Bismillahirrahmanirrahim
selamün aleyküm
EZAN
Ezanda yedi kelime bulunmaktadır. Allahü ekber/Allah en büyüktür. Yüce Allah ibadet eden hiçbir kulun ibadetine muhtaç değildir. Bu anlamın önemini teyid amacıyla bu kelime dört defa tekrarlanmaktadır.
Eşhedü en la ilahe illallah/şehadet ederim ki şanı yüce Allah, kimsenin ibadetine muhtaç olmayışı ve büyüklüğüyle, ibadet edilmeye yegane layık olandır.
Eşhedü enne muhammeder rasulüllah/şehadet ederim ki, Muhammed Allahın elçisidir. Yani peygamberimiz aleyhisselatü vesselam şanı yüce Allahın rasulüdür. İbadet yolunu O’nun adına bize tebliğ edendir. Yüce Allahın şanına layık ibadet, ancak peygamberimiz aleyhisselatü vesselamın tebliği ve risaletiyle yapılan ibadettir.
Hayyealesselâh/haydi namaza ve Hayyelel felâh/haydi kurtuluşa demektir. Her iki kelime de namaz kılan kimseyi kurtuluşa eriştiren namazı eda etmeye çağırmak içindir.
Allahü ekber/Allah en büyüktür. Hiç kimsenin ibadeti yüce Allaha layık olamaz, o yüce ve büyüktür.
La ilahe illallah/Allahtan başka ilah yoktur. Hiç kuşkusuz o yücedir. Her ne kadar hiçbir kimse yüce Allaha layıkıyla ibadet etmese de, O mutlak ibadete layık ve müstehak olandır.
Namazın şanının büyüklüğü ve azameti, namaz vaktinin ilanı için seçilmiş olan bu kelimelerin şanının büyüklüğünden anlaşılmalıdır. Allah’ım bizi kurtuluşa ermiş namaz kılanlardan eyle.
NAMAZ
Namazın ilk tekbiri, kulların ibadetine ve namaz kılanların namazına, yüce Allahın muhtaç olmadığına, büyüklüğüne ve azametine işaret etmektedir. Her rüknün edasından sonraki rükünlerde getirilen diğer tekbirler, yüce Allaha yakışır şekilde ibadet etmeye liyakatın olmadığının işareti ve göstergesidir.
Rukülerdeki tesbihlerde de tesbihin manası bulunduğu için ruküdan sonra tekbir emredilmemiştir.
Fakat secdeler böyle değildir. Secdelerde tesbihat bulunmasına rağmen öncesinde ve sonrasında tekbir getirilmiştir. Çünkü secde tevazu ve alçalışın, zillet ve boyun büküşün en üst derecesi ve zirvesidir. Dolayısıyla burada ibadetin hakkıyla eda edildiği zannına kapılma olabilir. İşte bu zannın önlenmesi için secdede âlâ / en yüce lafzı tercih edilmiş ve tekbirlerin tekrarlanması sünnet olmuştur.
Namaz müminin miracı olduğu için, miraç gecesi resulüllah sallallahü aleyhi vesellemi şereflendiren kelimelerin / ettehiyyatü’nün namazın sonunda okunması şeriatın emri olmuştur. Bu nedenle namaz kılan kişi, namazı kendine miraç edinmelidir. Yüce Allaha yakınlığının nihayetini namazda aramalı ve arzulamalıdır. Peygamberimize salat ve selamlar olsun şöyle buyurmuştur. “kulun, rabbine en yakın olduğu an namazdadır”
Namazda olan kişi Rabb’ine yakarış halinde olduğundan, O’nun büyüklüğünü, azametini ve yüceliğini müşahede etmektedir. Bu nedenle namaz kılan kimsede korku ve heybetin görülmesi gayet normaldir.
Namaz kılanın tesellisi ve suküneti için namazın sonunda iki defa selam vermesi şeriatın emri olmuştur.
Farz namazlardan sonra peygamber sallallahü aleyhi vesellemden nakledilen yüz kere tesbih /subhanallah, hamd / elhamdülillah, tekbir / allahü ekber ve tehlilin / la ilahe illallahın sırrı namaz içindeki eksiklik ve kusurları tekbir ve tesbihle telafi etmek, bu ibadeti layıkıyla ve tam manasıyla eda edemediğini itiraf etmektir.
Yüce Allahın yardımıyla ibadetin edası mümkün olduğu için hamd ederek bu nimete şükredilmeli ve yüce Allahtan başka hiç kimse ibadete layık görülmemelidir. Namazın edası, şartlarına ve adabına uygun olarak yapılır, bu güzel kelimelerle namazdaki kusurların telafisi gerçekleştirilir ve ibadeti yerine getirme nimetine şükredilirse ve O’ndan başka ibadete layık kimse olmadığı bilinirse, işte o zaman, bu namazın, şanı yüce Hakk’ın kabulüne layık olması ve bu namazı kılanın da kurtuluşa ermesi umulur.
NAMAZIN SIRRI
Namazın kusursuzluğu ve mükemmelliği, namazın farzlarını, vaciplerini, sünnetlerini, müstehaplarını yerine getirmekle olur. Bunlar fıkıh kitaplarında detaylıca vardır. bunların dışındfa hiçbir şeyin namazın tamamlanmasında yeri yoktur. Namazdaki huşu bu dört şeye bağlıdır. Aynı şekilde kalp huzuru ve gönül korkusu da bunlara bağlıdır. Bir hadisi şerifte “namaz ancak kalp huzuru ile olur” buyrulmuştur. Buradaki kalp huzuru yukarıda sayılan dört hususla birlikte olmasıdır diye anlaşılmalıdır.
İnsanların namazlarının arasındaki fark, amellerin farkı değil, amelleri yapanların farkıdır. Her amelin bir mükafatı vardır. mükafatlardaki farklılık, amelin farklılığından değil, ameli yapanların farklılığına göredir. Nitekim bir ameli yapan Allah katında makbul ve sevilen bir kimse ise, amelinden dolayı aldığı sevap, diğer kimselerin sevabından kat kat fazla olabilir. Yani kişi ne kadar değerli ise sevabı da o ölçüde büyük olur. Bu nedenle “arifin riyalı ameli müridin ihlaslı amelinden üstündür” buyrulmuştur vesselam…
Bu makalede İmam-ı Rabbani’nin Mektubat adlı eserinden yararlanılmıştır.
Sevgili güzel ahlâklı insanlar,
Orucun İslam içinde ve Müslümanlar yanındaki değeri konusunda günümüzde bir yıpranmaya uğradığı muhakkak. Bu belki de İslam Alemi’nin içinde bulunduğu fetret devrinden de etkilenmiş olabilir. Her hikmeti akıllı bir sorunun arkasından dinin içinde aramak ve o hikmete binaen amel etmek, kişinin amelinde bir makbuliyeti olur umudundayız. Bu yüzden orucun tek başına hikmetini aramak yerine dinin her alanında bu hikmetleri araştırmak inanın bize daha tatlı gelmiştir.
Allah’u Teala neden orucu farz kıldı? İnsan ile ilişkisi neydi? Toplumsal yansımaları neler olabilirdi? Orucun ahlak içindeki önemi neydi? Neden Allah orucu bu kadar önemsemişti? İnanın bunları düşünmek zorundayız.
Cenab-ı Hakk kâinatı yaratırken bir Hadis-i Kutsi’de “Ben, bilinmeyi murat ettim (ahpettu = Muhabbet ettim) ve kâinatı ve insanı yarattım.” dedi. Burada ilk görünen şey aşk olarak görünmektedir. Bu aşkın arkasından aşk için yaptığı şeyde de bunu gerçekleştirecek bir ortamı yaratmasıdır. Yani kâinatın ve insanın yaratılması işlemi = iş.
İşte Allah’ın aşk duyması kendi zatınadır. Dolayısıyla Allah bizden kendi zatına sevgi duymamızı istemektedir. Mülk Suresi’nin ikinci ayetinde “Hanginiz daha güzel amel yapacak diye ölümü ve hayatı yaratan O’dur.” Buyrulmuştur. Buradaki güzel amel bütün İslami amellerin girdiği en büyük torbadır. Öte yandan Zariyat Suresi’nin elli altıncı Ayetinde ise “Ben insanları ve cinleri beni tanısınlar ve bana itaat etsinler diye yarattım” buyrulmuştur. Bu ibadet bir kişinin bütün hayatını fasılasız bir şekilde kapsamaktadır denilebilir. Buna göre bir Müslüman oruç ve namaz gibi zamana ve sürece bağlı ameller yaptıktan sonra da ibadet etmesi gerekir bu ayete göre. O halde bu nasıl olacak dediğimiz zaman islamın şartları kelimesini öncelikle genişleterek unsurları deyip, hem adet olarak hem de süreç olarak ibadetleri bütün hayatımızın içine yerleştirmemiz gerekiyor. İşte ilmi ve ameli sadece cami içinde algılayıp evinde ve işinde islamı terk eden Müslümanlar gibi olmamamız gerekiyor. Her yanlış anlama, kişiyi önce ihlastan, sonra amelden, sonra faydadan ediyor.
Dinimizin bir güzel ahlak dini olduğunu unutmamamız gerekiyor. Efendimiz zamanında İslam’ın beş bölümünden biri olan ahlak en üstte yer alırken ne yazık ki bugün en altta yer alıyor. İşte orucun özellikle ahlaki tanımlamalarla beraber anılması onu İslam’ın şartları kavramından güzel ahlaka yükseltmektedir.
İnsan, aklı “aklı selim “ olarak çalışmaya başladığında neyin doğru neyin yanlış olduğunu üç aşağı beş yukarı bilir. Sorun olan şey, iradenin kullanılması sırasında bir takım duygu ve ön yargıların devreye girmesidir. İbadetlerin amacı kişiye bir tercih yaptırmak olmayıp kişinin kendi tercihini yaptıktan sonra iradesini güçlendirmek amacıdır. Ahlakın uygulama esaslarından var olan duyguları da törpülemesi orucun ahlak düzenleme özelliğini artırır Kişinin kendi ön yargılarının, korkularının veya meyillerinin farkına vararak bunları bilinçli bir şekilde islah etmesi, ibadetten beklenen faydayı artırır. Sorun olan şey aklı selimin emrettiğini kişinin irade edebilmesidir. Gerçekten nefisle mücadele dediğimiz şey ahlaki bir sorgulamadır. Bu sorguyu ibadet eşliğinde iyi yapan insanlar, güzel ahlaka ulaşabilen insanlardır. Namazın da münkerden nehyettiğinin belirtilmesi bir davranış düzeltmesi olarak ön plana çıkar. Sonuç, yine bir ahlak sorunudur
Kur’an-ı Kerim’de Bakara Suresi’ndeki Ayet’lerde ifade edilen “nefsin ıslahı” mevzuu doğrudan doğruya kişinin ahlaki kazanımları yönünden de önemlidir. Bu yüzden oruç ağırlıklı olarak güzel ahlakın hazinesidir diyebiliriz. Bu hazineyi güzel tutup güzel faydaya dönüştürmek her Müslüman’ın amacı olmalıdır. Zira Allah rızası kavramı bu ibadet içinde çok önemli bir yer tutar. Günümüzde Müslümanların bir kısmının geleneksel tarzda oruç tuttuğu rastladığımız gerçekler arasındadır. Zira kişi dinin direği olan namazı kılmamakta ancak ramazan orucunu tutmaktadır. Bunu başka türlü izah etmek gerçekten zor görünüyor. Ancak ümit ederiz ki riya olarak başlanan bir ibadetin zamanla İhlas’a dönüşmesini ümit ederiz. Oruç ibadetinin ramazan ayı bereketinin içine konulması onun tutulmasındaki kolaylıktan sağlanacak faydaya kadar güzelliğini artırmaktadır. Gerçekten Ramazan Ayı’na ulaşıp da affedilmemeyi beceremeyenin burnu sürtülsün.
Kayserilinin ineği hastalanmış. İyi olursa 10 gün oruç tutarım demiş. İnek sabaha iyi olunca 10 gün oruç tutmuş. Fakat 11. Gün inek ölmüş. Rabb’inin karşısına geçmiş başlamış konuşmaya. “zannetme beni kandırdın. Önümüz oruç 10 gün eksik tutarım. İneği de kurbana sayarım” demiş..
ahi kul ahmede nasib oldu
Bismillahirrahmanirrahim
selamün aleyküm
Kişi sevdiğiyle beraberdir (Buhari, Müslim)
Ama nasıl???
Ne mutlu kalbinde yüce Allah’ın sevgisinden başka sevgi bulundurmayanlara. O’nun rızasından başka bir şey arzulamayanlara.
Her ne kadar görünüşte halkla birlikte olsa ve şeklen onlarla meşgul bulunsa da o kimse Allah cc ile birliktedir.
Kalp aynı anda birden fazla muhabbet bağı kuramaz. Bir şeyle kurduğu muhabbet bağı ortadan kalkmadıkça başka bir şeyle muhabbet bağı kuramaz. Arzuladığı ve muhabbet bağı kurduğu bir çok şey, mal, evlat, liderlik, övülme, insanlar arasında üstünlük gibi şeyler aslında tek şeye yani kendi nefsine duyduğu muhabbettir ve her biri bu muhabbetin bir parçasıdır.
Kişi bu istekleri kendi nefsi için istemiş olmaktadır. Başkası için değil. Dolayısıyla kendi nefsine muhabbeti yok olanın bu istekleri de yok olur. Bu nedenle, “Kulla Rabbi arasındaki perde, dünya değil, kulun kendi nefsidir” denmiştir. Kul nefsinin arzu ettiği şeylerden kurtulamadıkça, Rabbi arzulayamaz. Ve kalbi Allah’ın muhabbetine açılmaz. Bu durum mutlak fena halinin gerçekleşmesinden sonra zat tecellisine bağlı olarak kazanılır.
Bu durumda seven için sevgilinin nimetleri de ezaları da eşit olur. Böylece ihlas meydana gelir. Kişi nimetleri istemek ve ezaları önlemek amacıyla nefsi için Allaha kulluk etmez. Çünkü nimet de eza da farksız olmuştur. Buna “mukarrabin” mertebesi denir.
Ebrar kullar ise korku ve ümit ile Allah’a kulluk ederler. Bunlar zati muhabbetin güzel duygularına erişemedikleri için korku ve ümit kendi nefislerine döner. Ebrar’ın iyilikleri mukarrabinin kötülükleri ile beraberdir. Ebrar’ın iyilikleri bir yönüyle iyilik bir yönüyle kötülüktür. Mukarrabinin iyilikleri sırf iyiliktir.
Mukarrabin arasında da “beka” halini tamamlayıp “sebepler alemine” döndükten sonra “korku ve ümitle” Allah’a ibadet edenler vardır. ancak onların korku ve ümidi kendi nefislerine dönmez. Bilakis onlar “Allah’ın Rızasını ümit ederek ve gazabından korkarak ibadet ederler. Fakat cenneti nefsani arzuları için değil Allah’ın rızasının bulunduğüu yer olduğu için isterler. Bunların cehennemden sığınmalarının nedeni nefislerinden acıları uzaklaştırmak için değil, Allah’ın gazabının bulunduğu yer olduğu içindir. Çünkü bu kimseler nefislerinin esaretinden hürriyetlerine kavuşmuş ve Allah’ın halis kulları olmuşlardır. Bu rütbe Mukarrabinlerin en üst makamıdır.
Bu durumu değerli islam alimi Kuşeyri şöyle özetler. “Özgürlüğün hakikati kulluğun kemalidir” der.
Sevgili okurlar,
Siz de bir parça da olsa böyle olmaya çalışarak niyetlerinizde bir güzelleşme sağlayabilirsiniz. Unutmayın ameller niyetlere göre anlam kazanır. Ve kişi sevdiği ile beraberdir. Dolayısıyla kimi nasıl sevdiğinize dikkat etmelisiniz. Eğer hala bir takım insanları kuvvetle sevdiğinizi söylemeğe devam ediyorsanız bir şirk içine bile düşebilirsiniz. İnsan olarak sevilmesi gereken ise sadece Hz. Peygamber’dir. Ve onun yoludur.
Ya Allah ile beraber olun, yahut da Allah ile beraber olanlarla beraber olun.
Ey Değerli, Sevgili ve Sadık Oğul! Allah, onun emirlerine uymanı sürekli kılsın ve seni sevdiklerinin yolundan gidenlerden eylesin.
Bil ki, asıl nasihatler ancak peygamberlik kaynağından gelendir. Sana o kaynaktan bir nasihat ulaşmışsa eğer, benim nasihatlerimin sana ne faydası olabilir ki? Eğer bunca yıldır o kaynaktan herhangi bir nasihat elde edememişsen, söyle bakalım, o halde yıllardır ilim tahsili için didinip duruyor olmanın ne anlamı var?
Ey Oğul!
Rassülullah (sav), ümmetine yapmış olduğu nasihatlerin birisinde şöyle buyurmuştur: “Allahı’ın bir kuldan yüz çevirdiğine dair kanıt, o kulun boş şeylerle uğraşıyor olmasıdır. Bir kimsenin, ömrünün herhangi bir saatini yaratılış gayesi dışında geçirmiş olması, onun Kıyamet gününe dek pişman olmasını gerektirir. Her kim ki, kırkını geçtiği halde hayırları (sevapları) şerlerini (günahlarını) geçmemişse kendini Cehennem ateşine hazırlasın.”
Aslında gerçekten ilim ehli olanlara tek başına bu öğüt bile yeterlidir.
Ey Oğul!
Nasihat vermek kolay, zor olan, onları kabul etmektir. Çünkü nasihatı kabul etmek, nefsine uymuş kişilere tatsız gelir. Zaten günahlar onların kalplerine daha sevimli gelmektedir.
Nasihatleri kabul etmek, sadece gösterişe yarayacak bilgileri elde etmeye çalışan, sadece kendi iyiliğini isteyen ve de övgüler elde etmeye çalışanlara çok zor gelir. Bu kimseler uygulamaya dökmedikleri bu tür bilgilerinin, onlar için bir aracı olacağını ve onların sayesinde kurtuluşa ereceklerini düşünürler. Üstelik bu kimseler, sahip oldukları bilgileri uygulamaya hiçbir zaman ihtiyaç hissetmezler. Asılında onların bu tür düşünceleri, felsefecilerinkilerle aynıdır. Hayret, bu tür aldanmış insanlar, nasıl oluyor da pratiğe dökmedikleri bu bilgilerinin onların aleyhinde delil olacağını anlayamıyorlar? Çünkü Rasülullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü en şiddetli azabı görecek kişi, Allah’ın kendi ilminden bizzat kendisine hiçbir fayda nasip etmediği alimdir.”
Rivayet edildiğine göre ölümünden sonra Cüneyd el-Bağdadi, -Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun- birisinin rüyasına girer. Rüyayı gören kişi, “Ya Eba’l-Kasım, neyle karşılaştın, ne gördün, bize anlat” diye ona sorduğunda Cüneyd el-Bağdadi, “bütün o büyük iddialarımız ve söylediğimiz cafcaflı sözler uçuştu ve yok oldu. Geriye, fayda göreceğimiz şey olarak sadece geceleri kıldığımız birkaç rekat namaz kaldı.” Diye cevap verir.
Ey Oğul!
Bildiklerini yerine getirmeyen ve nefislerini terbiye etmeyi ihmal edenlerden olma sakın! Bil ki, pratiğe geçirmediğin bilginin sana hiçbir faydası olmaz. Bu, şuna benzer: Bir kara parçasında, üzerinde değişik silahlarla beraber on tane Hint kılıcı olan bir adam olsun. Üstelik bu adam cesur ve savaşçı birisi olsun. Diyelim ki, aniden bu adamın karşısına korkunç bir aslan çıksın ve ona saldırsın. Sence, o silahların sadece varlığı aslanı engelleyebilir mi? herkesin bildiği üzere, herhangi bir girişimde bulunulmadan yani silahlar kullanılmadan aslana karşı konulamaz. İşte bu örnekteki gibi şayet bir adam, yüz bin ilmi meseleyi öğrenmiş ve başkalarına öğretmiş olsun. Fakat onları kendi hayatına geçirmemişse, bunun ona hiçbir faydası olmaz. Zira ilmin faydası, ancak o ilim hayata geçirildiğinde ortaya çıkar.
Ey Oğul!
Bir adam yüksek ateş veya sarıhumma hastalığına tutulmuşsa, onun ilacı Sekencebin veya Keşkab’tir. Hasta, bu ilaçları kullanmadan iyileşemez.
[Bir şairin dediği gibi:]
“İki bin rıtıl şarap tartmış olsan da içmedikçe sarhoş olamazsın”
Sen de yüz sene ilim tahsil etsen ve bin kitap yazmış olsan da ancak yaptığın hayırlı işler sayesinde Allah’ın rahmetine ulaşabilirsin. Çünkü Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: “İnsana, ancak çalıştığı vardır.” (en-Necm 53/38)
Ey Oğul!
Biri kalkıp bu ayetin hükmünün “Ademoğlu öldüğünde üç şey hariç sevabı kesilir…” hadisiyle kaldırılmış olduğunu iddia ederse, bu o kişinin bizzat kendi aklının hükmünün kalmamış olduğunu gösterir. Hadi diyelim ki, faraza bu ayetin hükmü kalkmış olsun, peki ya şu ayetlere ne demeli:
“Her kim ki, rabbine kavuşmak isterse, hayırlı işler yapsın.” (Kehf 18/11)
“kazandıklarından dolayı onlara karşılık olarak…” (Tevbe 9/82)
“Şüphesiz, inanıp hayırlı işler yapanlara gelince, onlar için içlerinde ebedi kalacakları Firdevs cennetleri bir konaktır. Oradan ayrılmak istemezler.” (Kehf 18/107-108)
“Onlardan sonra, namazı zayi eden, şehvet ve dünyevi tutkularının peşine düşen bir nesil geldi. onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azaba çarptırılacaklardır. Ancak tövbe edip inanan ve hayırlı işler yapanlar başka. Onlar cennete, Rahman’ın, kullarına gıyaben vaat ettiği “Adn” cennetlerine girecekler ve hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklardır.” (Meryem 19/59-60).
Bismillahirrahmanirrahim
selamün aleyküm
Ahlak; niyet, irade ve davranışa dönüşmüş bir ‘din’dir. İlme göre insan “akıllı hayvan”dır, Dine göre ise şahsiyet ve ahlak sahibi bir canlı varlıktır. İnsan ile hayvan arasındaki temel fark, fiziki, bedenî veya zekâ ile ilgili değildir; bilakis her şeyden önce manevi olup, dini, ahlaki ve estetik şuurun varlığında kendini gösterir (homo religious). Çünkü nerede insan zuhur ettiyse, onunla beraber din ve sanat da zuhur etmiştir.
Dinsiz bir insan topluluğuna şimdiye kadar rastlanmamıştır. Hayvanlarda mukaddes veya yasak mefhumları olmadığı gibi, insanın anladığı manada güzellik mefhumu ve estetik heyecan da yoktur. Kısacası insan hayvan olmak istemeyen yegâne varlıktır.
Adalet ve fazilet uğrunda fedakarlık Mutlaka bir ahiret inancına dayanmalıdır..
Çünkü ahlaka uygun davranış, ya izah edildiği gibi manasızlıktır, ya da Allah varsa bir anlamı vardır; üçüncü şık imkânsızdır.
İnsanın önemi, her şeyden evvel, iyiyi istemekten öte, iyi ile kötü arasında seçim yapma imkânına sahip olmasındadır. İnsanın hür iradesiyle yaptığı seçim dışında “iyi” mevcut değildir ve zorla “iyi” olmaz. Zira “iyi”nin şartı özgürlüktür, kaba kuvvetle ve zorlamayla özgürlük bir arada olamaz. “Dinde zorlama yoktur.” (2/el-Bakara, 256). Aynı ilke ahlak için de geçerlidir: Zorla alıştırma doğru davranmayı dayattığında bile haddi zatında gayr-i ahlaki ve gayr-i insanidir
Aklın ahlakla ilişkisi nedir? Akıl varlıklar arasındaki ilişkileri keşfetmekten başka bir şey yapamaz. Bu yüzden “değer yargısı” akıl dışında başka bir referansı gerektirir. Toplumların sürekli ahlaki değerlerde farklılık yaşamalarına rağmen iyi güzel doğru değerlerinin temel kaynağı ilahi dinlerdir. Eğer bu bazı temel almazsak her toplum kendi durumunu ideal gösterecek ve bir ortak değer oluşturulamayacaktır. Ilahi dinlerin ilk insanla başladığını ve sürekli toplumları ahlaken beslediğini ve tevhidle güçlendirip sevgi ile gözü kara yaptığını, amaçlarını kutsal tutan bu kişilere Allah tarafından bu dünyada da, ölümden sonrası için de bir fikir ve güzel karşılıklar vaad ettiğini düşünürsek, genel olarak Ahilikle temsil edilecek iyi, doğru ve güzelin ahlakın bozulmamış VAHYE dayanması gerektiği kanaatine varırız ister istemez. Artık Ahiliği insanlık bilimi diye yalınkat yutturanlara acımaktan başka çare kalmıyor dostlar..
ahi kul ahmede nasib oldu
Bismillahirrahmanirrahim
selamün aleyküm
“Siz verin, O verir” Var olandan dağıtmak ve Elhamdülillah’ı her iki şey için de söylemek kişiye ikramı artırır. Cennetin kapısını cömertler açar. Sormuşlar bir dervişe : “siz yoklukta ne yaparsınız” diye. O da demiş ki “biz yoklukta sabreder, varlıkta şükreder ve dağıtırız” buna Mevlana şöyle söylüyor: “bunu bizim mahalledeki kelpler de yapıyor” ya siz nasıl yaparsınız denince şöyle diyor o da:”biz yoklukta da şükrederiz varlıkta da şükrederiz” diyor.
İyilik kuyu suyu gibidir. Çekip dağıttıkça yerine yenisi Gelir, verilir.
“Zenginler cömert, Alimler cesaretli, Yöneticiler adil olursa yerin üstü yerin altından hayırlıdır. Zenginler cimri, yöneticiler zalim ve alimler de korkak olursa yerin altı yerin üstünden hayırlıdır.” Hadis.
Yaratılanın yaratanın önüne geçmesi kıyamet alametlerindendir.
Allah kulun intikamını yine kul ile alır. Cümle eşya Halikındır. Lakin insan kendinin sanır. Bir yaprak bile Allah’ın ilminin dışında düşmez (ilmi ledün). O kendi düştü sanır.
Vade içeren her şeyde Allah daha çok hatırlanmalıdır. “…İnşallah veya “inşallah yapabilirim” denmelidir. Hazreti Rasulüllah böyle derdi.
Mızrap her vuruşta Allah demelidir, yürürken daima Allah hatırlanmalıdır. Yemekte her lokmada Bismillah denmesi güzel olur. Gündüzden Akşam ne yiyeceğinden endişe eden (makul gayret değil) kimsenin oruçsa orucu bozulur veya itikadı sarsılır. Normal halkın endişelenmesinde olmaz.
Mürid cennete giden yolda değil Allah’a giden yoldadır.
İnsanlar bilmediğini bilmeden bildiğiyle övünür. Hiçbir şey bilmediğini anlayınca kendinden utanır. İşte şimdi kemale erebilir.
Dünyaya koşmak padişaha koşmak gibidir. Dünyadan yüz çevirene dünya koşar ve kişi dünyaya sultan olur.
Allah için gözü kara yaptığın her şey İHLAS, Halk için yaptığın her şey RİYA’dır.
Cömertlik, şefkat ve Hakk’tan müstağni olmamak yiğitliğin temelidir.
Niyaz gibi ibadet yoktur. Niyaz eşiğine yüz sürmedikçe kapı açılmaz.
La ilahe illallah kalbin derinliklerinden söylenmeli. Muhammedurrasulullah ise kulağın dibinden söylenmelidir. Çünkü tebliğe duymakla avdet edilir.
Şu iki fitneden daha kötüsü yoktur. Dünya hırsına bürünmüş alim ve ilimsiz sofi.
Nefsini bilen Rabbini bilir. Rabbini bilen haddini bilir. Haddini bilen bilmediğini bilir. Bilmediğini bilen Alim olur. Alim olan Allahın nurundan bir cüz taşır. İhlas ve cesaret cübbesi giyerse güzel ahlak ihramı ile donanır.
Peygamberle birlikte olmak demek sünnet üzere o günü geçirmek demektir. Günaha girmeden veya tevbe ederek o günü günahsız geçirirseniz şükürler olsun bugün Peygamberimle beraberdim diyebilirsiniz.
Alim ilmiyle alime değil, kendini bilene denir.
Halk olmazsa kalp aydın olur, mahluk yoksa ameller iyi olur, nimetin helali el emeği olandır. Allah en iyi arkadaştır.
ahi kul ahmede nasib olmuştur
BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM
Selâmün Aleyküm
aşık ahi kul ahmed
Edep her şeyin başıdır.
Selam er kişinin karıdır
Ey gönül,daim Allah ile beraber ol. Olamazsan O’nunla beraber olanlarla ol…
SELAM Allah’ın güzel isimlerinden birisidir. İnsanlar selam yerine Batı’lılar gibi iyi akşamlar, iyi günler diyesi oldular. Bunlar güzel fakat eksiktirler. Daha güzeli karşılaşınca da ayrılırken de selam vermektir
İki yürüyenden hangisi önce selam verirse üstünlüğü o kazanır.
“sizden biriniz yerinden kalkıp yerini başkasına vermesin. Gelene yer genişletin. Allah da yerinizi genişletsin.”
Aşığın Selamı günde 100 selamı vermeye azimlidir.
NOT;; Bir kısım bilgiler için Isparta’da merhum İsmail Çetin Hoca Efendinin sohbet ve tesettürde ADAB adlı kitabından faydalanılanılmıştır
İKRA’ = OKU
Cenâb-ı Hakk’ın “İk’ra” emri çok önemlidir. Okumak çok türlüdür. Ve neyi okursanız ona uygun bir amel gerekir. Her türlü okuyan insan düşünür ve cehaleti gider. Cehaleti giden insanın aklını örten şeyler gider ve aklı ortaya çıkar. Akıl yaratıcısını düşünüp bulunca “aklı selîm” olur.
Efendimiz akıllı insanı “…ahireti düşünüp ona göre davranandır..” dedi. o halde ahiret nerde?=Uzakta. demek ki akıllı olmak ikra emri ile ahireti düşünmeye kadar gidiyor. Allah’ın da aradığı ahireti düşünüp dünyada ona göre davranan insan modelidir denilebilir.
Okumanın insan bedenine yaptığı fayda anlatmakla bitmez. Göz ve akla fiziki olarak da büyük yararları vardır. Kulaklıkla dinlemenin ise bir çok zararı vardır. Okumanın ilk emir olup imandan da önce zikredilmesi boşuna değildir.
Kararı irade verir. Hastaya geçmiş olsun demek yetmez. İhtiyacının karşılanması da gerekir. Vicdan da beraberindedir. Aksi halde riya olur. Aklın kararını kişinin korkuları, beğenileri ve önyargıları etkiler. İbadetler iradenin doğru tecelli etmesi için iradeyi güçlendirir.
Akıl itikadın temelidir. Akıl kâinata bakıp bunun bir yaratıcısı olmalı diye bir varsayım yaparak imana ulaşır. Akıl ve itikattan sonra ibadetin de güçlendirmesiyle Allah’a muhabbet hâsıl olur ve iman kalbe iner. Dil zikir yapınca ve ilerleyince zikir kalbe iner. İman kalpte olur. Sevgiyle ihlâsa dönüşür.
İhlâsın temeli fedakârlık düzeyinde sevginin imanla bezenmesidir. Kemale yükselebilmek için kişinin gerçek bir ahi düzeyinde feta yapabilmesi gerekir. Gözü Allah’tan başka kimseyi görmemelidir. O’na da görür gibi ibadet etmelidir.
İhlâs bir mana itibariyle kişi ile Allah arasında tanımlanamayan bir muhabbet ilişkisidir. Kişi ihlaslı olunca ona şeytan’ın müdahale etmesi mümkün olmaz. Allah Kuran’ı Keriminde böyle dedi çünkü.
Kişi ilk önce Allah’a yönelmesinin ardından yönünü halka çevirmelidir. Onlarla ilgilenmeli ve bir ahi gibi hoşgörülü olmalıdır. Sevmelidir. Kulluk ise en üst makamdır. Yalnız bu kişilerde ismet sıfatı olmadığı için düşme tehlikesi daima vardır.
Normal durumlarda arif kişilerin Allah Korkusu, O’nun ateşinden değil ve fakat Allah’ın bu kişiyi rahmetinden uzaklaştırmasındandır. Yani Allah’ı gücendirmekten korkarlar.
Bir Hikaye;
İki sahabe efendimize gelerek filanca evde kötü iş yapılıyor diye haber verirler. Efendimiz de Ali’ye şu yere git bak diye söyler. Ali efendimiz de o eve gelince önce gözlerini kapatır ve içeri bu halde girerek duvarları elleriyle yoklayarak dışarı çıkar. geldiğinde efendimize “orada bir şey görmedim” der. durumu anlayan efendimiz ona şöyle der. ya Ali, Gözünle gördüğünü eteğinle örttün” der. La feta İlla Ali =Ali’den başka feta yoktur sözü burdan gelir.
Dost dosta değil dosttan dosta bakar
Alır rahmet döner halka nur saçar
Yad ellerde sallanır da dost arar
Dost bilip de gördüğünden kul ister
Hakk’tan bir nasib oldu ikra evla durdu
Ok’dum bin nasib geldi ikra süfla oldu
Hakk’tan bir nasib erdi ruhu şeyda güldü
Ok’dum bir nasib geldi ikra evla oldu
“Kul hüvallah, Sübhanallah” virdim olsaydı
Çöller geçip dağlar aşıp taat kılsaydı
Cemal diye düşler görüp cana doysaydı
Ok’dum bir nasib geldi ikra neva oldu
Baştan geçtim candan geçtim dahi imandan
Vahdet aşkı şarab oldu içtim zemzemden
Azgın kulu yola saldı döndüm şeytandan
Ok’dum bir nasib geldi ikra sevda oldu
Ağlar yazdı, Halil çaldı geçtim canımdan
Behlül kıldı oynar etti bilmem halimden
Dilen diye varı yoğa verdim nefsimden
Ok’dum bir nasib geldi ikra vera oldu
Kavrul kavrul güller gibi ta ki yok olsam
Tevbe tevbe diye gözler çeki yaş aksam
Varsam Rasul diye gözler nazı “kul” görsem
Ok’dum bir nasib geldi ikra sefa oldu
Canım, gönlüm, aklım, şuurum Allah demişken
Canınım, cananınım canın ver demişken
“Hu” kılıcını elde nefsini kırmişken
Ok’dum bir nasib geldi ikra sada oldu
Ey ahi ahmed nefsi tep nefsi tep dur
Cananını can tenden çıkarıp edep dur
Ölmeden önce can vermeye baha yoktur
Ok’dum bir nasib geldi ikra sala oldu.
Aşık ahi kul ahmede nasib oldu bunları yazmak
Bismillahirrahmanirrahim
Kötülükten iyi davranışlara hicret
İnsanı Kamile doğru yol alabilmek için ilk yapılacak iş kovadaki pislikleri boşaltmak gerekir ki yerine iyiliklere yer açılsın. Kötü huyları çıkarıp iyilik ihramına bürününüz. Kötü 8 huy çıkmalı veya terkedilmeli ve yerine 7 iyi haslet geçmelidir. Kötü huyları terk, Hicret demektir. İyiye göçmek demektir. Bunlar olmadan Muhsin olunmaz.
İhsan şuuru Allah’ı görüyor gibi ibadet etmektir. Bir mana itibariyle güzellikten anlama şuurudur da denilebilir. İnsanların takva sıralaması hadislerde geçen özelliklerine göre şöyledir;
Müslim isen zarar kılma komşuna = Müslim
Mü’min olup güven eyle her kime = Mü’min
Müttaki dur sakındığın şüpheye = Müttaki
Dost bilip de muhsin kulda sır ister = Muhsin
Sıddık Kimse
Sıddık makamı için Allahü Teala Kuran’da sadıklarla beraber olunuz demiştir. Fakat şöyle sadık olunur dememiştir. Bu sadıkları Allah’ın seçeceğine işarettir. Bu makamlar için önce Allah’ın o kişiyi sevmesi ve kalbine bir sevgi tohumu atması gerekir. Kişi kendi gayretiyle yeterli yükselmeyi sağlayamaz. Fecr suresi ayet 27-30’da önce Allah’ın sonra da kulun seveceğini belirtmektedir. Bu yüzden sevap ticaretiyle uğraşan kişi kendini Allah’a sevdiremez.
Allah’ın rızasının olduğu şeylerde feta düzeyinde ilahi rıza ve fedakarlık aranmalı ve Allah çok sevilmelidir. Rızık veya benzeri olaylarda Allah’a güven terk edilip, sebeplere takınılıp kalırsa kişi güveni kaybeder ve aşağı düşer. Sevmek güveni de beraberinde ister. Bu yüzden sevmek çok önemlidir.
Niyetlerinizi Düzeltiniz; Müslüman kendi kulvarında koşarsa hır gür çıkmaz
Müslüman kendi kulvarında koşar ve yarışır. Yarışı kendi iledir. Başka insanlara kıyas etmez. Kıyas daima sorun çıkarır ve toplumu yıpratır. Sadece maneviyatta kâmil kişilere, maddiyatta kendinden aşağı kişilere bakabilir. Yani fakirlerle oturmayı bilmek de gerekir. Sadece avam kendi haline gerekçe örnek arar. Kâmil kişi sevap ticareti yapmaz, ilahi rızayı düşünür.
Niyetleri yükseltmek ve düzeltmek önemlidir. Bu iki yönden önemlidir. Birincisi kime yönelip niyet ettiğinizin belli olması gerekir. Allah’a yönelirken bile cennet ve benzeri ikramlarla uğraşırsanız verilen ikramlar düşük kalır. Bu yüzden “İlâhî Rızâ”ya yönelinmeli ve hedefi yüksek tutmalıdır. Allah’a inanırken Allah’ın varlığını ve birliğini kabul edip onun sözlerini uygulamaya çalışmamak kişinin niyetinin bozuk ve küfür içinde olduğunu bilmek gerekir. Yani kişi ve Allah fikirleriyle de sevilmelidir.
Aşık ahi kul ahmede nasib oldu