Doğum ve ölüm tarihi kesin olarak bilinmekle birlikte, 1250 yılında doğduğu sanılmaktadır. 85 yıl yaşadığı bilindiği için, 1335 yılında da öldüğü tahmin edilmektedir.
Kırşehir’e Ahmet Gülşehri’nin yaşadığı dönemlerde “ Gülşehri” denildiği için “ Gülşehri” diye anılmaktadır. Asıl adı Ahmet’tir. Gençliğinde edebiyat, tasavvuf öğrenmiştir. Büyük bir ihtimalle Mevlana’dan sonra yerine geçen Sultan Velet’in, Mevlevilik’i yaymak için Kırşehir’e gönderdiği dervişlerden biridir. Kırşehir’de bir zaviye kurarak, Mevlevilik’i yaymaya çalışmıştır. Buna Gülşehri’nin şu mısralarında görebiliyoruz.
“Şeyh Mevlana Celaleddindurur
Kim cihanda bir aliy’yüt-tayidurur
Görmedik bir er cihandan gitmedi
Ol Celaleddin cihandan gitmedi…”
Yapıtı “ Mantıkut’t Tayr”da yer alan dizelerinde, kent halkının saydığı şeyh olduğu anlaşılmaktadır.
Ahi Evran ile 50 yıl birlikte yaşadığı ve Ahi olduğu anlaşılmaktadır. Cacabey Medresesi’nde yetiştiği, Farsça ve Arapça öğrendiği sanılmaktadır. Fakat, bütün eserlerini Türkçe yazmıştır, bu dilin gelişmesine yardımcı olmuştur. Ahi Evran, son günlerde Ahilik postunu Ahmet Gülşehri’ne bıraktı. Ahiliğin anayasası sayılan “ Fütüvvetname” adlı eseri yazması, bunu belgelemektedir. Yine bir şiirinde “ Elli yıl ansız durmadım/ Yazı yaban durgun görmedim” diyerek 50 yıl birlikte kaldıklarını anlatmaktadır.
Gülşehri, en önemli yapıtı olan “ Mantıkut’t Tayr’ın 1317’de tamamladı. Bu yapıt Feritüddin Attar’ın Farsça yapıtının çevirisidir. Çeviriyi, özellikle Mevlana’nın Mesnevisi’nden aldığı öykülerle süslemiş, tasavvufa ilişkin kendi görüşlerini de eklemiştir. Yapıtının en önemli özelliği, Türk dilinin hor görüldüğü bir dönemde duru bir Türkçe ile yazılmış olmasıdır. Bu yapıtın Türkçe’nin Farsça ve Arapça’dan daha üstün ve uyumlu olduğunu göstermek için yazıldığı anlaşılmaktadır. “ Gülşehname” adıyla da tanınır. Ozanın öbür yapıtları:
Felekname (1301), Aruz Risalesi (Farsça), Keramet-i Ahi Evran ve henüz bulunamamış olan Kudüri Tercümesi’dir.
Kalktı göç eyledi Türkmen illeri
Gelen sağlar yol üstüne Kırşehir
Saldı yer beğendi aşret dilleri
Çöken sağlar can üstüne Kırşehir
Konya’dan Kırşehir’e yol eylendi
Bir Ahi Evran kula gel söylendi
Yamak çırak kalfa usta düzüldü
Gülen sağlar hal üstüne Kırşehir
Can verdin can üstüne şu Kale’den
Ahi Evran feda ettin alperen
Biçildi ahiler Moğol şerrinden
Kalan sağlar zar üstüne Kırşehir
Hutbe kıldı Osman Bey’im Söğüt’ten
Şeyh Edebali kız verdi öğütnen
Aşık Paşa yol eyledi garipnen
Bilen sağlar gül üstüne Kırşehir
Osman kutladı Kırşehir sancağı
Aşık Paşa Bey kılındı veraı
Türkmen Yörük İslam düştü çerağı
Hünkar sağlar kul üstüne Kırşehir
Kır şehir dedi Türkmen’im yeşile
Boza yordu nesillerim nesile
Bağrına sardın niceler aşkına
Yatan sağlar çek üstüne Kırşehir
Gel zaman git zaman garip söylendi
Bölükbaşı dediler laf uzandı
Menderes alan’da toza bulandı
Giden sağlar baş üstüne Kırşehir
Yaz baharı elli dört say deminden
İl, ilçe düştü menderes hışmından
Yavruları dağıldı zar hükmünden
Giden sağlar gel üstüne Kırşehir
Muşkara’nın yeni yeni yelinen
Feda oldun siyasetle kastınan
Arap için Arabistan yakılan
Yanan sağlar od üstüne Kırşehir
Yiten yitti kalan kaldı ar olsun
Dertli kullar ah eyledi oh olsun
Hakk nasib eder öcünü gün olsun
Yaman sağlar öc üstüne Kırşehir
Menderes, Menderes bihoş ademdir
Bir vakit gelir dünya can parendir
Koltuk veren halk imiş sayendir
Aman sağlar oy üstüne Kırşehir
Osman’ın adalet’te kar etmedi
İlçe olmaktan korkmayız denildi
Bölükbaşı muhtarımız seçildi
Saman sağlar köy üstüne Kırşehir
Vakit geldi tamam oldu azabın
Avanosla Hacıbektaş budağın
Elli yedi gelin gele mezatın
Duman sağlar al üstüne Kırşehir
Ahi kul ahmedim yaren yareli
Kır şehir oymakları bin pareli
Öte dursam beri gel der beyleri
Zaman sağlar kır üstüne Kırşehir
AÇIKLAMA: 1954 yılı Temmuz ayında Başbakan Menderes, ziyaret için geldiği Kırşehir’de, muhalif Bölükbaşı’nın ateşli konuşması üzerine, konuşma alanından (Bu günkü stad yeri -alan-) seçmenleri ile başlar üstünde ayrılarak, Kırşehir’e gelen bir Başbakanı seyircisiz ve yalnız bırakması üzerine çok kızar ve Ankara’ya döner dönmez çıkarttırdığı bir kanunla Kırşehir’i ilçe yapar ve eski ilçelerini de komşu vilayetlere dağıtır, Kırşehir’i de daha yeni il olmuş olan (şu anki adı Nevşehir olan) Muşkara’ya bağlar.
Bölükbaşı “Arap için Arabistan yanmaz” diye çok söylendi ise de yeterli çoğunluğu olmadığı için bir şey yapamadı. Menderes’in Adalet Bakanı Osman Çiçekdağı’da aslında Kırşehirli’ydi fakat onun da bir faydası olmadı. Nihayet üç yıl süren büyük üzentü ve muhalefet ve halkın kızgınlığı ile 1957 yılı temmuz ayında muhalefetteki İnönü’nün verdiği bir önergeyle tekrar il olsa da eski ilçelerinden avanos ve Hacıbektaş’ı tekrar geri almak kısmet olmadı.
Biz bu ağıtı bu acı için kaleme aldık ki bundan sonraki bir zamanda bu iki ilçeyi de geri almak mümkün olsun ve insanlar bunu doğru bilip gayretli olsunlar.
aşık ahi kul ahmede yazmak nasib olmuştur
Baba İlyas’tan var bir kol uzadı
Muhlis Paşa sülbünden ad oldı
Baba İshak derc oldu şer yolundan
Baş istendi İlyas deyu şeyhinden
Zaman şerlidir Keyhüsrev ikidir
Bin iki yüz yetmiş iki Arapkir
Geldi cihana bir kayıtlı adem
Hızır’dan rahmet oldu Aşık adem
Fena makamı erişilmez hikmet
Yar oldu Rahman güler yüze izzet
Çirkin işlere hiç düşmemiş gayri
Ne almışsa anı söyler Hakk sırrı
Bir Bekir’i sıdk eylemiş gönülden
Adli sanat Ömer Aşık sazından
Osman hayası hicapdır edepten
Ali cömertlik nişanı ilimden
Cümlesinin ahlakı cem oluptur
Aşık bahçasında can gül oluptur
Cihana kim değer verir yolundan
Sekiz cennet anda söyler sazından
Dokuz felek meydan kılar halinden
Dolaşmağa veli derler vuslattan
On bölümü onundan aşikare
Yazıp düzdü garipten name diye
Yandı yakıldı aşktan Hakk’a döndü
Canlar ve akıllar kim dahi gördü
Alemin sırrı ayan idi ona
Kainat yazdı ikra’ dan bir bela
İlm-i ledün olmadan görmek ne ki
Kör gözle nazar etmek kalbler çeki
Aşığın yolu Hakk’tan düzülmüştür
Nice güzellik bahasız verilmiştir
O kaza sözünden kader yüzüne
Kadir özinden kudretin aynine
İlmi noktadan artırdı cahiller
Noktada söylermiş ilmi aşıklar*
Aşığın şavkı paşadan geledur
İçten dışa rahmet çerağ oladur
Boydan ârî güler yüzü yar idi
Yare bilmez rahmet üzre nur idi
Ahlak ile düşer idi gönüller*
Eyi duysa imam idi fakirler
Aklı keşf ile çekerdi nizasız
Dilinden hikmet akardı bahasız
İlahi ilmi çerağ kıldı cânâ
Akıl amel ve feraset hem ânâ
Çerağın cihan üzre salmıştır
Aydın ola cihan ânı bilmiştir
Fütüvvet sahibi olmak yokuştur
Müşkülleri çözmek ânâ bakıştır
Riyasetin katığı geven ola
Halvet ve tilavet ve zikir cânâ
Terbiye fikir ve ibadet anda
Hakk’a münacat evladan yazıla
Kalbi ruhla sırlaya keşfe âyân
Bir nazar kıla dua ile sultan
Latifî der velilerden Aşık’tır
Arifler şem’i çerağından ışktır
Sahibi maariften yazıldı hem
Arslan yelesinden gül dokundu hem
Acem sınır boylarından geleler
Vatan tutup Kırşehir’de öleler
Şeyhi Hamedani veliyi sultan
Ali bin Muhlis bin şeyh İlyas andan
Büyük şeyh dimek ne ânâ zül ola
Zenginliği gönül eyler zühd ola
Söze sultan bildik arif kaşından
İmana delil eyler salahından
Melekût denizleri gezmeye kim
Ceberrut dünya ânı bekleye hem
Hakikat müşkili anda söz bulur
Kim ki anlamaya kanda hay durur
Hazineler açıktur Hakk’tan bela
Kılmadı nefsine andan mübtela
Süleyman Türkmanî tasavvuf yoldur
Kemalde marifet arınmış kuldur
Kimseler bilmezdi anın sırrını
Söyler idi varacağı meylini
Kırşehir’in toprağından kök salar
Edebali öğüdüyle bir çınar*
Osman Gazi ile eyledi kelam
Devletü cihan söyledi hem allam
Osman hutbesinde şeyhler var idi
Kalplere sultan Aşık’a yar idi
Kırşehiri çekti Osmandan yana*
Birlik ile güven ve neşe ola
Aşık paşa paşadır şedden yana
Sultana kuşattı ahiden yana
Al-i Osman arar oldı ân gibi
Karar kıldı vü Kırşehire bey gibi
Aşık’a beylik kıldı Osman mührü
Mühür kim Hakk’tan ata ferman zühtü
Bir zaviye kurmuş idi haramsız
İlim neşri maksud oldu akçesiz
Elvan Çelebi’den bin Latifiye
Söylendi velilik aşık cevrine
Tarikattan hakikate sahiptir
Marifetten hilkatine mahbuptur
Acemden yol eyledi Kırşehir’e
Vatan dedi yazınca hem dilinde
Devri Orhan idi selam eyleye
Hacı Bektaş beyaz deyu biline*
Orhan dahi kuşandı şedd lalinden*
Ahiler donu salimdir halinden
Vakt-i Orhandır sultanlık eyleşir
Gönüller türabı aşık söyleşir
Kıim büyük şeyhlik verirmiş post ile
Nice zenginlik gönülden cevr ile
Nice ferman yazar söze sultandır
İmana bulunmaz delil burhandır
Kim melekut denizlere gezgindir
Mutmain olmaz mı suküt yazgındır
Ceberrut dünyasının anahtarı
Aşığa verilmiştir tövbekarı
Hakikat müşkülleri kim sözünden
Mesele komaya ayan özünden*
Kim hazine kıldı Hakk yar kuluna
Bilirdi anın sırrını belaya
Süleymanı Türkmani tedrisinden
Hay der edeple aşık bu kulundan
Bir zaviyedir aşığın emrinden
Sofra düze bac’lar ahi yolundan
İlme neşre kim yol etti kalemden
Kalem dedi aşk kelamı kadimden*
………………………….devamı II’de
* lı yerlerde sır bulunmaktadır..
AŞIK PAŞA:
1272 de arapkirde (Kırşehir) doğup 1332 de vefat eden bu zat, büyük şeyhlerden olup zaviye kurmuş ve ilim yaymıştır. Osman Bey’in söğütteki hutbesine katılmış ve Kırşehirin Osmanlı topraklarına katılmasında rol oynamış ve Kırşehir Beyliği verlmiştir Osman Bey tarafından.. Orhan beyle de bağı vardır. Osmanlı askerinin nasıl yapılanması konusunda da Şeyh Edebali ile birlikte katkıları vardır. baba İshak isyanına katılmamış, ancak babasının müridi baba ishak diye babası muhlis paşa kellesini vermiştir.
en önemli eseri GARİP-NAME’DİR. o dönemde herkesin farsça edebiyatı ve resmi yazışmayı, arapçayı ise ilim dilinde kullandığı ve aktarma tercümeler yaptığı bir dönemde tamamiyle özgün ve tercümesiz 10 613 beytlik “failatün failatün failün” kalıbıyla yazdığı TÜRKÇE eser vermiştir.. içinde dinin ve hayatın içinden her şeyi koymuş, dil hakkında da gramer oluşturup kuralları geliştirerek kelimeler üretmiştir. şu sözler o dönemler için ne kadar ilginçtir:
Türk diline kimesne bakmaz idi
Türklere hergiz gönül akmaz idi
Türk dahi bilmez idi ol dilleri
İnce yolu ol ulu menzilleri
sevgili okurlar, bu zatın yaklaşık 15 yıl önce annesinin mahalle içinde kaybolmuş mezarı dedemin (annemin babası) aşıkpaşa mahallesindeki evinin bahçesine sıkışmış idi. anneannem gilde bu kadın evin mutfağına gelir ve tereklerdeki bakır kaplar düzeltirmiş. anneannem de onu gündüz gözüne görürmüş. bir gün eve gelin gelmiş. geline de görününce gelin korkudan hayalet var diye kaçmış. anneannem gelip şöyle demiş. bak demiş gelin senden korkuyor. artık gözükme olmazmı deyince daha görünmemiş. daha sonra biz o zamanki belediye başkanıyla görüştük ve aşık paşanın türbesinin arkasına defnini sağladık.
ikinci tespitimiz onun yaşayan akrabaları ile ilgili oldu. kırşehirde vefat eden arzuhalci Galip Kaya abimizle halen yaşayan ve 35 islami eseri olan Recep Okatan abimiz olduğunu bulduk. bu zatlarda çok muhterem kişiliklerdir. Aşık Paşa kendisine uzaktan kuran ve dua okunmasının yerine yanına gelinmesini rüya yoluyla serzenişte bulunmuştur. ayrıca bu fakir kardeşiniz de yanındaki mezarlıkta yatanlardan olup azap çeken var ise o kişi ile azabı arasına engel olacak bir şey koyduğunu gördü. o azap çekenin yerine bu fakir üç gün yattı da Allah’tan affını sağladı.
bu üç yazının doğruluğunu bu zat bize doğrulamış ve tasdik etmiştir. ikram olarak da aşağıdaki sırrı bize biiznillah vermiştir
————————————————
Not: Her kim bu sitede yer alan islami bir emirle amel ederse; o kişiye duamız vacip olmuştur. Şifa bulur veya işi olur ve imanla göçer ve ahirette şefaatimiz vacip olur bi iznillah. Bu bir dua’dır. İlgili yazıyı okuyunuz lütfen (Derdi olan, imanla ahirete göçmek isteyen, ahirette bi iznillah şefaat duası talep eden her kim var ise; bu yazıyı okuya,) yazısı..
aşık ahi kul ahmede yazmak nasib olmuştur
a)Kale efsanesi
Asırlar önce Kırşehir’de bir bey yaşarmış. Beyliği konusunda kesin bilgiler yok, ama tüm babalar gibi evlat düşkünü bir babaymış. Allah, ona bir tek oğul ve bir beylik vermiş, Beyliği Kırşehir’de, babalığı evinde hüküm sürermiş. Allah’ın verdiği evladın iyisi, kötüsü, çirkini, güzeli olmaz. Eğer bir babanın, bir tek çocuğu olursa, tüm sevgileri ve ilgisi de elbette onun üzerine olur.
Aradan yıllar geçmiş. Bey’in oğlu gelişip büyürken, Bey ihtiyarlamışlığına, kocamışlığına, ölümün yaklaşmışlığına bile aldırış etmez, “nasıl olsa aslan gibi oğium var. Yerime o geçer, ocağımı tüttürür, Beyliğimi sürdürür, adımı yaşatır, neslimi devam ettirir” der, gönlünü rahat tutarmış.
Bey’in, bu düşüncelerini koruduğu günlerden birinde, oğlan, her zaman yaptığı gibi atına binip dağ, dere, tepe demeden, kırların güzelim kokusunu çekmiş burnuna. Doldurmuş ciğerine o temiz havayı. Av avlamış, oturmuş bir suyun başına. Avladığı hayvanların taze, leziz etlerinden doya doya yemiş. Artantnı da almış yanına tekrar çıkmış yola. Hava kararıncaya kadar rüzgarla ya-rışmış, kuşlarla gakımış, doğayla haşır neşir olmuş. Akşam yaklaşırken, tutmuş evinin yolunu. “Annem beni bekler, babam merak eder” diye koşturmuş atmı. Tam kente yaklaşıp, baba ocağını görmeye başladığı yerde birden atının ayaklan bataklığa saplanmış. Çırpındıkça batmış, battfkça çırptınmış. Atın ayaklan iyiden iyiye gömülmüş balçığa. Yüzîerce binlerce kez çırpınmiş kurtulmak için. Her çırpınışı, her telaşı, onu biraz daha çekmiş balçığın içine. Beyin biricik oğlu, bağıra bağıra ölümün koynuna gitmiş.
Acı haber tez duyulur. Oğlunun acı sonu da Bey’e hemen ulaşmış. Zavalh Bey, ne yapsın, ne etsin. Çaresizlik içindeki Bey, gözyaşlannı içine akıta akıta başını kaldirmış, etrafındakilere donuk gözlerle bakmış. Hiç olmazsa, gelecek nesiller, böyle felaketler yaşamasın diye açıklamış emrini:
“Tüm bölgeye tez haber salın. Herkes atını, arabasını, öküzünü, kağnısını koşsun. İçine kuru yerlerden, kuru topraklar doldursun, bataklığa boşaltsın. Şu sözüm bir emir oiarak herkese duyulsun. Buyruğuma uymayanın başı vurulsun. Bu bataklığın yerinde bir kale yükselsin ki, bir daha kimse boğulup ölmesin. Benim yüreğim yandı, başka babaların yanmasın. Başka yiğitler ölmesin.”
Tüm ihtişamıyla bugün Kırgehir’in ortasında yükseten Kale’ye bakarsanız ya da üzerinden §ehri seyrederseniz, bu öyküyü anımsar, Kale’nin oluşmasından sonra Bey’in oğlu gibi yiğitlerin 0 alandaki bataklığa saplanıp, yürekler yanmadiğı için Bey’i rahmetle anarsınız,
b) Kurbağaların Ötmeyişi Efsanesi
Hacı Bektaş»ı Veli, Ahi Evran-ı Velİ ve Kaya Şeyhi aynı dönemlerde yaşamış bilim adamlarıdır. Özellikle Hacı Bektaş ve Ahi Evran, yaşadıkîan dönemde hep önder olmuş, yönetim kademesînde bulunmuş, Anadoiu’nun Türkleşmesinde çok önemli katkılari oimuştur. Gerek Hacıbektaş’ta, gerekse Kırşehir’de zaman zaman bir araya gelip, görüş alışverişinde buiunup, kararlar aldıklan rivayet edilmektedir.
Yine böyle bir günde, Hacı Bektaş-ı Veli, Ahİ Evran-ı Veli ve Kaya Şeyhi Eferıdi, Ahi Evran Mahallesi’nde, Kılıçözü ırmağı kenarmda ağaçlık, yeşillik bir alanda sohbet ederler. Bir ara ırmakta o kadar çok kurbağa öter ki, konuşulanlar anlaşılmaz duruma gelir. Bir rivayete göre Ahi Evran, başka bir rivayete göre Hacı Bektaş, ırmağa dönerek elini kaldırır ve ”Susun ya mübarekler, ya sîz konuşun biz susalım, ya biz konuşahm siz susun” demesi üzerine kurbağa sesi kesilir ve bir daha da ötmez,
Halen ırmağın tamamında kurbağalar ötmesine rağmen, inanışa göre bu bölgede kurbağa ötmez
aşık ahi kul ahmede derlemek nasib olmuştur.
Kırşehir’in Obrukdağ’ında batıya bakan yüzünde bir mağara vardır. Yöre halkı, bu mağaraya ilişkin çeşitli efsaneler anlatır.
a) Efsaneye göre, mağaranın içinde ikiye ayrılan yolun birînde bir erkek, lüründe bir kadın nöbet tutmaktadır. Yol uçsuz bucaksızdır. Kimse sonuna varamaz. Mağara suyla doludur. Bir taş atılsa sular taşıp Kırşehir’i basacaktır. oraya giren, havasızlıktan boğulur. Bu yüzden kimse bu mağaraya girmeye cesaret edemez. “Suyu taşar da Kırşehir’i basar” diye mağaraya ufacık bir taş bile atılmaz.
Mağarada büyülü bir giysi vardır. Ele alınca dağılıp dökülür, toplanıp yerine konursa eski haline döner.
Mağaranın demir kapısı ardında, durup dinlenmeden birbirine sürtünüp bilenen iki kılıç vardır. Günün birinde bir yiğît bu kapjyı açacaktır. O yiğit, bu kılııçlara başını kaptırmadan geçerse, içindeki her şey onun olacaktır.
b) Bir başka efsaneye göreyse; bir zamanlar mağaradaki yollardan bîrisi, bir tt uzaklıktaki Karıncalı Köyü’ne çıkmaktadır. Mağaranın köye açılan ucuna kanlar, gördükleri bir top ışıkîa büyülenir, ardına düşerler. Onlar kovalar, o kaçar, ışığın ardına düşüp de dönen olmamıştir.
Günün birinde mağaranın ağzı örümcek ağıyla kapamr. Öyle korkunç görünümü vardır ki, kimse buradan geçmeye cesaret edemez. Bir zaman buralara bir kuş, bu örümcek ağına yuva yapar. Örümcek ona dokunmaz. Kuşun yavruları olur, büyümeye başlar. Bir gün kocaman bir yılan, yavruları yemek isteyince örümcek onu ağına çeker, yutuverir. Bu yüzden örümcek Ksrşehir’de sal sayihr. Mağara ağzında “Obruuuk” diye bağırılır “Obruuuk” diye cevap gelir. İnanışa göre, bu cevabı verenler cin tayfasıdır.
c) Terme Efsanesi
Kırşehir’in şehir merkezinde Terme Kaplıcası vardır. Efsaneye göre, bir kişi Ahi Evran buradan geçerken abdest almak ister. Ahİ Evran ve dervişleri aramalara karşın çevrede bir avuç su bulamazlar. Zemheride sular donmuş, ırmaklar kaskatı buz kesilmiştir o gün. Abdest almak için su bulunamadıklarını Ahi Evran’a söyîedikleri zaman:
“Hiç merak etmeyin. Biz kendimize de, başkalarına da yetecek kadar su buluruz” diyerek asasını üç kez yere vurur.
Kısa bir süre sonra onlarca metre yükseklikte sıcak sular ftşkırır Hünkar Ahi’ın asasını vurduğu yerden. Abdestini alır bu kaynaktan. Sonunda burasını kaplıca yaptırır.
aşık ahi kul ahmede nasib oldu derlemek
Kırgehir’de tarihi, turistik özellikleriyie, şifalı suyuyla bir Karakurt Kaplıcası vardır.
Efsaneye göre, Kırşehir Beyinin oğlu amansız bir hastahğa tutuiur, her tarafı yara bere içinde, akar-kokar duruma gelir. Hekimler ne yapalarsa çare bulamaziar.
Oğlan, beyin gözleri önünde günden güne erir, biter. Bey’in umudu kesilir. Kâhyasını çağırır; “Oğlanı alp uzak bir yere götürüp bırakın. Orada ölsün. Gözümün önünde eriyip gitmektense, hiç olmazsa gözüm görmesin. Göz görmezse, gönül katlanır” der.
Oğlanı alırlar, Kırşehir’in battsmda, 15 Km. kadar mesafede oian Emirburnu Dağı’nın eteklerinde bulunan bir bataklığın yakınına bırakıp dönerier. Batakhğa çok miktarda kurt-kuş geldiğinden oğlanı parçalarlar, bir an evvel ölüp bu illetten kurtulur diye düşünürler.
Oğlan orada yapayalnız, çaresiz, el-ayak tutmaz bir vaziyette kalır. Akşama doğru bataklığa kara bir kurt gelir. Kurt; hastalıklı, uyuzdan tüyleri dökülmüş, halsiz bir vaziyettedir. Bataklığın içindeki çamura yatar, yuvarlanır, kaynak suyundan içer, uzun bir süre kaldıktan sonra gider. Ertesİ gün tekrar gelir, aynı işiemi tekrarlar. Oğlan iyice halsiz düşmüş bir vaziyette kurdun hareketlerini izler. Üçüncü gün kurt daha dinç, iyileşmiş bir vaziyette tekrar gelir, aynı işlemi tekrarlar.
Kurdun her hareketini takip eden oğlan, “bu çamurda bir keramet var” diye düşünür ve sürünerek bataklığa girer, çamura batar çıkar, sudan içer. Bir müddet sonra kendinde bir iyileşme hisseder. Bir gün, iki gün derken iyileşir, ayağa kalkar, yürür, Kırşehir’e döner, babasının kapısını çalar.
Görenler şaşırır, hayret içinde kalırlar. Oğlan babasına o!up biteni anlatır. Bey hemen harekete geçer, bataklığın olduğu yere bir hamam yaptınr, üzerine bir kubbe koydurur, bir de mescit yaptırır ve hizmete açar. O günden sonra buranın adı Karakurt Kaplıcası olarak kalır.
Kaplıca halen aynı ismi taşıyan köyde olup, dört mevsim hastaların gelip şifa buldukları bir yer olarak hizmet vermektedir. Birçok hastalığa, özeitîkle cilt hastalıkiarı ve romatiznal hastalıklara İyi geldiği bilinmektedir.
aşık ahi kul ahmede derlemek nasib oldu
Yunus Emre, yüzyıllardan beri susmayan bir ses, gönüllere taht kurmuş bir sultan ve Allah’ın katında yüksek bir mana önderidir. Türk ve İslam ruhu ile en güzeli söyleyerek insanlığa yol göstermiştir. O, şiirlerinin güzelliği ve eşsizliği ile büyük Türk milletini gönül evinden vurmuş; onun tek vücut olmasında, en önemli yapı harçlarından birisi olmuştur. Onun büyüklüğü Anadolu’dan Azerbaycan’a, Tuna’dan Türkistan boylarına kadar yayılmıştır.
Bugün Anadolu’nun hemen her kent veya kasabasında, ıssız dağ başlarında, çoğunun adlarının dahi bilinmediği için “…. Dede” veya “…. Baba” diye adlandırılan, halkın hâlâ tazimle ziyaret ettiği nice kutlu sayılan mezarlar vardır. Bazen halkın, bu mezarların gerçek sahibini unutarak, sevdikleri kimselere atfettikleri de görülmektedir. Bu sevilen gönül sultanlarından biri de Yunus Emre’dir. Anadolu’nun on ayrı ilinde mezarı olduğunun ileri sürülmesi, Yunus Emre’nin Türkler tarafından ne kadar sevildiğinin ve benimsendiğinin bir göstergesidir.
Hayatı hakkında çok az bilgi sahibi olduğumuz Yunus Emre ve yaşadığı döneme ait en doğru bilgileri Hacıbektaş-ı Velî Velâyetnamesi ve Sivrihisarlı Baba Yusuf’un Kitab-ı Mahbub-ı Mahbub adlı eserlerinden almaktayız. Bu eserler incelendiği zaman, Yunus’un hayatında önemli yer tutan birçok kişi ve yer adlarıyla karşılaşıyoruz. Bunlardan Kır Şehri, Suluca Kara Höyük, Sarıköy, Sivrihisar, Sarıkaraman gibi yer adları dikkate alındığında bütün bunların Kırşehir ile Aksaray illeri sınırları içinde yer alması; Kırşehir ili sınırları içindeki Ulupınar kasabasında yer alan mezarın Yunus Emre’ye ait olma ihtimalini kuvvetlendirmektedir.
Yunus’un nefis terbiyesi esnasında sık sık Hacı Bektaş-ı Velî, ile görüşmesi, Taptuk Emre’den dersler alması, ünlü şairin bu coğrafyada yaşadığını açık şekilde göstermektedir..
Hacı Bektaş Velâyetname’sinde adı sık sık geçen Sivrihisar yerleşim yeri, Eskişehir’in Sivrihisar ilçesi değildir. Çünkü Hacı Bektaş-ı Velî Velâyetnamesi’’nde, İbn Bîbî’nin Selçukname’sinde, Sivrihisarlı Baba Yusuf’un halen Konya’da bulunan 401 sayfalık Kitab-ı Mahbub-i Mahbub adlı eserinde, Kerimüddin Mahmud’un Müsameret-ül Ahbar ve Müsameret-ül Ahyar isimli eserlerinde sık sık geçen Sivrihisar Kalesi ve Sivrihisar köyü bilgisini Merhum Abdülbaki Gölpınarlı ve diğer bazı yazarlar yeterince güvenli bularak, belki de hiç araştırma gereği duymadan, Yunus’un Eskişehir iline ait Sivrihisar ilçesinde yattığı hükmüne varmışlardır. Eskişehir Sarıköy’de yapılan bir tren yolu inşası sırasında bulunan sahipsiz bir mezarın Yunus Emre’ye ait olduğunun iddia edilip bölgeye Yunus Emre adının verilmesi iyi niyetli bir açıkgözlülüktür. Oysa Yunus’un hayatında önemli bir yeri olan Ortaköy’deki Sivrihisar Hacıbektaş’a 75 km, Eskişehir Sarıköy’e en az 400 km uzaklıkta yer almaktadır. Ulaşımın yaya yapıldığı o dönemin şartları düşünülürse Yunus Emre’nin hayatında önemli yeri olan Sivrihisar’ın, Ortaköy yakınlarında yer alan Sivrihisar Köyü, Sarıköy’ün ise bugün Sarı Karaman olarak bilinen yer olma ihtimali daha gerçekçidir. Ayrıca Selçuklu sultanı II. Mesut’un geliri yüksek olan Kırşehir’in güneyindeki Sivrihisar köyünü annesine ikta olarak tahsis etmesi de o dönemde bölgenin önemine işaret etmektedir.
Yunus Emre’nin yaşadığı dönemde Orta Anadolu’da Kırşehir’de bulunduğu Orta Kızılırmak bölgesinde toplanan Türkmenler Hacıbektaş, Aşık Paşa, Ahi Evran-ı Veli, Taptuk Emre, Ahmed-i Gülşehr-i gibi önderlerin ışığında gelişmiş, Yunus Emre’de bu atmosferden nasibini almıştır.13 yy batı Anadolu’nun Bizans tekfurları ile Müslüman Türk akıncıları arasında sürekli el değiştiren bir yer olduğu düşünülürse Yunus Emre gibi fikir önderlerinin Kırşehir etrafında toplanması daha iyi anlaşılacaktır.
Yunus’u doğru anlamak Taptuk Emre’yi çok iyi tanımaktan geçer. Çünkü Yunus’un insan sevgisini aldığı pınar Taptuk Emre’dir. Osmanlı ve Başbakanlık arşivleri incelendiği zaman Yunus’un hayatında önemli bir yer tutan Taptuk Emre’nin köyünün Kırşehir’in güneyinde Aksaray iline bağlı Ortaköy ilçesi sınırları içinde yer alan Taptuk Köyü olduğu anlaşılmaktadır. Niğdeli Kadı Ahmet’in 1333 yılında tamamladığı “Al-Valad Al Şafıyk Val-Hafid Al Haliyk’’ isimli eseri incelendiği zaman da Taptuk Emre’nin bu coğrafyada yaşadığı kesin olarak anlaşılmaktadır. Ayrıca Hilmi Ziya Ülken’e göre de Taptuk Emre’nin Kırşehir medreselerinde eğitim aldığı anlaşılmaktadır. Hacı Bektaş-ı Velî Velâyetnâmesi’ne göre Yunus’un hocası Taptuk Emre’ye ait olan mezar bugün Taptuk Köyü’nün camisi içerisinde yer almaktadır. Aşağıdaki haritadan da anlaşılacağı gibi Kırşehir’in güneyindeki Sarıkaraman(Sarıköy) isimli yerleşim yerinin de Yunus’un hayatında ayrı bir yeri vardır.
Karaman’da bulunan mezarın ise Yunus Emre’ye ait olduğuna dair net bir bilgi yoktur. Karaman’da yatan kişinin 1512-1513 yılları arasında sağ olduğu anlaşılan Kirişçi Baba Tekkesi Şeyhi Karamanlı Katipzade Yunus Emre olduğu tahmin edilmektedir. Yunus Emre’nin yaşadığı dönemde Karaman isminin bir kent merkezi olmayıp, Konya, Aksaray ve Kırşehir topraklarını da içine alan geniş bir bölgenin ortak ismi olduğu; bugünkü Karaman kentinin Cumhuriyete kadar Ermenek diye anıldığı unutulmamalıdır.
Çiftçi Yunus yaşanan büyük bir kıtlık sırasında buğday almak için Sarıköy’den Hacı Bektaş’a gitmeye karar verir. Eli boş gitmemek için yolculuk esnasında topladığı alıçları Hacı Bektaş’a sunması pir’in çok hoşuna gider:
- “Sorun kendisine himmet mi ister, yoksa buğday mı?” der.Yunus :
-“ Ben himmeti ne yapayım. Çoluk çocuğum aç… Buğday isterim’’ der.
İsteği yerine getirilen Yunus kendisine verilen buğday ile yola çıkar. Hamamın olduğu yere gelince hatasını anlayarak yarı yoldan geri dönen Yunus, Hacı Bektaş’ın yanına varır:
- Buğdayları alın bana himmet verin… der. Hacı Bektaş ise;
- O geçti artık. Senin kilidini Taptuk Emre’ye verdik.
Sen git nasibini oradan al!… der.
Prof. İ. Hakkı BALTACIOĞLU’na göre bu olay Kırşehir topraklarında gerçekleşmiştir. Bugün bile Hacıbektaş ile Kırşehir arasındaki o hamamın kalıntıları halen varlığını devam ettirmektedir. Sarıköy ile Hacıbektaş(45 km) arasında yapılan bu yürüyüş bile Yunus’un Kırşehir’de olma ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Çünkü Eskişehir Sarıköy ile Hacıbektaş arası en az 400 km uzaklıktadır.
Dönemin büyüklerinden olan, Sivrihisarlı Baba Yusuf’un Kitab-ı Mahbub-ı Mahbub adlı eserinde Hacı Bayram-ı Veli, Yunus’un mezarının bu topraklarda olduğuna bakın nasıl işaret etmektedir:
Azizlermiş hüsusa Yunus Emre,
İdermiş Zühd-ü uzlet uyup emre,
Bu yerlerdedur bu zümrenin mezarı,
Müşerref eylemüşlerdir diyarı.
Kırşehirli Albay Refik SOYKUT tarafından Ziyaret Tepe’de bulunan Yunus Emre’ye ait mezardan alınan 12 adet kemik, 1982 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Antropoloji Kürsüsü tarafından bilimsel tekniklerle incelenmiş; 600 yıllık olan bu mezarın çok gezen yetişkin, 60-70 yaşlarında bir erkeğe ait olduğu raporlarla tespit edilmiştir. Kemiklerde bulunan karbon miktarının yeterli olmaması nedeniyle yaş tespitinin tam yapılamamış olması da mezarın çok eski olduğunun bir göstergesidir.
Devlet Planlama Teşkilatı, 1983-1987 yılları arasında yaptığı çok yönlü çalışmalardan sonra bölgeyi, Yunus Emre Millî Parkı olarak ilan etmiştir. Ziyaret Tepe etrafında her yıl binlerce ağaç dikimi yapılarak bölgenin güzelleştirilmesine çalışılmaktadır. Bugün bile bölgede çocuklara konan isimler arasında Yunus, Emre, Derviş, Eren, isimlerinin çok yaygın olması ve yöredeki alıç ağaçlarının çokluğu dikkat çekicidir.
Yukarıda saydığımız birçok neden göz önüne alındığı zaman ünlü Türk mutasavvıfı ve şairinin mezarının bu coğrafyada olması kesinlik kazanmaktadır. Bu nedenle Kırşehir ilinin Ulupınar Kasabası ile Aksaray iline bağlı Sarıkaraman(Sarıköy) Kasabası arasında yer alan 1267 rakımlı Ziyaret Tepe’de yatan ulu kişinin Yunus Emre olduğu kabul edilmiştir. Kırşehir ve Aksaray Valiliklerince Yunus Emre ile hocası Taptuk Emre için anıt mezarlar yaptırılmıştır. Her yıl Kırşehir ve Aksaray valiliklerince Yunus Emre’yi anmak üzere ortak törenler düzenlenmeye devam edilmektedir.
Kırşehir Kaman ilçesinin 3 km. doğusundaki Çağırkan Kalehöyük’teki çalışmaları, Japonya Ortadoğu Kültür Merkezi adına kazı heyeti şeref başkanı prens Takahika Mikosa başlatmıştır. Sachihiro Omura, arkeolog olarak görev yapmıştır. Burada üç ana kültür katmanı belirlenmiştir. M.Ö. 2000 yılına kadar olan bölüm Asur ticaret kolonileri ve Hitit imparatorluk dönemlerini ihtiva eder. Sonraki bölüm Geç Hititler ve Frigyalılara aittir. Son bölümde Akamenid egemenliği izleri vardır. Hititlerin feodal krallıklara bölündüğü anlaşılıyor. Kırşehir o dönemde merkeze bağlı olmalıdır.
M.Ö. 1200 yıllarında Balkanlar üzerinden Anadolu’ya geçen Frigler, daha sonraki asırlarda ise Medler ve Persler; Anadolu ile birlikte Kırşehir’e de hâkim oldu. Batı Anadolu’ya kadar giren Persler; bugünkü Niğde, Aksaray, Kırşehir, Nevşehir ve Kayseri’nin Batı kısımlarına “Güzel Atlar Ülkesi” anlamına gelen Katpatukya (Kapadokya) diyorlardı. Burası satraplık olarak idare ediliyordu ve Kırşehir Batı kısmını oluşturuyordu. Hitit, Frig, Muşki ve Matianlar yerli halk topluluklarıydı. M.Ö. 334 yılında Pers orduları Makedonya İmparatoru Büyük İskender’e yenilince, İskender’e bağlı birlikler, Şereflikoçhisar üzerinden Kırşehir topraklarına girdiler. Bunun üzerine Kapadokya halkı, Makedonyalı komutan Sabiktas’a karşı ayaklanarak, Pers soylularından Ariarates’i Kapadokya Kralı seçti. Böylece bölgede bu krallığın hâkimiyeti başladı. Kapadokya kralları, Roma İmparatoru Tiberius zamanında M.S. 18 yılında tamamen Roma’ya bağlanarak tarih sahnesinden çekildi.
Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılışından sonra Anadolu’nun çoğu yöresi gibi Kırşehir de Doğu Roma’nın, yani diğer adıyla Bizans İmparatorluğu’nun payına düştü. Anadolu ve bu arada tabiî olarak Kırşehir, özellikle VII. asırda Arap ordularının istilâsına uğradı. Öteden beri uygulanmakta olan köleci üretim tarzı, Romalılar döneminde Kırşehir’de de geçerliydi. Bu ekonomi düzeninin, tabi bu arada Romalıların da zayıflaması, Kırşehir’den Mazaka’ya göçü hızlandırdı. Çünkü Kayseri’de daha canlı bir ticaret hayatı vardı. İmparator Justinianus döneminde Kırşehir, hür köylülerin yaşadığı bir yer haline getirildiği halde göç durmadı. Nihayet, Kırşehir’deki piskoposluk kaldırılarak, buradaki dinî makamın rütbesi düşürüldü. O devirde bölgedeki nüfusun azaldığını gösteren mühim bir delildir bu.
TÜRKLERİN YERLEŞMESİNDEN SONRA KIRŞEHİR
Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluşu sırasında, Süleyman Şah’ın topraklarına kattığı şehirlerden biri de Kırşehir’dir. Anadolu Selçuklu Sultanı 2. Gıyaseddin Keyhusrev devrinde (1237-1245) bazı huzursuzluklar oldu. Baba İlyas isimli bir zatın etrafında toplanan bazı Türkmen grupları Tokat ve Amasya’ya yürüdüler. Sultan II. Gıyaseddin Keyhusrev, Erzurum’da Moğollar’a karşı bekleyen orduyu Konya’ya çağırdı. Amasya’da ve Kırşehir Seyfe gölü yakınındaki Malya ovasında çıkan savaşların sonunda Baba İlyas’ın baş halifesi Baba İshak, Malya’da öldürüldü. Ama bu karışık durumdan faydalanan Moğollar, 1243’teki Kösedağ Savaşı’nda Selçukluları yenilgiye uğrattılar ve vergiye bağladılar.
Osmanlı zamanındaki isyanlara şöyle veya böyle temel teşkil eden Babaîlik: Anadolu’nun sosyal, iktisadî ve dinî hayatında birinci dereceden rol oynamıştır. Baba İlyas’ın oğlu Muhlis Paşa’nın oğlu olan Âşık Paşa, Farsça moda olduğu halde, tasavvufa ait fikirlerini yaymak için eserini Türkçe olarak kaleme almıştı. Mevlâna’nın tilmizlerinden olan Süleyman Türkmanî ve Mehmed Aksarayî, Kırşehir’de Mevlevî Tekkeleri kurmuşlardı. Âşık Paşa, işte bu hocaların yanında yetişti. Oğlu Selman’ın torunu olan Ahmet Âşıkî (Âşık Paşazade) ise meşhur tarihçilerimizdendir. Aynı dönemde yaşayan Ahi Evren’den de bahsetmek gerekir. Türk işçi ve esnafının pîri sayılan Ahi Evren’in asıl adı Mahmud Nasuriddin’dir. Osmanlı Devletinin kuruluşunda Şeyh Edebali ve Hacı Bektaş’ın nasıl manevî katkıları varsa, Ahi Evren’in de çalışma hayatı bakımından büyük katkıları olmuştur. “Ahi Evren Secerenamesi” ve bilhassa “Hacı Bektaş Velâyetnamesi”nde, o devir Kırşehir’i övgüyle anılır:’ Ol zaman Kırşehri ulu şehir idi… On sekiz bin derler evi var idi. Burcu baru çevresi hisar idi.”
Anadolu’yu işgal eden Moğol askerleri, bilhassa Tokat, Amasya, Çorum, Kırşehir, Kayseri ve Sivas çevresinde yaşıyorlardı. Bu gerileme dönemine rağmen Cacaoğlu Nureddin’in Kırşehir’e Subaşı olmasıyla yöre ekonomik ve kültürel bakımdan çok gelişti. XIII. y.y.’ın sonlarına doğru da savaşların neticesinde şehir harabe haline geldi. Bir Moğol devleti olan İlhanlılar, Anadolu’yu dört parçaya ayırarak valiler ile yönetmeye başladılar. Kırşehir ve Niğde, Cenup Bölüğü adı altında Şerafeddin Osman tarafından idare ediliyordu. Fakat kanun dışı vergilerin sonucunda halk yılmıştı. Nihayet 1318’de Anadolu Selçuklu Devleti yıkıldı. Kırşehir bir dönem Eretna Beyliği, ardından da Karaman Beyliği sınırları içinde kaldı. Timur döneminde karışıklıklar yaşayan Kırşehir, bazı kaynaklara göre II. Murad döneminde, (1421-1451) kesin olarak Osmanlı hâkimiyetine girdi.
Nispeten sakin birkaç asır geçiren yöre ayaklanmalarla yeniden sarsılır. Kanunî zamanında Ankara bölgesini de etkisi altına alan Kalender Baba, arazi tahriri ve vergilerin ağırlığı yüzünden halk arasındaki hoşnutsuzluğu kullanmıştı. Kanunî, Macaristan Seferinden dönmek mecburiyetinde kaldı ancak ayaklanma Kırşehir’de güçlükle bastırıldı. Bu arada Dulkadirliler, Kalender’e büyük destek verince, ikinci aşamadaki çarpışmada Osmanlı ordusu bozguna uğradı. Bunun üzerine İbrahim Paşa dirliklerini elinden aldığı Dulkadirli (Maraş) tımarlı sahipleriyle gizlice anlaştı, ve Kalender’i yenmeyi başararak onu öldürdü.
1560’lı yıllarda, Kırşehir sancak beyi seferdeyken, vekili Pirî ile Subaşı Hüseyin halkı soydular. Kırşehir kadısının çabaları bunları muhakeme etmeye yetmedi. 1577’de siyasî vak’aların arttığı anlaşılıyor. İran Şahı hesabına Anadolu’da çok kuvvetli bir propaganda vardır. Suriye tarafında bir Türkmen, kendisinin Şah İsmail olduğunu söyleyerek, Malatya Türkmen aşiretlerini ayaklandırmış, elli bin kişilik bir ordu kurmuştu. Hatta Hacı Bektaş’a kadar gelerek kurban kesti, Bozok’a (Yozgat) halifesini yollayarak taraftar topladı. Bu olayda, Celâli isyanlarıyla Kızılbaş-Tarikat isyanlarının âdeta özdeşleştiği görülür.
1584 yılı ise yine Kırşehir için iyi geçmedi. Otuz kırk kişilik bir levend çetesinin yakalanması bahanesiyle, Manisa Valisi Şehzâde Mehmed’in lalasının adamları olduğunu söyleyen kalabalık bir grup, bölgedeki köyleri yağmaladı. Bu grup, gerçekten de şehzadenin adamlarıydı ama soyguncuları yakalamak bahanesiyle kendileri de aynı işi yapıyorlardı. Bu vak’anın ardından üç yıl boyunca Kırşehir ve çevresindeki Orta Anadolu şehirlerinden bir kısmı, adeta Celâlilerin merkezi haline geldi. Soygun ve talanların dışında, artık halka direkt saldırılar da mevzubahisti. Bu vak’alar XVII. y.y. ortalarına kadar devam etti. 1777 yılında Yozgat Ayanı Çapanoğullarının, Kırşehir mütesellimliğini de ellerine geçirdikleri anlaşılıyor. Bu durum XIX. y.y.’ın başlarına kadar sürdü. Yöre, daha sonraki seneleri sakin geçirdi.
O devrin derbend teşkilâtı da büyük önem taşıyordu. Geçitleri, eşkıyalığa karşı korumak, emniyeti sağlamak, ve yolları düzeltmek amacıyla kurulmuştu. 1693 yılında Kızılırmak üzerinde, Kırşehir’in 20 km. güneyindeki Kesikköprü, tamir ve takviye edilmek yolu ile yeni bir nizama kavuşmuştu. Derbendci olarak, konar-göçerler yerleştirildi. Ankara Kırşehir arasında 100. km.’de bulunan, eski Bizans yolu üstündeki Çeşnigir Köprüsü de Kesikköprü gibi, geçit üzerinde olduğundan derbend sayılıyordu, muhafazasını 50 nefer sağlıyordu. Aynı şekilde 1744 tarihli bir Osmanlı kaydına göre Kesikköprü için de köprücüler ve Köprü Ağası tayin edilmişti.
KIRŞEHİR İDARÎ TARİHİ
Anlaşılacağı üzere Çorum-Yozgat sınırında bulunan Hitit başkenti Hattuşaş’a çok yakın olan Kırşehir, idarî bakımdan merkeze bağlıydı. Prokopios tarihinde yazdığına göre VI. y.y.’da Mokissos harap olmuştu. Bizans İmparatoru Justinianos, Kırşehir il merkezindeki eski kalenin batısında; sarp, fevkalade erişilmez bir yerde kale yaptırdı. İşte bunun için yöreye bir dönem, Justinianopolis dendi. Kırşehir yöresi, Romalılar döneminde, merkezi Kayseri olan Kapadokya Eyaletine bağlıydı. Bölgeye ait ilk coğrafya bilgisidir bu. Amasyalı coğrafyacı Strabon’un işaret ettiği Sarauene kentinin Kırşehir’de olduğu tahmin ediliyor. İmparatorluğun ikiye ayrılmasından kısa bir süre önce 371’de Kapadokya Eyaleti ikiye bölününce, Kırşehir; başkenti Tyana olan ikinci Kapadokya Eyaleti içinde kaldı.
Kırşehir’in uzun süreli Türk yurdu olması ve günümüze kadar gelmesi 1071 Malazgirt Zaferi ile başlar ama ondan önce de, Türk izleri vardır. H.290 (M. 902) yılına ait Hacı Tura Oğlu Şah Mehmed Vakfiyesinde, Hacı Tura mülkü olduğu kayıtlıdır. “Kırşehri” adı, ilk olarak burada geçer. Böylece Hitit, Frigya, Pers, Kapadokya, Roma ve Bizans dönemlerinden sonra Türk dönemi başlamaktadır.
Anadolu Selçuklularının Malazgirt Zaferinden birkaç yıl sonra fethettikleri şehirlerden biri de Kırşehir’dir. Haçlı Seferleri sırasında kısa bir süre elden çıktıysa da tekrar Anadolu Selçuklu idaresine girdi. II. Kılıçarslan 1190’da memleketi 11 oğlu arasında bölüştürürken Ankara ile beraber Kırşehir, Muhiddin Mesud’un payına düştü. 1230 yılında Mengücekoğlu Muzafferüddin’e timar olarak tahsis edildi. İbn Bibi bunu “Selçukname” de “Sultan (Alaeddin) Erbisus’u (Afşin) mülkiyet, Kırşehir’i de muaf ve müsellem ikta olarak verdi” diye ifade ediyor. Bu dönemde Gülşehri olarak da anıldı. Esasen Kırşehir, savaşlar ve yerli halkın göçleri sonunda tamamen harap olmuş bir vaziyetteydi. Pek çok araştırmacı da Selçuklu Türklerinin bu yüzden bölgeye ve il merkezine “Kırşehri” adını verdiğini belirtir. Böylece XII. yy’da Selçuklular tarafından yeniden kurulur. Boyahaneleri, cenderehaneleri, sabunhaneleri ile tanınır. Yaylak-kışlak hayatı yaşayan Türkmenler, o yıllarda sayıca fazla oldukları için, hayvan mahsullerinin satıldığı, mamul maddenin alındığı pazarlara “Türkmen Pazarı” denirdi, şehirlerin kapılarına kurulurdu. Bunlardan biri de Kırşehir’deydi.
1243 Kösedağ Savaşında, Selçuklular yenilmiş, Kırşehir de Moğolların yaylağı haline gelmişti. Selçuklular resmen yıkılmasa da uygulama böyleydi. Bu tarihlerde Moğolların (İlhanlı Devleti) tayin ettiği Kırşehir Beyi Nureddin Cebrail Caca, nispeten huzur ve sükûnu sağlamış, şehre medrese bile kurmuştu. Caca’nın, Arapça-Moğolca Vakfiyesi, il tarihiyle ilgili kıymetli bilgilerle doludur. Bölge daha sonra da sırasıyla Eretnalılar, Kadı Burhaneddin, Karamanlılar, Dulkadirliler ve Osmanlıların hâkimiyetine girdi. Osmanlıların elindeyken, 1402 Ankara Savaşından sonra Timur Devletinin eline geçti.
Selçuklular zamanında, ilk idarî teşkilatlanmanın II. Kılıçarslan zamanında yapıldığını görüyoruz. Mahrusa-ı Kırşehir- Aksara(y) sahibi Zahireddin Seyfeddin İldeniz’dir. İbn Bibi, Kırşehir’i, Vilâyet-i Akşehir içinde gösterir. İslam coğrafyacısı Ebul Fida, aynı dönemde Kırşehir’i Rum şehirlerinden sayar. XIV. y.y. ortalarına doğru kaleme alınan coğrafya kitabı Nüzhet’ül Kulûb’da ise Mülk-i Rum şehirlerinden sayılır. Osmanlılar Konya ve civarındaki Karaman Beyliğini kendilerine bağlayınca, idarî açıdan burayı ayırdılar ve adına “Karaman Beylerbeyliği” (Eyalet) dediler (1468-1512). Paşa sancağı Konya olup, bağlı sancaklardan biri de Kırşehir’dir. Niğde, Aksaray, Beyşehir, Akşehir ve Kayseriye diğer sancaklardır. XVII. y.y’da sancak esaslı Osmanlı idaresinden, eyalet esaslı idareye geçilmiştir. Ancak Kırşehir yine Karaman Eyaletine bağlıdır. 1831 Osmanlı nüfus sayımı kayıtlarında Kırşehir, Karaman Eyaleti içinde yer almaktadır. Osmanlı Salnameleri 1843’ten itibaren yayınlanmaya başladı. 1857 Devlet Salnamesinde eyaletler, livalara ayrıldı. Liva, mutasarrıflarca yönetilen şimdiki il ile kaza arası bir yönetim şekliydi. Bu dönemde Kırşehir; Eyalet-i Karaman’ın 7 livasından biri olan Niğde’ye kaza olarak bağlandı. Hacıbektaş ve Mucur da yine Niğde’ye bağlıydı. 1864 yılında İdare-i Vilâyet Kanunu çıktı. 1876 yılı sonlarında yayınlanan Devlet salnamesinde, Kırşehir Sancağını, Ankara Vilâyetine bağlanmış olarak görüyoruz. Kırşehir’in kazaları ise bu dönemde Avanos, Keskin ve Mecidiye’dir (Çiçekdağı). 1908 Salnamesinde Kırşehir yine Ankara’ya bağlı 3 kazalı, 3 nahiyeli 521 köyü olan bir il konumundadır. 1921’de müstakil mutasarrıflık yapıldı. Cumhuriyetin birinci yılında ise 74 vilâyet arasında 48. sırada Kırşehir adına da rastlıyoruz. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi Tahrir Defterlerine göre Kırşehri XVI. y.y’da Anadolu sancakları arasında geçer. Alt teşkilâtı 139. numarada kayıtlıdır. Kaza-i Kırşehri olarak merkez kazası gösterildikten sonra Nefs-i Kırşehri ibaresi vardır. Nahiyeleri şöyle sıralanır: Kırşehri, Hacıbektaş, Süleymanlu, Konur, Künyüzü, Denek, Keskin ve Çiçekdağı.
1777’den 1820’li yıllara kadar Bozok (Yozgat) Sancağının güçlü âyan ailesi Çapanoğulları, Kırşehir yönetimini de üstlendi.
Kırşehir’in en eski ilçelerinden Mecidiye (Çiçekdağ) Yozgat’a bağlı merkezi Boyalık köyü olan bir nahiyeyken, Abdülaziz döneminde (1861-1876) kaza yapılarak Kırşehir’e bağlandı. Mucur, önceleri Niğde sancağına bağlı bir köy iken 1868’de Kırşehir’e bağlı nahiye haline getirildi. 1908 İkinci Meşrutiyetten sonra Kırşehir’e bağlı kaza oldu. Kaman ise zaten Kırşehir’e bağlı bir nahiyeydi, 1944’te kaza yapıldı. Cumhuriyet döneminde, 1954-1957 yılları arasında, Kırşehir kaza haline getirilerek Nevşehir’e bağlanınca, Çiçekdağ kazası Yozgat’a, Mucur kazası Nevşehir’e, Kaman da Ankara’ya bağlanmıştı. Son dönemde ise (1990) Çiçekdağ, Mucur ve Kaman’a ilâve olarak Boztepe, Akpınar ve Akçakent de kaza haline getirilerek, toplam kaza sayısı altıya çıkarıldı. Halen bu idarî yapı devam etmektedir.
Kaynak: Kırşehir Türkülerininin Hikayeleri
Sebahattin Yaşar
Yüksek Lisans Çalışması-2001
AHİLİK (AKHISM) targets HUMAN, very different from Protestan ethics of the Germans (saying “the person who produces quality goods will be a good slave to Allah”) and the principle of the Japanese (“working to death”) and it tries to create a SERVİCE CLIMATE, with all the people that will be pleased along the lines of a justice, based on Islamic ethics.
They worked saying “Allah”. All the Ahi (Akhi) organizations should be united in a single parent organization. Ethics can not be the virtue of only the shopkeepers and the poor. Large businesses and the wealthy must also go into the scope of the Akhism. Chambers of business are following the method of closing bad cases rather than the method of cutting them off. This is very inconvenient. People in each neighborhood should form a foundation to feed their poorest people there. The state should provide financial support according to the number of active members, the amount of work done and the scientific products produced.
Small organizations should be protected, large enterprises should be encouraged to give jobs to small-and-midium-size enterprises rather than combined production, the merchants should be encouraged to run rayons in supermarkets. All the moral principles sould be reformatted to be used effectively. The names of bridges, roads and apartment buildings should be the names evoking the good moral. In schools, the Akhi Branch should be established and selection of Akhi students should be plentiful.
Mevlana (Iran, seyru sülüki enfüsi) Sect Practice makes people go away from work, drives them into fallacies and can create psychological problems, listening to themselves. Ahi Evran Application (Turkmen, seyru sülüki afaki) aims to go to the writer from the written looking at the appearant structure of the universe, it is extroverted and it is based on the work purposes.
This method is most effective formula for the development of this country. The name of a city sould be “Akhi” so that everyone should pronunce the name very often.
This city should be Kırşehir and we offer that the name of the city should be AHİ KIRŞEHİR. An Akhi foundation to be established can make a standard practice such as Halal Food practice in the market. This should consist of the combination of several elements, from the quality to the price and from the price to the worker’s wage.
Zoning conditions of cities shall not exceed 25% of the construction areas. Single-storey straight home building should be encouraged. The Akhi lived straight houses with gardens. Block structures should be avoided. The size of a parcel shall not be less than 1000 meters. The distance of houses sould be away from each other and the windows of the houses should not see each other as much as possible.
The closeness of the distance between homes is the most dangerous bulding structure, breaking down the privacy. The sound of the sewage pipe above is breaking the shame of a person hearing this. The religion is based on the sense of shame. The Hadith says “Expect everything once the shame is broken”. To us, Akhism is an economic system. It is an alternative to second-class citizens, and slavery in history, it is also an alternative today to communism (insisting on production-sharing but ignoring production) and capitalism (idolizing production and investment but neglecting sharing). It is a development model.
Corporations and limited liability companies are not suitable for the Islam and the Akhism because they have limited liability. However, if the partners write “we are unlimited responsible” in their contracts or invoices, it will be a confidence-building application. When the Akhism becomes a brand, the Akhi medallion can be given to all the partners who have a share of at least 10%. There is an advertising ban in the Akhism. Advertising should be banned because it drives people to buy merchandise and its excessive repetition makes conditioning.
AHİ brand should be given to IHH and similar institutions. AKHI BUSINESS must be a brand. In the Akhism, an apprentice’ error is known by his master. This means that the master is graded. If you apply this to the education, you will understand that the teacher should be graded by his students. The teaching method (teaching by examples) in the Akhism, the method what Americans call “case study”, should also be used in education (like explaining the Quran with examples).
ahi kul ahmed
Kırşehir kent merkezinde bulunan medrese Selçuklu döneminde Kılıçaslan oğlu Keyhüsrev zamanında Kırşehir emiri Nurettin Cibril Bin Cacabey tarafından 1271-1272 yıllarında bir gözlem evi medrese olarak yaptırılmıştır.
Eser sonradan camiye çevrilmiştir. Birkaç kez onarılmış olup minaresindeki mavi çiniler nedeniyle halk arasında “ cıncıklı” camii adı ile anılmaktadır. Medrese kesme taştan yapılmış olup kare planlıdır. İki eyvanlı kapalı avlulu medreseler gurubuna girmektedir. Döneminde astronomi yüksek okulu olarak hizmet vermiştir.
Mukarnas kavsaralı iki renkli taş işçiliğinin uygulandığı taç kapısı bulunmaktadır. Kuzeyindeki giriş kapısı işlemelidir, yapıdan ayrı olan tuğladan yapılmış çinili ve tek şerefeli minaresi ilk önce gözlem yeri olarak kullanıldığını göstermektedir.
Ana eyvanda yer alan karşılıklı iki sütun koni ve küre biçimlerinin üst üste bindirilmesiyle oluşturulmuştur. Bu sütun düzenlemesinin Anadolu Türk sanatında başka bir örneği bulunmamaktadır. Cacabey camiinin sol bitişiğinde Cacabey’e ait bir türbe bulunmaktadır.
CACABEY KİMDİR?
Ceceli aşiretinin beyi olan Emir Bahaddin Caca’nın oğlu olan Cacaoğlu Nureddin Cebrail, 1240’ta Kırşehir’de doğdu. Kırşehir’e büyük hizmetlerde bulunmuş, büyük ve tarihi şahsiyettir. Adı edebileşmiş bu devlet adamı “ Cacabey” adıyla ün kazanmıştır.
Selçukluların son yıllarında düzen bozulduğu için iller valiler ile yönetiliyordu. Eskişehir Emiri olarak görülen Caca Bey, bir süre Tokat’ta kaldıktan sonra Kırşehir’e bey olmuştur.
Kırşehir Beyi iken, Emirhor olan Eseddedin İsyanı’nı bastırdı. Elbistan Savaşı’na katıldı. Orada Mısır Memlük Sultanı Baybars’a esir düştü. Baybars bütün esirleri serbest bırakınca Caca Bey Şam’dan Kırşehir’e döndü. Bir hükümdar gibi Kırşehir’de hüküm süren Caca Bey’in ünü, kısa sürede her tarafa yayıldı.
Genç yaşında zekasını göstererek üstün hizmetlerde bulunan Caca Bey, kısa zamanda büyükler arasına karıştı. Mevlana, yazdığı mektupta onu övmüş, başarısını tescil etmiştir. Aralarındaki birçok görüşmede de bu konuyu dile getirmiştir. Özel Türkçe konuşan, emirleri ve devlet yazışmalarında Türkçe yazan Caca Bey, kendi idaresinde olan Hacı Bektaş ile de ilgilenmiş, onu himaye etmiştir.
Anadolu’da bir çok hayır kurumu yaptırmıştır. Bu arada Eskişehir’de bir cami ve bir han yaptırmış, 17 cami ve zaviyeyi de onarıma almıştır. Kırşehir’de bu gün bir mimari anıt olarak yükselen Caca Bey Medresesi’ni de yaptırmıştır. Devrin fakültesi gözüyle bakılan bu binada Türkçe eğitimi veriyordu. Arapça ve Acem dili ile de eserleri vardır. Ayrıca İslam Hukuku ile felsefe ve tasavvuf dersleri de öğretiliyordu. Kubbesi açık ve altında bir kuyunun bulunduğu Cacabey Medresesi’nde kuyuya yansıyan yıldızlar incelenir, bunlar üzerinde araştırmalar yapılırdı. Bundan anlaşıldığına göre, bu medrese o dönemlerde astronomi araştırmaları yapılıyor, matematik, fizik, kimya gibi konularda eğitim veriyordu.
Caca Bey, 1301 yılında Rum tekvurları ile savaşırken şehit düştü. Naaşı Kırşehir’e getirilerek 1272’de yaptırdığı medresenin yanındaki türbeye defnedildi.