Sevgili güzel ahlâklı insanlar,
Orucun İslam içinde ve Müslümanlar yanındaki değeri konusunda günümüzde bir yıpranmaya uğradığı muhakkak. Bu belki de İslam Alemi’nin içinde bulunduğu fetret devrinden de etkilenmiş olabilir. Her hikmeti akıllı bir sorunun arkasından dinin içinde aramak ve o hikmete binaen amel etmek, kişinin amelinde bir makbuliyeti olur umudundayız. Bu yüzden orucun tek başına hikmetini aramak yerine dinin her alanında bu hikmetleri araştırmak inanın bize daha tatlı gelmiştir.
Allah’u Teala neden orucu farz kıldı? İnsan ile ilişkisi neydi? Toplumsal yansımaları neler olabilirdi? Orucun ahlak içindeki önemi neydi? Neden Allah orucu bu kadar önemsemişti? İnanın bunları düşünmek zorundayız.
Cenab-ı Hakk kâinatı yaratırken bir Hadis-i Kutsi’de “Ben, bilinmeyi murat ettim (ahpettu = Muhabbet ettim) ve kâinatı ve insanı yarattım.” dedi. Burada ilk görünen şey aşk olarak görünmektedir. Bu aşkın arkasından aşk için yaptığı şeyde de bunu gerçekleştirecek bir ortamı yaratmasıdır. Yani kâinatın ve insanın yaratılması işlemi = iş.
İşte Allah’ın aşk duyması kendi zatınadır. Dolayısıyla Allah bizden kendi zatına sevgi duymamızı istemektedir. Mülk Suresi’nin ikinci ayetinde “Hanginiz daha güzel amel yapacak diye ölümü ve hayatı yaratan O’dur.” Buyrulmuştur. Buradaki güzel amel bütün İslami amellerin girdiği en büyük torbadır. Öte yandan Zariyat Suresi’nin elli altıncı Ayetinde ise “Ben insanları ve cinleri beni tanısınlar ve bana itaat etsinler diye yarattım” buyrulmuştur. Bu ibadet bir kişinin bütün hayatını fasılasız bir şekilde kapsamaktadır denilebilir. Buna göre bir Müslüman oruç ve namaz gibi zamana ve sürece bağlı ameller yaptıktan sonra da ibadet etmesi gerekir bu ayete göre. O halde bu nasıl olacak dediğimiz zaman islamın şartları kelimesini öncelikle genişleterek unsurları deyip, hem adet olarak hem de süreç olarak ibadetleri bütün hayatımızın içine yerleştirmemiz gerekiyor. İşte ilmi ve ameli sadece cami içinde algılayıp evinde ve işinde islamı terk eden Müslümanlar gibi olmamamız gerekiyor. Her yanlış anlama, kişiyi önce ihlastan, sonra amelden, sonra faydadan ediyor.
Dinimizin bir güzel ahlak dini olduğunu unutmamamız gerekiyor. Efendimiz zamanında İslam’ın beş bölümünden biri olan ahlak en üstte yer alırken ne yazık ki bugün en altta yer alıyor. İşte orucun özellikle ahlaki tanımlamalarla beraber anılması onu İslam’ın şartları kavramından güzel ahlaka yükseltmektedir.
İnsan, aklı “aklı selim “ olarak çalışmaya başladığında neyin doğru neyin yanlış olduğunu üç aşağı beş yukarı bilir. Sorun olan şey, iradenin kullanılması sırasında bir takım duygu ve ön yargıların devreye girmesidir. İbadetlerin amacı kişiye bir tercih yaptırmak olmayıp kişinin kendi tercihini yaptıktan sonra iradesini güçlendirmek amacıdır. Ahlakın uygulama esaslarından var olan duyguları da törpülemesi orucun ahlak düzenleme özelliğini artırır Kişinin kendi ön yargılarının, korkularının veya meyillerinin farkına vararak bunları bilinçli bir şekilde islah etmesi, ibadetten beklenen faydayı artırır. Sorun olan şey aklı selimin emrettiğini kişinin irade edebilmesidir. Gerçekten nefisle mücadele dediğimiz şey ahlaki bir sorgulamadır. Bu sorguyu ibadet eşliğinde iyi yapan insanlar, güzel ahlaka ulaşabilen insanlardır. Namazın da münkerden nehyettiğinin belirtilmesi bir davranış düzeltmesi olarak ön plana çıkar. Sonuç, yine bir ahlak sorunudur
Kur’an-ı Kerim’de Bakara Suresi’ndeki Ayet’lerde ifade edilen “nefsin ıslahı” mevzuu doğrudan doğruya kişinin ahlaki kazanımları yönünden de önemlidir. Bu yüzden oruç ağırlıklı olarak güzel ahlakın hazinesidir diyebiliriz. Bu hazineyi güzel tutup güzel faydaya dönüştürmek her Müslüman’ın amacı olmalıdır. Zira Allah rızası kavramı bu ibadet içinde çok önemli bir yer tutar. Günümüzde Müslümanların bir kısmının geleneksel tarzda oruç tuttuğu rastladığımız gerçekler arasındadır. Zira kişi dinin direği olan namazı kılmamakta ancak ramazan orucunu tutmaktadır. Bunu başka türlü izah etmek gerçekten zor görünüyor. Ancak ümit ederiz ki riya olarak başlanan bir ibadetin zamanla İhlas’a dönüşmesini ümit ederiz. Oruç ibadetinin ramazan ayı bereketinin içine konulması onun tutulmasındaki kolaylıktan sağlanacak faydaya kadar güzelliğini artırmaktadır. Gerçekten Ramazan Ayı’na ulaşıp da affedilmemeyi beceremeyenin burnu sürtülsün.
Kayserilinin ineği hastalanmış. İyi olursa 10 gün oruç tutarım demiş. İnek sabaha iyi olunca 10 gün oruç tutmuş. Fakat 11. Gün inek ölmüş. Rabb’inin karşısına geçmiş başlamış konuşmaya. “zannetme beni kandırdın. Önümüz oruç 10 gün eksik tutarım. İneği de kurbana sayarım” demiş..
ahi kul ahmede nasib oldu
İKRA’ = OKU
Cenâb-ı Hakk’ın “İk’ra” emri çok önemlidir. Okumak çok türlüdür. Ve neyi okursanız ona uygun bir amel gerekir. Her türlü okuyan insan düşünür ve cehaleti gider. Cehaleti giden insanın aklını örten şeyler gider ve aklı ortaya çıkar. Akıl yaratıcısını düşünüp bulunca “aklı selîm” olur.
Efendimiz akıllı insanı “…ahireti düşünüp ona göre davranandır..” dedi. o halde ahiret nerde?=Uzakta. demek ki akıllı olmak ikra emri ile ahireti düşünmeye kadar gidiyor. Allah’ın da aradığı ahireti düşünüp dünyada ona göre davranan insan modelidir denilebilir.
Okumanın insan bedenine yaptığı fayda anlatmakla bitmez. Göz ve akla fiziki olarak da büyük yararları vardır. Kulaklıkla dinlemenin ise bir çok zararı vardır. Okumanın ilk emir olup imandan da önce zikredilmesi boşuna değildir.
Kararı irade verir. Hastaya geçmiş olsun demek yetmez. İhtiyacının karşılanması da gerekir. Vicdan da beraberindedir. Aksi halde riya olur. Aklın kararını kişinin korkuları, beğenileri ve önyargıları etkiler. İbadetler iradenin doğru tecelli etmesi için iradeyi güçlendirir.
Akıl itikadın temelidir. Akıl kâinata bakıp bunun bir yaratıcısı olmalı diye bir varsayım yaparak imana ulaşır. Akıl ve itikattan sonra ibadetin de güçlendirmesiyle Allah’a muhabbet hâsıl olur ve iman kalbe iner. Dil zikir yapınca ve ilerleyince zikir kalbe iner. İman kalpte olur. Sevgiyle ihlâsa dönüşür.
İhlâsın temeli fedakârlık düzeyinde sevginin imanla bezenmesidir. Kemale yükselebilmek için kişinin gerçek bir ahi düzeyinde feta yapabilmesi gerekir. Gözü Allah’tan başka kimseyi görmemelidir. O’na da görür gibi ibadet etmelidir.
İhlâs bir mana itibariyle kişi ile Allah arasında tanımlanamayan bir muhabbet ilişkisidir. Kişi ihlaslı olunca ona şeytan’ın müdahale etmesi mümkün olmaz. Allah Kuran’ı Keriminde böyle dedi çünkü.
Kişi ilk önce Allah’a yönelmesinin ardından yönünü halka çevirmelidir. Onlarla ilgilenmeli ve bir ahi gibi hoşgörülü olmalıdır. Sevmelidir. Kulluk ise en üst makamdır. Yalnız bu kişilerde ismet sıfatı olmadığı için düşme tehlikesi daima vardır.
Normal durumlarda arif kişilerin Allah Korkusu, O’nun ateşinden değil ve fakat Allah’ın bu kişiyi rahmetinden uzaklaştırmasındandır. Yani Allah’ı gücendirmekten korkarlar.
Bir Hikaye;
İki sahabe efendimize gelerek filanca evde kötü iş yapılıyor diye haber verirler. Efendimiz de Ali’ye şu yere git bak diye söyler. Ali efendimiz de o eve gelince önce gözlerini kapatır ve içeri bu halde girerek duvarları elleriyle yoklayarak dışarı çıkar. geldiğinde efendimize “orada bir şey görmedim” der. durumu anlayan efendimiz ona şöyle der. ya Ali, Gözünle gördüğünü eteğinle örttün” der. La feta İlla Ali =Ali’den başka feta yoktur sözü burdan gelir.
Dost dosta değil dosttan dosta bakar
Alır rahmet döner halka nur saçar
Yad ellerde sallanır da dost arar
Dost bilip de gördüğünden kul ister
Hakk’tan bir nasib oldu ikra evla durdu
Ok’dum bin nasib geldi ikra süfla oldu
Hakk’tan bir nasib erdi ruhu şeyda güldü
Ok’dum bir nasib geldi ikra evla oldu
“Kul hüvallah, Sübhanallah” virdim olsaydı
Çöller geçip dağlar aşıp taat kılsaydı
Cemal diye düşler görüp cana doysaydı
Ok’dum bir nasib geldi ikra neva oldu
Baştan geçtim candan geçtim dahi imandan
Vahdet aşkı şarab oldu içtim zemzemden
Azgın kulu yola saldı döndüm şeytandan
Ok’dum bir nasib geldi ikra sevda oldu
Ağlar yazdı, Halil çaldı geçtim canımdan
Behlül kıldı oynar etti bilmem halimden
Dilen diye varı yoğa verdim nefsimden
Ok’dum bir nasib geldi ikra vera oldu
Kavrul kavrul güller gibi ta ki yok olsam
Tevbe tevbe diye gözler çeki yaş aksam
Varsam Rasul diye gözler nazı “kul” görsem
Ok’dum bir nasib geldi ikra sefa oldu
Canım, gönlüm, aklım, şuurum Allah demişken
Canınım, cananınım canın ver demişken
“Hu” kılıcını elde nefsini kırmişken
Ok’dum bir nasib geldi ikra sada oldu
Ey ahi ahmed nefsi tep nefsi tep dur
Cananını can tenden çıkarıp edep dur
Ölmeden önce can vermeye baha yoktur
Ok’dum bir nasib geldi ikra sala oldu.
Aşık ahi kul ahmede nasib oldu bunları yazmak
Vahye alternatif üretme çabalarının ortak adı Laikliktir. Yani AKIL’dır.Akıl duygusal nedenlerle Dinin emirlerini asla kabul etmez ve kendini daima gelişme içinde varsayarak dine de dogmalar yumağı diye geri kalmışlığa sebep olarak görür. bunun açık adı DİNSİZLİKLE DİNİ DIŞLAYIP AKLIN ÖNDERLİĞİNE SIĞINMAKTIR: akıl ise sürekli değişimi ilerleme diye sunar ve kemalden uzaklarda gezeler durur. ALLAH ise islam tamdır demiş ve onun kemal olduğunu bildirmiştir. ve o yarattığını bilen ve çaresini de bilen bir yaratıcıdır.
Bütün akıl sahiplerinin inkarcı olduğunu iddia etmek doğru olmaz. AKLI SELİM dediğimiz bir akıl var ki bu akıl kainattaki eserlere bakarak yaratıcısını düşünebilir ve vahyi ve uygulayıcısı peygamberi takip ederek imana gelebilir. Kuran’da yüzlerce defa “ey akıl sahipleri” “akletmez misiniz?” gibi ifadeler boşuna değildir. ancak aklı ifsat eden temel şeyler insan nefsi ile temas halinde olan istekler ve meyiller ve önyargılardır.
Laikliğin ortaya çıkması çok uzakta değildir. Öncesinde müşriklik olmakla beraber en büyük itiraz peygamberedir. Kaynağında kilise ve papazları yoluyla bozulmuş ve her şeye karışan bir bozuk hırıstiyanlık yatar. Batı’da teknik ilerlemeler artınca kilise bunları inkar ve cezalandırma yoluna gitti. bu baskı ters tepince bu bozuk dinden uzaklaşmak ilerleme ile eşdeğer hale geldi. uzaklaşmanın rehberi de çaresiz olarak akıl oldu. buna ilave olarak din anlayışı da tekrar bozuldu ve Tanrı’dan uzaklaşmak o kadar daha fazla özgürlük olarak algılandı. ve son dönem düşünürlerinden Neitsce “Tanrı’yı Öldürdük” dedi. böylece Tanrısız ve yalnız bir insan tipi ortaya çıktı. bu ise mutsuzluğun temel taşıydı. inanca yatkın yaratılmış insanın yalnızlığı Batı ve Amerika’da %70′i mutsuz ve sakinleştirici kullanan ataistler cumhuriyetleri oluştu. işin garibi islam dünyası da bir fetret dönemi geçirdiği için bu madden gelişmiş fakat manen çökmüş bu ülkelere bir şey yapamıyordu.
oysa islamda insan kendi yaratıcısı ile beraberdir ve her daim ona sığınır yalnız değildir. islamda özgürlük büyük islam filozofu Kuşeyri’ye göre ”ÖZGÜRLÜĞÜN HAKİKATİ, KULLUĞUN KEMALİDİR” der.
Kuran’ı inkar etmek neyse Vahyi inkart etmek de aynıdır ve dahi vahyin uygulayıcısı da Peygamber olduğu için onu da inkar etmek anlamına gelir ki bunlar bütünüyle KÜFÜRDÜR. Oysa akıl genellikle beş duyudan gelen bilgilerle beslenir. ancak ilim alanı bir aklın alamayacağı birçok bilgi yanında manevi alanlarda da onun kapsayamayacağı bir çok alanlar mevcuttur. Kaldı ki toplumsal alanlarda dahi “ne yapalım canım şimdi bunu da mı öldürelim” der de mazlum yerine zalime merhamert edip milyonları vurmaya namzet yeni katillerin ortaya çıkmasına sebebiyet verir. Dolayısıyla VAHİYLE AKLIN çatışması halinde vahiy galip gelse bile insanlar tercihlerinde önyargılı olup dayanaksız sezgili tercihlerden kurtulup objektif olmadıkları için bir türlü doğruda karar kılamazlar.
Hatta daha da ileri giderek ülkelerin geriliklerini dine bağlarlar ve onun dogmalar yumağı olduğunu iddia ederler. Halbuki ülkeler islamı gereğince uyguladıkları takdirde ilerleyebilmişler (İslam dünyası 8 ila 12 asırlarda büyük ilerleme gösterdi fakat her tepe nokta bir aşağı düşüşe gebe der İbn-i Haldün ) ancak dinin toplumsal nedenlerle terki halinde de geri kalmışlardır. Emeviler 100 yıl içinde tepe noktayı gören bir medeniyet geliştirmişlerdir. Geçmişte yüz senede gelişimini tamamlayabilen bir medeniyet yoktur. Dolayısıyla hala dinin gelişime engel olduğunu iddia eder olmak sadece kişinin müslüman ya da kafir olduğunu belirlemek için bir kestirme yol olarak görünmektedir. Artık “beni seven beri gelsin” demekten başka çare görünmemektedir. İman denilen görünmeyen şey de budur.
Aklın kullanılması gereken alanı, VAHYİN EMRİNDE olmasıyla olur. Gerçekten bu alanda akla çok iş düşer. Elbette dinin nakil olduğu iyi bilinmeli ve akılla çatıştırılmamalıdır. Bu alandaki iki mezhep akılcı Mu’tezile ile kaderci Kaderiyye’dir. Bizim itikatte mezhebimiz olan imam MATURİDİ hazretleri ise nakli inkar etmeden ağırlıklı olarak akıldan yanadır.
İslami şart olarak söylenenleri insanlar ben bu şartları yaparsam işim biter başka şey yapmam deyip çıkmaktadırlar. Halbuki İslam’da bu 5 şarta ilave olarak onlarca ayrı emir ve sorumluluklar da vardır. İşte kesintisiz olarak yaşamı dolduran bir din sözkonusudur artık. Doğru olan da budur..
Bugün kü müslüman ise Allah’a inanır, Cuma kılar ve arkasından der ki “Ben Laik’im. İşte bu Vahyin yer aldığı Kuran ile bu vahyin uygulayıcısı olan Peygamberi aleni inkardır. Tevhid ise yalnızca Allah’ın varlığına ve birliğine inanmakla kalmaz, Allah’a “Kural Koyucu ” olarak da “Boyun Eğmek” ‘de gerekir. Bu İslam’dır ve Allah “….andolsun ki dininizi tamamladım ve din olarak size İslam’ı seçtim…” buyurmuştur. dolayısıyla Dinin seçiminin Allah tarafından yapılması kullara karşı bir mecburiyeti gerektirdiği gibi bu dinin tam olması da bu dinin KEMAL bulduğıununda işeretidi olup bu dinin korumaya alındığını ve buna artık hiç bir şekilde ilave yapılamayacağını ve içinden de hiç bir şeyin çıkarılamayacağını açık bir şekilde ifade eder.
işte bu din İSLAM’dır ve islam bütün hayatı kapsar. kim bu dini daraltır, eksik bulur, ilave etmeye kalkar, eskidir, yetersizdir, çağa uymaz gibi ifadelerle onun etki alanını bozarak mücadele etmeye kalkarsa İMANI YARELENİR VE ŞİRKE YOL ALIR:
Oysa biz bu kolay dine Allah Rızası için kabul etmiş, gönlümüzü vermiş ve gördüğünüz üzere CİHAD ETMEK İSTERİZ. yalnız namaz kılarak cennete girmeyi umud ediyorsanız bunun biraz zor olduğunu ifade edelim. Dost Dostu Dost edinmek için Dostun Dostunu da Dost edinmek ve Dostun Düşmanını da Düşman edinmek zorundadıtr. Bir hadiste şöyle buyrulur: “bir kimse cihad etmese de cihad etme isteğinde bulunmadan ölürse Münafıklığın bir şubesi üzerine ölür”
aşık ahi kul ahmede yazmak nasib olmuştur
Konuşmacı heyecanlı bir ses tonuyla tezini sunuyordu:
“Allahımız bir!
Kitabımız bir!
Peygamberimiz bir!”
İşte tam da bu noktada durmak gerekiyor. Biraz düşünmek için sizi akleden kalbinizin nazik kollarına incitmeden bırakıyorum.
Ne kadar güzel temenniler bunlar. Gerçekten bir mi? Yaşanan gerçeğe tekabül ediyor mu? Bu temennilerin aktüel karşılığı var mı?
İnananların tümü aynı gerçeğe mi inanıyorlardı. Örneğin Allah’ı karşısında görse insan nasıl davranırdı? İnanıyorum fakat kafama göre yaşarım mı diyordu? Sınırlandırılmış bir Allah inancı mıydı bu? Tevhid’den bir sapmamıydı? Tevhid Allah’ı doğru anlama sanatı mıydı? Doğru anlayanlar İslam (teslim) olanlar mıydı? teslim olanlar mı yalnızca Tevhid’i oluşturuyorlardı?
Tevhid üzere olmak için Allah’ı var ve bir olarak kabul etmek yeterli değil miydi? Ayrıca Allah’a “kural koyucu” olarak “boyun eğmek” de mi gerekiyordu? o halde bütün hayatını İslam’a göre düzenlemeye çalışmayanlar Tevhid’in dışında mı kalıyordu? boyun eğilecek olan şey VAHİY miydi? Bu “Muhammedurresulüllah” mıydı? insanlar neden yarım yamalak bir İslam yaşamak istiyorlardı? adını koymadan itiraz ettikleri şeyler neydi? Aklın örtülmesinin bu yarım din anlayışındaki payı neydi? Akıl neden bu kadar önemli. sorumluluk akıl nimetyinin verilmesinden mi doğuyordu? dağların göklerin ve yerlerin yüklenmekten kaçındığını alan insanın aklı mıydı?
Ya peygambere ne demeli? O da kabrinden kalkıp gelse kaç türlü tavır ortaya çıkardı? Bir tel alabilmek için saçına sakalına hücum edenlerin, bir parça koparabilmek için elbisesine üşüşenlerin oranı ne olurdu? Ya onu hiç tanımayanlar veya İsrail oğulları gibi taşlayan kaç kişi çıkardı? Veyahutta gerçekten onun misyonunu kabul edip davranışlarını ona göre ayarlayan kaç kişi çıkardı?
Bir şeyin gerçeği kaybolunca onun yerine imajı oluşturulur. Bu imaja “tasavvur” diyoruz.
İşte bu tasavvurun aslı ile olan doğruluk oranı, kişinin ona beslediği olumlu ya da olumsuz duygularla yakından ilintilidir.
Örneğin onu aşırı sevmeniz, onu aslından uzaklaştırıp farklı bir noktaya taşıyacak ve dolayısıyla aslını, yerinde kalsaydı yapması gereken görevlerinden de uzaklaştıracaktır. Ya da nefret etmeniz de aynı etkiyi doğuracaktır. Ya görevlerde bir azalma ya da tümden yok sayma.
Allah mutlak galip olduğu için onun herşeyi yapmasında bir sorun yaşanmaz.
Fakat Batı, Allah’ı, sınırlı ve şeytanla mücadele eder bir halde tasavvur eder. İşte bu bir tasavvur sapmasıdır.
Kitab’a gelince. Kişi Allah’tan geldiğine inanır fakat içindeki hükümler artık bugün uygulanamaz deyip çıkar. Gerçekte cevizin içine inanmamıştır. Bu sakat imanın onu nereye sürükleyeceğini hesaplamak zor olmasa gerekir.
Gelelim peygambere. O bir kul ve elçidir. Bu noktanın dışında onu Allah’ın bazı görevlerini yapabilecek şekilde görmek ve ona bu şekilde dua etmek, onu örnek olmaktan çıkarır ve Allah’ın işine ortak eder.Bu da bir sapmadır.
Kuran ve sünnet, birer bilgi kaynağı olarak ortada durmasına rağmen bu sapmalar neden meydana gelmektedir.
İşte bir bilginin öncelikle doğru olması kadar doğru da anlaşılması gerekir.
Ortada bir sapma varsa, o zaman bir anlama problemi var demektir. Bu problemi doğuran etkileyen etkenler nelerdir. Onların üzerinde duralım.
Aklı Selim
Sorumlu insan olmanın vazgeçilmez bir şartı olan akıl, genel olarak anlama, kavrama, kavramlar arasında bağlantılar kurma ve çıkarımlar yapma yetisi şeklinde tanımlanmıştır. Terim anlamı itibarıyla de duyu algılarını kavramlar altında toplamanın yanı sıra metafizik çıkarımlar da yapabilen çok işlevli bir yetidir.
İnsanlar olarak günlük hayatımızı bir yönüyle akıl yürütmeler yoluyla düzene koyarız. Akıl sayesinde düşüncelerimizi bilinçli, tutarlı ve amaçlı bir biçimde birbirine bağlarız. Hazır bilgi ya da önermelerden hareketle -onlardan ayrı- yeni bilgi ve önermelere ulaşırız. Bunun yanı sıra aklın, bir ölçüde doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ve güzeli çirkinden ayırt etmemizi sağlayan ahlaki bir işlevi de vardır. Bunun içindir ki ilahî emirler karşısında insan yükümlülük sahibi kılınmıştır. İnsanı ilahî emirler karşısında muhatap kılan akıl, aklıselimdir. Bu fonksiyonları çerçevesinde iyiyle kötüyü ayırt etmek suretiyle insanı emniyet altına alan akıldır.
Aklı selimi hangi etkiler normal mecraından uzaklaştırır?
1.Aşırı sevgi ya da nefret
Bir şeyin normal ölçüler dışına çıkılarak aşırı sevilmesi kişiyi sevdiği şeylere karşı söylenecek eleştirilere karşı kör eder. Bir kızı sevmek, bir partiyi sevmek ya da bir takımı fanatik seviyede sevmek örnek olarak verilebilir. Bu nedenle sevmenin belli ölçüler içinde tutulması aklı selimin sağlıklı çalışması için gereklidir. Nefret de sözkonusu objeye karşı söylenecek iyi şeyleri kabulden uzaklaştırır. Kişiyi adaletsizliğe iter.
2.Tabi olmak
Kişinin herhangi bir tarikata üye olması, dolayısıyla şeyhine tabi olması, şeyhinin söylediği şeylere karşı onu düşünmekten alıkoyar. Bu tabi olmak gerçekte islam hukuku ve onun örnek olarak yaşayan Hz. Peygamber olması gerekir. Şeyhi sevmek başkadır, söyleneni İslam hukuku ile tartmak başkadır. Hadisi Şerife göre tyabi olunan bir sünneti uygulamazsa o uyulanın terki gerekir.
3.Nakille ilgili konularda akıl görev yapmaz.
Din bir nakildir, vahiy ve sünnete dayanır. Bu konularda akıl ileri çıkmamalıdır. Çünkü din bellidir. Ancak uyulması gerekir. Neden ve niçin soruları aklın şüpheye yönelmiş halidir ve kişiye zarar verir. akılı sadece emir ve nasların hikmetini araştırabilir ve kainattaki delilleri düşünerek eserden müessire şeklinde varsayım yoluyla aklın önderliğinde imana gidebilir. Kuran’ın tavsiyeleri de bu yöndedir.
4.Henüz inanmamış birisinin ilk başvuracağı şey akıldır.
İnsan aklını kullanarak bütün kainata, insanlara ve olaylara bakarak çıkarsama yapmalı ve bir olan yaratıcıya ulaşmalıdır. Kişiye bu fıtratında verilmiştir. Nitekim Hz. İbrahim, yıldız ay ve güneşi batıyor görerek reddetmiş ve Allah’ı bulmuştur. Buradan hareketle vahyin ulaşmadığı bir yerde insanın sorumluluğu budur. Kuran’ı Kerim yaklaşık 200 yerde “akıl etmiyor musunuz? “ buyurarak ona önem verdiğini belirtir.
5.Bir şeyin hikmetinin araştırılmasında akıl devreye girebilir.
örneğin bir namaz ibadetinin hikmetinin araştırılmasında akıl gerekli kaynaklara da müracaat etmek suretiyle duyuların kendisine sunduğu bilgileri işleyerek tefekkür edebilir, anlayabilir. iman aklın varsayımıyla elde edilen bir varsayımdır. din teferruatı verir sadece. ahiret hayatı vesaire.
6.Akıl yargılama yetisi işlevini de yürütmektedir.
Diğer anlamı ise insanın doğru karar vermesini sağlayan, herhangi bir olumsuzluktan veya ortamın kötülüğünden etkilenmeyen, yaratılışındaki temizliği koruyan akıldır ki bu da zihnimizde, Allah’ın insanın özüne yerleştirdiği fıtratı çağrıştırmaktadır.
7.Geleneğimizde aklıselim sahibi olmanın temel ölçütü Hak ve hakikate açık olmaktır.
Bir hadisinde Hz. Peygamber (s.a.s.), “akıllı” anlamına gelen “keyyis” kelimesini kullanmış ve keyyisi “nefsini kontrol altına alıp ölümden sonrası için çalışan kimsedir” diye tanımlamıştır. (Tirmizi, Kıyamet, 25) Aynı kökten gelen “kîse”nin torba, kese anlamına geldiği düşünülürse, akıllı olmanın insanın ahirette yüzümüzü ağartacak ecir ve sevabı bu dünyada kazanıp manevi bir kesede toplamayı gerektirdiğini anlayabiliriz.
8.Yanıltıcı etkenler.
Sokrates, Eflatun ve Aristoteles de aklın, duyular yoluyla gelen eksik ve yanıltıcı bilgiye karşı, tam, doğru ve geçerli bilgi sağladığını ileri sürmüşlerdir. Onların bakışlarından da aklın, selim olmasının yanıltıcı etkenlerle perdelenmemesiyle mümkün olduğunu anlamaktayız.
8.Anne baba etkisi fıtratı bozar.
Hz. Peygamber de “her çocuk İslam fıtratı üzere doğar; sonra ebeveyni onu Yahudi, Hristiyan ya da Mecusiliğe sevk eder.” (Müslim, Kader, 22) buyurmak suretiyle insanların doğuştan aklıselim üzere doğduklarına, zamanla çevrenin insanlara olumsuz yönde tesir edebildiğine dikkat çekmiştir.
9.Aklı iyilik ve faziletin ölçütü saymak.
Bu, üç temel hususta hemfikir olmayı gerektirir. Bunlardan ilki, herkes için zaruri ve mecburi bir ahlak kanunu vardır. İkincisi, insan bu kanuna itaat edip etmemekte hürdür. Üçüncüsü ise insan mademki hürdür; o halde fiillerinden sorumludur.
10.Nefsi özellikler aklı selimi etkiler.
Her insan aklıselim sahibi olarak dünyaya gelir. Aklıselim bazı insanlarda Allah vergisi olarak doğuştan aktiflik gösterirken, bazılarında da, çoğunlukla his ve tutkuların etkisiyle körelir. Ancak nefsin terbiye edilmesi nispetinde aktiflik kazanır.
11.Basiret aklın üstün verimidir.
Basiret, görme, sezme, bir şeyin iç yüzüne vakıf olma anlamlarına gelmektedir. Bu sayede insan doğru yolu tanır ve doğruyu yanlıştan ayırma yeteneği kazanır. Bu yetenekten mahrum olanlar da Kur’an’da manevi körlükle itham edilmişlerdir. (Hud, 24) Kuran İnsanların gerçekleri görmelerine ışık tutar.
Kur’an’da, kendilerinden Ulü’l-Elbâb, Ulü’n-Nüha ve Ulü’l-Ebsâr ifadeleriyle bahsi geçen ve Türkçemizde akıl sahipleri olarak vasıflandırabileceğimiz bu insanların ortak özellikleri, hayatlarını titizlikle sürdüren, nefislerini temiz tutan, tutkularına yenik düşmeyen, maddi ve manevi hakikatlerin kendilerindeki inkişafına açık kimseler olmalarıdır.
12.Aklıselim, dilimizde kavramlaşırken temelde sezgi gücüyle ihata edilebilen zihinsel ve duyusal faaliyetlerle bilinemeyen bilgileri kapsamı içine almıştır.
“Müminin firasetinden sakınınız. Zira o Allah’ın nuru ile bakar.” (Tirmizi, Tefsir, 16) hadisine baktığımızda müminler Allah’ın nuru ile bakma sorumluluğunu ancak akıllarını selim tutmakla üstlenebilirler. Nitekim Allah’ın kalplerini nurlandırdığı kişilerin, bakışlarında derinlik kazandıklarını, hakla batılı, iyiyle kötüyü maharetle birbirinden ayırabildiklerini görmekteyiz.
13.Allah Teala, aklını selim tutan, fıtratına yabancılaşmayan insanların, davranışlarında kendisinin koyduğu sınırlara riayet edeceklerini teminat altına almaktadır:
“Ey inananlar, eğer Allah’tan sakınırsanız o size doğruyu eğriden ayıracak bir güç verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar.” (Enfal, 29), “Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah katında dahi güzeldir.” (Ahmed b. Hanbel, I/379) Bu durumda Müslüman neyi güzel görüyorsa, onun Allah katında dahi güzel olup olmayacağını da düşünmelidir. Müslümanlar davranışlarına öyle ölçü koymalıdırlar ki bu, Allah katında da en güzel biçimde kabul görsün. Demek ki Müslümanların güzel gördüğü şey, aynı zamanda ahlaki ve zihni üstünlükleri de içinde barındırmalıdır. Bu hadis Müslümanların hayatında ilahî ölçülere karşı titizlik ve sadakati gerekli kılmaktadır. Bu sayede Müslümanlar insanlığa numune teşkil edeceklerdir. Bu aklıselimle ve nefsin terbiyesiyle kazanılabilecek bir derecedir. Bu takdirde Müslümanların güzel gördüğü şeyler, mutlaka bir üstünlüğü bünyesinde parıldatacaktır.
14. aklı selim daima bir uzlaşıdan yanadır.
Aklıselimin günlük dilde kazandığı bu tarz anlamlardan biri, kişiler ve olaylar karşısında ortalama bir tutum sergilemeyi ifade için kullanılmasıdır. “Aklıselim çağrısı” adı altında yapılan pek çok girişim insanları bir uzlaşı zemininde buluşturmayı esas almaktadır.
Aklıselimin bir mutabakat zemini oluşturmayı gerekli kıldığı yönündeki yaklaşım, insanları karşılıklı olarak birbirlerinin kusurlarını hoş görmek ve buna alışmak noktasına sürükler. Bu durumda insanlar yanılgılarına bağımlı hale gelirler. İyi insanlar selim akla talip iseler, ahlaken yükselmeyi kendilerine ödev saymalıdırlar. Zira selim, “silm”, “selam” kökünden gelmiş olmakla Yüce dinimiz İslam’la aynı kelime kökenine sahiptir. Bu da yalnızca hakikat karşısındaki teslimiyet sonucunda selamet, emniyet ve esenlik beklentisi içerisine girmek anlamına gelir. Bu durumda selim akıl, düşük bir ahlakla bağdaşmaz. Öte yandan İslam’ı kabul etmek kelime-i şahadetle başlar. Şahadet ise üst düzey bir akli seviyeyi ve zekâ keskinliğini gerekli kılar. Aklıselim sahibi olmak ahlaken iyi insan olmayı zorunlu kılar.
15.Aklıselim vicdani hükümleri takip etme eğilimindedir.
Vicdan ise temelde insan tabiatını iyiye sevk eden yetidir. İnsan, ahlaki doğruların genel ilkelerini ve hususi eylemlerinin iyilik ve kötülüğe bakan yönlerini sezer. Bu sayede aklıselim zorunlu olarak ve her zaman doğrulukla eylemde bulunmaya ve kötülükten sakınmaya muvaffak olur. Sahip olduğu ilahî nur vasıtasıyla aklıselim, adalete ve fazilete yönelme ilkelerini onaylar. Allah insanlara davranışlarını sevk ve idare ettirme gücü verirken aynı zamanda onlara, eyleme yönelik bazı ilkeler de vermiş ve bu gücün insanlar tarafından belli bir gaye doğrultusunda kullanmasına imkân tanımıştır.
16.Taklit
Taklit, kişiyi düşünmekten alıkoyar. İnsanlar önce taklit ederek öğrenirler. Daha sonra düşünerek hakiki nedenlere ulaşabilirler. Üç tip insandan sözedilir. Bir insana bakarak fikir ve hareketlerini düzenleyen insan. Eğer taklit edilen iyi ise kişi de iyi olur. Kötüyse kötü olur. İkincisi olaylara bakan insan. Olayları iyi yorumlarsa kişi iyi olur. Yanlış yorumlarsa kişi yanlış yola girer. Bir de fikirlerin orijinaline bakan insan var ki, o kişinin aklı seliminin önünde bir engel yok ve objektif düşünebiliyorsa o kişinin fikirler içinde an akla yatkın olanını bulması umulur. Bir yabancı yazar şöyle diyor. “Ben müslümanlara baktım 50 sene müslüman olmadım. Fakat Kuran’a baktım bir gecede müslüman oldum.”
17.İçki
İçki aklı gideren bir şeydir ve bu yüzden de yasaktır. Kişi içince kontrolünü kaybeder ve sağlıklı düşünemez.
18.Toplumsal olaylarında aklı selim kaybolur.
Toplum olaylarında aklı selim kaybolur ve herkes bir önündekine tabi olur. O ne yaparsa o da onu yapar. İnsan bu yönüyle koyuna benzer. Koyunları bir yerden atlatmak isteseniz önce atlamak istemezler. Fakat içlerinden biri, muhtemelen yaşlısı ilk önce bir şekilde atlar. Ondan sonra hepsi birden arka arkaya tak tak diye atlar. Sürü psikolojisi. Allah Teala her peygambere bir müddet de olsa çobanlık yaptırmıştır. Hz. Musa a.s., Peygamberimiz çobanlık yapmışlardır. Bu sayede koyunları gütmeyi öğrenmişler ve arkasından da insanlara çobanlık yapmışlardır. Polis dahi bu özelliği bilir ve ilk kim vurun dedi diye kameraları araştırır ve o kişiyi elebaşı olarak yakalar, diğerleri ile ilgilenmez.
19.Baskı
İnsanın baskı altında olması, örneğin tehdit, santaj gibi durumlarda kalması onu sağlıklı düşünceden uzaklaştırır. Bu tür hallerde danışmaya önem verilmelidir.
20.Gazap
İnsanın bir şekilde canına malına, ırzına, nesline yada değer verdiği ideallerine gelebilecek bir saldırıda kişi gazaplanabilir. Müdafa olarak adlandırılabilecek kısmı yine ölçülü olmak kaydıyla anlamak mümkündür. Fakat aşırılık aklın da fesadına yol açar ve kişi şeytanın kontrolüne girer. Bu yüzden ihtiyaç duyulmayan aşırı gazablanma dinen yasaklanmıştır. Ve bunu yenen pehlivana benzetilmiştir. Gazap anında aşırı söz söylemekten sakınmak, ayaktaysa oturmak, euzü besmele çekmek ve son olarak da iki rekat namaz kılmak önerilmektedir.
21. İşletme körlüğü
Uzun süre aynı işte çalışmak kişiyi tek yönlü düşünmeye sevkeder ve yani fikir üretemez. At gözlüğü de denir. Bu yüzden ya kişiyi zamanla başka işlerde de istihdam ederek onun olaylara çok yönlü bakmasını sağlıyacaksınız, ya da farklı iş kollarından gelen insanların oluşturduğu komisyonlar kurarak onların aynı meseleye nasıl baktıklarını öğreneceksiniz.
22. Akrabalık
Akrabalık bağları kişisel bir yakınlık hissettirir ve kişiyi aklı selimden uzaklaştırarak adaletten de alıkoyar. Kişi eş, evlat ve yakını için taraf tutar. Mahkemeler bile bu yakınlığı nedeniyle kişiyi şahit olarak kabul etmezler. Çok az insan yakınlarına karşı adil olabilir. Kuran’da bunlar övülmüştür.
23. İmansızlık
Kişinin imansızlığı yani küfürde olması onu, hakkı batıl, batılı hak görmeye iter. Bu Kuran’ın bir tesbitidir. Bu yüzden müslümanlar “ Ya Rabbi, bizi hakkı hak bilip hakka ittiba eden, batılı batıl bilip batıldan içtinab eden (kaçınan) kullarından eyle” diye dua ederler.
24. Şeytana tabi olanlar
Kuran’ı Kerimde bazı insanların şeytana tabi olmaları nedeniyle, şeytanın onlara yanlış olan bazı hareketlerini süslü göstererek, onların kendilerini doğru yolda olduklarını sanmalarını sağladığı belirtilir. İşte burada aklın doğru ile eğriyi ayırıcı özelliği kaybolmuştur. Bunlar mahşerde şeytanlarla beraber haşredilirler ve uyanıp onu yanında görünce aralarında doğu ile batı kadar mesafe olmasını istediği belirtilir. Bu yüzden şeytanın aldatmalarına dikkat etmek ve onu düşman kabul etmek gerekir.
25. Münafık
Münafık iyiliği kötülük olarak görür ve iyiliği yasaklar, kötülüğü emreder. Burada da aklın ayırıcı özelliği şaşırmıştır. Akıl imandan ya da imansızlıktan etkileniyor diyebiliriz.
26. Irk, kabile, hemşehrilik
Irk özellikle şoven bir hale dönüşmüşse, bu üstün görme, kişide, “diğerleri” kavramını güçlendirir ve kendi ırkını üstün görecek gerekçeler aramaya iter ve adaletten ayrılarak taraf tutar. Bu husus aşiret ve hemşehricilikte de taraf tutma olarak gerçekleşir ve toplumda yaratılan bu ayrıcalıklar huzursuzluğa yol açar. Yakınların özel sorunları ile ilgilenilebilir, dernekler kurulabilir, cenaze ve öğrenci bursları verilebilir ancak siyasette ehliyet veliyakat yerine bizim hemşehrimiz olsun denildi mi bu dinen yasaktır. İslam ırkçılığı kabul etmez, islam kardeşliğine değer verir ve mü’minler kardeştir buyurur.
27. Fakirlik
Fakirlik ve işsizlik kişiyi bunaltır ve isyan noktasına getirir. Zayıf bir inanç olursa kişi hırsızlık, dolandırıcılık ve benzeri yollara sapabilir.
28. Stres
Stres kişinin sağlıklı düşünmesini etkiler ve mutsuz kılar. Aşırı çalışma ya da çözülemeyen sorunlar stresin kaynağı olup sorunların üzerine gidilerek onları çözmeye çalışmak kişiyi rahatlatır.
29.Sorun olarak bırakmak
Bir olay hakkında insan beyni ikna olmadığı zaman veya takliden inandığı zaman, akıl onaylamadığı için o konu ucu açık bir yara gibi durur, mikrop kapar ve hastalık haline dönüşür. Halbuki o konu akla uygun bir hale getirildiği, mantıksal çözüm üretildiği zaman, o kişi izin vermediği müddetçe o dosyaya dışarıdan bir şey giremez. Örneğin taklidi imandan tahkiki (hakiki ) imana geçiş çok önemlidir. Tahkiki iman beynin çalışma mekanizmasına en uygun modeldir. Akılla birlikte kalp ve duygularda ön plana çıkmalıdır. Tasavvufla uğraşanlar aklı geri planda tutup kalbi öne çıkarmışlardır. Bir toplumda aklı şaşırtacak vesveseler yoksa, kalbi metodla gitmek insanın daha hızlı ilerlemesine vesile olur. Eskiye göre modern hayatta insanı baştan çıkaracak şeytanın materyalleri çoğalmıştır.
Yukarıda belirtilen hususlarda kişilerin davranışlarını ona göre değerlendirmeleri, takım, parti, tarikat, akrabalık, hemşehrilik, aşiretçilik, ırkçılık ve benzeri konularda sevginin aklı örtmesine izin verilmemeli ve daima bir durum sorgulaması yapılmalıdır.
Üstün olan Allah ve onun emirlerinin oluştuğu İslam hukukudur. Arkadaşlıklar dahi Allah için olmalıdır. Kişi kardeşini dahi müslüman olduğu için sevmelidir.
aşık ahi kul ahmede nasib oldu
akıllılar bu dünyayı
deliler öte dünyayı
abdallar ki hak rüyayı
şerre yormazlar aslanım
***
ortak akıl da ne öyle
sağ duyu de hakkı bile
aklı selimdir yol bula
küfre gitmezler aslanım.
***
iki siyah, yahudi kor
kız hileyi hileye ver
cümle mümin kullara sor
safa durmazlar aslanım.
***
bektaşinin parasını
allah nebi ölçüsünü
aç durmanın yamanını
toka sormazlar aslanım
***
sen ne dersen de gönülden
arif çıkmaz ol cahilden
yazdığından güldüğünden
safa demezler aslanım
***
kişi ki, her varı var bile
cümle halleri haktan ola
ol yazdığını HAK duyura
kula komazlar aslanım.
***
bu sözüm sezgine ola
sabah akşam namaz kıla
ol kullara hutbe ok’ya
seni duymazlar aslanım.
***
bir de baban okusun hutbe
ey cem’at sahanda yumurta
cız dedi yürekler ALLAH hay
hali bilmezler aslanım
***
kul ahmedim yazar dizersin
onca sırrı kime açarsın
dostum diye kimi bilirsin
HAKKA küsmezler aslanım.
kul ahmed