Bir mürşit elinden tutan, nasibini her giz alır
Tevhid şarabın içenler, her giz mest-i elest olur
Dost çağrısına gelenler, huzurda ikrar kılanlar
Nefsine arif olanlar, Rabb’ine de arif olur
Dost ile Pazar kuranlar, benliğin yere vuranlar
Huzuru hakka duranlar, ölmeden de önce ölür
Kim ki canından geçtiydi, aşkın badesin içtiydi
Benlik dağından uçtuydu, ol kim esir değil hürdür
Nefs’ne uşaklık etmeyen, benliğin ardından gitm’yen
İnsan oğlu insan olan, şol dirilip olan gelir
Canını kurban eylem’yen, dostun diliyle söylem’yen
Yar ile gönül eylem’yen, deyin dosttan cüda kalır
Dost elinden meyi içer, mest olur şişeyi kırar
Her bir şeye arif olur, kendisinden değil bilir
Ahmed özünü gizliyor, her daim yarin özlüyor
Dostun izini izliyor, maksudunu anda bulur
Bismillahirrahmanirrahim
selamün aleyküm
İSLAMDA İHSAN ŞUURU
Kültürün eşya ve hadiseleri algılama biçimi var. Hayatı algılayan ve biçimlendiren bir biçimi vardır. Böylesine bir bakış açısı hayatımızı da değiştiriyor. İnsan ister istemez Modern kültürün yansımalarından etkileniyor.
Modern kültür Kadim kültürü inançtan her türlü yeniliğe kadar etkiliyor. Modern kültürün yaşadığı kriz önce aileyi etkiliyor. Bu bir gerilim oluşturuyor ve aynı anlamdaki zıt kavramlar insan olarak genlerimizi değiştiriyor. Makul ve saf olarak görünen HAK kavramı öylesine genişledi ve öne çıktı ki gittikçe çatışmaların kaynağı oldu. İnsan hakları, kadın hakları, hasta hakları, işçi hakları, çocuk hakları gibi…
İslam da ise vazife ve sorumluluklar merkeze alınır. Modern kültürde ise bu haklar bir varoluş mücadelesinden çıkıyor denilebilir. Hasta doktordan, kadın kocadan mücadele ile bir şeyler koparmaya çalışıyor. Çünkü hayatın tanımı “hayat mücadeledir” şeklinde yapılıyor. Bu durum sınıfsal yapı ve çatışma ortamından etkileniyor. İslam ülkelerinde sınıfsal bir yapı olmadığını düşündüğünüzde bu durumun ne kadar sakat bir anlayış tarzı olduğu anlaşılır.
Modernlik temelde din karşıtlığı üzerine oturur. Sekülerleşme ile din alanını daralttı. Din hayatın arka planına atılınca düzeltip toparlayacak bir şey kalmıyor ve hayat paramparça bir şekilde devam ediyor.
Modern dünya da ahlaka ihtiyaç duyar aslında. Fakat yine kendisi ahlakı imkansız kılar.
Din; değer koyar. Ahlak yorumsal bir tavırdır. Dinden beslenmediği sürece nereye kadar gideceği belli olmaz.
Hukuk formel, maddi müeyyidesi olan kaideler koyar. Ancak bu kaideleri yine toplumsal ahlak belirler. Yine bu noktada da dini değerlerin belirleyiciliği olmazsa değer ve fıtrata uygun tanımlardan uzaklaşılmış olur.
Dinin ulaşmadığı bazı Eskimo kabileleri 70 yaşını geçen yaşlılarını köyün dışına atarlar ve beyaz ayının gelip onu diri diri yemesini beklerler. Ayı adamcağızı bağırttıra bağırttıra yedikten sonra “tamam, dedemizin ruhu beyaz ayıya geçti ve daha uzun yaşayacak ” derler. Din daima iyilikle sonuçlanan normlar oluşturur. Hz. ademden beri böyle olmuştur. Fakat onu bir kenara atarsanız çıplak kalırsınız çıplak…
Modern hayatta,
Dinin yerini ……… ilim aldı.
Allah’ın yerini…… İnsan aldı.
Vahyin yerini………akıl aldı.
Türkiyedeki entelektüeller batı dini anlayışı ile davranıyor.
Merhamet ve acımak Rum 21 ‘de şöyle sayılıyor.
Rahmet
Meveddet
Sekinet
Olarak sayılıyor. Rahmet, acımak değildir. Kim kime acıyacak?? Acımak dikeydir ve Allah’tandır. Merhamet ve acımak rahmet olmaz. Bu incelik İhsan’dır, İyiliktir, güzelliktir. Ancak iyilik, güzellik içten gelerek güzellikle yapılırsa İHSAN olur.
Peygamber efendimiz oğlu İbrahim’i kaybettiğinde bir sahabi mezarı düzeltmek için mezarın içine iner. Peygamberimiz başındadır. Boş kalan bir deliği görünce der ki; şu karşısındaki delik boş kaldı der. Sahabi de “ya Rasulüllah bunun cenazeye bir zararı yok ki” deyince “ölüye yok ama dirinin gözüne var” der. Arkasından da şu hadisi irad ederler. “Allah bir kulunun yaptığı işi iyi ve güzel yapmasından hoşnut olur” buyururlar. İşte ihsan şuuru bu kadar önemlidir.
Nezaket=
İhsandan=== MEVEDDET; karşılıklı sevgi doğar= bundan da SEKİNET=huzur doğar.
Hak nihai adalettir. Son noktadır. Tersi ise zulümdür.
Borçlu ödeyemezse “başkasını kendine tercih etme” prensibi gereğince bağışlama yapabilmelidir. Bu bir insan ahlakıdır.
Hakşinaslık—karşı taraf oluşturur.
“Hak verilmez alınır” diye bilinir yanlış bir şekilde.
“Her hak sahibine hakkını ver” HADİS. Bu hadis hak almaya değil sorumluluğu hitap ediyor.
Adaleti aşan değerler ne olacak? Örneğin merhamet gerektiren konular hak kavramıyla çözülemezler. Bu kırılgan ilişkiyi hak üzerine kurarsanız diğergamlık gibi erdemleri iptal etmiş olursunuz.
Peygamber efendimiz kızı Fatıma’yı çıkarırken ona şöyle diyor: “Kızım, ülfet ettiğin ortamdan bir başka ortama gidiyorsun. Sen kocana cariye ol, o da sana köle olsun”
Artık buna rağmen bütünleşme sağlanamıyorsa bunu sorgulamak gerekir. Kuran bir ayetinde “siz bütün oldunuz” diye buyurur. Onun hitabı zevc ve zevce kelimeleri üzerindendir. Öyle ki; zevc kelimesi; ayakkabı, mes veya çorabın teki demektir. Biri diğerine lazımdır ve parçasıdır. Aynı numaradan olması gerekir ve sağ mes solun yerine geçmez, sol mes de sağın yerine geçmez. Sol sola sağ da sağa giyilir. İşte Kuran’ın bu benzetmesi müthiş bir ilahi benzetme veya adlandırmadır denilebilir.
Halbuki batıda hırıstiyanlık değer üretmekten iyice uzaklaştığı için toplumsal cinsiyet rollerinin değiştirileceğine ilişkin sapık fikirler gelişiyor. Böylece roller karışıyor. Bunun akabinde haklar devreye giriyor ve toplum kesimleri karşı karşıya gelip iyice ayrışıyor. Arkasından “o benim hakkımı yedi” deyip kavga başlıyor.
Biz ne yapıyoruz derseniz; biz, “batıyı suçlayıp kendimizi beraat ettiriz” desek pek de yanlış olmaz sanırım.
Adamın son model jeepi var, yerde rahle ve megafonla ders yapıyor=zıtlık.
Batıdan fikir alırken ona bir parola sorabilmeli ve içini kendimize göre doldurup bize uygun hale getirmeliyiz.
Müslümanlar ya çok geride kalıyor ya da hayat budur deyip uyuyor. Hayatta gerilimler var. Yer bulmak için dik durmak gerekiyor. Boşanmalar, fikri çözülmeler ve bir çok yaşam problemleri yaşanıyor. Bu ortamda batının yaptığı gibi hakka temel bulmak son derece yanlış olup ayet ve hadislerde dikkat çekilen vazife ve sorumlulukları daha önemli olarak ön plana çıkarmalıyız.
Ülkemizde hak ve vazifenin içi boşaltıldı. Eşitlik kavramı öne çıkarılıyor. Halbuki eşitlik kavramı kadın ve erkeği karşı karşıya getiriyor. Halbuki İslam’da TAMAMLAYICILIK vardır. Kadın erkek eşit olmaz. İki farklı şeyi, tamamlayıcılığını öne sürerek bir elmanın birer yarısı gibi eşitlerseniz bu benzetme yanlış olur. Zira eşler zevc kelimesinde olduğu gibi iki farklının birbirinin yerine geçmeden birbirini tamamlamasıdır. Eşitlemek yerine erkeğin üstünlüğü ile kadını tamamlaması, kadın da kendi üstünlüğü ile erkeği tamamlar…
Böyle bir ortamda eşitlik değil de tamamlayıcılık olduğu için bir saygı düzeni ister istemez oluşur ve öfke ve hakarete yer olmaz. Şayet problem çıkarsa bu yapı o sorunu çözebilecek bir ortam sunar. Çünkü eşitliğin kavga ettiriciliği yoktur burada. (Veceale beyneküm meveddet) sevgi ve merhamet temelli bir yapı öngörüyor Kuran.. Temelde yatan şey kulların fiili davranışıdır. Yanlış davranışlar aşkı bitirir.
Rasulüllah veda hutbesinde “siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız” buyuruyor. Emanet=sığıntı değildir. Bu, sorumluluğun zirvesidir. Emanet= birisinin yanına bırakılan kişi ya da eşyanın aynen zarar vermeden geri vermesine denir. Allah diyor ki; “bir zarar verirseniz ona ihanet edersiniz” diyor. “Birbirinize takva elbisesisiniz” buyuruyor. Burada meseleye bütüncül bakılması gerekir. Buna göre kadın da erkeği, onu ilgilendiren özellikleri ile doyurarak da olsa koruması gerekir. İslam ailesi kendini nasıl görüyorsa ona göre hayatını kuruyor. Halbuki dinini bu inceliklerini bilmekten aciz. Biraz eğitim gerekli görünüyor.
Kız çocukları “ekonomik özgürlüğümü kazanmak istiyorum” diyor. Daha baştan aile olmak düşüncesi yok. Evlendiğinde kocasının peşinen dışarı atacağı varsayımına göre “ben kışa hazırlanayım da yaz gelirse bahtıma” hesabıyla en kötüsü için baştan uğraş veriyor. İş hayatı da görevlerde ihmal ve yorgunlukları getirince kavgalar ve gerçekten de beklendiği gibi boşanmalar kendini gösteriyor. Artık yumurta tavuk hikayesine dönüyor ve sol ayakta sağ ayakkabı ne yapıyorsa aynen öyle oluyor. Artık ailede eşitlikçi, tartışmacı, kaba davranışlar aile olmaktan uzak bir tartışma hayatını beraberinde getiriyor. Fertler artık fedakarlıklardan uzaklaşıyor baştan. Bireysellik öne çıkıp ego öne çıkınca kavga kaçınılmaz artık. Halbuki aile ben değil biz olmayı gerektiren bir yapıda olmalıdır. Rasulüllah efendimizi bir sahabe davet edince “aişe ile geleceksek gelelim” diyor davete.
Cibril hadisi, bildiğiniz üzere 4 temel soruya oturur. Sırayla İman nadir? İslam nedir? İhsan nedir? Ve kıyamet ne zaman kopacak sorularıdır bunlar.
İlk üç sorunun cevabından sonra kıyametle ilgili sorunun alametleri konuşulurken “cariyenin efendisini doğurmasıdır” buyrulur. Bu, öyle insanlar göreceksiniz ki meteliksizken-çobanken- birden zenginleşecekler ve aralarında yarışacaklar. Böylece statüye göre itibar öne çıkacak. Sizin gibi olmayan insanları dışlamaya başlıyorsunuz. Burada statü farkından dolayı ihtiyaç pompalanıp mal doldurmasını sorgulamak gerek.
Evimizde salon takımı genellikle 7 kişiliktir. Adeta misafire 5 kişi gelin fazla gelmeyin diyorsunuz.
Sabır ailede çok önemli. Ailede duygu yüklü tavırlar çatışabilir. Bunların kaynaşması, ülfeti kolay değil, süreç ve sabır istiyen şeyler bunlar. “sabırla koruk, helva olur” bu olmayınca boşanıyorlar. Temel sorun ise fedakarlığın değil de ben duygusunun öne çıkmasıdır denilebilir. Problemlerde bencillikten çocuğu bile düşünmüyorlar. Zira önemli olan kendisi. Değerlerimizi İSLAM İLE DOLDURMALIYIZ: EŞYA İLE DEĞİL.
Şunu alırsam daha rahat olurum diyor. Eşya ile alışveriş tatmini istiyor = boş meşguliyet = aile olmaktan kaçış.
Erkeğin de TV ve İnternete 5 saat seyretme zamanı ayırması da aile olmaktan bir kaçıştır denilebilir.
Şöyle bir düşünün. Rasulüllah’ın ev eşyası nasıldı? HAKİKATE MUHAMMED’LE GÖZ AÇMAK GEREK.
İnsan görevini zekat ve sadaka ile bol bol yerine getiriyorsa alacağının en iyisini alabilir. Ancak bunu da sonuna kadar kullanması gerekir. Bir Hadis’te şöyle buyruldu: “Allah, rahmetini kullarının üzerinde görmekten hoşnut olur.”
Günümüz insanı 3 ayda bir takım değiştiriyor. 30 çift ayakkabı. 50 çift elbise. 50 başörtüsü. Tüketim ve tesettür dahi teşhire dönüşüyor. Bir elbise alınca buna uygun ayakkabı ve çanta da alması gerekiyor. Böylece her renkle giyilebilecek elbiseler alınmadığı için gösterişli moda tüketimler diğer tüketimleri de beraberinde zorluyor.
Saç ektirme şu kadar. Bu şu kadar aç insanı doyurur halbuki.
Benim için israf yoktur, asla yapamam diye düşünerek “ela bi zikrillahi tatmeinnel kulüb- kalpler ancak Allah’ın zikri ile mutmain (tatmin olur sukünet bulur) olur” ayetini hatırlamalıdır. Oysa biz bunu dolduracak başka şeyler arıyoruz. Şu soru önemli: eşyayı kullanıyor muyuz? Yoksa eşyaya tapıyor muyuz? Bir hadiste “ kumaşın kulları…” diye geçer. Bu hadis bugün aynen geçerli değil mi?
Batı’nın özgürlük anlayışı tanrıdan (Kilise temsil ediyordu) bağımsızlaşma olarak algıladı. Bu sefer tanrıdan kaçarken kendine (İnsana) tapar hale geldi. İlişkiler large hale geldi. Özgürlükler öylesine sınırsız ve fıtratsız hale geldi ki farklı evlilikler, eğer insan istiyorsa olabilir dediler. Namus ve iffet büyük yaralar aldı. Fıtrat bozuldu. Özgürlüğün tanımını batı : “İnsan, Allah’tan uzaklaştıkça özgürleşir” dedi.
Halbuki Kuşeyri: “ÖZGÜRLÜĞÜN HAKİKATİ, KULLUĞUN KEMALİDİR” dedi.
Halbuki İnsan ne kadar deniz suyu içerse içsin susuzluğu artar!!!!! yani ne kadar tüketirseniz tüketin tatmin olmayacaksınız demektir. Amerikalıların %70′i sakinleştirici kullanıyor ve mutsuzların oranı %70. Batılılar, gelirimiz üç kat arttı fakat mutluluğumuz %40 düştü diyorlar. bizde ise mahkemelerin asli görevi boşanma davaları oldu. üç kat arttı. aile bakanlığı aileyi kurtarmaz. İslam Bakanlığı aileyi kurtarır. Yukarıda Kuşeyri’nin sözünü okumadınız mı? “Özgürlüğün hakikati kulluğun kemalidir”
Daha çok kul olmalıyız. Kulluk edeptir evvelde. Sınırsız toplumlar edepsiz toplumlardır. Bu yüzden aşırı özgürlük ferdiyetçiliği getirdi. Ego ise hak sorununu, hak ise alınır denilerek kavgayı.
Bir müslüman kadın veya erkek hak adına hak kavgası yaparak feminizmin veya bilmem neyin telinden çalamaz. Müslüman, müslümanlığın içinde bir görevini yerine getirebilir ve arkasından başkasını görevini yapmaya davet edebilir.
Zekat, açın, komşunun, akrabanın doyurulması, işçinin alnının teri kurumadan ücretinin verilmesi hep görevdir. Allah fakiri zenginin merhametine bırakmadı, tavsiye etmedi. Emretti, vermezsen devlet toplasın dedi, daha da olmazsa malını eksiltirim dedi. Daha da olmazsa ahirette senin sırtını alnını dağlarım dedi tehdit etti. Bizler İslam’dan uzaklaştıkça görevlerimizi unutuyoruz. Bu yüzden zulme uğruyanlar da feministlerin ya da Allahsız bilmem kim olup hak arayıcıların kavgacıların kucağına düşüyorlar. Fertten aileye ondan da ülkeye sıçrıyor huzursuzluk.
aşık ahi kul ahmede yazmak nasib olmuştur..
Bismillahirrahmanirrahim
selamün aleyküm
Ahlak; niyet, irade ve davranışa dönüşmüş bir ‘din’dir. İlme göre insan “akıllı hayvan”dır, Dine göre ise şahsiyet ve ahlak sahibi bir canlı varlıktır. İnsan ile hayvan arasındaki temel fark, fiziki, bedenî veya zekâ ile ilgili değildir; bilakis her şeyden önce manevi olup, dini, ahlaki ve estetik şuurun varlığında kendini gösterir (homo religious). Çünkü nerede insan zuhur ettiyse, onunla beraber din ve sanat da zuhur etmiştir.
Dinsiz bir insan topluluğuna şimdiye kadar rastlanmamıştır. Hayvanlarda mukaddes veya yasak mefhumları olmadığı gibi, insanın anladığı manada güzellik mefhumu ve estetik heyecan da yoktur. Kısacası insan hayvan olmak istemeyen yegâne varlıktır.
Adalet ve fazilet uğrunda fedakarlık Mutlaka bir ahiret inancına dayanmalıdır..
Çünkü ahlaka uygun davranış, ya izah edildiği gibi manasızlıktır, ya da Allah varsa bir anlamı vardır; üçüncü şık imkânsızdır.
İnsanın önemi, her şeyden evvel, iyiyi istemekten öte, iyi ile kötü arasında seçim yapma imkânına sahip olmasındadır. İnsanın hür iradesiyle yaptığı seçim dışında “iyi” mevcut değildir ve zorla “iyi” olmaz. Zira “iyi”nin şartı özgürlüktür, kaba kuvvetle ve zorlamayla özgürlük bir arada olamaz. “Dinde zorlama yoktur.” (2/el-Bakara, 256). Aynı ilke ahlak için de geçerlidir: Zorla alıştırma doğru davranmayı dayattığında bile haddi zatında gayr-i ahlaki ve gayr-i insanidir
Aklın ahlakla ilişkisi nedir? Akıl varlıklar arasındaki ilişkileri keşfetmekten başka bir şey yapamaz. Bu yüzden “değer yargısı” akıl dışında başka bir referansı gerektirir. Toplumların sürekli ahlaki değerlerde farklılık yaşamalarına rağmen iyi güzel doğru değerlerinin temel kaynağı ilahi dinlerdir. Eğer bu bazı temel almazsak her toplum kendi durumunu ideal gösterecek ve bir ortak değer oluşturulamayacaktır. Ilahi dinlerin ilk insanla başladığını ve sürekli toplumları ahlaken beslediğini ve tevhidle güçlendirip sevgi ile gözü kara yaptığını, amaçlarını kutsal tutan bu kişilere Allah tarafından bu dünyada da, ölümden sonrası için de bir fikir ve güzel karşılıklar vaad ettiğini düşünürsek, genel olarak Ahilikle temsil edilecek iyi, doğru ve güzelin ahlakın bozulmamış VAHYE dayanması gerektiği kanaatine varırız ister istemez. Artık Ahiliği insanlık bilimi diye yalınkat yutturanlara acımaktan başka çare kalmıyor dostlar..
ahi kul ahmede nasib oldu
Bismillahirrahmanirrahim
-Hakk yolcusu daima Esteğfirullah’ı yanında taşımalıdır. Kişi daima ileri gitmeli ve bir gün önce geride olduğuna “Esteğfirullah” demelidir. Hazreti Rasulüllah’ın her gün 70 kere estağfirullah demesinin anlamının bu olduğunu düşünüyoruz. Zira onun işlemiş ve işleyecek bütün günahları affedilmişti. Siz de aynı nedenle estağfirullah diyebilirsiniz bizim gibi. Yani geçmişteki geride kalmışlığnıza estağfirullah diyerek. Elbette daima ileri gitmeğe çalışarak bunu yapmalı.
Ardından hiç bir aktiviteniz yoksa bu tövbeniz de zor kabul görebilir. İslam, doğru itikat kadar salih ameli de bir aktivite olarak emreder.”Din ameldir” Buyruldu Hadiste. Bu yüzden Müslümanın yatması da ne demek öyle. tevekkül bir aktivitenin ardından söylenebilecek bir sözdür. halbuki bu günkü Müslüman hareket ve fedakarlık yapmadan tevekkül etmeğe kalkıyor ki bu davranış bir teekkül=ekmek yiyiciliği”dir.!! İslam’ın ileri gidememesi İslam’dan değil fakat Müslümanın bu sakat ve uyuşuk halindendir. Yani İslam’ı TEBLİĞ edebilmek içun TEMSİL gerekir. Temsil olmayınca Tebliğ yerini ve etkisini göstermez. Hazreti Rasulüllah “emin ” olmasaydı Temsil edemezdi. Temsil edemeyince de tebliği tutmaz ve etkili olamazdı..
BİR HİKAYE: geçmişte bir adam bir serçenin kanadına basar ve kırar. Serçe ise gider kuş dilini bilen Süleyman Aleyhisseşlama durumunu şikayet eder. Neyse dava görülür ve adam suçlu bulunarak kısasa hükmedilir. Adamın da kolu kırılacaktır. tam b u sırada serçe der ki, durun durun ben bu adamı uzaktan gelirken sakalıyla cübbesiyle sarığıyla gördüm ve güvendim. şayet böyle olmasaydı o gelirken bir ağaca çıkar korunurdum. bu yüzdfen siz onun kolunu kırmayın fakat cübbesiyle sarığını çıkarın ve sakalını da kesin” der. işte bir insan kemali bulmadan sahneye çıkmamalıdır. bu herkes için geçerli olduğu gibi yönerticiler için de mutlaka gereklidir diye düşünürüz vesselam…!!??
-İnsan çok merhamet ettiğinde bunu kendinden bilmeye başlayabilir. Bunu önleyerek kibirden kurtulmak için kişi estağfirullah demelidir. Zira merhametin kaynağı Allah’tır. Önce o merhameti Rahman sıfatından verir ve kişi merhametli olur. Fakat bunu kendinden bilirse kibre düşebilir. Fakat buna rağmen kişinin bu mrerhameti iyi taşıması ve yayması da cüz’i iradesiyle olduğu için Hakk yanında kıymret bulur. Bir hadiste “din merhamettir” buyuruldu. Fakat öncelik adalettir. Adaletin örtemediği bir şeryi merhametle örtmeniz gerekebilir. Bu merhamet de keyfe bırakılmış değildir. Ayet ve ilgili hadislerde çok etkili olarak merhamete yer verilmiştir.
-Hakk yolcusu uçmak, kaçmak, kerâmet, keşif ve benzeri olağanüstü olaylarla ilgilenmemeli, iltifat etmemeli, bunları başka insanlara taşımamalı, insanları kerametleri ile değerlendirmemelidir. Kendi de gördüğü rüya ve benzeri şeyleri sadece birlikte yola çıktığı kişi ile paylaşmalı ve sonrasında unutmalıdır.
-Namazları mutlak surette cemaatle kılmaya çalışmalı, İşi müsaade ediyorsa yakın bir camiye biraz geç gidip Ümmeti Muhammed’i toparlayarak hem kendine hem başka Müslümanlara merhamet etmek için cemaate mümkünse imam olmalıdır.
-Farzı bitirir bitirmez cemaat yerinden oynamadan “Bir Hadis söyleyeceğim, lütfen Allah’ın İkra emri içun dinleyiniz, rica ediyorum” deyip açık ve gizli manalarını iyi bildiği bir hadis veya ayet-hadisleri çok tatlı, sakin ve sessiz, kimseyi rahatsız etmeden anlatmalıdır. Bu anlatımda fıkhî mes’elelere girilmemelidir. Daha çok itikat ve toplumsal ahlâk mecburiyetlerimiz üzerinde durulmalıdır. Namaz bitince gerek Cami içinde ve gerekse eve-işe giderken daima güler yüzlü olunmalı ve birçok insana ülfet edilip, tanımasak bile selam verip hatırı sorulmalıdır.
-Yolda giderken makul bir zikrin dışında zikirle meşgul olunmamalı, karşılaştığı insanlara selam vermeyi, hastaya gidiyorsa hemen onunla meşgul olmayı tercih etmelidir. Zikir çekerken birisi gelirse zikir hemen ertelenmeli ve o kişi ile Allah için ilgilenilmelidir. Allah’ın nazargahı ilahisi inanan müslümanın kalbi olduğu unutulmamalıdır. Bir kişi ile konuşma mecburiyeti doğduğıunda zikre devam edilmesi kişiyi riyaya sürükleyebilir belki. Sadece insanlarla konuşurken bile kalbi içinden Allah’ı zikretmeye devam ediyorsa bu olabilir.
-Yapılan sâlih amellerden sonra İlâhi Rızâ’dan gayri, cennet isteği ile abartılı isteklerde bulunulmamalı, ancak bu ikramlar da küçük görülmemelidir. İslamda Salih amel islamın 5 şartı ile sınırlandırılmamalı ve Allah adına yapılan her iyi ve islama uygun amel Salih amelden sayılmalıdır.İslam’ın 5 şartını İslam’ın unsuru olarak düşünülmeli ve çerçevenin geniş olduğu ve islamın sınırlandırılmaması gerektiği unutulmamalıdır.
Camiye girildiğinde en ön safa oturmaya çalışılmalı, Allah’ın ön safa verdiği ikram küçük görülmemelidir.
aşık ahi kul ahmede nasib oldu bunlar
İnsan neden sürekli bir başka insanı ister yanında? Başkalarının desteğine ihtiyaç mı duyar? Onların varlığı sayesinde mi ayakta kalır? Onlar olmadan mutlu olamaz mı?
Kötü zamanlarında yanında olmasını, ona yardımcı olmasını mı ister yanındakinden? Yoksa hiçbir şey yapmasa bile, yanındakinin onu anladığını, yanında olduğunu bilmesi yeter mi bir kişi için? Peki ya iyi zamanlarda? O zaman da bu iyi halini paylaşmak istemez mi?
Peki ya kaybederse O ‘nu ? Ya da O, kendisi gitmek isterse? O zaman ne yapar? O’nu tekrar kazanmak için gayret mi eder, yoksa gitmeyi istemesine saygı duyarak kabul mu eder bunu ? O kişi artık yanında olmasa, neyin anlamı kalır? Paylaşacak bir dost olmadan mutluluğun bir anlamı var mıdır? Peki ya katlanacak bir zorluk varken, dayanacak bir dost yoksa katlanmanın, çabalamanın bir anlamı yoktur elbet…
Bir insanla dost olmak, isteyerek yapılabilecek bir şey değildir. Eğer o kişiyle karşılıklı bir sevgi, güven, yakınlık hissediyorsanız dost olabilirsiniz; isteğe bağlı olarak birini sevemez, ona güvenemezsiniz. Bu yakınlık öyle bir anda olmaz ama bir zaman geçer, o kişiyi gözlemlersiniz, bazı davranışlarını, huylarını öğrenirsiniz.
Bazı güzel özelliklerini görürsünüz, takdir eder ve belki bunları kendinizde de görmek için gayret edersiniz. Kısaca o kişiyi zaman içinde tanırsınız. Bir çok insan tanırsınız zaman içinde fakat O kişi herkesten farlıdır. Dostlukları ve dostları özel ve değerli yapan da budur zaten. Herkesin dostunuz olmaması…
İnsanın bir dostu olması gerçekten çok önemlidir. Çünkü hayatta bazı şeyler sadece paylaşılınca değe kazanır, bazı sıkıntılar anca paylaşıldığı zaman aşılabilir. Fakat bir insan başka bir insanı “ bir dost, bir kardeş” gibi görüyorsa, değerli olması için o kişi uğruna bir şeyler yapması ya da bir şeyler paylaşması şart değildir.
Gönülden sevilen bir dost, isteyerek ya da istemeyerek ne kadar uzakta olursa olsun, esasen gönüldedir; ve O’nun değerini hiçbir şey değiştiremez. İnsan hayatı boyunca bir çok durumu ve ruh halini yaşar. Kimi zaman her şey yolundadır, kimi zaman değil. O halde gönlü iman ile imar etmeli ki bu dostluk listesine kim girerse veya çıkarsa hep aynı seviyede kalabilsin.
İşte dinimizin Allah için sevin ve Allah için buğz edin denmesindeki maksat budur. Ayrıca “insan sevdiği ile beraberdir” hadisi de sevilenlerin ayrılsa bile kolay kolay gönülden çıkmadığını da göstermiyor mu? Ayrıca insan severek sevilir dinimize göre. Bir başka deyişle insan mutlu ederek mutlu olur deriz inancımıza göre.
Artık hangisini seçerseniz seçiniz yolunuzun çıktığı yerler dostlarınızdır. İnsan Allaha gitmeden dostluk edinmeye kalkarsa karşı karşıya gelerek omuzlar kırılabilir. Gerçek dost Allah olduğu için bu süzgeçlerden geçen dostluklar dostları yan yana kardeş de yaptığından kırılmaz kokuşmaz, bozulmaz.. Ne mutlu Allah için sevenlere…Ne mutlu suya değil mermere yazılan iksirli kelimeye = DOST
Fakat insan bunu zayi olacağını bile bile suya yazar. bu suya bir taş isabet ederse hemen de bozulabilir. bu yüzden bir mermere yazmalısınız ki kolayca bozulmasın.
Dost dosta değil dosttan dosta bakar
Alır rahmet döner halka nur saçar
aşık ahi kul Ahmede nasib olmuştur
BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM
Selâmün Aleyküm
Hakk yolunda ilerlemek için yapılabilecek bazı mülahazalar:
- Cuma günü mübarek bir gün olup, ibadet ve kul haklarında büyük hata olmazsa, iki cuma arasındaki günahlar affolur.
- Hırıstiyanlar kainatın yaratılış günü dediler gidip pazarı seçtiler. Yahudiler de cumaertesini seçtiler. Müslümanlar ise Medine’de Hz. Rasulüllah gelmeden toplu namaz kılmak istediler ve bunun için Cuma gününü seçtiler. böylelikle en bereketli doğru günü Müslümanlar bulmuş oldu. Haz. Rasulüllah da bunu doğru bulup uydu.
-Bu günde salavatı artırınız buyurdu Rasulüllah
-Cuma Müslümanlığı diye bir şey yoktur İslam’da. namaz her gün 5′er 5′er kılınır. kılmayanın borcu affolur diye bir şey yoktur. o ALLAH’a kalmış bir şeydir. Hadis’te ; 5 vakit düzenli kılıp büyük günahlardan ve kuyl haklarından kaçınanlara Allah’ın cennet sözü vardır. 5 vakit kılmayana sözü yoktur. dilerse affeder dilerse azap eder buyuruldu.
- İtikad boyutunda Allah’ın işine karışmayınız. Sizin zulüm gibi gördüğünüz şeyin arkası hayır olabilir. Bu yüzden olayları yargılarken acele etmeyip sonunu bekleyiniz. her gamda bir nimöet, her nimette bir gam gizlidir. Hiç bir şey zuhur ettiği gibi değildir.(Kehf suresinde Musa as ile Hızır as ın yolculuğunu daima hatırda tutunuz.. Her hafta cuma günü bir defa Kehf Suresini okumak kişiyi bir hafta belalardan korumaya vesile olur. Bu sure korku çeken insanlara özellikle küçük çocuklara şifa olarak da okunabilir. Yalnız okuyanın da ağzı biraz temiz olmalı. Okuduğum çocuklar korkudan kurtuldu. siz de gayret edin, Allah duanızı boş çevirmez)
- Seven sevdiğine tabi olur. Allah’ın ve Rasulünun her emrine itirazsız tabi olup yapmaya çalışınız. severek yapamıyorsanız iman kalbininize sinmemiş demektir. Hadisler bu yöndedir. dikkatli olunuz.Dininizi şikayet etmeyiniz. Yapabildiğiniz kadar yapınız. dine güç yetiremezsiniz.
- Allah’ı seviniz. İnsanlara sevdiriniz. Allah’tan korkmak demek onun gazabından korkmak değildir. Allah’a muhabbet edenler Allah’ın muhabbetini kesmesinden korkarlar. İşte korku budur. Ben ömrü hayatımda gençlik dönemimde bir gün günah işledim. Rabb’im bana hiç gazabını göstermedi. sadece sevgisini rahmetini üstümden kesiverdi. O yıllarda da keşfim açık olduğu için bu eksikliği hemen hissettim. Rabb’im bana sırtını dönmüştü. Sevgilimin sırtını dönmesi o kadar çok ağırıma gitti ki yollarda perişan oldum. önce günahımdan dönüp düzenli ve gözyaşlı tövbelerim bir ay sürdü. bir aydan sonra dualarımın kabul olduğunu ve bu durumun sona erdiğini hissettim. bu durum bütün ömrümde bir defa oldu. buna rağmençok çeşitli anlamlar için günde 500 estağfirullah çekerim.
haz. Rasulüllah’ın günahsız olmasına rağmen günde 70 veya 100 defa çektiğini hatırlarsanız bunun yalnızca tövbe için olmadığını anlarsınız. hakk yolcuları yükseldikçe benlik zorlamasına uğrarlar. yaptıklarını kendinden bilme eğilimi artar. bu benliği kırmak için estağfirullaha ihtiyaç hasıl olur. bir de günü gününe eşit olmayacak derecede gayret ve ihlaslı olan kişi bugün ilerdeyse dün geride olmuştu. o halde o geriye bir estağfirullah demesi gerekmez mi?
- Allah’ın adını anmadan peygamberi dahi sevmeye kalkmayınız.
- Allah’a dua ederken kendinizden çok ümmete dua ediniz. Bize verilen özel dua şöyledir. sizler de edebilirsiniz. (Allah’ım, Rahmanım, Sübhanım, Sultanım, Zülcelalim. Ya Rabbi Ümmeti Muhammed, Ya Rabbi Ümmeti Muhammed… diye sadece son tekrar eden kısmı tekrar edeceksiniz. (100 ila 500 arası olabilir) kendinizi özel duadan biraz geri tutacaksınız. ve Ümmet sözünden
payınıza ne düşerse ona razı olacaksınız. Bu fakir kardeşiniz şu geçtiğimiz 5 aydır kendisine verilen bu duayı gözyaşı ile yaptı. Hiç kendine dua etmedi. ümmete ettiği duadan ne payına geldiyse ona razı oldu. bundan 15 gün önce Rabb’im beni gökyüzüne çekti. Sonra bir kuşak nur içinde ayak tırnağımdan girip saçlarından çıktı. ve bana bu sağlıktır denildi. bu dualardan ümmete ne fayda ulaştı o bana bildirilmedi. bunun anlamını ümmete aynı iştiyakla dua edebilmem için olduğunu düşündüm. ancak çok faydanı Hakk rızasından sadır olduğunu kalbim söylüyor. bazı sırlar da beraberinde elbette.
- Tevhid; Allah’ın varlığına ve birliğine inanmakla bitmez. Allah’a “Kural Koyucu” olarak “boyun eğmek” de gerekir. Laiklik, Kur-an’ın devlete olan hükümlerini inkâr etmek demektir. Bu durum, Kur-an’ı ve kitaplara imanı inkâr etmek olup, küfür anlamına gelir. Laikim diyen kâfir olur. Bu konu insanlarla konuşulurken aynen söylenmeli, ancak küfür kısmı söylenip kâfir kelimesi söylenmemelidir. Fikir hedef alınmalı fakat şahıs incitilmemeli. Bu prensip bütün konuşmalarda uyulması gereken İslâmi bir kuraldır.
- Her beşerî ideoloji “TAĞUT”tur. Allah’ın görevleri TAĞUT’a verilerek şirk oluşturulur. Bu yüzden kimi sevdiğinize dikkat etmelisiniz. (bazı TAGUT’lar şunlardır. liberalizm, sosyalizm, komünizm, milliyetçilik, kemalizm, batıcılık, ulusçuluk, aşiretçilik, milliyetçi hareket partisi, cumhuriyet halk partisi - bu parti Cehennem partisi olarak görünmektedir ) bunlardan ve bunları savunan partilerden uzak durunuz. Yukarıdaki TEVHİD yorumunu tekrar okuyunuz.
Mülk O’nundur. O halde Malik de O’dur. Hüküm koyma hakkı da Malikindir. O halde Allah’ın kanunları yeryüzünde geçerli olmalıdır. Kim bu amacın dışında bir amaca hizmet ederse küfre gider. kim başka bir ideoloji içinde yer alırsa TAGUT içinde ŞİRKE gider. Müslümanın bunu bildiği halde bulunduğu yerde İslam’ın, Allah’ın kurallarının geçerli olması için uğraşmazsa (cihad etmezse veya cihad arzusu olmadan) ve öylece ölürse münafıklığın bir şubesi üzere ölür (Hadis)
- Hiç kimse bir ülke kurtaramaz. Allah’ü Teâlâ Bedir Savaşı’ndan sonra “Sen atmadın, O attı” diye ayet indirdi. Hz. Resûlüllah bu savaştan sonra “Esteğfirullah” dedi.
- Başka insanların putlarına küfretmeyiniz. Ülkeyi kurtardı diyene kötü söz yok. Daima yapılan yanlışlığa dikkat çekilmeli. İnsanlar karşıya alınmamalı.
aşık ahi kul ahmed yaptı bu sohbeti
Sevgili okurlar.
İyi insan olmak için yalnızca kendi tasdikiniz yetmez. Toplumsal ilişkileriniz güçlü olmalı, diğer insanlara karşı duyarlılığınız yüksek olmalı ve başka insanların dertleriyle dertlenebilecek özelliklere sahip olmanız gereklidir.
İletişim kurallarına göre 3Y’yi (yok, yavaş, yarın) hayatımızdan olukça çıkarıp, 3Z’yi (zerafet, ziyaret, ziyafet) hayatımızın odağına yerleştirmemiz bizim iyi insan ya da güzel insan olmamıza önemli katkılar sağlayacaktır.
Eveti bol olan, hayırı az yani yoku az olan kimse daha mutlu ve huzurlu olur. İnsanlara karşı “yok olmaz” “hele bir yarın olsun da bakalım” ya da “acelen ne? Yavaş yavaş işin hallolur” şeklinde cevaplar vermek, bir başka deyişle “işi yokuşa sürmek” hem başkasını ve hem de bizi mutlu etmeyecektir.
Güzel insanlar süzme bir nezaket ve ince bir zerafet özelliği ile hemen fark edilirler. Muhatabınıza karşı son derece saygılı, zarif ve kibar davranmaları onları yücelten en önemli vasıflarıdır desek yanılmış olur muyuz? Elbette hayır.
Bu insanların bir diğer özelliği ikili ilişkilere yani ziyarete önem vermeleridir. Çünkü bu tür insanlar arkadaşlarına karşı vefalı ve sadıktırlar. Dostlarını ihmal etmez, ziyaret edip işi olsun olmasın hatır sorarlar. Tanıdıkları ya da tanımadıkları hiçbir kimseye karşılık beklemeksizin ziyaret ederek onlara değer verdiklerini gösterirler. Buradaki kural şudur: “mutlu ederek mutlu ol” kuralıdır.
3Z kuralının sonuncusu ziyafettir. İyiliğin ve güzelliğin yarısını güzel ve hikmetli sözler içeren sohbet oluştururken diğer yarısını iltifat (yemek yedirme, ziyafet) oluşturur.
Hikmetli bir deyişle özetleyecek olursak “sohbet unutulabilir ama iltifat asla unutulmaz” bu yüzden güzel insanlar beraber çalıştıkları kimselere, komşulara ve fakirlere ziyafet vererek gönül yaparlar..Yapılan gönüllerin etrafımızda güleryüzlü olarak dolaşmaları elbette bizim iyiliğimize de katkıda bulunacaktır. Size doğru dönen iyiliklerin kaynağında da zaten siz olduğunuza göre iyilikten iyilik doğmuş ya da güzel insandan sevilen insan doğmuş veya sevilen güzel insan olduğunuz açık demektir böylece…..
aşık ahi kul ahmed
Temiz aşka dünya düşman el durur
Yakam tuta kamil vera el verir
Mahbub isen beller bağla kul denir
Kapılarda Mansur ola dil imiş
*
Mansur olsam şer’i yazan baş gelir
Enel Hakkı evla desem can gelir
Assam şirki cana halden can denir
Asıla da Mansur ola şirk imiş
*
Kaçtır molla yazdı ravi der durur
Şeriattir cümle yazar şer’ arar
Tarikat Hakikat Haktır şer nider
Başıma da Mansur ola yüz imiş
*
Kimler bilir Enel Hakkı sır mana
Bilge sırrı cehle demez sus mana
Aklı ayan düşe yada kim mana
Kaşına da Mansur ola ser imiş
*
İma eyle bilge nazı bir ibret
Zahir ilme talip çoktur yaz illet
İnci gevher nider cehle yok zillet
Naşına da Mansur ola hal imiş
*
Mansur kemal buldu horlar el deyu
Bir söz ile ayrı düştü can deyu
Hakkın şerhi ali oldu gel deyu
Kalplere de Mansur ola er imiş
*
Yersiz değil Ene’l Hakk Şeyh El Mansur
Lakin ayan ola ene kim Mansur
Halık ile aşka düşe “BirMansur”
Canına da Mansur ola kul imiş
*
Seherlerde Mansur ağlar bir garip
Şavkı vurur candan eyler el garip
Sundu aşkı şarap neyler ey garip
Bilgeler de Mansur ola sır imiş
*
Cahillere hikmet karı ne ola
İnsan ol da beller bağla yol ala
Dünya şefkat ister ağla gül ola
Sevenler de Mansur ola yar imiş
*
Zalimlerde had yok bizde sır günah
Dervişlerde huydur geçse sır günah
Mansur olsam hay’dır derde sır günah
Ölenlerde Mansur ola gül imiş
*
Yaradan bin zera zulme bir arşın
Unutana akıl elde bir kurşun
Sebeplere takıl yerde bir varsın
Tapanlar da Mansur ola kul imiş
*
Ey Mansur söyler isen sen bu sözü
Yar kıldım seni çalsam ben bu sazı
Er yazdım söyler sazım hep seni
Çalanlar da Mansur ola saz imiş
*
Ümmet ağlar sana cana yol verdin
Hakkın düşer ahir sana kul vardın
Nedir şer’i karar diye can verdin
Yazanlar da Mansur ola can imiş
*
Ağlar ise ağlar ahmed can ağlar
Enel Hakkı söyler ahmed sır eyler
Cehle açmaz Rasül Ahmed kul peyler
Ahmedler de Mansur ola Hakk imiş
*
ahi kul mansur ahmede nasib
İnsan bu, güzel yapının suvağı
Hele bir nem yürüsün de şeklin gör
Gönül verip nazın çekip aldanma
Hele bir ak yürüsün de zülfün gör
*
Kara toprak güllerin senin hani
Ölümü öldüren mabedin gani
Çağır ölmeyecek ahmağı beri
Hele bir ot bürüsün de beytin gör
*
Neler yedi neler yedi bu dişler
Dostlar çekildi ben deyu ölçüler
Arkam kalem deyu kimi yaktılar
Hele bir eğ denilsin de başın gör
*
Astın kestin bir vakit kudret sendin
Arslan yokken tilki gezip kurt postun
Nice kulunla şer çorbası içtin
Hele bir gel denilsin de yazgın gör
*
Namaz niyaz cami duvarı hatıra
Üçbeş kuruş çingeneyle cennete
Oruç dersen elalemin hatrına
Hele bir gir denilsin de kabrin gör
*
kul ahmede nasib
Bir “insan”ı yazana:
*
Aptallar bilgisizliğinden aptal olmazlar
Cesaretsizler ki aptal diye yazılırlar
Hak mı dedin şeytan mı gözledin sorulurlar
İnsan yazan insanların kölesi olayım
Allah beklesin…
*
“Bir insan” iken ölene:
Fevzi Paşa, bir paşaydı, er paşaydı beli
Dürttü çomakla kovanları ol cesaretti
Düzen bozuldu şeytan kimlere fısıldadı
insan ölen insanların tabutu olayım
İmam beklesin..
*
Bir insan arayan kul ahmet’e:
Maldı, mülktü, yaldı, uçkurdu, fitneye düştük
İyiler göçtü, hırsız ve katillerle kaldık
Merhametin, iyiliğin kapısın kapadık
İnsan oğlu insanın ellerini öpeyim
Kul ahmet şöyle dursun…
*
Herkes okur şöylece lakin kul ahmet görür
Onca haksızlığa isyan eder de dertlenir
Zulüm ahlak olmuş zalimler övülmektedir
İnsanı oğlu insanın, zikrini seveyim
Şeyh şöyle dursun…
*
Ma. Fevzi Çakmak’ın öldürüldüğünü savunan bir makale için yazıldı…
ahi kul ahmed