapı işve
“Kul” melikin katında melül imiş
*
Aşk sema raks ile dön dem-i nazla
Kaç melek yığılır dön cem-i nazla
Arş kürsi levh kalem çün yad-ı hazla
“Kul” seyranlık katında canan imiş
*
ahi kul ahmed
(Not: bu şiir kurban kesimi sırasındaki boş vakitte yazılmıştır. kesim insandaki merhameti azaltır diye daha çok taşıma işi yapılmış, kesimden kaçınılmıştır. Ahiler kasapları ve cerrahları tarikata almazlar ve seneni 20 günü kasaplığı bıraktırıp merhametleri yerine gelsin diye bağ bahçe işi yaptırırlardı
Bayramınızı bu şiirle kutlar selam, saygı, sevgi ve hayır dileklerimi Allah’ın gerçekleştirmesini dilerim efendim.. sağlıcakla kalınız..)
La ilahe (ilah yoktur) sözü ile insan çağın bütün sahte ilahlannı reddeder, onlan takbih eder, eliyle, diliyle ve kalbiyle onlan ortadan kaldırmaya çalışır. İşte bu sözle yapılan şahadetin anlamı budur. Her çağın birtakım sahte ilahlan vardı, bu çağın sahte ilahlan da servet, güç, iktidar, şöhret, itibar, makam-mevki’dir, tüketim çılgınlığıdır, sınırsız cinsellik ve cinsel sapmalardır, materyalizmdir, küreselleşmedir, yeni dünya düzenidir, vahşi kapitalizmdir, emperyalizmdir, vs. Bunlar çağın sahte ilahlandır, zira bunlar bizim içimizdeki en güçlü dürtüleri temsil ederler.
Işte ahilerin aşırı servet sahibi olmaktan hem men (daima ihtiyaç varsa mevcut işletmeyi büyütmez, sermayeyi artırmaz, yeni bir ustaya yeni bir şans verirlerdi. Ihtiyaç yine giderilir fakat tekelleşmeye de izin verilmezdi. Bugün siz ölçekler artmazsa ucuza imal edemeyiz diyorsanız kardeş kardeş çok ortaklı işletmeler kurmanızda hiç bir engel yok. Ancak siz kolay olan daireleri alır fakat 10 kişi ekmek yesin ve bu şehrin şu ihtiyacını ucuza imal edeyim demezsiniz. Parasız çıplak müteşebbis de gider faize para alır bankadan ve ya batış mukadderdir ya da halka kazık atarak ayakta kalmak isteyecektir. Ikisi de sakat. Halbuki ortaklık olsa hiç bir baskı altında kalmaz ve rahat çalışır. Batının zalim ve sadece %51’i koruyan ticaret, sermaye, merkez, ve benzeri kanunu ile adaletsiz hukuk düzeninde küçük sermayenin hakkını korumak mümkün olmayınca hiç kimse bir şirkette küçük olmak istemiyor. Illa büyük olacak. Ona da para yok. Git faize borç al.. borsa dersen üçkağıtçıların avukatlığı.. ülke hep bindiği dalı kesiyor aslında. Fakat anlamıyor yolun yanlışlığını bir türlü.. hep kanun değiştiriyor. Ancak ha ali veli, ha veli ali. Oyun aynı oyun. Sahnele dur. Başrollerdekiler hep aynı. Bunu müslüman bürokrat ve siyasetçiler de anlamıyor. Zira müslüman da olsa materyalist bir eğitim onun düşünce sistemini bozmuş. Namaz kılıyor fakat mevcut düzen konusunda hiç bir fikri yok. Düşündürültmemiş. Yaşadığını daima doğru zannediyor. Bir taşı şurdan şuraya koyacak fikir ve cesarete sahip değil. Tam bir afazi.. işte Batı’nın müslümanı teslim alması bu.. namaz kıl fakat benim gibi düşün ve beni taklit et. Sen duyma ama zaten benim yanımda olursun ve diğer müslümanlardan kop da gel, koçum benim..hikaye bu vesselam.
Bugün herkes servet peşinde koşmaktadır ve para-pul uğrunda hiçbir kural ve kanun tanımamaktadır, helal-haram ise çağın insanının lügatinden tamamen çıkarılmıştır, “dini imanı para” deyimi durumu mükemmel bir biçimde özet¬lemektedir. Para, döviz, borsa, hisse, repo, faiz, kaçakçılık, kara para, hayali ihracat, vergi kaçakçılığı, silah, kadın ve uyuşturucu kaçakçılığı, sahte ilahlara iman edenlerin amentüsünü oluşturur. Garaudy dini-imanı para olanların dini için “Pazar monoteizmi” tabirini kullanır. Ya da şöyle söyleyelim. Ankara’da 50’ye ulaşan AVM’ler için Kapitalizmin Mabetleri diyebiliriz. Bir tane belediye çıkıp da ben size 200 araçlık park mecburiyeti getiriyorum diyemedi. Bu mecburiyet bile yasa gerekmeyen sıradan bir encümen kararıyla hallolur ve bütün AVM’ler defolup şehrin dışına çıkardı, üç beş esnaf da birşeyler satabilirdi. Buna esnaf örgütleri de baskı yapamadı. Belediye encümenleri müteahhitlerden oluşuyor ve çıkarlar siyasileşti çünkü.. imar durumu bir felaket. 2 dörde, dört yediye kata %25 inşaat alanı %40’a çıktı. Önce şehirler ölüyor sonrada içindeki insanlar. Çünkü apartmanların yakınlığı hayayı kırıyor ve bu toplum gittikçe hayasını kaybettiğinin farkında olmayan ve dolayısıyla suçunun nedeni bir türlü anlaşılamayan insanlardan oluşuyor…
Bu sahte ilahlara iman eden bir başka kesimin peşinde koştukları ise iktidar, tahakküm, makam-mevki ve yönetme, emretme, boyun eğdirme, dikta¬törlük, hegemonya, sömürgecilik, emperyalizm tutkusudur.
Üçüncü bir grup ise şöhret ilahına tapanlardır. Onlar daima en yukarıda, meclislerin başköşesinde olma peşindedirler. Zira silik kişiliklerini böylece tatmin etmeye çalışırlar. Bu gibiler medyada sık sık görünmek ister¬ler. Sözüm ona rollerini-yerlerini sağlama almak için kamunun yararını göz kırpmadan feda ederler, hatta bulundukları toplumun geleceğini bile tehlike¬ye atar, ipotek altına alırlar.
Bunlara bir dördüncü grubu da ilave etmek gerekir ki, onlar da bastırılmış cinselliğinin veya cinsel doyumsuzluğun/tatminsizliğin rüzgârında savrulan¬lardır. Bunların da işi gücü kadın, kadın muhabbeti, cinsel fıkralar, pavyonlar, diskolar, barlar, gece kulüpleri ve fuhuş ortamları üzerine nefes tüketmektir. Bunlar kontrolsüz/başıboş cinsellikten yana oldukları için her türlü ahlakçı söylemden ve kamu ahlakını koruma teşebbüslerinden nefret ederler, bu çabaları “özgürlüklerin kısıtlandığı” iddiasıyla engellemeye çalışırlar. Bu çevrelerde her tür uyuşturucunun da yaygın olarak kullanım ve ticareti söz konusudur.
İşte insan “La ilahe” derken çağın bütün bu sahte ilahlarını da reddet¬tiğinde, onun bilinci ikinci aşamaya geçer ve “illallah” (gerçek ilah sadece Allah’tır) diyerek, pozitif bir gerçeği ortaya koyar: Gerçek bir ilah vardır ki o da Allah’tır, yani herkesin önünde eşit olduğu bir ilah! Herkes O’nun önünde eşittir ve kimse Allah’ı kendi şahsi çıkarının hizmetine koşamaz, çünkü Allah ilkesel olarak herkese eşit mesafededir, kulları arasında ayrımcılık ve taraf¬girlik yapmaz. Buna rağmen biri çıkar da Allah’ı kendi çıkarının hizmetine koşmaya çalışırsa, bu iddia ile yola çıktığında büyüklenip insanlara egemen olmaya teşebbüs eder etmez, kendisi de çağın sahte ilahlarından biri hâline gelir ki, onun da işinin bitirilmesi, sahte tahtından indirilmesi şart olur. İnsan kendisini nasıl ilahlaştırabilir!
O hâlde Müslümanm her gün tekrar tekrar “Lâ ilâhe illâ’llâh” demesi ve bunu söylerken de çağın sahte ilahlarını reddetmesi, güç ve serveti ellerinde bulunduranlann kendilerini ilah yerine koydukları mevcut statükoya başkaldırıp onu reddetmesi gerekir. Çağdaş bir dille konuşacak olursak, “Lâ ilâhe illâ’llâh”m anlamı, toplumsal eleştiri demektir, çağın hastalıklarını göz önüne sermektir, sonra da İslam ümmetinin tevhid, özgürlük, adalet ve eşitlik teme¬linde yeniden yapılandırılması yolunda çaba harcamaktır.
“Lâ ilâhe illâ’llâh”, insanın bütün kararlarında, yaşantısında ve eylemlerin¬de özgürleşebilmesi için, her türlü boyunduruktan vicdanını özgürleştirmesi demektir, toplumsal eşitlik demektir. Zira herkes Allah önünde birer insan olarak eşittir, siyah ile beyaz, yöneten ile yönetilen, büyük ile küçük, kadın ile erkek, güçlü ile zayıf arasında fark yoktur, insanlar bir tarağın dişleri gibidir. Ahilerin adalet ve eşitlik anlayışının temelinde de bu iman vardır. Ve onlar bu adaleti hiç bir nedenle akrabaları dahi olsa bozmadılar
“Lâ ilâhe illâ’llâh”, sosyo-ekonomik adalet ve eşitlik temeline dayalı bir toplumun inşası yolunda sürekli değişim (cihad-ictihad) demektir. Bunun İslam’ın ilk emri olan İkra=oku emri ile de bütünleştirilmesi gerekir.
Kelime-i Şahadet’in son kısmına, “enne Muhammeden abduhu ve Rasûluh”a gelince, burada da amaç sadece bir tespitte bulunmak değildir. Hele Rasûlullah’ı övmek, yüceltmek, şahsını kutsallaştırmak, faziletlerini sayıp dökmek, Rasûlullah sevgisinden dem vurmak, şefaatine nail olma peşinde koşmak, ona (sas.) bol bol salavat getirmek, onun babalarının atalarının kız olsun erkek olsun çocuklarının isimlerini, hane halkının, eşlerinin adlarını ezberlemek hiç değildir. Bu sözün söylenmesindeki amaç, tasavvuf ehlinin yaptığı gibi yerlerin- göklerin, denizlerin, ırmaklann, bitkilerin, hayvanlann ve insanların, kısacası, her şeyin kendisinden yaratıldığını iddia ettikleri Hakikat-ı Muhammediye’den dem vurmak ya da Nur-ı Muhammedi’ye inanmak da değildir, ya da mevlid kandillerini kutlamak da değildir. Kısacası Hz. Peygamberin (sas.) şahsını ön plana çıkarıp onun Allah’ın bir kulu olduğunu unutmak, Hz. Ebu Bekir’in “Kim Muhammed’e kulluk ediyor idiyse, bilsin ki o ölmüştür, ama kim Allah’a kulluk ediyor idiyse, yine bilsin ki o ölmeyen diri’dir” sözünü unutmak değildir.
“Enne Muhammeden abduhu ve Rasûluh” sözünü söylemekteki gaye bunların hiçbiri değildir, hatta bunların çoğunun dinde yeri bile yoktur. Peki, bu sözün söylenmesi ne anlama gelmektedir? Her şeyden önce bu söz, Hz. Peygamberin vahiy geleneğinin son halkasını temsil etmesi sebebiyle, artık insanoğluna yeni bir vahiy gelmeyeceği anlamına gelir. Yeni vahiy gelmeye¬cek olması ise, insanlığın aklının olgunluğa eriştiği ve aklı sayesinde vahyin kendisine sunduğu gerçekleri anlama, yorumlama ve hayata uygulamaya ehil ve kadir olduğu anlamına gelir.
Bu durumda, aklın yetersizliğini iddia etmek ve buna bağlı olarak rabbani hakikatlerin ancak keşf ilham, kalp gözü veya gökten gelecek diğer ilahi yar¬dımlar sayesinde doğrudan idrak edilebileceği iddiası da, insanların akıllarını ipotek altına almaya amaçlayan batıl bir iddiadır, Bu ipotek sayesinde onları istismar etme, sömürme ve egemen güçlerin kuklası hâline getirme projesinin bir parçasıdır. İnsanoğlunun artık bugüne kadar gelen vahiylerin ışığında kendi yolunu kendi aklı ile çizmesinin mümkün oluşu, aynı zamanda hurafe, büyü, sihir, fal ve kehanetlere de yer olmadığı anlamına gelir. Keza bu durum, cahilliğin, okuma-yazma bilmemenin, zanın, taklidin, şüphenin, şaşkınlığın, kararsızlığın sona erdirilmesi anlamına da gelir. Zira, artık akıl, vahyin haki¬katleri ışığında gerçeğe ulaşabilir, kesin kararlar verebilir, meseleleri çözebilir, yeni keşiflerde bulunabilir, yeni şeyler icat edebilir ve yaratıcı düşünceyi aktif olarak kullanabilir.
Bu tespitin tabii bir sonucu olarak “enne Muhammeden abduhu ve Rasûluh” sözünü söylemekle insanın, kendi hür iradesi ile yüklendiği “emanet (sorumluluk ve görev)i” taşımak ve yeryüzünde Allah’ın iradesini gerçekleş¬tirmek için kendi iradesiyle hareket etmek ve başarıya ulaşmak durumunda olduğu ortaya çıkar. Tıpkı Hz. Peygamber’in sadece “Hakk”a tanıklık/şahitlik etmekle yetinmeyip, bir İslam toplumu/düzeni kurmayı da başarmış olması gibi, bugünün Müslümanı da yeryüzünde Allah’ın halifesi olabilmek ve O’nun iradesini egemen kılabilmek için, her türlü beşeri boyunduruktan azade tam bağımsız bir aktör olarak hareket etmelidir.
Kısacası “Eşhedu en lâ ilâhe illâ’llâh ve eşhedu enne Muhameden abduhu ve Rasûluh” demek, “Ben Allah’a inanan bir insanın, hür, bağımsız, aklı ve ira¬desi ile yolunu çizebilen bir insan olduğuna tanıklık ederim, işte ben de böyle bir insanım” demektir. Bunun anlamı ise “yeni bir hayat”a başlamaktır.
İşte bu noktada tekrar dönerek İslam’ın adeta bir uygulama prototipini çizmiş olan ahiliğin size söyleyeceği çok şey olacaktır. bu nedenle ahiliğin temelinde işte bu anlattığımız tevhidi anlayışı anlamadan ahiliği anlamaya kalkmak ciğeri alıp tarifini almamaya benziyor. Ortada bugün de insan malzemesi var fakat onu nasıl eğiteceğinizi, onun müşevviklerinin neler olduğunu bilmeden ona diyorsunuz ki bak senin soyun ahi idi sen de ahi ol. İyi olayım da onun dışa yansıyan hareketlerini ben de kitaplardan okuyorum zaten. Dürüstmüş, doğruymuş, kanaatkarmış, edepliymiş, vesaire vesaire. Fakat onun kafasının içindeki neymiş acaba? Ve kafasının içindeki hangi şartlarda ve ne yaparak, nasıl oluşturul du. Dayandığı temel fikir neydi? İşte bunların konuşulması gerekir kanaatindeyiz.
Böylece ahilerin fikirlerinin temelinde TEVHİD inancı olduğunu gördük.
Kelime-i Şahadet, Müslüman olmanın ilk adımı ve Müslümanların her gün namazlardan önce minarelerden ilan ettikleri sloganları, Müslümanların damgası olarak maddeye nakşettikleri, pek çok İslam devletinin bayrağının anlamı ve süsü olan Kelime-i Tevhid’in kabulünü ifade eder. Peki, Kelime-i Şahadet’in, “Eşhedu en lâ ilahe illâ’llâh ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve rasûluh.” demenin, bu sözü söylemenin bu çağdaki anlamı nedir?
“Ben Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in onun kulu ve Rasulü (elçisi, peygamberi) olduğuna şahadet (tanıklık) ederim” anlamına gelen Kelime-i Şahadet,
1. “Şahadet”
2. “Allah’tan başka ilah yoktur.” ve
3. “Muhammed O’nun rasulüdür.” bölümlerinden oluşan bir cümledir.
İslam’a giriş ilanı olan “Kelime-i Şahadet”in şahitler huzurunda söylen¬mesi, bu ilanla manevi bir topluluğa intisabın ilanından ziyade, sosyopolitik bir cemaate girişin gerçekleşmesindendir. Çünkü sadece bir dine girmek için şahitlere lüzum yoktur, zira bu insan ile Allah arasında olan bir husustur.
İnsanların çoğu Kelime-i Şahadet’in sadece bu cümleyi dille söylemekten ibaret olduğunu ve bir insan bu sözü söylediği takdirde onun Müslüman oldu¬ğunu zanneder. Tarihte de taraflan bulunan bu yaklaşım, Kelime-i Şahadet’i, hiçbir bedel ödemeyi gerektirmeyen, bedava bir ilan, bir açıklama hâline getir¬mektedir. Üzerinde imal-i fikir etmeden, vicdanıyla hissetmeden ve eylemiyle de samimiyetini ispat etmeden bu sözü söylemek ne kadar da kolaydır!
Şu anda İslam dünyasının durumu genelde işte bu düzeydedir.
Biraz daha cesur, biraz daha dindar ve biraz daha aydınlanmış biri isek, o zaman bu sözü sadece dille söylemekle yetinmeyip, ona “fikir ve düşünce “yi de katarız ve Kelime-i Şahadet’i söyleyince “Allah’ın var ve bir olduğu”nu da aklı¬mıza getiririz. Ancak bu da içeriği olmayan ve Allah’ın sadece matematiksel ola¬rak “bir” olduğunu ifade etmekten öteye geçmeyen bir sözdür. Hepimiz Allah’ın “bir” olduğunu bilmesine biliyoruz da peki “Bu bilginin gereklilikleri nedir?”, “Bu bilgi insan bilinci ve insanın var oluşu açısından ne anlama gelmektedir?”, “Dış dünyada bu bilginin bir etkisi var mıdır?” sorularının cevabına gelince, bu düzeyde olanların verecekleri fazla bir cevap yoktur. Böyle bir bilginin kupkuru ve güdük bir bilgiden öte bir anlamı yoktur. Zira Allah’ın “bir” olduğunu sade¬ce bilmek yeterli olsaydı, kimse Allah’a ortak koşmazdı. Şirk sadece Allah’ın iki veya daha fazla sayıda olduğunu söylemek değildir, aynı zamanda amaçlar ve hedefler konusunda da Allah’a ortak koşmak (şirk) demektir. Allah’ın “bir” olduğunu bildiği hâlde, gayr-i meşru ve dinin asla tasvip etmediği işler peşinde koşan, rüşvetin, şöhretin ve şehvetin esiri olup sürüklenen sayısız Müslüman(!) vardır. Işte bunların bir çoğu bile ahiliğe girmeyi imkansız kılan şeylerdir. Kelime-i Şahadet’ı söylemenin -bu sözü söylemenin dış dünyada karşılığı yok ise- koca kan inancından bir farkı yoktur.
Daha da dinine bağlı biri isek ve daha ileri görüşlü ve daha şuurlu/bilinçli biri isek, o zaman Kelime-i Şahadet nispeten insanın yaşadığı ve hissettiği bir şey hâline gelir. Artık Allah’ın “bir” olduğu bilgisi insan hayatı ve vicdanı ile daha sıkı bir irtibata geçer. Böyle biri söylediği bu sözün manasını idrak eder, içeriğini derununda hisseder, etkisini benliğinde fark eder. Ancak bu anlayış da hâlâ koca karı inancı düzeyindedir, çünkü bu bilginin dış dünyada ger¬çekleştirdiği herhangi bir şey yoktur ve hâlâ insanın iç dünyasını aşabilmiş, onun ötesine geçebilmiş değildir. Zira Allah hâlâ insanın içinde gizli, saklı, hapsedilmiş, bloke edilmiş bir bilinç düzeyindedir, etkisizdir, hareketsizdir, dinamik değil statiktir, aktif değil, pasiftir. Bu düzeyde, hayatla doğrudan ilişkili dünyevi ilgiler ve motivasyonlar daha güçlü olduğundan, insan hâlâ (Allah bilinciyle hareket etmekten çok) para, şöhret, fuhuş peşinde koşar veya içinde gizli bu Allah bilincinin etkisiyle hareket etmekten çok, geçim derdi vb. günlük hayatın dertleri ile hareket eder. Bunu tersinden ahiler için düşünürseniz islami ve edepli ahlaklı bir hayat yaşayan ahilerin aslında tevhid ve şehadet inancını tamamiyle özümsedikleri için bu yüksek ahlaka ulaştıklarını anlarsınız. Ama siz hala çocuk var babası yok derseniz bu inkar anlayışı sizi bir yere götürmez ve ne ahilik ne de kafanızda oluşturduğunuz ferdi ya da toplumsal ahlak gerçekleşmez. Hatanızın nedenini bile anlayamazsınız. Sürekli araba değiştirirsiniz ancak gidilen yol yanlıştır halbuki.
Din’e bağlılığımız açık-seçik hâle gelip de, “La ilahe illallah” sözünün bedelini ödemeye hazır olduğumuzda, artık realite ile daha sıkı bir ilişki içerisine gireriz, toplumun problemleriyle yakından ilgileniriz, fedakârlık için daha hazırlıklı hâle geliriz, daha cesur olur, daha az korku duyarız, içimiz daha pak ve saf hâle gelir, rutin gündelik işlere daha az boğuluruz. Artık Kelime-i Şahadet içeriden dışarıya çıkmaya başlamıştır. Artık Kelime-i Şahadet, sade¬ce bir söz, bir mana, bir bilinç hâli değil, bu Kelime-i Şahadetin bilfiil ger¬çekleştiği bir eylem’e dönüştüğü bir hâldir. Artık Kelime-i Şahadet hayata aktarılmaktadır. Pasif bilinç, eylem ve aksiyona dönüşmektedir. Hapsolmuş enerjiler serbest kalmakta ve realitede, dış dünyada icraata girişmek üzere yola çıkmaktadır. Ahilerin cesaretli olmaları ve ülke savunmalarında moğollara karşı koyan tek birlikler olmaları bu idrakli imanın aktif hale ahilik sistemi içinde getirilmesindendir. Fetret devrelerinde de Ankara’da yönetimi ele aldıkları daha sonra kendisi de bir Ahi olan Murat Hüdavendigara yönetimi teslim ettikleri biliniyor. Bunlar da iman gücünün bir parçası olarak sorumluluk duyma ve toplumu ülkeyi çıkmazdan kurtarmaya yönelik hareketlerdir.
Bina yeniden inşa edilecek ve bu düzeydeki bireylerden oluşan toplumlar tarihinin mecrasını değiştirmeye koyulacaklardır. İşte bazı düşülürlerin naza¬ri/teorik Tevhid ile ameli /pratik Tevhidin sentezinden kastettikleri de budur. Müslümanlar teorik Tevhid ile yetinip pratik Tevhidi terk ettiklerinde çök¬tüler, darmadağın oldular. Bugün onların salah ve felahları, nazari ve ameli, teorik ve pratik Tevhidin sentezini tekrar gerçekleştirmelerine bağlıdır. Ahilerin yaptığı tevhid’i nazari halden ameli hale çevirmeleriydi.
O hâlde Kelime-i Şahadet sadece bir söz ve bu sözün sadece sürekli olarak dille tekrarlanmasından ibaret değildir. Aksine Kelime-i Şahadetin anlamı, insanın toplum içinde yerini alması, çağına tanıklık etmesi, “İşte insanlar açlıktan ve hastalıklardan kitleler hâlinde ölüyorlar! İşte bu zenginlerin bulun¬duğu bir toplumdaki fakirlik sefaletidir! İşte bu da Müslümanlann -insanlık sahnesine çıkanlmış en hayırlı ümmetin- ülkelerinin apaçık işgal ve istilasıdır!” demesidir. Çünkü “şahadet”, ilan etmek şahitlik etmek, hazır bulunmak, onaylamak ve Allah yolunda hayatını feda etmek anlamlarına gelir.
Peki ne ilan edilecek, neye şahitlik edilecek, ne onaylanacak ve ne uğurda Allah için hayatımız feda edilecektir? Kısacası “şahadet”in çağdaş anlamı nedir? Cevap basittir: Burada şahadetten kastedilen, çağın gelişmelerini görmek, göz¬lemlemek, takip etmek, bu gelişmeleri değerlendirip yargıda bulunmak, realite ile fikir, Allah’ın mesajı ile toplumsal şartlar arasındaki uçurumu gözler önüne sermek, ilan etmek ve bu uğurda bir ömür harcayarak ölmektir. Çünkü çağına tanıklık eden o çağın şahididir. Bir başka açıdan “şahadet” insanoğlunun olduğu her toplumda, her mekân ve zamanda iyiliği emretmek, kötülükle mücadele etmek demektir, her türlü kötülüğü/şerri de engellemek ve karşı mücadeleye girişmek için eyleme, sözlü protestoya, yazılı-sözlü-görüntülü iletişim teknolo¬jilerini kullanmaya ve bilincini kötülüklere karşı -nefsinin aldanma ve baskılara boyun eğmemesi için- koruma altına almaya yönelmek demektir. Kısacası (Venezüella devlet başkam Hugo Chavez’e atfedilen “Dünyada olan her şey beni ilgilendirir. Dünyada olan biten her şey benim için mühimdir.” sözüyle işaret edildiği üzere) etrafımızda cereyan eden bütün olaylar ve gelişmeler karşısında “tavır almak, konumumuzu, safımızı, duruşumuzu belirlemek” demektir. dünyadaki savaşlar ve terör olayları petrol fiatları üzerinde %20′lik bir artış etkisi yaratıyor. haydi siz ilgilenmeyin. gerçi bu maddeci menfaatçi bir bakış açısı olmakla birlikte asıl dikkat edilmesi gereken temel dayanak insanlık ve merhamet bağlamında olmalıdır.