Senin içun seni sevdiğim güzel
Çifte benlerine nazar değer mi
Canı cana katıp öldüğüm güzel
Bahar güllerine soğuk düşer mi
Bir dost ararım da güzelden olsun
Daşa yaslanırım da topraktan çıksın
Güle darıldım da dikenden geçsin
Dostun tandırına hedik düşer mi
Baharı kışa kattım gül kokmadı
Deliyi başa yazdım hiç eyledi
Divane oldum Hakk’ta “bir” olmadı
Hakk’ın zatına da “gayri” düşer mi
İmanın yok mudur yürek döyerken
Cemalin ay mıdır hal üzre iken
Güzel yaratırmış “Güzel” giz iken
Böyle azaba da sadık düşer mi
Eğilir dallarım toprak yakîndir
Alçağa konarım güzel başımdır
Nice bahtı kara kader dostumdur
Bağ-ı irfanıma ümmet düşer mi
Kaç güzele yandım murat almadım
Bir çirkine düştüm ayna vermedim
En son şu zalime iman sormadım
Güzel yaradan da zalim düşer mi
Yanarım yanarım ağlar yanarım
Mor çiçekli ala dağlar aşarım
Lale sümbül gülden kullar çalarım
Canan dererim de Leyla düşer mi
Yan göğnüm bahar eyyamı gecikti
Bülbül güle düştü benzi karahtı
Güzel diye döndüm nar-ı cemaldi
Kahır çekerim de ben’e düşer mi
Ellerim duadır sana ağıtım
Söylerim kelamdır sana indiğim
Sözüme tel misin zülfün gerdiğim
Çala dururum da uşşak düşer mi
Kararım yoktur a gülüm efendim
Mihrabım kıldım çare kıblegahım
Cihan-ı kudrette güzel sultanım
Bazar eylerim de karar düşer mi
Yuka olur aşıkların bağırı
Zalim olur güzellerin nazarı
Çatal olur yiğitlerin yüreği
Varır deşerim de boran düşer mi
Yüce dağın ardı sıra gidilmez
Eteğinde göven ördek vurulmaz
Onbeşinde körpe gelin geçilmez
Alır kaçarım da attan düşer mi
Dumanı batasıca ala dağlar
Babal mı aldın depende yol eğler
Yörük yaylasında güzeller ağlar
Gider isterim de şarttan düşer mi
Kokarsın burcu burcu gül içinde
Bakarsın nazlı nazlı el içinde
Söyletmen beni onbir saz içinde
Beler koynuma da kızdan düşer mi
Ahi kul ahmed de yanar yakılır
Güzel sarmayınan yiğit olunur
Üç yüz atlı beş yüz yaya döğüşür
Güzel uğruna da candan düşer mi
.
ahi kul ahmede nasibdir
Gönül gözü ışımadan ibadet düşmez
La mekanda makbul olmaz dergahım işte
Hakikat bu sözleri öğrenmemek olmaz
La mekanda makbul olur kitabım işte
Ders aldım Hakk’tan perdeler açıp sırrından
Zorluk, cefa, sıkıntı gitmezmiş kulundan
Melamet, ihanet, ile geçmez hoşluktan
La mekanda kabul olur duaım işte
Aşk bir beladır başa düşe ağıt ister
Aklı giderir şaşkın kalır gömlek giyer
Gönül gözü açılınca bilmeği diler
La mekanda Mecnun olur leylaım işte
Seher vakti ağlar olsam nida eyleye
Cemalini göstermeğe Hüda söz vere
Aklım başımdan gitti, şaşkın kul neyleye
La mekanda Halil olur dostluğum işte
Burda cefa çekti isen Cemali Hakk’tır
Mahşerde bağışlar “kul”a celali yoktur
Aşığa ahdeyler yaratmış iken sözdür
La mekanda cemal olur gördüğüm işte
Halktan bezen, çöller aşar sorar aşkını
Kul olan Hakk’tan korkar ve dahi ağlayı
Cemal dileyen cefaya hazır olmalı
La mekanda celal olur yandığım işte
Yad etmeye gözlerimden kanlı yaşlarla
Yüz bin bela versen düşmeyem feryada
Hasta gönlüm korkar senden hem şad olmaya
La mekanda delil olur hastayım işte
Hakk’a aşık olmak altın gümüş gerekmez
Pir-i Kamil’de toprak ol kibir bulunmaz
Hakk yolunun kullarına derman gerekmez
La mekanda derman olur dertliyim işte
Aşk derdine deva yoktur bilin yarenler
Diri iken aşk defteri bitmez aşıklar
Dar mekanda kemik ayrık olmaz yatırlar
La mekanda nurun olur kulunum işte
Aşk kâdir, aşık fakir neyleyim acizdir
Hakk’tan fehim olmadıkça kelamı nacizdir
Hakk öğüdü haram kılar dünya hacizdir
La mekanda kulun olur aşığım işte
Kul ahi ahmed altıda Mesnevi okur
Onunda aşk şarabın Mevlana’dan alır
Ondörtte tasasız Hakk’a yürür keşf n’olur
La mekanda aşık olur yanarım işte
ahi kul ahmed’e nasib
Rabbim nasib kılsa varsam
Güzel kabe yandım sana
Hak nasib etse de uçsam
Güzel kabe varsam sana
*
Kara donun Kuran dolu
Hacdan Hacca çıkar onu
Sana varmak aşkın düşü
Güzel kabe ersem sana
*
Büründüğün kara nedir
Haktan yana düşen kimdir
Yollar dolu hacı bindir
Güzel kabe dersem sana
*
Dört bir yanın küptür düzdür
Düzlük birer adalettir
Altı üstü zemzem hoştur
Güzel kabe gelsem sana
*
Arşa çıktım seni gördüm
Yere indim kara buldum
Siyah nuru taşa verdim
Güzel kabe sorsam sana
*
Cennet nuru izler seni
Adem dahi tevekkeli
Havva için şükre döndü
Güzel kabe dönsem sana
*
Kara donu kimden çaldın
Siyah tüllü güzel m’oldun
Bağrı yanık kara yazgım
Güzel kabe yazsam sana
*
Para pulla olmaz hacı
Hakk çağıra gele ne ki
Gözü kara ahmed der ki
Güzel kabe koşsam sana
*
Levhe yazdı kimler gele
İbrahim’e çığır diye
Milyonları dostum bile
Güzel kabe çağrım sana
*
Sana gelmek büyük onur
Varamayan mahsun kalır
Gönül Hakka yanar durur
Güzel kabe yansam sana
*
Herkes döner senden yana
Namaz kılan gözden evla
Rahmet saçar kavi kula
Güzel kabe bağrım sana
*
Safa merve nişan olmuş
Gider gelir hacı dolmuş
Bir tavafta binler dönmüş
Güzel kabe dönsem sana
*
Seni diyen sana dönmüş
Hakk diyene kabe dönmüş
Aşka düşen kabe olmuş
Güzel kabe bahtım sana
*
Altunoluk bizden yana
Her bir köşe rahmet yaza
Kapındaki dua ile
Güzel kabe kalbim sana
*
Hacerü-l esved köşede
İstilam olur tavafta
Ömer, Rasül öptü derde
Güzel kabe aşkım sana
*
Umre diye derde düşen
Fakir sana demez işin
Görmez isen fakri zulüm
Güzel kabe gülsem sana
*
Yollarına yayan düşsem
Deve yoksa uçup varsam
Elden evla seni görsem
Güzel kabe duam sana
*
Dönüp dursam umre hacca
Sonra versem ruhu Hakka
Helal etse Rabbim başta
Güzel kabe hal’im sana
*
Kabenin çevresi dağlar
Körolası yükselmiş evler
Hürmet anca ecdat eyler
Güzel kabe kalbim sana
*
Yüzbin melek tavaf eder
Didar görmüş sular çağlar
Zemzem diye içen kullar
Güzel kabe canım sana
*
Dua etmez garip kulum
Çağırdığı hacda gülüm
Bir kadın öldüğü yerin
Güzel kabe buldum sana
*
Otuz güne çivi çaktım
Deli gibi tavaf kıldım
Rasul ile mahbub oldum
Güzel kabe yandım sana
*
Daim Hakka döndüm yüzüm
Kalbim zikri Allah için
Manadaki yakut taşım
Güzel kabe yazdım sana
*
Cümle millet kardeş oldu
Tevhid ile sırdaş bildi
Ümmet olup namaz kıldı
Güzel kabe bağım sana
*
Zengin isen durma hacca
Belki çıkar ahmed kula
Her bir sene umut taze
Güzel kabe sağım sana
*
Namazıma kıble kabe
Aşk ahmede heryön kıble
Hakk cemal kabeden öte
Güzel Rabbim kulum sana
*
1995 de hacc, 1996 da ramaza’ın son 10 gün umresi, 1997 de tekrar ramazan son 10 gün umresi nasib oldu. şimdi bir fakire birşeyler verirken kalbim umredeki tavaf kadar titriyor ve bütün müslümanları burada tam bir ümmet olarak seviyor ve kucaklıyorum. anlıyorsunuz umarım…
*
ahi kul ahmed
Sevgili Gençler, bu milletin geleceği sizlersiniz. Sizlere güvenebilmemiz için sizleri bedenen ve ruh olarak çok iyi yetiştirmemiz gerekir. Peygamber efendimiz 7 yaşında namaza, 10 yaşında oruca alıştırınız, 12 yaşından sonra “onlara danışınız” buyuruyor. Biliyorum sizlere hiç danışmıyoruz. “Bizim doğrularımız size de yetmez mi!” Çünkü özgüveninizi sağlayamadık. Kişilikleriniz her gün darbe alıyor. Söz büyüğün diye öğrettik. Düzene sadakat adına 1 700 000 kişiyi antilopların Afrika’da nehir kıyısında yığıldığı gibi sizleri üniversite kapılarına yığdık, birbirinize kırdırıyoruz hala. Çıtayı geçeninizi becerdi saydık, diğerlerinize aptal dedik. Halbuki herkesi, en az bir mesleği yapabilecek kabiliyette yaratmıştı Allah.
Anneleriniz babalarınız dersane ücretlerini öderken yemeden içmeden kesildi. Bu ücreti veremeyenlerin psikolojisi allak bullak iken fakirlerin eğitim hakkı mı vardı. Ya zengin olacaksın ya da zengin gibi davranacaksın.
Her gün bin kişi, yılda 360 bin kişi liseyi bırakıp vasıfsız işçi olarak sokağa çıkıyor. Meslek lisesi yerine sopa zoruyla zorunlu eğitimi dayatmayla getirdik ve “meslek yok, okudukça oku bakim” dedik. Aç yaşanır fakat kültürsüz asla!
Toplumda şiddeti körükledik (ama istemeden), yardımlaşmayı kestik (ama fakirlik HAK’tan değil tembelliktendir) dedik, merhameti öldürdük (Kanunlar var, ekonomi var dedik) adaleti kovduk (Kanunların adaleti yerine, polisin mahkemenin ideolojik adaleti dedik) Saygı sevgi ve edebin yerini “demokrasi var, özgürlük var” şarkıları aldı. “Sen de ona aynısını yap” diye kadınlarımıza kızlarımıza feminist öğütler verdik ve boşanmaları böylece artırdık. Mahkemeler artık bunlara bakıyor, avukatlar bundan para kazanıyor. İddia oynatanların sayısı on binleri buldu. Oynayanların %80’i 18 yaşın altındaki gençlerdi. Onlara çalışarak “helal ettirmeyi” değil de tuturarak “helal olsun” dedirtmeyi öğrettik. Bayramlarda büyükleri bırakıp tatile giderek turizme katkıda bulunduk.
Oğlum ahirette azaba düçar olur mu, şöyle sabah namazına yüzüne su serpeyim demek yerine “yatsın, oğlumun okulu var” dedik. Dünya ahirete ağır bastı. Hasılı kelam ne dünyanı sağlayabildik ne de seni ahirete hazırlayabildik. Çevreye bir Kızılderi’linin sevgi ve sadakatini gösteremedik. Şehirleşme sonradan geliştiği halde şehirlerimizi yeşilliklerin arasına değil, üç beş yeşilliği betonların arasına zor sıkıştırdık. Labirent gibi şehirler kişiliğimizi aldı götürdü. Ruhumuzu ezdi. Bu yüzden şairler çıkmıyor aramızdan. Mütefekkirler de.
Oluşturduğumuz sınav sistemi başkasının seçeneğinden en kestirmeden en üçkağıtla en doğruyu nasıl buluruma endekslenince, en üçkağıtçımız en başarılı sayıldı. Bu yüzden en çok parayı hangi meslekte, en üçkağıtla ve sadece nota ihtiyacım kadar çalışarak şartlı reflekse (Pavlov’un köpekleri) güdülediğimiz için öyle fazla düşünmelerine gerek kalmadı. Bilim, kitap yazmak karın doyurmuyor. Kısa yoldan en kolayı varken zorluğa ne hacet. Gelsin kızlar oynasın sazlar. Baba “para veren adam” anne yemek yapan hizmetçi” son model cep telefonu alınmalı, çünkü bu bir ihtiyaç, bilgisayar, geogle hazretleri ile saatlerce gezinti, facebook, twitter, mesajlarda “oynama şıkıdım şıkıdım” “a acaibsin” hayat bu, başka türlü çekilir mi. Sınava bir daha, bir daha girelim, şansımızı deniyelim. “Dersanede ne acaip kızlar var ama, üç tanesini aynı anda idare ediyorum biliyor musun” Saldım çayıra Mevlam kayıra..
Fiili dualar bitti. Sözlü duayı tekrar etmekten başka şansımız kalmadı. Mesleğini sana Allah versin çünkü hükümet sadece okul bitittiriyor. İşe de Allah yerleştirsin KPSS zor zenaat. Sonra bir de güzel bir kız versin. Uçtu uçtu kuş uçtu. Haydi Allah rastgetirsin..
Ey bu memleket için durduk yerde kendini feda eden aptallar. Geceleri uyumayıp düşman bekliyen safdirikler. Çanakkale’de bombanın şiddetinden ölen 29 000 üstü başı yırtık okumasız cahiller. O askere cepheye koşmadan on dakika önce sanki çok lazım gibi vaaz edip şehitlik tapusu veren sarıklı imamlar. Bu sarıklılar bile yönetseydi bu savaşı gene alırdık bre bre. Arkadan türküler dizip maniler döktüren yavuklular. Teheccüt namazında gözyaşıyla en yaklaştığı yer olan secdede Rabbine, biraz yalvarıp biraz çatan dedeler, nineler. “Bir de benim başımı mı açtıracaksın küffara” diye Rabbi ile kavga eden teyzeler halalar. Yüreğinden ılgıt ılgıt sızan yağlarıyla eridikçe eriyen, gönderirken saçına kına yakıp “şehit olasın oğlum korkma, namusumuzu küffara çiğnetme, kaçarsan sütümü helal etmem” diyen, rüyalarıyla oğlunu adım adım takip eden vefakar, cefakar, yangın yürekli, bağrına taş basan anneler. Askeriyle sarmaş dolaş olmuş, onu sevip okşayan, cephede aynı acıyı çekmiş, bir saldırıda bir günde 16 000 yavrusunu kaybeden anne gibi oturup ağlamış (Aşıkpaşa’da Cingi’nin Rahmetli Mehmet amca anlatmış) vefakar komutanlar. Çanakkale’nin camilerinin külahını düşman topçusu ölçü almasın diye siyaha boyayan imamlar.
Hasılı kelam öl, öl, öl. Ölmekle kazanılmadı bu savaşlar. Ne gerek vardı bunca adamı öldürmeye. Şehitlikmiş, o da neymiş öyle. Ey gözyaşı döken nineler ve dedeler, ey yüreği yangılı oğlunun şehitlik haberine sevinmiş ağlamış anneler. Ey şehadeti anlatıp şehadet şerbetini içemediğine kıvranan imamlar ve komutanlar.
Siz boş yere ölüp gittiniz. Biz sizi ne anladık ne de yeni nesillere anlatabildik. Bakın görün işte. Sizi en modern tarafından inkar ediyoruz.
Sizi anlasaydık birbirimize sevgi ile bakardık. Zinhar tanımadığımıza selam vermeyiz. Komşumuzu sormayız ki açlığını bilelim. Yardımlaşma ve sadakayı sokakta sürünen çingeneye verdiğimiz 50 kuruşla anlarız. En iyimiz ayağına olmayan ayakkabıyı, rengini beğenmediği pantolonu, boğazını sıkan gömleği, eskimiş “daha kullanılır” dediği kanepeyi “gelsin alsın” edasıyla “veren el alan elden üstündür” mahlasıyla kibirlenerek, elini üstün tutarak, “ne büyük hayır yaptım” edasıyla fakire yamamaya çalışırız.
Siyaset ise İlayı Kelimetullah’ı üstün tutmakdan, kalplere, ahlaka hizmetten; midelere, ulvileşen parasal çıkarlara hizmetle iktifaya dönüştü. Anlayacağınız Allah’ımız değişti. Kağıtların krallığı hakim oldu hem de ruhlarımıza kadar. Antalya’da denize daldığım bir gün, balıkların kağıt 20 lirayla ilgilenmediklerini görünce balıkların mı yoksa benim mi aptal olduğumu şöyle bir sorgulayacaktım.
İşletmeler insanların ihtiyacını “en kaliteden en ucuza hayırla karşılarım”dan, yönetim kurulu başkanlarının fiatları artırmada anlaşarak en çok karı nasıl sağladığı bir başka şirketleşmeye dönüştü. Bangır bangır bağıran TV reklamları “senin ihtiyacın bu” diyerek beni şartlandırıyor ve borç taksidi ödemekten hayır yapmaya para kalmıyor. İsraf diz boyu. Tüketerek mutlu olacağım ya..
Mal geldi, mutluluk gelmedi. Şeytan geldi Allah gelmedi. Namaz niyaz hak getire. Varsa bir Cuma o da yeter sayıla. Fakir bir gün uyana. Fakat geç olmaya. Mezara kalmaya.. Ben bu yazıyı yazarken ağlamadıysam, siz şöyle bir nereye gidiyoruz ya hu demediyseniz size de bana da yuf olsun.
Selamlarımı sunarken bu memlekete bir tuğla dikmiş her kişiye ve canını veren er kişiye bağrımın taaaaa içinden en halisane şükranlarımı sunuyor, huzuru ilahide ellerinden defalarca öpüyor ve o muhterem, nadide müslüman insanlarımızı, Cenabı Hakk’ın ikramların en güzeliyle ikramlandırmasını diliyorum.
Er ve can kardeşiniz
*
ahi kul ahmed