Bismillahirrahmanirrahim
selamün aleyküm
İSLAMDA İHSAN ŞUURU
Kültürün eşya ve hadiseleri algılama biçimi var. Hayatı algılayan ve biçimlendiren bir biçimi vardır. Böylesine bir bakış açısı hayatımızı da değiştiriyor. İnsan ister istemez Modern kültürün yansımalarından etkileniyor.
Modern kültür Kadim kültürü inançtan her türlü yeniliğe kadar etkiliyor. Modern kültürün yaşadığı kriz önce aileyi etkiliyor. Bu bir gerilim oluşturuyor ve aynı anlamdaki zıt kavramlar insan olarak genlerimizi değiştiriyor. Makul ve saf olarak görünen HAK kavramı öylesine genişledi ve öne çıktı ki gittikçe çatışmaların kaynağı oldu. İnsan hakları, kadın hakları, hasta hakları, işçi hakları, çocuk hakları gibi…
İslam da ise vazife ve sorumluluklar merkeze alınır. Modern kültürde ise bu haklar bir varoluş mücadelesinden çıkıyor denilebilir. Hasta doktordan, kadın kocadan mücadele ile bir şeyler koparmaya çalışıyor. Çünkü hayatın tanımı “hayat mücadeledir” şeklinde yapılıyor. Bu durum sınıfsal yapı ve çatışma ortamından etkileniyor. İslam ülkelerinde sınıfsal bir yapı olmadığını düşündüğünüzde bu durumun ne kadar sakat bir anlayış tarzı olduğu anlaşılır.
Modernlik temelde din karşıtlığı üzerine oturur. Sekülerleşme ile din alanını daralttı. Din hayatın arka planına atılınca düzeltip toparlayacak bir şey kalmıyor ve hayat paramparça bir şekilde devam ediyor.
Modern dünya da ahlaka ihtiyaç duyar aslında. Fakat yine kendisi ahlakı imkansız kılar.
Din; değer koyar. Ahlak yorumsal bir tavırdır. Dinden beslenmediği sürece nereye kadar gideceği belli olmaz.
Hukuk formel, maddi müeyyidesi olan kaideler koyar. Ancak bu kaideleri yine toplumsal ahlak belirler. Yine bu noktada da dini değerlerin belirleyiciliği olmazsa değer ve fıtrata uygun tanımlardan uzaklaşılmış olur.
Dinin ulaşmadığı bazı Eskimo kabileleri 70 yaşını geçen yaşlılarını köyün dışına atarlar ve beyaz ayının gelip onu diri diri yemesini beklerler. Ayı adamcağızı bağırttıra bağırttıra yedikten sonra “tamam, dedemizin ruhu beyaz ayıya geçti ve daha uzun yaşayacak ” derler. Din daima iyilikle sonuçlanan normlar oluşturur. Hz. ademden beri böyle olmuştur. Fakat onu bir kenara atarsanız çıplak kalırsınız çıplak…
Modern hayatta,
Dinin yerini ……… ilim aldı.
Allah’ın yerini…… İnsan aldı.
Vahyin yerini………akıl aldı.
Türkiyedeki entelektüeller batı dini anlayışı ile davranıyor.
Merhamet ve acımak Rum 21 ‘de şöyle sayılıyor.
Rahmet
Meveddet
Sekinet
Olarak sayılıyor. Rahmet, acımak değildir. Kim kime acıyacak?? Acımak dikeydir ve Allah’tandır. Merhamet ve acımak rahmet olmaz. Bu incelik İhsan’dır, İyiliktir, güzelliktir. Ancak iyilik, güzellik içten gelerek güzellikle yapılırsa İHSAN olur.
Peygamber efendimiz oğlu İbrahim’i kaybettiğinde bir sahabi mezarı düzeltmek için mezarın içine iner. Peygamberimiz başındadır. Boş kalan bir deliği görünce der ki; şu karşısındaki delik boş kaldı der. Sahabi de “ya Rasulüllah bunun cenazeye bir zararı yok ki” deyince “ölüye yok ama dirinin gözüne var” der. Arkasından da şu hadisi irad ederler. “Allah bir kulunun yaptığı işi iyi ve güzel yapmasından hoşnut olur” buyururlar. İşte ihsan şuuru bu kadar önemlidir.
Nezaket=
İhsandan=== MEVEDDET; karşılıklı sevgi doğar= bundan da SEKİNET=huzur doğar.
Hak nihai adalettir. Son noktadır. Tersi ise zulümdür.
Borçlu ödeyemezse “başkasını kendine tercih etme” prensibi gereğince bağışlama yapabilmelidir. Bu bir insan ahlakıdır.
Hakşinaslık—karşı taraf oluşturur.
“Hak verilmez alınır” diye bilinir yanlış bir şekilde.
“Her hak sahibine hakkını ver” HADİS. Bu hadis hak almaya değil sorumluluğu hitap ediyor.
Adaleti aşan değerler ne olacak? Örneğin merhamet gerektiren konular hak kavramıyla çözülemezler. Bu kırılgan ilişkiyi hak üzerine kurarsanız diğergamlık gibi erdemleri iptal etmiş olursunuz.
Peygamber efendimiz kızı Fatıma’yı çıkarırken ona şöyle diyor: “Kızım, ülfet ettiğin ortamdan bir başka ortama gidiyorsun. Sen kocana cariye ol, o da sana köle olsun”
Artık buna rağmen bütünleşme sağlanamıyorsa bunu sorgulamak gerekir. Kuran bir ayetinde “siz bütün oldunuz” diye buyurur. Onun hitabı zevc ve zevce kelimeleri üzerindendir. Öyle ki; zevc kelimesi; ayakkabı, mes veya çorabın teki demektir. Biri diğerine lazımdır ve parçasıdır. Aynı numaradan olması gerekir ve sağ mes solun yerine geçmez, sol mes de sağın yerine geçmez. Sol sola sağ da sağa giyilir. İşte Kuran’ın bu benzetmesi müthiş bir ilahi benzetme veya adlandırmadır denilebilir.
Halbuki batıda hırıstiyanlık değer üretmekten iyice uzaklaştığı için toplumsal cinsiyet rollerinin değiştirileceğine ilişkin sapık fikirler gelişiyor. Böylece roller karışıyor. Bunun akabinde haklar devreye giriyor ve toplum kesimleri karşı karşıya gelip iyice ayrışıyor. Arkasından “o benim hakkımı yedi” deyip kavga başlıyor.
Biz ne yapıyoruz derseniz; biz, “batıyı suçlayıp kendimizi beraat ettiriz” desek pek de yanlış olmaz sanırım.
Adamın son model jeepi var, yerde rahle ve megafonla ders yapıyor=zıtlık.
Batıdan fikir alırken ona bir parola sorabilmeli ve içini kendimize göre doldurup bize uygun hale getirmeliyiz.
Müslümanlar ya çok geride kalıyor ya da hayat budur deyip uyuyor. Hayatta gerilimler var. Yer bulmak için dik durmak gerekiyor. Boşanmalar, fikri çözülmeler ve bir çok yaşam problemleri yaşanıyor. Bu ortamda batının yaptığı gibi hakka temel bulmak son derece yanlış olup ayet ve hadislerde dikkat çekilen vazife ve sorumlulukları daha önemli olarak ön plana çıkarmalıyız.
Ülkemizde hak ve vazifenin içi boşaltıldı. Eşitlik kavramı öne çıkarılıyor. Halbuki eşitlik kavramı kadın ve erkeği karşı karşıya getiriyor. Halbuki İslam’da TAMAMLAYICILIK vardır. Kadın erkek eşit olmaz. İki farklı şeyi, tamamlayıcılığını öne sürerek bir elmanın birer yarısı gibi eşitlerseniz bu benzetme yanlış olur. Zira eşler zevc kelimesinde olduğu gibi iki farklının birbirinin yerine geçmeden birbirini tamamlamasıdır. Eşitlemek yerine erkeğin üstünlüğü ile kadını tamamlaması, kadın da kendi üstünlüğü ile erkeği tamamlar…
Böyle bir ortamda eşitlik değil de tamamlayıcılık olduğu için bir saygı düzeni ister istemez oluşur ve öfke ve hakarete yer olmaz. Şayet problem çıkarsa bu yapı o sorunu çözebilecek bir ortam sunar. Çünkü eşitliğin kavga ettiriciliği yoktur burada. (Veceale beyneküm meveddet) sevgi ve merhamet temelli bir yapı öngörüyor Kuran.. Temelde yatan şey kulların fiili davranışıdır. Yanlış davranışlar aşkı bitirir.
Rasulüllah veda hutbesinde “siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız” buyuruyor. Emanet=sığıntı değildir. Bu, sorumluluğun zirvesidir. Emanet= birisinin yanına bırakılan kişi ya da eşyanın aynen zarar vermeden geri vermesine denir. Allah diyor ki; “bir zarar verirseniz ona ihanet edersiniz” diyor. “Birbirinize takva elbisesisiniz” buyuruyor. Burada meseleye bütüncül bakılması gerekir. Buna göre kadın da erkeği, onu ilgilendiren özellikleri ile doyurarak da olsa koruması gerekir. İslam ailesi kendini nasıl görüyorsa ona göre hayatını kuruyor. Halbuki dinini bu inceliklerini bilmekten aciz. Biraz eğitim gerekli görünüyor.
Kız çocukları “ekonomik özgürlüğümü kazanmak istiyorum” diyor. Daha baştan aile olmak düşüncesi yok. Evlendiğinde kocasının peşinen dışarı atacağı varsayımına göre “ben kışa hazırlanayım da yaz gelirse bahtıma” hesabıyla en kötüsü için baştan uğraş veriyor. İş hayatı da görevlerde ihmal ve yorgunlukları getirince kavgalar ve gerçekten de beklendiği gibi boşanmalar kendini gösteriyor. Artık yumurta tavuk hikayesine dönüyor ve sol ayakta sağ ayakkabı ne yapıyorsa aynen öyle oluyor. Artık ailede eşitlikçi, tartışmacı, kaba davranışlar aile olmaktan uzak bir tartışma hayatını beraberinde getiriyor. Fertler artık fedakarlıklardan uzaklaşıyor baştan. Bireysellik öne çıkıp ego öne çıkınca kavga kaçınılmaz artık. Halbuki aile ben değil biz olmayı gerektiren bir yapıda olmalıdır. Rasulüllah efendimizi bir sahabe davet edince “aişe ile geleceksek gelelim” diyor davete.
Cibril hadisi, bildiğiniz üzere 4 temel soruya oturur. Sırayla İman nadir? İslam nedir? İhsan nedir? Ve kıyamet ne zaman kopacak sorularıdır bunlar.
İlk üç sorunun cevabından sonra kıyametle ilgili sorunun alametleri konuşulurken “cariyenin efendisini doğurmasıdır” buyrulur. Bu, öyle insanlar göreceksiniz ki meteliksizken-çobanken- birden zenginleşecekler ve aralarında yarışacaklar. Böylece statüye göre itibar öne çıkacak. Sizin gibi olmayan insanları dışlamaya başlıyorsunuz. Burada statü farkından dolayı ihtiyaç pompalanıp mal doldurmasını sorgulamak gerek.
Evimizde salon takımı genellikle 7 kişiliktir. Adeta misafire 5 kişi gelin fazla gelmeyin diyorsunuz.
Sabır ailede çok önemli. Ailede duygu yüklü tavırlar çatışabilir. Bunların kaynaşması, ülfeti kolay değil, süreç ve sabır istiyen şeyler bunlar. “sabırla koruk, helva olur” bu olmayınca boşanıyorlar. Temel sorun ise fedakarlığın değil de ben duygusunun öne çıkmasıdır denilebilir. Problemlerde bencillikten çocuğu bile düşünmüyorlar. Zira önemli olan kendisi. Değerlerimizi İSLAM İLE DOLDURMALIYIZ: EŞYA İLE DEĞİL.
Şunu alırsam daha rahat olurum diyor. Eşya ile alışveriş tatmini istiyor = boş meşguliyet = aile olmaktan kaçış.
Erkeğin de TV ve İnternete 5 saat seyretme zamanı ayırması da aile olmaktan bir kaçıştır denilebilir.
Şöyle bir düşünün. Rasulüllah’ın ev eşyası nasıldı? HAKİKATE MUHAMMED’LE GÖZ AÇMAK GEREK.
İnsan görevini zekat ve sadaka ile bol bol yerine getiriyorsa alacağının en iyisini alabilir. Ancak bunu da sonuna kadar kullanması gerekir. Bir Hadis’te şöyle buyruldu: “Allah, rahmetini kullarının üzerinde görmekten hoşnut olur.”
Günümüz insanı 3 ayda bir takım değiştiriyor. 30 çift ayakkabı. 50 çift elbise. 50 başörtüsü. Tüketim ve tesettür dahi teşhire dönüşüyor. Bir elbise alınca buna uygun ayakkabı ve çanta da alması gerekiyor. Böylece her renkle giyilebilecek elbiseler alınmadığı için gösterişli moda tüketimler diğer tüketimleri de beraberinde zorluyor.
Saç ektirme şu kadar. Bu şu kadar aç insanı doyurur halbuki.
Benim için israf yoktur, asla yapamam diye düşünerek “ela bi zikrillahi tatmeinnel kulüb- kalpler ancak Allah’ın zikri ile mutmain (tatmin olur sukünet bulur) olur” ayetini hatırlamalıdır. Oysa biz bunu dolduracak başka şeyler arıyoruz. Şu soru önemli: eşyayı kullanıyor muyuz? Yoksa eşyaya tapıyor muyuz? Bir hadiste “ kumaşın kulları…” diye geçer. Bu hadis bugün aynen geçerli değil mi?
Batı’nın özgürlük anlayışı tanrıdan (Kilise temsil ediyordu) bağımsızlaşma olarak algıladı. Bu sefer tanrıdan kaçarken kendine (İnsana) tapar hale geldi. İlişkiler large hale geldi. Özgürlükler öylesine sınırsız ve fıtratsız hale geldi ki farklı evlilikler, eğer insan istiyorsa olabilir dediler. Namus ve iffet büyük yaralar aldı. Fıtrat bozuldu. Özgürlüğün tanımını batı : “İnsan, Allah’tan uzaklaştıkça özgürleşir” dedi.
Halbuki Kuşeyri: “ÖZGÜRLÜĞÜN HAKİKATİ, KULLUĞUN KEMALİDİR” dedi.
Halbuki İnsan ne kadar deniz suyu içerse içsin susuzluğu artar!!!!! yani ne kadar tüketirseniz tüketin tatmin olmayacaksınız demektir. Amerikalıların %70′i sakinleştirici kullanıyor ve mutsuzların oranı %70. Batılılar, gelirimiz üç kat arttı fakat mutluluğumuz %40 düştü diyorlar. bizde ise mahkemelerin asli görevi boşanma davaları oldu. üç kat arttı. aile bakanlığı aileyi kurtarmaz. İslam Bakanlığı aileyi kurtarır. Yukarıda Kuşeyri’nin sözünü okumadınız mı? “Özgürlüğün hakikati kulluğun kemalidir”
Daha çok kul olmalıyız. Kulluk edeptir evvelde. Sınırsız toplumlar edepsiz toplumlardır. Bu yüzden aşırı özgürlük ferdiyetçiliği getirdi. Ego ise hak sorununu, hak ise alınır denilerek kavgayı.
Bir müslüman kadın veya erkek hak adına hak kavgası yaparak feminizmin veya bilmem neyin telinden çalamaz. Müslüman, müslümanlığın içinde bir görevini yerine getirebilir ve arkasından başkasını görevini yapmaya davet edebilir.
Zekat, açın, komşunun, akrabanın doyurulması, işçinin alnının teri kurumadan ücretinin verilmesi hep görevdir. Allah fakiri zenginin merhametine bırakmadı, tavsiye etmedi. Emretti, vermezsen devlet toplasın dedi, daha da olmazsa malını eksiltirim dedi. Daha da olmazsa ahirette senin sırtını alnını dağlarım dedi tehdit etti. Bizler İslam’dan uzaklaştıkça görevlerimizi unutuyoruz. Bu yüzden zulme uğruyanlar da feministlerin ya da Allahsız bilmem kim olup hak arayıcıların kavgacıların kucağına düşüyorlar. Fertten aileye ondan da ülkeye sıçrıyor huzursuzluk.
aşık ahi kul ahmede yazmak nasib olmuştur..
Bismillahirrahmanirrahim
selamün aleyküm
Ahlak; niyet, irade ve davranışa dönüşmüş bir ‘din’dir. İlme göre insan “akıllı hayvan”dır, Dine göre ise şahsiyet ve ahlak sahibi bir canlı varlıktır. İnsan ile hayvan arasındaki temel fark, fiziki, bedenî veya zekâ ile ilgili değildir; bilakis her şeyden önce manevi olup, dini, ahlaki ve estetik şuurun varlığında kendini gösterir (homo religious). Çünkü nerede insan zuhur ettiyse, onunla beraber din ve sanat da zuhur etmiştir.
Dinsiz bir insan topluluğuna şimdiye kadar rastlanmamıştır. Hayvanlarda mukaddes veya yasak mefhumları olmadığı gibi, insanın anladığı manada güzellik mefhumu ve estetik heyecan da yoktur. Kısacası insan hayvan olmak istemeyen yegâne varlıktır.
Adalet ve fazilet uğrunda fedakarlık Mutlaka bir ahiret inancına dayanmalıdır..
Çünkü ahlaka uygun davranış, ya izah edildiği gibi manasızlıktır, ya da Allah varsa bir anlamı vardır; üçüncü şık imkânsızdır.
İnsanın önemi, her şeyden evvel, iyiyi istemekten öte, iyi ile kötü arasında seçim yapma imkânına sahip olmasındadır. İnsanın hür iradesiyle yaptığı seçim dışında “iyi” mevcut değildir ve zorla “iyi” olmaz. Zira “iyi”nin şartı özgürlüktür, kaba kuvvetle ve zorlamayla özgürlük bir arada olamaz. “Dinde zorlama yoktur.” (2/el-Bakara, 256). Aynı ilke ahlak için de geçerlidir: Zorla alıştırma doğru davranmayı dayattığında bile haddi zatında gayr-i ahlaki ve gayr-i insanidir
Aklın ahlakla ilişkisi nedir? Akıl varlıklar arasındaki ilişkileri keşfetmekten başka bir şey yapamaz. Bu yüzden “değer yargısı” akıl dışında başka bir referansı gerektirir. Toplumların sürekli ahlaki değerlerde farklılık yaşamalarına rağmen iyi güzel doğru değerlerinin temel kaynağı ilahi dinlerdir. Eğer bu bazı temel almazsak her toplum kendi durumunu ideal gösterecek ve bir ortak değer oluşturulamayacaktır. Ilahi dinlerin ilk insanla başladığını ve sürekli toplumları ahlaken beslediğini ve tevhidle güçlendirip sevgi ile gözü kara yaptığını, amaçlarını kutsal tutan bu kişilere Allah tarafından bu dünyada da, ölümden sonrası için de bir fikir ve güzel karşılıklar vaad ettiğini düşünürsek, genel olarak Ahilikle temsil edilecek iyi, doğru ve güzelin ahlakın bozulmamış VAHYE dayanması gerektiği kanaatine varırız ister istemez. Artık Ahiliği insanlık bilimi diye yalınkat yutturanlara acımaktan başka çare kalmıyor dostlar..
ahi kul ahmede nasib oldu
İKRA’ = OKU
Cenâb-ı Hakk’ın “İk’ra” emri çok önemlidir. Okumak çok türlüdür. Ve neyi okursanız ona uygun bir amel gerekir. Her türlü okuyan insan düşünür ve cehaleti gider. Cehaleti giden insanın aklını örten şeyler gider ve aklı ortaya çıkar. Akıl yaratıcısını düşünüp bulunca “aklı selîm” olur.
Efendimiz akıllı insanı “…ahireti düşünüp ona göre davranandır..” dedi. o halde ahiret nerde?=Uzakta. demek ki akıllı olmak ikra emri ile ahireti düşünmeye kadar gidiyor. Allah’ın da aradığı ahireti düşünüp dünyada ona göre davranan insan modelidir denilebilir.
Okumanın insan bedenine yaptığı fayda anlatmakla bitmez. Göz ve akla fiziki olarak da büyük yararları vardır. Kulaklıkla dinlemenin ise bir çok zararı vardır. Okumanın ilk emir olup imandan da önce zikredilmesi boşuna değildir.
Kararı irade verir. Hastaya geçmiş olsun demek yetmez. İhtiyacının karşılanması da gerekir. Vicdan da beraberindedir. Aksi halde riya olur. Aklın kararını kişinin korkuları, beğenileri ve önyargıları etkiler. İbadetler iradenin doğru tecelli etmesi için iradeyi güçlendirir.
Akıl itikadın temelidir. Akıl kâinata bakıp bunun bir yaratıcısı olmalı diye bir varsayım yaparak imana ulaşır. Akıl ve itikattan sonra ibadetin de güçlendirmesiyle Allah’a muhabbet hâsıl olur ve iman kalbe iner. Dil zikir yapınca ve ilerleyince zikir kalbe iner. İman kalpte olur. Sevgiyle ihlâsa dönüşür.
İhlâsın temeli fedakârlık düzeyinde sevginin imanla bezenmesidir. Kemale yükselebilmek için kişinin gerçek bir ahi düzeyinde feta yapabilmesi gerekir. Gözü Allah’tan başka kimseyi görmemelidir. O’na da görür gibi ibadet etmelidir.
İhlâs bir mana itibariyle kişi ile Allah arasında tanımlanamayan bir muhabbet ilişkisidir. Kişi ihlaslı olunca ona şeytan’ın müdahale etmesi mümkün olmaz. Allah Kuran’ı Keriminde böyle dedi çünkü.
Kişi ilk önce Allah’a yönelmesinin ardından yönünü halka çevirmelidir. Onlarla ilgilenmeli ve bir ahi gibi hoşgörülü olmalıdır. Sevmelidir. Kulluk ise en üst makamdır. Yalnız bu kişilerde ismet sıfatı olmadığı için düşme tehlikesi daima vardır.
Normal durumlarda arif kişilerin Allah Korkusu, O’nun ateşinden değil ve fakat Allah’ın bu kişiyi rahmetinden uzaklaştırmasındandır. Yani Allah’ı gücendirmekten korkarlar.
Bir Hikaye;
İki sahabe efendimize gelerek filanca evde kötü iş yapılıyor diye haber verirler. Efendimiz de Ali’ye şu yere git bak diye söyler. Ali efendimiz de o eve gelince önce gözlerini kapatır ve içeri bu halde girerek duvarları elleriyle yoklayarak dışarı çıkar. geldiğinde efendimize “orada bir şey görmedim” der. durumu anlayan efendimiz ona şöyle der. ya Ali, Gözünle gördüğünü eteğinle örttün” der. La feta İlla Ali =Ali’den başka feta yoktur sözü burdan gelir.
Dost dosta değil dosttan dosta bakar
Alır rahmet döner halka nur saçar
Yad ellerde sallanır da dost arar
Dost bilip de gördüğünden kul ister
Hakk’tan bir nasib oldu ikra evla durdu
Ok’dum bin nasib geldi ikra süfla oldu
Hakk’tan bir nasib erdi ruhu şeyda güldü
Ok’dum bir nasib geldi ikra evla oldu
“Kul hüvallah, Sübhanallah” virdim olsaydı
Çöller geçip dağlar aşıp taat kılsaydı
Cemal diye düşler görüp cana doysaydı
Ok’dum bir nasib geldi ikra neva oldu
Baştan geçtim candan geçtim dahi imandan
Vahdet aşkı şarab oldu içtim zemzemden
Azgın kulu yola saldı döndüm şeytandan
Ok’dum bir nasib geldi ikra sevda oldu
Ağlar yazdı, Halil çaldı geçtim canımdan
Behlül kıldı oynar etti bilmem halimden
Dilen diye varı yoğa verdim nefsimden
Ok’dum bir nasib geldi ikra vera oldu
Kavrul kavrul güller gibi ta ki yok olsam
Tevbe tevbe diye gözler çeki yaş aksam
Varsam Rasul diye gözler nazı “kul” görsem
Ok’dum bir nasib geldi ikra sefa oldu
Canım, gönlüm, aklım, şuurum Allah demişken
Canınım, cananınım canın ver demişken
“Hu” kılıcını elde nefsini kırmişken
Ok’dum bir nasib geldi ikra sada oldu
Ey ahi ahmed nefsi tep nefsi tep dur
Cananını can tenden çıkarıp edep dur
Ölmeden önce can vermeye baha yoktur
Ok’dum bir nasib geldi ikra sala oldu.
Aşık ahi kul ahmede nasib oldu bunları yazmak
1208 yılında Kırşehir ili Mucur ilçesi İnaç köyünde doğdu. Osmanlı Devletinin kurucusu olan Osman Bey’in kayınbabasıdır. Asıl adı Mustafa’dır. Künyesi İmadüddin Mustafa B. İbrahim B. İnaç el-Kırşehri’dir. Gençliğinde Şam’a gitmiş ve orada din bilgileri öğrenerek Kırşehir’e dönmüştür. Daha sonra Bilecik’te zaviye kurmuş, kızını Osman Bey’le evlendirmiştir. 1348 yilinda 125 yaşinda ölmüştür. Türbesi Bilecik’tedir. Seyh Edebali’nin; nüfûzlu, varlıklı ve mütevazi bir Ahî oldugunu bütün tarihçiler belirtmektedir. Edebali’nin, Kırsehir’de Ahî Evren ile görüştüğü ve Kırsehir’den Sögüt tarafına gittigi tarihi kaynaklarda anlatılmaktadır.
ŞEYH EDEBALİ’NİN OSMAN BEYE NASİHATI
Ogul ;
İnsanlar Vardır Şafak Vaktinde Doğar ,Akşam Ezanında Ölürler . Avun Oğlum Avun . Güçlüsün , Kuvvetlisin , Akıllısın , Kelamlısın Ama ;
Bunları Nerede Ve Nasıl Kullanacağını Bilmezsen , Sabah Rüzgarında
Savrulur Gidersin .
Öfken Ve Nefesin Bir Olup Aklını Yener .
Daima Sabırlı ,Sebatlı Ve İradene Sahip Olasın .
Dünya Senin Gözlerin Gördüğü Gibi Büyük Değildir
Bütün Feth Edilmemiş Gizemler ,Bilinmeyenler ,Görülmeyenler ,
Ancak Senin Fazilet Ve Erdemlerinle Gün ışığına çıkacaklardır..
Ananı, Atanı Say ,Bereket Büyüklerle Beraberdir .
Bu Dünyada İnancını Kaybedersen Yeşilken çorak Olur .
Çöllere Dönersin .
Açık Sözlü Ol .Her Sözü Üstüne Alma .Gördün Söyleme ,Bildin Bilme .
Sevildiğin Yere Sık Gidip Gelme Kalkar Muhabbetin itibarın Olmaz.
Üç Kisiye Acı ;
Cahiller Arasında ki Alime, Zengin iken Fakir Düşene Hatırlı iken itibarını
Kaybedene.
Unutma ki! Yükseklerde Yer Tutanlar, Aşağıdakiler Gibi Rahat Değildir.
Haklı Olduğunda Mücadeleden Korkma.
Bilesin ki! Atın iyisine Doru, Yiğidin iyisine Deli Derler
Yollar uzun ağar çeker
Severim sevdiğim seni
Söyler dilim sıla çeker
Severim sevdiğim seni
Muradına ermek diler
Çifte güzel sarmak ister
İnci mercan takmak diler
Severim cananım seni
Hey efendim hey aşk olsun
Kupalara zem zem dolsun
Onbeşine girmiş olsun
Severim meramım seni
Gönül sırrı açmaz ele
Sıra gele düşe derde
Bir nefeslik sevmek diye
Severim mihrabım seni
Sattım gitti varı yoğa
Düşen bilir aşk-ı vera
Gel seninle ölek daha
Severim gül’zarım seni
Esti yeller bağrım sarar
Dertli gözler yaşlar arar
Nazlı yare bahar sorar
Severim sevdalım seni
Namertlere aman olmaz
Usul adap erkan bilmez
Dost edinen iflah olmaz
Severim belalım seni
Gönül gözü açmayınca
Alemleri görmeyince
Hakkı’ın nuru ermeyince
Severim yaranım seni
Akıl alma cahillerden
Düşüp kalkma kötülerlen
Bilir bilmez aptallardan
Severim maralım seni
Güzel gel şöyle sarılak
Akşam sabahı katışak
Ölerekten hay bilişek
Severim ceylanım seni
Yaylalarda güzel gezer
Dolanır pınara iner
Bakracına yiğit ister
Severim kınalım seni
Toprak oldum güller beni
Suya ağdım canlar demi
Dahi yakîn eyler canı
Severim beyanım seni
Canlar canı güle düşmüş
Güle yanmış beni silmiş
Daha kimler Hakk’ı bulmuş
Severim ayanım seni
Bir güzele ağdı gönlüm
Ağmak ne ki çöğdü gönlüm
Git işine emmi oldum
Severim kararım seni
Ahi ahmed sevdi güzel
Güzellere düşmek güzel
Hazan oldu bilmez gazel
Severim söylerim seni
Ahi kula ahmed taştı
Varıp deryaya ulaştı
Aşkın şarabından içti
Severim veraım seni
aşık ahi kul ahmede yazmak nasib olmuştur
NEDEN GÜZEL İNSAN?
NEDEN GÜZEL AHLAK?
BU KİTAP BİR GÜZEL AHLAK KİTABI MIDIR?
EVET…
Cenab-ı Hak bir Hadis-i Kudsi’de bilinmeyi murad ettiğini (ahbeptu-muhabbet etmek) bunun için de kainatı yarattığını belirtiyor. Bu hadiste iki unsur göze çarpıyor. Birincisi muhabbet, yani aşk.. İkincisi ise bu aşkın hayat bulması için gereğini yaptığı yaratma fiili. Yani, iş..
İşte Cenab-ı Allah aşka uygun iş yaparken öylesine merhametli davrandı ki, suların tatlılığı, denizlerin orantısı, mevsimleri meydana getiren dünyanın eğimi gibi binlerce şeyi rahman sıfatı ile bezedi denilebilir. İşte bu Allah’ın merhameti ve yiğitliği sayılmalıdır. Bütün evrenin düzeninde büyük bir merhamet gizlidir ve mücadele diyenlerin aksine yardımlaşma mevcuttur mahlukat arasında. Dalgıçlık yaparken yaraladığım balığa diğer balığın gelip onu itikleyerek taşın altına sokmasını hiç unutmuyorum. Allah merhametle yarattığı dünyada insandan yine merhametli olmasını istemektedir aslında. Hadis’te bile “din merhamettir” buyrulmadı mı? Demek ki istediği yiğitliği dinin yani İslam’ın içine koydu ve bekledi. Bu onun bizi toplum olarak kaynaştırmasının da kaynağı idi. Ve “müminler kardeştir” deyince müminler namaz da kılması gerektiği için sevgili oluyorlardı.
ALLAH yine bir ayette Rasulüne “….. katı kalpli olsaydın etrafından dağılır giderlerdi…” buyurdu.
Bir hadiste “ insanlara ALLAH’ı sevdiriniz “ buyruldu.
Bir başka hadiste “ ….. ya ömer canından daha üstün beni sevmelisin” buyuruldu.
Bir diğer hadiste “ahrette bana komşu olanınız ahlakı güzel olanınız” buyruldu.
Bir hadiste “mizana ilk konulan şey güzel ahlaktır” buyruldu.
Sahabe zamanında İslam’ın 5 parçasından en önce gelen güzel ahlak idi.
“Şüphe yok ki sen büyük bir ahlak üzerindesin(Kalem 4)”
“Onun Ahlakı Kur’andı. Sen kuranda şüphe yok ki sen büyük bir ahlak üzeresin ayetini okumadın mı?(Hz.Aişe Müslim)”
“Ben güzel Ahlakı tamamlamak üzere gönderildim”.(Taberani)”
“İslam güzel Ahlaktır, Güzel ahlaktır.”(Beyhaki)
“Güzel Ahlak Dinin yarısıdır.”
“Mü’min güzel ahlakıyla gece sabaha namaz kılan, gündüz ise nafile oruç tutan derecesine çıkar.”
“Güzel Ahlak Hataları güneşin yerdeki kıravı erittiği gibi eritir. Kötü ahlak sarımsağın balı bozduğu gibi ameli de bozar.”
“Nerede olursan ol Allah’dan kork, her kötülüğün ardından hemen bir iyilik yap ki onu yok etsin. İnsanlarla güzel ahlakla geçin.”
“İman’dan sonra Aklın başı kişinin(güzel ahlakıyla)kendini diğer insanlara sevdirebilmesidir.”
“Sizin en hayırlısınız ahlakı en güzel olanıdır.”
“Allah’ım yüzümüde güzelleştirdiğin gibi ahlakımıda güzelleştir.”
“kıyamet gününde mü’minin mizanında güzel ahlaktan daha güzel bir şey olmayacaktır.”
“Allah Azze ve Celle Katında kötü ahlaktan daha büyük bir günah yoktur. Çünkü kötü ahlak sahibi bir günahtan kurtulur başka bir günaha düşer.”
Bugün artık ibadet daha önemli oldu. Namaz kılanın nasıl kıldığı önemsenmiyor ve güzel ahlak ise meziyet haline geldi.
İslam aslında güzel ahlaka ilişkin namaz ve zekat gibi ibadetleri ağır cezalara bağlamıştır. Namazda 32 defa emrin arkasından 20 sopadan eşinden boş sayılmaya, zekatta ise malın bereketinin kaldırılmasından zorla toplamaya ve nihayetinde ahrette sırtlarının dağlanmasına kadar sert tedbirlerdi bunlar. Bu cezalar ALLAH’ın insanları kötü ahlaka bırakmak istemediğini ve içindeki fakirleri de feda edip kimsenin serbest reyine bırakmadığını göstermektedir. Halbuki bozulan ilahi dinlerde iyilik ve ibadetler öylesine bir tavsiyeye dönüşerek ahlak ve içindeki fakirin haklarını korumaktan tamamen uzaktırlar. Adam simith’den makyavelle ve bilmem kime kadar fikri bozuk yeteri kadar fikir babası hırıstiyanlığın kucağına epey pislik bırakmışlardır.
Bunların ortak yanı sevgi üzerine olmalarıdır. Bu sevgiden beklenen ise sevilene itaattir. Allah’ın ve onun peygamberinin emirleri GÜZEL AHLAK üzerine olduğuna göre kişi severek güzel ahlaklı olması bekleniyor demektir.
Neden güzel ahlak sürekli bozuluyor?
Peygamber ve Raşit halifelerden sonra bilgide bozulma başladı. Bu, ahlaka yansıdı. Yerel kültürlerin İslam’ın içine akması bütüncül sistemi bozdu. Müslümanların bağrına sızdı. İslam’a değil. “Sakınan korunur” kuralına uyulmadı. İnsanlar terbiyeden geçmeden İslam’a girdi. Hz. Ömer devrinde Mısır ve İran süratle fethedilince, oralar irfan ve hikmet ile doldurulamayınca felsefe ve mistisizm geldi doldurdu.
İngiliz ekonomisti Adam Smith kendisi bir ahlak hocası olmasına rağmen tuttu “Alçak gönüllülük ve yardımseverlik üretim maliyetini artırır” diyerek bir çok ahlaki değerin gözden düşmesine sebep oldu.
Günümüz dünyamızdaki temel sorunlardan biri insanın kendine büyük hedefler koyamamasıdır.
İnsan uğruna fedakarlık yapacağı bir amaç olmazsa hayatı anlamlandıramayarak gününü gün olarak yaşamak yoluna gitmektedir. Bu durum insanda bazı yanlış değerlerin ön plana çıkmasına yol açmaktadır. Hazzın sınırsız olarak kullanımı daima yeni haz arayışıyla neticelenmekte ve insana tatmin vermeyerek toplumsal anlamda huzur da bozabilmektedir.
Toplumda bilgi ve kararları etkileyen en önemli üç şey, önem, öncelik ve değer sıralaması olduğu artık günümüz insanınca da konuşulur oldu. Ahlaki akıl yürütme ise kararlarda önemli bir paya sahip olduğu ahlaki ilkel seviye kısa vadeli çıkarları düşünülerek karar alırken ortalama ahlaki akıl yürütme ise sosyal düzen görev niyetleri ve gelecek düşüncesine dayanır.
İleri seviyedeki ahlaki akıl yürütme ise hakkaniyet merhamet, acıyı hafifletme, iç güdülere yenik düşmeme, baştan çıkarıcı unsurlara direnç gösterme, fedakar olma, başkaları için katlanma, başkalarının duygularına karşı hassasiyet, adalet ve kimseye zarar vermeme olarak sıralanabilir.
Toplumda belli değerlerin kaybolduğu bir normsuzluk havası varsa toplum kargaşa ve kaosa doğru gider. İnsan daima bir toplumun parçası olma ve öyle yaşamak ister. Hiç kimseye karşı sorumluluk duymayan çağımız sapık insanları toplumdaki değer eğitimin yeterli olmamasından kaynaklanmaktadır. Karl Marxın söylediği “ yıkıcı dürtü, yaratıcı dürtüdür.” bakışı da toplumları ister istemez olumsuz yönde etkilemiştir.
Toplumda oluşturulan değerler arasında bazı doğrusal korelasyonlar vardır. Toplum bunu zaman içerisinde bazen de argo bir biçimde oluşturur ve yaşatır. Bu değerlerin gerçekten sağlıklı olduğunu düşünmekte pek fazla bir yanlış yoktur. Bu adeta bir şeyi bir şeyle tartmak veya sonucunu onunla oluşturmak seklinde bir mizansene bağlı olabilir. Bunlardan bazıları şunlar olabilir.
“Ne kadar ekmek o kadar köfte.”
“Ne kadar özgüven o kadar başarı”
“Ne kadar adalet o kadar huzur”
“Ne tembellik o kadar esaret”
“Ne kadar samimiyet o kadar ikna”
“Ne kadar bilgi o kadar güç”
“Ne kadar kanaat o kadar zenginlik”
“Ne kadar edep o kadar mutluluk“
“Ne kadar merak o kadar ilim”
“Ne kadar erdemlik o kadar insanlık”[1]
İnsanlar bunları adeta bir ahlak terazisi gibi düşünüp bunun dışına çıkanları ayıplamaya hazırdırlar. İşin aslı bu değerlendirme yöntemi çok da yanlış bir sonuç vermez. Zaten doğruluğu toplumca da kabul edilmiş demektir. Bunların daha da yaygınlaştırılmasında demokratik ortamda iyilikler daha çok kâr eder.
GÜZEL AHLAK
GÜZEL TOPLUM
SEVGİ İLE OLUŞUR
İnsandaki olumlu duyguların başında sevgi gelir. Bunlar genel olarak sevgi, ümit, güven, şefkat, iyimserlik, mutluluk şeklinde temel duygulardır.
Sevgi, insanları birbirine yaklaştıran ve sevişmesini sağlayan “görünmez bağ” dediğimiz en temel duygudur.
Bir gün 15 kişiye bir camide imamlık yapmak üzereyken tam elimi kaldırmışken sağ omzumun arkasından bir nur içinde peygamber efendimiz geldi ve “Ahmet tekbirlerine sevgi kat” dedi ve gitti. Bunu takip eden 15 sene güleryüzlü davranışların ardından 2009 da aşıklık verildi diyebilirim. Bu büyük bir imtihandı ve kazanmıştım.
Normal yaşamda sevginin ümit duygusuyla beslenmesi gerekir. Bu takdirde kişide harekete geçme duygusu belirir ve aktif hale gelir. Eğer sevgi ümitle beslenmezse çaresizlik, umutsuzluk duygusu baş gösterir.
Sevilen kişi karşıda olursa empati meydana çıkar ve dostluğu artırır. Bir kişiye bağlılık ile sevgi birlikte bulunursa bunu aşk denir ve kişi sevdiğine bağlılığından onu düşünmesi ve arzulaması baskın olur. Bu aşk ilerde tutkuya yani kendini sevdiği için feda etmesine dönüşebilir. Bu nedenle ateşe atılmaktan, yanıp kavrulmaktan, hastalanmaktan bahsedilir ve insan sevilene doğru göç etmeye başlar. Tasavvuf’ta ölmeden evvel ölmek kavramı da bu manaya yakındır. Aynı zamanda benliğin yok olması da sevgilide birliği ifade eder.
İnsan daima güzele ilgi duymuştur. Onu gelişim sürecinde ilerleten şey güzeli sevme duygusudur. Karşılık görmeyen sevgi sönebilir. Bu yüzden sevilenlerin de bu sevgiye cevap vermesi önemlidir.
Çocuktaki sevgi son derece saf ve temizdir.. Çocukların kullandıkları lisan daha az kelimeyle ancak büyük bir içtenlik söz konusu olduğu için büyüklerin yapamadığı ya da söyleyemediği şeyleri büyün çıplaklığı ile çocukların söylemesi muhtemeldir.
Farklı yerden ve temiz olan kişilerin fikirlerinden istifade etmek bir amaç olabilir. Bu amaç işletme körlüğü dediğimiz hastalığa bir ilaç olabilir.
Sevginin yayıldığı alan farklı farklıdır. Sıradan kullanımı diyebileceğimiz eş, aile, yemek sevgisi örnektir. İkinci grupta sayabileceğimiz insanlar yaşadıkları toplum ve dünyayı sevenlerdir. Üçüncü gruptaki ise dünyalıkla ilgili şeylerin yanında kainatı ve kendisini yaratanı da sevenlerdir. Böylece ahreti de düşünürler ve bunlar imanı sağlam güçlü kişiliklerdir.
Sevgiyi insanın kişiliğine yöneltmek daha kalıcıdır. Karşı tarafa yönetilen sevgi onun sıfatlarına iken bu sıfatlar kayba uğrarsa bu sevgide biter. Evlenme gibi özellikli durumlarda insanlar akıldan ziyade duygularıyla hareket etmek isterler. Sevginin davranışlarda gerçekten büyük önemi var. Duygusuz bir iletişim dahi sorun yaratabilir. Reklamlarda duygulara hitap edilmesinin temel nedeni budur.
Değer verdiği kişiyi insan, harcamaz dost kabul eder. Sevginin azlığından ise düşmanlık hasıl olur. Karşı taraftan zarar göreceğini düşünen kişi savunma durumuna geçer. Nefret edilen kişinin kusurları artmış görünür. İyi taraflarını siler. Bunun tersi olarak seven kişi sevdiğini hayali olarak abartarak da sevebilir. Bu yüzden aşırı iyimserlik muhtemel zararlara karşı kişiyi savunmasız kılar. Sevgiyle beraber olumsuz bir düşünce beraberinde oluşmuşsa iyi tarafını severken kötü yönlerinden dolayı da sevgide azalma olur.
Kısa vadeli sevgiler anlıktır. Uzun vadeli olan ise gelecekteki mutluluğu için zorluklara katlanması anlamına gelir.
İnsan günlük hayatı hoşlandığı kadar ömür süreci ve ahiret boyutunda da mutlu olmayı hedeflemelidir. Bu bir sevgi yönetimidir diyebiliriz. Olgunlaşmak adeta sevgi yönetimi ile tanımlanabilir diyebiliriz. Peygamberlerin bile kırklı yıllardaki kişilerden seçilmesi çok manidardır. Bu yaşlarda hissedileni doğru tanıtıp doğruya yönelme beklenen şeydir. Toplumların zayıflayarak sevgilerin azaldığına çare olmak için güçlü aile bağlarına ve arkadaş ilişkisine yatırım yapılmalıdır.
Sevgi içine girdiği kişide biçimlenerek kişiyi düz mantık ve salt kuru bilgiden uzaklaştırır ve kişinin duygularına biçim verir.
Sevgi eşler arasında gidip gelirken çocuklarla beraber kadındaki sevgi çocuğuna erkeğin sevgisi ise işine kayar. Ailenin bireylerinin sıkıntılı zamanı aşıp aile ve çocuğun önemsenmesiyle sevgi ve bilgi beraberliği oluşur. Böylece bilgi ve sağlıklı düşünce tarzı önemli olarak ortaya çıkar. Kaybedebilme ihtimali seven insanı korku içine atar ve yıpratır. Bu yüzden doğru insanı seçmek ve bu hissi yerinde kullanmak bir marifet sayılmalıdır.
Akıllı insan her şeyi kendi ölçüsünde sever. Seven sevdiğine tabi olur ve onun yararını düşünür. Böylece diyalog başlar ve toplumdaki iyilikler artış gösterir. Bu konuda Mevlana Hz. Şöyle söylüyor.
Kim ki canın için cananı sevdi; canın sevdi
Kim ki canan için canın sevdi; cananı sevdi
Halbuki sevgide cömert olabilmek paylaşıldığında paradan farklı olarak verildikçe artmasıdır. Sevgi sonsuz, maliyeti ve vergisi bulunmayan fakat değeri çok yüksek bir hazine gibidir. Bunu elde etmek kişinin iradesiyle çalışmasına bağlıdır. Kuyu suyu nasıl ki kova sarkıltıp çekildikçe gelmeye devam edecektir.
EĞİTİMDEKİ
BOZULMA
AHLAKİ
OLUMSUZ
ETKİLİYOR
Bilmenin bir tevhid eylemi olduğu, bilginin ahlaktan ayrılmaması gerektiği, bunun amacının ahlak olduğu, bunun da Allah’ı işaret ettiği söylenebilir.
İlmin işlev olarak faydalı da olması gerekir. Hz. Rasulüllah “fayda vermeyen ilimden ya Rabbi sana sığınırım” buyurdu.. Hammadde bilgi ise, mamul ahlak olacak. Yoksa faydasız bilgi oluyor.
Modern Eğitimin Üç Ana Zaafı
Modern eğitim;
- Bilgi ile bilgi ahlakının arasını ayırdı.
Akılla kalbin,
Duygu ile düşüncenin,
Eylemle bilginin arasını ayırdı.
- Bilenle bilginin arasını ayırdı.
Bu, bilginin üstadsız aşırılabileceğini,
Bilgi ile bilenin arasındaki bağı kopardı.
- Alim ile ahlakın arasını ayırdı.
Alim; ahlak ile bilgiyi sindirmiş olana denir.
Hayata uygulayandan alınır = İlmi ile amil olmak.
Neden güzel ahlak ve neden güzel insan?
Gerçekten bu sorunun cevabı o kadar şumullü ki bu dünyayı kapladığı gibi ahreti de kapsıyor denilebilir. Ferdi olarak kendi ruhi yapınızın buna ihtiyacı olduğu gibi toplumun da sizin güzel davranışınıza ihtiyacı ve hakkı var. Allah’ın da onun peygamberinin de bizden istediği bu değil mi?
Dünyada kötülükler iyiliklerden daha çabuk yayılır. Bu yüzden Allah günahların açıktan işlenmesini istemez. İslamın belki de 7 şartı diyebileceğimiz “emri bil mağruf, nehyi anil münker” görevi var. İşte toplumlar bu emri hem fert olarak hem de örgütlü olarak yapmazlarsa doğrular meziyete dönüşür ve kokar. Demokrasi var deyip kaçınamazsınız. Bu emir mutlaka yerine getirilmelidir. Sınırsız toplumların demokrasi ve özgürlük adına geldiği tatminsizlik, sex ve uyuşturucu batağı bu işin eğitimle bile olmayacağını göstermiyor mu? Onların %70’i artık sakinleştirici kullanıyor. Ne olursunuz iyi olun diyen ve Allah’a şirk koşarak onun yetkilerini alan bir papazlar cumhuriyetlerinin güzel ahlakı koruyup kollayamayacağı artık anlaşılsın. İyilik kazığı sıkı tutulmazsa kötülük başının çaresine bakar zaten. İyilik imanın, kötülük şirkin içinde.
Halkın genel yaşayışında aranan iki unsur vartdır. Birincisi evine sadık olması. İkincisi ise işinde doğru davranması. Bu ikisini yaparken makul bir ölçüde de ibadetlerini yapabilirse bu insan artık güzel ahlaklı güzel insan olarak anılır. Artık ondan takva beklenmez. Bu bir asgari standarttır. Ve tasavvufi değerler aranmaz. Biz de bu amaçla normal halka GÜZEL İNSAN derken bunu kasteddik.
İnsan imanını kaybedince ne zalim. Nerde hak ve adil güç sahipleri
İnsan iman edince ne kadar güzel ahlaklı, güzel insan.
İyilik galip ne güzel ve mutluyuz..
Kötülük galip, kim hakkı koruyacak.
peygamber,
Yahut peygamber yolunda siz!
Şimdi ilahi adaletten konuşabiliriz.
Sizde başkaları da varsınız.
Siz yolda yoksanız
Başkaları da yok,
İnanın siz de yoksunuz.!!!
aşık ahi kul ahmede nasib oldu bunlar
[1] Güzel İnsan Modeli “Prof. Dr. Nevzat TARHAN” 2012 Sf.18
Kara kaşlı benli güzel
Mah cemalin aya dönsün
Bu fakiri unutma gel
Yerin cennet mekan olsun
Bana eman verir isen
Gönül kasrı sürur isen
Akşam sabah yakîn isen
Gönlün cennet mekan olsun
Ahdin olsun yama tutmaz
Safan olsun haya etmez
Çevre yanın eza gitmez
Sekiz cennet hazan olsun
Çemenlerde gezmek ister
Kapılarda durmak ister
Onbeş adem soymak ister
Yiğit kolu devan olsun
Karar kıldım dünü güne
Kuşak idim ince bele
Beni bilmez kendi gece
Yatmak ister meyan olsun
Denizlerde mavi çeker
Gökte uçar turna nider
Ayak döner eğri gider
Salladığı beyan olsun
Kulun kölen olsun eller
Çala durur gayri haller
Çıka durur arşa kullar
Eylediği canın olsun
Kalbin hile dolu ise
Kara bahtın çöğer ise
Beni senden sayar ise
Sırladığı geven olsun
Kadir Mevlam kavuştura
Ayrı yazgı üşüştüre
Soldan sağa yakıştıra
Gönül düşüp canan olsun
Seher yeli zülfün teli
Sara durur yiğit kolu
Bene düşmüş aşkın canı
Çulsuz aşka cefan olsun
Yola düştüm yola düştüm
Muhammed’li yola düştüm
Yollar ırak gönül verdim
Selam adlı Rahman olsun
Sırrı çeker kantar olsam
Günah çeki tövbe kılsam
Kitap çeker aşkı yazsam
Ahmed düşer Mennan olsun
Ahmed kulun uçtu gene
Arşa doğru ağdı sene
Ne akildir ne divane
Hakk’ı bilen insan olsun
Ahi ahmed kulluk eyler
Öte durur şerri peyler
Tevhid üzre Hakk’ı söyler
Sana yanmış kulun olsun
aşık ahi kul ahmede bu yazıları yazmak nasib olmuştur
Vahye alternatif üretme çabalarının ortak adı Laikliktir. Yani AKIL’dır.Akıl duygusal nedenlerle Dinin emirlerini asla kabul etmez ve kendini daima gelişme içinde varsayarak dine de dogmalar yumağı diye geri kalmışlığa sebep olarak görür. bunun açık adı DİNSİZLİKLE DİNİ DIŞLAYIP AKLIN ÖNDERLİĞİNE SIĞINMAKTIR: akıl ise sürekli değişimi ilerleme diye sunar ve kemalden uzaklarda gezeler durur. ALLAH ise islam tamdır demiş ve onun kemal olduğunu bildirmiştir. ve o yarattığını bilen ve çaresini de bilen bir yaratıcıdır.
Bütün akıl sahiplerinin inkarcı olduğunu iddia etmek doğru olmaz. AKLI SELİM dediğimiz bir akıl var ki bu akıl kainattaki eserlere bakarak yaratıcısını düşünebilir ve vahyi ve uygulayıcısı peygamberi takip ederek imana gelebilir. Kuran’da yüzlerce defa “ey akıl sahipleri” “akletmez misiniz?” gibi ifadeler boşuna değildir. ancak aklı ifsat eden temel şeyler insan nefsi ile temas halinde olan istekler ve meyiller ve önyargılardır.
Laikliğin ortaya çıkması çok uzakta değildir. Öncesinde müşriklik olmakla beraber en büyük itiraz peygamberedir. Kaynağında kilise ve papazları yoluyla bozulmuş ve her şeye karışan bir bozuk hırıstiyanlık yatar. Batı’da teknik ilerlemeler artınca kilise bunları inkar ve cezalandırma yoluna gitti. bu baskı ters tepince bu bozuk dinden uzaklaşmak ilerleme ile eşdeğer hale geldi. uzaklaşmanın rehberi de çaresiz olarak akıl oldu. buna ilave olarak din anlayışı da tekrar bozuldu ve Tanrı’dan uzaklaşmak o kadar daha fazla özgürlük olarak algılandı. ve son dönem düşünürlerinden Neitsce “Tanrı’yı Öldürdük” dedi. böylece Tanrısız ve yalnız bir insan tipi ortaya çıktı. bu ise mutsuzluğun temel taşıydı. inanca yatkın yaratılmış insanın yalnızlığı Batı ve Amerika’da %70′i mutsuz ve sakinleştirici kullanan ataistler cumhuriyetleri oluştu. işin garibi islam dünyası da bir fetret dönemi geçirdiği için bu madden gelişmiş fakat manen çökmüş bu ülkelere bir şey yapamıyordu.
oysa islamda insan kendi yaratıcısı ile beraberdir ve her daim ona sığınır yalnız değildir. islamda özgürlük büyük islam filozofu Kuşeyri’ye göre ”ÖZGÜRLÜĞÜN HAKİKATİ, KULLUĞUN KEMALİDİR” der.
Kuran’ı inkar etmek neyse Vahyi inkart etmek de aynıdır ve dahi vahyin uygulayıcısı da Peygamber olduğu için onu da inkar etmek anlamına gelir ki bunlar bütünüyle KÜFÜRDÜR. Oysa akıl genellikle beş duyudan gelen bilgilerle beslenir. ancak ilim alanı bir aklın alamayacağı birçok bilgi yanında manevi alanlarda da onun kapsayamayacağı bir çok alanlar mevcuttur. Kaldı ki toplumsal alanlarda dahi “ne yapalım canım şimdi bunu da mı öldürelim” der de mazlum yerine zalime merhamert edip milyonları vurmaya namzet yeni katillerin ortaya çıkmasına sebebiyet verir. Dolayısıyla VAHİYLE AKLIN çatışması halinde vahiy galip gelse bile insanlar tercihlerinde önyargılı olup dayanaksız sezgili tercihlerden kurtulup objektif olmadıkları için bir türlü doğruda karar kılamazlar.
Hatta daha da ileri giderek ülkelerin geriliklerini dine bağlarlar ve onun dogmalar yumağı olduğunu iddia ederler. Halbuki ülkeler islamı gereğince uyguladıkları takdirde ilerleyebilmişler (İslam dünyası 8 ila 12 asırlarda büyük ilerleme gösterdi fakat her tepe nokta bir aşağı düşüşe gebe der İbn-i Haldün ) ancak dinin toplumsal nedenlerle terki halinde de geri kalmışlardır. Emeviler 100 yıl içinde tepe noktayı gören bir medeniyet geliştirmişlerdir. Geçmişte yüz senede gelişimini tamamlayabilen bir medeniyet yoktur. Dolayısıyla hala dinin gelişime engel olduğunu iddia eder olmak sadece kişinin müslüman ya da kafir olduğunu belirlemek için bir kestirme yol olarak görünmektedir. Artık “beni seven beri gelsin” demekten başka çare görünmemektedir. İman denilen görünmeyen şey de budur.
Aklın kullanılması gereken alanı, VAHYİN EMRİNDE olmasıyla olur. Gerçekten bu alanda akla çok iş düşer. Elbette dinin nakil olduğu iyi bilinmeli ve akılla çatıştırılmamalıdır. Bu alandaki iki mezhep akılcı Mu’tezile ile kaderci Kaderiyye’dir. Bizim itikatte mezhebimiz olan imam MATURİDİ hazretleri ise nakli inkar etmeden ağırlıklı olarak akıldan yanadır.
İslami şart olarak söylenenleri insanlar ben bu şartları yaparsam işim biter başka şey yapmam deyip çıkmaktadırlar. Halbuki İslam’da bu 5 şarta ilave olarak onlarca ayrı emir ve sorumluluklar da vardır. İşte kesintisiz olarak yaşamı dolduran bir din sözkonusudur artık. Doğru olan da budur..
Bugün kü müslüman ise Allah’a inanır, Cuma kılar ve arkasından der ki “Ben Laik’im. İşte bu Vahyin yer aldığı Kuran ile bu vahyin uygulayıcısı olan Peygamberi aleni inkardır. Tevhid ise yalnızca Allah’ın varlığına ve birliğine inanmakla kalmaz, Allah’a “Kural Koyucu ” olarak da “Boyun Eğmek” ‘de gerekir. Bu İslam’dır ve Allah “….andolsun ki dininizi tamamladım ve din olarak size İslam’ı seçtim…” buyurmuştur. dolayısıyla Dinin seçiminin Allah tarafından yapılması kullara karşı bir mecburiyeti gerektirdiği gibi bu dinin tam olması da bu dinin KEMAL bulduğıununda işeretidi olup bu dinin korumaya alındığını ve buna artık hiç bir şekilde ilave yapılamayacağını ve içinden de hiç bir şeyin çıkarılamayacağını açık bir şekilde ifade eder.
işte bu din İSLAM’dır ve islam bütün hayatı kapsar. kim bu dini daraltır, eksik bulur, ilave etmeye kalkar, eskidir, yetersizdir, çağa uymaz gibi ifadelerle onun etki alanını bozarak mücadele etmeye kalkarsa İMANI YARELENİR VE ŞİRKE YOL ALIR:
Oysa biz bu kolay dine Allah Rızası için kabul etmiş, gönlümüzü vermiş ve gördüğünüz üzere CİHAD ETMEK İSTERİZ. yalnız namaz kılarak cennete girmeyi umud ediyorsanız bunun biraz zor olduğunu ifade edelim. Dost Dostu Dost edinmek için Dostun Dostunu da Dost edinmek ve Dostun Düşmanını da Düşman edinmek zorundadıtr. Bir hadiste şöyle buyrulur: “bir kimse cihad etmese de cihad etme isteğinde bulunmadan ölürse Münafıklığın bir şubesi üzerine ölür”
aşık ahi kul ahmede yazmak nasib olmuştur
Sen yarattın kamu alem
Bilmeyedir varın içun
Aşk ateşi sarmış diyem
Yandığımı bilmek içun
Suret verdin ol’dur canı
İman ile sardın anı
Bizimledir Kur’an kânı
Dediğini yazmak içun
Taat kıla arif kişi
Kabul ola canın kuşu
Yazlı kışlı aşkın beşi
Didarını görmek içun
Seni bilmez cahil kişi
İblis dostu olmuş işi
Tuta durur etek ucu
Şeytanına kulluk içun
Dost elinden uça dursam
Sabır çeki dava kılsam
Varı yoğa nice versem
Nefs kal’asın yıkmak içun
Gele dursam Hakk’tan yane
Hakk’ın sazı yoktan yane
Ömür varken önden sona
Gafletimi aşmak içun
Aşktan yana sefa dedim
Gönül gözü cefa buldum
Reva eyler yana canım
Aşıkları bilmek içun
Aşkı bilmez ahmak kişi
Candan olmaz heç bir işi
Muhanetin görmez gözü
Aptalları ayruk içun
Sevdim seni gönül dağı
Aşkı yazdım Halil bağı
Gelen giden can otağı
Cananları ayruk içun
Yar eyledim yar eyledim
Senden ayrı dost peyledim
Emaneti huş eyledim
Günahları sevap içun
Bilmez idik Hakk’tan fehim
Zikir ile didar işim
Zelil olup Allah yarim
Canı feda etmek içun
Saf bir kalple yandım melül
Baha ister gayret delil
Ben’i yiten olmaz zelil
Allah’ında yokluk içun
Dertsiz aşık yakın düşmez
Hakk’ı yaran levhe yazmaz
Gönül gözü açan bilmez
Bildiğini nisyan içun
Hakikat sözleri bilmek
Aşkla yanıp canın satmak
Aramak ne kendi yazmak
Aşığını bilmek içun
Sırrından perdeler açıp
Zorluk, cefa ve horlatıp
Hem canı dara düşürüp
Derslerini vermek içun
Aklı sildim gömlek giydim
La mekanda Mecnun oldum
Nazlar mahı Leyla yazdım
Arşu âlâ şenlik içun
Kelamla yakar her seher
Mahbubuna cemal yazar
Gayrin geçtim zatın nazar
Yekliğini bilmek içun
Cemal cefa, yazar yoğa
Mahşerde yakışır kula
Aşık deyu yaratıla
Talipleri yazmak içun
Kul olanı bezer nura
Adıyla yar yazar aşka
Kuldan canan ümmet kaşa
Bazarını kurmak içun
Cefa ile cemal yaza
Celal yakar komaz sefa
Yada yaşlar salar vefa
Sevdiğini yahşi içun
Ümitten korkuya mihrab
Delilin vardan yoğa ab
Altundan gümüş ne hisab
Hatırını saymak içun
Bir kamilde toprak olam
Aşk yoluna candan geçem
Dermanını dertten bilem
Yandığıma duman içun
Manası Hakk’tan, kelam kuldan
Ölenler bela var dosttan
Hakk’ın sazı feta haydan
Hallerimi eman içun
Kul olan tevhidle uça
Burak ilen arşa çıka
Alemleri Hakk’tan göre
Ümmete de dönmek içun
Birdir arş’da Yusuf nebi
Züleyha bilmez kim dahi
Gömlek yırtmış döşten âri
Sadıkları ölçmek içun
Sen bir züleyha bul cemal
Kaçmayam ben ahı cemal
Ahi ahmed saki cemal
Kulluğumu sıga içun
aşık ahi kul ahmede yazmak nasib olmuştur…
Hakk sorar
Bir keme çerağım var
Bir hüsnü meramım var
Bir Hakk’a niyazım var
Bir Hakk sarar ol beni
Ne ettin neler ettin
Kim hakkın tükettin
Ol edebin terkettin
Bir Hakk sorar ar beni
Kimse bilmez nettiğim
Akıl ermez gittiğim
Onca yolun teptiğim
Bir hal olur ser beni
Harc etsem
Bin yıl ömrüm olsa
Harc edeyim sana
Her ne derdim varsa
Derc edeyim sana
Her ne lezzet varsa
Can tadın eresin
Kim varmaz yadına
Yavandır düresin
Her ne can bilirse
Hak yoluna varırsa
Sencileyin ölse
Düğünler edesin
Dostlar
Dostları hak bildirir
Hak bir gönül işidir
Kim benliğin öldürür
Ferman kimin hal kimin
Garibim yol giderim
Şunca yolda ölenim
Kim garibe sölemim
Derman kimin hal kimin
Denizleri aş da gel
Hak gönüle baş da gel
Kim benliğin yırt da gel
Nefsin kimin kul kimin
Söyler sözün ar bulunmaz
Kemter kulun fer bulunmaz
Ağlar gözün yaş bulunmaz
Silsin kulun hak kimin
Ben bir Türk evladıyam
Şehit Ahmet yadıyam
Toprak aldı yatıyor
Dedem gibin dost kimin
Hakk
Hak demeye sözüm var
Haktan ayrı neyim var
Bir şuncacık canım var
Bir hak alır ol onu.
Söz açtım Haktan yana
Ah ettim Haktan yana
Kim dedi önden sona
Bir Hak ile var beri
Hakk bilir
Kimse bilmez fak’rimi
Seda etmez derdini
Ol fakirin kahrını
Hak ile yezdan bilir
Benim sana vardığım
Yoktan hırka giydiğim
Kul ahmetin nettiğin
Hak ile yezdan bilir
Meydana gelsin
Herkesi dost bilirim
Dostlar meydana gelsin
Her gizi dost bildirir
Sözler meydana gelsin
Er kişi ki gizlidir
Olan meydana gelsin
Ham iken harda pişip
Yanan meydana gelsin
Sözün tartısın ala
Sohbeti yav’sun kıla
Her gizi dostu ile
Olan meydana gelsin
Emmarenin emrinden
Şeytanının şerrinden
İkisinin denginden
Kaçan meydana gelsin
Dosdoğru hakka vara
Kalp o ki hakkı göre
Er kişidir alçakta
Duran meydana gelsin
Ya Rabb
Ya Rabb kadrini göster
Kadr ile şadın göster
Şad olmuş yüreğim
Aşk ile seni özler
Aşık olan aşıklar
Maşukun arzular
Kul olmak dileğim
Zikr ile seni özler
Aşık olan kişi
Akar gözün yaşı
Ol Haktan her işi
Aşk ile çağlar
Aptallar
Sevenlerin dikkatine
Her ne yazdık rahmet ile
Ol yazılarda mercekle
Sır bulan meydana gelsin
Her sözümüz doğru idi
Dosdoğrusu Haktan idi
Bugünlere ışık idi
Bilenler meydana gelsin
Kim gönlünü açmış ise
Aptalara püryan olsun
Kuş dilini ötermiş ki
Aşka kim Süleyman olsun
Aptal dedim di kızdılar
Hakktan dedim di bıktılar
Yoktan verdimdi sattılar
Köşke kim şadırvan olsun
Aptallık Haktandır dedik
Bahası yoktandır bulduk
Eyi dedik size onluk
Seve kim cananın olsun
Aptalların şanı çoktur
Cümlesi de bir bir hoştur
Sözümüz bir sevi yoldur
Aptallık bu namım olsun
Ne diye darıldınız bilmem
Hak söyletir aptal nedem
Ben bir aptal olsam kızmam
Kızanlar da aptal olsun
Şimdi bişi bilmez olduk
Heç bir şeyi demez olduk
Dediklerimiz eskidir
Sayenizde görmez olsun
Çok ettiniz de aklıma
Bir nicedir de halime
Dost bilirim şol kimine
Bir nicedir görmez olsun
Kimse sormadı nedir diye
Çaldı aklım, ahım diye
Bunlar aptallara hediye
Bir sevgidir yanmaz olsun
aşık ahi kul ahmede 2002/2005 te nasib olmuştu.