Aşık özün tartıla
Kendine bak kendine
Hakka niyaz edile
Kendine bak kendine
Sıratı müstakime
Gider ona ol sende
Gayet seni bul sende
Kendine bak kendine
Her ne varsa kendinde
Ara bul ol ademde
Sen seni bul bu demde
Kendine bak kendine
Sensin kamu alemde
Var olan bir gerçek de
Kalmaya söz ezelde
Kendine bak kendine
Senden göründü Allah
Yemin ederim billah
İki gözüm maşallah
Kendine bak kendine
Mülküdür onun dünya
Aşikar olmuş vera
Hanedir sultan ola
Kendine bak kendine
Gam değildir bizlere
Ser verip sır vermeye
Oyundur canı başe
Kendine bak kendine
Bildin ise ol demi
Hakk diyesin ademi
Kılma güman içeri
Kendine bak kendine
Evliya kerameti
Yerden göğe direği
Kevni mekan içeri
Kendine bak kendine
Aşktan yana olanlar
Dünya malın bakmazlar
Hakk’ı aşkta bulalar
Kendine bak kendine
Canların canıdır aşk
Dertlere dermandır aşk
Aleme sultandır aşk
Kendine bak kendine
Söylenir aşktan yana
Hayvandır aşk olmaya
İnsandır aşık ola
Kendine bak kendine
Ahidir Ahmet kârı
Söyletir zülfikârı
İki cihan serdarı
Kendine bak kendine
ahi kul ahmed
Sensin kerim sensin rahim
Allah sana verdim elim
Topraktaki gonca gülüm
Allah sana arzu halim
Ramazanın rahmetiyle
Şeytanları bağlarıyla
Nefislerin ıslahıyla
Allah geldi ramazanım
Recepten vardık şabana
Hayır kıla müslümana
Ulaştıra ramazana
Allah nasib kıla hayrım
Evvelinde rahmet ile
Ortasında mağfirete
Cehennemden azad ede
Allah size affı yazdım
Teravihler doldu taştı
Sahurlarda uyku kaçtı
Afiyetle yedi içti
Allah verdi taştı rızkım
Hatim ile namaz kılam
Ayaklarım şişe ölem
Terler ile gömlek sıkam
Allah için miraç sayam
Fakir görsem sevinirim
Keşke ölsem sakınırım
Yokluk ile öğünürüm
Allah aça cennet kapım
İftarında fakir varsa
Bereketler dola evde
Yediğinden arta sofra
Allah kulun yazdı kerim
Ramazana erdi kullar
İbadetle uçtu ruhlar
Orucumuz nefsi kırar
Allah dedi giyin ihram
Gönül ağlar gözden akar
Namaz kılar sütre aşar
Secde eder yakın düşer
Allah bunla eyler kelam
Tövbe etti dağlar kaşı
Cümle eller horlar kişi
Dizgin elde nefsin atı
Allah vere burak uçam
Emmarenin isyanına
İsyan dolu hallerine
Tövbe eden dillerine
Allah yaşı gözler kulum
Pişman olsam günahlara
Yaşlar varır levvameye
Yazar hakkın hidayete
Allah çeke kendin kulun
Günahımı bohçaladım
Dürüsünü hakka savdım
Hayra döndü suçlar karım
Allah kerim kerim gülüm
Levvamede ağlar gözüm
Azgın nefsi ıslah ettim
Hidayeti anda buldum
Allah kapar gözler kulum
Ay parıldar gönül dahi
İhlas kılan etti karı
Muhammed’e verdi sözü
Allah ahir bayram gözüm
Rahmetime gir kullarım
Haslarını bağışlarım
Suçun katre rahmet deryam
Allah gülsün gül kullarım
Selam versin hurilerim
Cennetime gir kullarım
Bilmez kimse giz nimetim
Allah rızam er kullarım
Bil dedimdi evvelinde
Kul yarattım ademinde
Kim erişti rahmetime
Allah güler kul güllerim
Şeytan kurdu sofrasını
Kafir yedi zokasını
Çoktur çeri tapasını
Allah yakar künhün gülüm
Kabil habil hepten şamil
Söke geldi suçlar cehil
Tövbe kapında bu cahil
Allah güler af güllerim
Kul ahmed’im ümmet aşkın
Söyleşirsin Allah aşkın
Ümmete Muhammed düşkün
Allah bağış kılsın gülüm
Kul ahmed ağlar, gül ağlar
Muhammed ağlar nur ağlar
Ey kaçınan dağlar ağlar
Allah gülsün gül kullarım
not: bu şiir geçen ramazandan 20 gün önce Hacı Bayram camiinin bahçesinde 20 dakikada yirmi kıtası hiç karalama olmaksızın yazıldı. geri kalan 5 kıtası ise bodrum yalıkavakta a bayram kısmını yazmamışız diye ayakta 5-10 dakika içinde yazılmıştır.
bu şiiri yalıkavakta tecrübeli bir din ve ahlak öğretmeni okumuş ve 5 yerde takılmış anlayamamıştır. böyle bir anlam zenginliği olan bir şiiri bir daha yazabileceğimi sanmıyorum. hele bu kadar dar zamanda ve karalama yapmadan.
hacı bayramda şiiri yazarken diyanet işleri başkanı sayın görmez üstümüze gelerek merhasba demiş, biz de selamün aleyküm sayın başkanım diye yüksek sesle doğru selamı kinayeli olarak söyledik..hayırlara vesile olur inşaallah..
lütfen bu şiiri dikkatli okuyunuz…
aşık ahi kul ahmede nasibdir
Ey ramazan ramazan
Safa geldin ramazan
Ey güllerim ramazan
Safa geldin ramazan
Çok özledik gelmedin
Recep şaban bekledin
Hayır umar ümmetin
Safa geldin ramazan
İlan ettik geldiğin
Çarşı Pazar gezdiğin
Cümle kula dediğin
Safa geldin ramazan
Hayır senin elinde
Oruç tutan dilinde
Gazap duymaz halinde
Safa geldin ramazan
Aman yedim bozulmaz
Allah verir kızılmaz
İlkin kaza sorulmaz
Safa geldin ramazan
Dilim dursun konuşmaz
Belim çeksin karışmaz
Elim haram kokuşmaz
Safa geldin ramazan
Kimler oruç tutmazmış
Sokak ayıp bilmezmiş
Tutan ondan utanmış
Safa geldin ramazan
Avrat açmış açılmış
Evlat saçmış saçılmış
Sokak şeytan doğurmuş
Safa geldin ramazan
İftar ettik elliye
Dua sunduk Hadi’ye
Haydi kullar camiye
Safa geldin ramazan
Sofra düzdük ahiye
Hoşaf koyduk tas ile
Güllaç gelsin beriye
Safa geldin ramazan
Artsın sofra taşmasın
Niyet halis bozmasın
Kadir Mevlam çok versin
Safa geldin ramazan
Çıplak gezip gezinsem
Üç beş kuruş dilensem
Bunla çorba iç’versem
Safa geldin ramazan
Obur paşa yumuldu
Börek çorba kazındı
Tatlı helva yok oldu
Safa geldin ramazan
Mahya yandı illallah
Safam olsun hayrullah
Gelen düşsün nurullah
Safa geldin ramazan
Haydi yallah camiye
Yedik içtik şükrüne
Kulluk etmek herkese
Safa geldin ramazan
Ramazanım ramazan
Sana gönül komazam
Bizi hakka çağıran
Safa geldin ramazan
Rahmet doldu taşmaz mı
Gönül yandı coşmaz mı
Nefsim öldü uçmaz mı
Safa geldin ramazan
Namaz kılıp duranım
Oruç tutan kullarım
Azad etsin rahmanım
Safa geldin ramazan
ahi kul ahmet
Sevgili okurlarım,
miraç. Kandilimizi kutluyoruz.
Miraç yükselmek demektir. Gerçekten de KULU (Muhammedi) Mekke’de iken bir gece Cenab-ı Hak onu önce mescidi Haram’dan çevresini mübarek kıldığı Mescid-i Aksa’ya oradan da ayetlerini bildirmek üzere Sidretül Münteha dediğimiz Allah ile görüşülen yere götürmüştür. İsra suresinin birinci ayetinde açıkça zikredilen bu hususta kalbinde hastalık olanlar itiraza kalbi selim olanlar itminana yönelmiştir. Adeta gaybi imanın bir çeşit tecellisi gibidir. Bu bir imanın şartı değildir. Lakin Kuran’da yer alması inanmayı zorunlu kılar. Aksi halde “din kuralları uygulanamaz” diyen kitabın dışına inanıp içine inanmamışlara dönersiniz. Dikkat. Yanarsınız sonra.
MİRAÇ BEDENEN Mİ RUHEN Mİ GERÇEKLEŞTİ?
Daha önce yazdığımız İlim aşka düştü yazısında böyle bir yükselişin bedenen dahi olabileceğinin sinyallerini vermiştik. Oraya bakabilirsiniz. Necm suresindeki ayetler de miraç hakkında bazı gizli bilgiler sunar. Fakat ilimsiz alimler bilmezler bunu.
Kuran’da ledun ilmi olarak önce bir ifritten sonra da ilmi olan bir zat(veziri)’tan bahsedilir. Bu zat Saba melikesi Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar getirip üzerinde değişiklik yaptıktan sonra geri gönderen ve Belkıs’ın “buna kim bir şey yaptı” dediği olaydır. Aslında Kuran her ilmi gelişmenin sırlarını hikayelerle de olsa bildirmektedir. O ne mucize kitaptır.
Şöyle düşünün: konuştuğunuz ses saniyede 330 metre giderken telefon vasıtasıyla elektiriğe (yani dalgaya) dönüş müyor mu? Şimdi hangi hızla gidiyor? Işık hızına yakın. Sonuçta varsayın ki bir adam yürürken ata bindi, yahut hızlı trene. İşte sesi elektriğe bindirince böyle oluyorsa bedeni de ruha bindirince aynısı olabilir. Sadece bedeni sıfırlamanız lazım ki yük teşkil etmesin. İşte İsra 1. ayette “kulu” diye açıkca belirtilmesinin bir sırrı da budur. Çünkü kul makamı en üst makamdır ve nefsin en terbiye görmüş hizmet eder halidir ve hızlı bir yolculukta gereken en az yüktür.
Beyin gücüyle metali kıranlar var. Bu gücün ancak hak ilimle ruha bindirilmesi halinde bir veli maddeye tayyi mekan (aynı anda iki yerde olma veya yer değiştirtme) yaptırabilir. Kırşehirli emekli vaiz Hidayet Hoca babama anlatmış. Kuran’daki bilgiye göre kişi diyecek ki hediyeni gönderiyorum diyecek ve anında hediyesi yanında olacak demiş. Bugün Japonlar denemelerine ilkel maddeyi çözüp gönderiyorlar lakin gittiği yerde koordinatlarını oluşturamadıkları için aynı biçimi gidilen yerde oluşturamıyorlar.
MİRAÇTA KUL PEYGAMBER
Peygamber Efendimiz Sidretül Münteha’da Cenabı Hak’la karşı karşıya geldiğinde “yaklaş” hitabı üzerine yaklaştı. İkisi de nurdu. Ancak bir yay mesafesinde durdu. Konuşmadan mana ile kelam oldu. Dört bin türlü sır aldı. Ve orada da “ÜMMETİM” dedi. Döndüğünde daha yatağı soğumamıştı. Beden ayrılmayan yatak zaten soğumaz? Demek ki bedenen gitmiş.
Bu bir miktar geride durmanın manası kulluk ve edeptir. Bu edebi biz de hayatımızda büyüklerimize karşı uygulamalıyız.
Peygamber efendimizin Mescidi Aksa’daki yükselmeden önceki ayak izinin nur olarak hala durduğu söyleniyor. Bir de ayette zikredilen “çevresini mübarek kıldığımız” sözünün mescid-i Aksa’nın kubbesinin etrafı olduğu bu çerçevenin nur olarak görüldüğü söyleniyor. Allahü alem.
KULLARIN MİRACI NASIL OLUR?
Hadiste “müminin miracı namaz” buyrulur. O ümmetin de yükselmesi için çıktı. Namaz kılan biri destursuz çıkamayacağı makama VIP yoluyla çıkar kabul görür. İnsan aciz ve zayıf olduğu için ezildiği zaman zillete düşmeye, kendisine güç verildiği zaman ise zalim olmaya meyillidir. Her sıkıntıda üstün bir güce sığınmak derdini talebini bir yerlere iletmek ister.
Yüce Rahman çok büyük kıyak geçiyor ve günde beş defa arzu ve isteğini iletmesi için destursuz huzura kabul ediyor. eğer davete icabet yoksa ya inanmıyorlar, ya da önemsemiyor=ZİYAN
Kulun miracı namazda, namazda miraç fatihada, fatihada miraç “iyya kenağbüdü…” de gerçekleşir. Kul bilmez lakin bu ayete geldiğinde huzura çıkarılır. O aptal gazlar gider olmadık işlere HAKKIN huzurunu feda eder. Namazda gözünüzü yummayın buyruldu. Gözünü yuman hayale gider. Halbuki Allah irade ister idrak ister. Bu da göz açık olmakla NE DEDİĞİNİ BİLMEKLE olur. O oturup şu fatihanın manasını iyice bir ezber değil, idrak etmeliyiz. Allah günde kırk defa okutarak şartlandırma mı yapıyor haşa. İdrak ile huzurumda kabul gör ey kulum diyor.
Biraz sıkalım. Kişi Kuran gibi olmadıkça Mutmain seviyeye ulaşamaz. Ulaştıysa HUZUR içinde namaz kılar. Eğer namaz kılıp da Allah yerine kullardan bir şey istiyorsa o ne ermiştir ne de “iyya kenağbüdü” diyemez.
Namaz kıla kıla insan namazın kıymetini bilmez ve alışkanlığa döner. Halbuki sahabe-i Kiram her namazı yeni farz olmuş gibi bilir ve alışmanın verdiği düşüklükten şiddetle kaçınırlardı. Bu durumda bir şok lazım gelir. İşte regaip, miraç, berat, kadir, ramazan ayı, feyzi bereketi artırılmış şoklayıcı günlerdir.
DÜNYANIN KULLARI NE OLACAK
Dünyaya düşenler, israf ile giyim kuşam, gösterişli evler, son model arabalar, pahalı telefonlar, el aleme gözükmek için boyalı avratlar, doymayan nefsin kulları olurlar. Ya da Kuran’ın deyimiyle nefsini ilah edinenlerdir bunlar. Bunların miracı kendine, namazı da kendine olmaz mı? Biraz ileri gidelim. Camide müslüman, evinde zalim, siyasette ırkım, ya da laikim, ticarette kafir gibi zalim ve gaddar, sohbetinde hak sözü anmaz yalancı gıybetçi. Her yerde müslümanım diyemez. İlla bir ilave moda ve İslam dışı bir marka ile anılsın ister. Bunların miracı İbni Arabi’nın ayağının altındaki küpün içine olmaz mı? Lakin bir Yavuz Selim daha nereden bulacağız. Islah eyleye cümlesini rabbim, bizleri de böyle olmaktan koruya.
Her yeni gün yeni bir şeyler söylemek lazım diyor Mevlana. Kuran, evlerde “Kuran sofrası kurun” diyor nur suresinde. Evler ne iğrenilecek kadar kötü, ne de imrenilecek kadar lüks olmalıdır. Su akarken bile israf etme diyen peygamber paran olsa bile tasarruflu davranmaya mecbursun demiyor mu? İhtiyacı senin nefsin, nefsini başkası ve reklamlar belirleyemez arkadaş. İhtiyacı Kuran ve sünnet belirler. Hz. Peygamberin yaşayışı belirler. Örnek odur.
KURAN’IN YERİMİZİ BELLİ EDEREK MİRACIMIZIN KİME OLDUĞUNA İŞARET ETMESİ
Kur’ân’daki hizbullah kavramini “şi’atullah (allah’in taraftarlari)”, “ensârullah (allah’in yardimcilari”, “evliyaullah (allah’in dostlari” ve “cündullah (allah’in askerleri)” gibi deyimler adeta bir “benden yana olanlar kimlerdir” der gibidir.
Hizbullah, Allah’in ve Rasûlü’nün otoritesine boyun eğen, islâm’a teslim olan, içlerinden seçtikleri yöneticilere itaat eden, birbirleriyle yardımlaşan, dostluk ve dayanışma içinde bulunan diğer yandan da en yakin akrabaları da olsa, İslâm düşmanlarını sevmeyen, onlarla işbirliği yapmayan, onlara yardımda bulunmayan mü’minler topluluğudur. İşte bu dairede kalanların miracı HAKKA olabilir denilebilir.
İkinci din olan Tağut ve Hizbüşşeytan’ı; gerçek mü’minlerden, hizbullah’tan ayiran en temel özellik: Allah’ı rasülü’nû ve mü’minleri değil, onlarin karşisindaki kimseleri velî edinmeleridir. İşte kimi destekliyorsanız Miracınız ona olacaktır. Allah muhafaza buyursun.
*
ahi kul ahmed
Bismillahirrahmanirrahim
selamün aleyküm
İSLAMDA İHSAN ŞUURU
Kültürün eşya ve hadiseleri algılama biçimi var. Hayatı algılayan ve biçimlendiren bir biçimi vardır. Böylesine bir bakış açısı hayatımızı da değiştiriyor. İnsan ister istemez Modern kültürün yansımalarından etkileniyor.
Modern kültür Kadim kültürü inançtan her türlü yeniliğe kadar etkiliyor. Modern kültürün yaşadığı kriz önce aileyi etkiliyor. Bu bir gerilim oluşturuyor ve aynı anlamdaki zıt kavramlar insan olarak genlerimizi değiştiriyor. Makul ve saf olarak görünen HAK kavramı öylesine genişledi ve öne çıktı ki gittikçe çatışmaların kaynağı oldu. İnsan hakları, kadın hakları, hasta hakları, işçi hakları, çocuk hakları gibi…
İslam da ise vazife ve sorumluluklar merkeze alınır. Modern kültürde ise bu haklar bir varoluş mücadelesinden çıkıyor denilebilir. Hasta doktordan, kadın kocadan mücadele ile bir şeyler koparmaya çalışıyor. Çünkü hayatın tanımı “hayat mücadeledir” şeklinde yapılıyor. Bu durum sınıfsal yapı ve çatışma ortamından etkileniyor. İslam ülkelerinde sınıfsal bir yapı olmadığını düşündüğünüzde bu durumun ne kadar sakat bir anlayış tarzı olduğu anlaşılır.
Modernlik temelde din karşıtlığı üzerine oturur. Sekülerleşme ile din alanını daralttı. Din hayatın arka planına atılınca düzeltip toparlayacak bir şey kalmıyor ve hayat paramparça bir şekilde devam ediyor.
Modern dünya da ahlaka ihtiyaç duyar aslında. Fakat yine kendisi ahlakı imkansız kılar.
Din; değer koyar. Ahlak yorumsal bir tavırdır. Dinden beslenmediği sürece nereye kadar gideceği belli olmaz.
Hukuk formel, maddi müeyyidesi olan kaideler koyar. Ancak bu kaideleri yine toplumsal ahlak belirler. Yine bu noktada da dini değerlerin belirleyiciliği olmazsa değer ve fıtrata uygun tanımlardan uzaklaşılmış olur.
Dinin ulaşmadığı bazı Eskimo kabileleri 70 yaşını geçen yaşlılarını köyün dışına atarlar ve beyaz ayının gelip onu diri diri yemesini beklerler. Ayı adamcağızı bağırttıra bağırttıra yedikten sonra “tamam, dedemizin ruhu beyaz ayıya geçti ve daha uzun yaşayacak ” derler. Din daima iyilikle sonuçlanan normlar oluşturur. Hz. ademden beri böyle olmuştur. Fakat onu bir kenara atarsanız çıplak kalırsınız çıplak…
Modern hayatta,
Dinin yerini ……… ilim aldı.
Allah’ın yerini…… İnsan aldı.
Vahyin yerini………akıl aldı.
Türkiyedeki entelektüeller batı dini anlayışı ile davranıyor.
Merhamet ve acımak Rum 21 ‘de şöyle sayılıyor.
Rahmet
Meveddet
Sekinet
Olarak sayılıyor. Rahmet, acımak değildir. Kim kime acıyacak?? Acımak dikeydir ve Allah’tandır. Merhamet ve acımak rahmet olmaz. Bu incelik İhsan’dır, İyiliktir, güzelliktir. Ancak iyilik, güzellik içten gelerek güzellikle yapılırsa İHSAN olur.
Peygamber efendimiz oğlu İbrahim’i kaybettiğinde bir sahabi mezarı düzeltmek için mezarın içine iner. Peygamberimiz başındadır. Boş kalan bir deliği görünce der ki; şu karşısındaki delik boş kaldı der. Sahabi de “ya Rasulüllah bunun cenazeye bir zararı yok ki” deyince “ölüye yok ama dirinin gözüne var” der. Arkasından da şu hadisi irad ederler. “Allah bir kulunun yaptığı işi iyi ve güzel yapmasından hoşnut olur” buyururlar. İşte ihsan şuuru bu kadar önemlidir.
Nezaket=
İhsandan=== MEVEDDET; karşılıklı sevgi doğar= bundan da SEKİNET=huzur doğar.
Hak nihai adalettir. Son noktadır. Tersi ise zulümdür.
Borçlu ödeyemezse “başkasını kendine tercih etme” prensibi gereğince bağışlama yapabilmelidir. Bu bir insan ahlakıdır.
Hakşinaslık—karşı taraf oluşturur.
“Hak verilmez alınır” diye bilinir yanlış bir şekilde.
“Her hak sahibine hakkını ver” HADİS. Bu hadis hak almaya değil sorumluluğu hitap ediyor.
Adaleti aşan değerler ne olacak? Örneğin merhamet gerektiren konular hak kavramıyla çözülemezler. Bu kırılgan ilişkiyi hak üzerine kurarsanız diğergamlık gibi erdemleri iptal etmiş olursunuz.
Peygamber efendimiz kızı Fatıma’yı çıkarırken ona şöyle diyor: “Kızım, ülfet ettiğin ortamdan bir başka ortama gidiyorsun. Sen kocana cariye ol, o da sana köle olsun”
Artık buna rağmen bütünleşme sağlanamıyorsa bunu sorgulamak gerekir. Kuran bir ayetinde “siz bütün oldunuz” diye buyurur. Onun hitabı zevc ve zevce kelimeleri üzerindendir. Öyle ki; zevc kelimesi; ayakkabı, mes veya çorabın teki demektir. Biri diğerine lazımdır ve parçasıdır. Aynı numaradan olması gerekir ve sağ mes solun yerine geçmez, sol mes de sağın yerine geçmez. Sol sola sağ da sağa giyilir. İşte Kuran’ın bu benzetmesi müthiş bir ilahi benzetme veya adlandırmadır denilebilir.
Halbuki batıda hırıstiyanlık değer üretmekten iyice uzaklaştığı için toplumsal cinsiyet rollerinin değiştirileceğine ilişkin sapık fikirler gelişiyor. Böylece roller karışıyor. Bunun akabinde haklar devreye giriyor ve toplum kesimleri karşı karşıya gelip iyice ayrışıyor. Arkasından “o benim hakkımı yedi” deyip kavga başlıyor.
Biz ne yapıyoruz derseniz; biz, “batıyı suçlayıp kendimizi beraat ettiriz” desek pek de yanlış olmaz sanırım.
Adamın son model jeepi var, yerde rahle ve megafonla ders yapıyor=zıtlık.
Batıdan fikir alırken ona bir parola sorabilmeli ve içini kendimize göre doldurup bize uygun hale getirmeliyiz.
Müslümanlar ya çok geride kalıyor ya da hayat budur deyip uyuyor. Hayatta gerilimler var. Yer bulmak için dik durmak gerekiyor. Boşanmalar, fikri çözülmeler ve bir çok yaşam problemleri yaşanıyor. Bu ortamda batının yaptığı gibi hakka temel bulmak son derece yanlış olup ayet ve hadislerde dikkat çekilen vazife ve sorumlulukları daha önemli olarak ön plana çıkarmalıyız.
Ülkemizde hak ve vazifenin içi boşaltıldı. Eşitlik kavramı öne çıkarılıyor. Halbuki eşitlik kavramı kadın ve erkeği karşı karşıya getiriyor. Halbuki İslam’da TAMAMLAYICILIK vardır. Kadın erkek eşit olmaz. İki farklı şeyi, tamamlayıcılığını öne sürerek bir elmanın birer yarısı gibi eşitlerseniz bu benzetme yanlış olur. Zira eşler zevc kelimesinde olduğu gibi iki farklının birbirinin yerine geçmeden birbirini tamamlamasıdır. Eşitlemek yerine erkeğin üstünlüğü ile kadını tamamlaması, kadın da kendi üstünlüğü ile erkeği tamamlar…
Böyle bir ortamda eşitlik değil de tamamlayıcılık olduğu için bir saygı düzeni ister istemez oluşur ve öfke ve hakarete yer olmaz. Şayet problem çıkarsa bu yapı o sorunu çözebilecek bir ortam sunar. Çünkü eşitliğin kavga ettiriciliği yoktur burada. (Veceale beyneküm meveddet) sevgi ve merhamet temelli bir yapı öngörüyor Kuran.. Temelde yatan şey kulların fiili davranışıdır. Yanlış davranışlar aşkı bitirir.
Rasulüllah veda hutbesinde “siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız” buyuruyor. Emanet=sığıntı değildir. Bu, sorumluluğun zirvesidir. Emanet= birisinin yanına bırakılan kişi ya da eşyanın aynen zarar vermeden geri vermesine denir. Allah diyor ki; “bir zarar verirseniz ona ihanet edersiniz” diyor. “Birbirinize takva elbisesisiniz” buyuruyor. Burada meseleye bütüncül bakılması gerekir. Buna göre kadın da erkeği, onu ilgilendiren özellikleri ile doyurarak da olsa koruması gerekir. İslam ailesi kendini nasıl görüyorsa ona göre hayatını kuruyor. Halbuki dinini bu inceliklerini bilmekten aciz. Biraz eğitim gerekli görünüyor.
Kız çocukları “ekonomik özgürlüğümü kazanmak istiyorum” diyor. Daha baştan aile olmak düşüncesi yok. Evlendiğinde kocasının peşinen dışarı atacağı varsayımına göre “ben kışa hazırlanayım da yaz gelirse bahtıma” hesabıyla en kötüsü için baştan uğraş veriyor. İş hayatı da görevlerde ihmal ve yorgunlukları getirince kavgalar ve gerçekten de beklendiği gibi boşanmalar kendini gösteriyor. Artık yumurta tavuk hikayesine dönüyor ve sol ayakta sağ ayakkabı ne yapıyorsa aynen öyle oluyor. Artık ailede eşitlikçi, tartışmacı, kaba davranışlar aile olmaktan uzak bir tartışma hayatını beraberinde getiriyor. Fertler artık fedakarlıklardan uzaklaşıyor baştan. Bireysellik öne çıkıp ego öne çıkınca kavga kaçınılmaz artık. Halbuki aile ben değil biz olmayı gerektiren bir yapıda olmalıdır. Rasulüllah efendimizi bir sahabe davet edince “aişe ile geleceksek gelelim” diyor davete.
Cibril hadisi, bildiğiniz üzere 4 temel soruya oturur. Sırayla İman nadir? İslam nedir? İhsan nedir? Ve kıyamet ne zaman kopacak sorularıdır bunlar.
İlk üç sorunun cevabından sonra kıyametle ilgili sorunun alametleri konuşulurken “cariyenin efendisini doğurmasıdır” buyrulur. Bu, öyle insanlar göreceksiniz ki meteliksizken-çobanken- birden zenginleşecekler ve aralarında yarışacaklar. Böylece statüye göre itibar öne çıkacak. Sizin gibi olmayan insanları dışlamaya başlıyorsunuz. Burada statü farkından dolayı ihtiyaç pompalanıp mal doldurmasını sorgulamak gerek.
Evimizde salon takımı genellikle 7 kişiliktir. Adeta misafire 5 kişi gelin fazla gelmeyin diyorsunuz.
Sabır ailede çok önemli. Ailede duygu yüklü tavırlar çatışabilir. Bunların kaynaşması, ülfeti kolay değil, süreç ve sabır istiyen şeyler bunlar. “sabırla koruk, helva olur” bu olmayınca boşanıyorlar. Temel sorun ise fedakarlığın değil de ben duygusunun öne çıkmasıdır denilebilir. Problemlerde bencillikten çocuğu bile düşünmüyorlar. Zira önemli olan kendisi. Değerlerimizi İSLAM İLE DOLDURMALIYIZ: EŞYA İLE DEĞİL.
Şunu alırsam daha rahat olurum diyor. Eşya ile alışveriş tatmini istiyor = boş meşguliyet = aile olmaktan kaçış.
Erkeğin de TV ve İnternete 5 saat seyretme zamanı ayırması da aile olmaktan bir kaçıştır denilebilir.
Şöyle bir düşünün. Rasulüllah’ın ev eşyası nasıldı? HAKİKATE MUHAMMED’LE GÖZ AÇMAK GEREK.
İnsan görevini zekat ve sadaka ile bol bol yerine getiriyorsa alacağının en iyisini alabilir. Ancak bunu da sonuna kadar kullanması gerekir. Bir Hadis’te şöyle buyruldu: “Allah, rahmetini kullarının üzerinde görmekten hoşnut olur.”
Günümüz insanı 3 ayda bir takım değiştiriyor. 30 çift ayakkabı. 50 çift elbise. 50 başörtüsü. Tüketim ve tesettür dahi teşhire dönüşüyor. Bir elbise alınca buna uygun ayakkabı ve çanta da alması gerekiyor. Böylece her renkle giyilebilecek elbiseler alınmadığı için gösterişli moda tüketimler diğer tüketimleri de beraberinde zorluyor.
Saç ektirme şu kadar. Bu şu kadar aç insanı doyurur halbuki.
Benim için israf yoktur, asla yapamam diye düşünerek “ela bi zikrillahi tatmeinnel kulüb- kalpler ancak Allah’ın zikri ile mutmain (tatmin olur sukünet bulur) olur” ayetini hatırlamalıdır. Oysa biz bunu dolduracak başka şeyler arıyoruz. Şu soru önemli: eşyayı kullanıyor muyuz? Yoksa eşyaya tapıyor muyuz? Bir hadiste “ kumaşın kulları…” diye geçer. Bu hadis bugün aynen geçerli değil mi?
Batı’nın özgürlük anlayışı tanrıdan (Kilise temsil ediyordu) bağımsızlaşma olarak algıladı. Bu sefer tanrıdan kaçarken kendine (İnsana) tapar hale geldi. İlişkiler large hale geldi. Özgürlükler öylesine sınırsız ve fıtratsız hale geldi ki farklı evlilikler, eğer insan istiyorsa olabilir dediler. Namus ve iffet büyük yaralar aldı. Fıtrat bozuldu. Özgürlüğün tanımını batı : “İnsan, Allah’tan uzaklaştıkça özgürleşir” dedi.
Halbuki Kuşeyri: “ÖZGÜRLÜĞÜN HAKİKATİ, KULLUĞUN KEMALİDİR” dedi.
Halbuki İnsan ne kadar deniz suyu içerse içsin susuzluğu artar!!!!! yani ne kadar tüketirseniz tüketin tatmin olmayacaksınız demektir. Amerikalıların %70′i sakinleştirici kullanıyor ve mutsuzların oranı %70. Batılılar, gelirimiz üç kat arttı fakat mutluluğumuz %40 düştü diyorlar. bizde ise mahkemelerin asli görevi boşanma davaları oldu. üç kat arttı. aile bakanlığı aileyi kurtarmaz. İslam Bakanlığı aileyi kurtarır. Yukarıda Kuşeyri’nin sözünü okumadınız mı? “Özgürlüğün hakikati kulluğun kemalidir”
Daha çok kul olmalıyız. Kulluk edeptir evvelde. Sınırsız toplumlar edepsiz toplumlardır. Bu yüzden aşırı özgürlük ferdiyetçiliği getirdi. Ego ise hak sorununu, hak ise alınır denilerek kavgayı.
Bir müslüman kadın veya erkek hak adına hak kavgası yaparak feminizmin veya bilmem neyin telinden çalamaz. Müslüman, müslümanlığın içinde bir görevini yerine getirebilir ve arkasından başkasını görevini yapmaya davet edebilir.
Zekat, açın, komşunun, akrabanın doyurulması, işçinin alnının teri kurumadan ücretinin verilmesi hep görevdir. Allah fakiri zenginin merhametine bırakmadı, tavsiye etmedi. Emretti, vermezsen devlet toplasın dedi, daha da olmazsa malını eksiltirim dedi. Daha da olmazsa ahirette senin sırtını alnını dağlarım dedi tehdit etti. Bizler İslam’dan uzaklaştıkça görevlerimizi unutuyoruz. Bu yüzden zulme uğruyanlar da feministlerin ya da Allahsız bilmem kim olup hak arayıcıların kavgacıların kucağına düşüyorlar. Fertten aileye ondan da ülkeye sıçrıyor huzursuzluk.
aşık ahi kul ahmede yazmak nasib olmuştur..
Sevgili güzel ahlâklı insanlar,
Orucun İslam içinde ve Müslümanlar yanındaki değeri konusunda günümüzde bir yıpranmaya uğradığı muhakkak. Bu belki de İslam Alemi’nin içinde bulunduğu fetret devrinden de etkilenmiş olabilir. Her hikmeti akıllı bir sorunun arkasından dinin içinde aramak ve o hikmete binaen amel etmek, kişinin amelinde bir makbuliyeti olur umudundayız. Bu yüzden orucun tek başına hikmetini aramak yerine dinin her alanında bu hikmetleri araştırmak inanın bize daha tatlı gelmiştir.
Allah’u Teala neden orucu farz kıldı? İnsan ile ilişkisi neydi? Toplumsal yansımaları neler olabilirdi? Orucun ahlak içindeki önemi neydi? Neden Allah orucu bu kadar önemsemişti? İnanın bunları düşünmek zorundayız.
Cenab-ı Hakk kâinatı yaratırken bir Hadis-i Kutsi’de “Ben, bilinmeyi murat ettim (ahpettu = Muhabbet ettim) ve kâinatı ve insanı yarattım.” dedi. Burada ilk görünen şey aşk olarak görünmektedir. Bu aşkın arkasından aşk için yaptığı şeyde de bunu gerçekleştirecek bir ortamı yaratmasıdır. Yani kâinatın ve insanın yaratılması işlemi = iş.
İşte Allah’ın aşk duyması kendi zatınadır. Dolayısıyla Allah bizden kendi zatına sevgi duymamızı istemektedir. Mülk Suresi’nin ikinci ayetinde “Hanginiz daha güzel amel yapacak diye ölümü ve hayatı yaratan O’dur.” Buyrulmuştur. Buradaki güzel amel bütün İslami amellerin girdiği en büyük torbadır. Öte yandan Zariyat Suresi’nin elli altıncı Ayetinde ise “Ben insanları ve cinleri beni tanısınlar ve bana itaat etsinler diye yarattım” buyrulmuştur. Bu ibadet bir kişinin bütün hayatını fasılasız bir şekilde kapsamaktadır denilebilir. Buna göre bir Müslüman oruç ve namaz gibi zamana ve sürece bağlı ameller yaptıktan sonra da ibadet etmesi gerekir bu ayete göre. O halde bu nasıl olacak dediğimiz zaman islamın şartları kelimesini öncelikle genişleterek unsurları deyip, hem adet olarak hem de süreç olarak ibadetleri bütün hayatımızın içine yerleştirmemiz gerekiyor. İşte ilmi ve ameli sadece cami içinde algılayıp evinde ve işinde islamı terk eden Müslümanlar gibi olmamamız gerekiyor. Her yanlış anlama, kişiyi önce ihlastan, sonra amelden, sonra faydadan ediyor.
Dinimizin bir güzel ahlak dini olduğunu unutmamamız gerekiyor. Efendimiz zamanında İslam’ın beş bölümünden biri olan ahlak en üstte yer alırken ne yazık ki bugün en altta yer alıyor. İşte orucun özellikle ahlaki tanımlamalarla beraber anılması onu İslam’ın şartları kavramından güzel ahlaka yükseltmektedir.
İnsan, aklı “aklı selim “ olarak çalışmaya başladığında neyin doğru neyin yanlış olduğunu üç aşağı beş yukarı bilir. Sorun olan şey, iradenin kullanılması sırasında bir takım duygu ve ön yargıların devreye girmesidir. İbadetlerin amacı kişiye bir tercih yaptırmak olmayıp kişinin kendi tercihini yaptıktan sonra iradesini güçlendirmek amacıdır. Ahlakın uygulama esaslarından var olan duyguları da törpülemesi orucun ahlak düzenleme özelliğini artırır Kişinin kendi ön yargılarının, korkularının veya meyillerinin farkına vararak bunları bilinçli bir şekilde islah etmesi, ibadetten beklenen faydayı artırır. Sorun olan şey aklı selimin emrettiğini kişinin irade edebilmesidir. Gerçekten nefisle mücadele dediğimiz şey ahlaki bir sorgulamadır. Bu sorguyu ibadet eşliğinde iyi yapan insanlar, güzel ahlaka ulaşabilen insanlardır. Namazın da münkerden nehyettiğinin belirtilmesi bir davranış düzeltmesi olarak ön plana çıkar. Sonuç, yine bir ahlak sorunudur
Kur’an-ı Kerim’de Bakara Suresi’ndeki Ayet’lerde ifade edilen “nefsin ıslahı” mevzuu doğrudan doğruya kişinin ahlaki kazanımları yönünden de önemlidir. Bu yüzden oruç ağırlıklı olarak güzel ahlakın hazinesidir diyebiliriz. Bu hazineyi güzel tutup güzel faydaya dönüştürmek her Müslüman’ın amacı olmalıdır. Zira Allah rızası kavramı bu ibadet içinde çok önemli bir yer tutar. Günümüzde Müslümanların bir kısmının geleneksel tarzda oruç tuttuğu rastladığımız gerçekler arasındadır. Zira kişi dinin direği olan namazı kılmamakta ancak ramazan orucunu tutmaktadır. Bunu başka türlü izah etmek gerçekten zor görünüyor. Ancak ümit ederiz ki riya olarak başlanan bir ibadetin zamanla İhlas’a dönüşmesini ümit ederiz. Oruç ibadetinin ramazan ayı bereketinin içine konulması onun tutulmasındaki kolaylıktan sağlanacak faydaya kadar güzelliğini artırmaktadır. Gerçekten Ramazan Ayı’na ulaşıp da affedilmemeyi beceremeyenin burnu sürtülsün.
Kayserilinin ineği hastalanmış. İyi olursa 10 gün oruç tutarım demiş. İnek sabaha iyi olunca 10 gün oruç tutmuş. Fakat 11. Gün inek ölmüş. Rabb’inin karşısına geçmiş başlamış konuşmaya. “zannetme beni kandırdın. Önümüz oruç 10 gün eksik tutarım. İneği de kurbana sayarım” demiş..
ahi kul ahmede nasib oldu
Bismillahirrahmanirrahim
selamün aleyküm
Kişi sevdiğiyle beraberdir (Buhari, Müslim)
Ama nasıl???
Ne mutlu kalbinde yüce Allah’ın sevgisinden başka sevgi bulundurmayanlara. O’nun rızasından başka bir şey arzulamayanlara.
Her ne kadar görünüşte halkla birlikte olsa ve şeklen onlarla meşgul bulunsa da o kimse Allah cc ile birliktedir.
Kalp aynı anda birden fazla muhabbet bağı kuramaz. Bir şeyle kurduğu muhabbet bağı ortadan kalkmadıkça başka bir şeyle muhabbet bağı kuramaz. Arzuladığı ve muhabbet bağı kurduğu bir çok şey, mal, evlat, liderlik, övülme, insanlar arasında üstünlük gibi şeyler aslında tek şeye yani kendi nefsine duyduğu muhabbettir ve her biri bu muhabbetin bir parçasıdır.
Kişi bu istekleri kendi nefsi için istemiş olmaktadır. Başkası için değil. Dolayısıyla kendi nefsine muhabbeti yok olanın bu istekleri de yok olur. Bu nedenle, “Kulla Rabbi arasındaki perde, dünya değil, kulun kendi nefsidir” denmiştir. Kul nefsinin arzu ettiği şeylerden kurtulamadıkça, Rabbi arzulayamaz. Ve kalbi Allah’ın muhabbetine açılmaz. Bu durum mutlak fena halinin gerçekleşmesinden sonra zat tecellisine bağlı olarak kazanılır.
Bu durumda seven için sevgilinin nimetleri de ezaları da eşit olur. Böylece ihlas meydana gelir. Kişi nimetleri istemek ve ezaları önlemek amacıyla nefsi için Allaha kulluk etmez. Çünkü nimet de eza da farksız olmuştur. Buna “mukarrabin” mertebesi denir.
Ebrar kullar ise korku ve ümit ile Allah’a kulluk ederler. Bunlar zati muhabbetin güzel duygularına erişemedikleri için korku ve ümit kendi nefislerine döner. Ebrar’ın iyilikleri mukarrabinin kötülükleri ile beraberdir. Ebrar’ın iyilikleri bir yönüyle iyilik bir yönüyle kötülüktür. Mukarrabinin iyilikleri sırf iyiliktir.
Mukarrabin arasında da “beka” halini tamamlayıp “sebepler alemine” döndükten sonra “korku ve ümitle” Allah’a ibadet edenler vardır. ancak onların korku ve ümidi kendi nefislerine dönmez. Bilakis onlar “Allah’ın Rızasını ümit ederek ve gazabından korkarak ibadet ederler. Fakat cenneti nefsani arzuları için değil Allah’ın rızasının bulunduğüu yer olduğu için isterler. Bunların cehennemden sığınmalarının nedeni nefislerinden acıları uzaklaştırmak için değil, Allah’ın gazabının bulunduğu yer olduğu içindir. Çünkü bu kimseler nefislerinin esaretinden hürriyetlerine kavuşmuş ve Allah’ın halis kulları olmuşlardır. Bu rütbe Mukarrabinlerin en üst makamıdır.
Bu durumu değerli islam alimi Kuşeyri şöyle özetler. “Özgürlüğün hakikati kulluğun kemalidir” der.
Sevgili okurlar,
Siz de bir parça da olsa böyle olmaya çalışarak niyetlerinizde bir güzelleşme sağlayabilirsiniz. Unutmayın ameller niyetlere göre anlam kazanır. Ve kişi sevdiği ile beraberdir. Dolayısıyla kimi nasıl sevdiğinize dikkat etmelisiniz. Eğer hala bir takım insanları kuvvetle sevdiğinizi söylemeğe devam ediyorsanız bir şirk içine bile düşebilirsiniz. İnsan olarak sevilmesi gereken ise sadece Hz. Peygamber’dir. Ve onun yoludur.
Ya Allah ile beraber olun, yahut da Allah ile beraber olanlarla beraber olun.
Ey Felek senin elinden
Neler çektim neler çektim
Her seherde ağlar gözüm
Halıma bakar ağlarım
Çığırırım Çalap deyu
Gel ağlatma beni deyu
Kimi sevsem seni deyu
Yoluna bakar ağlarım
Lütfeyle Rabb’im canımı
Silem gözümün yaşını
Şol mahşerde şu işimi
Yarime söyler ağlarım
Medet Allah’ım hay meded
Teslimdir sana canım hep
Halk içinde cümle ümmed
Duayı eyler ağlarım
Be gardaşlar bre bre
Yola düştüm gonca ile
Hakk’ın olmadığı yerde
Burnumu çeker ağlarım
Er olan meydana gelsin
Sorguma cevap yetirsin
Ne ben olam ne sen sensin
Kefeni sarar ağlarım
Benim dinimi kim pusar
Cenab-ı Hakk ona küser
Seher yeli sertçe eser
Tumanı çeker ağlarım
Aşık ahmed derde düşer
Gece gündüz harda yanar
Muhammed’li yolda düşer
Dolanı durur ağlarım
Bre ala gözlü dilber
Derdi aşkın nazı sürer
Bi hoş olmuş sürme çeker
Yiğidi yıkar ağlarım
Hey hünkarım sakın sakın
Var başına tacın takın
Olmaya devlet sıhhatin
Cihanı tutar ağlarım
Aşık ahmed der içinden
Ölüme ecel gecinden
Vefasız güzel ucundan
Yananı bilir ağlarım
Ne gezersin bu yerlerde
Seni uğratırlar derde
Aşkın bulunmadığı yerde
Zülfünü bağlar ağlarım
Hocamdan okudum elif
Bâ eyledim âna latif
Mim dalı sallı bir lütuf
Kuran’ı okur ağlarım
Ahi ahmed çare nedir
Melhem olmaz yare budur
İki kaşın arasıdır
Nazını çeker ağlarım
Kaşları kurulu yaydır
Yüzün değirmensi aydır
Koynun girilesi zordur
Sazını çalar ağlarım
Güzel bel’olur yumuştan
Hiç yük etmeye bacından
Acunda densiz ucundan
Virane düşer ağlarım
Kul ahmedin sözü dertli
Sine deler katlı katlı
Kulluk eder şartlı şurtlu
Aczine düşer ağlarım
sorgu: kabirde münker nekir meleklerin sorgusu
pusar: küçümser
tuman: don
harda: ateşte
bac: bedel
acun: dünya
ahi kul ahmede nasib olmuştur bunlar
-Gel seninle bir oyun oynayalım mı?
-Neden olmasın? Ne oynayacağız?
-Ne mi? Ha hatırladım?
-Neyi?
-Nasıl isterdin diye bir oyun bu.
-ne yapacağım?
-bir zaman tut içinden ve anlat.
-Tuttum; Öyle bir zaman ki, ben ne yaşlıyım ne de çok toy. Hayatımın baharı. Dışarıda insanlar cıvıl cıvıl. Herkes birilerine yardım etmeğe çalışıyor. Kötülükler azalmış ve toplum huzur içinde. Fitne uykuda. Onu uyandırana kötülük olsun. Kazancım yetiyor olsun. Ben işimi seveyim.
-içinden bir ev tut.
-tuttum. Benim ilk oturduğum ev. Yeni evlenmiştim. Kiraydı fakat huzur güvenlik ve bereket vardı o evde. Ona evim diye gelir, geleceğim diye giderdim. Her kusurumu ve sırrımı gizlerdi.
- Şimdi bir ağaç tut.
-Amerika’da bir zenci komşumuz evini inşa ederken ağacın dallarını kesmemiş fakat çatısını onu kesmemek için çökertmişti. O ağacın diğer dalları ise sanki bir teşekkür eder gibi evin penceresinden içeri girer gibiydi. Diğer dalları da göğe meydan okur gibi ulu bir ağaçtı. Ne kadar şanslı bir ağaç dedim yüzüne doğru.
-bir fakir tut içinden.
-en ucuz satın alınacak şey hayaldir. Hemen hemen hiç bedeli yoktur. İşte hayal edemediğim gün bittim demektir. hayal en büyük zenginliktir.
Güven kazanmak da zenginlik getirir. Etrafında hatırı olmayan insanın fakir olduğunu söyleyebiliriz.
Allaha kul olmak da bir çok Allahtan kurtarır insanı. Bir Allaha bağlar beni. Bu da insana huzur verir. Huzur en büyük zenginliktir. Hayalim öyle zenginliktir ki her sıkıntıyı çözmek herkese yardım etmek ister. Işığım her yeri kaplasın isterim.
-Şimdi bir yer tut.
-Tamam tuttum. O yer çok ama çok uzakta. Taa kaf dağının ardında. Ulaşılması güç. Ama çok heyecan veriyor. Çünkü orada kurallar yok. Kuralsız sevgiler var. Kimse kimseyi gözüyle cezalandırmıyor. Herkes gülümsüyor. Haydi sen de gülümse. Gülümse. Sakın unutma hep gülümse. Bunun hiç bedeli yok. Ya beni bekleyen peri güzeline ne dersin? Onun gönlünü kazanmak ne kadar güzel. Ve birlikte böyle bir yerde yaşamak ne kadar iyi.
-Şimdi bir bahçe tut.
-Tamam tuttum. Bu bir gül bahçesi. Ne kadar çok gül var. Acaba bu kadar çok gül usandırır mı diyorum ama işin aslı öyle değil. Bülbül onun dikenine de razı oluyorsa benim sıkılmam da neyin nesi? Birini seven hepsini sever.
-Bir gün gideriz seninle. Şimdi bir renk tut.
-Tuttum. Sarı olsun. Sarı uyarı için trafikte kullanılıyor. Dikkat rengi. Yok yok kırmızı olsun. Bu bir aşk rengi ve insanı canlı tutuyor. Fazla olunca biraz da kavga ettiriyor diyebiliriz. Bu yüzden bundan da vazgeçtim. Siyaha ne dersin. O asil bir renk. Fakat kasveti de ifade eden o. Mavi ise hayal ve sadakat için vazgeçilmez bir renk. Ne kadar güzel. Son şansım yeşil olsun. O ne kadar koyuysa o kadar cennet rengi ve gözlerim onunla dinleniyor. Bahar kadar canlı ve taze ve mutluluk veriyor.
-Şimdi bir mevsim tut.
-Tamam. Güz gibi bereketli, bahar gibi canlı, kış gibi bembeyaz olsun fakat üşütmesin.
-haydi bir yıldız tut şimdi.
-Tuttum ama ulaşabileyim, karanlıklarda yoluma çerağ olsun, aktığında bir dilek dileyeyim.
-Bu kez bir arkadaş tut.
-Tuttum. O benim hep yanımda olsun. Bana iyi vakit geçirtsin, korktuğumda yanımda olsun istemiyorum artık.. çünkü ben büyüdüm gari. Kendime yeter oldum. Kararlarımı artık kendim alıyorum. Sırtına yaslanan dik dururmuş. Kendime güvendiğimde paylaşabilirim de. O benden uzakta olduğunda bile beni hatırlasın.
Bu kadar yeter mi? Şimdi de sen söyle bakalım.
-bunu istersen sonraya bırakalım. Zaman geçtikçe insan farklı şeyler isteyecektir. O zaman benim de farklı şeyler söylemem mümkün olacaktır.
-Tamam anlaştık…
ahi kul ahmede nasib oldu
Bismillahirrahmanirrahim
-Hakk yolcusu daima Esteğfirullah’ı yanında taşımalıdır. Kişi daima ileri gitmeli ve bir gün önce geride olduğuna “Esteğfirullah” demelidir. Hazreti Rasulüllah’ın her gün 70 kere estağfirullah demesinin anlamının bu olduğunu düşünüyoruz. Zira onun işlemiş ve işleyecek bütün günahları affedilmişti. Siz de aynı nedenle estağfirullah diyebilirsiniz bizim gibi. Yani geçmişteki geride kalmışlığnıza estağfirullah diyerek. Elbette daima ileri gitmeğe çalışarak bunu yapmalı.
Ardından hiç bir aktiviteniz yoksa bu tövbeniz de zor kabul görebilir. İslam, doğru itikat kadar salih ameli de bir aktivite olarak emreder.”Din ameldir” Buyruldu Hadiste. Bu yüzden Müslümanın yatması da ne demek öyle. tevekkül bir aktivitenin ardından söylenebilecek bir sözdür. halbuki bu günkü Müslüman hareket ve fedakarlık yapmadan tevekkül etmeğe kalkıyor ki bu davranış bir teekkül=ekmek yiyiciliği”dir.!! İslam’ın ileri gidememesi İslam’dan değil fakat Müslümanın bu sakat ve uyuşuk halindendir. Yani İslam’ı TEBLİĞ edebilmek içun TEMSİL gerekir. Temsil olmayınca Tebliğ yerini ve etkisini göstermez. Hazreti Rasulüllah “emin ” olmasaydı Temsil edemezdi. Temsil edemeyince de tebliği tutmaz ve etkili olamazdı..
BİR HİKAYE: geçmişte bir adam bir serçenin kanadına basar ve kırar. Serçe ise gider kuş dilini bilen Süleyman Aleyhisseşlama durumunu şikayet eder. Neyse dava görülür ve adam suçlu bulunarak kısasa hükmedilir. Adamın da kolu kırılacaktır. tam b u sırada serçe der ki, durun durun ben bu adamı uzaktan gelirken sakalıyla cübbesiyle sarığıyla gördüm ve güvendim. şayet böyle olmasaydı o gelirken bir ağaca çıkar korunurdum. bu yüzdfen siz onun kolunu kırmayın fakat cübbesiyle sarığını çıkarın ve sakalını da kesin” der. işte bir insan kemali bulmadan sahneye çıkmamalıdır. bu herkes için geçerli olduğu gibi yönerticiler için de mutlaka gereklidir diye düşünürüz vesselam…!!??
-İnsan çok merhamet ettiğinde bunu kendinden bilmeye başlayabilir. Bunu önleyerek kibirden kurtulmak için kişi estağfirullah demelidir. Zira merhametin kaynağı Allah’tır. Önce o merhameti Rahman sıfatından verir ve kişi merhametli olur. Fakat bunu kendinden bilirse kibre düşebilir. Fakat buna rağmen kişinin bu mrerhameti iyi taşıması ve yayması da cüz’i iradesiyle olduğu için Hakk yanında kıymret bulur. Bir hadiste “din merhamettir” buyuruldu. Fakat öncelik adalettir. Adaletin örtemediği bir şeryi merhametle örtmeniz gerekebilir. Bu merhamet de keyfe bırakılmış değildir. Ayet ve ilgili hadislerde çok etkili olarak merhamete yer verilmiştir.
-Hakk yolcusu uçmak, kaçmak, kerâmet, keşif ve benzeri olağanüstü olaylarla ilgilenmemeli, iltifat etmemeli, bunları başka insanlara taşımamalı, insanları kerametleri ile değerlendirmemelidir. Kendi de gördüğü rüya ve benzeri şeyleri sadece birlikte yola çıktığı kişi ile paylaşmalı ve sonrasında unutmalıdır.
-Namazları mutlak surette cemaatle kılmaya çalışmalı, İşi müsaade ediyorsa yakın bir camiye biraz geç gidip Ümmeti Muhammed’i toparlayarak hem kendine hem başka Müslümanlara merhamet etmek için cemaate mümkünse imam olmalıdır.
-Farzı bitirir bitirmez cemaat yerinden oynamadan “Bir Hadis söyleyeceğim, lütfen Allah’ın İkra emri içun dinleyiniz, rica ediyorum” deyip açık ve gizli manalarını iyi bildiği bir hadis veya ayet-hadisleri çok tatlı, sakin ve sessiz, kimseyi rahatsız etmeden anlatmalıdır. Bu anlatımda fıkhî mes’elelere girilmemelidir. Daha çok itikat ve toplumsal ahlâk mecburiyetlerimiz üzerinde durulmalıdır. Namaz bitince gerek Cami içinde ve gerekse eve-işe giderken daima güler yüzlü olunmalı ve birçok insana ülfet edilip, tanımasak bile selam verip hatırı sorulmalıdır.
-Yolda giderken makul bir zikrin dışında zikirle meşgul olunmamalı, karşılaştığı insanlara selam vermeyi, hastaya gidiyorsa hemen onunla meşgul olmayı tercih etmelidir. Zikir çekerken birisi gelirse zikir hemen ertelenmeli ve o kişi ile Allah için ilgilenilmelidir. Allah’ın nazargahı ilahisi inanan müslümanın kalbi olduğu unutulmamalıdır. Bir kişi ile konuşma mecburiyeti doğduğıunda zikre devam edilmesi kişiyi riyaya sürükleyebilir belki. Sadece insanlarla konuşurken bile kalbi içinden Allah’ı zikretmeye devam ediyorsa bu olabilir.
-Yapılan sâlih amellerden sonra İlâhi Rızâ’dan gayri, cennet isteği ile abartılı isteklerde bulunulmamalı, ancak bu ikramlar da küçük görülmemelidir. İslamda Salih amel islamın 5 şartı ile sınırlandırılmamalı ve Allah adına yapılan her iyi ve islama uygun amel Salih amelden sayılmalıdır.İslam’ın 5 şartını İslam’ın unsuru olarak düşünülmeli ve çerçevenin geniş olduğu ve islamın sınırlandırılmaması gerektiği unutulmamalıdır.
Camiye girildiğinde en ön safa oturmaya çalışılmalı, Allah’ın ön safa verdiği ikram küçük görülmemelidir.
aşık ahi kul ahmede nasib oldu bunlar