Sevgili Süleyman Kayacı Beyefendi,
bu yazının mihengi sizin de anladığınız gibi Önce Çalışma sonra Tevekkül etme, bunu yaparken sağlam bir ALLAHA iman ile birlikte yaşama, rızkın ve nasib’in ALLAH’tan verileceğine olan bilinçli bir iman ile mücehhez olmayı gerektirir.
böyle düşünmek sınav psikolojisi üzerinde kişiyi rahatlatıcı en önemli unsurdur.
öğrenciye sakin ol demekle öğrenci sakin olmaz. malzeme insansa onun özelliğine göre hareket etmek gerekir. insanı ALLAH yarattığına göre ona inanmak da insanı rahatlatır şüphesiz. ruhu madde tatmin etmez ALLAHI hatırlamak tatmin eder.
belirsizlik insanı tedirgin eder. öğrenci belirsizlikten dolayı heyecenlanır. halbuki NASİB’E, RIZKA; TEVEKKÜLE KAZA’YA İMAN İLE SONUCU ALLAH’IN VERECEĞİNİ VE BUNU HALİHAZIRDA YAZDIĞINI BİLMEK insanı engin bir sukünet ve tevazu ile çalışmaya ve itimada getirir. bu insanın kendi kendine vucüdünün doğal iletişimidir.
buna ilave olarak Cenabı ALLAH da kulunun kendisini hatırlamasından hoşnut olur ve sınavda dimağını açar, anlaması kolaylaşır ve çözüm yolları bir bir önüne serilir. böylelikle diğer ortama göre 5 veya on soru daha fazla yapar ki bunun adı ilahi ikramdır.
imam hatiplerin diğer okullara göre başarılı olmalarını nasıl açıklayacaksınız?
Amerikada bir okulda sabahleyin okula gelen öğrencilere birer lokum verirler. sonra derler ki, eğer 15 dakika daha sabredip beklersen 3 lokum daha vereceğiz derler. bazı çocuklar beklemez bazıları ise 3 lokum daha almak için beklerler. bu çocukları ayrı ayrı 20 yıl boyunca takip ettiklerinde görülür ki, sabredip tahammül gösterenler, sabretmeyenlere göre % 20 daha zeki olmuşlardır.
teekkül,küfür,sünnetullah,kibir,
İSLAM sabrı ve suküneti durduk yere değil, ALLAHIN KADERİNE güvendirerek sağlar. yani bir mekanizma var.. sabırlı ol, sakin ol demekle insan sakin olmaz..
Yalnız bütün bu anlatılanların sıkı demeyim ama “yeterli” bir gayret ve çabanın üstüne olduğunu unutmayınız. En önemli emir ÇALIŞMADIR. TEVEKKÜL ONUN ÜSTÜNDEKİ KAYMAĞIDIR: Çalışma olmazsa tevekkül teekküle (Ekmek yiyiciliğine )döner..
İSLAMDA ALLAHA iman demek onun kudretini de kabul etmek demektir. kişi eğer “ben yalnız başıma çalışır sınavı kazanırım, sonucu alırım, param var binayı dikerim, v.s derse bu KÜFÜRDÜR. ALLAHI UNUTMAKTIR.
fakat allah böyleyken de affeder ve kişiye istediğini (Çalışmasının karşılığını, apartmanı dikmesini v.s. verir.
koyduğu kanunun adı SÜNNETULLAH’dır. Fiziki kanunlar buna göre çalışır.
Çalışmaya güvenmek küfür ve kibri artırır. başarınca “ben kazandım” der fiatım da şudur der ve her gelen hastadan 300 kağıt alır sonra 15 gün sonra gel der bir 300 kağıt daha.. işte sonuç zulme gider..
halbuki çalıştım ama ALLAH kazandırıp NASİP etti elhamdülillah dese, o ilmi “allahtan verilmiştir” diye bilecek ona teşekkür edecek sonra dönecek halka o bilgiyi paylaşacak dağıtacak ve insanlara merhamet etmeye başlayacak. her şeyi para olarak görmediği için parası olmayanın ücretini almayacağı gibi üzerine otel parası ve yiyecek parasıda verir artık..
işte kendini aşma budur ve bu imanın hayatın her anına nüfuz etmesiyle sağlanır..
Amerikadaki hürriyet heykelini I. abdülmecit yaptırmıştır önce İskanderuna konulmak üzerte fakat ömrü yetmez heykel yarım kalır, yönünü sırtı doğuya önünü batıya tasarlamıştı. ölünce heykeltraş onu tamamlayıp amerikalılara sattı. onlar da newyorka yönü doguya sırtı batıya olarak diktiler. tersine yani. anlamışsınızdır.
medeniyetler daima yer değiştirir. allah bununla insanları dener (KURAN AYETİ) bu yüzden müslümanlık toplumları geri bırakmaz. kuran rehberdir. toplumlar önce kuranı bırakır, sonra ahlaken çöker sonra da yıkılırlar.
kuran da her millete bir ömür biçildiği belirtilir. yani yıkılma ve geri kalmada ilahi ve sosyolojik etkenler var. insanlar bunu anlamıyor sonra dine saldırıyor. halbuki kendine kabahat bulması gerekir.
ALLAHSIZ İLİM KÜFRE GİDER: İLİM ALLAHI İŞARET ETMELİDİR: MÜSLÜMAN BİR ÖĞRENCİ DE ALLAH İLA BERABER SINAVA GİRMELİDİR: VESSELAM. SELAMÜN ALEYKÜM. sevgilerimle…
*
ahi kul ahmed
*
Süleyman Kayacı: ben bilimsel bir deney var mı demiştim?
*
CEVAP II – (ahi kul ahmedin yeni cevabı)
Sevgili Süleyman Kayacı Beyefendi,
imam hatipler diğer okullara göre başarılıdırlar. Danıştayın ve eski YÖK’ün katsayı getirmesinin nedeni budur. Bir ara siyasalın %39 unun işgal etmişlerdi.
Amerikada bir okulda sabahleyin okula gelen öğrencilere birer lokum verirler. sonra derler ki, eğer 15 dakika daha sabredip beklersen 3 lokum daha vereceğiz derler. bazı çocuklar beklemez bazıları ise 3 lokum daha almak için beklerler. bu çocukları ayrı ayrı 20 yıl boyunca takip ettiklerinde görülür ki, sabredip tahammül gösterenler, sabretmeyenlere göre % 20 daha zeki olmuşlardır.
Filistinde son yıllarda lise bitirme sınavlarında öne çıkan ilk on kişi bir yılda puan eşitliğinden 28 kişinin hepsi hafız. (Filistinli yeni misafirimiz “ahmet kardeş” söyledi)
Biz imam hatipin ilk üç yılını okuyup 4. yılını okumadan gittik Cacabey ortaokulunu sadece eylül sınavlarına girerek birinci olduk. O tarihde de namaz kılıyorduk.
İSLAM sabrı ve suküneti durduk yere değil, ALLAHIN KADERİNE güvendirerek sağlar. yani bir mekanizma var.. sabırlı ol, sakin ol demekle insan sakin olmaz..
her şeye gücü yeten bir yaratıcının varlığına inanmak beyindeki mutlulukla ilgili alanı aktif hale getirir ve serotonin ve endorfin gibi mutlulukla ilgili kimyasallar salgılanırken stres hormonu salgısı azalır. Bu faaliyet inanç konusunda beyinde genetik bir tanımlama olup protein ürettiğini yani duygunun biyolojik temeli olduğunu gösterir.
Einstain rol model olarak Allah’ı seçmiş “Eğer ben Allah’ın yerinde olsaydım bu evreni nasıl yaratırdım” diye sorarak izafiyet teorisini bulmuştur.
İlkel beyin gördüğü ile hareket eder. Daha gelişmişi taklit eder. En gelişmişi görülmeyeni görür. Yani tanrıyı bulur. Gaybi iman budur. Varsayıma dayalı öğrenme sedece insanda vardır ve genetikdir. Biyolojiye göre gaybi iman en gelişmiş beyni ifade eder.
Duygusdal zeka çalışmalarının temelinde dinin emrettiği başkasını düşünebilme, duygulu olabilme, empati, organize olabilme, sezgiyi de katma, gibi değerler var. Bunu yapan kararlı, sebatlı, niyetli kendini aşan bir mümin sayılıyor. Bunu uzun vadeli düşünmek kısa vadeden kaçınmak gerekiyor. Böylece sezgileri gelişiyor. Bu ilham işte.
Bir yerde (koridorda yürürken) “sessiz yürüyün” diye duvarda yazıyorken adam inadına bağırıyormuş… biraz ilerde “Ayağınızdan ses çıkarmayın” diye yazıyormuş, fakat adam yine ayağını sürterek ses çıkarıyormuş… Fakat öyle bir yere gelmiş ki “geçerken kafanızı eğin “diye yazıyormuş bu kez… ve adam başını eğmiş.. eğmiş..eğiyor… Yani karşı çıkmanın bir faydasının olmadığı yere geldiğini anlıyor bu kez..(Yani imamın kayığı-Tabut)…. Eğer bir gün çok çalıştığın halde beceremezsen benim ne dediğimi anlarsın.
Her çalışanın başarılı olacağı şarta bağlı bir DETERMİNİZMDİR. Buna daha çalışmadan kesin başarılı olursun demek de fatalizm dir. Bunların hepsi ŞİRKTİR.
EDEP şu işi yapacağım demez. İNŞALLAH der. Heyırlıysa der. Sebeplere sarılmıştır ancak allah dilerse, fırsat verirse. Her zengin mutlaka çalışmıştır. Ama her zengin zengin olamamıştır.
Tabipler odası din- ilim ilişkisine ilişkin açıklamalara dava açarak laik bir mücadele sürdürüyor. Bu yüzden insan fıtratı ve doğası üzerinde bazı şeyler söyleyebiliyoruz.
Üniversite sınavında dua ve Kuran okuduk. Üç soru oğluma verildi. İnanmak serbest..
Uzun lafın kısası sana ne kadar da delil getirsek sen inanmazsın. İslamda gaybe iman olduğu için bilimsel deney islamın öngördüğü bir şey değildir. Sen korkarım Allah’ı da bilimsel deneyle ispat et diyeceksin. Bir önceki “ilim aşka düştü” yazımızı bir oku. Önce Allah sana iman nasip etsin değerli kardeşim.
İSLAMDA “ben yalnız başıma çalışır sınavı kazanırım, sonucu alırım, param var binayı dikerim, v.s” derse bu KÜFÜRDÜR. ALLAHI UNUTMAKTIR.
ALLAHSIZ İLİM KÜFRE GİDER.
*
ahi kul ahmed
Çalışanlar çalışanlar…
Allah deyip Çalışanlar
Sabah erkenden çalışanlar
Gözler mahmur, hala uykudalar, uyur uyanıklar..
Onlar var sıralarda, sıra sıra yollardalar
*
Servis yahut tıklım tıklım otobüsler
Bu sıkışıklık biraz ahlakı kaybettirse de razıdırlar
aşk ve iş ister istemez beraberlik şarkısıdırlar,
*
Biraz üşümüş eller cepte yolda gözler
Bir erken bineceği sırayı bekler
Kimi erkek kimi kadın gözdeler
İmamın değil patrona gözdeler
*
Patron,
Patron da gözler gözdelerini
Bir an önce gelsin de veresiye yapsın işlerini
Ne menem iştir şu dünya kulluğu ki,
Ahirete bırakmıyor hiç bir şeyi
Her şeyini burda yap burda al diyor ücretini,
Allah veresiyeci patron peşinci,
*
lakin,
Bahar erse yazı salmaz gönlünden
Yaza gelsek güzü sevmez renginden
Doğru çalış, iyi üret sevginle
Bir besmeleyle değişir yaptığının kemali elinle
*
Hadi, “Allah der çalışırız” de gönlünden,
Kaç bahar yaşarsın her iç çekişte ruhundan
*
Her vuruşta Allah
*
Her dikişte Allah
*
Her yakışta Allah,
*
Her bakışta Allah
*
Her içişte Allah
*
Her öpüşte Allah
*
Her yemekte Allah
*
Her dik duruşta Allah,
*
Her dokunuşta Allah
*
Her hayrın başı bismillah
*
Her şerrin sırrı estagfirullah
*
Allah… Allah…. Allah
*
Ya Allah bismillah
*
Allah ile zakir döner zikrullah
*
Cümle eşyayı sarar biiznillah
*
Kainatın işidir sahibini aramak
*
Gel gör ki ne bulan var ne gören zatullah,
*
Demek ki görmeyince yok diyeceğine düşün bak eserini,
Arattırmaktır derdi belki de elhamdülillah.
Vuslat olsa aşk biter kalmaz ehlullah
Tevekkeli arayanlar bulanlardır,
Bulanlar arayanlar
Kim bulduysa bağırsın kim var diye
Aşkı mücerret kıla şuhudat ile
*
Her katreden sadır olur bir niyet
Döner toplaşır bir zaman Rabb’ine yoktur illet
*
Her sahip ister ki kadri bilinsin
Kadr-i Cemil üzre huzura durulsun
*
İşte,
Önce aşk var idi doğdu “bilinmekten”
Anın içun yarattı evreni yokluktan
İş idi bu arzusu aşk için
Anlaşıldı ki her iş bir aşk içun
*
Düşün ki aşkı giden işin neyi kalır geriye
Zorla muhabbete şeytan yaran olur dost diye
Her iş sahibi sevk ede işçisini suhuletle bir “makul”e
Bir aşk duya ki önce kendi kıla namazını patron derviş şevki ile
Bu sürüler çobansız olmaz elbette
Lakin keser döner sap dönüverir de
Kıldırmadı namaz diye yakasına yapışır çobanın ahiret ahvaliyle
*
Ol namaz bir aşk cevridir
İş dahi içinde var türlüdür
Geldik anladık ki imandandır bir şevk
Bu şevki duymayanın imanı gevşek
*
Kişi bilmese ölünce ne karşılık alacak
Hiçbir feta yapmaz ne gerek duyacak
Daima işler al gülüm ver gülüm
Üç koymuşsam bil ki daima beş almalıyım
Kaç katır at dayısına özenmiş girişimci ruhuyla.
At ile koşturulunca döner hatırlar eşşek babasını bütün hadd-i sabrıyla..
*
Kaç derviş çıkar ki şu toplumdan
Zahid kula gerekmez fazla dünya malından
Cümle alem, hep beraber tapalım
Dünya peşin ahiret veresiye napalım
*
Zaten miyoptur gözleri toplumun ilimde
“Yakın”, yanımdadır, elimdedir elimde
Ahiret ise sada vermez, ırak durur gönlümde
*
İnsan bu…
Kalemi görür de elden bilmez
El yazsa da yazdıranı bilmek istemez,
Uzak sayar Onu, çün zatı görünmez,
Zatı görünmeyenin üstünü açmaz..
*
Kafir değil lakin gördüğüne inanır
Dünyayı yakın diye görür de tapınır
Artık ahirete soğan doğramaz yakışır
*
Halbuki hiçbir sahip peşin vermez ücretini
Bilir lakin inanmaz yumar gözlerini
*
Hak dahi verir ücret bir kısmı peşin
Perde koyar zatı için gözlerine lakin
İşte şimdi iman gerekir ki itikat eylesin
Karşılıksız bir gerçeğe yüzün dönüp tasdik eylesin
*
İşte Hak bekler ki önce kuldan bir sadık adım
Sere cümle varını kullarına bin Müslim canın
O bir Rahman der ki kafir müslim ayırmaz kulun
*
Bekler ki kulları bir şükür eyler belki tutar cihanın
Doksan sene inkar etse kesmez rızkın kafirin
Salar Halil’ini ardından, doyur inkar etse de bu kulum
Böyle bir merhamet sadır olmadı hiçbir kuldan
*
Lakin bir vakit gelir döner her şey aslına
Kurulur mahşer kürem kürem insan huzurda
Yenilen yemeğin hesabı olmaz mı
Her daim ücret ödedin yediğinde
Lakin düşünmedin bir hesabı kapıda yahut kaderde
*
Her tohum düştü yere; mevsiminde çıktı aynı endamı ile
Sen dahi fikir etmezsin zor bir gün gele şerri yaranı ile
Bahar saya kıpır kıpır kıpırtıyı topraktan vakit ile
Alem çıkar bin bir mezar kudret ile açılaraktan
*
Dileriz ki her biri kalktığında yine birer gül olsun
Lakin dünyada gül olmayanın çıkışı gül, nasıl olsun?
Gülün bile dikeni varken yoktur kimse günahsız seyret,
Sen burada gül olmaya bak taşıyan bulunur elbet
Bir bülbül dahi gelemese Hak aşiyan sayılır şerhet
*
Dön şimdi dünya tarlasını süredur saban gibi ağır ve sabır
Her yarar işe koşmasını biledur acele burdadur,
Zikri daim eyle zikr ile kişi hakka gözdedir.
Lakin biz zikri “allah deyip çalışmak” olarak anladık.
Allah deyip çalışmayanı müslümandan saymadık.
*
Ekininden cümle mahlukata bir nasip ayır
Her ne iş yapar isen semeresi dönmeli hayır
*
Cömertleri cennet kapısında teşrifatçı gördü bu fakir.
Ol cömert olmaya bütün varımı yoğ kıldımdı zahir
*
Kimse dönmedi kapımdan mahbup eli boş
Yüz kişiye de hoş baktım, bir kazık yedim bir hoş
99 dostum oldu yazmadım kimseyi nahoş
Lakin bilemedim insanları çarhına şeytan mı işedi benleri mi serhoş?..
*
Bil ki cennet;
İhlaslı 5 vakit namaz ile çorba kaşığını karşı tarafa uzatanlara daha yakındır (ahi)
Emin ol ateş nefsi aşkın hevasına mahbubu vasıldır
*
Yok öyle üç kuruşa beş köfte,
Bir Cuma’ya cennet ve huri vermez Allah vareste
*
Şeytan kim ki nefsin varken düşman arama
Zayıf olan ihanetsiz iş görmez aptal olma
Dost düşman toplaşsalar yıkamaz bendini
Sende bu iman varken kalbe sokamaz küfrün inkarını
*
Gel imdi Allah diyelim
Ve dahi çalışıp Allah diyerek gayret kılalım
Buna Ahi ve Ahilik derler Kırşehir’de yatalım,
Varıp ahi kul ahmede yıkılalım yaran olalım.
*
Bunların hepsi İslam’ın Güzel Ahlak’ında toplaşır
İslam tabanlı güzel ahlak ki topluma edep yazdırır.
Edepsiz toplumlar sınırsız bir hürriyeti “bencillik” düzdürür,
Aşk adına bir gecede milyonlarca hukuksuz don sıyrılır.
Donun içindeki aşk tanımından çıksa çıksa şeytan çıkar çıldırır
Şeytanların çerileri “ben” ve “şeytan” için buna hukuk yazdırır
Ne ilginçtir ki uçkuru ihtiyaç yazdırır da sanki cins-i israftan sakındırır
*
Ülke bizim, gönül bizim, dünya ahiret mutlu olalım
Mutluluğa 5 kala herkesi sevelim sevilelim
Sevdikçe mutlu, çalıştıkça mutlu, herkesi mutlu görelim
Başkasının mutluluğuna mutluluğumuzu inşa edelim
Mutlu ederek mutlu olmadır İslam’ım bunu bilelim
*
Ben yitti sen var
*
Sen yitti o var
*
O yitti siz var
*
İşte siz varsanız o zaman biz de var olabiliriz.
Gönül şevki aşk içinde canla canan harda bir olabiliriz..
*
Rabbim, bizim mutluluğumuzdan sen de hoşnut olursun elbet.
“Allah’ın rahmeti cemaat üzerinedir” demedi mi Rasül’ün şerhet
İşte cemaat olarak bütün okuyucumla kıldım bin namaz şimdi yadet
İmamım şeytan olmadı, ikrarım sanadır ya Rabb kaydet..
*
Gözyaşımdan yağmur yağdır bu ümmete sağnak sağnak Rahman’ım
Kullarından dostlar eyle yaran eyle Sübhanım
Güllerime onlardan aşiyan eyle yaranım,
Bin gül de sana sunayım lakin kıyamam koparamam,
Herbirini çeşmi gülistan eyle gülşenim,
*
Sen en iyisi şöyle,
Şu dünyayı güllük gülülistanlık eyle..
Böylece…
Biz de mutlu olalım, bizi mutlu eyle,
Bu mutluluktan sen de mutlu ol diyelim Rabbim çok umutlu elle..
*
ahi kul ahmedi hepisinden umutlu ve mutlu yaz
Lakin çok gayretkeştir mutluluk için kimse bilmez,
Bağrı yanıktır onun gecesi gündüzü siz,
Bir selam için yürür yollarda tanımamaktan çekinmez,
Günde 100 selam eylemezse zayi sayar ne az,
Bir münübüste 20 ademe selam çakar latif-i naz
Fırçalamıştır hepsini almazlar ise seda az,
Farz bir namazda 25 dua toplaşır Hakk’a sunulur günde 300 dua çerez
Kaçı kabüldür kaçı yüze şamar bilmez edep eda ile üç beş yaz,
Lakin ısrar eder ki, dua ile cümleyi seve, ayırmaz safinaz,
*
Dinini yere sok, eve sok, bata sok burada din olmaz dedi bir gün biri
Olmaz yanımda İslam olmaz hukukiyle sorulmaz hemi,
Lakin görüldü ki Hakk kul ahmedin kendi sesinden söyledi,
Batan çıktı, evden uçtu, hayata yansıdı canla, ahmed semaya İslam’ı mıhladı,
Hak yağmurları bir miktar ahmedin gözyaşından eyledi,
Yağmur diye ümmete nice inciler derledi,
Davul mu çalmaz, zurna mı Hak içun,
Türkü dizer böylece arıstakda aşiyan içun
Gülle davul bir olmaz adem içun,
Davulu şerre gülü gülistanda bülbül Hak yaran içun
*
Artık kadrini bilen kullar Hak söyledi,
Hak söylemeyen gayyadan bir tapu peyledi.
Hakkın sesi sönmez kıyamete kadar gafiller bilmedi
*
Kul ahmet olmasa da mehmetler ölmez,
Ey okuyucu ademe bakma erdeme bak şaşmaz,
Olaylar fitne ise dön Kuran’a ve sünnete bak yanıltmaz,
*
Atalarını izlemekle gideceğin yerde zakkumlar yetişir
Lakin burada beyaz, pembe olsalar da cehennemde ziftin aslıdır
*
Görmez misin reklamlar daim aldatır insanı
Çenginin buradaki havası, orda zebaniler çalası, zebaniler yuvası
Kulağına yiyeceğin bir topuz sani akıllandırır.
Lakin iş bitirilmiş dönüş imkansızdır.
O gün atana en güzel küfrü sen edersin
Ben bile yeter desem beni tınmazsın aldırmazsın
*
İşte atalardan olmaz örnek olmaz örnek biledur,
Peygamber dururken şirke giredur,
Her kes düvende işediğini hatılda yiyecek
Boğazından zor geçecek,
*
Bu yazı Kuran’a bir hizmettir.
Okuyana bin bir güzel dua ve ziynettir
Davet-i Hakk’a eyledik ahiden üç beş kelam
Hak takdir ede ve duyura sizlerin kalbine suhuletle heman
“La” deyip de “illa” dememek de ne öyle
Doğruyu bilip de yanlışta toplaşmak hangi münafığın gönlünde,
Doğru tek ümmette kardeş olmak Hakkın emri de
Kaç parçaya bölündün müslümanım deyip şimdi de,
Dik dur, duracağın yeri bil korkmadan
Satma dinini akşam olmadan,
Küfür yakın ve peşin hayran ol birilerine
İman uzak ve veresiye seyran yok birilerine,
Lakin gayya sondur peşine
Cennet düşman durur nefsine,
Bala düşen bok yalar zahirde
Boka düşen bal yalar ahirde
Kalmaya ahirete düşünmeniz bok içun
Yok bir karşılık niye çekinirsiniz bal içun.
*
Selam saldık herkese.
Öpüldünüz ahmede
ahmed öpüp napacak
Sizi hakka salacak
*
Haktan gayri yol mu var
Gelmez gayri şer mi var
Onmaz türlü dert mi var
Sizi şerre salacak
*
Söyledik sevi ile
Payladık nevi ile
Cümleniz karı ile
Sizi bahre salacak
*
Gençlere sözüm şudur
Yol biter ömür kocar
Şimdi dostu Hakk’ta gör
Sizi nehre salacak
*
Tut elimden tut biraz
Kelam eyle Hak biraz
İşe aşka namaz yaz
Sizi cennet saracak
ahmed hakikat kulsun
Gayen yerini bulsun
Hakka kullar sevişsin
Gülşen gülleri kucaklar,
Kucak, kucak, kucaklar,
Siz burada gül oluncak
Çıkışınız gül ol’cak,
Gül ol’cak Gül ol’cak
Ve gül, gül kokacak…
Gülü Allah koklayacak..
Muhammed dahi gül, gül,
Gülünü o da Hakka sunacak…
Güllerim benim sizlerden gül derlerim…
Gül olmayanı dikeninden eylerim,
Diken ve gülü beraber bağlarım.
Kırşehir’de Gül Bağlarım…
*
ahi kul ahmed
Allah der çalışırız sözü Ahi Evran-ı Veli’ye aittir.
Gayya:cehennemde bir kuyudur.
Bahr:deniz demektir.
La demek bir şeyin o olmadığını bilmek demek,
İlla ise gereğince o işe yani islam’a yönelmek demektir.
Örneğin 5 vakit namazsız cennete girilemeyeceğini bildiği halde namaz kılmamak ya da sadece cuma ile yetinmek..
Doğruyu bilmek fakat yanlışta toplaşmak: örneğin Müslümanlığı bildiği halde ümmeti bırakıp milliyetçi, yahut liberal, yahut solcu bir gurubun içinde olarak bölünmeye sebep olmak ve geleceğini, Allah cc. Peygamberinizi örnek alın diye ayetle açık bir şekilde belirtmesine rağmen ölmüş atalarının prensipleriyle kurtulacağını toplumsal ve ferdi huzura kavuşacağını zannetmek ve böylece şirke komşu olmak demektir. İslam’da insan putlaşmaz. Büyük tehlike…
*
Not: Bu şiir, sabah namazından sonra Etlik’te (Ankara) Ender pastanesi’nin iki çay iki poaça ve bir kalem üç beyaz kağıt ikramıyla hiçbir karalama olmadan 22.10 2011 günü sabahında çalışmaya gidenleri görmekten etkilenilerek 1 saatta yazıldı. Aynı sürede bir benzerinin nasib olup yazabileceğimi hiç sanmıyorum. Gerçekten ırmakta aynı suyla ancak bir defa yıkanılabiliyor sevgili dostlar…
Aşağıda bir Ahilik konuşmasına giriş prototipini bulacaksınız.
Burada size bilgi vermeye çalışmayacağım, Ahiliği sevdirmeye çalışacağım. Bunun için de önce beni sevmeniz gerek. Bu iki türlü olur. Önce benim yüzüme ve elbiseme bakmalıydınız imkan olsaydı. Sonra konuştukça önce konuşmamdaki sevecenliğe, sıcaklığa, tavra bakmalıydınız. Daha sonra anlatım metodu ve kullandığım malzemelere ve en sonunda da ne anlattığıma bakabilirsiniz. Bu anlatımın da düzenli olması gerekir ki gereken etkiyi göstersin ve sistematik olması ise onu kolay anlaşılabilir kılacaktır. Konunun önemi ise en sona gelmelidir. Anlatımın bir mesaj verebilir şeklinde anlatılması da ilgi için gereklidir. Bu eğer günümüz sorunlarıyla da içiçe anlatılırsa ayağı yere basar ve ilgiyi tekrar zorlar. Konunun dinleyenin ya da okuyanın ilgi alanıyla da bağlantılı olması gerekir. Bu noktada konuyu ya sevmelisiniz ya da merak etmelisiniz. İşte bu noktada konuşmacanın kişisel başarısı çok önemlidir. Sonuçta ya sevmiş ya da ilgisiz olarak, ya da tarihte bir şeyler olarak yargılayarak ayrılacaksınız. İşte bu aşamada eğer ilgisiz kalmaz da severseniz sizden bu öğrendiklerinizden çıkarsamalar yaparak tavır, bakışlarınızda ve hareketlerinizde bir değişiklik yapmanızı beklemek konuşmacının bir hakkı olacaktır. Nefsini biraz terbiye etmiş bir konuşmacı alkış ya da teşekkür beklemez. İşte bunları bekler. Kişi zaten Allah rızası için konuşmuştur ve sizin hareket ve ahlakınızdaki her iyileşmeden aynı sevabı o da alır. İşte katlamalı kazanç budur. Bunu siz de başkalarıyla paylaşırsanız artık ve kar size de gelir ve toplam fayda geometrik bir dizi olarak artar. İşte Ahilik de, önce fertleri mükemmele götürerek ondan mükemmel toplum inşa etmeyi hedefler. Onu hangi yönden incelerseniz inceleyin bütün kapılar insana çıkar, ona hizmete çıkar. İşte ona İnsanlık Sanatı dememizin anlamı budur. Bu insanlık sanatından istifade edebilmemiz için hem aklınızı hem kalbinizi açmanız gerekir. Bunun için de dua etmelisiniz. Dua hem idraki açar, hem kalbi açar. Çünkü bunların yöneticisi Cenab-ı Allah’tır. O zaman o yöneticiye yönelmek gerekir. Dua, bir niyeti de beraberinde içerir. İşte dua, niyetin de halis olmasını otomatik olarak mecbur tutar. Niyetteki bu güzelleşme ise Cenab-ı Allah’ın kulunda aradığı en önemli şeydir. Çünkü niyetiniz neyse, alacağınız da o’dur. O halde asıl olan niyetleri doğru ve güzel yapmakla beraber, bunun dua ile, içiçe geçmesi ya da duaya dönüşerek Cenab-ı Allah’ı muhatap alarak olması, niyetin faydasının ilahi ikrama dönüşmesini sağladığı gibi, yapılan işin de iman ışığında doğru anlaşılmasına ve bundan bir çıkarsama yapılmasına yani öğüt(doğru öğüt) alınmasına yol açar ve artık daha sonra bunun harekete(güzel ahlaka) dönüşmesi beklenebilir. Bu, artık adım adım bir kemale yol alıştır. Bütün bunların gerçekleşmesi için kalbinizin tevazulu, eşitlikçi, hatta aşağıda tutucu ve boş olması gerekir. Yalnız bu boşluğu doldururken seçici olmaktan geri durmamalısınız. Öncelikle genel bir konu itibariyle seçici olmalısınız. Buradaki temel kriter, fayda esasıdır. İşe yarayacağını düşünmediğiniz bir konuya iltifat etmemelisiniz. Diyelim konuyu uygun buldunuz, arkasından konuşmacıyı ya da kitap yazarını fazla yüceltmemelisiniz. Çünkü onu yüce görürseniz aşırı itimat ve güven doğurur ve kişiyi sorgulamacı bir yaklaşımdan uzaklaştırır ve dogmatik kabullere yol aldırır. Bu ise, ilmin gelişmesini ve muhalif fikirlerin ortaya çıkarak ileri sürülen iddiaların sıhhate kavuşmasını engeller. Buradaki temel prensip Aristo mantığı ya da septik şüpheciliğe dayalı, temelde bir anlamaya yönelik iyi niyetli bir sorgulama olmayıp, yıpratmaya ya da kendi doğrularını kabul ettirmeye yönelik bir sorgulama olduğu için bundan uzak durulmalıdır. İslam’ın fıtri aklı ise fiilen deneme imkanının olmadığı, fakat sonuçlarının görülmesi nedeniyle aklın kabul edebileceği şeyleri inkar etmeyen akıldır. İşte İslam’ın bu fıtri aklını rehber edinebilirsiniz söylenen şeyleri artık sorgulamanız ve İslam’a ya da adalete uygun ve makul sayılan şeyleri kabul etmemiz ve hatta bunu içselleştirmeniz kolaylaşır. Bu zaten doğru olanların sizin doğrularınız haline gelmesini de sağlar ve verim artar. Sağlam fikirleri alan bir elek kullanmışsınızdır. Tabii olarak kabul etmedikleriniz de olacaktır elbette. Bu noktada ihtiyaç duyacağınız şey açıklıktır. Yani açık olup, takıldığınız ya da itiraz edip kabullenmediğiniz şeyleri tartışmaya açmalısınız. Doğal olarak bu da medeni cesaret gerektirir. Bu tartışma yapılmazsa ya yanlış bir yargıya gitmeyle sonuçlanır ya da fikirlerin ucu açık kalır kişiyi sürekli acabalar içinde bırakır ve rahatsız eder. İşte açıklık ve net olmak ve bunun zemini olan medeni cesaret ya da kendini ifade edebilme yeteneği; arkadaşlık, evlilik ve iş hayatındaki ilişkilerde de son derece önemlidir ve her türlü yanlış anlamayı giderir. Sonuç olarak buradaki can alıcı anahtar kelimeler; dua, niyet, İslam’ın fıtri aklıyla sorgulama, konuşanı ya da kitabı (yazarını) kendiyle eşit görme, kendine güven (bende böyle bir şeyler yazabilirim diyebilme ya da bir fikir serdedebilme gücü), açık ve net olmak, medeni cesaret sahibi olarak kendini ifade edebilme gücü üzerinde dikkatle durulması gereken önemli kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlatılanların tersi ise, önce kişiyi Allah’ın yardımından uzaklaştıracak, niyette bir sapma ve menfaate bir kayışa yol açacaktır. Bu durum ise; Allah’ın “bana yönelmedin ki benden ne istiyorsun?” sorusuna muhatap olmaya yol açacak ve ilahi ikramdan kişiyi tekrar uzaklaştıracaktır. İslam’ın fıtri aklını terk ederek, Aristo mantığına ya da septik düşünceye (kötü niyetli) yöneldiği için dar alanda sınırlı deneyebildiği şeyleri belki kabul ederken diğer taraftan deneyemediği fakat sonuçları ortada olan bir çok şeyi inkara yöneltir ve bu, onu inancından bile edebilir. Hatta bilimsel bir çok gerçeği de kabulden uzaklaştırır dar bir alana sokar.
Bu anlatılanların yanı sıra, konuşanı ya da yazanı eşit değil de, üstün görme anlayışıyla konuya yaklaşmak ise, kişiyi otomatik bir kabule götürür ve sorgulamadan uzaklaştırır. Bu durumda eğer konuşan ya da yazan kişi iyi ise kişi de iyi olur, konuşan ya da yazan bu sefer kötü ise kişide kötü olur. Yeni oluşacak fikirlerde %50 risk oluşur. Bu tür durumda olan ve kendini aşırı aciz gören, fikirsiz kişilerin kitap seçmeleri için güvenilir birinden tavsiye almaları uygun olur. İyi adamın, iyi kitabı tavsiye edeceği normal olarak umulur. Eşit görememe zaten kendine olan güvensizliğin de bir sonucudur. Bu yüzden insan her şeyi bilemeyebilir fakat sağlam iman ve adalet ve İslam’ın fıtri aklı gibi temel anahtarları edinirse, bilmediği bir alanda bile ferasetiyle bir sorgulama yapabilir ve aklı ve kalbi ile anlatılan ya da okunan fikirleri elemeye tabi tutabilir. Argo tabirle artık kolay kolay yutmaz. Örnek vermek gerekirse; Karl Marks’ın meşhur komünizm sloganı “Herkes kabiliyetine göre, herkes ihtiyacına göre”prensibidir. Ne kadar adil ve cazip görünüyor değil mi? Fakat bunun için her şeyi ortaya koyarsan, hepimizi bir ideal ülkü ile harekete geçirmen lazım ki böyle bir şey elinde yok. Sonra bir şey konusunda fedakar olabilmem için o şeye benim diyebilmem lazım. Sevmem için de bana ait olması lazım değil mi? Ülkü dersen, doğru ya da yanlış bir tarih yorumu getiriyor ki, bu da, sonuçta benim Allah inancımı kaldırıyor. Ben korktuğumda bile bir üstün güce inanmak isterim. Çok aklım olmasa bile, üretim ilişkileri üst yapıyı belirledi mi, belirlemedi mi, bunu bilmesem bile, benim inanma ihtiyacımı sağlamıyorsan bunda bir hata vardır diye düşünürüm. İşte böylece beni çalıştıramıyorsan, ortada bir pasta yok ki paylaşmaya kalkıyorsun demezler mi adama. İşte çok akıllı olmadan basit ve temel süzgeçlerle de insan bazı doğruları bulabilir, yanlışları olayların sonuçlarına bakarak anlayabilir.
Ya kapitalizme ne dersiniz? ”Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” değil mi Adam Smith’in sloganı. Ona göre bir “gizli el” her şeyi düzeltecektir. İnsan da ona göre “home ekonomicus” yani ekonomik insandır ve çıkarlar sonuçta toplumsal faydaya dönüşür ve oluşan refah ve büyüme herkese yansır. Basit düşünceli fakat aklı selim sahibi bir insan şöyle düşünebilir pekala. Aslında Adam Smith de ekonomide üretim aracına sahip olanların emek gücüne göre, 60 kiloya göre 90 kiloluk bir pehlivan olduğunu görmemiş midir? Kural koymazsanız ya da eşitliği sağlayacak tedbirler almazsanız fakirin, işçinin ezileceği açık değil midir? Ayrıca insanlarda hoşgörü, adalet, yardımlaşma sağlamazsanız menfaatler çatışmaz mı? Bu çatışma refeha mı yol açar yoksa güçlünün güçsüzü ezdiği kaos ve zulme yol açmaz mı? Öldürücü rekabetler belki verimsizi temizler fakat zayıflarda arada ezilir ve ezen tek kalır ve bu sefer rekabeti unutup tekelciliğe başlar ve istediği fiatı uygular ve zulüm başlamaz mı? Yani menfaatlerin çatışmasından büyüklerin menfaatleri çıkmıştır. Bu noktada hem kurallar yanlış konmuş ya da kuralsızlığa terk edilmiş ve bir fırsat eşitliği başlangıçta sağlansa bile sürekli eşitsizlikler meydana geleceği için sürekli düzeltme yapmanız gerekecektir. İşte burada, ahlakı da yaptırımlı hale getirmelisiniz ki yardımlaşmayı ferdi, hatta kuramsal hale getirip mecbur tutmalısınız. İşte ahlakın kurala bağlanmış hali İslam’da Zekattır. Ferdi olarak da bir çeşit yardımlaşmadır o. Ya da güzek ahlaktır o. Zekat da sonuçta bir güzel ahlaktır ve karşılıksız bir fedakarlığı temel alır. Bazı insanlar belki korku ile bunu verir, fakat ihlaslı iman sahipleri ise Allah’ı severler ve onun için de yaratılanı sevince, vermesi kolay olur ve severek verirler.
Sonuç olarak kuralları önce doğru koymak yanında, kişinin güzel ahlaklı olmasını da sağlamak da gerekir. Sonuç olarak hiçbir sistem ahlak olmadan başarıya ulaşamaz. Nitekim ünlü bir düşünür de aynı şeyi söylüyor. Ahlak olmadan hiçbir sistem başarılı olamaz, mutluluk getiremez. Çünkü ekonomik bir sistemde başarılı olsanız bile, örneğin herkese belli gelir düzeyini garanti etseniz bile bununla insanların mutlu olacağını düşünmeniz bile maddeci, kapitalist bir görüştür ve böyle bir mutluluk olup olmadığını anlamak için insanlara sormanız gerekecektir. Gelişmiş ülkelerde binlerce maddi durumu iyi olan kişiler üzerinde yapılan bir araştırmada çok tüketerek mutlu olanların oranını, toplam deneklerin %30 unu oluşturduğu görülmüştür. Belki en alt gelir grubundaki bulunan insanların da gelir azlığından mutsuz olduğu varsayılabilir belki. Nitekim Hz. Peygamber efendimiz “isyan ettirecek fakirlikten ve şımarttıracak zenginlikten Allah’a sığınırım” demiştir.
Daha çok tüket mutlu olursun fikri kapitalizmin şeytanca bir tuzağıdır ve sonuçların hiçte öyle olmadığı yukarıda gösterilmiştir. İşte bu noktada gelir farklılıklarını düzeltmek için güzel ahlaklı yardımlaşmanın devreye girmesi, zenginde hırsı, fakirde kin, garaz ve hasedi yok edecek ve önce vermekten dolayı ilahi rıza, kişi de mutluluğa dönüşecektir. “Vererek mutlu ol” işte İslam’ın güzel ahlak şiarıdır ve İslam güzel ahlakın sahibidir, temelidir. Yani güzel ahlakın temeli dindir. Onun ikram ve kul hakkı çerçevesi ona bir anlam katar. Burada şöyle bir soru sorabilirsiniz. Dini olmayan biri de ahlaklı olamaz mı? Şüphesiz ahlaklı olmak, zamanla gelişen toplumsal bir kültür olarak da anlaşılabilir.(Bize göre her kültürün ahlak anlayışı yine dinlerden kaynaklanır) Fakat dinin güzel ahlakı dayandırdığı, gerek bu dünyada ve gerekse ahiretteki ilahi ikramlar ve kötü ahlak oluşursa ilahi ceza ve bağışlanmayan kişisel hak (kul hakkı) ve bunun ödeşme zorunluluğu gibi müeyyideleri vardır. Fakat dinin özünü kavrayabilen ve Allah’a ve dolayısıyla onun kullarına muhabbet duyan ihlaslı insanlar bu sevgi dolayısıyla üstün bir merhamete ulaşırlar ve dervişvari dediğimiz, malın yarısını vermek gibi davranışlar sergileyerek diğer insanlar üzerinde de etkili olurlar. Yani din, güzel ahlakı; ikram, korku ve sevgi olarak gerçekleştirir ve sağlam temellere oturtur. Burada, ahlak dini olmalıdır dediğimiz gibi, dine yönelenlerin de tevhidden sonra güzel ahlakı öne çıkarmaları gerekir. İbadet, kişisel bir borç iken, güzel ahlak toplumsal bir davranış olarak ortaya çıkar ve herkesi iyiyse iyi, kötüyse kötü etkileme gücü vardır. Sadece bir ilave yapmak gerekirse; ibadetin, güzel ahlaka götüren duyguları, canlı tutmaya onu beslemeğe teşvik edebileceği söylenebilir.
Son bir tartışmamız gereken konu, iyilikle adalet arasındaki sıralamanın nasıl olacağıdır. Fukuyama adlı ahlak yazarı “Etik” adlı eserinde önce iyilik sonra adalet diye bir sıralama yapmaktadır. Ona burada şunu sormak gerekir. Bir işveren işçinin parasını vermezse ya da borçlu borcunu ödemezse nasıl güler yüzlü olunacak ki, ya da hak ödenmezse iyiliğin ne anlamı kalır? Kuran-ı Kerim’de de adalet iyilikten önce sayılır. Fukuyama Kuran’ı okusaydı bu önceliği görebilirdi belki. İşte bu, adalet önceliği, insan davranışlarını da olumlu etkiler ve kişiyi iyi davranış ya da verim bekliyorsa önce onu işçi ücretini veya borcunu ödemek gibi olumlu bir davranışa iter. Böylece barışın temeline adalet oturmuş olur. İşte makuller adalet çizgisinde oluşur.
Yukarıdan beri işlemeye çalıştığımız konu, hiçbir sistemin güzel ahlak ile tamamlanmadığı taktirde başarıya ulaşamayacağı gerçeğidir. Başlangıçta doğru konulması gereken kurallar ise temelde, adaletin işlevini üstlenirler. İşte Ahilik temel olarak önce kuralları doğru koymayı hedefler. Bu, adaletin kurallaşması olarak da algılanabilir şüphesiz. Örneğin faiz yasağı önemli bir yasaktır ve riski kullanandan daha güçlü gördüğü sermaye sahibine yüklerken aslında bu yasağın temel işlevi piyasaya mal-para dengesini bozacak bir likit fazlasının çıkmasını engellenmesidir. Bu sayede fakirden zengin kesime bir değer aktarımı anlamına gelen enflasyon hastalığı da oluşmayacaktır. Son yıllarda Amerika ve Batı’da petrol ve benzeri emtia fiyatlarındaki aşırı artışların temelinde; aşırı emisyonlar %0.25 – 1 faiz oranlı krediler, Hedge fonları, Batı’nın emeklilik fonlarının paraları, bütçe açıkları ve vadeli işleme izin vererek olmayan parayla, olmayan malın satıldığı vadeli işlem piyasalarında oluşan likit fazlası ve onların kontrol dışına çıkmalarıdır. Bunun gibi kar ve maliyet oluşumunda fiyat dengesi için Ahilikte birkaç sınıf da olsa, mutlaka kaliteli mala özen gösterilmesi ve maliyetlere bir makul sanatkar karı ilavesi, güzel ahlakın davranışlarda yaptığı değişiklik olabilecek bir kanaat ilavesi ile fahiş fiyattan uzak durulmasıydı. Rekabet Ahilikte de var, fakat karşı karşıya bir rekabet değil, kendi kendine bir rekabettir ve kimseyi yıkmayı hedef almaz. Öyle ki, fiyatların düşmesi de engelleniyor ve zayıf esnaf korunuyordu.
Sevgili okurlar Ahilik gerçek bir insanlık sanatıdır ve bugünkü küreselleşen dünyada şeytani kapitalizmin çarklarından bizi koruyacak olan yine kendi öz değerlerimizin en önemlisi olan AHİLİKTİR.
Merak etmeyenlerin ve onu gericilik olarak gören aptalların çok tüketerek malüm kulluklarına devam etmeleri beklenen şeydir. Ancak ben müslümanım ya da ben bir Ahiyim diyebilen birinin derhal israfı terk edip, tasarrufa yönelerek bunun da bir kısmını fakir kardeşleriyle paylaşması umulmalıdır. Bir şeyi eskimeden yenilemek isteyene, ya da sayısını üçe beşe ona çıkarana, ya da moda takip edene bir Ahi aspirini veriyorum. Bu aspirin bir kalp aspirinidir. İşte onlar Ahiliğin güzel ahlak prensipleridir.
Sağlıcakla kalın.
Sevgili Hemşerilerimiz,
Tarihte Kırşehir’imiz (o zamanki adı Gülşehir) bir ilim ve kültür merkezi idi. En büyük değerlerimiz; Arapça ve Farsça’nın kullanıldığı bir ortamda “Garipname” adlı eseriyle güzel Türkçemizi savunan Aşıkpaşa, yine “Felekname” ve diğer eserleriyle gönülleri fetheden Ahmedi Gülşehri, Kırşehir’de doğup büyüdüğü tespit edilen gönül eri Yunus Emre, Süleyman Türkmani, Hacı Bektaşı Veli, Osmanlı’ya fikir
babalığı yapan Şeyh Edebali, Gök Medresede astronomi, tahsil ettiren Emir Cacabey ve en önemlilerinden biri olan Selçuklu ve Osmanlı’nın yüzyıllara ve Batı kavimlerine ışık tutan ahlak ve çalışma esaslarıyla İslam’ın nasıl uygulanacağını süper sivil toplum örgütü Ahiliği kurarak gösteren Ahi Evran-ı Veli bu şehrin en değerli kültür hazineleridirler.
Bunlar arasında Ahi Evran-ı Veli Hazretleri’nin çok ayrı ve özel bir yeri vardır. O, Orta Asya’dan kalkıp Anadolu’ya gelerek bu güzel coğrafyayı yurt edinen kural tanımaz göçebe bir toplumu (Türkmenleri), medeni bir şehirli yapmış, ona karnını doyurması için ticaret ve sanat öğretmiş, bunu yaparken çırak, kalfa, usta gibi bir hiyerarşi ile birbirini sevgi ve saygıya bağlamış, bununla yetinmeyip kaynağını Orta Asya kültüründen alan fakat İslam’ın tevhid ve güzel ahlakıyla bezenmiş fütüvvet teşkilatını Ahi teşkilatı olarak bu ülkeye kazandırarak onun tevhid ve güzel ahlak prensiplerini halkın hem öğrenmesini hem de ticaretine ve özel hayatına uygulaması için zaviyeler kurarak insanları buluşturup konuşturmuş ve eğiterek kaynaştırmış ve bir ülkü etrafında mutlu bir toplum yapmıştır. Son derece sağlam, ilkeli ve güzel ahlaka dayalı, temiz toplum anlayışına hizmet eden, hemen hemen devletin Belediyecilikten halkın emniyet ve huzuruna, kurduğu Ahilik birlikleriyle Moğollara karşı yurt savunmasına, padişahları dahi Ahi yapıp onlara güzel öğütler vererek ülke yönetimine kadar bir çok alanda Selçuklu ve Osmanlı’ya sayısız hizmetler vermiştir.
Önce kuralları doğru koymuş, insana hizmeti esas alarak kişinin sanat ve ticarette geleceğini güvenceye alarak onu rahatlatmış, her akşam tefsir, hadis, sohbet ve ilmi çalışmalarla halkı sürekli bir iman ve ilim ile eğitmiş, öğrendiği bu iman ve güzel ahlak prensiplerini sanat ve ticaret ile gündelik yaşamına uygulatarak bunların yaşama geçmesini sağlamış, topluma başkasını kendine tercih ettiren, fedakar, yardımsever, güler yüzlü insanlar olmalarını sağlamış bir insanlık fatihidir. Bir Batılı yazar şöyle söylüyor: “Hiçbir ekonomik sistem ahlak olmadan başarıya ulaşamaz” Ahilik, bir güzel, mükemmel insan oluşturma kültürüdür ve yalnız esnafı değil bütün toplumu ilgilendiren genel bir örgütlenme ve bir erdemler sistemidir.
Hileli iş yapanı, dedikodu ve gıybet edeni dışlayarak temiz insanlarla yola devam etmesi, onun uzun yıllar yaşamasını sağlamıştır.
Hem üretimde, hem de tüketimde bir dengeyi gözeterek israfı yasaklamıştır.” Nefis için asgari tüketim,…” diyerek bugün “daha çok tüketerek mutlu olmaya çalışan” kapitalizmin şeytanca tuzağına düşen bizlerin, bu maddeci zihniyetini ta o zamandan reddederek, kanaati ve tasarrufu emrederek sonrasında bu tasarrufun bir kısmının mutlaka hayır olarak dağıtılmasına kurumsal olarak öncülük etmiştir.
Dünyevileşme hastalığı bugün toplumumuzu içten içe kemirmektedir. Özellikle şehirli halkımız, sürekli olarak aşırı tüketime yönelmekte ve yardımlaşmaya para kalmamaktadır. Sistem, bizi reklamlarıyla şartlandırmakta ve paranız olmazsa bu sefer borçlandırarak tükettirmekte ve böylece gelirler sürekli olarak bir şeylere harcanmakta ve tasarruf ve devamı olan yardımlaşmaya para kalmamaktadır.
Zaviyelerde usta ile çırağı, cahil ile alimi bir araya getirip eşitlemiş ve birbirini sevdirip saydırmıştır. Bugün toplumumuzun sürekli bir kesimi bir diğer kesimini kendine eşit görmüyor ve aşağılayarak ötekileştiriyor. Bu toplum bu haliyle bir şizofreni yaşıyor. Bu toplumu bir makulde buluşturarak uzlaştırmak ve barıştırmak için insanlara Ahiliğin güzel ahlak ve fedakarca yardımlaşma ve eşitliğe dayalı sevgi saygı prensiplerini anlatmak zorundayız.
Ticarette güvensizlik had safhada. Kimse kimseye karşılıksız borç vermiyor. O eski güven ve saygı sevgi ortamını yeniden oluşturmak zorundayız. Herkes elini taşın altına koymak zorundadır.
Sonuç olarak Ahilik, bu toplumun bugünkü sorunlarını da çözebilecek güç ve vizyona fazlasıyla sahiptir. Günümüzü geçmişimizle aydınlatmak zorundayız. Sadece onun iyi anlaşılmaması ve nasıl uygulayabiliriz sorusu bu toplumu yönetmeye talip olanların sorumluluğuna ve gözüne bakıyor.
Bu yüzden Kırşehir nasıl bir hazinenin üzerinde oturduğunun farkında bile değildir. Batı, bu hazineyi fark etmiş ve Ahilik prensiplerini buralara kadar gelerek almış ve kendine göre adapte etmiştir.
Ahiliğin bu ülkenin bir çok sorununa çözüm üretebileceği kuvvetle beklenmelidir. Bunun için Ahiliğin bütün ülkeye tanıtılması da gerekir. Bu tanıtım senede bir hafta esnafın bile katılmadığı sözde esnaf bayramlarıyla yapılamaz. Bu yüzden Kırşehir bir sorumluluk üstlenmeli ve Ahi sözcüğünü isminin başına çakmalıdır. Kahramanlar, Gaziler, Şanlılar varken bir ahlak mesajı verebilecek Ahi neden olmasın? Bu sayede bütün 72 milyon sizi Ahi ismiyle anacak ve bir gün bu neymiş acaba diye merak edip araştıracaktır. Amaç Kırşehir’i meşhur etmek değildir. Amaç bununla güzel ahlakı bütün topluma yaygınlaştırmaktır. Eh bu arada Kırşehir’de bundan güzel bir nasip alacaktır eminim.
Bu amaçla şu üç alternatif ismin halkoyuna sunulmasını teklif ve tavsiye ediyorum.
Bu isimler:
-AHİ KIRŞEHİR
-AHİŞEHİR
-AHİŞEHRİ
şeklindedir.
Bu konuda il yönetimi ve şehrin sahibi Belediye görev ve sorumluluk üstlenmeli ve halka önce bunu duyurularla benimsetmeye çalışılmalıdır. Daha sonra halkın tercihinin hangi yönde olduğu, değişik tercih belirleme yöntemleriyle araştırılmalı ve halkın vereceği demokratik karara saygı gösterilmelidir. Eminim bu şehir halkı, bu ismi taşımaktan gurur duyacak ve bütün ülkede hatta uluslararası bir seviyede güzel ahlakın yaygınlaşmasına kaynaklık edecektir. Bunun bir devamlılık ifade eden bir şey olması, bu güzelliği daha da cazip hale getirecektir.
Rahmetli Şemsi Yastıman bile Memleket Hasreti şiiri ile Ahi Evran-ı bağrına şöyle basıyor;
Hacı Bektaş, Ahi Evran Sultanı,
Aşık Paşa, Kaya Şeyhi cananı,
İmarette neslim Şeyh Süleyman’ı,
Aşk ile bağrıma sarmak istiyorum.
Orta ve Batı Anadolu’da, Bursa, Edirne, Kocaeli, Konya, İstanbul, Sivas, Tekirdağ, İzmir, Muğla, Eskişehir ve daha bir çok ilde, muhtarlık, köy ve mahalle isimlerinden 34 yerleşim yeri; Ahi, Ahibaba, Ahi Çelebi, Ahiler ve benzeri şekillerde Ahi isminin değişik biçimleri şeklinde halen kullanılmaktadır. Diğer taraftan Evran kelimesi ise; Evrancık, Evrangüzleği, Evranköy, Evrenli ve benzeri şekillerde Evran isminin furevleri şeklinde 19 köy adı bulunmaktadır.
Onlar ismine yakıştırmış bağrına basmış da biz kendi ismimize yakıştırıp bağrımıza basamıyor muyuz sevgili hemşerilerim?
Bütün sevgili Kırşehirli Hemşerilerimden ciddi katkılarını bekliyorum. Fikirlerini veya tercihlerini Vilayete ve Belediye’ye mektup, telefon veya mail atarak ulaştırıp bir baskı oluşturabilirler.
Bütün Hemşerilerime en içten selam ve sevgilerimi sunuyor, bu değişikliğin hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Haberleşme için :
0 507 701 10 25
Mail : ahmet.atik@huk.gov.tr
AHİLİK (AKHISM) targets HUMAN, very different from Protestan ethics of the Germans (saying “the person who produces quality goods will be a good slave to Allah”) and the principle of the Japanese (“working to death”) and it tries to create a SERVİCE CLIMATE, with all the people that will be pleased along the lines of a justice, based on Islamic ethics.
They worked saying “Allah”. All the Ahi (Akhi) organizations should be united in a single parent organization. Ethics can not be the virtue of only the shopkeepers and the poor. Large businesses and the wealthy must also go into the scope of the Akhism. Chambers of business are following the method of closing bad cases rather than the method of cutting them off. This is very inconvenient. People in each neighborhood should form a foundation to feed their poorest people there. The state should provide financial support according to the number of active members, the amount of work done and the scientific products produced.
Small organizations should be protected, large enterprises should be encouraged to give jobs to small-and-midium-size enterprises rather than combined production, the merchants should be encouraged to run rayons in supermarkets. All the moral principles sould be reformatted to be used effectively. The names of bridges, roads and apartment buildings should be the names evoking the good moral. In schools, the Akhi Branch should be established and selection of Akhi students should be plentiful.
Mevlana (Iran, seyru sülüki enfüsi) Sect Practice makes people go away from work, drives them into fallacies and can create psychological problems, listening to themselves. Ahi Evran Application (Turkmen, seyru sülüki afaki) aims to go to the writer from the written looking at the appearant structure of the universe, it is extroverted and it is based on the work purposes.
This method is most effective formula for the development of this country. The name of a city sould be “Akhi” so that everyone should pronunce the name very often.
This city should be Kırşehir and we offer that the name of the city should be AHİ KIRŞEHİR. An Akhi foundation to be established can make a standard practice such as Halal Food practice in the market. This should consist of the combination of several elements, from the quality to the price and from the price to the worker’s wage.
Zoning conditions of cities shall not exceed 25% of the construction areas. Single-storey straight home building should be encouraged. The Akhi lived straight houses with gardens. Block structures should be avoided. The size of a parcel shall not be less than 1000 meters. The distance of houses sould be away from each other and the windows of the houses should not see each other as much as possible.
The closeness of the distance between homes is the most dangerous bulding structure, breaking down the privacy. The sound of the sewage pipe above is breaking the shame of a person hearing this. The religion is based on the sense of shame. The Hadith says “Expect everything once the shame is broken”. To us, Akhism is an economic system. It is an alternative to second-class citizens, and slavery in history, it is also an alternative today to communism (insisting on production-sharing but ignoring production) and capitalism (idolizing production and investment but neglecting sharing). It is a development model.
Corporations and limited liability companies are not suitable for the Islam and the Akhism because they have limited liability. However, if the partners write “we are unlimited responsible” in their contracts or invoices, it will be a confidence-building application. When the Akhism becomes a brand, the Akhi medallion can be given to all the partners who have a share of at least 10%. There is an advertising ban in the Akhism. Advertising should be banned because it drives people to buy merchandise and its excessive repetition makes conditioning.
AHİ brand should be given to IHH and similar institutions. AKHI BUSINESS must be a brand. In the Akhism, an apprentice’ error is known by his master. This means that the master is graded. If you apply this to the education, you will understand that the teacher should be graded by his students. The teaching method (teaching by examples) in the Akhism, the method what Americans call “case study”, should also be used in education (like explaining the Quran with examples).
ahi kul ahmed
Kelime-i Şahadet, Müslüman olmanın ilk adımı ve Müslümanların her gün namazlardan önce minarelerden ilan ettikleri sloganları, Müslümanların damgası olarak maddeye nakşettikleri, pek çok İslam devletinin bayrağının anlamı ve süsü olan Kelime-i Tevhid’in kabulünü ifade eder. Peki, Kelime-i Şahadet’in, “Eşhedu en lâ ilahe illâ’llâh ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve rasûluh.” demenin, bu sözü söylemenin bu çağdaki anlamı nedir?
“Ben Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in onun kulu ve Rasulü (elçisi, peygamberi) olduğuna şahadet (tanıklık) ederim” anlamına gelen Kelime-i Şahadet,
1. “Şahadet”
2. “Allah’tan başka ilah yoktur.” ve
3. “Muhammed O’nun rasulüdür.” bölümlerinden oluşan bir cümledir.
İslam’a giriş ilanı olan “Kelime-i Şahadet”in şahitler huzurunda söylen¬mesi, bu ilanla manevi bir topluluğa intisabın ilanından ziyade, sosyopolitik bir cemaate girişin gerçekleşmesindendir. Çünkü sadece bir dine girmek için şahitlere lüzum yoktur, zira bu insan ile Allah arasında olan bir husustur.
İnsanların çoğu Kelime-i Şahadet’in sadece bu cümleyi dille söylemekten ibaret olduğunu ve bir insan bu sözü söylediği takdirde onun Müslüman oldu¬ğunu zanneder. Tarihte de taraflan bulunan bu yaklaşım, Kelime-i Şahadet’i, hiçbir bedel ödemeyi gerektirmeyen, bedava bir ilan, bir açıklama hâline getir¬mektedir. Üzerinde imal-i fikir etmeden, vicdanıyla hissetmeden ve eylemiyle de samimiyetini ispat etmeden bu sözü söylemek ne kadar da kolaydır!
Şu anda İslam dünyasının durumu genelde işte bu düzeydedir.
Biraz daha cesur, biraz daha dindar ve biraz daha aydınlanmış biri isek, o zaman bu sözü sadece dille söylemekle yetinmeyip, ona “fikir ve düşünce “yi de katarız ve Kelime-i Şahadet’i söyleyince “Allah’ın var ve bir olduğu”nu da aklı¬mıza getiririz. Ancak bu da içeriği olmayan ve Allah’ın sadece matematiksel ola¬rak “bir” olduğunu ifade etmekten öteye geçmeyen bir sözdür. Hepimiz Allah’ın “bir” olduğunu bilmesine biliyoruz da peki “Bu bilginin gereklilikleri nedir?”, “Bu bilgi insan bilinci ve insanın var oluşu açısından ne anlama gelmektedir?”, “Dış dünyada bu bilginin bir etkisi var mıdır?” sorularının cevabına gelince, bu düzeyde olanların verecekleri fazla bir cevap yoktur. Böyle bir bilginin kupkuru ve güdük bir bilgiden öte bir anlamı yoktur. Zira Allah’ın “bir” olduğunu sade¬ce bilmek yeterli olsaydı, kimse Allah’a ortak koşmazdı. Şirk sadece Allah’ın iki veya daha fazla sayıda olduğunu söylemek değildir, aynı zamanda amaçlar ve hedefler konusunda da Allah’a ortak koşmak (şirk) demektir. Allah’ın “bir” olduğunu bildiği hâlde, gayr-i meşru ve dinin asla tasvip etmediği işler peşinde koşan, rüşvetin, şöhretin ve şehvetin esiri olup sürüklenen sayısız Müslüman(!) vardır. Işte bunların bir çoğu bile ahiliğe girmeyi imkansız kılan şeylerdir. Kelime-i Şahadet’ı söylemenin -bu sözü söylemenin dış dünyada karşılığı yok ise- koca kan inancından bir farkı yoktur.
Daha da dinine bağlı biri isek ve daha ileri görüşlü ve daha şuurlu/bilinçli biri isek, o zaman Kelime-i Şahadet nispeten insanın yaşadığı ve hissettiği bir şey hâline gelir. Artık Allah’ın “bir” olduğu bilgisi insan hayatı ve vicdanı ile daha sıkı bir irtibata geçer. Böyle biri söylediği bu sözün manasını idrak eder, içeriğini derununda hisseder, etkisini benliğinde fark eder. Ancak bu anlayış da hâlâ koca karı inancı düzeyindedir, çünkü bu bilginin dış dünyada ger¬çekleştirdiği herhangi bir şey yoktur ve hâlâ insanın iç dünyasını aşabilmiş, onun ötesine geçebilmiş değildir. Zira Allah hâlâ insanın içinde gizli, saklı, hapsedilmiş, bloke edilmiş bir bilinç düzeyindedir, etkisizdir, hareketsizdir, dinamik değil statiktir, aktif değil, pasiftir. Bu düzeyde, hayatla doğrudan ilişkili dünyevi ilgiler ve motivasyonlar daha güçlü olduğundan, insan hâlâ (Allah bilinciyle hareket etmekten çok) para, şöhret, fuhuş peşinde koşar veya içinde gizli bu Allah bilincinin etkisiyle hareket etmekten çok, geçim derdi vb. günlük hayatın dertleri ile hareket eder. Bunu tersinden ahiler için düşünürseniz islami ve edepli ahlaklı bir hayat yaşayan ahilerin aslında tevhid ve şehadet inancını tamamiyle özümsedikleri için bu yüksek ahlaka ulaştıklarını anlarsınız. Ama siz hala çocuk var babası yok derseniz bu inkar anlayışı sizi bir yere götürmez ve ne ahilik ne de kafanızda oluşturduğunuz ferdi ya da toplumsal ahlak gerçekleşmez. Hatanızın nedenini bile anlayamazsınız. Sürekli araba değiştirirsiniz ancak gidilen yol yanlıştır halbuki.
Din’e bağlılığımız açık-seçik hâle gelip de, “La ilahe illallah” sözünün bedelini ödemeye hazır olduğumuzda, artık realite ile daha sıkı bir ilişki içerisine gireriz, toplumun problemleriyle yakından ilgileniriz, fedakârlık için daha hazırlıklı hâle geliriz, daha cesur olur, daha az korku duyarız, içimiz daha pak ve saf hâle gelir, rutin gündelik işlere daha az boğuluruz. Artık Kelime-i Şahadet içeriden dışarıya çıkmaya başlamıştır. Artık Kelime-i Şahadet, sade¬ce bir söz, bir mana, bir bilinç hâli değil, bu Kelime-i Şahadetin bilfiil ger¬çekleştiği bir eylem’e dönüştüğü bir hâldir. Artık Kelime-i Şahadet hayata aktarılmaktadır. Pasif bilinç, eylem ve aksiyona dönüşmektedir. Hapsolmuş enerjiler serbest kalmakta ve realitede, dış dünyada icraata girişmek üzere yola çıkmaktadır. Ahilerin cesaretli olmaları ve ülke savunmalarında moğollara karşı koyan tek birlikler olmaları bu idrakli imanın aktif hale ahilik sistemi içinde getirilmesindendir. Fetret devrelerinde de Ankara’da yönetimi ele aldıkları daha sonra kendisi de bir Ahi olan Murat Hüdavendigara yönetimi teslim ettikleri biliniyor. Bunlar da iman gücünün bir parçası olarak sorumluluk duyma ve toplumu ülkeyi çıkmazdan kurtarmaya yönelik hareketlerdir.
Bina yeniden inşa edilecek ve bu düzeydeki bireylerden oluşan toplumlar tarihinin mecrasını değiştirmeye koyulacaklardır. İşte bazı düşülürlerin naza¬ri/teorik Tevhid ile ameli /pratik Tevhidin sentezinden kastettikleri de budur. Müslümanlar teorik Tevhid ile yetinip pratik Tevhidi terk ettiklerinde çök¬tüler, darmadağın oldular. Bugün onların salah ve felahları, nazari ve ameli, teorik ve pratik Tevhidin sentezini tekrar gerçekleştirmelerine bağlıdır. Ahilerin yaptığı tevhid’i nazari halden ameli hale çevirmeleriydi.
O hâlde Kelime-i Şahadet sadece bir söz ve bu sözün sadece sürekli olarak dille tekrarlanmasından ibaret değildir. Aksine Kelime-i Şahadetin anlamı, insanın toplum içinde yerini alması, çağına tanıklık etmesi, “İşte insanlar açlıktan ve hastalıklardan kitleler hâlinde ölüyorlar! İşte bu zenginlerin bulun¬duğu bir toplumdaki fakirlik sefaletidir! İşte bu da Müslümanlann -insanlık sahnesine çıkanlmış en hayırlı ümmetin- ülkelerinin apaçık işgal ve istilasıdır!” demesidir. Çünkü “şahadet”, ilan etmek şahitlik etmek, hazır bulunmak, onaylamak ve Allah yolunda hayatını feda etmek anlamlarına gelir.
Peki ne ilan edilecek, neye şahitlik edilecek, ne onaylanacak ve ne uğurda Allah için hayatımız feda edilecektir? Kısacası “şahadet”in çağdaş anlamı nedir? Cevap basittir: Burada şahadetten kastedilen, çağın gelişmelerini görmek, göz¬lemlemek, takip etmek, bu gelişmeleri değerlendirip yargıda bulunmak, realite ile fikir, Allah’ın mesajı ile toplumsal şartlar arasındaki uçurumu gözler önüne sermek, ilan etmek ve bu uğurda bir ömür harcayarak ölmektir. Çünkü çağına tanıklık eden o çağın şahididir. Bir başka açıdan “şahadet” insanoğlunun olduğu her toplumda, her mekân ve zamanda iyiliği emretmek, kötülükle mücadele etmek demektir, her türlü kötülüğü/şerri de engellemek ve karşı mücadeleye girişmek için eyleme, sözlü protestoya, yazılı-sözlü-görüntülü iletişim teknolo¬jilerini kullanmaya ve bilincini kötülüklere karşı -nefsinin aldanma ve baskılara boyun eğmemesi için- koruma altına almaya yönelmek demektir. Kısacası (Venezüella devlet başkam Hugo Chavez’e atfedilen “Dünyada olan her şey beni ilgilendirir. Dünyada olan biten her şey benim için mühimdir.” sözüyle işaret edildiği üzere) etrafımızda cereyan eden bütün olaylar ve gelişmeler karşısında “tavır almak, konumumuzu, safımızı, duruşumuzu belirlemek” demektir. dünyadaki savaşlar ve terör olayları petrol fiatları üzerinde %20′lik bir artış etkisi yaratıyor. haydi siz ilgilenmeyin. gerçi bu maddeci menfaatçi bir bakış açısı olmakla birlikte asıl dikkat edilmesi gereken temel dayanak insanlık ve merhamet bağlamında olmalıdır.
Peygamberlerin Vasıfları:
Peygamberlerin tümünün beş temel vasfı vardır. Bunlar: “Sıdk, Emanet, Fetanet, Tebliğ ve İsmet”tir. Bu vasıfları üzerinde taşımayan peygamber olamaz; peygamberlik iddia ediyorsa bu sahte olur.
Sıdk: Doğruluk ve asla yalan söylememektir. Bu vasfı peygamberliğinden önce de sonra da devamlı olmalıdır. İnsanlara yalan söyleyen Allah hakkında da söyleyebilir. Allah adına yalan söylemek ise günahların en büyüğüdür. Sıdk sadece sözle olmaz; davranış ve tutumda, hal ve hareketlerinde de doğru olması demektir. Tüm peygamberler her şeyleri ile doğrudurlar.
Emanet: Herkesin güvenini kazanması demektir. Güvenilmeyen insan peygamber olamaz. Toplumda kendisine itimat edilen ve güvenilen biri olması ve bu vasıfları ile öne çıkması ve meşhur olması gerekir. Peygamberimize “Muhammedü’l-Emin” denilmesi bunu ispat eder. Diğer peygamberler de böyledir.
Fetanet: Akıllı ve zeki olmak demektir. Akıl ve zekânın olması yetmez; aklını ve zekâsını mükemmel şekilde doğru olarak kullanmak daha önemlidir. Peygamberler akıl ve zekâları ile tebliğ ve davette, insanları idare etmedeki siyaseti ile bunu ispat ederek insanlara kendilerini kabul ettirmiş olmaları gerekir. Tüm peygamberler böyledir.
Tebliğ: Bu Allah’ın vahyini insanlara sadece duyurmak demek değildir. Eksiksiz duyurmak ile beraber insanların anlayacağı şekilde ve yanlış anlamalara fırsat vermeyecek tarzda muhataba göre açıklamak ve doğru olarak yorumlayıp uygulamak anlamlarını içeren bir vasıftır. Bazılarının zannı gibi peygamber (hâşâ) bir postacı değildir. Zaten Arap müşrikleri de bunu istiyorlardı. Siz Allah’ın emrini duyurun biz istediğimiz gibi anlayalım ve yorumlayalım diyorlardı. Peygambere itaat etmek istemiyorlardı. “Bize bunu bir melek getirseydi itaat ederdik” diyorlardı. Tebliğ, vahyin doğru şekilde anlaşılması ve doğru uygulanması anlamlarını içerir. Yoksa Allah bir melek ile kitabını gönderir ve gerisini insanlara bırakırdı.
İsmet: Günah işlememek, tüm kusur ve hatalardan uzak durmak demektir. Bu kusur ahlaktan ibaret değildir. Düşünce ve inançta, ibadet ve tebliğde, insani ve beşeri münasebetlerde istikamet ve doğruluk üzere olmak anlamlarını içerir. Peygamberler bunların tümünde hata ve günahtan, yanlış davranış ve hareketten uzaktırlar ve beridirler, her yaptıkları doğrudur. Yine peygamberler vahyi izahtaki hatalardan beridir demektir.
Bunların dışında ahir zaman peygamberi olan peygamberimiz’e (sav) has olan ve “Hasâis-i Nübüvvet-i Muhammediye” denilen vasıfları da vardır. Bunlar ise: “Son peygamber olması, Kur’anın, ahkâmının ve dininin kıyamete kadar devam etmesi ve tüm insanlara gönderilmiş olması” gibi üç temel vasfıdır.
Son Peygamber Olması: Hz. Muhammed (sav) son peygamberdir. Her şeyin bir sonu vardır. Peygamberlik müessesesinin sonu da Hz. Muhammed (sav) ile son bulmuştur. Bunun için peygamberimiz (sav) “Hatemu’l-Enbiya”dır. Bundan sonra peygamber yoktur. Çünkü sonunda kıyamet kopacaktır.
Dini Kıyamete Kadar Geçerlidir: Sondur, en mükemmeldir ve tüm insanların tüm zamanlardaki ihtiyacına kâfidir. İnsanlığın dünya ve ahiret saadeti için daha mükemmeli yoktur ve olamaz. Daha mükemmeli olamayacağı için yenisine ihtiyaç yoktur. “İnsan mükemmel yaratılmıştır. Daha mükemmeli olamaz” gibi bir durumdur bu. Bundan daha mükemmelini akl-ı beşer düşünemez. Bilmemek ve kabul etmemekle gerçekler değişmez. İnsan aklının görevi itiraz etmek değil anlamaya çalışmaktır. Yani akıl itiraz aleti değil; anlama aletidir.
Tüm İnsanlığa Gönderilmiştir: Kur’an ve Hz. Muhammed (sav) tüm insanlığın peygamberidir. Arapların ve müslümanların peygamberidir denemez. Peygamberimizin ümmeti tüm insanlıktır. İngiliz, Rus, Çin, Japon, Kızılderili, Zenci ve Eskimo’ların ve şu anda yeryüzünde bulunan Hindu, Şinto, Hıristiyan ve Yahudilerin peygamberi Hz. Muhammed (sav) dir. Hepsi peygamberimizin (sav) ümmetidir. Ancak onlar kabul etmemektedirler. Bu Arap müşriklerinin peygamberimizin peygamberliğini kabul etmemeleri gibi bir durumdur.
Ümmet ikiye ayrılır: Ümmet-i Da’ve ve Ümmet-i İcabe. Bir peygamberin davet ile mükellef olduğu tüm insanlara “Ümmet-i Dave” denir. Peygamberin davetini kabul edenlere ise “Ümmet-i İcâbe” denir. Bizler “Elhamdülillah” daveti kabul edenlerdeniz. Kabul etmeyenlerin tümü de “Davete” muhatap olanlardır. Bunun için “Ümmet-i Dâ’ve” dirler. Daveti kabul edenlerin görevi ise kabul etmeyenlere daveti duyurmak ve tebliğe devam etmektir.
tel etmişsin boğun ne ki derdin
şiir deyip nesre gül atmışsın
söz dilden olmaz dulkadiroğlu
şiir deyip de nesre gül atmışsın.
*
benim güreşim el huzurundadır
söyle derdini, er huzurundadır
gizli sırlarım hak huzurundadır
şiir deyip de şekle gül atmışsın.
*
bunca lafı güzafı bilmem mi hey
hak’tan bir fısıltı bu bilmem mi hey
nazargahı ilahi duymam mı hey
şiir deyip de nekre gül atmışsın.
*
benle aşşık atılmaz bilmedin mi?
rezil etmeden salmam görmedin mi?
ben kullara dost olmam yazmadım mı?
dostum deyip de ele gül atmışsın.
*
kul ahmedim çal kalem rüzigara
hakkı resmeyleyip gönlü efkara
görelim kim görür anı semada
dostum deyip de HAK’ka gül atmışım
*
Dulkadiroğlu!…
*
şiiri nesirle anlatma tezatı işleyen sn. yazar ve müdür Dulkadiroğluna taşlamadır…
*
ahi kul ahmed