Sen yarattın kamu alem
Bilmeyedir varın içun
Aşk ateşi sarmış diyem
Yandığımı bilmek içun
Suret verdin ol’dur canı
İman ile sardın anı
Bizimledir Kur’an kânı
Dediğini yazmak içun
Taat kıla arif kişi
Kabul ola canın kuşu
Yazlı kışlı aşkın beşi
Didarını görmek içun
Seni bilmez cahil kişi
İblis dostu olmuş işi
Tuta durur etek ucu
Şeytanına kulluk içun
Dost elinden uça dursam
Sabır çeki dava kılsam
Varı yoğa nice versem
Nefs kal’asın yıkmak içun
Gele dursam Hakk’tan yane
Hakk’ın sazı yoktan yane
Ömür varken önden sona
Gafletimi aşmak içun
Aşktan yana sefa dedim
Gönül gözü cefa buldum
Reva eyler yana canım
Aşıkları bilmek içun
Aşkı bilmez ahmak kişi
Candan olmaz heç bir işi
Muhanetin görmez gözü
Aptalları ayruk içun
Sevdim seni gönül dağı
Aşkı yazdım Halil bağı
Gelen giden can otağı
Cananları ayruk içun
Yar eyledim yar eyledim
Senden ayrı dost peyledim
Emaneti huş eyledim
Günahları sevap içun
Bilmez idik Hakk’tan fehim
Zikir ile didar işim
Zelil olup Allah yarim
Canı feda etmek içun
Saf bir kalple yandım melül
Baha ister gayret delil
Ben’i yiten olmaz zelil
Allah’ında yokluk içun
Dertsiz aşık yakın düşmez
Hakk’ı yaran levhe yazmaz
Gönül gözü açan bilmez
Bildiğini nisyan içun
Hakikat sözleri bilmek
Aşkla yanıp canın satmak
Aramak ne kendi yazmak
Aşığını bilmek içun
Sırrından perdeler açıp
Zorluk, cefa ve horlatıp
Hem canı dara düşürüp
Derslerini vermek içun
Aklı sildim gömlek giydim
La mekanda Mecnun oldum
Nazlar mahı Leyla yazdım
Arşu âlâ şenlik içun
Kelamla yakar her seher
Mahbubuna cemal yazar
Gayrin geçtim zatın nazar
Yekliğini bilmek içun
Cemal cefa, yazar yoğa
Mahşerde yakışır kula
Aşık deyu yaratıla
Talipleri yazmak içun
Kul olanı bezer nura
Adıyla yar yazar aşka
Kuldan canan ümmet kaşa
Bazarını kurmak içun
Cefa ile cemal yaza
Celal yakar komaz sefa
Yada yaşlar salar vefa
Sevdiğini yahşi içun
Ümitten korkuya mihrab
Delilin vardan yoğa ab
Altundan gümüş ne hisab
Hatırını saymak içun
Bir kamilde toprak olam
Aşk yoluna candan geçem
Dermanını dertten bilem
Yandığıma duman içun
Manası Hakk’tan, kelam kuldan
Ölenler bela var dosttan
Hakk’ın sazı feta haydan
Hallerimi eman içun
Kul olan tevhidle uça
Burak ilen arşa çıka
Alemleri Hakk’tan göre
Ümmete de dönmek içun
Birdir arş’da Yusuf nebi
Züleyha bilmez kim dahi
Gömlek yırtmış döşten âri
Sadıkları ölçmek içun
Sen bir züleyha bul cemal
Kaçmayam ben ahı cemal
Ahi ahmed saki cemal
Kulluğumu sıga içun
aşık ahi kul ahmede yazmak nasib olmuştur…
Böbürlenme, kendini beğenme ve çok defa bir fâikiyet mülâhazası içinde bulunma diyebileceğimiz kibir, kişinin, bir kısım farklı özellikleri varmış gibi davranması, oturuşu-kalkışı, nefes alıp verişi, el-ayak hareketleri ve mimikleriyle hep bir farklılık peşinde bulunması, farklılık soluklanması, üstün bir karakter olduğunu ifade etmeye çalışması.. gibi tavırlarla bencilliğini (egoizm) dışa vurması sayılan bir çeşit cinnet ve ruhî bir rahatsızlıktır.
Böyle bir hasta her zaman kendini olağanüstü görmenin yanında çok defa, başkalarını, hususiyle de meslek, meşrep, yol-yöntem açısından kendine/kendilerine rakip saydığı kimseleri küçük görür ve gösterir; onlara karşı sürekli fâikiyet hezeyanları yaşar; başkalarına ait fazilet ve meziyetleri duymaya asla tahammül edemez; edemez ve duydukça öfkeden çatlayacak hâle gelir.
Böyle bir hasta, sürekli “ben” mülâhaza-larıyla soluklanır, her zaman tafralarla köpürür durur; kendinin değerler atlasında bulunmayan hiçbir düşünce ve davranışa iltifat etmez ve karşısında vahy-i semavî dahi olsa şahsî yorumlarına öncelik tanıyarak yine kendini ifade peşinde koşar.. ve ne yapar yapar hemen her mülâhazayı evirir-çevirir kutsal(!) saydığı kendi düşünce ve istinbatlarına bağlar.
İşte böyle bir aldanmış, zamanla daha da ileri giderek çevresindekileri halâyık görmeye başlar.. horlar ve hafife alır herkesi.. umulmadık beklentilere girer; beklediklerini bulamayınca da kırar-geçirir en sâdık kapıkullarını; bezdirir candan takdirkârlarını ve kaçırır en vefalı yâranlarını; kaçırır zira böyle biri mukaddeslere saygısızlık yapanları affetse de, bağışlamaz şahsına hürmet, tâzim, ihtiram ve saygıda kusur edenleri; ademe mahkûm eder hayalinde kendisine tasarladığı makam, mansıp ve pâyeleri şöyle-böyle sağda solda seslendirmeyenleri.
Bu hasta tip, başkalarının büyüklük ve meziyetlerine tahammül edemese de, yine de kendilerinden bir şey umduğu kimselerle aynı karelerde bulunmayı asla kaçırmaz; dünyevîlerin arkasından koşturur durur ve düz insanlarla bir arada bulunmayı, aynı kareye düşmeyi kendine zül sayar. Bu insanlar anası-babası, amcası-dayısı bile olsa kat’iyen onlarla anılmayı istemez.
Tevazuu hiç düşünmemiştir; hikmetten tamamen habersizdir; bazı şeyleri okumuş gibi görünse de bilgisi sırf bir gümandan ibarettir. Görünme, bilinme, söze-sohbete konu olma, öldüren bir hırs ölçüsünde onun en büyük arzusudur. Konuşmaların dönüp dolaşıp kendisine dayanmasını, muhâverelerin onun meziyetleri etrafında cereyan etmesini, hatta hayatının romanlara konu olmasını bekler; bütün bunlar olmayınca da hırçınlaşır, çevresini vefasızlıkla suçlar, “kadir vefasızlık,kuran,melun, lanet,karun,servet,firavun,lüks,zavallı,nemrut,bilmez nankörler, gerçeği görmez aymazlar, densizler, dirayetsizler” der; kibrini nefrete, öfkeye çevirir; patlamaya hazır bir gayz küpü hâline gelir.
KİBİRİN ÇEŞİTLERİ
Mütekebbirin hiçbir fikri, hiçbir işi, hiçbir tavrı normal değildir; düşünürken her şeyi kendini beğenmeye, ucbe bina eder. Hareket ve davranışlarında hep çalımlıdır. Sürekli fâikiyet mülâhazalarıyla oturur-kalkar. Onun evi mutlaka lüks, arabası son model, yalısı tam deniz kenarında ve rıhtımda da yatı olmalıdır. Aslında bütün bunlar onu zavallı bir lüks, bir fantezi tutsağı hâline getirmiştir ama, o bunun farkında bile değildir; farkında değildir ve kibrini, gururunu okşayan bu şeylere ulaşma uğrunda ölür ölür dirilir; akla-hayale gelmedik sefilliklere girer; yerinde el-etek öper, yerinde zulmeder, can yakar, hânümanlar yıkar, dahası bütün bu çılgınlıklarını “ahvâl-i âdiye”den hâdiselermiş gibi görür.
Mütekebbirler arasında Karun gibi servetle büyüklük taslayıp “Bu imkânlara ben ilmim ve irfanım sayesinde kavuştum.” Kasas Sûresi, 28/78, diyen, sonra da yerin dibine batırılanlar olduğu gibi, İblis edasıyla, “Ben ondan hayırlıyım…” A’raf Sûresi, 7/12, diyenler, daha da küstahlaşıp “Ben de öldürür ve diriltirim.” Bakara Sûresi, 2/258, şeklinde mırıldananlar, bütün bütün şirazeden çıkarak, “Ben sizin yüce Rabb’inizim.” Nâziat Sûresi, 79/24, hezeyanına girenler de olmuştur.
Eski çağların Firavun ve Nemrut… gibi tiranları, modern devirlerin Lenin, Stalin, Hitler, Mussolini.. gibi zorbaları ve “Ben yarattım, ben yaptım, her şey bizim eserimiz…” türünden sözlerle çılgınlıklarını haykırıp duranlar hiçbir dönemde eksik olmamışlardır. Bunların yanında, kibrine dinî bir kisve giydirerek kendisinin müçtehid, müceddid, kutup, gavs, hatta Mehdi ve Mesih olduğunu iddia eden aldanmış delilerin sayısı da az değildir.
Bunların hemen hepsinin ortak yanı, kendilerini olağanüstü varlıklar ve çevrelerindeki kimseleri de sıradan yaratıklar görmenin yanında, başkalarına ait fazilet ve meziyetlere tahammül edememe, bütün iyilikleri ve güzellikleri kendilerinden bilme, her türlü kötülüğü ve olumsuzluğu da mümkünse halâyık saydıkları kimselere fatura etme gibi bir gayretlerinin bulunmasıdır. Bunlar, şöyle-böyle tasarruf daireleri içinde meydana gelen her güzel şeyin kendilerine mal edilmesini isterler; başkalarının eliyle ortaya konulan olumlu işleri de ya gasp edilmiş hakları gibi görür, kendilerine mal etme yollarını araştırırlar ya da ciddî bir kıskançlık hissiyle en nadide şeyleri dahi çirkin göstermeye çalışırlar. Ülkeyi alıp ilerilere götürme, toplumu çağın en seviyeli milleti hâline getirme, insanların ufkunu açıp yaşadıkları asrı iyi okumalarını sağlama, hatta topluma çağ atlatıp onu bütün milletlerin önüne geçirme gibi çok önemli ve hayatî hizmetleri, şayet kendileri o işin içinde yok iseler, mel’un sayarlar; lânet okurlar olup bitenlere ve bu önemli faaliyetlerin kahramanlarına.
Bu marazî ruh haletinin arkasında bazen soyluluk, bazen zenginlik, bazen maddî-mânevî pâye ve mansıp, bazen saf yığınların ölçüsüz takdir ve şımartması, bazen güç ve kuvveti elinde bulundurma, bazen de siyasî, içtimaî ve idarî statü farklılığı.. gibi şeyler bulunmaktadır. Bu tür hastalar, şayet iyi bir eğitim ve rehabilitasyonla gerçek insanî değerlere, kalb ve ruh ufkuna yönlendirilmezlerse, toplum içindeki konumları ve kültür ortamları itibarıyla bazılarının Firavunlaşması, bazılarının Nemrutlaşması, bazılarının Karunlaşması, bazılarının da Mehdilik ya da Mesihlik iddialarına kalkışması kaçınılmaz olur. Görmezler hakikati.. doğru okuyamazlar gördükleri şeyleri.. yanlıştır bakış zaviyeleri.. çarpıktır değerlendirmeleri. Çünkü onlar küstahlaşmış ve Zât-ı Ulûhiyet’e mahsus büyüklüğü “kibir” unvanıyla O’nunla paylaşmaya kalkışmışlardır. O da, “Dünyada büyüklük taslayanlara, âyet ve işaretlerimi doğru okuyup doğru anlama imkânını vermem.” A’raf Sûresi, 7/146, Fermanı gereğince onları korkunç bir mahrumiyete mahkûm etmiştir.
Kibir, imana giden yolda insanın önünü kesen bir set, “Kalbinde zerre kadar büyüklük hissi bulunan kimse Cennet’e giremez.” mazmununca da ebedî saadet yolunda aşılmaz bir engeldir. Bu maraz, bir kalbe yerleşmeyedursun, onun ötelere nâzır bütün ışıklarını söndürür ve onu başkalarına ait her türlü fazilet ve meziyetlere karşı bir tepki yumağı hâline getirir. Böyle bir hasta oturur-kalkar benlikle homurdanır, çevresinden saygı ve hürmet beklemeye koyulur. Zamanla bulduklarıyla yetinmez de “daha” der durur. Umduklarını bulamayınca da hafakandan hafakana girer. Sık sık çevresini kadirnâşinaslıkla suçlar. Bazen bütün bütün kendini hezeyanlara salıp, yer yer soyundan-sopundan bahisler açarak, zaman zaman ilm ü irfanından dem vurarak veya başarılarından söz ederek, hatta mâneviyata açık bir ortamın çocuğuysa veya hakkında öyle bir kabul söz konusu ise evliyâ, asfiyâ ve ebrârdan olduğuna imâ, işaret ve –cinnetinin derecesine göre– açık beyanda bulunarak kutbiyet ve gavsiyetini seslendirir ve evirir-çevirir ifadelerini şöyle-böyle kendi fâikiyetiyle noktalar.
Kibrin, Allah ve Peygamber tanımazlık şeklindeki en kabacasını, “İblis dışında bütün melekler Âdem’e secde ettiler; o kibrine yediremedi “ııh..!” dedi ve küfrü seçenlerden oldu.” Bakara Sûresi, 2/34, beyanında da görüldüğü gibi şeytan ortaya koydu. Kendilerine kitap verilenlerin bir kısmı da “Demek size ne zaman nefislerinizin hoşlanmadığı bir kısım mesajlarla peygamber geliverse, böbürlenecek, ona kafa tutacak, sonra da kiminiz onu yalan sayacak, kiminiz de öldürmeye kalkacaksınız.” Bakara Sûresi, 2/87, beyanında görüldüğü gibi şeytanı takip ettiler. “Büyüklük tasladı ve mücrimler gürûhundan oldular.” A’raf Sûresi, 7/133,
mazmunu etrafında şeref-nüzul olmuş âyetler âdeta bu türden devrilmiş pek çok kavmin kara yazısı gibidir. “Kibre girdiler, zira onlar kendilerini fâik ve yüce görüyorlardı.” Mü’minun Sûresi, 23/46, ifadesi de bu konuda ayrı bir talihsizliğin şahidi. “Biz; Karun, Firavun ve Hâmân’ı da helâk ettik, zira Musa (aleyhisselâm) onlara apaçık mucizelerle gelmişti ama, bu (mütekebbirler)o yerde büyüklük tasladılar ve (inanmadılar) ama başlarına gelecek şeyin de önüne geçemediler.” Ankebut Sûresi, 29/39, beyan-ı sübhânîsiyle sunulanlar ise tarihî bahtı karalardan sadece birkaçı.
Kur’ân âyetlerinin ışığında bu türden lânetlenmiş daha pek çok tiran zikredilebilir ama, biz o konuyu mevzu ile alâkalı hazırlanmış ve hazırlanacak olan ansiklopedilere havale edip geçmek istiyoruz. İşin özü, kibirli insan hakka kapalı, insanlara kapalı, hikmete kapalı, İlâhî mârifete kapalı; şeytana açık, küfre açık, halk nazarında menfur, riyâ, süm’a, hıkd u haset gibi İblis kaynaklı mesâvî ile kirlenmiş –üzerinde durulabilir– bir bahtsızdır. Bu tür bahtsızlardan şimdiye kadar iflâh olan görülmemiştir. Aksine, hayatını kibir ve gurur zeminine bina edenlerin âkıbetleri hep küfürle noktalanmıştır. Kur’ân-ı Kerim’in, “Allah, mütekebbir ve kaba kuvvet temsilcisi cebbarların kalbini işte böyle mühürler.” Mü’min Sûresi, 40/35 fermanı konuyla alâkalı ne ürpertici bir tehdittir!
*
doğruluk iyiliğe, iyilik cennete götürür.
kibir kötülüğe, kötülük cehenneme götürür.
kibir Allah’ın rıdasıdır. kim onunla cedelleşirse Allah ona gazap eder.
*
ahi kul ahmed
Bir güzele gönül verdim
Yaz bahara ayva ister
Bir huyuna kail oldum
Her seherde dua ister
***
Ben ömrümü yele verdim
Şu gönlümü yare yaktım
Güz baharda derde düştüm
Bir bakarda sada ister
***
Ben yanarım yane yane
Hem dönerim soldan sağa
Kah ağlarım dünü güne
Bir güzelce safa ister
***
Bu günlerim bahar yazı
Gün gelecek yazı kışı
Kim çalacak ömür sazı
Bu ömüre sala ister
***
Ben mihnete kail olmam
El sözünde vefa bulmam
Ol güzele nadim olmam
Bir başına nida ister
***
Şu sazım da düzen tutmaz
Al yazmada teel olmaz
Bir bakarım kail olmaz
Şu şaşkına bela ister
***
Kır çiçekli ala dağlar
Şu güzeli sara rüzgar
Gün yüzüne çıka lebler
Bu aşığa baha ister
***
Naz eylersin bağlar senin
Gül deresin gülşen senin
Gel kokasın güller neyin
Al yazmaya tela ister
***
Ah ömrümde bilmem safa
Ah gönlümde dinmez cefa
Ah desemde bitmez heva
Ah ölmeye sara ister
***
Var selamın almaz döner
Kul vardığım bilmez kaçar
Gül veririm sevmez naçar
Sen ellere kala ister
***
Bir darlanır döker saçar
Bir söyleşir diller içer
Bir sanırsın gökte uçar
Arş alaya çıka ister
***
Ey rahmanım kimdir kulun
Kul dediğin bildir halin
Şu yokluğum senin varın
Kul demeye baha ister
***
Er olmazsa zikir düşmez
Er seherde uyku tutmaz
Er odur ki şer’i sapmaz
Bir erene vera ister
***
Her kuluna davet kıldın
Ol rasule Kuran verdin
Kim çağrıma uydu dedin
Bir Allah’a feda ister
***
Ben dökerim günah kiri
Ar tövbemin göze kaşı
Kim sevilir ülfet kişi
Kul Kerimde sevi ister
***
Hem severim eller gülü
Hem küserim diller suçu
Bir olurum ümmet kaşı
Ol rasule sala ister
***
Kaç güzele türkü dizdim
Kim gönlüme gire öldüm
En sonunda bire düştüm
Ol hakime bela ister
***
Kul ahisin ahmed paşa
Bir sürmesin göze kaşa
El horlasın dert mi bana
Ol belaya düşe ister
ahi kul ahmed