Notice: Undefined variable: has_ut in /home/ahisicom/domains/ahikirsehir.com/public_html/wp-content/plugins/all-in-one-seo-pack/aioseop.class.php on line 567

La mekan’da ayvaz..

Yine gönül kuşu eyledi pervaz

Her bir demden söyledi bir ahi naz

 

Her seher bad-ı saba hem gül-i naz

Bir bahar yad-ı aşkın neşvesi saz

 

Kim gönül çarhını savursa felek

Cevr-u cefa bahadır ona niyaz

 

“ben” ile başım dertte eydür felek

Her “ben” ile iki düştüm dem poyraz

 

Arşu âlâda kapı vurduk felek

Lakin “kim” dedi “ben”e eyler firaz

 

Kulluk eyle bahadır aşkın felek

Kim söyler kuldur sefadır aşkı naz

 

“fezkurullah kesiran” dedi Hakk’ın

Zikreyleyip ağlar iken güldü yaz

 

Cemalini aşıklara vaad kıldın

Aşk yolunda bir Allah için can raz

 

Kavi aşkı Allah sevdi “kulum” der

Ara yolda kalmaya canan pervaz

 

Yalancılar cemalim görmez dedi

Aşk kapısında sağlam duran yanmaz

 

Kabirler yetmez mi akıllı ol sen

Ben de şunlar gibi olmam de biraz

 

“Mutua kabl-el temutu” eyle sen 

Ölmeden evvel ölmeğe kül biraz

 

“Felizehu kalilen” haber verir

“Veleyebku kesiran” der gül biraz

 

Amel yoğ ise güler şen yürürmüş

Fermana boyun veren gamla firaz

 

Kim “kul” oldum gece gündüz gözyaşı

Katrem derya özler mutmain olmaz

 

Nefsden geçen aşıklar Allah derler

Seherde dört dövünüp esti poyraz

 

Rahmeyledi Rahman özüm nazar

Taşdı derya ondan gayri şehnaz

 

Zalim nefs bırakmaz ateşe yanar

Vücudum yandıkça yandı gel aymaz

 

Müşrikin imanını şeytan alır

Euzu-bismillah deyip gül biraz

 

Münafığa cehennem yeter yanar

İman eden halis kul yanıp şehnaz

 

İmansızlar evvel ahir yanarlar

Allah’tan iman dile namaz niyaz

 

Nefsim heva kıldı da tafta şaşar

Başın alıp pir-i Kamil’e varmaz

 

Ahi kul ahmed ötelerden aşar

Kuş olup uçup la mekan’a ayvaz

 

ahi kul ahmed’e nasib

26 Aralık 2011
Okunma
bosluk

İSLAM ( İslam’ın bir hayat tarzı olduğu hatırlanmalı ve batı’nın ferdi dininden tamamen ayrı olarak, İslam’ın hayatın her alanına ilişkin söyleyecek sözü olan cihanşumul bir din olduğu kolaylıkla tahmin edilmelidir.

İslam’ın hayatın bütün alanlarını kuşatan kapsamlı bir program, bir yol haritası, bir dünya görüşü ve bir hayat tarzı olduğu tekrar hatırlanacak olursa, sosyal hayatın hemen her alanına ilişkin söyleyecek sözü olacağı da kolaylıkla tahmin edilebilir. Gerçekten de, hayatın hemen her alanına nüfuz etmiş “entegre” bir program olması, yani hayatın hemen hiçbir alanını dışarıda bırakmamış olması itibarıyla, İslam’ın dinler arasında “en dünyevi” din olduğu şeklindeki değerlendirmelere bilhassa Batı’da sık sık rastlanmaktadır. Bu tür değerlendirmelere daha ziyade Batı’da rastlanması, Batı’da dinin (religion) tamamen bireyi ilgilendiren ferdi bir olay olarak algılanmasından dolayı son derece tabiidir.

Nitekim başta Aliya İzzetbegoviç olmak üzere bazı çağdaş İslam mütefekkirlerinin religion-İslam ayrımına gitmeleri ve İslam’ın Batı’nm anladığı anlamda bir “religion (din)” olmadığını vurgulamaları da bu sebeptendir. Kısacası İslam hayatın bütün alanlarına yönelik talepleri olan, hayatın bütün meydan okumalarıyla yüzleşmekten asla çekinmeyen, kaçınmayan, hayatın bütün alanlarında insanoğluna yol gösterme iddiasında bulunan, bu sebeple de bireysel yönü kadar toplumsal yönü de bulunan eşsiz bir karaktere sahiptir. Onun bu eşsizliği, buraya kadarki bölümlerde olduğu gibi, bu bölümde de görülecek, bu özelliğinin günümüze ne şekilde yansıdığı ve yansıması gerektiği bütün detaylarıyla gözler önüne serilmeye çalışılacaktır.

Genellikle insan hayatının bu dünyada doğumla başladığı düşünülürse de, aslında İslam nazarında insanların hayatı Allah ile bir misakm (anlaşma) yapıl¬dığı farklı bir varoluş düzeninde başlar (7/el-A’râf, 172). Bu dünyadaki hayatı ise, doğmadan önce daha ana karnında iken başlar. İslam ana-baba (ebeveyn) bir çocuk dünyaya getirmeye karar verdiklerinde, onlara dünyaya getirmek istedikleri çocuğa yönelik olarak birtakım sorumluluklar yükler, tavsiyelerde bulunur. Ebeveyn için en öncelikli ve önemli husus ise, sadece bir çocuk dün¬yaya getirmek değil, “salih(a) bir evlat” dünyaya getirmek niyetiyle yola çıkıl¬masıdır. Bu suretle insan neslinin devamı için şart olan bu adım, çocuk yapma karan alan Müslüman bir anne-baba için aynı zamanda bir ibadet niteliğine bürünür. Çünkü Müslüman ana-baba için önemli olan sadece insan neslinin yeryüzünde varlığını sürdürmesini sağlamak kadar, Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi olan “Müslüman nesiller”in devamını da sağlamaktır

Evet Müslüman anne-babanın dünyaya getireceği çocuk(lar), aynı zamanda onlann “Salih amel” hanelerine kaydedilecek bir kulluk görevi, bir ibadettir. Bu amacı hiçbir zaman aklından çıkarmayan Müslüman anne-baba, anne karnın¬daki çocuklarını, o hâlde iken bile haram lokmadan, içkiden, uyuşturucudan, sigaradan, hâsılı çocuklanna madden-manen zarar verecek bütün davranışlar¬dan da uzak tutmak ve korumakla mükelleftir. Bu sebeple hamilelik dönemle¬rinde dinen ve tıbben zararlı olan hususlardan kaçınma konusunda Müslüman annelere ve babalara büyük bir görev düşmektedir. Çocukların daha ana karnından iken dış dünyadaki birçok şeyden etkilendiğine dair modern tıbbın verilerine bakılacak olursa, meselenin ciddiyeti de kendiliğinden ortaya çıkar, Müslüman ana babaların bu konudaki sorumluluklarının da hafife alınamaya¬cak kadar ağır olduğu anlaşılır. Özellikle sağlıklı bir çocuk dünyaya getirmek ve ileride telafisi mümkün olmayan durumlarla karşılaşmamak için, bu konu¬da Müslüman ana-babanm dinen olduğu kadar, bir insan olarak vicdanen de ciddi bir sorumlulukla karşı karşıya bulunduğunu ise herhalde belirtmeye dahi gerek yoktur. Maddi ve manevi manada sağlıklı Müslüman nesiller yetiştirmek için, annelere düşen bir başka görev ise, bebeklerini anne sütü ile beslemeye özen göstermeleridir. Günümüz tıbbının da ısrarla önemini vurguladığı bu hususun, bundan on dört asır önce Kur’an-ı Kerim tarafından açık bir dille tavsiye edilmiş olması ise (2/el-Bakara, 233; 31/Lukmân, 14; 46/el-Ahkâf, 15) fevkalade dikkat çekici bir husus olsa gerektir.

Gerek madden gerek manen sağlıklı nesiller yetiştirmek niyetiyle anne- baba olmaya karar veren çift, imkânlar nispetinde kendilerini bu büyük sorumluluk için hazırlamalı, bu amaçla kendilerini yetiştirmeye çalışmalı, gerekirse bu konuda eğitim veren kurum ve kuruluşlardan yararlanmayı asla ihmal etmemelidirler. (Çocuğun gerek maddi, gerek manevi açıdan sağlıklı bir yapıda dünyaya getirilebilmesi için, halk arasında dolaşan söylentilerden, kulaktan duyma bilgilerden, kocakarı inanç ve uygulamalarından, şifacı, üfürükçü vb. şarlatanlardan uzak durmak, gerek dini gerek tıbbi konularda bilimsel bilgiden asla ayrılmamak gerektiğini de bu vesileyle hatırlatmakta yarar vardır. Mamafih dünyaya getirilecek çocuk(lar)la ilgili olarak, Kur’an’a ve sahih sünnete uygun bir biçimde yapılacak her türlü dua ve niyazın, veri¬lecek sadakaların bu uyarının dışında kaldığını da ilave etmek gerekir).

Çocuğun dünyaya gelişi Müslüman anne-baba ve aileleri için hayatın en mesut anlarının başında gelir. Ancak sağlıklı bir evlat dünyaya getirmenin mutluluğu sadece aile fertleri arasında paylaşılmakla kalmaz, bu mutluluğu bahşeden Cenab-ı Hakk’a karşı duyulan minnetin bir ifadesi olarak, -Hz. Peygamber’e kadar götürülen tatbikat uyarınca- kız olsun erkek olsun, doğan çocuğun sağ kulağına ezan okunur, sol kulağına ise kamet getirilir. Böylelikle daha ana karnında iken dış dünyadaki seslere karşı duyarlı hâle gelen bebe¬ğin, bu dünyaya gelince ilk duyduğu şey imana şahadet ve Allah’a kulluk etmeye davet demek olan ezan ve kamet olmuş olur. Daha doğmadan kulluk ile ilgisi kurulan bebeğin, doğduktan sonra da kulluk ile olan ilgisi tekrar herkes tarafından hatırlanmış olur. Bu suretle böylesi mutlu bir başlangıç, aynı anda bir ibadete de dönüşmüş olur. Çocuğun kulaklarına ezan ve kamet okunmasının belli bir zamanı ve şekli yoktur. Mamafih örf âdet uyarınca fazla geciktirmeden, bebeğin doğumunun ilk günlerinde ve haftalarında okunması şeklindeki uygulamanın isabetli olduğunu da belirtmek yerinde olur.

Aynen çocuğun kulaklarına ezan ve kamet okumak gibi, geciktirilme¬den yerine getirilmesi gereken bir diğer görev ise çocuk(lar)a güzel bir isim verilmesidir. Ancak burada güzellikten maksat, kulağa hoş gelip gelmeme¬sinden ziyade manasının güzel olmasıdır. Bu anlamda İslam medeniyet ve kültüründe, İslam toplumlarında yaygın olan isimler tercih edilebileceği gibi, farklı isimler de tercih edilebilir. Fakat isimlerin İslami öğretiye aykırı veya bir Müslümana yakışmayacak anlamlar taşıması durumunda, Hz. Peygamber’in de bu konuda gösterdiği hassasiyeti örnek alarak, bu gibi isimlerin çocuklara verilmesinden kaçınmak gerekir. Keza pedagojik açıdan ileride çocuk açı¬sından sıkıntı doğurabilecek, telaffuzu zor, toplumda garip karşılanabilecek isimleri seçmemeye de itina göstermek gerektiğini burada ilave edebiliriz.

Yine ilk Müslüman nesillerden beri devam eden gelenekler uyarınca, çocu¬ğun saçı ilk olarak tıraş edildiğinde, maddi imkânlara göre, kesilmiş olan saçın ağırlığı kadar -veya daha fazla da olabilir- gümüş ya da altının tutarı kadar para fakir fukaraya dağıtılır; ya da bir hayvan kurban edilerek (akika) fakir fukaraya, eş dosta dağıtılır. Daha doğrusu yine Allah’a olan minnet borcumu¬zun bir ifadesi olarak doğmuş olan çocuk(lar) vesilesiyle hayır hasenat yapılır, fakir fukara ve eş dost ile bu mutluluk paylaşılır. Görüldüğü gibi burada da bir bebeğin dünyaya gelişi gibi ilk bakışta biyolojik olarak görünen bir olay, aynı zamanda ibadet kavramıyla iç içe girer ve dinî bir merasime dönüşür.

Erkek çocuk(lar) biraz büyüdüğü zaman ana-babanm yerine getirmesi gereken bir diğer görev ise onların “sünnet ettirilmesi”dir (el-hıtân). Bunun için belirlenmiş bir yaş olmamakla beraber, genellikle bunun çocukluk çağında yapılması cihetine gidilmektedir. Bu konuda uygun yaşın belirlen¬mesinde çocuk(lar)m bedenen ve psikolojik olarak hazır ve uygun olduğu bir zamanın tercih edilmesinde yarar vardır. Sünnet olmak İslam toplumlarında adeta Müslüman olmanın bir alâmet-i farikası olarak kabul edilmekle bera¬ber, bunun dinde yerine getirilmesi zorunlu (farz) bir görev olmadığını ifade etmek de dürüstlüğün bir gereğidir.

Çocuklar ergenlik yaşma geldiğinde, mümkün ise onların ayrı yatak oda¬larında kalmaları, ayrıca ergenlik çağma ilişkin olarak onlara anne-baba veya pedagoglar tarafından bilgilendirilmeleri sağlanmalıdır.

Gerek ülkemizde, gerekse bazı İslam ülkelerinde, anne-babanın çocuk¬larını büyükanne ve babanın veya diğer aile büyüklerinin yanında kucağına almasına, onları öpüp okşamasına ve sevmesine olumsuz bakılması, İslam’la uzaktan yakından alakası olmayan, hatta İslam’a tamamen aykırı olan uygu¬lamalardır.

İyiyi kötüden ayırabilecek yaşa, yani temyiz çağma geldikleri andan itiba¬ren, onlara İslam ve Müslümanlık hakkında gereken bilgiler, algılayabilecek¬leri tarzda tedricen verilmeye başlanmalıdır. Öte yandan gündelik hayattaki İslami uygulamalara ilişkin olarak ezan, abdest, gusül, tuvalet adabı, yemek adabı (besmele (Bismillah) ile başlamak ve elhamdülillah diyerek bitirmek) beş vakit namaz, Cuma namazı, Bayram namazları, mescid, cami, Kâbe, Mescid-i Nebevi, Kuds-i Şerif, cemaat, imam, dua, Kur’an/Mushaf, sadaka, oruç, mukaddesata saygı, helal olmayan yiyecek ve içecekler (domuz eti ve her tür domuz ürünleri, her tür alkollü içecekler, sigara, uyuşturucu, bağımlılık yapan maddeler, vb.), helal ve caiz olmayan davranışlar (her türüyle kumar, şans oyunları, yalan, gıybet, dedikodu, koğuculuk, haset, hile, aldatma, kan¬dırma, vb.) konularında alıştırmaya yönelik olarak, olabildiğince uygulamalı eğitim vermeye çalışılmalı, bilhassa aile içerisinde İslami bir atmosferin canlı tutulmasına ve bu suretle canlı bir örnek oluşturulmasına çalışılmalı bu konuda anne-baba başta olmak üzere aile fertlerinin, akraba ve yakın dost çevresinin çocuklara örnek olması için gereken hassasiyet gösterilmelidir. Ayrıca çocukların arkadaş çevresini iyi seçmesi için, onlara rehberlik edilmeli, bu amaçla uygun ortamlara hazırlanmasına çalışılmalı, nerede kimlerle arka¬daşlık ettiği takip edilmeli, yanlış ortamlarda yanlış kişilerle bulunmasına fır¬sat verilmemelidir. Bu şekilde gelecek Müslüman nesillerin yetişmesi için çaba gösterilirken, kız çocuklarına annelerin, erkek çocuklara babaların rehberlik etmeleri gereken özel konulann mevcudiyeti göz ardı edilmemeli, çocukların karşı cinsleriyle olan ilişkilerinde dikkat etmeleri gereken kurallar ve ahlaki esaslar onlara açıkça anlatılmalı, bu konuda da gereken hassasiyet gösterilme¬lidir. Kısacası İslam’ın emirleriyle tamamen mükellef olacağı yaşa gelmeden önce, gerek konuyla ilgili bilgi ve bilinç düzeyini yükseltmek, gerekse uygu¬lamaların detayları konusunda bocalamasının, sıkıntılarla karşılaşmasının önüne geçmek için, pedagojik kuralları da ihmal etmeksizin, örnekleme ve sevdirme yoluyla çocuklarımızın Müslümanlığa hazırlanmasının, anne- baba’nm çocuklarına karşı belki de en önemli görev ve sorumlulukları olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır.

İnsanlık tarihi boyunca aile denildiğinde anne-baba, çocuklar, bazen de büyük anne ve büyük babanın yer aldığı, toplumların en küçük birimi söz konusu olagelmiştir. İslami Dünya görüşünde de ailenin kapsamı farklı değildir. Tabiatıyla toplumlardaki değişmelere paralel olarak aile kurumunun da, geniş aile tipinden çekirdek aile (anne-baba ve çocuklar) tipine doğru evril- diği ve bunun kaçınılmaz bir süreç olduğu şeklindeki pozitivist-determinist iddiaların bilim çevrelerinde bile yaygın olarak dile getirildiği, bazen bir dayatmaya bile dönüştüğü malumdur. İslami perspektiften bakıldığında ideal aile tipinin geniş aile mi, çekirdek aile mi olduğu konusunda ne Kur’an’da ne de Sünnet’te açık bir tercih olmamakla beraber, geniş aile tipinin veya büyük anne ve büyük babanın da sürekli olmasa da belli sürelerle ailede yer aldığı “yarı geniş aile” tipinin tamamen gözden çıkarılmaması gerektiği ileri sürülebilir.

Bilhassa anne-babanm çalıştığı, çocuklann ise bakıcılara ve kreşlere terk edildiği, dolayısıyla anne-babanm ilgi ve şefkatinden yeterince nasibini alamadığı “modern/çağdaş(!) aile yapısının, İslam ve Müslümanlık açısından bir başka zayıf noktası daha söz konusudur: İslami pratikleri, örf ve âdetleri, gelenek ve görenekleri, İslam kültürünü genç nesillere aktarma konusundaki boşluk. Bırakın birtakım değerleri çocuklarına aktarmayı, onların bakımını ve fiziki ihtiyaçlarının yerine getirilmesini bile bakıcılara ve kreşlere havale eden. Ailede yer alacak olan büyük anne ve büyükbabaların, torunlarına bu konuda fevkalade önemli ve değerli katkılarda bulunabileceğini, “değerlerimizin” yeni kuşaklara aktarılmasında canlı bir örnek ve rehber olarak, fevkalade ciddi bir boşluğu doldurabileceklerini göz ardı etmemekte yarar olsa gerektir.

İlk bakışta İslami öğretide erkek aile reisi olarak görünse de, bu reisliğin mutlak ve efendi-köle ilişkisini andıran bir ilişki olmadığı kesindir. İslam’daki karı-koca ilişkisinin, hiyerarşik bir ilişki olmaktan ziyade, karşılıklı saygı ve sevgi ilişkisi olduğunu, ama hepsinden önemlisi Allah’ın kulları arasında tesis etmiş olduğu “İslam kardeşliği” temelinde bir ilişki olduğunu bilhassa vurgulamakta yarar var¬dır.

Bu tespitin en açık şahidi ise, Hz. Peygamber ve eşleri arasındaki ilişkilerde görülebilir. İslam’ın kurucu metni olan Kur’an’m en yetkili uygulayıcısı olarak, onun eşler arasındaki ilişkiye dair çizdiği tablo kesinlikle ataerkil/erkek egemen ve hiyerar¬şik bir ilişki değildir. Bu ve başka gerekçelerden dolayıdır ki Klasik dönem İslam geleneğinde, şartlar gereği olarak, ailenin geçimini sağlama, aile fertlerinin bakım ve sorumluluklarım üstlenme, aile ilgili kararlar alma durumunda bulunan bir kadının, kadın olarak aile reisi rolünü üstlenebile¬ceği yönünde yorumların varlığı da bilinen bir şey¬dir. Mamafih eşlerin her ikisinin aileyle ilgili olarak ortak karar alma şeklinde bir yol izlemesinin, yani aile reisliğini paylaşmalarının, Kur’an ve Sünnet’in ruhuna aykırılığından ziyade uygunluğundan söz edilebileceğim de vurgulamakta yarar vardır. Kaldı ki aileyi ilgilendiren konularda, sadece eşlerin değil, çocukların ve büyük anne ve büyük baba¬nın da katıldığı bir istişare süreci sonunda karar almanın -İslam’ın istişare öğretisi uyarınca- en isabetli yol olduğundan da asla kuşku duyulma¬ması gerekir.

Evlilik meselesine gelince, eşlerin birbirini kendi hür iradeleriyle seçmeleri esastır. Bu mese¬lede de, her iki tarafın ailelerine de söz hakkı tanımak, onların görüş ve kanaatlerini göz ardı etmemek, tecrübelerinden yararlanmak fevkala¬de önemli ise de, yine de nihai kararı verecek olan eşlerin kendileridir. Ailelerin çocuklarını, onlann istemedikleri kişilerle zorla, hele küçük yaşlarda evlendirmeye hakları yoktur. Evlenecek çiftlerin birbirlerinde arayacakları kişisel özellikler yanında, İslami değerleri de göz önünde bulun¬durmaları gerektiği Hz. Peygamber’e izafe edilen birtakım hadis rivayetlerinde de dile getirilmek¬tedir. Mamafih Müslüman erkeklerin Müslüman olmayan -Yahudi, Hıristiyan- hanımlarla (kitabi¬ye) evlenebileceği de unutulmamalıdır. Müslüman kadınların Müslüman olmayan erkeklerle evlen¬mesine ise İslam’da sıcak bakılmamıştır.

Diğer din ve kültürlerde olduğu gibi İslam’da da evlilik için “nikâh akdi” esastır. Ayrıca bu akdin aleni ve kamuya ilan edilmek suretiyle, şahitler huzurunda yapılması da şarttır. Danışıklı şahitler huzurunda yapılsa bile, resmi tescil ve ilan olma¬dığı sürece yapılacak nikâh akitlerini şüphe ile kar¬şılamak gerekir. Zira bu gibi durumlarda genellikle mağdur edilen kadın olduğundan, kadının hak ve hukukunu korumak için, mutlaka bağlayıcılığı ve yaptırımı olan bir “nikâh akdi” ile evliliğin tesis edilmesi gerekir.

Bu vesileyle, halk arasında “din! nikâh” veya “imam nikâhı” adı verilen şeyin gerçek bir nikâh olup olmadığına açıklık getirmekte fevkalade yarar vardır. Bilhassa nişanlılık döneminde tarafların
sevdiği açığa çıkar ve sürtüşmeler başlar tabii.

Üç-dört yıl flört edip birbiriyle çok iyi anlaşan, ama evlenince birkaç ayda hayal kırıklığı yaşayan nice insanlar görüyoruz. Evlilik hayatı başlayınca “Reklamları izlediniz, şimdi haberler” anonsu yapılmış gibi olur. “Peki, flört bile olmadan evlenilecek kişi nasıl seçilebilir?” diyebilirsiniz. Aslına bakarsanız bir insanın, karşısındaki kişiyi tanıması o kadar da uzun bir zaman resmi kaydı, belgesi dolayısıyla resmi bir değeri veya hukuki bağlayıcılığı yoktur. Üstelik meselenin ahlaka aykırılığı da söz konusudur, zira bu tür nikâha başvuranlar, sık sık İslami açıdan mahzurlu birtakım durumlara İslami bir kılıf geçirmek için resmi nikâhı bırakıp bu tür uygulamaları tercih etmektedirler. Hatta nikâhsız birlikteliklerin zina ile damgalanmasının önüne geçmek için pek çok gencin bu yola başvurdukları da bilinen bir husustur. İslami çevrelerdeki bazı kötü niyetli kimselerin de mevcut nikâhı, İslam’a aykırılığını ima ederek “rejimin nikâhı” şeklinde nitelendirerek, dinî nikâh veya imam nikâhı denen uygulamayı meşrulaştırmaya çalıştıkları sık sık görülen, bilinen bir husustur. Hele yoldan geçen bir-iki kişiyi şahit tutup, aileden ve toplumdan gizli saklı kıyılan nikâhların, İslam’ın “nikâh”ı ile uzaktan yakından alakası yoktur; bunlar nefsani ve şehvani duygularının İslam’a aykırı bir biçimde tatminini, dinî kılıf geçirerek meşrulaştırmak isteyenlerin gayr-i ahlaki ve gayri İslami girişimleri olarak nitelendirmek gerekir.

*
ahi kul ahmed

15 Aralık 2011
Okunma
bosluk

TEVHİD (Allah’ı yanlış ve eksik tanımak toplumda bölünmeye mi yol açıyor?)

TEVHİD Dar anlamda Allah’ın bir olduğunu kabul etmek anlamına gelen tevhid, genel anlamda metafizik anlamın tamamına işaret etmek için de kullanılır. Her şeyin bir tek yaratıcısının Allah olduğunu kabullenmek ve buna inanmak tevhidin en basit anlamını teşkil eder. Konuya bu yönüyle de bakıldığında müşriklerin putlarının Allah katında şefaatçi olacağına inanmaları da üstün bir yaratıcının varlığının kabulü anlamını aslında taşır. Nitekim bu üstün yaratıcı onlara göre yerleri ve gökleri yaratan, gökten yağmur yağdıran ve yeryüzüne hayat veren, güneş ve ayı hareket ettiren ve hizmete yönlendiren putlar değil bu üstün yaratıcının kendisi olduğunu da açıkça ifade etmektedirler. Ancak, bütün bunlara rağmen arada bir aracının olması şirk doğurmaktan ve onların bütün bu Allah inançlarına rağmen Müslüman olmalarını engellemektedir. Zira İslam da tevhid’ten kasıt her şeyin tek ve bir olan yaratıcısı olduğuna dair ön kabul yeterli olmayıp beraberinde Cenabı Hakkın bir değer koyucu veya bir otorite olarak kabul ve ona boyun eğmiş olunması gerektiğidir.

Burada kastedilen otoriteden maksat O’nun (Allah’ın) peygamberler aracılıyla gönderdiği mesajlara da o insanların boyun eğmesi anlamına gelmektedir ki; asıl sıkıntı veren de budur. Zira Mekke müşrikleri yaratıcı olarak Allah’a iman ettikleri halde, Allah’ın otoritesinin insanlara iletilmesinin aracı olan Hz Peygamber ve onunla gelen vahyi reddettikleri için tevhidin dışına düşmüşlerdir. Demek ki, sonuç olarak Allah’ın varlığını ve birliğini kabul etmek yetmemekte; tevhid olarak; vahiy ve Peygamberliğin de kabulü şart olarak görülmektedir. Bu yönüyle tevhid yalnız Allah’ın varlığının kabulü değil, buna ek olarak bir eylem ve bir hareketi de ifade etmiş olmasıdır. Bu; bir anlamda Allah’ın gösterdiği yolda yürüyeceğine dair bir taahhüttür veya sözleşmedir. Yani Allah’ın birliğine inanmak kadar, bozulan dünyada Allah yolunda mücadele vererek bu imanı ispatlamak da gerekmektedir. Elbette ki bu ispat hareketi, siyasetten ahlaka, ahlaktan bilime kadar her alanda olmalıdır. Bu bir eylem ahlakı, ahlak isyanı ve insanı Allah’ın iradesi doğrultusunda dönüştürmeye bir davettir.

Diğer taraftan evren ve insanlık yönünden düşünüldüğü zaman, varlığın bir tek ilahi gücün yaratmasının eseri olduğu, canlı cansız her varlığa tek ve bir gücün egemen olduğu, ondan başka hiçbir gücün etkin olmadığı, her nesnenin, her insanın, her renk, her tür ve her şeyin bir yaratıcının eseri olduğu gerçeği mantıki olarak “insanlığın birliğini” bize düşündürttürür. Böylece tevhid bütün yaratılmış cümle alemin tek bir egemenlik alanı olduğunu ve tekbir gücün elinde olduğunu, yani söz konusu ilahi iradenin yol göstereceğine ihtiyacı bulunduğunu, bütün insanların aynı türden aynı Allah’ın yarattığı eşitler olduğunu da söyler. Böylece bütünüyle beşeri güçler, diller, ırklar, değerler, simgeler, statüler Allah karşısında tamamen kaybolur ve tevhide inanan benlik bütün insanlığı bir bütün olarak algılamaya başlar. Bu şekilde Allah’ın birliğine, yani tevhide inanmak, evrendeki tevhide, evrendeki tevhid ile insanlığın tevhidine, yani birliğine bizi götürür. Sonuç olarak denilebilir ki; tevhid sadece Allah’ın varlığı ve birliği olmayıp, evrenin ve insanlığın da birliği anlamına gelir. Yukarda izah ettiğimiz bakış açısıyla İslam’a bakacak olursak; İslam medeniyeti, İslam’ı; İslam’ın özü de tevhidi; tevhidin özü de Allah’ın birliği yani Allah’ın tek ve mutlak yüce yaratıcı ve her şeyin sahibi ve yöneticisi, nihai değerlerin kaynağı olduğu düşüncesine bizi götürür. İslam’ı bütün unsurlarını bir araya getirerek onu medeniyet kavramına taşıyan ve organik yapı haline getiren şey tevhid’tir denilebilir.

İslam medeniyeti böylece tevhidin bir ürünü olduğundan dolayı farklı; ırk, renk, bölge, din ve kültürden bütün insanları tek bir potada eritmiş olmaktadır. Bütün İnsanlığı dahi bir bütün olarak gören, bunu, tevhidin bir sonucu olarak kabul eden ve buna bağlı olarak da Hz Âdem’den, Hz Muhammed’e kadar gelen bütün peygamberler zincirlerine sahip çıkan İslam’ın bu sayılanlardan dolayı bütün dinlerin en evrenseli olduğu aşikârdır. Ehli kitap, birbirlerinin ve İslam’ın Peygamberini kabul etmezken İslamiyet ise bütün Peygamberlere Allah’ın elçisi olarak görür ve Müslümanların onların Peygamberlerine iman etmelerini ister. Cenab-ı Hakk’ın sadece bir yaratıcı olarak değil de, aynı zamanda göndermiş olduğu mutlak değerlere itaat edilmesi gereken nihai otorite olarak görmek, bütün dinlerin ortak paydası olarak “Allah’a boyun eğmenin”, evrensel bir bakışla anlaşılması, yeni ilişkiler düzeni oluşturmayı da mümkün ve muhtemel hale getirecektir.

Allah (c.c) insanı yeryüzünde halife yapmakla, onu insan ilişkilerinde adalet kadar tabiatın dengelerinden de sorumlu tutar. İnsanlarla kurulacak olan yeni ilişki biçimleri ise Müslüman’a bireyciliğin aksine olmak üzere, kendisinin diğer bütün insanlardan kişisel olarak da sorumlu olduğu bilincini aşılar ve böyle bir toplum anlayışına yol verir. Allah ile olan ilişkilerde ise özel ve sosyal hayatın bütününde de bu bilinç etkin olur. Bu suretle Allah’ın birliği olarak tanımladığımız tevhid inancı günlük hayattaki ekonomik, sosyal ve politik olmak üzere bütün insani ilişkilerimize belirgin bir yol ve yöntem verir. Sonuç olarak; böylesine bir kapsama ulaşmış tevhid inancı; saldırgan; milletler, toplumlar, topluluklar, gruplar, aşiretler, uluslar veya saldırgan bencillikler gibi bütün bölünme ve ayrılık şekillerine karşı bir birleştirme, birlik, beraberlik ve tevhid anlayışı zerkeder.

Bir müslüman; hiç bir zaman ümmeti tevhidden koparacak alt bir bölünmenin içinde yer alamaz. Sorulduğunda Allah’ın ona verdiği isim olan “Müslümanım” deyip geçmek zorundadır. “Ümmetim yanlışta ittifak etmez” hadisi de ancak tevhid halinde gerçekleşir. Yukarıda defalarca ifade edildiği üzere “Allah’a boyun eğme” olarak ifade edilen otorite varlığını zaman zaman bir müslüman dahi ihlal edebilmektedir. Açık bir şekilde nass bulunan konularda dahi insanlar bildiğini okumakta müslümanlığı sadece namaz, oruç, hacc gibi formel ibadetlerde uymakla iktifa etmektedirler. Bunda biraz da din adamlarının da rolü bulunmaktadır. Siz tercüme ederken İslamın şartı 5 deyip durursanız insanlar da bu beş içinde dini aramak yoluna gidiyorlar. Halbuki 5 unsur deseniz altıncısı var mı diye belki sorabilir. Gerçekte İslam bu beş şart ya da unsura sığmayacak kadar geniş bir yaşam biçimidir. Her sınırlama İslamı öldürür. Bazı hadislerde verilen sayılar genellikle en az olarak kurtulmaya matuf şartlardır. Böyle olsa bile iş bitmiş olmaz.

Bu anlatılan nedenlerden dolayı insanlar İslamı, sınırlandırılmış bir din olarak algılıyorlar ve öyle de algılamak da istiyorlar denilebilir nefsi nedenlerden dolayı. Bu durumda günlük hayatta gelişen yüzlerce olay karşısında sınırlı dine inanan insan bu kez boşluğu kendi kendine doldurmağa çalışıyor denilebilir. Bu doldurmada en önde gelen etken gelenek, töre ve adetler olarak karşımıza çıkıyor. Bu saydıklarımız öyle ki zaman zaman nassların bile önüne geçebiliyor. Halbuki halkın dine aykırı olmayan yaşayış biçimi olan icma bile normalde 4. sırada olmasına rağmen daha üst sıralara çıkabiliyor. Buradaki temel sorun TEVHİD’in eksik anlaşılmak istenmesinden kaynaklanmaktadır. Zira tevhidin doğru anlaşılabilmesinin temel şartı onun bir yaşam biçimi olduğu bilincinden meydana gelen sapmadır. Özet olarak islamın yaşam biçimi olarak algılanması onun tevhid olarak algılanmasıyla eş anlamlıdır denilebilir. Tevhidin en dar biçimi olan Allahın varlığı ve birliğine iman etmek bu sınırlamadaki en dar tabanı oluşturmaktadır. Din adamlarının da bu iki şartı fazla zorlar görünmemeleri müslümanların bu iki şartta yoğunlaşarak birikmelerine yol açmaktadır. Böylece bu iki şartın dışında kalan çok geniş bir yaşam alanında insanlar akılları ile yol almaya kalkınca, nefisleri, çıkarları, korkuları, beğenileri, adetleri, gelenekleri devreye girince bölünme kaçınılmaz oluyor ve ümmet birliği diye bir şey kalmıyor. Artık kimi kendini Liberal, kimi demokrat, kimi laik, kimi sosyal demokrat, kimi kemalist, kimi milliyetçi, kimi hemşehrici, ……. aşiretçi, kimi tarikatçı, v.s. olarak parçalanmışlığın içinde bir alt bölünmede birlik aramaya çalışıyor. Aidiyet insan psikolojisinde önemli bir paya sahip şüphesiz. ancak bu aidiyet yukarıda söylediğimiz gibi alt bölünmelerin içinde olunca toplumsal problemler doğuyor. Cenabı hakkın farklılık olarak yarattığı şeylerin bir bölünme vasıtası olması temelde TEVHİD’in doğru anlaşılmamasından kaynaklanıyor denilebilir. İşte tevhiddeki bir sorun, toplumsal algılamada bir hata ve parçalanmaya gidiyor demek hatalı olmaz.

Tarikat uygulamaları Peygamber efendimiz zamanında hatta uzunca bir süre sonuna kadar uygulamada görülmedi. İnsanların daha dar cemaatler olarak birbirini tanıyan kişilerden oluşması kavim ve aşiret uygulamalarından gelen bir birbirine yanaşma tarzı olarak başladı. Bir başka adım olarak insanların daha az kimseyle daha samimi olma isteği de sevginin parçalanmaması isteğinden gelen bir yaklaşımdır. Bir buçuk milyara kardeş gözüyle bakıp Malatyalı ile Kırşehirli’yi ayırmadan tam bir tarafsızlık içinde kaldığınızda geriye sadece karşınızdaki kişilerin ehil olup olmamaları kalıveriyor aslında. Demek ki tam bir ümmetçilik sizi ehliyete ve adalete götürüyor ister istemez. Ancak tarikatımdan, şehrimden, dediğiniz anda diğerlerini satıyorsunuz demektir adaletsizlik kapıya dayanmış demektir.

Öyle ki kızımın evleneceği oğlan da bizim tarikattan olsun demek de aynı ayrımcılığın bir başka yönüdür. Zira oğlanın diğer tarikatta olarak namazını düzgün kılıp kötü işi olmaması ve bir mesleği olması halinde onun da kızınıza adil davranmayacağı, yani ümmet olma bilincinde olmadığı düşüncesi sizde yer ediyorsa bunun aslı sizin kendi tarikatınızı farklı görmenizden ve sonucu olarak onu zorlamanızdan kaynaklanmaktadır denilebilir. İşte bunlar da adı konmamış olarak TEVHİD’den meydana gelen müslümanların sapmalarıdır. En nihayetinde kızınızın evliliği için İslam’ın koyduğu üç beş şarta sizin de peygamber gibi yeni şartlar ileri sürmeniz demektir.
Burada vurgulanması gereken temel mesele İslam adı altında hangi tarikat ya da kuruluş olursa olsun ümmeti parçalayıcı bir amacı amaç edinmemesi ve ilişkilerde Ümmet bütünlüğü içinde kaybolması yani ümmetin bütününe birden hizmet etmesi gerekir.

Bu noktada yapılması gereken bir başka temel şey de İslamı doğru anlamaktır. Yalnızca Allah’ın varlığı ve birliği ile yol almaya çalışan kişi önündeki çukurlara düşmekten asla kurtulamaz. Eğer gerçekten vahye ihtiyaç olmasaydı insanların Allah’ın varlığı ve birliğini verilen akılla eserden müessire yoluyla bulmaları pekala mümkün olabilirdi. Vahyin devamlı olarak toplumsal bozulmalara denk geldiğini de hesaba katarsanız onun ihtiyaç olduğu ne kadar açıksa vahyi dışlamış birinin de o kadar perişan olacağı aşikardır.

Bir başka yönden bakıldığında ibadetlerin şekli olarak algılanması, aynı zamanda onların içinin doldurulmasını da engeller denilebilir. Örneğin emri bil mağruf nehyi anil münkeri hiç yapmayan boş veren, zulme rıza gösteren birinin aşk ile namaz kılması şüphelidir. Dolayısıyla şekli unsurlarla yetinmek dahi tevhidin içinin dolmasını olumsuz etkilediği söylenebilir. Çünkü bu sefer ihlas ve samimiyet ve sorumluluklar İslam bütünlüğü içinde zedelenmiş olmaktadır.. Sonuç olarak her hal ve takdirde TEVHİD’in inanç ve vahyin kabulü ve tam itaati (boyun eğme) sözkonusu olmadığı sürece alt tarafa inildiğinde toplumsal parçalanmalara yol açmaktadır.
Psikologlar şimdilerde mutlu olabilecek evliliği “iki tarafın da aynı yöne bakması” olarak tanımlamaktadırlar. Bu tanım adeta İslam’dan dahi etkilenmiş görünüyor. Biz de bir şiirimizde şöyle demiştik. “dost dosta değil, dosttan dosta bakar” demiştik. İşte toplum da doğru bir Tevhid inancında Allah’a ve vahye doğru bakacak ve bu ortak tanım insanları koltuk koltuğa ya da yan yana, ya da omuz omuza yapacak, aynı ülkü etrafında birleşirken aynı kaynaktan beslenirken Allah’ın rahmeti de etki olacaktır birleştirmede…

Bir müslümanın sorması gereken şey şudur. Acaba benim şu işimde Allah ve Rasülü ne diyor? demelidir. Ben namazımı kılarım evimde istediğim gibi mum tuttururum edebiyatı Tevhidden tam bir sapmadır. Bunlar toplumda bir araya geldikçe toplumsal huzursuzluklar ve parçalanmalara kadar gider. Dinin herhangi bir alanda eksik yaşanması ihlas ve samimiyeti götürdüğü gibi şekli ibadetlerdeki dereceyi de düşürür..

Bütün bu açıklamalara ek olarak son bir basit ihmalden de biraz söz edelim. İşinde bütün sebepleri hazır ve yeterli olursa olsun, örn, yeterli parası, yeterli gücü,v.s. kişi daima “İnşaallah” diyerek Allah’tan izin almak ve sonucu O’ndan beklemek zorundadır. Benim param var binayı yaparım demek şirke kadar gidebilir. Bir müslüman Yusuf a.s. inşaallah demediği için 7 sene daha hapiste kaldığını unutmamalıdır. İnsan, her durumda Allah’ı anmalı, anması da Onun iznini ve yardımını istemek ve sonucu O’ndan beklemek şeklinde esasa ilişkin olmalıdır. Kendi işini kendi yapan ve Allah’a hiç dua ve istekte bulunmayan insan tevhidden uzaklaşarak tehlikeli sulara yönelmiş demektir Allah muhafaza. Benim her işim kurulu, tıkır tıkır gider diyen insan Allah’ı unutmuş demektir. Diğer taraftan Örneğin ilacı içmek gereklidir fakat beraberinde (şifa ver Ya Rabbi) diye dua da etmelidir.

*
ahi kul ahmed

14 Aralık 2011
Okunma
bosluk

Kabenin kara donu, getir giyeyim onu..

Rabbim nasib kılsa varsam
Güzel kabe yandım sana
Hak nasib etse de uçsam
Güzel kabe varsam sana

*

Kara donun Kuran dolu
Hacdan Hacca çıkar onu
Sana varmak aşkın düşü
Güzel kabe ersem sana

*

Büründüğün kara nedir
Haktan yana düşen kimdir
Yollar dolu hacı bindir
Güzel kabe dersem sana

*

Dört bir yanın küptür düzdür
Düzlük birer adalettir
Altı üstü zemzem hoştur
Güzel kabe gelsem sana

*

Arşa çıktım seni gördüm
Yere indim kara buldum
Siyah nuru taşa verdim
Güzel kabe sorsam sana

*

Cennet nuru izler seni
Adem dahi tevekkeli
Havva için şükre döndü
Güzel kabe dönsem sana

*

Kara donu kimden çaldın
Siyah tüllü güzel m’oldun
Bağrı yanık kara yazgım
Güzel kabe yazsam sana

*

Para pulla olmaz hacı
Hakk çağıra gele ne ki
Gözü kara ahmed der ki
Güzel kabe koşsam sana

*

Levhe yazdı kimler gele
İbrahim’e çığır diye
Milyonları dostum bile
Güzel kabe çağrım sana

*

Sana gelmek büyük onur
Varamayan mahsun kalır
Gönül Hakka yanar durur
Güzel kabe yansam sana

*

Herkes döner senden yana
Namaz kılan gözden evla
Rahmet saçar kavi kula
Güzel kabe bağrım sana

*

Safa merve nişan olmuş
Gider gelir hacı dolmuş
Bir tavafta binler dönmüş
Güzel kabe dönsem sana

*

Seni diyen sana dönmüş
Hakk diyene kabe dönmüş
Aşka düşen kabe olmuş
Güzel kabe bahtım sana

*

Altunoluk bizden yana
Her bir köşe rahmet yaza
Kapındaki dua ile
Güzel kabe kalbim sana

*

Hacerü-l esved köşede
İstilam olur tavafta
Ömer, Rasül öptü derde
Güzel kabe aşkım sana

*

Umre diye derde düşen
Fakir sana demez işin
Görmez isen fakri zulüm
Güzel kabe gülsem sana

*

Yollarına yayan düşsem
Deve yoksa uçup varsam
Elden evla seni görsem
Güzel kabe duam sana

*

Dönüp dursam umre hacca
Sonra versem ruhu Hakka
Helal etse Rabbim başta
Güzel kabe hal’im sana

*

Kabenin çevresi dağlar
Körolası yükselmiş evler
Hürmet anca ecdat eyler
Güzel kabe kalbim sana

*

Yüzbin melek tavaf eder
Didar görmüş sular çağlar
Zemzem diye içen kullar
Güzel kabe canım sana

*

Dua etmez garip kulum
Çağırdığı hacda gülüm
Bir kadın öldüğü yerin
Güzel kabe buldum sana

*

Otuz güne çivi çaktım
Deli gibi tavaf kıldım
Rasul ile mahbub oldum
Güzel kabe yandım sana

*

Daim Hakka döndüm yüzüm
Kalbim zikri Allah için
Manadaki yakut taşım
Güzel kabe yazdım sana

*

Cümle millet kardeş oldu
Tevhid ile sırdaş bildi
Ümmet olup namaz kıldı
Güzel kabe bağım sana

*

Zengin isen durma hacca
Belki çıkar ahmed kula
Her bir sene umut taze
Güzel kabe sağım sana

*

Namazıma kıble kabe
Aşk ahmede heryön kıble
Hakk cemal kabeden öte
Güzel Rabbim kulum sana

*

1995 de hacc, 1996 da ramaza’ın son 10 gün umresi, 1997 de tekrar ramazan son 10 gün umresi nasib oldu. şimdi bir fakire birşeyler verirken kalbim umredeki tavaf kadar titriyor ve bütün müslümanları burada tam bir ümmet olarak seviyor ve kucaklıyorum. anlıyorsunuz umarım…

*
ahi kul ahmed

12 Aralık 2011
Okunma
bosluk

İkra’dan Tevhid’e Aşk-ı Şeyda

Hakk’tan bir nasib oldu ikra evla durdu
Ok’dum bin nasib geldi ikra süfla oldu
Hakk’tan bir nasib erdi ruhu şeyda güldü
Ok’dum bir nasib geldi ikra evla oldu

*

“Kul hüvallah, Sübhanallah” virdim olsaydı
Çöller geçip dağlar aşıp taat kılsaydı
Cemal diye düşler görüp cana doysaydı
Ok’dum bir nasib geldi ikra neva oldu

*

Baştan geçtim candan geçtim dahi imandan
Vahdet aşkı şarab oldu içtim zemzemden
Azgın kulu yola saldı döndüm şeytandan
Ok’dum bir nasib geldi ikra sevda oldu

*
Ağlar yazdı, Halil çaldı geçtim canımdan
Behlül kıldı oynar etti bilmem halimden
Dilen diye varı yoğa verdim nefsimden
Ok’dum bir nasib geldi ikra vera oldu

*

Kavrul kavrul güller gibi ta ki yok olsam
Tevbe tevbe diye gözler çeki yaş aksam
Varsam Rasul diye gözler nazı “kul” görsem
Ok’dum bir nasib geldi ikra sefa oldu

*

Canım, gönlüm, aklım, şuurum Allah demişken
Canınım, cananınım canın ver demişken
“Hu” kılıcını elde nefsini kırmişken
Ok’dum bir nasib geldi ikra sada oldu

*

Ey ahi ahmed nefsi tep nefsi tep dur
Cananını can tenden çıkarıp edep dur
Ölmeden önce can vermeye baha yoktur
Ok’dum bir nasib geldi ikra sala oldu.

*

ahi kul ahmed’e nasib

17 Kasım 2011
Okunma
bosluk

İslam’ın (tevhid-ibadet) ilmi çalışmaya (ve sınavlara da) faydasına yönelik ilmi bir deney var mı? sorusuna cevap…

Sevgili Süleyman Kayacı Beyefendi,

bu yazının mihengi sizin de anladığınız gibi Önce Çalışma sonra Tevekkül etme, bunu yaparken sağlam bir ALLAHA iman ile birlikte yaşama, rızkın ve nasib’in ALLAH’tan verileceğine olan bilinçli bir iman ile mücehhez olmayı gerektirir.

böyle düşünmek sınav psikolojisi üzerinde kişiyi rahatlatıcı en önemli unsurdur.
öğrenciye sakin ol demekle öğrenci sakin olmaz. malzeme insansa onun özelliğine göre hareket etmek gerekir. insanı ALLAH yarattığına göre ona inanmak da insanı rahatlatır şüphesiz. ruhu madde tatmin etmez ALLAHI hatırlamak tatmin eder.
belirsizlik insanı tedirgin eder. öğrenci belirsizlikten dolayı heyecenlanır. halbuki NASİB’E, RIZKA; TEVEKKÜLE KAZA’YA İMAN İLE SONUCU ALLAH’IN VERECEĞİNİ VE BUNU HALİHAZIRDA YAZDIĞINI BİLMEK insanı engin bir sukünet ve tevazu ile çalışmaya ve itimada getirir. bu insanın kendi kendine vucüdünün doğal iletişimidir.
buna ilave olarak Cenabı ALLAH da kulunun kendisini hatırlamasından hoşnut olur ve sınavda dimağını açar, anlaması kolaylaşır ve çözüm yolları bir bir önüne serilir. böylelikle diğer ortama göre 5 veya on soru daha fazla yapar ki bunun adı ilahi ikramdır.
imam hatiplerin diğer okullara göre başarılı olmalarını nasıl açıklayacaksınız?

Amerikada bir okulda sabahleyin okula gelen öğrencilere birer lokum verirler. sonra derler ki, eğer 15 dakika daha sabredip beklersen 3 lokum daha vereceğiz derler. bazı çocuklar beklemez bazıları ise 3 lokum daha almak için beklerler. bu çocukları ayrı ayrı 20 yıl boyunca takip ettiklerinde görülür ki, sabredip tahammül gösterenler, sabretmeyenlere göre % 20 daha zeki olmuşlardır.

teekkül,küfür,sünnetullah,kibir,

İSLAM sabrı ve suküneti durduk yere değil, ALLAHIN KADERİNE güvendirerek sağlar. yani bir mekanizma var.. sabırlı ol, sakin ol demekle insan sakin olmaz..

Yalnız bütün bu anlatılanların sıkı demeyim ama “yeterli” bir gayret ve çabanın üstüne olduğunu unutmayınız. En önemli emir ÇALIŞMADIR. TEVEKKÜL ONUN ÜSTÜNDEKİ KAYMAĞIDIR: Çalışma olmazsa tevekkül teekküle (Ekmek yiyiciliğine )döner..

İSLAMDA ALLAHA iman demek onun kudretini de kabul etmek demektir. kişi eğer “ben yalnız başıma çalışır sınavı kazanırım, sonucu alırım, param var binayı dikerim, v.s derse bu KÜFÜRDÜR. ALLAHI UNUTMAKTIR.

fakat allah böyleyken de affeder ve kişiye istediğini (Çalışmasının karşılığını, apartmanı dikmesini v.s. verir.

koyduğu kanunun adı SÜNNETULLAH’dır. Fiziki kanunlar buna göre çalışır.

Çalışmaya güvenmek küfür ve kibri artırır. başarınca “ben kazandım” der fiatım da şudur der ve her gelen hastadan 300 kağıt alır sonra 15 gün sonra gel der bir 300 kağıt daha.. işte sonuç zulme gider..

halbuki çalıştım ama ALLAH kazandırıp NASİP etti elhamdülillah dese, o ilmi “allahtan verilmiştir” diye bilecek ona teşekkür edecek sonra dönecek halka o bilgiyi paylaşacak dağıtacak ve insanlara merhamet etmeye başlayacak. her şeyi para olarak görmediği için parası olmayanın ücretini almayacağı gibi üzerine otel parası ve yiyecek parasıda verir artık..

işte kendini aşma budur ve bu imanın hayatın her anına nüfuz etmesiyle sağlanır..

Amerikadaki hürriyet heykelini I. abdülmecit yaptırmıştır önce İskanderuna konulmak üzerte fakat ömrü yetmez heykel yarım kalır, yönünü sırtı doğuya önünü batıya tasarlamıştı. ölünce heykeltraş onu tamamlayıp amerikalılara sattı. onlar da newyorka yönü doguya sırtı batıya olarak diktiler. tersine yani. anlamışsınızdır.

medeniyetler daima yer değiştirir. allah bununla insanları dener (KURAN AYETİ) bu yüzden müslümanlık toplumları geri bırakmaz. kuran rehberdir. toplumlar önce kuranı bırakır, sonra ahlaken çöker sonra da yıkılırlar.

kuran da her millete bir ömür biçildiği belirtilir. yani yıkılma ve geri kalmada ilahi ve sosyolojik etkenler var. insanlar bunu anlamıyor sonra dine saldırıyor. halbuki kendine kabahat bulması gerekir.

ALLAHSIZ İLİM KÜFRE GİDER: İLİM ALLAHI İŞARET ETMELİDİR: MÜSLÜMAN BİR ÖĞRENCİ DE ALLAH İLA BERABER SINAVA GİRMELİDİR: VESSELAM. SELAMÜN ALEYKÜM. sevgilerimle…

*
ahi kul ahmed
*
Süleyman Kayacı: ben bilimsel bir deney var mı demiştim?

*
CEVAP II – (ahi kul ahmedin yeni cevabı)

Sevgili Süleyman Kayacı Beyefendi,

imam hatipler diğer okullara göre başarılıdırlar. Danıştayın ve eski YÖK’ün katsayı getirmesinin nedeni budur. Bir ara siyasalın %39 unun işgal etmişlerdi.

Amerikada bir okulda sabahleyin okula gelen öğrencilere birer lokum verirler. sonra derler ki, eğer 15 dakika daha sabredip beklersen 3 lokum daha vereceğiz derler. bazı çocuklar beklemez bazıları ise 3 lokum daha almak için beklerler. bu çocukları ayrı ayrı 20 yıl boyunca takip ettiklerinde görülür ki, sabredip tahammül gösterenler, sabretmeyenlere göre % 20 daha zeki olmuşlardır.

Filistinde son yıllarda lise bitirme sınavlarında öne çıkan ilk on kişi bir yılda puan eşitliğinden 28 kişinin hepsi hafız. (Filistinli yeni misafirimiz “ahmet kardeş” söyledi)

Biz imam hatipin ilk üç yılını okuyup 4. yılını okumadan gittik Cacabey ortaokulunu sadece eylül sınavlarına girerek birinci olduk. O tarihde de namaz kılıyorduk.

İSLAM sabrı ve suküneti durduk yere değil, ALLAHIN KADERİNE güvendirerek sağlar. yani bir mekanizma var.. sabırlı ol, sakin ol demekle insan sakin olmaz..

her şeye gücü yeten bir yaratıcının varlığına inanmak beyindeki mutlulukla ilgili alanı aktif hale getirir ve serotonin ve endorfin gibi mutlulukla ilgili kimyasallar salgılanırken stres hormonu salgısı azalır. Bu faaliyet inanç konusunda beyinde genetik bir tanımlama olup protein ürettiğini yani duygunun biyolojik temeli olduğunu gösterir.

Einstain rol model olarak Allah’ı seçmiş “Eğer ben Allah’ın yerinde olsaydım bu evreni nasıl yaratırdım” diye sorarak izafiyet teorisini bulmuştur.

İlkel beyin gördüğü ile hareket eder. Daha gelişmişi taklit eder. En gelişmişi görülmeyeni görür. Yani tanrıyı bulur. Gaybi iman budur. Varsayıma dayalı öğrenme sedece insanda vardır ve genetikdir. Biyolojiye göre gaybi iman en gelişmiş beyni ifade eder.

Duygusdal zeka çalışmalarının temelinde dinin emrettiği başkasını düşünebilme, duygulu olabilme, empati, organize olabilme, sezgiyi de katma, gibi değerler var. Bunu yapan kararlı, sebatlı, niyetli kendini aşan bir mümin sayılıyor. Bunu uzun vadeli düşünmek kısa vadeden kaçınmak gerekiyor. Böylece sezgileri gelişiyor. Bu ilham işte.

Bir yerde (koridorda yürürken) “sessiz yürüyün” diye duvarda yazıyorken adam inadına bağırıyormuş… biraz ilerde “Ayağınızdan ses çıkarmayın” diye yazıyormuş, fakat adam yine ayağını sürterek ses çıkarıyormuş… Fakat öyle bir yere gelmiş ki “geçerken kafanızı eğin “diye yazıyormuş bu kez… ve adam başını eğmiş.. eğmiş..eğiyor… Yani karşı çıkmanın bir faydasının olmadığı yere geldiğini anlıyor bu kez..(Yani imamın kayığı-Tabut)…. Eğer bir gün çok çalıştığın halde beceremezsen benim ne dediğimi anlarsın.

Her çalışanın başarılı olacağı şarta bağlı bir DETERMİNİZMDİR. Buna daha çalışmadan kesin başarılı olursun demek de fatalizm dir. Bunların hepsi ŞİRKTİR.

EDEP şu işi yapacağım demez. İNŞALLAH der. Heyırlıysa der. Sebeplere sarılmıştır ancak allah dilerse, fırsat verirse. Her zengin mutlaka çalışmıştır. Ama her zengin zengin olamamıştır.

Tabipler odası din- ilim ilişkisine ilişkin açıklamalara dava açarak laik bir mücadele sürdürüyor. Bu yüzden insan fıtratı ve doğası üzerinde bazı şeyler söyleyebiliyoruz.

Üniversite sınavında dua ve Kuran okuduk. Üç soru oğluma verildi. İnanmak serbest..

Uzun lafın kısası sana ne kadar da delil getirsek sen inanmazsın. İslamda gaybe iman olduğu için bilimsel deney islamın öngördüğü bir şey değildir. Sen korkarım Allah’ı da bilimsel deneyle ispat et diyeceksin. Bir önceki “ilim aşka düştü” yazımızı bir oku. Önce Allah sana iman nasip etsin değerli kardeşim.

İSLAMDA “ben yalnız başıma çalışır sınavı kazanırım, sonucu alırım, param var binayı dikerim, v.s” derse bu KÜFÜRDÜR. ALLAHI UNUTMAKTIR.

ALLAHSIZ İLİM KÜFRE GİDER.

*
ahi kul ahmed

12 Kasım 2011
Okunma
bosluk

Sufi sufi sufinaz, satar bizi gül-i naz

Ey gönül işlersin günah yoktur pişmanın
Hem sufi görünür postta yoktur çerağın
Ey gönül geçirdin ömrü giryan olmadın
Hem sufi görünür postta yoktur çerağın

*

Ey gönül daima işin gaflet iledir
Hem tesbih elinde hem dil gıybet iledir
Ey gönül selle-i çilpeç nefs ket iledir
Hem sufi görünür dostta yoktur metaın

*

Ey gönül isyanın aşar saflık serabın
Hem takva eyleyip abid kılsan namazın
Ey gönül mahşerde düşme yalan ağıtın
Hem sufi görünür dosta yoktur nazarın

*

Ey gönül geceler kalkıp kan-ı revanın
Hem cefa çekerek belin sağlam bağlasın
Ey gönül severek söyle lafz-ı Celalin
Hem sufi görünür dosta yoktur nihanın

*

Ey gönül işlersin kibir riya kazancın
Hem ah-vah edersin dilde mağrur nidaın
Ey gönül verirken can-ı nur mu imanın
Hem sufi görünür dosta yoktur amelin

*

Ey gönül neylersin evde sufi işin yok
Hem sufi neylesin halka vere aşı yok
Ey gönül ağlarsın damla dahi yaşın yok
Hem sufi görünür dosta yoktur ağıtın

*

Ey gönül sufilik eyler kapı umudun
Hem bir şey gelir mi deyu kişi gözlersin
Ey gönül Allah’ın lanet çarhı takarsın
Hem sufi görünür dosta yoktur emanın

*

Ey gönül sufiyim dersin hani figanın
Hem aşk-ı surh’un gözün yaşın suların
Ey gönül mürşid-i kamil hani yolların
Hem sufi görünür dosta yoktur tebaın

*

Ey gönül yürürsün gamsız tesbih elinde
Hem mağrur oluptur dünya dini ahirde
Ey gönül korkasın Hak’tan şimdi huzurda
Hem sufi görünür dosta yoktur sevabın

*

Ey gönül dünyaya postu serdin nihayet
Hem dahi zahirin dünya batın sadaret
Ey gönül habersiz ezel geldi nihayet
Hem sufi görünür dosta yoktur cevabın

*
Ey gönül tesbihle halkı boyan sufisin
Hem dahi nefsine mağlub olmuş birisin
Ey gönül kulluğun Hak mı yazın küfisin
Hem sufi görünür dosta yoktur yazanın

*

Ey gönül yalnızca Allah tavrın ubudet
Hem dahi zübde-i alem içre şuhudat
Ey gönül günahlar hata mahcub melamet
Hem sufi görünür dosta yoktur tevbesin

*

Ey gönül muhabbet sür de ol’ver divane
Hem dahi geçesin mal-mülk ev-bark divane
Ey gönül kim Allah derse ol’ver pervane
Hem sufi görünür dosta yoktur sabırın

*

Ey gönül bizar ol şeyden aşka davacı
Hem uyku terkeyle gece aşka duacı
Ey gönül dertsizler yanmaz aşka metacı
Hem sufi görünür dosta yoktur sefaın

*

Ey ahmed sufilik kolay değil neylersin
Hakk Rasül sufidir dünya malı neylersin
Ey dünya sevenler insan değil neylersin
Ey ahi ahmedim dosta yoktur nizaın

*
ahi kul ahmed

11 Kasım 2011
Okunma
bosluk

kaside-i felek fi mahbubu kelek

Cevr-u cefanı çok çektim aşufte felek
Daim hükmünü baş ettin aheste felek
*
Gönle cefayı sen ektin zulmette felek
Köle zahmet ne yaman derunde felek
*
Yaman tıyneti var zaman dehşette felek
Seman ziyneti var saman eşşekte felek
*
Nice gardaşı var yaman gıybette felek
Bağlar yolları ko salmaz dostlukta felek
*
İnsan kanıdır kim içer kesbinde felek
Aptal beynidir ol yiyer mestinde felek
*
Gülüm gülşenim boz viran eyledi felek
Bağ-ı irfanımı bir cehle yazdırdı felek
*
Konuk ilmimin birr kudsi şaheste felek
Azgın dolaşan bir ite bezendi felek
*
Kurdun elinden bir nefes kaçsaydı felek
Kurttan betermiş azgın siyasette felek
*
Mülkü Süleymanı çözüp kıymette felek
Şimdi de firavun olup surette felek
*
Hakka kulluğa bir adım yazsaydı felek
Kullara kullukta bin adım kazdı felek
*
Beli büküldü bak hali perişan felek
Aklı kocaldı yok canı demişem felek
*
Aklı kiralar yok fikri töresiz felek
Nakli yazarlar yok zikri okumaz felek
*
Meni gördükçe söv iman getirir felek
Etse riyadır çift yüzün gösterir felek
*
Adil oladur der sultan yazdurur felek
Kendi varestedir elden ayırır felek
*
İşret ederken kim bahtım söylenir felek
İşret millete kıl şilte serdirir felek
*
Seni gördükçe zevk riya çığırır felek
Gayri ohşadam sen kime çığırır felek
*
Söyler sureti Hak diye görünür felek
Sufi cübbesi kah posta oturur felek
*
Kula tabiat kul ola riyadır felek
Zalim yabana kel dura revadır felek
*
Belki dünyada şer cürmün örtesin felek
Lakin mahşerde şer nasıl örtesin felek
*
Baha ziynetim taş değil manadır felek
Mana diyenin taş gönlü yakuttur felek
*
Sana kaçıncı yar kıldım şeytanı felek
Baha inkara yol verdin zamanı felek
*
Kına yakasın el uzat deccale felek
Seni yakasın el mehdi deccal ne felek
*
Kim ki deccalin en yakın dostudur felek
Lakin söylenir en düşman deccaldir felek
*
Kaçtır taptığın bir Allah vareste felek
Cümle ilahın bir senden habersiz felek
*
Ata kurtardı san iman yareler felek
Hakka garazdır bil şirke savrulur felek
*
Allah hakkıdır tüm, Sezar hak etmez felek
Sezar hakkına yaz diyen çarhetmez felek
*
Tevhid kaplasın bu ruhu “illa”dır felek
Felek yarandır bu nefse kaç “la”dır felek
*
Bilir insanlar kim doğru duruyor felek
Lakin toplaşır bin yanlış yerde “la” felek
*
“la” yı bilip de bir “illa” demezsin felek
“İlla” imandır bir Allah demezsin felek
*
Çevir yönünü ol Hakka kuvvetle felek
Dönme yolundan el dönse cümleyle felek
*
Elli beş sene cenk edem düşmanım felek
Ahir emirde hep üstte görmüşem felek
*
Yazu karadur mert saymaz yananu felek
Ahmed yareler kalp duymaz cananı felek
*
Ahi ahmedin tek derdi tevhiddir felek
Felek kulların tek aşkı şeytandır felek
*
Ya Rabb canımı al, yazma mihnette felek
İman yarimi sal cana cananla felek

*

 

 

ahi kul ahmede nasibdir

9 Kasım 2011
Okunma
bosluk

tevhidi kemale gülleri gülşen, fezkuruni ezkurkum…(= siz beni zikredin, ben de sizi zikredeyim) (okuyucuma bayramın 1. günü kurban kesilirken 1. hediyemdir)

La ilahe illallah diyen kulun
Bir yeşillik bahçada uçar imiş
Tevhidi kemale gülleri gülşen
“Kul” yeşillik bohçada açar imiş

*

Ol kuşun kudreti bin lisan içre
Hem haktan dileye gün beyan ede
Sen şöyle bahçeye ay ayan bize
“Kul” yeşillik bahçada açar imiş

*

Bir kuşu eyleye bin güle yete
Bin gülü bağlaya bin bağban ede
Bir insan söyleye bin bağın çöze
“Kul” nesirlik bahçada dizer imiş

*

Bu kuşu cahiller bir pula sata
Ey dostlar bilmeye kim gülle harda
Hiç kalmaz gönülde bir şerre uya
“Kul” eminlik bahçada gezer imiş

*

Bir oruç namazı bin tövbe kılan
Her seher Allah’a yar kulu yazan
Er durur hizmete tam kavi olan
“Kul” yeminlik lahzada uçar imiş

*

Bir ahi ahmede bin yaran kılan
Dil ile zikrini hoş asan yazan
La ilahe illallah canı yuyan
“Kul” emanlık zamanda canan imiş

*

Hak kime eyleye ol nuru nasib
Nefs heva yokluğa “bir” adım yazıp
Zikr ile Allah’a bir zakir olup
“Kul” paslanmış yürekte parlar imiş

*

“fezkuruni ezkurkum”söyleşelim
Bir Allah demeye ol can verelim
Nur ile zulmete çerağ olalım
“Kul” karanlık alemde yanar imiş

*

Hak kime inayet kıl aşık saya
Giz batın keramet ve keşfi no’la
Nefs heva terk edip yüz çeri aza
“Kul” masiva fanide geçer imiş

*

Bil imdi ahmedim aşk köle arar
Can, canan harında meşk ile yanar
Bir eyvah sözünde şevk bula yeter
“Kul” pişmanlık tavında uçar imiş

*

Kim arif aşk odu pek kavi düşer
Hak dahi kelama hal izhar ider
Kaç cefa çekmişse can göğsün açar
“Kul” yeterlik katında karar imiş

*

Bu alem rüsvalık der horlar eller
Gül cemal tutturup her seher düş der
Kaç düşman saldırtıp kaç dişim kırar
“Kul” yarenlik katında yaran imiş

*

Bu dünya lokmasın yoh sayar bize
Bir cahil sorarsa yoh sırrı cehle
Er olan feyz alır var edep ile
“Kul” erenler katında behlül imiş

*

Kim talep cemalin bak arşa ferşe
Arş üstü ah ile yak canı neşve
Ya mahbup rasulün çal kapı işve
“Kul” melikin katında melül imiş

*

Aşk sema raks ile dön dem-i nazla
Kaç melek yığılır dön cem-i nazla
Arş kürsi levh kalem çün yad-ı hazla
“Kul” seyranlık katında canan imiş

*

ahi kul ahmed

(Not: bu şiir kurban kesimi sırasındaki boş vakitte yazılmıştır. kesim insandaki merhameti azaltır diye daha çok taşıma işi yapılmış, kesimden kaçınılmıştır. Ahiler kasapları ve cerrahları tarikata almazlar ve seneni 20 günü kasaplığı bıraktırıp merhametleri yerine gelsin diye bağ bahçe işi yaptırırlardı

Bayramınızı bu şiirle kutlar selam, saygı, sevgi ve hayır dileklerimi Allah’ın gerçekleştirmesini dilerim efendim.. sağlıcakla kalınız..)

7 Kasım 2011
Okunma
bosluk

dulkadiroğluna güzelleme

senin ne işin var müdürlükte
kes ceza hep kaçakçılıkta
merhamet bırakır mı adamda
bu kalb nerdendir dulkadiroğlu

*

her kimse hoş değil hor görüyor
her bi şeyi alıp koparıyor
rızık ki Allah’tandır bilmiyor
bu darp nerdendir dulkadiroğlu

*

edep kalbin bir inceliğidir
ince latif söz ustalığıdır
hürmet geçmişimin sadıçıdır
bu harp nerdendir dulkadiroğlu

*

su denize kavşur enginleşir
gönül hakka kavşur sakinleşir
hak bilmeyen daim hırçınlaşır
bu sarp nerdendir dulkadiroğlu

*

bende yoksa onda da olmasın
haset mümin ruhu bir sarmasın
yer bitirir iyilik kalmasın
bu şer nerdendir dulkadiroğlu

*

“bizi geçen bizdendir” kim dedi
geçen dahi hazmetmek şiardı
Ahi Evran aleme sultandı
bu er nerdendir dulkadiroğlu

*

kul ahmet der ki sözüm bilene
RAHMAN diler ki, ine dilene
sözün özü HAK yolda olana
bu aşk nerdendir HAKKI’nın oğlu

*

ahi kul ahmed

3 Kasım 2011
Okunma
bosluk

Notice: Undefined variable: pagingMiddleString in /home/ahisicom/domains/ahikirsehir.com/public_html/wp-content/plugins/wp-page-numbers/wp-page-numbers.php on line 212
kırşehir Son Yazılar FriendFeed

Son Yorumlar


Notice: Undefined variable: pre_HTML in /home/ahisicom/domains/ahikirsehir.com/public_html/wp-content/themes/seohocasiv2/sidebar.php on line 20

Notice: Undefined variable: post_HTML in /home/ahisicom/domains/ahikirsehir.com/public_html/wp-content/themes/seohocasiv2/sidebar.php on line 26
cami alttan ısıtma
halı altı ısıtma
cami ısıtma
cami ısıtma