Adı iletişim denen fakat iletişimsizliğin yaşandığı bir dünya yaşıyoruz. İletişim araçları gerçekte çok gelişmiş ve yaygınlaşmış olmasına rağmen iletişimler mekanik düzeyden öteye geçmiyor. Bu kargaşa içerisinde insana “hakikati unutturuyor” ve ilave olarak “unutmayı da unutturuyor” ve
İnsan gittikçe yabancılaşıyor. Önce doğaya karşı sonra insana karşı bu yabancılık artıyor. Bu yabancılaşma insanı her şeye düşman hale getiriyor. Adeta bir istenmeyen yöne doğru sürüklenme söz konusudur denilebilir.
Hıristiyanlık değer olarak tüketilmiş bir din. İnsana bir değer katkısı yapamıyor. Ancak Ahilik ve onun dayandığı İslam, belki insanlara tabiatla ilgili veya insanla ilgili ve yaşadığımız evrenle ilgili bir şeyler fısıldayabilir belki. Böylece varlığa, tabiata dönmemiz mümkün olabilir. Sıkıntı olan şey “erdemi varlıktan gevşemiş olan bir insanda” aramakta yatıyor.
İnsan büyük iyiliklerle donandığı zaman bunu idrakine olağan şey olarak yerleştiriyor ve başkalarına anlatmıyor. Çünkü Ahiler için cömertlik çok önemli idi ve 50 000 liradan fazla servet biriktiren dağıtmadığı varsayılarak cimri addedilir ve kınanırdı. Bu cömertlik artık doğal olarak görülmeye başlanıyordu. İşte beklenen yapı bu olmalı. Cömertlik ve Tevazu..
Günümüz sinemasına göre eğer toplum gerçek anlamda bir aşk yaşamıyorsa sinemadaki aşk ütopik olarak kalacaktır. Bir diğer bakışla toplum ahlaki olarak çöküyorsa sinemanın buna yapacak bir şeyi yoktur ve anlamsız kalır. Bugünkü sinema batının iyi ve kötü bütün yönlerini barındırıyor. Ontolojik varlığı ters yüz yapan en ahlaksız program ise haber programlarıdır. Bunlar Darwinist bir hayat çizgisi sunar ve insanda travma yaratır. Bir bomba işitirsiniz fakat hergün şu kadar bomba patlıyor zannedersiniz. Bir hırsız veya habere konu olur fakat milyonların elini uzatmadığını düşünmezsiniz bile. Ya bir caninin bir ay habere konu olduğunu düşünün. Bütün toplum travmada denilebilir.. Medya, yaşayanı öldürerek parasını da alma operasyonu??
Ahilerde gıybetin zina ile eşdeğer olup sıfıra yaklaştığını düşündüğünüzde toplum nasıl korunmuş oluyor bir hesab edin??
İlk siyer kitabını İbn-i İshak diye biri Abbasi saraylarındaki Prenslerin anlayacağı şekle göre Hicret ve Hazreti Rasulüllah’ın savaşlarını öne çıkarmış ancak vahye çok az yer vermiştir. Halbuki vahiy daima Peygamber efendimizin hayatı ile birlikte yürümüştür. 10 yıllık Medine hayatında savaşta geçen süre sadece 53 gündür. Gerisi hayat ve vahiydir. İşte tarihçi anlayışlar herşeyi bitiriyor. Halbuki Hazreti Peygamber’in hayatını vahyin izdüşümü olarak okumak gerekiyor
Aynı olay bugün Ahi ve Ahilik kitaplarının başında. Sürekli tarihçiler ahi kitabı yazıyorlar. Savaştan kavgadan geçilmiyor. Bu yanlış değil lakin yarı yarıya eksik addedilmeli. Bizim çıkardığımız ahi kitabının adı “AHİLER; SANATI İNSAN OLAN SANATKARLAR” şeklinde ve yarı tarih, yarı sohbet, yarı sosyolojik ve psikolojik, ve canlı yaşamla günümüzde neler yapılabilirle birlikte bir değerlendirme şeklinde. İnşaallah bu kitabın ikinci baskısını 600 sahife olarak yaşam içinde yaşayan bir ahilik olarak çıkarmayı planlıyoruz.
Form geliştiremeyen toplumların norm’ları da bitmiş demektir. Adeta bir niceliğin egemenliği söz konusudur. Hollywood kültür aktarımında bir araç olarak kullanılıyor. Öyle ki temel argümanı eğlenceye hizmet etmek olarak görünse de Amerika’lılar olmayan kültürlerini kutsayarak Almanların üstün ırkını bunlar da üstün kültür olarak kabul ettirmek istiyorlar denilebilir. (Amerika’da Wanderbilt Üniversite’sinde iki filme gittik. Seyirci, düşen ve aciz kalan ve aldatılan kişiye kahkahalarla gülerken biz üzüntü duyuyorduk. Aşağılamaktan zevk almak bir hastalık değil mi?) Halbuki Batı sinemaları kısmen konu odaklı olduğu için biraz daha erdemli sağlayabilir.
İslam öncesi cahiliye döneminde şiiri bir form olarak nitelendirebiliriz. Batıda Rönesansta ise resim aynı görevi form olarak ifade eder. Ahilikte ise dürüst ve kaliteli üretim bir ideal olarak oluştu denilebilir. Bunun aksi ise pabucun dama atılması olarak simgeleşti.
160 yıldır modernlik bir kriz yaşıyor. Bu nedenle de 30-40 yıldır da postmodernizim’den bahsediyoruz. Modern sanatçılar gidilen noktanın insanlığı batağa götürdüğünü söylüyorlar aslında. İnsan kulluğu yitirince her şeyi tanrılaştırmaya başlıyor. Kulluğu anlayan bir insan ancak eşyayı da anlayabilir. Hz. Peygamber Efendimizin kulluğu elçiliğinden daha önce gelir. Önce Abduhu sonra veresüluhü.
Geçmiş dönemlerde felsefe vardı. İnsanlar doğrudan okuyor ve doğrudan düşünüyorlardı. Sinema onun yerini almaya başlayınca sinemanın içerdiği belli bir yüzde kurgu ve varsayımlarla doğruları sapıtır hale geldi.
Ahiler ise zaviyelerde yemekten sonra kuran, tefsir, hadis, alim kişi sohbeti, usta sohbeti, sazlı halk sanatçıları, yaran sohbetleri ve içindeki oynanan şaka ve hiciv ağırlıklı oyunlar tam bir aydınlanma ve edep dairesinde herkesi aktif olarak içine alan eğlencelerle toplum rahatlıyor ve bütünleşiyordu. Kulluk içinde eşyayı tanıyor ve “seyru sülüki afaki” dediğimiz “Türkmen’in kendi yaşadığı doğada eserden müessire” yöntemi ile Rabb’ini idrak ediyor ve ertesi gün nasıl cömert olabilirim diyebiliyordu. Demek ki insanı inşa etmeden ondan fedakarlık beklemek (ahlak beklemek) yanlış olmaz mı? Bugünün ahlak yazarlarının anlayamadığı şey bu işte.. Fukiyama dahi “önce iyilik sonra adalet” diyerek Kuran’ın “önce adalet sonra iyilik”(Nahl 90) fikrini okumadığını gösteriyordu.
Soruyorum size; işçinizin ücretini ödemeye ödemeye ondan güleryüz ve iyi çalışma veya iyilik bekleyebilir misiniz? Bir işçi bize “Şuna bir akis kestiremedim” diyordu?
Sünneti seniyeyi iyi anlayan bir insan kesinlikle doğru yolu bulur. Sünneti seniyenin temel kavramları;
- Kavil (söz) ………… Akıl…………… Bilmek…………. İlme-l yakin
- Fiil …………………… Göz…………… Görmek ……….. Ayne-l yakin
- İkrar ………………….. Öz…………….. Yaşamak ……… Hakke-l yakin’dir.
Bu unsurlar arasındaki kemale doğru giden tenasüp son derece önemlidir. Bu üçlü bağlamın beraber olarak kullanılması halinde gerçekten insanın inanç boyutu olsun veya başka bir iş boyutu olsun sağlıkla ele alması mümkün ve muhtemel en önemli sistemdir. Bu üçlü sistem daima birbirini destekleyen ve besleyen özellikler içerir. Adeta kişi bu bağlama uyarak kemale ulaşmanın yollarını bulur. Ve hiç bir işi el ucuyla artık tutması mümkün değildir. Durum böyle olunca düşünmede sağlık, görülene itibar ve kabul edilmiş gerçekleri yaşama cesaret, azim ve kararlılığı artık o şeyin kişinin kendisine mal olmasını sağlayacaktır. İşte Ahiler her zaviyede arı bir tarikatın usulleri ve adapları uygulansa da burada izah ettiğimiz kavramlar alevi veya sünni bütün zaviyelerde öğretilir ve işlenirdi. Artık yoldan gelmiş bir misafiri ağırlamak için birbirleri ile kavga ederlerdi. Güne bugünkü maddeci anlayışın yaptığı “kazanmak ya da kaybetmek korkusu” ile değil “haram ya da helal korkusu” ile güne başlarlardı. Bir selamı bile “selamün aleyküm ey ehli şeriat… tarikat.. hakikat…marifet..” şeklinde dörtlü olarak verirlerdi. Bir kişiye durarak dört defa selam vermek neredeyse kişileri akraba yapar diyebiliriz.
Formlar evrensel olmazlar. Öz ile form arasında daima bir ilişki vardır. İslam’da, İslam-i hakikatin ifade biçimidir form. Yunus’un bir şiiri 10 ciltle açıklanamaz fakat bir köylü çok rahatlıkla onu bilir ve anlar. Ahilikte ise fütüvvetnamelerle belirlenen usul ve adaplar tamamen ayet veya hadislere dayanırlar ve kısmen de icma dediğimiz halkın uygun yaşayışı kendini belli ederdi. Pabucu dama atmak da etkin bir form olarak düşünülebilir belki.
Avrupa da ki filmlerde daima bir umutsuzluk söz konusu olup kavramsal bir beslenme, din veya kültür olarak gelmediği için örneğin aşk filmlerinin sonu daima hüsranla biter.
Oysa Yusuf suresinde;
- Teveffeni müslimen ve el hikni bis salihin (Ya Rabbi bizi müslüman olarak canımızı al ve bizi salihler arasına kat- yani ölümden mutluluk beklemek)
Şeklindedir son ümitler.
Batıda kahramanlık önemli olduğu için güç kutsanır ve güçlü olan haklı çıkarılır.
Tasfiri hakikatte, varlık hesabından baktığı için ya ezer ya da tapar.
Kulluk meselesi öne çıkınca hakikatin kaynağı sünnet olarak görünüyor;
Rububiyet………………… Akıl
Ubudiyet………………….. Duygu ( göz)………. İdrak
Hilafet ……………………… Kalp
Vücut………………… Mekke
Vicdan………………. Medine
Vecd………………….. Mekke
İnsanca yaşanabilmesi için bu sıralamaların korunabilmesi zorunludur.
Enfüs…………………. Tekvini (önce) ayetler
Afak…………………… Tenzili (sonra) ayetler
İslam düşünce geleneği, kendi düşünce kodlarını koymuş ve yerleştirmiştir. Ruhi coşkunluk için oldukça zengin menkıbe kültürü bulunmaktadır. Ahilikte de zengin bir menkıbe kültürü vardır. Tarikat şeyhi aynı zamanda bir Ahibaba’dır. Halbuki sinemada sahicilik kayboluyor, bir sanallık ve gerçeklikten kopma baş gösteriyor ve senaryoyu teke indiriyor. Halbuki herkes okumakla farklı bir senaryo yapar zihninde. İslam’ın ilk emrinin OKU olması da boşuna değildir. Canım o zaman zaten sinema yoktu demek bu ilahi emri haksız yere küçümsemek anlamına gelir. Ahilerin zaviye muallimleri yoluyla talipten başlayarak daha işe başlamadan önce dini bir eğitimi, okuma eşliğinde vermesi oldukça manidardır.
Sinema ise bunu tek forma indirger. Bu amaçla olması gereken şey;
1- Hakikatle bağlantınız olmalı
2- Gerçeğin tasviri serbest olmalı
Sünnet olan selamda, kişiyi doğrudan karşıya almak sözlü=kültürel=diyolojiktir. Halbuki yalnızca yazılı olan kültür monolojik bir yapı sergiler. Kuran dili üzerinden dönüşüm tek düze değildir. Zira kıssaların dili “ahsenül kassas” (En güzel hikayeler) olarak nitelendirilir. Ve çok farklı olan bir çok şeyi bir arada söyler. Bu yöntem yaşayan gerçek bir hikayeyi söyleyeceklerinizi içine dahil ederek söyleme biçimidir. Amerikalı’lar buna “case study” diyorlar. Yani gerçek olaylarla örtüşük anlatma biçimi denilebilir. Bütün oradaki 3400 üniversite giriş reklamlarında öğretimlerinde bu yöntemi uygulayacaklarını belirterek öğrenci topluyorlar. Bizimkiler de uyanır da saçları dökülmüş hoca resimlerinden ilmi yöntem ve metedolojilere kayarlar inşaallah.
Eşyada ise yaşayan bir Kuran ve sünneti seniyye her zaman birlikte bir zenginlik olarak görülmesi gereken unsurlardır. Bu noktada yaşamış örnek olarak Hz Peygamber Efendimize birincil olarak çağdaş kılmamız gerektiği gibi bizi de ona çağdaş kılmamız gerekir.
Sonuç olarak bir şeyin örnek alınabilmesi için aynı düzlemde birimleri bir araya getirmek zorunludur. Bunun için aslını bozmadan örnek alınması gerektiği şeyin kodlarını günümüze uyarlamak zorunludur. Buna ilişkin bir varsayım belki şu olabilir. Örneğin; nasları açık olmayan şu konuda Peygamber Efendimiz olsaydı ne yapardı? denilebilir. Öyle ki bu varsayım usulü zaten iman içinde de gizlidir. Kişi aslında bu kadar büyük kainatın bir yaratıcısı olmalı diye bir varsayım yapmış ve Allah’a öyle inanmıştır. Onun teferruatını da zaten Peygamberler getirmiş olmaktadır. Böylece iman, bir varsayıma dayalı olarak oluşmuş olmaktadır. Yeryüzündeki varsayıma dayalı tek inanç yapan varlık insandır ve bu bir üst akıl ifade eder. Bir başka örnek vermek gerekirse, Einstein dahi ünlü izafiyet teorisini bulurken “haşa ben Allah’ın yerinde olsaydım kainatı nasıl yaratırdım” demiş ve bu varsayımdan yararlanarak izafiyet teorisini bulmuştur.
ahi kul ahmed’e nasib
Türkmenim derdim neslim göçetti
Ağıl otlak dar geldi de terk etti
Anadolu yaylasına çarketti
Alparslanım şahı haklar aslanım
*
Malazgirt açtı bu toprağın dilin
Oğuz Bayat Türkmen Yörük aşretin
Yurt buldu da kuzu saldı yaylanın
Hayvanların başı bekler çobanım
*
Aç kaldı açıkta kaldı bir zaman
Çıka geldi Hoy’dan bir zahit adam
Bağdat ilinden el aldı ol ferman
Sanatkara AHİ derler civanım
*
Evvel vardı Kayseri’ye han dikti
Cümle sanat erbabına el attı
Bacıları ayrı dizdi dokuttu
Dokuyanın eli hastır dursunum
*
Moğollar sardı var Türkmen yurdunu
Ahiler savundu Kayser burcunu
Bir ermeni deyiverdi sırrını
Ahilerin kanı akar kurbanım
*
eksik kaldığı görünüyor zahir, hak vere mana, ahmed çevire kelama inşaallah…
*
ahi kul ahmed
BİRLİKTE MUTLU OLMANIN ŞARKISI
AHİLİĞİ GELİN
YERYÜZÜNE İNDİRELİM
NELER YAPILABİLİR
ONA BAKALIM
SEYİRCİSİ OLMAYALIM
SİZDEN DE BİR GAYRET BULALIM
HEP BERABER AHİ OLALIM
HEM DÜNYA HEM AHİRET
CÜMLEMİZ MUTLU OLALIM
Hazırlayan : Ahmet Atik
AHİLİK;
“Hak ile Sabır Dileyip Bize Gelen Bizdendir ” ;
“İlim, Akıl ve Ahlak İle Bizi Geçen Bizdendir”
Ahi Evran-ı Veli (1171-1263)
ÖNCE KURALLARI DOĞRU KOYUN, SONRA ADALETLİ OLUN, SONRA SÜREKLİ DİNİNİ VE SANATINI ALİMDEN VE USTADAN ÖĞRETİN VE EĞİTİN VE AMEL ETMESİNİ SAĞLAYIN VE EN SONUNDA AHLAKLI OLMASINI BEKLEYİN VE DÜZEN DEVLETE İHTİYAÇ HİSSETTİRMEDEN YÜRÜSÜN. BÜTÜN BUNLARI İNSANA UYGUN BİR TANIMLA GERÇEKLEŞTİREN SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜ YAPIYOR:AHİLİK. BİR İNSANLIK SANATI…
İNSANI BİR İNSAN OLARAK MUTLULUKLA ÇALIŞTIRIP DOYURMANIN VE BERABERİNDE DE AHİRETİNİ KAZANDIRMANIN GERÇEK ÖYKÜSÜ…
AHİLİĞİ, GELİN YERYÜZÜNE İNDİRELİM
NELER YAPILABİLİR ONA BAKALIM
ü ……Birlik ve beraberlik ile etkinin artırılması ve ahiliği ulusal düzeye taşımak için bütün ahi ismini taşıyan ya da çalışma prensibi ahilikle doğrudan ilgili olan ve isteyen bütün ahi dernek vakıf ve benzeri kuruluşların ortak bir çatı altında toplanması gerekir. herkes eşit oylu olmalıdır.
1 …….Ahiliğe gerçekten gönülden hiizmet etmeye çalışan insanlar var. Fakat ilginç olan şey şu ki kişiler Ahi Evran’dan daha fazla öne çıkarılıyor. Bu çarşı camii imamının peygamberden daha fazla meşhur edilmesi anlamına geliyor ki bu çok sakıncali. Halbuki örnek alınması gereken kişi Ahi Evran’dır ve onun fikir ve ahlaki yaşamı sunularak örnek alınması sağlanmalıdır.
2 ……İkinci olarak ahiliğe gönül verenlerin ahiliğe bakışı daha çok tarihsel kaynaklı övünce dayalı ve duygusal ve günümüz sorunlarından kopuk görünüyor. Konunun yakından irdelenmesi gerekli düzeltmenin yapılması gerekir.
Ahlak sermaye artarak zenginleştikçe bozulma artıyor ve insafsızlaşıyor. Bu yüzden yalnız esnafa değil en etkili olan büyük sermayeye yönelmek ve hedef büyütmek gerekiyor. Ahi kişi tanımlamasının yapılması yanında uymayanı da deşifre edebilmelidir. Verdiği izni geri almak yetmez. Adaletin kılıcı iki taraflı kesmelidir. Bunu meslek odaları ile temas ederek yapmalıdır.
Tolumda merhamet duyguları gittikçe zayıflıyor. Şehirleşme ve gelir artışı ile borçlanma kolaylığı ve benzeri nedenler kişilerde bencilleşmeyi körüklüyor. Fazla harcama tasarruf edecek pay bırakmayınca dağıtılacak bir şey de olmuyor. Halbuki merhameti vermek sağlar. Bu konunun Ahilikteki boyutunun özellikle işlenmesi gerekir.
Bacıyanı rum konusunda çalışmalar yetersizdir. Onarı Ahi evran ayrı yerde birleştirip dokuma yaptırıp kazanç elde etmelerini sağladı. Ayrıca kendi sorunlarını yine kadın alimler yoluyla çözdü. Onların ayrı bir dernek vakıf ya da derneğin kadın şubesi gibi olabilir. Ancak bağımsızlığın esas olabilmesi için üst çatının altında ayrı dernek olması uygun olur.
3 …. meslek odalarına ombudsmanlığın bir alt birimi gibi çalışma imkanı ve yetkisi verilebilir. Hem sorunlar yerinde ve işi bilen kişilerce çözülür ve kamuya kalan iş yükü azalır. Üzerinde çalışılabilir. Meslek odaları işlenen mesleki suçlar konusunda suçu kapatıcı suçluyu koruyucu politikalar izliyor. Bir defa olsun meslekten men cezası vermiyor. Halbuki ahilikteki pabucu dama atma konusu teşhir ve pisliği kesip atarak örgütü temiz tutma esasına dayanıyordu. Süte su katanı bile ayağından bağlayıp kuyuya sallandırıyordu. Dolayısıyla odaların topluma karşı sosyal sorumluluklarını yerine getirmediği anlaşılmaktadır. O zaman odaların da sadece verilen kararların kontrolüyle sınırlı denetimi uygun ve iş yükünü artırmayan makul bir çözüm olabilir denilebilir.
4 ….. ülkede kurumsal nitelikli sivil toplum örgütü ve bunların üye sayıları son derece yetersiz görünüyor. Bunların yerine tarikatlar gizli para toplayarak yatırım ve yardımları gerçekleştirmek yoluna gidiyorlar. Hediye diye gelen şeyler yüksek rakamlara ulaşıyor ve kişi de inancı uğruna sıkıntıya sokuluyor. Denetim dışı olan bu mali konuya çözüm için bunu devlete denetlettirmek çok anlamlı görünmüyor. Sadece yardım konusunu onları kurumsallaşmaya teşvik edip kurumsallaşmayı kolaylaştırmak gerekir. özellikle vakıflar yönünden konulan son derece yüksek mali şartlar sonuçta vakıftan ticaret yapmak isteyenlerin daha çok yöneldiği sıkıntılı durumlara gidiyor. Örneğin her mahallede basit bir hayır vakfı neden olmasın. Her şeyi devlete belediyeye atmak devlet yedirsin giydirsin demek insanların hayır işlerinden uzak kalmasına ve merhamet duygularının körelmesine yol açıyor. Böylece halkın çoğunu kurumsal basit yapılara çekilebilirse düzenlilik, ferdi gayretler, kontrolün sağlanması, halkın birbiriyle iletişime geçmesi kaynaşması, birbirinden haberdar olması ve sonuçta mutlu olabilmesinin temel şartı gerçekleşmiş ve birbiri arasındaki farklar azaldığı için birbirini kabul de edebilmiş olur. Bu çok önemlidir. Devlet içinden yaptığı işi iyi anlatana bazı fonlardan görev karşılığı fon aktarabilmelidir. Böylece devleti,n zaten yapması gereken bir sosyal sorumluluğu stk üstlenmiş ve özelleşmiş gibi daha randımanlı bir işi ucuza yaptırmış olmakla beraber verilen görev dolayısıyla üyeler de daha fazla gayretin içine girmesi umut edilir.
5 …..ahilikte sürekli eğitim vardır. Zaviyelerde her akşam yemekten sonra alim bir zat ya da kadı gelir ve onları ilgilendiren dini ya da dünyevi bir konuda konuşma yapardı. Bunun anlamı kişiyi hem dini hem dünyevi ilimle yetiştir ve ertesi gün de hadi bakalım uygula derlerdi. Halk eğitimin ya da milli eğitimin daha yaygın politikalar üretmesi ve diğer bütün devlet ve özel kuruluşları işin içine almalı enerjisinden istifade etmelidir. Fikir dernek ve vakıflarının yaygınlaşması şartlarının kolaylaştırılması sağlanmalıdır. Sadece yapılacak olan onların fikri ürünlerinin yayın hayatına intikaline dikkat etmeli ve projelerinin uygulamaya aksedip aksetmediği ve başarı durumu kontrol edilerek buna göre fon kullandırılabilmelidir. Aktif Üye sayısı üzerinden bir sıralama ve destekleme ve görev verme yapılabilmelidir.
6 …. ülkedeki iktisadi yaklaşımlar ahiliğe göre yeniden yorumlanmalıdır. Ahilikte öldürücü birbirini devreden çıkarıcı rekabet yasaktır. Herkes kendi kulvarında kendi başına gayret etmelidir. Hatta yardımlaşmaya ilişkin mesajlar verilebilmelidir. Hatta ortak üretimler teşvik edilmelidir. Küçük işletmeler ve küçük piyasalar korunmalıdır. Bir ahi talimnamesinde “istanbul’daki zengin tacir buraya gelip yüksek değerle mal alıp buradaki zayıf tacirin alacağı deriyi pahalılandırmasın” demektedir. Bu her şeyi söylüyor sanırım. Bir süpermarketteki reyonlar usta esnaf kişilere kiralanarak onun sanatını icra etmesine imkan verilmeli. Onun alması gereken mallar yine merkez tarafında daha toplu ve ucuz alınabilir. Belli fiattan verilir. Çıkışlar zaten kayıtlıdır. Böylece esnaf da kazanmış ve korunmuş olur. Ancak belli markaları yüksek kira talepleri şimdilik sıkıntılı görünüyor. Bunu kırmak için belediye hatta maliye bazı vergi kaybına yol açmayan teşvik tedbirleri alabilir. Belediyenin alacağı bir örneğin 200 araba parkı mecburiyeti bütün süpermarketleri dışarı iter. Bunun gibi..
7 …..Bütün ahlaki ilkeler kullanılabilecek şekilde yeniden formatlandırmalıdır. Bu formatlar belediyelerin afiş pano, yazı ve işlemlerinde hatta esnaf faturalarında küçü alt yazılar olarak kullanılabilmelidir. Oyobüslerde fazla olmamak ve halkı sıkmamak şartıyla otobüse binme adabıyla ilgili şeyler olabilir mesela. Yani her yazı kendi alanıyla ilgili olusa daha manidar ve etkili olur akılda kalır ve kişinin amel etmesi daha kolay olur. Hatta köprülerde isim verme, ahlaki prensibin kendi olmalıdır. Ahi ahi deyip durmanın bir mantığı ve faydası olamaz. Ancak örneğin “israf etme köprüsü” yahut “gazaplanmayınız köprüsü” yahut “nefsine hakim ol” vesairesi gibi isimler dikkat çeker ve şok etkisini canlı tutar. Toplumda basında yer alan hemen suya atlayarak birini kurtaran bir genci ahilik ödüllendirmelidir. Elinde telefonla ambulans çağırma işi işte hayrı devletin görevi diyen sakat anlayışın sonucudur. Fakiri devlet doyuracağına göre sudan da o çıkarsın gibi ucube bir şekle geliyor fedakarlık duyguları. Bu son derece sakıncalı. Devlet muhakkak surette halkını hayır işinin içine çekmeli hatta ortak yapmalı. Hayra katılmamış toplum yarın vergiyi de kendi versin demeye kalkar ve elini cebine atmaz. Zaten stopaj yöntemiyle kesilen ve milyonlarca insanın ne kadar vergi ödediğini bilmediği bir vergileme rejiminde ne vergi toplanır ne de vergi bilinci oluşur ve “benim vergimi nerelere harcıyorsun sen bakim” diyecek bir sorgulama ortamı oluşur. Devlet vergi ve oran kılıcı, halk da matrah beyan kılıcı elinde savaşıyor. Güvensizlik hat safhada. Gelir vergisi oranı %35 lere fırlıyor göz göre göre kurumlasr vergisi son yasayla daha çok zenginlerin yer aldığı kurumlar vergisi oranı %20 lere düşüyor. Kar dağıtımından %15 stopaj olsa da şirketler bu orana göre davranış belirliyorlar ve oran nihai olarak %20 de kalıyor. Sen az vergi ver git yatırım yap gibi nereye hizmet edeceği belli olmayan bir aldatmacaya maliye kanıyor. Vergi teşvikinin bir yatırımda 5. sırada olduğunu bilmiyorlarmı? Diğer bir çok teşvikte de benzeri durum var. Bütün teşvikler böyledir demek istemiyorum. Özel teşvikler anlaşılabilir ve doğrudan olumlu etkiler görülebilirken genel teşvikler gereksiz şeylerin de teşvikine döner ve maliyeye veya devlete ağır maliyet oluşturur. Biri akıllı biri aptalca teşvik denilebilir.
8 ….Ahilikle ilgili yetişmiş konferans verebilecek hatta il il gidecek fedakar insanlara ihtiyaç vardır. Anlatanlar da tarih ağırlıklı bir zamanlar biz neydik der gibi günümüzle bağlantısız gurur ve övünç derdine düşen konferanslar oluyor. Aynı olay ahi bayramlarındaki konferanslarda da görülüyor. Sürekli, olarak işi akademisyenlere havale ederek ahiliği kurtarmak gerekli fakat eksik kalıyor görünüyor. Tarihi araştırmalar konusunda gerçekten Prof. Dr. Mikail Bayram hocanın önemli katkıları görünüyor. Ancak konunun günümüz sorunlarına ilişkin olarak farklı meslek guruplarından, bir kaç esnaf (bizzat sanatı icra eden-onun temsilcisi değil-) doktorlardan psikologlardan sosyologlardan hatta mühendislerden yasalardaki zulümleri anlatabilecek ve hepsi de namaz kılan kendini eserleri ile kanıtlamış bürokratlardan oluşan geniş katılımlı işletme körlüğünü bertaraf eden bir karma yapı her durumda daima gözönünde bulundurulmalı, konferanslar ya da sempozyumlar hatta araştırmalar bu yapıya inhisar ettirilmelidir. Bir sempozyumda neden bacıyanı rum’u bir erkek akademisyen anlatıyor ki. Bir bayan ilim sahibi bir kardeşimiz veya ticaret yapan bir bayan veya bie sadece anne neden olmuyor. Hep makamlar nasihat konuşuyor. Zaten dinleyen de yok. kendi çalar kendi oynar hale geliyor. Sempozyumlar başarısız oluyor kimsede dinlemiyor. İfadeler teorik kalıyor ve insanların istifade etmesi de mümkün olmuyor. Tebliğlerin net günümüzü açıkça okuyan unsurlar taşıması tebliğler dağıtılırken açıkça istenebilmelidir.
9 …..Okul kitaplarında ahilik bilgileri hem sınırlı ve hem de tarihi bilgi ağırlıklı. Halbuki bir çocuğa bu noktada verilmesi gereken ahiliğin günümüze formatlanmış ahlaki kurallarıdır. Mesaj ahilikle mündemiç bir ahlak yaşamına olmalıdır. Okullarda ahi öğretmen ve ahi öğrenci seçimi her yarı dönemde en az 100 kişiyi bulacak şekilde bol bol verilmeli çocuk ahi olmasa bile bu şevkle bu role soyunmaya başlayacaktır. Ayrıca okul zümreleri arasına ahi kolu ilave ederek bu ödüllendirme işleminde onların araştırma ve rol almaları sağlanmalıdır. Ahi öğretmen seçimini öğrenciler yapmalı onlar not vermelidir. Bu sistem ahiliğe en uygun sistemdir. Öğrenciler ve öğretmenler birlikte ahi öğrenciyi seçmeli ve yalnız başarıya değil fakirliğe, dersaneye gidememesine, iyi davranışına güleryüzüne ve gayretine (başarılı olmasa da gayretli mi, çabalıyor mu bunlar önemli) de karma bir puan verilmelidir. Bunları kendim de eğitim de görev almama rağmen hem ahiliği bilen biri ile eğitimi bilen iki kimse oturup belirleyebilir. Oylamalarda idare geri çekilmelidir ve müdahale etmemelidir. Ahilikte çırak hata yaptığı zaman ustadan bilirlerdi. Bu ne demek?ustanın oylanması demek değil mi?
10 ….Kırşehir’in (ve hepimizin) en önemli kültür hazinesi bugün Ahilik olduğuna göre bu değeri ulusal ve uluslararası boyuta taşıyabilmek için Kırşehir’in adı “AHİ KIRŞEHİR” veya “AHİŞEHİR” veyahutta “AHİŞEHRİ” olarak değiştirilmelidir diye düşünürüz. Bunu teklif ediyoruz. Bu onun hakkıdır ve sorumluluğu vardır. Kahramanlar, Gaziler, Şanlı’lar varken Ahi’ler neden olmasın? Bu karar Kırşehir halkına sorulmalıdır.
Bu konuda il yönetimi ve şehrin sahibi Belediye görev ve sorumluluk üstlenmeli ve halka önce bunu duyurularla benimsetmeye çalışılmalıdır. Daha sonra halkın tercihinin hangi yönde olduğu, değişik tercih belirleme yöntemleriyle araştırılmalı ve halkın vereceği demokratik karara saygı gösterilmelidir. Eminim bu şehir halkı, bu ismi taşımaktan gurur duyacak ve bütün ülkede hatta uluslararası bir seviyede güzel ahlakın yaygınlaşmasına kaynaklık edecektir. Bunun bir devamlılık ifade eden bir şey olması, bu güzelliği daha da cazip hale getirecektir.
Orta ve Batı Anadolu’da, Bursa, Edirne, Kocaeli, Konya, İstanbul, Sivas, Tekirdağ, İzmir, Muğla, Eskişehir ve daha bir çok ilde, muhtarlık, köy ve mahalle isimlerinden 34 yerleşim yeri; Ahi, Ahibaba, Ahi Çelebi, Ahiler ve benzeri şekillerde Ahi isminin değişik biçimleri şeklinde halen kullanılmaktadır. Diğer taraftan Evran kelimesi ise; Evrancık, Evrangüzleği, Evranköy, Evrenli ve benzeri şekillerde Evran isminin furevleri şeklinde 19 köy adı bulunmaktadır.
Onlar ismine yakıştırmış bağrına basmış da biz kendi ismimize yakıştırıp bağrımıza basamıyor muyuz sevgili hemşerilerim?
Bütün sevgili Kırşehirli Hemşerilerimden ciddi katkılarını bekliyorum. Fikirlerini veya tercihlerini Vilayete ve Belediye’ye mektup, telefon veya mail atarak ulaştırıp bir baskı oluşturabilirler.
Ben oğlumun ismini başına ahi kelimesini yazarlık için ilave ettim. Haber 24 kırşehir sitesinde AHİ SEZGİN ATİK olarak yazarlık yapıyor. Orada ahilikle ilgili olarak yazdığı bir ahi kırşehir görüşüne ilişkin makaleyi bu yazıya ek olarak sizlere sunuyoruz.
11 ….Ülkemizde 34 yerleşim ve 19 köy yerde ahi, ve evren, ahibaba, evran güzleği gibi isimleri hala kullanılıyor. Son yıllarda bunun 9 tanesi isim değiştirdi. Ahi dernekleri bu isimlerin kaybolmaması için önce bu kasabalarla iletişim kurmalı onları ziyaret ve benzeri yazışmalarla yahut madalya verilebilir teşekkür beratı verilebilir ilişkileri iyi tutmalıdır. Diğer taraftan da içişleri bakanlığına bu isimlerin değişmemesi kültürümüzün korunması için baskı yapmaktan da çekinmemelidir. Gerekirse güçlü ahi birliği değişim izninin kendisine de sorulmasını talep edebilmelidir. Örnek olarak bu güzel isimlerden bazılarını kendi köylerine hatta kırşehirin kendi mahallesine verebilir. Selgahın adı bahçelievler oluyor fakat evrengüzleği gibi tatlı bir isim olmuyor? Bu kuran okuyup amel etmemek gibi bir ucube olmuyor mu? Aşıkpaşa mahallesi çok geniş bir mahalle. Bir kısmı bölünüp güzel isimler seçilebilir. Ahi kelimesi de güzel olmakla beraber birleşik bir türev isim çok daha ayrı bir mesaj verebilir. Düşünülmesi gerekir diye ben de düşünürüm hiç bir şey yapmam mı?
12… Kurulacak bir AHİ VAKFI uygulamada bilinen helal gıdadan daha kapsamlı onun işini de içeren bir AHİ KİŞİ VE AHİ İŞLETMESİ VE AHİ ESNAFI markası verebilmelidir. Bu marka bütün ticari hayatta görülen işletmeleri kapsamalıdır. Fabrika esnafın bugünkü halidir. Bunların üretim etkinliği ihmal edilerek gücü tükenmiş esnafla uğraşmanın ve hala onlara bir şey söylemenin karı yoktur. bunu biz yapmak istiyoruz. Teori ve kapsamı belirledik. Değerli kardeşlerimizin katkılarını bekliyoruz. Bunu sanayi bakanlığı Tüsiad Müsiad Kobi Yönetim birimleri, Esnaf birlikleri ile koordineli olarak onları da vakfa üye kayıt ve etki etmelerini sağlayarak şura tipinde gerçekleştirmek istiyoruz inşallah.
Yapılan çalışmalarda kırşehirin kaybettiği eski kazalarını tekrar kazanma çabası içinde olduğu görülüyor. Ülkemizde şehirleşmenin artmasıyla şehir sayılarıda biliyorsunuz 81 e çıktı. Dolayısıyla gittikçe ilçelerde de bir benlik gelişti ve çoğu kendi ili ile kavgalı. Hiç bir ilçe kalkıp da artık eskisi gibi tersine bir başbakan zoruyla geri dönüş yapmak istemez bugün. O ister ki hangi kocaya gideceğine kendi karar versin. Demokrasi artık kocasını kendi tayin hakkı veriyor ve doğrusu da bu. Şimdi sorarım hangi eski ilçemiz bize dönmek ister ki.. Bu çabalar tarihi beklenti olup duygusal istekler olarak görünüyor. Devir değişti. İnsanlar farklılaştı ve farklı düşünüyor. Bunu görmek lazım. Sorun bu kentin kalkınmasında yatırım için gelen işadamlarının birer birer kayseriye, aksaraya kaçmasının önlenmesidir. Bir işadamının yatırım yapacağı yere aylık 15 milyar kira isteyen insafsızlar olduğu sürece buraya yatırım olmaz da gelmez de. Organize sanayiden arsa tayini derhal bedavaya gelecek şekilde düzenlenmelidir. Daha yeni köylünün yaptığı 320 milyarlık yatırımın mevzuat hazretleri belası yüzünden batmıştır köylüler fakir düşmüştür, elindeki üç beş kuruşu da gitmiştir. Kredisi de öylece kalmıştır. Bunları çözmek daha önemlidir. Bu kent aç kalarak kültür kenti olamaz. Zaten kaç toplantıya kaç kişi geliyor. Talebe çağıralımda sanatçıya ayıp olmasın diyorlar. Zara’yı getirirsen yağmurda olsa dinliyor. İnsan değişmiş, ihtiyaçlar kültürden zevk ve tüketim belasına yönelmiş, insan maddiyatçılıkla ferdiyetçilikle bencil olmuş. Bizim insanımız farklı değil. Oyunu buna göre oynamak zorundayız. Bu memleketin karnını da doyurmak zorundayız. Burası gelişmez demek afedersiniz hemşerim haltetmek demektir. Sakat olan şey kırşehirin yeri değil zihniyetidir. Kendi admın bile yatırım yapmazsa yabancı yapar mı? kaç tane yatırımcının bir yer bulup da yatırım yapamadığını tavuk dönerciler konuşuyor. İşte önce insanımızın memleketine sahip çıkmasını ve yatırım ortamını kolaylaştırmamız gerekiyor. Bu şehirde bir birbirine güvensizlik var. Bunun aşılması gerekiyor. Ticaret anlayışı yok. oğlum kızım devlette işe girsin diye vekillerin kapısına yatak yorgan seriyor. Ev alıyor iş kurmuyor. Sorun bu…
ü …. kırşehirin imar içindeki arsalarındaki inşaat alanı yüzdesi %25 ten %40 a çıkarılmıştır. Bunu yapan eski belediye başkanı halim çakırdır. O dönemde parti yönetiminde bulunan şu an ki genç başkan Yaşar Bahçeci kendi partisinden olan Halim Çakır’a kendisi de mühendis olduğu halde müdahale edip “sen ne yapıyorsun başkan” dememiştir. İş başına geldikten sonra inşaat mühendisleri ile yaptığı bir özel toplantıda aslında halim beyi görevden almak istediklerini fakat seçimin yakın olması münasebetiyle buna cesaret edemediklerini söylemiştir. Ben kendisine ve vali ile vekillere bu durumu düzeltin eski 25 oranına geri getirin diye yazdım. Yüzyüze görüşmelerimdede şiddetle dile getirdim. Fakat gücüm yetmiyor. Sizlerin de ciddi gayretini bekliyorum. Bence komple kayserinin yaptığı gibi büyük bir plan yapılmalı ve bu arada bu oran da araya sıkıştırılmalıdır. Yolda yürürken tepenize kadar gelen bir çıkma balkon, artan nufus, araba sayısı, balkonların pencerelerin birbirini görecek kadar gayri ahlaki bir şekle gelmesi ne kadar feci. Osmanlıda adam komşusu kendinden yana pencere açtı diye kadıya başvurup dava açıyordu. Burdan nereye geldik.. kat yüksekliğini bu başkan da artırdı. 2 katlı sayfiye yeri olan kervansaray 4 kata çıktı. Arsa sahibi göbek atıyor. Fakat insan ölüyor. İslama uygun bir insani yaşam en son izin verilen iki kat olan bir apartmana izin veriliyor. Fazla olması durumunda insanlardaki haya perdeleri kırılıyor. Evinin içinden üst komşusunun pis borusu ses yaparak geçen ve bunu duyup hisseden insanda haya perdesi kırılıyor. Ev aralarının yakınlığı ise mahremiyeti kıran en tehlikeli yapılaşma.işte binanın bu olumsuz durumu önce insanı sonrada toplumu ahlaksızlaştırıyor. Haya ki din bunun üzerine oturur. Bu kırıldımı her şeyi bekleyin diyor hadisi şerifte….
ü …..Bize göre Ahilik ekonomik bir sistemdir. Tarihteki ikinci sınıf vatandaş ve köleliğe, günümüzdeki paylaşım diye tutturup üretimi ihmal eden komünizme, üretim ve yatırımı putlaştırıp paylaşımı ihmal eden kapitalizme karşı bir alternatiftir. Bir kalkınma modelidir.
Çok tüketerek mutluluk elde etmeye çalışmak, bizi mala kulluğa götürüyor ve hayrı engelliyor. Halbuki Ahilik, bizi dünyevileşmekten sakındırıyor ve dağıtıma teşvik ediyor. Onun bir prensibi “nefs için asgari tüketim, halk için azami üretim” prensibidir. İhtiyaca ve kaliteye izin verir fakat reklamı ve israfı yasaklar.
ü ….Kırşehir’de Ahilik yemini hazırlandı ve 8 esnafa belge ve bayrak verildi. Bu bir güven ifadesi olarak tüketici davranışını etkileyecektir umarım. Bunun bütün Türkiye’ye yaygınlaşması süper olur.
ü ….Belediye zabıtasının adı AHİ olarak değiştirilebilir. Onlara Ahilik ahlakı olarak AHİ NİZAMNAMESİ hazırlanıp şart koşulabilir.
ü ……Ananeyi yaşatmak üzere, meselâ orta, lise ve üniversitelerin mezuniyetlerinde, “dualı şed kuşanma” törenleri yapılsa. O “şekil” sandığımız şey, belki eski “ruh”u hatırlatır ve “Ahilik kültürü”nü öğrenmeye ve kendi nefislerinde uygulamaya çalışabilirler.
ü ……Ayrıca, hiç değilse bugün bazı şehirlerimizde yaşatılan, çarşıların / pazarların Ahi Duasıyla açılması sağlanabilir. Bugün Urfa’da bir bedesten Ahi duasıyla açılıyor hala.
ü ……Yükselen değerlerin sık sık değiştiği günümüz dünyasında, önümüze “hodgâm” (kendini düşünen) değil “diğergâm” (başkalarını düşünen), yani, en az kendisi kadar toplumun diğer fertlerini de düşünen, en az kendisi kadar onların da hak ve hukuklarını kollayan bir insan modeli koyan Ahiliği bugün her zamankinden daha iyi anlamaya mecburuz.
ü ……Ne var ki, bize çoktandır musallat olan “kendimizi tanımama”, “kendimizi önemsememe” hastalığı, unuttuğumuz öz değerlerimizi bize başkalarının eliyle öğrettiriyor. Ancak, parayla, servetle, kanunla toplum ve devletini diri tutmaya çalışan Batı’da, hâlâ eksik olan bir şey vardır: Ruh! Burada “ruh” kelimesiyle henüz tamamıyla yitirmediğimiz bütün millî ve manevî değerlerimiz anlaşılmalıdır. Doğu’ya , Batı’ya, Kuzey’e, Güney’e, yedi iklim, dört bucakta “insan” olan herkese, her zümreye Ahiliğin söylediği ve söyleyeceği çok şey vardır.
ü …..Şu an için kurulu bulunan Ahilik Araştırma Merkezinin kısa sürede Enstitüye dönüşmesi, imkanları artırabilir.
ü …..Ahiliğin kapsamı genişletilmeli önce Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın AHİ olması sağlanmalıdır. Tüsiad, Müsiad ve Tobb ve KOBİ birlikleri de kapsama dahil edilmeli, her ildeki en yüksek vergi veren ilk ondaki iş adamına madalya verilmelidir. Aslında Maliye’nin vergi birincisi sistemi çok yanlış ve Ahiliğe aykırı. Bir kere fakir de ödediği için Ahilikte KDV ve muhtasar yok. İşletmeler; çalıştırdığı işçi sayısı, ona verdiği ücret seviyesi ve adaleti, emsallerine göre ortalama birim fiat düzeyi, net aktif toplam, yıllık toplam ciro düzeyi, g.s.kar, safi kar, vergi matrahı, verimlilik ölçümlemesi, kalite, üretim miktarı, ödenen gelir veya kurumlar vergisinden oluşan bir değerlendirme formülü geliştirilebilir. Verginin yüksek fiat uygulanarak elde edilen bir kazançtan elde edilmesi de mümkündür çünkü. Bu ahiliğe uymaz. Ahilik, kalite ve makul fiat ile adaleti ve merhameti esas alır.
ü ….Büyük süper marketlerin kasap, ayakkabı, triko, manav gibi reyonları esnaflık bilgisi olanlara işletim hakkı olarak verilebilir. Alımlar yine tek elden yapılarak ucuz alım gerçekleşir fakat işleme ve servis oradan olur ve belli bir kar oranı o esnafa kalır. Esnaf da zaten gelirken belli bir sermayeyle gelmiştir. Bu bir finansman demektir ve daha çok şube açılabilmesine de imkan tanır. Böyle bir uygulama esnaflığın içerde yaşatılması, korunması anlamına gelir. El sanatlarından berbere kadar reyon sayısını artırmanız da yadırganmaz artık. Tek yapacağınız o esnafa ve böyle bir örgütlenmeye vergi teşviki sağlamaktır. Adı da “Ahi Ayakkabı Reyonu” “Ahi Balık Reyonu” v.s. olabilir. Bunlar üzerinde ciddiyetle durulabilecek esnaf ve sanatkarı yaşatma ya da kurtarma planına dönüşebilir.
ü ….Anonim ve limited şirketlerin sınırlı sermaye ile sorumlu olmaları Ahiliğe uygun değildir. Ortakların bütün zararlardan sorumlu olacaklarına ilişkin bir yazıyı fatura altına yazmaları bir Ahilik kuralı olarak sağlanırsa Bu ahiliği de reklam eder ve güveni artırır. Büyük firmalarla görüşülüp onlar incelemeden geçirilerek AHİ onayı verilerek “Firmamız Ahilik Ahlak Kurallarına uyacağını taahhüt eder” diye bir ibarenin faturada yer alması sağlanabilir. Fatura çok sayıda düzenleneceği için çok insana ulaşır ve etkili de olur. Hatta bir kaç sloganın faturada yer alması sağlanırsa çok daha güzel olabilir.
ü …..İş adamlarına konferanslar verilmeli onlar ahlaki kaidelere davet edilmelidir. Onlara bir AHİ Madalyonu geliştirilmeli ve hem işletmeye ve hem de sahiplerine (çok ortak varsa en az %10 pay sahibi olabilir) AHİ onayının arkasından kişinin o madalyonu takması sağlanmalıdır.
ü ….İşadamının zekat verdiğine ilişkin bir belge AHİ kurumunca verilebilmelidir.
ü ….Ucuz fiat, yüksek kalite standardına uyan işletmelere AHİ damgası vurulup tüketiciye güven veren bir marka olması sağlanmalıdır. Örneğin helal gıda gibi.
ü …Fiatlarda bir artış ya da kalitede bir bozulma olursa bu isim geri alınabilmelidir. İlgili resmi kuruluşlar bellidir ve onlarla işbirliği yapılabilir.
ü ….Bürokrasi ve üniversiteler de işin içine alınmalı ve onlara da başarılı çalışmalarından dolayı AHİ ünvanı verilerek madalya takmaları sağlanmalıdır. Ahilik lonca gibi belli bir kesime hitabetmez. İşi olan herkes Ahi olabilir. Ahiliği iyi anlamak gerekir.
ü ….Muhasebe mesleği ve ticaretteki ulusal ve uluslararası mesleki ahlak standartları Ahilik ahlak prensipleri yönünden incelenmeli ve bizim standartlarımız da şunlar deyip güncel ve uygulanabilir öneriler getirilmelidir.
ü ….Gezici motorlu polislere yunus adı verildiği gibi, bütün polislerin adı AHİ olarak değiştirilebilir. Polislik mesleği konusunda davranış ilkeleri geliştirilebilmelidir. Ahi davranışları ile polisin davranışları yakındır fakat tam uyuşmazlar. Ahi suçluyu mahkemeye göndermez. Yanına katar, kendine dönüştürür, islah eder. Fakat polis direk hapse gönderir. Bu konuyu ayrıca işlemek gerek.
ü ….RTÜK’le görüşmeler yapılarak bir malın normal tanıtımının dışında defalarca gösteriminin ve dolayısıyla şartlanma yapılmasının engellenmesi sağlanmalıdır. Ayrıca RTÜK’le görüşülerek ahlaka uygun erdemleri savunan filmlerin AHİ onayı alması sağlanabilir. Ahlaka aykırı filmlere de müdahale edebilmeli, bildiri yayınlayabilmelidir. Adli vakaların defalarca gösterilmesine sınır getirilmeli, suçların açığa çıkarılması önlenmeli, örneğin adli suçlar televizyonda bir defadan fazla gösterilemez denilebilir. Ayrıca haberlerde normal haberlerle adli suç haberleri ayrılmalı ve sona ilave edilmeli isteyen kapatarak dinlememe şansına sahip olabilmelidir. Kötü haberlerin Suça teşvik ve örnek olma ile yaygınlaşmasının önüne geçilmeli ve toplumu şizofreniye itme özelliği bertaraf edilmelidir. Bütün bunlar Ahiliğe aykırı olan şeylerdir.
ü ….RTÜK’le konuşularak tüketici üzerindeki şartlandırıcı ifade içeren reklamlar zaman ve süre olarak sınırlandırılmalıdır. Ahilikte bir kimsenin diğerine malın özelliği dışında “iyidir” ya da kötüdür gibi yorum yapması yasaktır.
ü …..“Asgari tüketimi” öneren Ahilik, gerek insanların ve gerekse devletin israfa yol açan uygulamaları ve borçlanma konusunda fikirler beyan edip uyarılarda bulunabilmeli, sempozyumları tarih anlatımından ziyade kapitalizmin ayak oyunlarından nasıl korunmak gerektiği konusunda çözümler üretmeye tahsis etmelidir.
ü …..Ahilik kurumu işçi ve memurun, bankaların bonuslarıyla, kartlarla yaşam mücadelesine destek için sendikalarla da işbirliği yaparak işçi ve memur ücretlerinin yükselmesine de taraftar olduğunu belli etmelidir.
ü …..IHH gibi sivil toplum kuruluşların sayısının artırılması konusunda gereken fikri desteği ve teşviği topluma verebilmelidir. Bu kuruluşlara da Ahi markası verilebilmeli ve yaptıkları yardımın bir Ahi davranışı olduğu onlara anlatılmalı ve onların da beyanatlarında bu konudan bahsetmesi sağlanarak topluma Ahiliğin güzel ahlak ve yardımlaşma olduğu fikri yaygınlaştırılmalıdır.
ü …..Ahilik prensiplerinin her yerde görünür kılınması için bütün gayret gösterilmelidir. Esnaf hiç anlamadığı karınca duasını dükkanına asarken demek ki kimse ona Ahilikle ilgili bir yazı eline tutuşturmamış demektir. Odalar bu prensiplerin işyerine vergi levhası gibi asılmasını kuvvetle öğütlemelidir.
ü ….İki ayda bir yayınlanabilecek ulusal basında yer alabilecek standartta bir Ahi dergisi çıkarılabilir. Onca tüketici borç batağında kıvranırken Ahilik hedef yükseltmeli ve milyonları ıslaha koşmalıdır.
ü ….Ahilik kelimesinin yanındaki esnaf ve sanatkar deyimi AHİ İŞLETMESİ olarak da çeşitlenmelidir. Esnaflık bitti artık. Bu çeşitlemeyi yapmamız gerek. Koca koca fabrikaları ıslah etmeye çalışmak dururken hiç bir etkisi kalmamış esnaf şarkısı söylemek artık anlamsızdır. Ahlak yalnız fakirlerin erdemi olmamalıdır.
ü ….Orta büyüklükte işletme sayılan KOBİ’lerin desteklenmesi anlamında büyük araba ve otobüs firmalarının komple üretime gitmeleri yerine KOBİ’lere bazı parçalarını yapmalarına ilişkin teşvikler geliştirilmesi kredi desteğinden daha etkili sonuçlar verir.
ü …..Eğitimde öğrenciye öğretmeni notlatmalı ve sınav sonuçları okul müdürü ve öğretmenin başarı puanı olarak değerlendirilmelidir. Başarısızlık yalnızca öğreniciye dönmemeli. Böylece ödül – ceza sistemi öğretene de işlemelidir. Uygulamadan gelenlerde de sorunların içinde boğulma gibi, sistemi sorgulayamama gibi, yeni fikir üretememe gibi sorunlar olmaktadır. Milli Eğitimde, şu kadar tecrübeli hoca, sorunları biliyor diye getirilen bürokratlar istenen başarıyı sağlayamamaktadırlar. Konu zaten insan unsuru olunca bir yapılan öbür taraftan bir başka şeyi tekrar bozmaktadır. Ufak bir sorun yüzünden ana hedefler kaybolmaktadır.
ü …Faransa da bir elektronik mühendisi çocuğun Türkiye’deki kardeşiyle konuşuyorum. Diyor ki “o şimdi hat döşüyor” yani uygulamaya sokmadan daha yüksek maaş ya da yetki vermiyor.
ü …..Beğenmediğimiz Mc Donald bile işyeri açmasına izin vereceği Türk veya yabancı kişiyi Amerika’ya davet ediyor ve bir Mc Donald şubesine kimliğini gizleyerek işçi gibi 2 ay dönüşümlü olarak çalıştırıyor, ve sistemin nasıl çalıştığını, nerelerde aksama olabileceğini uygulamalı gösteriyor. Tabii teorik bazı bilgileri de veriyor şüphesiz.
ü …..Meslek lisesi oranı gelişmiş ülkelerde 80-20 oranında. 2013’te 500 lisenin meslek lisesine dönüştürüleceğini 1000 tanesinin de Anadolu Lisesi yapılacağını öğreniyoruz. Yüreğimize bir parça su serpiliyor. Fakat neden o 1000 tane de meslek lisesine dönüştürülmüyor diye sormadan edemiyorum. Hatta neden 5+3 sistemine dönülmüyor? Kimden korkuluyor, ya da çocuğun el melekesi nasıl oluyor da gelişmemiş varsayılıyor. Meslek liselerine ağırlık verilmesi Ahiliğe uygun bir gelişme olur. Bir sanatın üniversitede 20-22 yaşına gelmiş bir öğrenciye öğrenilmeye çalışılması sert ağacı eğmeye çalışmak gibidir. Bu aynı zamanda çok sert geçen uluslararasındaki ticari ve sanayi rekabetine de aykırıdır. Bu yarışı daha baştan besmele çekmemeye benziyor.
ü …..Eğitimde “canlı örnek” uygulaması olan Amerikalı’ların “case study” dedikleri sistem, eğitim metedolojisi olarak uygulanmalıdır. Bu hem Kuran’ın hem Ahiliğin eğitim metodolojisidir. Hiç bir üniversite bu noktaya dikkat çekmiyor? Halbuki bütün Amerikan Üniversiteleri şakır şakır eğitim metedolojimiz budur diye ilan veriyor. Kendimizin değerini başkalarından bile öğrenmiyoruz.
ü …..Tarikatlarla görüşülerek onların birbirine Sufi diyeceğine Ahi demesi salık verilebilir. Sufi hem Arapça bir terimdir ve anlayış olarak da bize yabancı, çile veya inzivayı çağrıştırırken, Ahi, hem Türkçe ve bizden biri ile, dinini dünyaya taşıyarak yaşayan ve herhangi bir işi olan, ahlaklı, mükemmel müslüman mesajı verebilir. Bu ismin bile din anlayışları üzerinde etkili olması beklenebilir. Ayrıca içlerinden yalnızca teorik bilgi yerine, dinini veya Ahi prensiplerinde kristalize olmuş, edep ve davranışlarıyla inancını hayata uygulamada öne çıkaranlara, Ahi madalyası verilebilmelidir. Tarikat liderlerine “Ahi Baba” lakabı verilmesi uygun olabilir. Bu, tarikatların içe kapanık merkeziyetçi yapısını biraz olsun açabilir, teslimiyetçi davranışları kaldırıp, sorgulayarak içselleştirmenin ve hayata uygulayarak toplumsal uyumun yollarını açabilir. Tarikatların kapalı yapısının açılarak Ahilik gibi herkesi kucaklaması sağlanmalıdır. Tarikatları karşıya almak tepki doğurabilir ve rahatsız edebilir fakat onun yanına aynı yönde yaklaşırsanız onu etkileyebilirsiniz. Tarikatlar birbirlerini eşit görmeliler. Ahilik bu toplumsal eşitliği önererek, toplumsal barışa hizmet edebilir. Ötekileştirmenin toplumun her kesimine sirayet etmiş bulaşıcı bir hastalık olduğu unutulmamalıdır. Birbirine “onlar bidatçı” ya da “benim şeyhim daha üstün” deyip hatta diğerini küfre gönderenler hangi makulde uzlaşabilirler ki? Bunlar önemli bir sorundur ve diyalogla çözümlenmelidir, merkezi hükümet toplumu barıştırma anlamında bu sorumluluktan kaçmamalıdır.
ü …..Maliye’nin bütün denetim elemanları hizmet içi kurslarını bitirip biraz refakat yaptıktan sonra büyük firmalara giderek iki ayrı firmada örneğin ikişer ay üretim ve firelerin nasıl oluştuğu, belge düzeni ve takibi, verimliliğin nasıl sağlandığı, insan ilişkilerinin nasıl canlı tutulduğu ve idare edildiği,onların ortak fayda bilinciyle aynı yöne nasıl senkronize edildiği, geçici vergi dönemi de olsa bir bilanço çıkarılmasının nasıl olduğunu genel müdür yardımcılarının yanında fiili olarak görmelidir. Bu sistem Ahiliğe hem uygun olur ve eleman, hem işletmenin kazanç elde ederken ne tür zorluklara katlandığını anlar, finasman sorunlarını görür ve döndüğünde işinde daha adaletli ve merhametli olur. Yani yaşamayan nasıl bilebilir ki? Lojmalar toplumdan ayrı bir yaşam sağlıyor. Toplumun komşuluk ilişkileri yok. Ayrı servisler halkın otobüslerde neler yaşadığını anlatmıyor. Güvenlik gerekçeli güneydoğudaki lojmanların dışında hepsini satmak gerek. İlla yardım edilecekse etkin ve gerçekçi, kira kontratına dayanan bir kira yardımı mutlaka verilmelidir. Ahiliğin bütün uygulamaları; yaşatarak fikir oluşturmak ve arkasından onu dervişvari harekete geçirerek mükemmel fert ve böylece mükemmel toplum elde etmektir. Oturduğu yerden hayatı kendi gördüğü gibi zannediyor. Toplumdan kopuk. Bu yüzden tavırları sert, anlayışsız ve merhametsiz, kararları da topluma ve geleneklere uygun değil, kurduğu sistemler başarısızlıkla sonuçlanıyor. Her on senede kanun ve sistem değiştiriyor. Sistemi sorgulayabilecek ve bünyeye en uygun çözümleri önerebilecek olgun ve adil ve ileri görüşlü insanlar bu nedenlerle yetiştirilemiyor. İşte toplumsal kabulsüzlükler buralarda başlıyor.
ü …..Orucun emredilmesi “sen de aç kal bakalım” değil midir. Neden bana “damdan düşeni getirin” demişler. İnsan “düşündüğü gibi yaşamazsa, yaşadığı gibi düşünmeye başlar”. “Siz de benim gibi olmalısınız, ve benim gibi yaşamalısınız. O zaman sizi sever ve itaat ederim. Bu cümle işte insan yönetiminin temel taşıdır = sen de öyle olacaksın!…En basit yemekhanelerde bile bölümler ayrı ayrı. Nasıl aşağıladığı toplum adına onun sorunlarını çözmek için fikir geliştirebilir ki? Nasıl adalet sağlayabilir ki? Kendini ayrıcalıklı gören adil değildir bir kere… Bütün yanlış uygulamaları dozerle düzlemek gerekiyor. Her taraf düz olmalı. Araba bu engebeli arazide nasıl yol alabilir ki..
ü ….Gelişmemiş Kırşehir, Tokat, Rize ve benzeri küçük illere denetim elemanı gönderilmesi kesinlikle engellenmelidir. İncelemelerin işletmeler üzerindeki finasman ve üretime ket vurucu etkileri incelenmiyor. İncelemeler işletmeler üzerinde yıpratıcı etkiler yapıyor. Uzlaşmalarda vergi artı yüzde on ceza, tornadan çıkmış gibi bu da bir adalet diye herkese aynı uygulanıyor. Halbuki işletmenin son bilanço ve gelir durumu, işçi sayısı, kredi ve diğer borç durumu, bu vergiyi ödeyip edeyemeyeceği araştırılmıyor. Vergi kutsallaşıyor ve öldürücü bir ceza ve darbe etkisi yapıyor.
ü ……Siyasette ise yeni aday olacakların kurulacak siyaset akademilerinde ders görerek, böylece hem yöntem bilgisine hem de ülke sorunlarını ve kültürünü iyi tanımaları ve çözüm mantalitesinin nasıl oluşturulacağı, sistemi nasıl sorgulayabileceği, özgür düşüncenin nasıl gelişeceği konusunda yeterli bilgiye sahip olmaları sağlanabilir. Bu süre 4 aydan az olamaz. Onlara da idarenin içinde bakanların ya da müsteşarların yanında uygulamalı refakat yaptırılması da mutlaka gerekir. Ahilik bunu gerektirir. Bu işi bir üniversitenin üstlenmesi sağlanabilir. Halk her zaman bilgiliyi seçmiyorsa o zaman onu ben bilgili hale getirmeliyim diyebilmeliyim. Cahillik ve uygulamasızlık Ahiliğin asla kabul etmediği bir şeydir. Fütüvvetnamede geçen ifade “…cahillik hiç bir şeydir” şeklindedir. Bütün çabalar teoriden sonra uygulamalı ve bir ustadan görerek ve arkasından bağımsızlaşıp kendi kendine uygulayarak olmalıdır.
ü …..Din eğitimi konusunda yeni kurumlar ya da din ve vicdan özgürlüğünde yeni ilerlemeler sağlanamıyorsa cami hocaları dinin eğitim emrini tam yerine getirmesi sağlanmalıdır. Namazdan sonra nasıl camiyi kapatırlar. Hiç olmazsa oturup kendi cematini eğitmelidir. Bir tane hadis de mi okuyamazlar. Bu bilgisizlik ve tembellik bu ülkeyi yedi bitirdi. Ahiler hergün okur sohbet ve talim eder ve ertesi gün uygularlardı = Sürekli Eğitim. Ne kadar önemli?
Ahilik temiz toplum anlayışına hizmet eden iktisadi ve ahlaki süper bir sivil toplum örgütüdür. Rüşvet ve yolsuzlukla da mücadele etmelidir.
ü ……..Kanun önünde yöneticilerin de eşit yargılanması konusunda örnek vermiyorum. Siz bunları biliyorsunuz! Fatih’in mimarbaşı ile aynı düz yerde yargılanması ile Hz Muhammed’in “kimin bende hakkı varsa gelsin alsın, işte sırtım” demesi süper eşitlik örnekleridir. Yani herkes hukukta eşittir. Ahilik bu gibi yüksek ideallere koşturmalıdır.
ü ……..Kırşehirdeki kafelere çay bahçelerine okuma yerlerine okullara küçük küçük ahi el kitapçığı ile ahiliğin sadece bir ana unsurunu içeren yalnızca 10-15 sahifelik küçük tanıtım kitapçığı konulabilir. Ahilik büyük bir buzdağı gibi. Kimse üç beş herkesin bildiği bilginin dışında bir yönüne derinleşmiyor. Halbuki bir konusunu iyi bilen bir kimsenin onu nasıl hayatına uygulayacağı konusunda bir fikri olur ve ahilik şimdi yaşamaya başlar. Dilde kalan herşeyin akıbeti asla hayır olmaz. ahi evrana dua etmekle de ahilik bir yere gitmez.
Rahmetli Şemsi Yastıman bile Memleket Hasreti şiiri ile Ahi Evran-ı bağrına şöyle basıyor;
Hacı Bektaş, Ahi Evran Sultanı,
Aşık Paşa, Kaya Şeyhi cananı,
İmarette neslim Şeyh Süleyman’ı,
Aşk ile bağrıma sarmak istiyorum.
Siz neden bir Ahi olma gayreti ve çabası içinde değilsiniz?
Asıl sorun ihtiyaç hissetmeyen ve düşünmeyen insan modelinde. İşte bu modeli yıkmak ve onun yerine ideallerini düşünen ve ona göre davranan yeni insan için ona ihtiyacını hissettirmek gerekiyor!..
Mükemmel fertlerden, mükemmel toplum oluşturma hedefi = AHİLİK.
YAZILAN BİR AHİ MAKALESİ
(HABER 24 KIRŞEHİR, AHİ SEZGİN ATİK, ESKİ YAZILAR, 16 NİSAN 2011 de yayınlandı)
İNSANLARI GÜZEL AHLAKA AHİLİKLE DAVET ETMENİN YOLU: AHİ KIRŞEHİR
Sevgili okurlar,
Yukarıda göreceğiniz üzere ismimizin başına bir çok sırlı sırsız nedenle AHİ kelimesi ilave etme gereği hasıl oldu. Kırşehir’imizin bu insanlık hazinesinin önemini bazı Kırşehir’li hemşehrilerimizin fark edememesi bizi üzmüş olsa da biz onu araştırarak içine iyice girdiğimiz için ona aşık olduk. Bal yemeyen baldan ne anlar. Yavan ile gevinir durur. Bu yüzden onu öncelikle biz kendi ismimizin başına alalım, samimiyetimizi ispat edelim ve güzel bir de mesaj verelim dedik.
Bu ismi Kırşehir’imizin de isminin başında görebilmek için demokratik çabalarımızı kimseden korkmadan Allah için sürdüreceğiz. Bizi üzen şey değerli kardeşlerimizin bir oya sahip olduklarını unutarak başkaları adına da düşünmeye kalkmalarıdır. Ahi kelimesini duyurmanın önemi Kırşehir’i meşhur etme gayreti olarak anlaşılmamalı. “Ahilik denilince zaten Kırşehir akla geliyor” diyenlerin mihenginde bu yanlış fikir var. Onlar anlamıyorlar. Halbuki biz onda gizli olan onun “İNSANLIK SANATI” tarafı ile ilgileniyoruz. Yani ahiliği vesile kılarak bütün insanları güzel ahlaka davet etmek istiyoruz. Mevlana Konya değildir. O bir ilahi aşktır ve herkesin de malıdır. Onun gibi, Ahilik de Kırşehir değildir. Evrensel bir din temelli güzel ahlaktır. Yılda bir bayram yapmakla bunu duyuramazsınız ve etkili de olamazsınız. Yalnızca bayram namazı kılan bir adam ne kadar ALLAH’a yakın olabilirse, yılda bir ahilik bayramı da o kadar ahiliği insanlara yaklaştırır, anlatır. Bu yüzden ahiliği insanlara sürekli hatırlatmanın ve dillerden düşürmemenin yollarını aramalıyız. Bunun yolu da “beni bununla an” demekten geçer. İsim bir sürekli hatırlatma yöntemidir. Siz en sevdiğiniz kolyenizi en değerli yeriniz olan döşünüzde taşımaz mısınız? İşte Kırşehir’de adının başına çakmalı, kazımalıdır, özdeşleşmelidir, kaynaşmalıdır onunla. Bu hem tarihi bir görev ve sorumluluktur, hem de bir şeref ve kazançtır onun için.
Eğer insanlar ahiliği sürekli anarlarsa artık bir gün merak ederek “ahilik de neymiş acaba” demeye başlayabilirler. Şayet siz de onu güzelce anlatabilecek değerli fikir adamlarınız varsa ve insanları işin içine çekebilirseniz onun sadece Kırşehir’de yatan, modeli geçmiş bir evliya olmasından daha fazla şey olduğunu, hatta günümüz sorunlarına nasıl etkili çözümler ürettiğini anlatabilirsiniz. Yani tarihi, günümüz sorunlarına ışık tutan öz değerlerimiz olarak görebilirsek bu ülkeyi tercüme ve kopya belasından kurtarıp, adam olmaya ve diğer insanları da kurtarmaya namzediz artık demektir. Kuran’ın mezarlıkta okunmasıyla, bir vakit Ahi Evran vardı diye öğünmenin ne farkı var. Fakat bu zat “nasıl ahlakla ticareti seviştirmiş, mükemmel insanı nasıl elde etmiş, sorunları devlete götürmeden nasıl çözmüş, saygı ve sevgiye dayalı hiyeraşik düzeni nasıl oluşturmuş, dinin hangi iman ve ahlak prensiplerine dayanmış, Allah korkusunu nasıl sağlamış, yardımlaşmada iç hukuk dediğimiz vicdanı nasıl canlı tutmuş, çizgi dışı gidenleri “pabucunu dama atarak” nasıl kesip atmış, tasarruf ve ihtiyaç esasıyla israfı nasıl önlemiş, sigorta sistemini nasıl kurmuş, kaliteyi nasıl sağlamış, insanları dünyevileşmekten nasıl korumuş, sürekli eğitimi nasıl sağlamış” deyip birazcık merak edebiliyorsanız, o size çok şeyler söyleyecektir eminim.
İşte bunları hem bilen, hem de üstüne aşık olan, hem de onlar gibi namaz kılan, idraki derin ve sözü latif, cesaretli insanlar yapabilir. Biz ismimizin başına koymakla ona gereken değeri şüphesiz vermiş oluyoruz. İkinci olarak böylesine tarihe mal olmuş bir ismi taşıma şerefiyle onu günümüze taşıyarak yaşatmış da oluyoruz şüphesiz. Bu taşımaların insanlar üzerinde son derece olumlu psikolojik etkileri de olacaktır eminim. Ben bu ismi haddim olmayarak almakla ona değer verdiğim gibi o da beni şereflendiriyor ve arkasından da açık bir sorumluluğu üzerime yüklüyor. İnsanların bunu görünce akıllarına ilk gelen şey “sen ahilik ahlakına uyuyor musun?” sorusu olacaktır kuşkusuz.
Benim de nefis taşıyan bir ben-i adem olduğum açıktır. Seven sevdiğine tabi olur. Eğer ben ahiliği seviyorsam onun güzel ahlak kurallarına uymak da bana zor gelmeyecektir. Yalnız hedefimi doğru tespit etmeliyim. Şöyle ki;Bu ahilik kuralları nereden geldi diye düşünürsek kaynağının ayet ve hadislere dayandığını çok açık görebiliriz. O halde Ahi Evran-ı pas geçip perdeyi aralayıp arkadaki ALLAH’ı ve onun merhametli ve dini hayata taşıyan Rasulünü görebilmeliyim. İşte şimdi bütün işler Allah’a varmış ve onun güzel hatırı için yapılmış olur.
Güllerim
Ahi güllerim
Sizleri çok özlerim
Yanımda hep
Bir ahi beklerim
Güllerim güllerim
Ben hep
Hakka gül derenim
Ahilerim
Canlarım
Güllerim
TÜRKMENİM AHİ OLUYOR
*
Dursun duysun dedim de sarıldım
Yazdın saldın kucağıma okudum
Gurbet ele ocağımı döşedim
Özlemlerin ahı bekler dursunum
*
Türkmenim derdim neslim göçetti
Ağıl otlak dar geldi de terk etti
Anadolu yaylasına çarketti
Alparslanım şahı haklar aslanım
*
Malazgirt açtı bu toprağın dilin
Oğuz Bayat Türkmen Yörük aşretin
Yurt buldu da kuzu saldı yaylanın
Hayvanların başı bekler çobanım
*
Aç kaldı açıkta kaldı bir zaman
Çıka geldi Hoy’dan bir zahit adam
Bağdat ilinden el aldı ol ferman
Sanatkara AHİ derler civanım
*
Evvel vardı Kayseri’ye han dikti
Cümle sanat erbabına el attı
Bacıları ayrı dizdi dokuttu
Dokuyanın gönlü nazdır ceylanım
*
Moğollar sardı var Türkmen yurdunu
Ahiler savundu Kayser burcunu
Bir ermeni deyiverdi sırrını
Ahilerin kanı akar kurbanım
*
ahi kul ahmed
*
BİR AHİ BÜYÜYOR
Biri ya takılacak ya zulmedecek
Yahut yüreğim şöyle bir okşayacak
Hak ruhuma ney misali üfürecek
Ötmeye mecbur kalır şairin oğlu
*
Rabbim yollamış beni Kırşehir iline
Babam Ama Hafızın Hakkı’dır biline
Beş yaşında gidilir mi Cumhuriyet’e
Mahkemeye mecbur kalmış Kalaycıoğlu
*
Orta ikiyi feda, git İmam Hatipe
Kuran, tefsir, hadis, arapça ilim ile
Üç yıl sonra dön gerisin geri Cacabey’e
Birinciliğe yakışmaz mı imamoğlu
*
Kırşehir Lisesi az kahrımız çekmedi
Nimet hanım şu kızla dans ediver derdi
Sütçü edebiyat notumu pek kısardı
İtiraza mecbur kalmış berberin oğlu
*
Ali Hikmet söyler “çatal karam çingenem”
Porto Riko’da kumar, Kâbe’de namazım
Desteksiz atardı Ali Hikmet’in vahabım
Özlemeye mecbur kalmış berberin oğlu
*
Sonra gurbet başladı Siyasal ile
Koptu bağrım gül kokusun eller ile
Hasret çöktü Aşıkpaşa’da dam eve
Özlemeye mecbur kalmış gurbetin oğlu
*
İneğimiz vardı sürerdik sığıra
Tavuklar gıdaklayıp verirdi yumurta
Misafir ağırlardık iki katlı konakta
Gelenleri seyran etmiş konağın oğlu
*
Büyümüş okumuş Ahi Evran kim demiş
Kalem çalmış Ahilik bir insanlık imiş
Site kurup “ahikirsehir”i duyurmuş
Duyanları hayran etmiş ahinin oğlu
*
Lakin halkı şaşmış, bilirken bilmez olmuş
Ahi Evran veli yerinde yatsın demiş
Duadan öte de bir şeyini bilmezmiş
Cahilleri seyran etmiş bilenin oğlu
*
Garipname ile Aşıkpaşa menzilli
Felekname dedi kim Ahmedi Gülşehri
Yaratılanı yaratandan seven Yunus’u
Cümlesini seyran etmiş Rahmanın kulu
*
Ey Kırşehir bağrındakiler beni yakar
Karabacak Dinekbağı Kılıçözü akar
Kaleden oruçta ramazan topu atar
Kul Ahmet beyan etmiş ki Hakkı’nın oğlu
*
ahi kul ahmede nasib
Önemli Not: Bu yapılan çalışma Ahilik ile ilgili olarak yerel ve ulusal bazda neler yapılacağına ilişkin araştırmaların ulaştığı ilk ve HAM bir çalışmadır. Bu çalışmada tespit edilen tavsiye ve önerilerin bir ileri aşamaya getirilebilmesi için işlenmesi ve kullanılabilir somut örneklemelere dönüştürülmesi gerekmektedir. Bu işlem için ikinci olgunlaştırma çalışması tarafımızdan ferdi olarak kişisel beceri ve yeni araştırmalarımız ışığında yapılmaya çalışılacaktır. Ancak önerilerin hedef gösterdiği devletin idari birimleri ile diğer sivil toplum örgütlerinin bu önerilerden herhangi birini yada birçoğunu kendi başına işleyerek yeni öneriler sunmasında bir mahsur olmayıp, bu davranış ahiliğe güzel bir hizmet olarak yansıyabilir. Bu çalışmalar için bizim kişisel tecrübelerimizden yararlanmak üzere bize aşağıdaki telefon numaralarından başvurabilirler. Böylesine aynı güzel amaç için kolektif bir çalışmaya davet edilmemiz bizleri fevkalade memnun eder. Ayrıca ahilik konusunda sivil toplum örgütlerinden yada eğitim ve benzeri resmi birimler tarafından talep edilebilecek konferans veya sohbet toplantısı için gereken özveri tarafımızdan gösterilecektir.
Saygılarımla.
İletişim:
0 507 701 10 25
Ahiliğin de yer aldığı sitelerimiz
http://www.ahikirsehir.com
www.insanveislam.com/
Güllerim
Ahi güllerim
Sizleri çok özlerim
Yanımda hep
Bir ahi beklerim
Güllerim güllerim
Ben hep
Hakka gül derenim
Ahilerim
Canlarım
Güllerim
BAŞSÖZ
Allah’ın (cc.) adıyla, Hz. Muhammed (a.s)’a salatü selam olsun.
Değerli Okuyucu,
Elinizde bulunan bu küçük kitapçık Kırşehir Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği’nin Ahiliğe küçük bir hizmet sağlamak amacıyla talebi üzerine acizane Kırşehir, Aşıkpaşa Mahallesi Tekke Sokak’ta yetişmiş bir kardeşiniz olarak tarafımızdan hazırlanmıştır. Fikri çalışma bu acizden, maliyetlerini karşılamak da anılan birlikten olmuştur.
Bu satırları yazmaya başlarken, bir yandan Müslümanların terörist olmadıkları, onların da diğer insanlar gibi barıştan yana oldukları yolundaki, bildik/alışılmış yorumların -iyi niyet¬li- bir yenisini dinliyordum görsel basında. Öte yandan da seni, onu ve beni yani bizi nasıl bir geleceğin beklediğini düşünüyor, gelecekte neler yapılması gerektiği sorusunu -hemen her gün sorduğum bu soruyu- kendime bir defa daha soruyordum.
Düşündükçe gördüm ki, -11 Eylül’ün, yeryüzünün gerçek şer odaklarının maskelerini düşürmesi ve insanlığın onları daha yakından tanımış olması gibi son derece müspet rolü yanında- İslam dünyası için de, tarihinin önemli bir dönüm noktasını teşkil etmesi de mümkündür. Zira İslam bir yandan 11 Eylül sürecinde Batı tarafından terör ile eşanlamlı hâle getirilmeye -kasıtlı olarak- çalışılmakta, buna mukabil İslam dünyası çok farklı tepkiler vermekte, daha doğrusu ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette bocalamaktadır. Bu durumun tek kelimeyle manası İslam dünyasının tarihin dışında kalmasıdır.
Bir başka ifadeyle İslam dünyası tarihin öznesi değil, nesnesi durumundadır. Tarihin şu andaki öznesi olan Batı -Kıta Avrupası ve Amerikasıyla Batı- ise, insanlığı son derece vahim gelişmelerin eşiğine getirmiş bulunmaktadır. Batı, yeryüzünün beşeri-maddi bütün imkânlarını kendi egoizmi ve çıkarcılığı uğruna vahşice, hoyratça
zalimce, adaletsizce, müsrifçe talan etmeye devam etmekte ve bu düzeni “Globalizasyon” “Küreselleşme”
“yeni dünya düzeni” etiketi altında kendi dışındaki dünyaya dayatmaya ve kalıcı hâle getirmeye çalışmaktadır. İslami terminoloji ile ifade edecek olursak “şer odakları” her çeşidiyle “munker”i yay(gınlaştır)makta; “hayır odaklan” ise. her çeşidiyle “ma’rûf’u yeryüzünde egemen kılmakta başarısız kalmaktadırlar. Bu denklemde İslam dünyasının olması gereken yeri elbette ki “hayr”ın safında olmak, hatta öncülük rolü oynamaktır:
İşte böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara karşı şahit olasınız, peygam¬ber de size karşı şahit olsun. (2/el-Bakara, 143)
Siz insanlar için [tarih sahnesine] çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği (ma’ruf) emreder kötülüğü (munker) yasaklar/engeller, Allah’a iman edersiniz. (3/ Âlu İmrân, 110)
Ne var ki İslam dünyası şu anda böyle bir rolü yerine getirebilecek durum¬da değildir, zira bunun için gerekli donanıma sahip değildir. Burada söz konusu olan “donanım” sadece madde planında “kalkınmışlık-gelişmişlik”ten ibaret değildir, Bilakis asıl donanım eksikliği hiç düşünmediğimiz bir alanla, yani “Müslümanlığımız” ile ilgilidir. Bu noktada “İslam dünyası İslam’dan uzaklaştığı için geri kalmıştır, tekrar İslam’a dönerse bütün problemler çözü¬lür” şeklindeki yüzeysel ve yaygın yaklaşımdan bir farkımızın olup olmadığı akla gelebilir.
İki söylem arasındaki zahiri benzerliğe rağmen, özde çok derin bir fark vardır. Bu derin fark yaygın söylemdeki “İslam’ın geçmişteki yorumlardan ibaret, geleneksel yaklaşımların tekrarı niteliğindeki geleneksel/taklidî bir “İslam” olması; her şeyin hazır İslami çözümlerinin elde mevcut olduğunun “varsayılması”; buna mukabil bizim işaret ettiğimiz “Müslümanlık”ın yeniden inşa edilmesi gereken bir “dünya görüşü” olmasıdır. Daha açık bir ifade ile İslam dünyası problemin sadece verili bir İslam’a dönmek kadar basit olmadığını; bilakis dönmeye ve ihya¬ya çalıştığı verili “İslam”ın birçok iç problemle karşı karşıya bulunduğunu, dolayısıyla kendi “İslam’ımızı kendimiz inşa etmekte mükellef olduğumuzu” bilmesi gerekir.
Yine bilmesi gerekir ki, bu yeniden inşa süreci parçacı ve yüzeysel değil, kapsamlı ve köklü bir çaba olmak zorundadır. Zira artık İslam sadece Müslümanlar için değil, bütün insanlık göz önüne alınarak ve gezegen ölçeğindeki gelişmelere merkezi bir önem verilerek yeniden formüle edilmek durumundadır. Bu yeni formülasyonu, “İslam’ı bir “dünya görüşü” olarak sunmak” şeklinde özetlemek mümkündür.
İşte elinizdeki bu küçük eserin temel hedefi İslam’ı bir “dünya görüşü” olarak sunabilmek için onun içinde ürettiği ve tamamen onun normlarına göre geliştirerek Türk gelenek ve görenekleriyle bezenerek akli bir usta (Ahi Evren) tarafından inşa edilerek piyasaya sürülen ve insana uygunluğu nedeniyle yaygınlaşan ve pislikleri arasına almayarak ve kesip atarak uzaklaştırmak suretiyle uzun bir yaşam sürme şansı elde eden AHİLİK anlatılmayaca fakat tanıtılıp sohbet şeklinde sevdirilmeye çalışılacaktır.
Bunun bir amacı da, bu suretle İslam dün¬yasının tarihe müdahil olmasını sağlamaya yönelik bir katkıda bulunmaktır.
Elinizdeki bu küçük çalışma dine dayandığı halde dinİ boyutu anlatılmamış bir Ahi kitapçığından, ya da siyasi ve ideolojik, ya da tarikat veya parti mülahazasıyla yazılmış ve aslından koparılmış bir Ahi kitabından farklı olacaktır. Öyle ki insanlar itikatlarındaki sapmalardan dolayı hemşericilik dinine yada ahi dinine tapmak istemektedirler. Allah’ın yücelmesi ve peygamberin örnek alınması gerekir ve bütün müslümanların ümmet ve kardeş olarak görülmesi gerekirken, hemşeriler, yada hemşerilerin içinde dar bir alanda ahilik için çalışmak istemektedirler. Bir üst paranteldeki bir başka sara hastalığı ise Milliyetçiliktir. Milliyetçilik, İslam’ı ve ümmeti parçalayan afazi bir hastalıktır.
Işte bu saydığımız hastalıklar Ahiliğin de bu tür insanlar tarafında kendi bakış açılarına göre yorumlamak istemeleriyle yeni bir afaziye yol açmaktadır. Tarafsızlıklar yitirilmektedir. Hatta Dr ünvanıyla yazanlar bile “aman İslam’ını anlatmayalım da Batılılar örnek alsınlar” dalalet veya gafletine düşebilmektedirler. Böylece Ahiliği İslamın bir başarısı olmaktan uzaklaştırıp İslam’ın tebliğ gücünü zayıflattığının farkında bile olmamaktadfırlar. Allah iman ve idrak versin onlara.bu, elma var ağacı yok demeye benzemektedir.
Bu noktada yapılması gereken şey şu olabilir.. Kırşehirdeki Ahilik Araştırma merkezi önce Enstitüye dönüştürülmelidir bir..bu dönüşüm yapılsın yapılmasın piyasaya çıkmak isteyen her Ahi kitabı bu merkezin onayından geçmesi teşvik ve sağlanabilir. Basılacak kitabın kapağına bu merkezin tasdikinden geçtiğine ilişkin bir logo ve ibare yazılırsa bu iş olur. Insanlar da adeta kalite kontrolden geçmiş gibi bu kitapları almaya yönelirler ve dışardakilerin satışı düşer. Ilgili merkeze duyurulur..
Bu küçük çalışma bu yönde bir kırılma ve yeni bir anlayışın yerleşmesi yönünde atılmış bir ilk adım olabilirse amacına ulaşmış olacaktır.
Bu vesileyle, bu çalışmanın, imkânsızı mümkün kılan imanın davasını yüklenecek olan “Âsım’ın Nesli”ne küçük bir öğüt olmasını diler, bu neslin yetişme¬sine de vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ederiz.
Ahilerde yemek yeme adabı diye bir adab vardı. Eller önceden yıkanırdı. Hane sahibi buyur etmeden kimse sofraya oturamazdı. Aksi adaba mugayir sayılılrdı. Herkes kendi önünden sağa sola bakmadan ağzını şapırdatmadan sessizce sakince, başkasının da o kaptan eşit yemesine fırsat vererek yemeliydi. Yemekler ayrı ayrı tabaklara konmazdı. Tek ve büyük bir kalaylı bakır veya toprak çanak/çömlekten birlikte yenirdi. Tek kaptan yemenin manası ahi kardeşiyle bir şeyi paylaşabilmeyi öğrenmek ve bunda hakkaniyete dikkat edebilmesini sağlamaktı. Kaşıklar tahta şimşir gürgen veya dut kaşıklardan olurdu. Yerken bu kaşıkların sizden tarafından ağzınıza götürmeniz ters tarafından ise yemek ya da çorbaya batırmanız gerekir idi. Böylece ağzınızdan bir miktar bulaşığın yemeğe girmesi de önlenmiş olurdu. “ye kürküm ye” benzetmesi Ahi Evren’in Letaif’inde de geçiyor. Yani sofrada bile adamına göre muamele etmeyeceksin demek istiyordu. Ve etmezlerdi. Aşırı yemek yememek gerekiyordu ve iştahı varken çekilmek gerekliydi. Ekkel (obur) olmamalıydı ahi.. Havvasların doyana kadar, avamın doyduktan sonra yemesi haramdı. Fakat ahiler havvastan sayılırdı.
Yemekten sonra hane başkanı dua ederdi. Onların geleneksel duaları şöyleydi:
“Rabbim Teala yedirsin içirsin. Yahşilarla tanıştırsın, yamanlardan uzaklaştırsın (kötülerden), yiyenlerin yedirenlerin üstünden belaları aştırsın, cennet nimetleriyle tanıştırsın, cehennemden uzaklaştırsın, kabeyi dolaştırsın, zemzeme kavuştursun, artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin”
Ahi ocakları bugünkü köy odaları şeklideydi. Ramazanda oralar da şenlenirdi. Oralarda da ahi edep ve usulleri uygulanırdı. Bazı oyunlar oynanırdı. Halk şairleri elde sazla köy köy gezerler türkü çığırırlardı.
Zaviyelerde yemekten sonra dua edilir. Ortalık temizlendikten sonra bir güzel sesi olan kuran okurdu. Daha sonra kısa bir süre tefsir dersi başlardı. Arkasından hadis izahı yapılırdı. Daha sonra kadı veya bir müderris belli bir konuda sohbete başlardı. Daha sonra ustalar kendi çırak ve kalfalarına meslekin inceliklerini anlatımlarda bulunurlardı. Artık vakit ilerleyince yaşlı ve ustalar çekilir evlerine giderlerdi. Gençler geç saatte yaran sohbetine geçerlerdi. Artık oyunlar oynanır, şakalar yapılır, hem de ne eşşek şakaları. Bugün bile hala Çankırı bölgesinde devam ettiğini haber almaktayız. Biz de şu iki dörtlüğü karalayıverdik yarısı eşek şakası olmak üzere.
Birisi bize dost olmak istemiş. Biz de onun hakiki güvenilir bir dost olup olmayacağını öğrenmek için önce çok güzel bir şiir gönderdik.
Nemrud kim İbrahime
Bostan yap ateşine
Hakkın gül didarına
Halilim diyen menem
***
Kırdım nefsin çerisin
Giydim takva libasın
Pak eyledim odasın
Gel gönlü yuyan menem
***
Adıma “kul”u takdım
Sırrı aleme çaktım
Levhi kalemden yazdım
Dilde söylenen menem
***
Bunlar senin kulların
Günahı çok bunların
Sal bunları Ahilerim
Postta oturan menem
***
Bırak beni yanayım
Kül olup savrulayım
Muhammed’e post olayım
Var bak tebaan menem
Bu şiir çok güzel bir karşılık buldu ve gözlerinden öperim diye bir mesaj geldi. Arkasından şu şiiri yolladık:
Olmaz bu kadar ucuz olmaz
Hak kelamı elbet satılmaz
Keşke yüküm himmet olaydı
Bu sekleme eşşek bulunmaz
***
Vardım at pazarına eşşek diye
Eşşek osurturlar bana at diye
Gördüm ademini kır eşşek diye
Bu seklemi ademe eşşek dayanmaz
Bu kez tık yok. böyle olunca anladık ki bundan bize mürid çıkmayacak. Zira iyime de iyi kötüme de iyi demeliydi…İzahı bunun şöyle: Bir buçuk (bir erkek bir kadın) müridi olan bir zat varmış Ankara ilinde. Müridleri bir gün demişler ki “hocam bir keramet gösterseniz de müridleriniz artsa demişler. Hoca gerek yok dediyse de dinletememiş ve bir gün Pazar yerinde bir karganın başını kopardıktan sonra tekrar yapıştırmış ve uç demiş o da uçmuş. Bunu gören ahali o zata mürid olmak için akın etmiş. Evler almamış yeni müridleri. Fakat bunları bir gün imtihan etmek kaç tanesi gerçek ihlaslı mürid olabilir diye kavara denen kuru bağırsağı beline dolayıp cemaat olarak namaza durmuşlar. Hoca rukuya eğildikçe bağırsaktan ossuruk sesleri çıkınca yeni müridler “bu abdestsisiz arkasında namaz kılınmaz deyip hepsi de müridliği terketmiş. Aynı eski birbuçuk müridi kalmış geriye. Onlar şöyle düşünmüş: “bir bildiği olmalı”demişler. Hoca onları yanına çağırıp demiş ki: gördünüz mü kargayla toplanan kavarayla dağılır demiş. Bizimkisi de o hesap işte..
Zaviyelerde bazan halk oyunları niteliğinde ya da ortaoyunları da oynarlardı. Örneğin bir değirmenci ortaoyunu vardı ki kırar geçirirdi. Şöyle: köylü eşeğine biner gelir. Yastıklar sırtta ya da adam adamın sırtında. Değirmenci bunlara git sonra gel der. Bir daha bir daha tekrar takrar gelir giderler. Değirmenin çalıştığını göstermek için sopalarla birbirine vurarak insanların önlerinden geçer. Değirmencinin dediği sıra çok diyerek aslında rüşvet istemektedir. Birisi birinin kıçının altından bir sopa vurur ve elini uzatır avucuna örnek un düşürüp kontrol etmek istemiştir aslında. Derken kadıya şikayete giderler. Kadı yaşlı biri olur. Fakat kadı namazdadır ve namaz bir türlü bitmemektedir. Çünkü kadı da rüşvet istemektedir. Derken oradan da eli boş dönerler. Sonrasında bu düzenin bozukluğuna ilişkin taşlama mahiyetinde şeyler söylerler. Zaviyelerde geleneklerin etkisi olarak halk şairleri de gelirdi. Halk türküleri söylerler, saz çalarlar, şairlerin atışmaları olur, yahut acı bir ölme veya öldürme olayı ağıt şeklinde anlatılırdı. Bu ağıtlar Pazar yerlerinde de bir taşın üstüne çıkıp anlatıldığı olurdu.
Bir Türkmen olan Pir Sultan Abdal’a bir yol verelim..
Bu yıl yaylanın karı erimez
Eser badı saba yol bozuk bozuk
Türkmen çıkıp yaylasına yürümez
Bozulmuş aşiret el bozuk bozuk
***
Elim varmaz güllerini dermeye
Dilim varmaz hasta halin sormaya
Dört kitabın manasını yormaya
Sazım düzen tutmaz tel bozuk bozuk
***
Pir Sultanım yaratıldım kul diye
Zalimlerin elinde mi öl diye
Dost name göndermiş durma gel diye
Gideceğim amma yol bozuk bozuk
Kırşehir’in adının;
AHİ KIRŞEHİR
AHİŞEHİR
AHİŞEHRİ
‘den birisi olmasını teklif ediyoruz. Ancak bize AHİ KIRŞEHİR daha cazip geliyor. Çünkü Kırşehir ismini oraya Türkmenler verdi. Bu ismin korunması uygun olur. Bu yolla Kırşehir’in Ahiliğe daha güzel hizmetler yapması umulur. Tabbi sizin ahiliği anlatabilecek yetişmiş ve fedakar adamınız varsa.
Türkmen Mutasavvıfları ile Mevlana ve diğer tarikatların anlayışı arasındaki farklar.
Sofi anlayışı dönme, raks, cezbe ile Allah’a ulaşma, seyri sülüki enfüsi, kendi benliklerini ne kadar iyi tanırsa Allah’ı da o kadar iyi tanır. İnsan ruhunun derinliklerine nufus etmek onları keşfetmeye dayanır. Bunlarda tabiatı tasavvur eden hiç bir şey yoktur. İnsan ruhunun kötü eğilimlerini iyiye yönlendirmeye çalışır.
Türkmen Mutasavvıfları ise seyru süluki afaki’dir. Tabiata yönelir. Neden? Çünkü Türkmen tabiatta yaşıyor. Yağmurla, davarla, yaylayla, çimenlerle, dağlarla, güneşle, gecede ayla, soğukla, sıcakla birlikte yaşıyor. O eşyaya tabiat kanunlarını nasıl yarattığını ve insanın nasıl yaratıldığını, onun yaratılışındaki azameti düşünüyor ve tabiatı keşfederek Allah’a ulaşmaya çalışıyorlar. Ahi Evren ve Hacı Bektaş-ı Veli Türkmendir. İşte Ahi Evren’in aynı zamanda bir şeyh olmasına rağmen akşam ders gösterip sabahleyin iş başı yapması, fikirlerinde eşari mezhebini taklid etmesine rağmen anlattığımız şekilde yine farklı bir yol izlemesi, onun bir şeyhten ziyade filozof olması gibi bir çok neden hayatla iç içe bir din ve ahlak ve çalışma anlayışının doğup gelişmesine yol açmıştır. Bu tenasub ahiliğin kısa sürede köylere kadar yaygınlaşmasındaki ana amil olduğu gibi aylakları ve suçluları içine almamasının da etkisiyle 800 sene uzun bir hayat sürdürebilmiştir. Hayvanlar aleminde bile güçlü olandan ziyade uyum sağlayabilen hayatta kalır. aynı hikaye…
Ahiler bir dua ederlerdi. Bu dua bir hadistir ve Ahi Evren’in Letaifi Gıyasiye kitabında da yer almaktadır. Bu duaya Kırşehir’liler olarak çok ihtiyacımız var diye düşünüyorum? İlme değer vermiyoruz ve hakkı bilip yanlışta toplaşıyoruz gibi geliyor? Şöyle ki: Hadis dua:
“Allahümme erinel hakka hakkani, verzukna ittibaehü. (Allah’ım bize hakkı göster (tanıt) ve o hakka uymayı da nasib et)
Allahümme erinel batıle batılen, verzukna ictinabehü (Allah’ım bize batılı tanıt ve o batıldan uzak olmayı da nasib et.)
Ve erinel eşyae kema hiye hakkahü (Eşyayı da nasıl ise öylece bize tanıt)”. Amin…
Her sabah beslemeyle açılır dükkanımız Hakka iman ederiz müslümandır şanımız Eğrisi varsa bizden, doğrusu elbet sizin, Hiylesi, hurdası yok, helalinden malımız Müşterimiz velinimet, yâranımız, yânmiz Ziyadesi zarar verir, kanaattir kârımız.
Kızına talip olan delikanlıya kız babası damadı olacak erkeğin yâran meclisine katılıp, o dostluğu, kardeşliği tadıp tatmadığını, o terbiyeyi alıp almadığını sorarmış.
Bundan dolayı da:
Kız anadan öğrenir sofra düzmeyi
Oğlan babadan öğrenir sohbet gezmeyi
Sözü darb-ı mesel haline gelmiş..
Osmanlıda para vakıfları vardı. Bunlar hakkında biraz söz edelim.
Osmanlı’da vakıfların vakfetme nedenleri çok kapsamlı idi. Örneğin parayı ihtiyacı olana faizsiz bir müddet sıkıntısını gidermek için vakfeden vakıflar vardı. Bugün esnaf sandıkları var fakat güçsüz ve yeterli değil. Büyük işletmeler için ayrı ve etkin bir sandık hiç yok. doğrudan bankaların kucağına.. ve bedeliyle..
Fakirler için parasını vakfeden kimseler vardı.
Yalnızca dul kadınlar için parasını vakfedenler vardı.
Varlığını vakfetmek isteyen kişiler Kadı’ya giderlerdi. Kadı bir vakıfname hazırlardı. Ayrıca bir de tüzüğü olurdu.
Fatih döneminde bazı para vakıfları kendi kaynaklarını hem nemalandırmaya ve hem de ondan bir kısmını hayır işine kullanmaya başladılar.
Sıkıntıya düşenler için kurulan vakıflardan para alıp da işini bitirdikten sonra geri ödemeyenler için tazir cezası uygulanırdı.
Selçuklu ve özellikle Osmanlı’da temel toplum birimi aileden sonra ikinci siırada mahalle idi. Toplumda az çok birbirini tanıyan insanların oluşturduğu bu temel ikinci birim de bir bilinç oluşturulması düşüncesine dayanırdı. Batı bunu bugün yeni keşfediyor. Biz ise gittikçe kaybediyoruz. Örneğin mahallenin namusu, mahalle baskısı, mahallenin kabadayısı, mahallemizin zengini, mahallemizin dulları ve benzeri kavramlar bu düşünceden kaynaklanarak oluştu. Devlet bu konuda çok akıllı davranarak kendi fakirinizi kendiniz doyurun, kendi hırsızınızı kendiniz yakalayın, kendi ahlaksızınızı kendiniz barındırmayın gibi adı konmamış bir politika izledi. Bunlar zaten din temelli argümanlardı. Elbette mahallenin bir bekçisi, şehirde bir kadısı , şehir emini vardı.
Konya Şer’iyye Sicilinden elimize geçen bir kaydı size aktaralım örnek olay olarak.
Hicri 1117 yılı yani 1700’lü yıllar ediyor. bir mahallede sarhoşun biri bir zimminin (ehli kitap fakat müslüman hakimiyeti altında yaşıyor) evini gece yarısı bağırarak kapıyı kırarcasına tokmaklıyor. Kapıya çıkan ev sahibini başlıyor dövmeye. Adama bu arada diyor ki “getir karını bu gece senin karınla yatacağım” diyor. Boğuşma esnasında adamı da bıçak darbesiyle öldürünce, kadın evin bir odasına kaçıp kapıyı arkadan kilitliyor. Sarhoş içeri girip o kilitli kapıyı kırmaya çalışırken o arada mahalleli bu bağırtıları duyup yetişiyorlar. Derken o sarhoşu yakalayıp önce zabitana ertesi günde kadının huzuruna çıkarıyorlar. Bu adamın eski suçları da oldukça kabarık olduğu ortaya çıkınca sarhoşun asılmasına karar veriyorlar ve asıyorlar. Buradaki ilginç olan şey mahallelinin olaya geç de olsa müdahalesidir. Bu yüzden her şeyi devletten beklemek insanlardaki sorumluluk duygularını öldürüyor, yardımlaşma duygularını öldürüyor. Fakiri belediye doyursun, kömürü devlet versin, versin versin versin, oldu olacak çocuğu da devlet yapsın, vergiyi de devlet versin, denizde boğulanı da devlet kurtarsın, kavga edenleri de devlet ayırsın.. uzat gitsin. Devletin önemli konularda müdahil olması anlaşılabilir bir şey olabilir. Ancak zamana dayalı işlerde, hayırlarda da insanların güçlerini bu yöne kanalize etmek gerekir. Merhamet, hayır yapılınca insan üzerinde etki gösterir. Merhamet eden merhamet bulur hadisinin manası budur. Yani hayır yapmanızdan sonra merhametli olursunuz.
Bacıyan-ı Rum
Bacıyan-ı Rum’un kurucusu Ahi Evren’in hanımı Fatma bacı (kadın ana, kadıncık ana)dır. Ahilerin ilk ciddi yerleşimleri ve sanayi sitesi kurmaları Kayseri’de olduğu için Bacıyan-ı Rum’un kuruluşu da o tarihlere rastlar. Temel felsefeyi Ahi Evren verdiği için aynı prensipler onlar için de geçerlidir. Din ahlak ve çalışma ve hizmet…
Bacıların asıl işleri örgücülük, dokuma ve benzeri keçecilik gibi el sanatları ağırlıklıdır ve sanayi sitesinin ayrı bir bölümünde toplu çalışma şeklindedir. Bir ustadan el almadan bu iş yapılamazdı. Dini eğitim zorunlu idi.
Bacıların askeri faaliyetlerde de önde olduğu görülüyor. Ravendi, Harezmlilerle Irak’lılar arasındaki savaşı anlatırken 1197 (594) “Harezmli kadınlar zırhları giydi ve her kadın elli Irak’lıyı önüne katıp sürüyordu” diye bahsediyor.
Moğolların Kayseri muhasarasında da önemli görevler ifa etmişlerdir.(1243) ancak kadıncık ana bu savaşta esir düşmüş ve uzun yıllar moğolların elinde esir olarak kalmıştır.
Osmanlı Beyliğinin genişlemesi sırasında bazı Bizans kalelerinin için askerleri sokmak için küfelerin içine askeri koyup erzak getiren köylü kılığında savaştıkları bilinmektedir.
Bacıların misafir ağırlama işleri de vardı…sürekli gelen göçler bir çok insanı zaten misafir konumuna düşürüyordu. Bu sebepler zaten ahi teşkilatını hazırlayan sebeplerden biriydi.
Hacı Bektaş-ı Veli Menakıb-name’sinde fatma bacının o tarihlerde genç kız olduğunu erenler meclisine yemek pişirmek ve sofra düzmekle meşgul olduğunu haber vermektedir.
İbn-i Batuta da gezdiği bu illerde ahilerin misafirperverliğine şahit olduğunu, misafir-hanelerde Türkmen kadınların hizmet, izzet ve ikramlarda bululnduğunu yazıyor. Yoksulların barındırılması, misafirlerin ağırlanması kızlarla imece usulü bazı işlerin yürütülmesi de buna dahildi diyor Batuta.
Bacıların bir de dini tasavvufi boyutu vardı.kendilerini tam bir tarikat olarak nitelemek zor olsa da genellikle onlar Evhadiye tarikatına mensubtular. Fatma bacı ve kız kardeşi Amine Hatun birer mürşide idiler. Babaları şeyh Evhadüttin-i Kirmani’nin tarikatını temsil ediyorlardı. Hatta 16 asrın başlarında İstanbul’da “Ayşe Bacılar” diye bir tasavvufi kadınlar cemaatini Rus bilgini Gordlovsky’nin tespit ettiği biliniyor. Bu bir Bacıyanı Rum teşkilatıdır ve başı da Ayşe Bacı’dır. Bu tarikat şeyhlerinin hanımlarına Anadolu’da “Ana-bacı” denirdi.
Hanımların kurduğu vakıflar ve zaviyeler de vardı. Mesela Mihrimah Sultan, Mihrimah Camiini kendi kurduğu vakıf arcılığı ile yaptırmıştır.
İran, İslam orduları tarafından fethedildiğinde Medai kendtindeki erkekler ta Hindistan içlerine kadar kaçtılar. Fakat kadınlar ve çocuklar orada kaldı ve müslümanların eline düştü. Komutan Sad İbn-i Ebi Vakkas bir mektup yazarak Hz. Ömer’e sordu. Hz. Ömer’de verdiği cevapta “o dulları ve genç kızları müslümanlarla evlendir ve ganimetten da paylarını ver “dedi. Böylece varlıklı birer hanım oluyorlardı. Müslümanlar müslüman olmayanlarla evlenebilirlerdi.
Bacılar bugünkü mutfaka Matbah diyorlardı. Evlenme işlerini çok rahat konuşabiliyorlardı. Bazen şeyhler ya da ustalar “sen şu kızını şuna ver” diyebiliyordu. Bazen de kız babaları benim kızım var. Gel senin oğlanla bunları evlendirelim diyebiliyorlardı.
Köy hayatındaki Türkmenlerin komşu erkeklerle konuşması ve yarenlik etmesi şakalaşması şehre göre daha farklı ve rahattı. Belki de köyde konuşacak insan sayısının azlığı bunu onlara mecbur bırakıyordu.
Gelin elbisesi
Onların elbiseleri tarlada çalışmaya göre daha elverişliydi. Her tarafı kapalı feraceler giymezlerdi. Bindallılar çok yaygındı. Nişan ve düğünlerde gelinler bindallı giyerlerdi. Bugünkü moda pahalı ve milyarları bulan beyaz gelinlikler batıdan bize geçmedir ve ta bir israftır. Bir kayınbaba gelinine rahatlıkla şunu diyebilmelidir.”kızım senin beyaz gelinliğin kaç paraysa bu parayı olduğu gibi sana vereceğim. Fakat senden ricam kendine düğün için en iyisinden bir bindallı alacaksın ve onunla düğününü yapacaksın ve geriye kalan parayla da fakirleri giydireceksin” diyebilmelidir. Gelinlik 1,5 milyar, bindallının en iyisi 400 lira. Fark 1 milyar fakire. Ne kadar güzel olmaz mı?
Ahi müesseselerinde ilk girişe Talip deniyor. Ahi Evran’ın Ağaz Encam (başlangıç ve sonuç) ve Metailül İman adlı eserlerinde çocuklarla ilgili bölümler var. Buna göre 10 yaşına gelmiş bir çocuğu hemen ustaya teslim etmek diye bir şey yoktu. Önce o talipin dini bir eğitimden geçmesi gerekiyordu. Bu ahlaki ve dini bir formasyon eğitimi idi ve bunu zaviyelerde Ahi Muallimleri gerçekleştiriyorlardı. Bunun süresi 3-5 aydan az olamazdı. Ancak bundan sonra sanata başlayabilirdi.
Şed kuşatmada “bu insanı nasıl bilirsiniz”diye sorulunca “Salahına şehadet ederiz” derlerdi. Bunun anlamı ahlaki olgunluğun tasdik edilmesi olması ilginçtir.
Yemek yeme adabı
Yemek yeme adabı diye bir adab vardı. Eller önceden yıkanırdı. Hane sahibi buyur etmeden kimse sofraya oturamazdı. Aksi adaba mugayir sayılılrdı. Herkes kendi önünden sağa sola bakmadan ağzını şapırdatmadan sessizce sakince, başkasının da o kaptan eşit yemesine fırsat vererek yemeliydi. Yemekler ayrı ayrı tabaklar konmazdı. Tek ve büyük bir bakır veya toprak çömlekten yenirdi. Tek kaptan yemenin manası ahi kardeşiyle bir şeyi paylaşabilmeyi öğrenmek ve bunda hakkaniyete dikkat edebilmesini sağlamaktı. Kaşıklar tahta şimşir kaşıklardan olurdu. Yerken bu kaşıkların sizden tarafından ağzınıza götürmeniz ters tarafından ise yemek ya da çorbaya batırmanız gerekir idi. Böylece ağzınızdan bir miktar bulaşığın yemeğe girmesi de önlenmiş olurdu. “ye kürküm ye” benzetmesi Ahi Evren’in Letaif’inde de geçiyor. Yani sofrada bile adamına göre muamele etmeyeceksin demek istiyordu. Aşırı yemek yememek gerekiyor ve iştahı varken çekilmek gerkliydi. Ekkel (obur) olmamalıydı ahi..
Yemekten sonra hane başkanı dua ederdi. Onların geleneksel duaları şöyleydi:
“Rabbim Teala yedirsin içirsin. Yahşilarla tanıştırsın, yamanlardan uzaklaştırsın (kötülerden), yiyenlerin yedirenlerin üstünden belaları aştırsın, cennet nimetleriyle tanıştırsın, cehennemden uzaklaştırsın, kabeyi dolaştırsın, zemzeme kavuştursun, artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin”
Ahi ocakları bugünkü köy odaları şeklideydi. Ramazanda oralar da şenlenirdi. Oralarda da ahi edep ve usulleri uygulanırdı.
Zaviyelerde yemekten sonra dua edilir. Ortalık temizlendikten sonra bir güzel sesi olan kuran okurdu. Daha sonra kısa bir süre tefsir dersi başlardı. Arkasından hadis izahı yapılırdı. Daha sonra kadı veya bir müderris belli bir konuda sohbete başlardı. Daha sonra ustalar kendi çırak ve kalfalarına meslekin inceliklerini anlatımlarda bulunurlardı. Sohbetlerden sonra sazlı sözlü türküler söylenirdi. Zaman zaman kassas denen kişilerin bir olayı abartılı bir şekilde anlatarak oradakileri duygulandırdığı olurdu. Artık vakit ilerleyince yaşlı ve ustalar çekilir evlerine giderlerdi. Gençler geç saatte yaran sohbetine geçerlerdi. Artık oyunlar oynanır, şakalar yapılırdı. Yaran odalarının ayrı yerlerde olduğu da olurdu. Bugün bile hala Çankırı bölgesinde devam ettiğini haber almaktayız. Yaran odalarında bir başağa olurdu. Herkes onu dinler ve kahveyi nasıl tutar ve içerse herkes da öyle içerdi. Biz de bir yaran şakası olarak şu iki dörtlüğü karalayıverdik ve uygulamaya koyduk..
Birisi bize dost olmak istemiş. Biz de onun hakiki güvenilir bir dost olup olmayacağını öğrenmek için önce çok güzel bir şiir gönderdik.
***
Nemrud kim İbrahime
Bostan yap ateşine
Hakkın gül didarına
Halilim diyen menem
***
Kırdım nefsin çerisin
Giydim takva libasın
Pak eyledim odasın
Gel gönlü yuyan menem
***
Adıma “kul”u takdım
Sırrı aleme çaktım
Levhi kalemden yazdım
Dilde söylenen menem
***
Bunlar senin kulların
Günahı çok bunların
Sal bunları Ahilerim
Postta oturan menem
***
Bırak beni yanayım
Kül olup savrulayım
Muhammed’e post olayım
Var bak tebaan menem
………………………….
Yazıldı çizildi pek çok
Kalanı sen anla bak
Libası muska ettim
Ahilerim kalbe tak
***
Ceset değil kalp gülü
Gökte muska cübbesi
Takva olur giyesi
Ahilerim güldür bak.
Bu şiir çok güzel bir karşılık buldu ve “gözlerinden öperim” diye bir mesaj geldi. Arkasından şu şiiri yolladık:
Olmaz bu kadar ucuz olmaz
Hak kelamı elbet satılmaz
Keşke yüküm himmet olaydı
Bu sekleme eşşek bulunmaz
***
Vardım at pazarına eşşek diye
Eşşek osurturlar bana at diye
Gördüm ademini kır eşşek diye
Bu seklemi ademe eşşek dayanmaz
***
Bu okkayı çekmediyse sıklet
Unut bizi hasan oku lanet
Selamün en güzel aleyküm
Bu kez tık yok. böyle olunca anladık ki bundan bize mürid çıkmayacak. Nitekim aynı kişi 20 gün sonra önemli bir sözünden çarkederek kendini belli etti.
Kargayla toplanan kavarayla dağılır
Bu denemenin asıl izahı şöyle: Bir buçuk (bir erkek bir kadın) müridi olan bir zat varmış Ankara ilinde. Müridler bir gün demişler ki “hocam bir keramet gösterseniz de müridlerniz artsa demişler. Hoca gerek yok dediyse de dinletememiş ve bir gün Pazar yerinde bir karganın başını kopardıktan sonra tekrar yapıştırmış ve uç demiş o da uçmuş. Bunu gören ahali o zata mürüd olmak için akın etmiş. Evler almamış yeni mürüdleri. Fakat bunları bir gün imtihan etmek kaç tanesi gerçek ihlaslı mürid olabilir diye kavara denen kuru bağırsağı beline dolayıp cemaat olarak namaza durmuşlar. Hoca rukuya eğildikçe bağırsaktan ossuruk sesleri çıkınca yeni müridler “bu abdestsisiz arkasında namaz kılınmaz deyip hepsi de müridliği terketmiş. Aynı eski birbuçuk müridi kalmış geriye. Onlar şöyle düşünmüş: “bir bildiği olmalı”demişler. Hoca onları yanına çağırıp demiş ki: gördünüz mü kargayla toplanan kavarayla dağılır demiş. Bizimkisi de o hesap işte..
Zaviyelerde geleneklerin etkisi olarak halk şairleri de gelirdi. Halk türküleri söylerler, saz çalarlar, şairlerin atışmaları olur, yahut acı bir ölme veya öldürme olayı ağıt şeklinde anlatılırdı. Bu ağıtlar Pazar yerlerinde de bir taşın üstüne çıkıp anlatıldığı olurdu. Son zamanlarda bile örneğin benim simitçi ahmet emmi ahirmen mahallesindeki konağına ziyarete gittiğimizde Aşık Veysel’ in iki yaprak dört sahifelik şiirlerini çarşıdan bu adamlaradan satın alır ve bana okuttururdu. Ben ilkokuldaydım o zamanlar. Sene 1962 falan.
Değirmenci oyunu
Zaviyelerde bazan halk tiyatro niteliğinde ortaoyunu da oynarlardı. Örneğin bir değirmenci ortaoyunu vardı ki kırar geçirirdi. Şöyle: köylü eşeğine biner gelir. Yastıklar sırtta ya da adam adamın sırtında. Değirmenci bunlara git sonra gel der. Bir daha bir daha tekrar takrar gelir giderler. Değirmenin çalıştığını göstermek için sopalarla birbirine vurarak insanların önlerinden geçer. Değirmencinin dediği sıra çok diyerek aslında rüşvet istemektedir. Birisi birinin kıçının altından bir sopa vurur ve elini uzatır avucuna örnek un düşürüp kontrol etmek istemiştir aslında. Derken kadıya şikayete giderler. Kadı yaşlı biri olur. Fakat kadı namazdadır ve namaz bir türlü bitmemektedir. Çünkü kadı da rüşvet istemektedir. Derken oradan da eli boş dönerler. Sonrasında bu düzenin bozukluğuna ilişkin taşlama mahiyetinde şeyler söylerler.
Fuzuli’nin bir sözünü hatırımıza geldi. Diyor ki:“dert çok, derman yok, düşman kavi, talih zebun”
Baki ise önce ahi ocaklarına katılmış. Daha sonra zeki bir çocuk olduğu fark edilince medreseye gönderilmiş ve okuması sağlanmış. Harçlığını da ahiler vermişler.
Bazı padişahlar da şiir severdi. Örneğin halife Muktedir her şaire yazdıkları güzel şiirler karşılığında kese kese altın verirdi. Onun çok akıllı bir cariyesi vardı ve perde arkasından huzurda okunan şiirleri dinlerdi. Bir gün bir şairin “bunu daha dün yazdım” dediği şiiri okuyunca “nasıl olur bu şiiri bana da dün cariyem okumuştu” der. Adam şaşırır. Hele bir daha oku şu şiiri der ve tekrar okuttururur. İki defa okunan şiiri anında ezberleyen cariyeyi hemen çağırır. Mahpeyker oku şu dünkü okuduğun şiiri der. Ve cariye de ezberden hemen okur. Şair şaşırır kalır. daha sonra halife bunun şaka olduğunu anlatır ve bahşişlerle yollar.
Zekat konusunda bilindiği üzere Muaviye ile zekatın devlet tarafından toplanması olayı bitti. Sahabi korkusundan konuşamadı bile. Başınızın çaresine bakın der gibi konuşan sahabiler oldu ve herkes kendi zekatını bulunduğu yer ağırlıklı olarak vermeye çalıştı. Disiplinli olmadığı için birçoğu vermedi ve fakirlerin hakları kaybolup gitti. Toplumun köprüleri yıkıldı barış ortamı gelmedi. Sonuçta herkes kendi yöresinde kendi zekatını versin diye icma oldu diyenler var ama biz buna katılmıyoruz. Ortada Kuran’ın emrettiği nas’ın olduğu bir durumu icma ile farklılaştıramazsınız. Bu yük devleti yönetenlerin sırtında bir günah olarak daima devam eder. Fakat fert olarak zekatınızı doğru hesap edip de doğru yere verdiyseniz başka sorumluluğunuz kalmaz inşallahü alem. En doğrusunu Allah bilir.
Fakat buna rağmen bazı vakıfların zekat toplama ve yerine ulaştırma işini yaptıklarını görüyoruz. Tabii ki ihtiyari olarak kendi zekatını vermek isteyenlerden topluyorlardı. Yardımlaşmalarda ferdi olarak sadaka taşları vardı her mahallede. Ve fakir de sadece ihtiyacı kadarını alır geri kalanını bırakırdı. Fakirin kanaati daha başka oluyor değil mi. sonra örneğin bir mes satıcısı zengine farklı fakire farklı orta halliye farklı fiat uygulardı. Öncelikle fiat arz ve talebe göre belilrlenmezdi. Gerçi Ahi Evren “nefs için asgari tüketim, halk için azami üretim” demişti aslında. Fakat bunu kanaat ve fiat kontrolü yanında ihtiyaçların tespit edilerek o miktara göre atölye açılması sağlanıyordu.. mes satan zengine 5 akçeye verdiği malı orta halliye maliyetine 1 akçeye ve fakire de bedava veriyordu. Zengin ödediği farkın fakire gideceğinden çok emindi. Sormazdı bile.
İslami anlamdaki sigorta Muhammed Hamidullah tarafıından pakistanda uygulanmış. Fakat İngiliz’ler bunu ortadan kaldırmışlar. O bunu “İslam Ekonomisi ve İktisadı” adlı eserinde anlatıyor. Aslında bu sigortayı bu ülkede kurabiliriz. Sadece katılım ortaklığı şeklinde olacak. Gelirleri faizsiz olarak ahlaki bir şekilde nemalandırılacak, kimse kar payı almayacak, bunun getirisi 1’e 4 oranında ve müthiş. Sen şirketten karı alıp götürürsen ne kalır geriye. Bunu inşallah bu fakir ilerleyen yıllarda yapmaya çalışacak.
Bir Türkmen olan Pir Sultan Abdal’a bir yol verelim..
***
Bu yıl yaylanın karı erimez
Eser badı saba yol bozuk bozuk
Türkmen çıkıp yaylasına yürümez
Bozulmuş aşiret el bozuk bozuk
***
Elim varmaz güllerini dermeye
Dilim varmaz hasta halin sormaya
Dört kitabın manasını yormaya
Sazım düzen tutmaz tel bozuk bozuk
***
Pir Sultanım yaratıldım kul diye
Zalimlerin elinde mi öl diye
Dost name göndermiş durma gel diye
Gideceğim amma yol bozuk bozuk
***
Türkmen Mutasavvıfları ile Mevlana ve diğer tarikatların anlayışı arasındaki farklar.
Sofi anlayışı dönme, raks, cezbe ile Allah’a ulaşma, seyri sülüki enfüsi, kendi benliklerini ne kadar iyi tanırsa Allah’ı da o kadar iyi tanır. İnsan ruhunun derinliklerine nufus etmek onları keşfetmeye dayanır. Bunlarda tabiatı tasavvur eden hiç bir şey yoktur. İnsan ruhunun kötü eğilimlerini iyiye yönlendirmeye çalışır.
Türkmen Mutasavvıfları ise seyru süluki afaki’dir. Tabiata yönelir. Neden? Çünkü Türkmen tabiatta yaşıyor. Yağmurla, davarla, yaylayla, çimenlerle, dağlarla, güneşle, gecede ayla, soğukla, sıcakla birlikte yaşıyor. O eşyaya tabiat kanunlarını nasıl yarattığını ve insanın nasıl yaratıldığını, onun yaratılışındaki azameti düşünüyor ve tabiatı keşfederek Allah’a ulaşmaya çalışıyorlar. Ahi Evren ve Hacı Bektaş-ı Veli Türkmendir. İşte Ahi Evren’in aynı zamanda bir şeyh olmasına rağmen akşam ders gösterip sabahlayin iş başı yapması, fikirlerinde eşari mezhebini taklid etmesine rağmmen anlattığımız şekilde yine farklı bir yol izlemesi, onun bir şeyhten ziyade filozof olması gibi bir çok neden hayatla iç içe bir din ve ahlak ve çalışma anlayışının doğup gelişmesine yol açmıştır. Bu tenasub ahiliğin kısa sürede köylere kadar yaygınlaşmasındaki ana amil olduğu gibi aylakları ve suçluları içine almamasının da etkisiyle 800 sene uzun bir hayat sürdürebilmiştir. Hayvanlar aleminde bile güçlü olandan ziyade uyum sağlayabilen hayatta kalır. aynı hikaye…
Biraz yaraları deşelim..
Alaattin Keykubat’ın Mevlana’nın babasını geldiğinde davet etmediğini görüyoruz ilginç olarak. Hatta bu adamlar kimdir, gidip bir soruşturun der ve adamlarını gönderir. Kanuni devrinde Mevlana’nın babasının ayağa kalktığı rivayetiyle sandukası ayağa kaldırılır. Böyle bir olayın vuku bulduğu varid değildir. Çok sevilen insanlara halk uydurma hikayeler düzer. Örneğin Yunus 50 yerde ölmüştür ve 50 mezarı vardır. Bunlar kısmen anlayışla karşılanabilecek tatlı hezeyanlaradır. Fakat kendi kendine 50 yerde ölen birisinin bu hali kimseye yadırganmış bir hava vermez. Lakin baba saygısı şeriatla kuranla sabitken böyle bir uydurmaya insanların sokulması insanların dini duygularındaki sıralamayı tehdit eder niteliktedir. Bu hususu biz sağlam kaynaklardan araştırarak bu iddiayı söylüyoruz. Yorum değildir. Ayrıca Mevla kelimesi Cenab-ı Hak için söylenen bir kelimedir. Bu kelimenin rastgele kullanılması da uygun olur mu size bırakıyorum.
Şemsi Tebrizi İranlı ve mecusidir. Onlarda da Allah inancı ve sevgisi vardır. Kitabları Avesta’dır (Zerdüştün kutsal kitabı) Pehlevi kültürüyle geldi ve Mevlana’yı teslilm aldı. Onu çok etkiledi. Allah aşkı baskındı. Melana da zaten o kültürden gelme olduğu için yadırgamadı.. fakat daha sınra ilerleyen yıllarda bunların ilişkileri yönünden yaygın dedikoduların çıktığı ve Mevlana’nın ailesini ihmal ettiği bir zamanda Şems kendi genç karısını öldürdü ve Şam’a kaçtı. Bir yıl oralarda saklandı. Mevlananın oğlu ile yaptığı yazılı davete binaen gizlice geri döndü. Hala saklanıyordu. O sırada Ahi Evren Konya’da vezirdi . katlin katli kısas olarak şeriat gereğince ölüm olduğu için Ahi Evren ve adalet nazırı Nusredüttin Ahmet emir verdi ve şehrin muhafızı Ahi Bedrettin Gühertaş icra etti. kaçmaya çalışan Şems’i hançerlediler ve bahçesindeki kuyuya attılar. Bu durum önce Mevlana ile Ahi Evren’in arasının açılmasına yol açtı. Ayrıca bu durum Moğolları da rahatsız etti. Zira Şems onların ajanıydı. Bir süre sonra Moğollar o kuyuyu türbe yaptılar. Adamı olmasa yapar mı?
Moğolların Naibi Sultan Celalettin Karatay’ın icazetiyle Ahi Evreni görevde aldırmaları üzerine Mevlana’nın oğlu Allaeddin Çelebinin de bu öldürme olayında payı olduğu için bir yerlere gitmeleri artık zorunluluk haline geldi. O sıralarda Kırşehir’de Seyfetin Tuğrul adlı Türkmen bir vali vardı. O bunları duyunca bu ikisini Kırşehir’e davet etti. Yaklaşık ömrünün ahir 15 senesini burada geçirdi. Bu süre içinde bu vefakar valiye bir hediye olmak üzere Men Ahice Seyfi (Seyfettin Tuğrulun yolu) adlı bir kitap yazdı. Şimdilik bu kadar yeter…
Mevlevi ayini yaparken yakalanan Mevlevi Tahir hakim sorunca “Mevleviydik döndük” demiş. Hakim de artık bıraktı zannıyla affetmiş…
Kırşehir’in adının;
AHİ KIRŞEHİR
AHİŞEHİR
AHİŞEHRİ
‘den birisi olmasını teklif ediyoruz. Ancak bize AHİ KIRŞEHİR daha cazip geliyor. Çünkü Kırşehir ismini oraya Türkmenler verdi. Bu ismin korunması uygun olur. Bu yolla Kırşehir’in Ahiliğe daha güzel hizmetler yapması umulur.
EVRAN mı EVREN mi? çatallaması hala sürüyor. Osmanlıcada ra harfi yanına elif alır fakat ra okunmaz. Re okunur. Mesela gelan yazılır fakat gelen okunur. Gidan yazılır fakat giden okunur. Sonra EVRAN lügat karşılığı olmayan anlamsız bir kelimedir. Halbuki EVREN kıvrılan demektir. Yani yılanı ejderhayı tarif ediyor. Zaten bu ismi de bundan geliyor. Bizim Ahi Evran Mahallesi dememiz bir galatı meşhur olsa gerek. Laki ilim galata uymaz vesselam…
Aki mi ahi mi?
Türklerde akinin iyilik cömertlik anlamlarında kullanıldığı ahilik gelmeden önce bu tür fedakar kişilerin bu isimle anıldığı doğrudur. Ancak ahilik teşkilatı kurulup da fütüvet teşkilatı elemanları birbirine kardeş gibi yakın olunca aki gitti yerine ahi geldi. Herkes aki’yi terketti.
Bunun gibi alp de gazi oldu. Eren de ahi oldu. Ahilik bu mana da 4 kolla ifade edildi.
Ahiyan-ı Rum
Gaziyan-ı Rum
Abdalan-ı Rum
Bacıyan-ı Rum
Bugünkü halkların doğruları bulup yanlışlar üzerinde toplandıklarını yanlışa destek verdiklerini söylesek yanlış olur mu acaba? Örneğin yemek yiyelim diyoruz geliyor ilim yapalım diyoruz kaçıyor. Şu kadar adam öldürülmüş bunu şunlar öldürmüş diyorum. Gidip onlara oy veriyor onlar olmazsa ülkemiz perişan olur diyor memlekette başka adam yok gibi kişide geleceğini arıyor, zalimleri savunuyor ve Allah’ı unutuyor. Halbuki islamda kişinin putlaşması yasaktır.
Mısır’ın fethine gidilecektir. Ve halk arasında Halid Bin Velid olmadan bu fetih olmaz diye bir şayia çıkar. Herkes halidin ordusuna yaz beni demeye başlamıştır. Hz. Ömer bunu duyar duymaz hemen Halid Bin Velid’i görevde alir ve yerine peygamber efendimizin azadlı kölesinin oğlu Ubeyde bin Zeyd’i atar. Halid Bin Velid de bir er olarak onun yanında o sefere katılır ve fetih tamamlanır. Zaferi Allah’tan bilmek için buna ihtiyaç vardır..
İnsanda bir sevme tapınma ihtiyacı daima yaratılıştan vardır. Bu duyguyu tam manasıyla bütünüyle ve şeri sınırlar içinde Allah’a yöneltecek bir imanla kişiyi mücehhez kılamazsanız benim idolüm şu kişidir şu artistir şu yazardır gibi abuk subuk adamların partilerin başkanların peşinden koşar durur. Tabii olarak da Allah onları onlarla beraber haşredecektir. Allah muhafaza. Bu yüzden kimi seveceğinize iyi karar verin. Hadiste “kişi sevdiği ile beraberdir” denmesi boşuna değildir…
İşte bu beladan korunmak için ahiler bir dua ederlerdi. Bu dua bir hadistir ve Ahi Evren’in Letaifi Gıyasiye kitabında da yer almaktadır. Şöyle ki:
Hadis dua:
“Allahümme erinel hakka hakkani, verzukna ittibaehü. (Allah’ım bize hakkı göster (tanıt) ve o hakka uymayı da nasib et)
Allahümme erinel batıle batılen, verzukna ictinabehü (Allah’ım bize batılı tanıt ve o batıldan uzak olmayı da nasib et.)
Ve erinel eşyae kema hiye hakkahü (Eşyayı da nasıl ise öylece bize tanıt”. Amin…
Ahilere ve ahiliğe büyük önem veren ve sed kuşanan destek veren devlet eliyle sanayi sitesi kuran ahiliğin köylere kadar yayıllmasında büyük emeği olan Selçuklu Sultanı Alaettin Keykubat akliyeci bir Sultandır. Zaten bu yüzden ahiliği aklıyeci bulmuş ve desteklemiştir. Ayrıca rasyonalist akılcı alimleri de etrafında toplamış ve onların toplumu bu görüş çerevesinde etkilemesini istemiştir. Ahi zaviyelerinde sokaklarında dergahlarında evlerinde mekteplerinde tekkelerinde hep halk türkçesi konuşulurdu. Ancak İran üzerinden gelen alim takımının da etkisiyle farsça saray dili olma yolunda bir hayli yol katetti. Mevlana dahil bir çok ilim adamı eserlerini Farsça olarak verdi. Ancak daha sonra gelen Kırşehir’deki Aşıkpaşa, Ahmed-i Gülşehri gibi alimler ise Türkçe’de israr ettiler. Garipname ve felekname zor şartlarda bir israr sayılmalıdır. Bir süre de olsa Karamandan gelip Konya’yı ele geçiren Karamanoğlu Mehmet Bey yayınladığı bir fermanla “bundan böyle dergahlarda, mekteplerde, sokaklarda, meydanlarda, çarşılarda, pazarlarda, hanlarda, hamamlarda, çadırlarda Türkçe’den başka bir dil kullanılmayacaktır” deyince bir hayli düzelme oldu. Onun hayırla yad etmek gerekir.
Ahiler ünivesiteye kadar olan bir alt yetiştirme okullarında zimmileri de müslüman edip bu okullarda yetiştiriyorlardı. Hanikahlardan sonra Gulemhaneler gelirdi. Örneğin Konya Gulemhanesi üniversite seviyesinde subay yetiştiriyordu. Ahi Evren bir Gulemhane müderrisi idi. Celalettin Karatay bir devşirmedir ve gulemhanede yetiştirilmiştir. Her iki yerde de müsbet ilimler bir miktar dini ilimlerle birlikte verilirdi. Ahlaki olgunluk çok önemliydi. Ders bir alimin dizinden alınmalıydı. O zaman o ilim alim tarafından amel edilerek onun nefesiyle birlikte verilince alan kişi de onu hem iyi anlayabilir nüfuz edebilir ve amele dönüştürebilirdi. İlmi fikri sorulardaki serbestiyetler çok yüksekte idi.Her mahallede olan tekkeler ise genelde mahallelinin buluşma yeri idi. Ancak orada ise tasavvufi bir eğitim de yapılırdı. Zaviyelerin ahi muallimleri buralara da zaman zaman gelirdi. Anadoluda bir çok kadiri nakşi melamilik ve benzeri tarikatlar vardı ve halk içinde çok yaygın bir hürmet görüyorlardı. Osmanlı döneminde ise tarikatların bir güç olarak ortaya çıkıp yaygınlık kazanması padişahları ürkütmüyor değildi. Tarikat şeyhinden bir talep geldiği zaman padişah “her istediğu verile lakin gözden ırak edilmeye” der ve kontrolü elden bırakmak istemezdi. Öyle ki zaman zaman tarikatları birbirine karşı kullanmaktan da çekinmez, ağaların kontrolünü de onlar eliyle yaptığı olurdu..
Osmanlı fethettiği topraklarda da benzer usulleri uygular ve Katolik halka Ortadoks vali atardı. Böylece onun onu kontrol etmesini otomatik olarak sağlardı. Kişiyi düşmanına kontrol ettirmek…
Savaşlara tarikat şeyhlerinin vekillerinin müridleri ile katıldığı da olurdu. Yolda bile tarikat usulleri uygulanır gaza için sohbetler teşvikler yapılırdı. Yahya Kemal Beyatlı’ya “Biz Viyana’ya nasıl gittik”diye sorulduğunda. “mesnevi okuyarak gittik” diye cevap vermiştir. Yahya Kemal şiirinde de “bin atlı o gün çocuklar gibi şendik / bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik” diyecektir Mohaç için..
Ahilerin savaşçı koluna Gaziyan-ı Rum denir. Alpler İslam’dan sonra “gazi” olmuşlardır. Osmanlı’nın kuruluşundan tutun Fatih’e kadar ahilerin etkinliği su götürmez bir gerçektir. Osman gazi, bey olmadan önce onlar bir kaç kardeşken ahiler ve Şeyh Edebali dahil düşünürler ve derler ki “diğer kardeş çok bilgili. Bu kadar derin bilgi onu ani ve sert karar almaktan alıkoyabilir. Bu yüzden daha az bilgili ancak daha atak olan Osman’ı seçelim” derler. İlginç değil mi? Makul bigi ve cesaret birlikteliği…
Konya’nın kalkınması
Konya’nın iktisadi gelişmesini biraz merak etttik de şu sonuçlara vardık.
Konya’nın gelişmesinde vakıfların büyük önemi var denilebilir. Zengin inandığı zaman, o şey bir hayırlı işe hizmet ediyorsa keseyi açtığını müşahede ettik. Yeter ki samimi ve sadık bir müteşebbis iş başında oldun. Kişiler hem vakfın mütevelli heyetine giriyor ve hem de o vakıfın yaptığı işe ortak oluyor hatta gerekirse başka işleri varsa müşteri de oluyor. Yani iç içe geçme yöntemi. Bu hem kontrolü sağlıyor ve hem de üyelerin karını artırıyor desteklerini birbirine çeviriyor. Örneğin Ticaret Odası’nın Karatay Üniversitesi’ni kurduğunu görüyoruz.
Biz bu vakıf işinin asgari limiti olan 50 000 liranın tümden ortadan kaldırılarak her mahallede o mahallenin vakfının kurulmasının yararlı olacağını düşünüyorum. Mahalleler küçültülmeli. Muhtar geleni tanımıyor bu nasıl iş. Her mahalle kendi fakirini doyurmalı giydirmeli. Her işi belediyeye devlete havale etmek çok yanlış. Halkın sinerjisinden de yararlanmak gerek. Merhamet bireysel bir duygudur. Bu duygunun gelişmesi iyiliği yaptıktan sonra oluşur. Halk bakıyor sonra bana da bak artık demeye başlıyor. İş veriyorsun gitmiyor. Çünkü aldığı mesajlar çalışmaya yönelik değil.
ahi kul ahmed
Çatarım dülger olup
Düşlerim sarhoş karı
Hallerim diller düşüp
Yellerim esmez gari
***
Bildiğim elif ba’sı
Noktadır anın a’sı
Katredir vurur ba’sı
Irmağım akmaz gari
***
Canımın akmaz kanı
Canana kılmaz canı
Gönüller açmaz gülü
Gülşenim gülmez gari
***
Söylerim tutan olmaz
Dervişler bühtan etmez
Cahiller sırra ermez
Sırlarım şehnaz gari
***
Gündüzüm isyan ile
Gecesi ipten döne
Tutmayan tövbe kıla
Suçlarım bitmez gari
***
Canıma canan arar
Maniyi kulpa sarar
Ölmeye nazar eder
Cananım Hürmüz gari
***
Sendedir zaptı aşkın
Çığıran bilmez levhin
Geçerse ben-i canın
Yittiğin sormaz gari
***
Ölümsüz kapı buldun
Nizasız sen mi oldun
Vardığın rıza olsun
Safain bitmez gari
***
Dön geri kullara sen
De ki haktan bela sen
Kır şeytanın çerisin
Cundullah ahmed gari
***
Hallerim halden geçe
Manası niyaz içre
Sözümü duyan hiçe
Hayrullah vera gari
***
Hadiye sala saldım
Kulların ahi varsın
Muhammed şafi olsun
Gözlerim çera gari
***
Ahilerim namaz kılın
Namazsız şeytan kulun
İki hanın zebunun
Dellenir zeban gari
***
Oruçtur nefsin gemi
Kırasın şeytan çatı
Ramazan azad ayı
Bayramım gülşen gari
ahi kul ahmed