Bak hey gülüm sana bir söz söyleyim
Zülüf senin beden senin yüz senin
Sen bu dilden söyler isen ne deyim
O dil senin dudak senin söz senin
Gülün aynasından güle yar bakar
Gahi kaşların yıkar gahi güler
Kim nazar edince kalbimi yakar
Ayna senin nazar senin göz senin
Yar yaylada gah hükmü geçer sefa
Gahi incinir de eylersin cefa
Her nefes değişir belki on defa
Bahar senin kış şenin hem güz senin
Yaylada çeşit çeşit ruzgar eser
Gahi latif gahi buz gibi keser
Gah barışır gahi taş gibi küser
İşve senin sitem senin naz senin
Yayla gülü görünürsün her gülden
Gülşeninde avaz eyler bülbülden
Her perdeden çalar söyler her dilden
Mızrap senin perde senin saz senin
Yardan ayrı kalsam yar sitem eder
Seni gönlünde bulan da yar nider
Mülküne de ancak yar gelir gider
Çoban senin yayla senin yoz senin
Sana darılsam yarelenirmiş yar
Aşığın kuldan özge de neyi var
Sirette ahmede eylemiş karar
Siret senin suret senin öz senin
yoz: sürü
Kara kaşların keman olmuş yay mı
Çevresi çimenli al gülden bağ mı
Sürmeli gözlerin sürmeyi neyler
Çevresi çimenli al gülden bağ mı
Hele bakın şu yavrunun halına
Memeleri iz eylemiş koynuna
Gördüm ala gül düşmüş de aynına
Ötesi dumanlı yareden sağ mı
Sevdandan yüreğimin yağı erir
Taramış zülfünü eğdirir durur
Ak kolların da sala sala yürür
Ötesi gümanlı cilveden dağ mı
Karlı dağlar aşamadım başından
Yatamıyom hayalinden düşünden
Kısmetse yatsaydık bir gün seninlen
Ötesi yamanlı şuleden har mı
Güzelleri sevdiğine vereler
Gülleri vahtında iken dereler
Rabbim hub yaratmış seni öveler
Sevdiği ölesi haberin yoğ mu
Ahi kul ahmedim yaran saralar
Yar yoluna baş koyduğun bileler
Dinledim hep bizi söyleşir diller
Düşmediğin diller dermeli bağ mı
ahi kul ahmed nasibidir
Bre ala gözlü, benli güzelim
Beni de el yerine komayasın
Gümüş kemerin olayım beline
Beni de bel yerine dolayasın
Suya gider su testisi elinde
Yel estikçe zülüfleri belinde
Geriden baktıkça sunam dilinde
Beni de dillerine dolayasın
Güzelin kapısına kul olduğum
Aşkının ataşında kül olduğum
Gam yemezdim de derdinden öldüğüm
Beni de kollarına dolayasın
Dostum yaşmağı da çardan çarlanır
Etekleri yere düşmüş sallanır
Görem dedim nazlı yarim boylanır
Beni de gözlerinle sarayasın
Ahi kul ahmedim yoktur zararım
Yel estikçe rayihalar koklarım
Değmen benim nazlı dertli yaranım
Beni de zülüflerine asasın
ahi kul ahmed nasibidir
Kudretten karadır yarimin kaşı
Ağzının içi de incidir inci
Kemer sıktırmış ince belleri
Yoksa ince beller sarılır m’ola
Karlı dağlar aşan turnalar gelin
Yarden ayrı kaldım selamım alın
Varın yari uykusundan kaldırın
Yoksa selamımı da almaz m’ola
Firkatin zarına dokunmak olmaz
Vuslatın anına varılmak olmaz
Yarimin şanına yakışık almaz
Yoksa bir başka sevdiğin var m’ola
Islak ibrişimle sarsam belini
Şeker şerbet döktürürsün dilini
Ben bilirim sevdiğimin dinini
Yoksa imansızın bağrı taş m’ola
Ben o yari ballar ile büyüttüm
İki etmedim sevgiyle avuttum
Sonunda elimden yari uçurdum
Yoksa uçan gönül kuşu baz m’ola
Ben o yare gücendim amanın hey
Bakmaz bana eledir divanın hey
Kimseler bilmez senin kıymetin hey
Yoksa kıymet bilmezlerin şeş m’ola
Terk edem sılayı kaşı kemanım
Beni mecnun eden yarin gümanın
Vefasız yarin de yoktur imanın
Yoksa Hakk’tan yana bağın yok m’ola
Figanım artar yar gittin gideli
Ben ölürsem yadlar sarsın belini
Felek almak ister benim canımı
Yoksa can ver’mğe takatin yok m’ola
Ahi ahmed dertli severim candan
Can esirgemezdim cananım senden
Duydum ki sevdiğim vazgeçmiş benden
Yoksa cananım benden bıkmış m’ola
ahi kul ahmed nasibidir
Kadir mevlam senden bir dileğim var
Anamın sütüne kandırma beni
Bilmem az yaşadım çok yaşadım var
Hemen Azraile gönderme beni
Şöyle bir güzel ver gönül ağleyim
Kara kaşlı kara gözlü söyleyim
İnce belli al yemeni toylayım
Hemen yetmişime dönderme beni
Varınca yanına göğcek mi göğcek
Usuldur boyunca yiğrek mi yiğrek
Kimindir aslında ördek mi ördek
Hemen avcısına vurdurma beni
Kolların boynuma dolasın galan
Saraylarım uğruna olsun talan
Vereyim bu ömürden arta kalan
Hemen artanına uğratma beni
Güvercin bakışlı keklik sekişli
Gerdanı altunlu akçe takışlı
Cerenim bakışlı beyaz benizli
Hemen gözlerime ağlatma beni
Dertlerimi de alıver sırtımdan
Rızanı söyle bilmem hangisinden
İster ikisini ver güzel kulundan
Hemen birine razı etme beni
Dosta doğru gider yollarım benim
Bülbül gibi şakır dillerim benim
Bilmem nic’olurmuş hallarım benim
Hemen dinime küstürme beni
Bir çiftliğim olsa oynasa taylar
Onbin koyun ile toklular koçlar
Beş yüz atlı bindirem koç yiğitler
Hemen varıma kastedme emi
Bahar gelir bahar gider yazınan
Bülbül şakır gül goncada sazınan
Kış ortası dizlerimde sızınan
Hemen ömrüme kastetme emi
Ahi kul ahmedim ümitli kulsun
Nasib ise gayen yerini bulsun
Sonunda Hak ne dilerse o olsun
Hemen şeytana kul etme beni
ahi kul ahmed nasibidir
Baharda açılan gonca gül gibi
Açıl da gel ömrüm varı hal gibi
Öpülen leblerin sana yol gibi
Açıl da gel ömrüm varı hal gibi
Kıyamam sana bahçalarda gülüm
Duramam sensiz yazılarda ölim
Sensizim sessiz yaylalarda yarim
Açıl da gel ömrüm varı yel gibi
Senindir senin gönüllerde gülün
Aşıktır senin eşiklerde kulun
Bin niza etsem konuştukça yolun
Açıl da gel ömrüm varı sel gibi
Ne sektirir ne öptürür lebinden
Cefa çoktur vefa yoktur halından
Kimse bilmez bal döktürür dilinden
Açıl da gel ömrüm varı bal gibi
Ne ararsın ne sorarsın halimden
Bi kararsın gonca gülün dalından
Baha bilmez canı canım yolundan
Açıl da gel ömrüm varı el gibi
Akşam olur sabah olur yar gelmez
Sağa döner sola döner yar aymaz
Üç gün beş gün geçer sır tutmaz
Açıl da gel ömrüm varı gül gibi
Güle yazdım bahçalarda bağını
Sana sundum sunalarda çağını
Kime yazdın turnalarla çağrını
Açıl da gel ömrüm varı tel gibi
Açıldım açıldım tel tel açıldım
Suna diye ben kimlere sarıldım
Akşam sabah sinelere savruldum
Açıl da gel ömrüm varı yel gibi
Alı al moru mor geysen şalından
Renk renk vurur şavkı anın yanından
Ey güzeller güzeli sen canından
Açıl da gel ömrüm varı kol gibi
Bahar sensin gonca güle nazar hem
Baha olsun sümbül güle niza hem
Kime düşer bela diye kaşa hem
Açıl da gel ömrüm varı el gibi
Ahi kul ahmedim canım yar bilmez
Ele güne söylenmedik söz olmaz
Kim ne bilsin bilinmedik hal olmaz
Açıl da gel ömrüm varı dal gibi
aşık ahi kul Ahmet’e yazmak nasib olmuştuır
Be gardaşlar bre canlar
Irakta iller iniler
Yol eylerim yar elini
Yollarda taban iniler
Ararım erler meydana
Sözünü söyler cihana
Bahası canlar yarana
Fetada kullar iniler
Eylerim diller tadlısı
Küserim yarin kakısı
Dünyayı veren kadısı
Tapuda ben’ler iniler
Eser seher yeli eser
Gonca güller naza düşer
Bahar yaza ağıt düzer
Mizanda gözler iniler
Yarimden ırak düştüğüm
Canandır canı yazdığım
Astılar boyun büktüğüm
Boyunda urgan iniler
Hay felek senin elinden
Çeker oldum çeker oldum
Bu dünya nefse yaranım
Azapta canım iniler
Çağlar idim katre katre
Ulaştığım aşktan yane
Bir o yane bir bu yane
Irmakta taşlar iniler
Arap atlı Burak sormaz
Vara gide yele bakmaz
Onbeşinde kıza sormaz
Kucakta kızlar iniler
Be çağlayan Kızılırmak
Haram ettin gelin olmak
Alay alay yuttun nitmek
Kaderde yazan iniler
Koç yiğidin yürek yağı
Erir gider gozel çağı
Kimi algın kimi çalı
Güzelde yanan iniler
Namerde boyun eğmedim
Yoluna hem kul varmadım
Öldüm öldüm de demedim
Göğüste figan iniler
Ayrı düştüm yar elinden
Sala verdim kul dilinden
Üçe sattım beş yolundan
Tartıda güman iniler
Al geymiş zalim el görsün
Bir olmuş zulüm yar bilsin
Kim olmuş canım el duysun
Cihanda mahsun iniler
Bahar sazı gül üstüne
Aça durur gül eline
Ben’i yiter Hakk yoluna
Alemde kulun iniler
Ahi kula Ahmed yazsın
Yazgı diye aşık ölsün
Bir aşığa cihan ağsın
Kefende kalan iniler
EN SON KITANIN AÇIKLAMASI: Ahi kula Ahmet yazsın demek Ahmet Peygamber Efendimiz bize yani Ahi kula yazsın yani Ahirete davet etsin demektir bir mana olarak, ikinci mana ise aşığın benliğini öldürmesi demektir ki akabinde başına cihanın ağması ölen benliğin çok insana ulşaşmaya vesile olacağıdır ki bunun da arkasından kefenin gelmesi dünyada yaşarken onu terketmektir ve ölü gibi yaşamaktır.
Bu yazgının peygamberden gelmesi vesilenin yüksekliğini gösterdiği için aşık buna asla itiraz etmez edemez. bu davet gereği aşık yani biz ölelim. bir aşık olarak tek olalım yani tek dünya olacak bir ağırlık —aşık bütün dünyada gezer ve görev alır—ve gayrette olalım ve cihan cenaze namazı için başımıza ağsın yani toplaşsın. ikinci manası ise ölü gibi tepkisiz olan birisinin takvası artar ve bütün cihanı başına toplayabilecek hale gelir.
kefende kalan iniler demek insan öldükten sonra mezarda ilk sorguyu verir vermez uçar gider ve Allah’ın takdir ettiği yüce bir mevkide yerleşir, cennetteki makamını da seyreder ve yakınlarını geçtim de ne demek, ümmeti Muhammed’in önemli olaylarında kurtarıcı olarak görev alır (deprem kaza ve toplu felaketlerde bir çok insanı uzaklaştırır. o sırada kalbi açık olanlara görünebilir silüet olarak, bazen de kişi olağanüstülüğü görür fakat anlam veremez.) ölmek üzere olan müslümanlara sekerat halinde dua etmeye gelir ki o kişi canını kolaylıkla ve imanla versin diye —Yaklaşık bir ay önce ölmek üzere olan bir müslümana gittiğimi hatırlıyorum– büyük belaların ümmete gelmemesi için dua etmeye devam eder.
Savaş anında ümmetin yanında bizzat savaşa katılır ve savaşanlara yardım eder. savaş zamanında savaşa giderken mezarın başından yerden göğe doğru vızıltılar gelir. bu sesleri kalbi açık olanlar çok rahat duyar. riya olmamak kaydıyla biz bunların birçoğunu aynen gördük de sizin imanınız artsın diye buraya yazdık. Kefenden uçanlar böyle olduğuna göre kefende kalanlar uçamıyanlar olur ki bunlar Allah muhafaza günahkar olup kabirde kefen içinde azap görenlerdir. işte kefende kalanın inilemesi budur.
aşık ahi kul ahmede yazmak ve yaşamak nasib olmuştur..
Neşetim Neşetim aslan Neşetim oy..
Kara topraklara düştü Neşetim oy oy..
Bu dünya dost olmaz şu eyilere oy
Yare gönüllere düştü Neşetim oy oy
Neşetim oy oy
Gardaşım oy oy
Bahar olur yazı gelir kışlanır oy
Ömür yaşar zaman gelir eyleşir oy oy
Gönül sever kulluk eder yükselir oy
Nice gönüllere erdi Neşetim oy oy
Neşetim oy oy
Sırdaşım oy oy
Türkülerin dili sustu neyleyim oy
Bülbül garip güller solgun son sözüm oy oy
Bozkırın Tezenesi çalar gönlüm oy
Dar-ı kararına vardı Neşetim oy oy
Neşetim oy oy
Ağıtım oy oy
Abdallar içinde sen misin yanan oy
Hakka ruz eyleyip kendinden geçen oy oy
Bahçelerde bağlarda gönül çalan oy
Yar-i toprağına indi Neşetim oy oy
Neşetim oy oy
Belalım oy oy
Muharrem Ustanın sazından ağzı oy
Hem dahi alırmış aşkı çerağı oy oy
Kullar içinde yaşarmış takvayı oy
Gönüllere aşkı ektin Neşetim oy oy
Neşetim oy oy
Sevabım oy oy
Sana hazine dediler yaşarken oy
Gurbanım zahide yetim kalırken oy oy
Gönül dağı kalpten kalbe geçerken oy
Kara topraklara kandı Neşetim oy oy
Neşetim oy oy
Sebebim oy oy
Türküyü kulaktan kalbe indirdin oy
Göğnüm hep seni arıyor dedirdin oy oy
Neredesin neredesin eyleştin oy
Gariplere el attın sen Neşetim oy oy
Neşetim oy oy
Hemşehrim oy oy
Sen çaldıkça eller bilmedi kadrin oy
Ankara’dan Almanya’yı yol ettin oy oy
Garip bülbül öter oldu makamın oy
Sinelere sırrı açtın Neşetim oy oy
Neşetim oy oy
Yoldaşım oy oy
Acem kızı nen olurdu gülleri oy
Ahu gözlerde aradın aşkını oy oy
Leyla mı sardın mecnunun yorgunu oy
Babadan geçmek olur mu Neşetim oy oy
Neşetim oy oy
Nazarım oy oy
Kaç yıl yaşadın hele yazlı kışlı oy
Nice dertler çektin sinende gizli oy oy
Baha kıldın “kalsa nefesten ayrı” oy
Dar-ı emanına koştun Neşetim oy oy
Neşetim oy oy
Yanarım oy oy
Dediler bugün bir adam öldü oy
Adam kim milyonlar başına ağdı oy oy
Türküler gönüllerde yetim kaldı oy
Arşu âladan duyur sen Neşetim oy oy
Neşetim oy oy
Güllerim oy oy
Kırşehir’den çıkarmış bu yiğitler oy
Bağrına dönermiş ömrü yitikler oy oy
Bu kaçıncı düzdüğüm ağıtlar oy
Avşarın döküldüğü yurt Neşetim oy oy
Neşetim oy oy
Hazanım oy oy
Şirin ettin Kırşehir’in tadını oy
Deldin bir haberle kara bağrını oy oy
Sensiz tadı yok sineler aşkını oy
Gönüllerdir tahtın şirin Neşetim oy oy
Neşetim oy oy
Yitirdim oy oy
Baş sağolsun baştanbaşa yol olsun oy
Türkülerde cansın canın sağolsun hey hey
Bir kelamlık saltanatın yürüsün hay hay
Gönüller turabın yazdım Neşetim hey hey
Neşetim oy oy
Niyazım oy oy
Neşet ölür kalan sağlar bizimdir oy
Namı yürür kalan canlar şirindir oy oy
Bu kaderi taşa çalsam yeridir oy
Bin bir gülle Hakk’a koştun Neşetim oy oy
Neşetim oy oy
Yanarım oy oy
Aşık kul Ahmet de yanar yakılır oy
Bir Neşet uğruna ağıt döşenir oy oy
Cümle kullar ile kalbi yanaşır oy
Kalpden kalbe yol eyledin Neşetim oy oy
Neşetim oy oy
Gurbanım oy oy
Bu ağıt, Neşet Ertaş’ın cenazesine Ankara’dan Kırşehir’e giderken otobüste yazıldı ve Kırşehire gelen gelmeyen yüzlerce kişiye dağıtıldı tarafımızdan..
Neşet hemşerimle bundan yaklaşık 10 sene önce kırşehirde stadyumda konser vermeden önce bir söyleşi yapmıştım. Orada kendi aşireti olan Avşar aşiretine çok bağlı olarak gördüm. Şiirlerinde Ancak insani bir yol izledi. Bunda onun aşiretinin aşağılanmasının da etkisi var denilebilir. İnsanlıktan bu kadar bahsetmesinin nedeni bu olsa gerek.
İkinci olarak Kırşehir’i de öne çıkardı denilebilir. Şirin kırşehir ismi onun eseridir ve bu bir milliyetçiliktir denilebilir. Ancak zamanla insani tavır ve söylemler yerellikten çıktı ve topluma mal oldu.
Buna rağmen Hakk’ın sazından da çaldığı oldu. Derin anlamlı ifadeler inançlı kesimden de taraftar buldu denilebilir. Halk kendini neşette bulunca onu kendisi için sevdi.
Babası Muharrem Ertaş ile 15 yaşımda karşılaştım. Bir düğün için usta aramaya bağbaşı mahallesine gitmiştik. Bir eve girince bana büyüklerim sen bu odada otur biraz dediler ve onlar usta aramaya gittiler. Oturduğum evde karşımda sedirde bir adam bağdaş kurmuş oturuyordu. hiç konuşmadan o bana baktı ben ona baktım durdum. Tam yarım saat. Fakat adamdan öyle bir rahmet akıyordu ki anlatamam. Benim 10 yaşımda keşfim mevlanadan aşk şarabı içerek açılmıştı. Ben Muharrem ustanın rahmani tarafını görüyorken herhalde o da bendekini görüyordu. Derken
aşık hattat ahi kul ahmede yazmak nasib olmuştur..
İnsanlığın Allah’ın iradesini yeryüzünde yerine getirebilmesi, nesillerin devamını ve beraber yaşamayı, bu suretle de ilahi iradenin ahlaki boyutunun, insanın kendi kararı ve eylemiyle gerçekleştirilebileceği bir ilişkiler ağının varlığını gerektirdiği için, insanların evlenmesi ve çoluk çocuk sahibi olmaları da bir gerekliliktir. Söz konusu ilişkiler ağı, fert, aile, kabile (veya ulus ya da ırk) ve evrensel ümmet’i içerir. Birinci düzeyde kişi kendi kendine yeterlidir ve kendi ahlaki kararlarım kendisi alabilir. Kişinin kabile, ırk veya ulus ile olan ilişkisi bir bakıma Ümmet ile olan ilişkisine benzemekle beraber, Ümmet ile olan ilişkisine yeni bir şey eklemediğinden, hatta çoğunlukla kabile, ırk veya ulus düzeyi sınırlayıcı olduğundan, İslam bu ilişki boyutunu dışta bırakmış ve yerine evrensel Ümmet boyutunu ikame etmiştir. Zira Ümmet ilişkiyi dine dayandırdığından; dil, renk, ırk gibi doğumdan gelen ya da sosyal farklı¬lıklardan beslenen farkları dikkate almaksızın bu ilişkiyi daha insancıl bir biçimde bütün fertlere yayar. Bu bakımdan kabilecilik, kavmiyetçilik, ırkçılık, etnik ayrımcılık, İslamiyet öncesi Cahiliye döneminden kalma değerler olarak daima mahkûm edilmiştir.
Bu değerlendirme, bireyi bir yana, evrensel Ümmet’i diğer yana koymak suretiyle, aslında ortada bölünmez sosyal birim olarak sadece aileyi bırakır. Bu yüzdendir ki Kur’an’da ailenin kozmik düzendeki önemi konusunda birtakım ifadeler de yer almıştır: Sizin için, ısınıp kaynaşmanız için kendi cinsinizden eşler yaratmış olması ve aranıza bir sevgi ve merhamet koyması da O’nun [varlığını gösteren] delillerindendir. Şüphesiz ki bunda, düşünen bir topluluk için nice dersler ve ibretler vardır (30/er-Rûm, 21).
İslam cinselliği kınayıp dışlamaz, sadece onun disiplin ve kontrol altına alınmasını ister. Hatta onu masum, gerekli ve iyi bir şey olarak kabul eder ve olumlar. Ancak sadece cinsellik veya romantizm üzerine bina edilen evli¬likleri de kusurlu ve hatalı bulur. Bilakis evliliğin, ahlaki emirlerin büyük bir kısmının konusu olan insan ilişkileri ağının geniş bir bölümünü oluşturdu¬ğunu kabul eder. Çocuk dünyaya getirme, onları büyütüp yetiştirme, sevme, dayanışma, yardım etme, danışma, rehberlik, eğitim, dostluk gibi görevler, kişinin ilk önce aile fertlerine karşı yerine getirmesi gereken hususlardır. Evlilik sebebiyle ortaya çıkan akrabalık ve hısımlık bağlarına riayetin önemi, Kur’an’daki sosyal emirler arasında büyük bir önemle vurgulanır (2/el-Bakara, 83, 177; 4/en-Nisâ, 8, 36; 5/el-Mâide, 106; 6/el-En’âm, 152; 8/el-Enfâl, 41; 9/ et-Tevbe, 113; 16/en-Nahl, 90; 17/el-İsrâ, 26; 24/en-Nûr, 22; 30/er-Rûm, 38; 35/Fâtır, 18; 42/eş-Şûrâ, 23; 59/el-Haşr, 7). Kısacası İslam’ın aileyi, ilahi iradenin yerine getirilmesinde vazgeçilmez bir kurum olarak gördüğünü, dolayı¬sıyla bu alanda da İslam’ın ilkelerine tabi olmadıkça Tevhid’den söz etmenin mümkün olamayacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü Allah’ı Bir ve Tek ilah ve Rab olarak kabul etmek demek, O’nun iradesinin ve emirlerinin, tavsiyelerinin insan için gerekli, iyi ve amaç olduğunu kavramak anlamına gelir. Tevhid’i kabul etmek demek, Allah’ın emirlerini yaşamak ve O’nun emirlerinde mevcut değerleri açığa çıkarma, gerçekten var olanları da fark etme arayışı demektir. Üstelik Allah’ın önemine işaret ettiği aile ve akrabalık müessesesinin gerekliliğinin, akla uygun bir yorumunu yapmak da imkânsız değildir. Zaten Allah’ın aile ve akrabalık kategorilerine verdiği bu önem de, onların aklen de gerekli olduğunun bir göstergesidir.
İslam’da aile meselesinin ayrılmaz parçası olan “anne olarak kadın” konu¬sundaki günümüzdeki menfi yaklaşımlar göz önüne alınacak olursa, özetle söylenmesi gereken şudur: İslam’da kadın meselesi varsa, bu meselenin çözü¬münün adı da “anne”dir. İslam’ın aileye, bilhassa kadına bakışıyla ilgili olarak, kadının “anneciğinin merkezi rolüne yönelik itirazlara, bu çözümü beğenme¬yenlere şu cevabı vermek gerekir: “İslam kadını aşağılamamış, dışlamamıştır, bilakis sizler anneyi ve anneliği aşağılıyorsunuz!”
Aslında kadın için, her insani kanundan, hatta bizzat İslam’dan önce, üstün ve öncelikli seçim olarak annelik kanununu doğa tespit etmiştir. İslam ise, hayatın gelişiminde yer alan insanlık merdiveninde sadece doğanın deva¬mından ibarettir. Bu sebepledir ki, ne yaratılış açısından, ne de İslami bakım¬dan annelik kadın için asla aşağılayıcı değildir.
Kadının özgürlüğü bahanesiyle onu “anne kadın” olmaktan uzaklaştırıp “çalışan kadın” hâline getirmek isteyenlerin asıl niyetinin kadını özgürleştirmek mi, yoksa dünyanın en bol ve ucuz işgücü olarak kadını sömürmek ve istismar etmek mi olduğu sorusu da gözden uzak tutulmamalıdır.
Kaldı ki, kendi evindeki kadın, anne olduğu kadar, aynı zamanda bir eş, ardından da aşçı, sağlıkçı, hijyenist, pedagog, pediyatrist, diyetisyen, ev eko¬nomisti, terzi, çiçekçi ve dekoratördür. Bazıları ona “ev mühendisi” de derler. Kadının ne pahasına olursa olsun bağımsızlığını önerenlerin, bir kadın işçinin fabrikada çalışmasının, ev kadınının evdeki çalışmalarından daha yaratıcı ve daha az monoton olduğu iddiaları da aşırı bir genellemedir. Bir fabrikada sürekli aynı işi bir robot gibi ömür boyu tekrarlamak durumundaki bir kadı¬nın bir ev hanımından daha yaratıcı ve daha az monoton olduğu ne kadar gerçekçi bir iddia olabilir ki? Kaldı ki, çalışan bir kadın olarak, başkalarına ait çocukların terbiyesiyle (öğretmen, mürebbiye, çocuk bakıcısı vb. olarak) ilgilenmeyi yaratıcı, ama kadının kendi çocuklarını yetiştirmesini aşağılayıcı, bıktırıcı, değersiz ve önemsiz bulmanın ne kadar objektif ve tutarlı bir değer¬lendirme olduğunu da tartışmak gerekir. Hülasa kadın, sadece anne olarak yeri doldurulamaz ve mutlak bir değere sahiptir. Kadını anne olarak yıkan hiç kimse onun daha fazla saygı görmesi ve önemsenmesine katkıda bulunamaz. Çünkü annelik hakkı sadece dokunulmaz değil, aynı zamanda insanlığın bildiği en eski haktır.
Diğer yandan, ailenin, Kur’ani vahyin, genel prensiplerle olduğu kadar, evlenme, boşanma ve miras gibi detaylı emirlerle de düzenlemeyi gerekli gör¬düğü tek alan olduğu söylense yeridir. Hâlbuki başka (siyasi, ekonomik, vb.) alanlarda Kur’an’m, ya hiçbir ayrıntıya girmeden veya çok az girerek, sadece genel ilkeler sunmakla yetindiği malumdur.
Batı Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da insanların, iş aramak için büyük şehirlere akm etmeleri, herkesi anonimleştirmiş; cinsiyetlerin ortadan adeta kalkması, ahlakın kaybolması, kadınların ekonomik bağımsızlığı, güçlü bir bireycilik akımı; öte yanda komünizm ideolojisinin aile karşıtlığının doğur¬duğu tahribat, aile bağlarının erozyona uğramasına yol açmıştır. Bu yüz¬yılın ikinci yarısında güçlenen ve günümüzde başıboş bir hâlde dizginden boşanmışçasma yoluna devam eden ve bilhassa ülkemizde birtakım yazılı- görüntülü medya tarafından bilinçli olarak zihinlere enjekte edilen “Cinsel başıboşluk ve kontrolsüz cinsellik”, aile kurumunun nasıl bir tehditle karşı karşıya bulunduğunu açıklamaya yeter de artar bile. Bu noktada, aile kurumu dışında başka birlikteliklerin de mümkün olduğunu savunan ve bu düşünce¬nin propagandasını yapan antropologlar ve sosyologların da, aile birlikteliğini anormal göstererek bu süreci adeta teşvik ettikleri söylenebilir. Bu bakımdan Batı’daki ailenin ölüm döşeğinde olduğu artık kimseye gizli değildir.
Şu hâlde İslam dünyası ve diğer üçüncü dünya ülkeleri, kendilerini gerek Doğunun Komünizm ideolojisi gibi ideolojilerden, bilhassa diğer modern Batı ideolojilerinden -sekülerizm, egoizme varan abartılı bireycilik, nihilizm, küresel kapitalizm, neo-liberalizm, hedonizm vb – korudukları nispette, aile¬ye en yüksek şeref payesi veren İslam’ın ilkelerine yakınlaşmış olmalarından dolayı, aile kurumunu ayakta tutma ve bu suretle insanlığın geleceği açısından hayati önemi haiz evrensel değerlerin gelecek nesillere intikalini sağlama konusunda daha şanslı durumda olacaklardır
*
ahi kul ahmed