Sevgili okurlarım,
İstanbul’da başlayıp ülkemizin bir çok yerine sirayet eden gösteriler hepimizi üzmüş olmalı.
Yıkmanın Asaleti
Yıkmadan Yapılmaz mirim. Bırak yıksınlar.
Bu yangına başbakan dahil herkes gaz bidonu ile gitti. Gençler bu yürüyüşler sırasında öyle mutluydular ki anlatamam. Ben üç tane cam kırdım ya sen kaç tane kırdın derken gözleri yaptığı kahramanlığa kilitlenmişti denilebilir. Zaten dersler de bitmişti. Anlaşılan her şey arka arkaya denk gelmişti. Yoksa külli irade mi devreye girmişti? Peygamber efendimiz bu gençler için “Gençlik Saradan bir şubedir” diyordu derken bir af gönlümüzden geçiyor. Rejimin dayanağı Laik okul ve Öğretmenler, mesleksiz din ve ahlak’tan yoksun gençleri Mustafa Kemalin askerleri olarak yetiştiriyorlar derken de bu gençlerin öğreticilerinin kulakları bükülmeli sözleri dilimden dökülüyordu. Ancak bu yıkma işini ALLAH’da yapıyordu. Depremler neydi? Bilinçli bir yıkım değil miydi? Yangınlar neydi? Kudüs’te yıkıldıktan sonra yapılmıştı. O halde insanlardaki yıkım isteği böylece teskinliğe mi dönüşmüştü. Bazen az polisi çok anarşiste gönderip polislerin dayak yemeleri de toplumsal bir tatmine yol açabilir miydi? Fakat Tayyip’in karamış gözleri bunları ve sevgiyi anlamıyordu. O kadar da uyarmıştı bu fakir. Ne peygamber tanıyordu ne Allah. Bunda hastalığının bir etkisi var mıydı?
Ahi Kul Ahmed yanılmaz.
Yaradanını unutmaz.
Unutur Tayyip unutur.
Sinirleri yatışmaz
Bu sitede Tayyip Bey’e halkına karşı sevgi ile davran diye sert bir yazı da yazmıştım. (Başbakan’a Mektup 6 sahifemizde yayında) bu uyarımız ilahi kaynaklı idi. lakin anlamadı. Kulağını açmadı. Çıkıp da korkmadan gençlerin arasına girip ” ya çocuklar ben de sizinle beraberim” deyip orada üç kuruşa beş köfte yeyiverseydi bu iş çoktan bitmişti. Çünkü gazap gazabı doğuruyor. Bu tür toplumsal olaylarda size sataşana siz de “sizinle beraberim doğru söylüyorsunuz” demeniz sosyolojik bir tespittir aslında. Fakat kavga etmekten buna fırsat bulamıyor ki mübarek.. Yıldırım Akbulut kendisi hakkında uydurulan fıkraların bir tanesini çıkıp söyleyiverdi. Anında herkes stop.. Danışmanları sadece bilgili namaz kılanlar olmalı. Halbuki ferasetli bilgili olması lazım ferasetli. Diyanet işleri Başkanı da sindi kaldı ( Diyanet İşleri Başkanı’na mektup 6. sahifemizde)
Allah’ü Teala her peygambere bir şekilde çobanlık yaptırmıştı. Neden irade böyleydi? İşin aslı koyun insana çok benzer davranışlarda bulunan bir hayvandı. Bir peygamber gençliğinde koyunları gütmeyi öğrenirse peygamber olduğunda insanları da yönetebilirdi. Çünkü koyunları bir yerden atlatırken önce hiçbiri atlamazken bir tanesi atlar atlamaz diğerleri de düşünmeden atlıyordu. O zaman kitle değil o kitleye ilk “vur” emrini veren suçluydu. Bir de, iki koyun alıp birini diğerinin yanında kessen öbürü anlamıyordu. Gerçekten bugünkü insanlar da arkadaşını veya babasını toprağa veriyor arkasından gelip aynı hayata devam ediyordu. Aynı koyun gibi. Solcu laikler de cenazeyi el üstünde camiye (Teşvikiye) getiriyor fakat kendisinin de oraya geleceğini düşünmüyor ve aynı laik sloganları bir başka arkadaşını gönderirken de tekrarlamaya devam ediyordu.
Bu gösterilerde dikkatimizi çeken şey, o gençlere vur emrini verenler değil, o gence “biz Mustafa kemalin askerleriyiz” diyen , dedirten laik elebaşları sorumlu. Bütün yürüyenleri belli bir partinin sempatizanı olarak düşünmek biraz haksızlık olur. Fakat Mustafa sempatizanı olmak joker gibiydi. ve insanlar bir inanç uğruna daha büyük kitlelere karşı çıkmak yerine kısa yoldan zamana uyum sağlayıp taraftar olup çıkar sağlayarak daha tatlıydı. Zira Dünya ve Mustafa peşin, Allah ve ahiret veresiyeydi değil mi?
Kes Bir Mustafa Kemal !
Mustafa kemal meselesi günümüz Türkiye’sinde hala yükselen bir değer. Öyle ki bir meselede sıkıştıysanız “ben Atatürkçüyüm” deyin çıkın içinden. Ne sağ ne sol asla bu kavramdan uzağım demiyor diyemiyor. Konu böyle olunca çok farklı nedenler için bile olsa şemsiyeniz hazır. Gökte kuşlar uçuyor. Bazıları da yerde…
Bu Mustafa zor bir aile hayatı geçirdiği kuşkusuz. Bu girdaplarla bezeli bozuk hayat onu aslında psikolojisi bozuk fakat hırslı ve bunları gerçekleştirecek fırsatçı oportünist bir insan yapmıştı. Ancak fırsatçılığı onun asıl amaçlarını gerekli vakte kadar daima gizlenmesi gerektiğini gösteriyordu. o da zaten öyle yapıyordu. ne tesadüf kimse de zaten söylemediği sırlarını anlamıyordu. işte işin sırrı kiminle nereye kadar gideceğini iyi bilmendi. Herkesi satılacağı yerde satmak gerekiyordu. Bu; ilkesiz ilkeler onun ömür boyu dayanıp yükselip çıkar sağladığı şifreler olacaktı. Kız kardeşine diyor ki “ben ne dersem onu yapacaksın” Öyle ki bu hitabet ilerde onun “kuvvetler birliği” meselesine kuvvetli taraftar hatta despot olmasına kadar giden kişilik yansıması olacaktı. Osmanlı’da genelkurmay başkanı olamamıştı ama Enver Paşa onun Çanakkaledeki iki atağından dolayı albaylık süresi bitmeden onu paşa yapacaktı.
O yıllarda o kadar dindardı ki 22 nisan perşembeyi daha bereketli olsun diye Cuma’ya kaydırarak 23 nisana alacaktı. İlk meclis her şeyi belirleyen en yetkili bir meclisti. Yetkiler dağınıktı ve halka yansıyordu ve dini liderler etkisindeydi. Kontrol edemiyordu. İkinci mecliste önce dini liderler alaşağı edilerek Mustafa Kemalin askerleri çıktı geldi. İşte ilk askerler bunlardı. Bunlar tipik itaatkar, fikirsiz, evetçi, sepetçileriydi. İşte bunlara ilk yaptırdığı iş İslam’ın yolunu kestirmek oldu.
Onun altı prensibi vardı. Laiklik başta geleniydi. Batılılaşma ise İslam’ın boşalttığı boşluğu doldurmanın adıydı. Artık mecelle gibi 150 yıllık Hanefi fıkhı gitmiş yerine tercüme İsviçre’den Medeni Kanun, İtalya gibi despot bir ülkeden acımasız bir ceza kanunu (İsyan edeceğini bildiği halkı adam ederek rejimi koruyacak), sermaye temerküzü hızlı bir Alman vergi kanunları özellikle rejime hizmet için seçilecekti. Onun milliyetçiliği de vardı ki Dersim’de 30 000 kişinin canına kibrit suyu sıkınca, dedenin yediği erikten torunun dişi kamaşacak ve PKK ile biz de bir 30 000 kişi kaybediyorduk. Her ölenin arkasından arkasından bir de şehit demeyi ihmal etmiyorduk. Halbuki Kürtler de Müslümandı Türkler de. İslam’a göre iki Müslüman devlet olsun olmasın organize şekildeyse bu bir FİTNE SAVAŞI’ydı. ortada şehit mehit yoktu aslında. Ve diğer Müslüman ülkelerin araya girip bu savaşa son vermeleri gerekiyordu. Fakat bu üç tarafı denizlerle çevrili ülkenin dört tarafı düşmanlarla çevriliydi. Bunlar Mustafa’nın ve Mustafa’cıların milliyetçiliği için bulunmaz fırsattı.
Bu Cumhuriyeti İngilizler mi kurdu?
İngilizler sineğin yağını çıkaran bir millettir. Osmanlı’nın o üç kıtaya yayılan topraklarında oluşacak yirmiden fazla ülkenin sınırlarını dahi tek tek belirleyenler de onlardı. Elbette küçük bir Türk ülkesini de onlar belirledi. Şöyle ki; Türk ve İslamların kuvvetinin kırılması için şu üç şeyden koparılması gerekirdi. Bunlar:
1-PARA (Doğal kaynaklar)
2-Nüfus (Türki cumhuriyetler)
3-İSLAM
Bu üçlüyü şöyle gerçekleştirdiler: Türklerin ilan ettiği MİSAK-I MİLLİ içinde elbette doğal kaynaklı SURİYE; MUSUL KERKÜK vardı. Fakat İngilizler buna asla müsaade etmediler, özellikle LOZAN’da Churchill “gerekirse savaşırız” diyecek kadar işi sıkı tuttu. Çünkü yeni bir Osmanlı istenmiyordu ve Avrupa’nın güvenliği açısından zayıf olmalıydı. Bunun için kaynakları şimdiden kurutulmalıydı veya eline verilmemeliydi. Bu oldu..
İkincisi Nüfus idi. Türkler onlara göre 250 milyonluk bir kitleydi ve parçalanıp birleştirilmemesi gerekiyordu. Rahmetli Kazım Karabekir doğu meselesini üzerine alınca hızla Ermenilerin üzerine gitti ve onları Osmanlı’nın İran sınırına doğru sürdü. Kendisi siyaset bilmeyen saf bir insan olduğu için Ermenilerin Türkiye’nin Azarbeycan bağlantısını kesecek şekilde geri çekildiğini anlayamadı. İşte Türki Cumhuriyetlerle bağlantımız böyle kesildi. K. Karabekir bir yılda doğuyu bitirirken Batıda ise Mustafa 3 yıl siyasetle oyalıyacaktı. 1990′dan sonra da hala geliştirilemedi. Rahmetli Özal’ın ölümü de Bu cumhuriyetlere seyahatinden hemen sonraya rastlamıştı zaten. bu ülkeler arasında ekonomi ve para birliği sağlanamaz mı?
Üçüncüsü ise İSLAM’dan koparmaktı. Bunun için en temel süreçli öge LAİKLİK idi. İstanbul’un işgalini boşaltmadan bu pazarlığı yaptılar. Mustafa ve avanesi ise ZATEN BİZ DE LAİKLİKTEN YANAYIZ diyerek cup diye atladılar. Gerçekten laikliğin ilanı ile İstanbul’un işgalinden vazgeçilmesi bu sıraya göredir. Yani önce önce laiklik ilan edilmiş daha sonra ise İstanbul’dan vazgeçilmiştir.
Çanakkale’de ölenler için Churchill ” olsun, savaşı kazanamadık ama Osmanlı’nın çok büyük bir elit tabakasını yok ettik derken İslam alimlerini kastediyordu. Sultan Vahdettin ülkeden ayrılırken kendi saray alimlerinden de bir gemi oluşturmuş ve ne enteresandır ki bu gemi daha Çanakkale’yi çıkmadan batırılmıştır. Bu gemide Benim babamın öz dayısı olan Saray Müderrisi Amahafızın Hakkı dayımız da vardır ve şehit olmuştur. Allah Rahmet Eyleye..
Türklerin son şansı Sovyetlerde 1917′deki Ekim Devrimi’dir. İlginç olan şu ki Osmanlı, Çarlık ile baş edemeyince ona rakip olarak kıpırdayan Lenin’e önemli bir destek verdi. Osmanlı’nın şartı gayet basitti. Sovyetler, Doğudan çekilecekti. Gerçekten devrim olur olmaz Lenin doğu sınırlarımızdan çekildi. Doğu sınırlarımızda açtıkları petrol kuyularına beton dökerek…
Sovyetler’de rejim değişikliğinin ikinci faydası bu rejimin Kapitalizme düşmanlığından dolayı Sovyetlerin kontrol edilmesi gerektiği şeklinde oldu. Diğer tedbirler yanında Sovyetlerin güneyden Türklerle kontrolü de iyi olabilirdi. Ancak buranın Osmanlı’nın merkezi olması da tehlikeliydi. O halde Parasız, az nüfuslu, Cihad ruhu olmayan (İslam’dan kopmuş) ZAYIF bir ülke olarak da başarabilirdi bunu.
Eğer ihtiyacı olursa bir şeye biz onu temin edebiliriz ve hem de bu yolla ekonomisini bize bağlı hale getirebiliriz dediler. böyle de oldu.. geriye bir tek Yunanlılar kalmıştı. Ona da bu ülkenin gücü yeter demişlerse de Yunanlıların Sakarya İstikametine çekilmesine de İngilizler müdahale etmişler ve Yunan Genelkurmayı’nın Sakarya istikametine çekilme emrini verdirmişlerdi. Elbette Geyve çok acı bir makastı ve oraya gömüldüler. Elbette İngilizler Katolik bir dünyanın karşısında kuvvetli bir Yunanistan ülkesi ve güçlü bir Yunan merkezli ORTADOKS kilisesi de istemiyorlardı aslında. Ve bu Cumhuriyetin en temel özelliklerini böylece İngilizler belirlemiş oldu..
İmparatorlukların müşevvikleri ve gelişme sürelerinin kıyaslanması
Ve biliyor musunuz bu cumhuriyet kurulalı yaklaşık 90 sene oldu. Hala belimiz doğrulmuş değil. Belimiz doğrulmadığı gibi küçücük bir atak da yapmış değiliz. Maliyetli Kıbrıs dışında. Mustafa Kemal’in bile Musul ve Kerkük’ü alma planları vardı. Zamanını Rahmetli Özal denk getirdi aslında. Lakin kontrol edilen bir ülkede seçim kazanılabilir fakat tam iktidar olunamazdı. Bu iyi bir kontroldü. Yaşasın bizden hainler.
Emeviler 100 senede tap nokta yapan yeryüzündeki tek ülke. Saltanat olmasına rağmen yine de İslam’ı canlı tuttular ve Allah için BATI’yı batıdan kuşattılar (Osmanlı daha etkili ve doğudan kuşatacaktı) ve bir kültür ülkesi olan ENDÜLÜSE İSLAMIN DAMGASINI VURDULAR. Osmanlı tap noktayı saltanatla ve İslam ile yaklaşık 250 yılda yakaladı ve Batı’yı doğudan kuşattı ve etkişli de oldu.
Romalılar tap noktayı 300 senede bulabildi çünkü ateist idi sadece vatandaşlık dürtüsünü kullanmıştı. Ne acı ki biz de şimdi vatandaşlık numarası çekiyoruz ve tap noktayı bulmamıza daha 210 yıl var demektir. Bakalım kim yutacak. İçimizde zaten şu kadar laik ateistler yeteri kadar varken İslam’ı Mushaf’tan çıkaracak bir Genelkurmay Başkanı arıyorum. Şimdilik Ateistlerle devam edebiliriz. Değilse bu ülkenin ilerlemesi ahirete kalacak. Bu ülkenin Laiklikle kontrol edilmesine el ovuşturan İsrail ve avanesi Amerika ile İngilizler. Onlar şimdi nasıl olsa Türkler kendi kendini kontrol ediyor diyorlar. Ama yine de Lions ve Rottary kulüpleri yoluyla akademisyenleri, işadamlarını ve bürokratları ve siyasileri kontrol etmek hiç de fena olmaz değil mi??İlahi huzurda gördük ki Kürtlere siyasi bir yelpaze açtığın gün Amerika güneydoğuya cuk diye oturuyor.. haberiniz olsun. PKK ile şeytan kılıklı İsraillileri beraber gördük.
Bu ülkenin muhasebeciliği Mustafa’ya mı kaldı? İçeriyi Düzenleme: Cahiller Cumhuriyeti…
Yukarıdaki üç temel çatı ülkeyi biçimlendirmeye ve Batının avucuna vermeye yeter de artardı bile. Bundan bizimkiler henüz Türki Cumhuriyetlerin önemini anlamamışlardı. onu sadece rahmetli, 90 000 kişiyi Sarıkamış’ta kırdıran Enver Paşa bilecek ve ölümü de zaten oralarda olacaktı. Geriye bu ülkenin muhasebeciliği Mustafa’ya kalmıştı..Şapka muhasebeciliği gibi. Fakat adı şapka devrimi diye abuk subuk bir devrim olacaktı.. Fakat geçmiş Müslüman birikimini de kırması gerekiyordu. Evlat dedeyi anlamamalıydı ki yeni materyalist laik düzen yürüyebilsin. Yaşasın latin alfabesi… Bir günde 17 milyon insanı CAHİL konumuna düşürüyordu. CAHİLLER CUMHURİYETİ..
Cahil diye İslam’da dinsize derler. Dili kaybeden DİNİ de kaybeder. Çünkü Allah Kuran’ı ARAPÇA İNDİRDİK diyerek rahmetini Arapça lisanı içinde yerleştirerek verdiğini açıkça bildirdi zaten. Demek ki Türkçe okursanız sadece verilen emrin ne olduğunu şöyle böyle bileceksiniz, fakat o emrin rahmetini bereketini boyutunu gerçek manasını nerede hangi durumda nasıl yapabileceğinize ilişkin ilahi işaretlerden hiç birini almanız mümkün olmayacaktır. Örneğin biz Kuran okurken bazı sırlara vakıf oluruz. Eğer bir ölmüş kişinin arkasından Kuran okuyorsak o kişinin ahiret hali bize malüm olabiliyor.
Yahut bir padişahın arkasından 10 sahife Kuran’ı 10 gün okursak o padişahın zalim mi yoksa alim mi olduğunu gördüğümüz de olabiliyor nasibi ilahi olarak. Ama hiç bir zaman meal okurken böyle bir malüm olma olayı hiç bir zaman olmadı. Sonuç olarak Din hem Arapça hem Meal, tefsir ve İslam alimi kitabı eşliğinde yürütülmeli. Ben mealden okudum Kuran’da şöyle yazıyordu diye abuk subuk ortaya atlamamak gerekir ki söz ehli olan İslam alimine düşsün ve fitne çıkmasın. Elbette İslam alimi de cesaretle İslamı savunacak bilgi ve beceri içinde olmalı. Sahi sağa bakıyorum kimse yok, sola bakıyorum kimse yok, herkesle beraber Alimler de sinmiş mi olmalı (Diyanet İşleri Başkanı dahil). Toprakları bol olsun…
Mustafa’nın Diğer Yaramaz İşleri
Atıf Hocama Mustafanın zulmü
Uymayan için zaten en sert ceza kanunu vardı. 1932 de ezanın Türkçeleştirilmesi kararını aldı. 33’te de uyguladı. Müslümanlar için acılı yıllar başladı. İskilipli Atıf Hoca’yı şapka kanunundan önce yazdığı “batının neleri alınır neleri alınmaz” konusunu işleyen küçücük bir risalesi yüzünden Ulucanlar Cezaevinde idam ettirdi. Sanıyorum Atıf hoca çıkarmadığı ve özür de dilemediği için şapkaya karşı simge olmuş olmasından dolayı suç unsuru bulunmamasına rağmen idam edildi (Allah Rahmet Eylesin)
İşin aslı Atıf Hocam duruşma için bir kaç gün Ulucanlar Hapisanesindeki soğuk hücresinde uğraşıp itirazlarını kaleme almıştı. O gece bir rüya görür. Rüyasında Rasulüllah Efendimiz ona şöyle der. “ya Atıf bizim yanımıza gelmek istemiyor musun?” Ve sabah uyanır uyanmaz bütün müdafaası ile ilgili yazılarını yırtar. Duruşmaya çıkınca da “savunma yapmıyorum. Bildiğinizi yapın” der…
Bu parağraf yazılır yazılmaz Atıf Hoca’nın ruhaniyeti bir nur eşliğinde direk karşımızdan parlak bir cübbe giymiş halde geldi ve yanaklarımdan öptü. Ben ellerini öpmeye uzanmak istedim fakat anında yüzü yine bana dönük olarak yani arkasını dönmeden ve yükselerek uzaklaştı. Gelirken ki nuru bu yazının bütününü aydınlattığı için onun rızasının ve öpüşünün bu yazının tamamına ilişkin bir kutlama ve doğruluk ve güzellik tasdiki olduğunu anladım. Arkasını dönmeden geri çekilmesini gelecekte de yüzümüze bakacağını ve destekleyeceğini ve bize yol göstereceğini anladım. Noktaya dönüşmesini ise onun ilmine bağladım. zira ilim noktadır, onu cahiller çoğaltmıştır vesselam.
Ayrıca elini vermemesini de benim bu dünyada biraz daha rızkım olup burada kalıp çalışmam (İslam’a hizmet etmem gerektiğini) için olduğuna yordum. Eğer elini vermiş olsaydı Rabb’ime tezelden bir gidiş yolu açılacaktı demek ki. Bu kutsal vakte, yani Şeb’i Aruz’uma (düğün gecesi) biraz daha vakit var anlaşılan. Oysa ben Rabb’imi çok özlemiştim. Allah’ü Zül’celal Geri kalan ömrümü de hayırlarla tamamlayarak Sevgili Rabbime kavuşmayı nasib ve müyesser kılsın. Amin..
Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması ve Aleviler
İşte bu isyankar dindar halka da bir gözdağı idi. Zaten tekkeler zaviyeler ve bunlarda yer alan bütün ünvanlarda silinmişti. Bunun sosyolojik anlamı dindar Müslümanlar arasındaki iletişimi kesmek ve ilmi sadece kontrol ettiği laikleştirilmiş okullara vermek ve kastettiği İslam olmayan BATI TİPİ ÜLKE yapmak büyük amacındaydı. Tazyikler üzerine kalktı tekke ve zaviyeleri bir düzelmeden sonra yeniden açacağım dediyse de inanmayın bu bir ayak oyunuydu. Çünkü rejimin düşmanları buralardaydı ve etkisizleşmesi için kapanmalıydı. Alevileri Laik bir Cumhuriyete teminat gibi düşünmüştü aslında. Fakat tekkelerden en çok onlar etkilenmiş üstüne üstlük Dersim’de kıtır kıtır kesmişti. Fakat düşman ilahlaşmış ve aleviler bütün bunlara karşı cemevlerinde onun resmini anıyorlardı. neden böyleydi acaba? Sünnileri yola getiren laiklik olduğu için sünni alevi mücadelesinde buna çok ihtiyaçları vardı demek ki.
Alevilerin gerçekten din anlayışları da laik olabilir miydi? Orucu tutmazlar, namazı kılmazlar, gel iki kadın kız karışık dönelim eyvallah eyvallah.. Bir çok alevi ataizme kayıyordu. Acaba bu neden böyleydi? Onlardaki imanı koruyucu ve besleyici formel ibadetler olmadığından mıydı? Allah ve Peygamber onların bu ala bula tavrından dolayı destek vermiyor muydu onlara? Onlar biz aleviyiz diye ahirete gittiklerinde gerçekten Ali Efendimiz onlara şamar mı vuracaktı? Çünkü onun dediğini ve yaptığını yapmıyorlardı. Ali efendimiz namaz kılıp oruç tutmuştu. Bunlar bunu yapmıyorlardı. o halde nasıl bir tabi olmaktı.
Halbuki seven sevdiğine tabi olmalıydı. Tabi olmadıklarına göre sevdik diye yalan mı söylüyorlardı. Cevabı biz verelim: EVET. Çünkü ahirette toplaştıklarında kendilerini kurtarmak için “Biz Ali’den yanayız” diyecekler. Ali efendimiz onların perişan haline bakıp “Ben onlardan değilim” diyecek. (gelsinler bir de bana sorsunlar) Neden 6 guruba bölünmüşlerdi? Hangisi doğruydu? Allah selamet versin…Fakat Laikliğin teminatı olarak her hükümet de bunları kullanacaktı. Onlar ise çoğunlukla CHP’yi tercih edecekler çünkü rejimi savunan bu partiydi. Ancak gel gör ki CHP’nin solculuğunu da benimsemekten geri durmayınca zaten noksan olan imanları da büyük yara alacaktı. İçlerinden ne kadar hızlı bağıran Lenin’ciler de çıkmıştı. CHP ise darbelerin gölgesi hariç sürekli muhalefette kalınca doğrusu iş bulamazlar gibi görünse de muhasebecilikle iş adamlarının vergi hırsızlığına ortak olacaklar ve bürokrasi de çok okuyarak elleri birbirine kenetli daima laik bir koltuk bulacaklardı..
Aktif Genç Müslümanları Laik MHP mi Kontrol Ediyor?
MHP yaklaşık %15 civarında taraftar bulabilen bir parti olarak yaşamını sürdürüyor. Bu partinin içi genellikle genç, canı kaynayan kitleden oluşuyor. Eğer bunlar kontrol edilmezlerse bu ülkede İslami Devrimi yapacaklar da bunlar olabilirdi. Dindar görükenler paspal payeydi ve bunların cihad kabiliyeti kalmamıştı. Fakat bu gençler tehlikeliydi. Bunların İslam’dan arındırılması gerekiyordu. Laik söylemler gittikçe teşkilatta yaygınlaştırılıyordu. “dininizi söyleyip riya yapmayın” gibi. Rahmetli Muhsin başkan aslında MHP’deyken oraya İslami bir kimlik vermek istediği için görevden alınmış o da Özal’ın karşı çıkmasına rağmen ayrı bir parti kurmak için yardımını da talebetmişti. İşte bu İslam’ın partiden dışlanmasıydı.
MHP ırkçı bir parti olup Kuran’a aykırıydı. Fakat Mustafa’nın bir prensibi de milliyetçilikti. Gerçekten milliyetçilik kaynaştırıcı bir rol üstlenebilir miydi? Çünkü Almanya ve İtalya gibi ülkelerde ırkın üstünlüğü esasına dayandığı için “Ne mutlu Türküm diyene” “Ey Türk milliyeti, …………” gibi söylemler bu amaçla söylenen şeyler olarak nihayet bu yıllarda eleştiri alır oldu. Çünkü Kürt problemi çözülemiyordu. Fakat laiklik yüzünden bir türlü din kardeşlerine çıkılamıyordu. Zira yeteri kadar yetişmiş bilinçli fakat akıbetini düşünmeyen aktif İslam düşmanı vardı. Aslında bunlar da müslüman olduklarını ya da müslümanlığa karşı çıkmadıklarını söylüyorlardı. Fakat devlette olmasın diyorlardı. Oysa Hz. Peygamber İslamın yaşamın her alanında olduğunu söylüyor ve kendisi dindar olarak ordu komutanlığı, savaşta toplu korku namazı kılıyor, dindar olarak anayasa (Medine Sözleşmesi) , dindar olarak devlet başkanlığı, dindar olarak mahkeme başkanlığı, dindar olarak ilim yapanlara (Ehli Suffa) rektörlük yapıyordu… Dolayısıyla bu açıklamalara göre her laiklik sözü tam bir küfür olmuyor muydu?
MHP bir beşeri ideolojiydi. Her beşeri ideoloji TAGUT’tu Kuran’a göre ve Allah’ın görevlerini üstlenerek ŞİRKE sebebiyet veriyordu. İslam’da din kardeşliği vardı ve Hucurat süresinde (10) Allah “Müminler kardeştir” diyordu. Halbuki milliyetçiler arasında şamanlar, hırıstiyanlar ve ateistlerde vardı. Oysa Allah bunları reddediyordu.. Bu parti içindeki herkes Allah’a şirk mi koşuyordu? Bu partinin başında bulunanlar aslında namaz kılıyorlardı. Bu nasıl olacaktı? İslam’a göre bunlar namaz da kılsalar da konumları TAGUT olup ahirette ATEŞ cübbesi giyeceklerdir demezsek bunları korkutamayız ve islamın tebliğ gücünü yükseltemeyiz.
MHP’nin dayandığı Kuran ayeti “Biz sizi kavim kavim kavim yarattık ki birbirinizi tanıyasınız diye” şeklinde. Efendimiz daha sonra kalktı asabiyetin (ırkçılığın) yasak olduğunu söyledi. Sahabi bu hadisten korktu ve dedi ki, “Ya Rasulüllah kavmimizle hiç mi ilgilenmeyeceğiz” deyince. Dedi ki; elbette onların ihtiyaçları ve sorunları ile ilgilenebilirsiniz” dedi. Bu kadar. Çünkü Rasulüllah Ümmeti kıracak her alt birliği kırıyor ve yardımlaşma ve dayanışmayı bütün dünyadaki müslümanlar boyutuna çıkarmak istiyordu. Siyaset sadece Ümmeti Muhammedin en üst boyutunda olmalıydı. Yani bugünkü Avrupa Birliği anlayışını aslında Efendimiz 1400 sene önce seslendirmişti. Müthiş bir tespit. Bu ancak ona yakışır.
Şimdi gel sen deki Allah kavim dedi diye, o halde ben de kavim diyorum diye ortaya çık ve müslümanları, Kürtleri ve daha niceleri böl. Edepsiz. Namazlarınız sizi çarpsın.. Arapların Baasları da senden farklı davranmadı zaten. İslam, Laik mustafa’larla Milliyetçi Devlet’lerin Baas’ları altında bir FETRET devleti yaşıyor diyebilirsiniz.
İslam’da parti yoktur. Demokrasi yoktur. Cumhuriyet ve seçim vardır. Seçimde seçmenin oyunu yönlendirecek deleğe ve partinin seçip seçmenin önüne koyması gibi engeller asla yoktur. Herkes fert olarak bölgesinden seçilir gelir, kardeş olur ve İslamı ve ihtiyaçlarımızı nasıl karşılarız diye birleşirler. Var olan bütün partiler bir ideolojiyi temsil eder ve TAGUT’tur. İnsan sadece seçim vakti geldiğinde hangisi ehveni şer ise ona gidip oy verebilir. Eğer bu laik partilere üye olursa partinin laik özelliğini ve ideolojisini de kabul etmiş olur ki küfre ortak olmuş olur. Makul olanı seçim zamanı biter bitmez bu siyaset işinden uzak durmak fakat hükümeti kontrolden uzak durmamalıdır. Asıl önemli olan halkın bu denetimini İslam’da olduğu gibi %50-%50 seviyesine getirebilmektir. Her yönetim öğüde ihtiyaç duyar der Siyasetname yazarı Nizam-ül Mülk. İşte öğüdü halk vermeli.
Müslümanlık ve Müslümanların yumuşatılması
……………………………..
…………………………….
işleyebiliriz inşaallah
Rejimin İlahı Mustafa
Rejim bütün insafsızlığı ile bodoslama gidiyordu. Rejimin bir İLAHA ihtiyacı vardı. O da hem askeri başarıları olan hem de siyasi etkinliği ele geçirmiş bulunan, her kararı içki masasında bile olsa anında alabilen, her duruma önce uyum sağlamış sonra durumu kendine uydurmuş, her kağıda takılır bir jokerr olan Mustafa Kemal’di. Olursa bu kadar olurdu. Fakat gözünün şaşılığı, sesinin kadın sesi gibi inceliği, kahveyi şekerli içmesi enterasandı. Oysa Osmanlı keskin görüşlü, kalın ve tok sesli ve kahveyi sade içerdi. böyle bir liderin anlamı neydi?
Kişi dindar olsa bile laikliğin ne olduğunu idrak edemiyordu. Zaten yaşayışı Osmanlı’nın son dönemindeki toplumsal bozulma ile eşdeğerdi. İnsanlar doğrudan Allah’a değil menfaatini ilgilendiren kanunlara bakıyorlardı. Mustafa Kemal’in bir kozu da askerdi. Onların rejimi koruyucu olarak kullanılması gerekiyordu. ilişkisini kesmedi. Ve öylede oldu.. şimdiye kadar geçirdiğimiz darbeler için sanıyorum bir vasiyetname belki yazmadı. Ama yetiştirdiği sadık …… leri onun arzu ettiğinden daha ilerisini yaptılar. Bugünkülerinin üçte birini ilahi huzurda ülkeye sadık olarak gördük. Geriye ne kadarı kalmıştı? Kim kimi eler sahi şimdi? Hangi sistemi uyguluyorsunuz? Gücü gücü yetene sistemi..
Türkçe Ezan
Nitekim halk sadece ezanın Türkçeleştirilmesinde tavır koydu. Ya camiye gitmedi, giden de sarığı boğazına bağlanarak sürüklendi. Asker ve jandarma görevini iyi yapıyordu. Bütün kararlar fütürsuzca alınıyordu. Hiçbir engel yoktu. Mehmet Akif’e Türkçe Kuran Meali bilinen amaçlar için verilmişti. Arkasından Elmalılı Hamdi Yazır bir çok önemli karara fetva verdikten sonra (Sultan Abdülhamid’in Hal edilmesine icazet veren de buydu) bilinen tefsirini yazdı. Bu tefsir ne kadar içi teknik bilgi ile dolu olursa olsun, CİHAD ruhundan yoksundur. Cihad ise İslam’ın temel ruhu’dur. Çünkü siparişi verenler böyle istiyordu. O da öyle yazmıştı zaten. daha sonra bu durumu üstü kapalı olarak ifşa da edecekti)
Dini, Laiklikle ve Laik Kitleler Yetiştirerek Kontrol Etme
Sonuçta Mustafa Kemal İslam’dan uzak kalmamış gibi görünmesine rağmen esasta dini kendine uydurmak, kullanmak ve onu zayıf düşürerek etkinliğini azaltmak amacında olduğu imanı kavi Müslümanlarca anlaşılabilecektir.. Zira laiklik şartına bağlanmış bir Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yapacağı, bütün Müslümanların şuurunu laikliğe çekmek ve bulandırmak olacaktır. Bir tefsir ve Buhari tercemesi meclis kararıyla olmuş, ancak oralarda yer alan tercüme dini bilgileri hiç bir zaman devlette kullanmamıştır. üstüne üstlük askere bile 281 sahife (Ahmet Hamdi Akseki’ye) din kitabı hazırlatmış ancak verilen talimat LAİKLİK olduğu için bunların hiç kimseye devlette karı olmamıştır. Bütünüyle cihaddan yoksun kitapların insanlar üzerinde kalıcı ve aktifleştirici etkisi olmamıştır.
Diyanetin kuruluş yasası ve anayasaya konulacak maddesi önce “kendi kuruluş kanununa göre uygular” şeklindeydi. Lakin Celal Bayar bunu yeterli bulmaz ve kıraldan çok kralcı hesabıyla “… Laikliğe göre uygular” diye çevirir. Aynen bugünkü gibi. Müslüman görünüp kafir gibi karar vermek ve benzeri ikilemler bu uygulamanın en belirgin özelliğidir. Camide Müslüman, işinde kafir gibi, evde zalim tiplemeleri İslamın her yere sirayet ettirilmemesinden kaynaklanan vazgeçiremediğimiz pisliklerdir.
Efendimizin sünnetleri evinde kıldığı bilindiği halde buna riayet eden bir Müslüman bulamazsınız. Her şey camide başlar ve biter. Eve, dükkana, yola, dağıtılacak, hayatın içine zerkedilmiş bir zikir kalmaz.
Neden hiç bir Diyanet İşleri Başkanı hapis yatmıyor? Ne oldu, ne oldu, yeni bir Vahiy geldi de İslam ile Laiklik barıştı da bizim mi haberimiz olmadı diye bu günkü başkana yazdık. Kısmet bunaymış na’palım?
Allah’ı Yaratan Mustafa
Mustafa Kemal 1934 te Kütahya’daki konuşmasında “Allah’ı insan yarattı” dedi çıktı. Bu beklenen bir şeydi. Batıdaki inkarcı akımların kitapları da Türkçe’ye tercüme edilmiş ve ihtiyaç duyanların eline kutsal kitap olarak verilmişti. Bunlar Oryantalistlerdi ve pozitivist akım bütün dünyayı kavuruyordu. Bunları da… Görmediğime inanmam derseniz bütün mana alemini inkar edin gitsin.. onlar da öyle yaptılar. Dinleri madde, ilahları da mustafa Kemal’di ki ne kadar çok taraftar bulmuştu? Neden böyleydi?
Osmanlı bize az mı Müslüman devretmişti? Yoksa her isteyenin istediğini görüp bulacağı bir oportünist (fırsatçı) bir ilah tiplemesi (Mustafa) bizi ateşe o mu götürüyordu.? Acilen Mehdi’ye ihtiyaç vardı. neden İslam alimleri toplu çıkış yapamadı.? hem dinini hem ülkesinin geleneklerini meczeden bir tek Mehmet Akif’miydi. Yoksa Çanakkale ve İngilizlerin batırdığı gemilerdeki İslam alimlerinin telef olması yüzünden Mustafa’nın işleri de kolaylaşmış mıydı? Gerçekten bir pis canı için sinip de İslam’ı savunmayan alimlerin CANI ÇIKSIN. Çünkü alimin en önemli vasfı doğru bildiği İslami bir bilgiyi zalim devlet adamına karşı söyleyebilmesidir.
Cinsini bilen düşmanını da bilir. Cinsinden ayrılan düşmanının kucağına oturur
Benim akrabalarım bile O’nu (Mustafa’yı) öylesine seviyorlar ki, dedikleri tek şey “O bir kahraman. ülkeyi o kurtardı. onun sayesinde yaşıyorsun, onun sayesinde namaz kılıyorsun vs. vs.. ” bunu diyenlerin İslam ile bağına bakıyorum=Namaz kılmıyorlar. Bunun anlamı şu olsa gerek: Ceylan kendi ait olduğu cinsinin özelliklerini bilir ve yaşar. Sonra döner benim canıma kim kastediyor der ve onu tanıyıp (çita) ondan uzak olan açık alanlarda yayılmayı tercih eder. bu ideal bir düşünüş ve ona uygun yaşayıştır. Şimdi bu örneği insana uyguladığınızda namaz kılmamak demek Müslümanlar kitlesine dahil olmamak anlamına gelir. İmamı Azam “namaz kılmayan kafir olmaz ama kafir de namaz kılmaz” diyerek çok açık bir cevap vermiştir zaten.
İşte siz Müslüman olmayınca düşmanınızın kim olduğunu da bilmenize imkan yoktur artık. varın gidin düşmanınızın kucağına oturun ve onu ilah sayacak kadarlık bir sevgiyle sevin. İşte Allah’ı aciz bırakıp “O bizi kurtardı” diye tapının durun.. Ancak ALLAH’ın daima bir B planı vardır ki sizin belinizi kırar.. fakat biz sizi son nefesinize kadar Allah’ın dostlarını sevip düşmanlarından kaçmaya davet ediyoruz. lakin şart hakiki Müslüman olmaktır. yani ALLAH’a ŞİRKSİZ DOST OLMAKTIR. ama siz hem Allah’ı hem şirkimi severim diyorsunuz. Ne şiş yansın ne kebap??Bize de bir kebap söyleyin?
Mustafa’yı Kaybettik, Yaşasın “Kaybettiğimiz Mustafa”
Mustafa Kemal sirozdan hastalanıp da Dolmabahçe’ye sıkışıp kalınca 22.10. 1938 de bir son nefes çıkışı yaparak birdenbire Müslüma kesilir ve ölümün etkisiyle “ İslam dinimiz devlette ve her yerde uygulanmalıdır” anlamında bir çıkış yapar. Başında bekleyen doktorların arasında Yahudi olanlar da vardır ve kendi yetiştirdiği yerlilerin de katılımıyla ipi çekilir. Halbuki aynı yıllarda Avusturya’da siroza ilişkin etkili ilaçlar geliştirilmişti aslında. Bu ilaç hiç duyurulmaz ve bilinen son 9. 11. 1938’de gerçekleşir. (saat 2 veya 3 sularında ölmesine rağmen ) bu saklanır.
Çünkü O’nun ilah olması kadar bu ilaha hürmet ve hizmet edeceklerin mesai saatına uygun bir ölüm saati olmalı ki insanlar işlerine saat 9′da gelir gelmez saygılarını rahatlıkla sunabilsinler ve bu ölüm sürekli ve uygun saatte devamlı anılarak fikirleri ve yaptıkları ölümsüzleşsin. Saat 9′u 5 geçe. ne kadar stratejik bir karar değil mi? işte şimdi bir türlü öldüremediğimiz mustafanın ilahlığa itiliş serüveni. demek ki O kendi elleriyle yarattığı canavarlar önce onun canını almışlar, arkasından da O’nun ilah olmasından büyük menfaatler bekledikleri için ilahlaştırmanın eksik ve devam eden ayaklarını kurmuşlardı.
Ve bu ayaklardan menfaat edinme inanın hala devam ediyor… Yukarıda yazdığımız onun son İslami söylevini Allah kabul etmiş olabilir veya olmayabilir. O hakettiğine ulaştığı için dinen bir şey söylemek yanlış olur. Hazreti Rasulüllah Efendimiz böyle buyurdu. Ancak O’nun ilahlığı bu gün de taraftar toplayarak Müslümanları küfre götürüyor. Acı olan da bu… Dolayısıyla sizin yaşadığınız şu anda ve gelişen şu durumlarda yani karşınıza çıkan bu veriler karşısında sizin ne yaptığınız önemlidir artık.
Mustafa’nın mezarında yatamaması, yahut toprağın onu dışarı atması gibi anlamsız cahil saldırıları okumuş insanlar arasında bile taraftar buluyor. Bu çok yanlış. İlah oldu ya, uzun süre ilaçlarla korunmaya çalışılınca patlayıp durdu. Baktılar ki ilaçla baş olmayacak artık altını kazıp toprağa verdiler üzülerek. Hitler mübarek onun beyni karşılığında ne büyük paralar teklif etmişti de İlahımız diye vermemişlerdi bu mübareği…. Zira kişi bu günkü belaları tamamiyle bu tanımlamayla Mustafa’ya yükleyince “Günah Keçisi” bulunmuş oluyor ve kişi artık kendi yapması gereken şeyleri de atlayıp ondan dolayı oldu deyince artık oturup kalıyor. kendine şimdi düşen sorumlulukları unutuyor ve artık “Kahrolsun Mustafa” şarkısıyla avunup İslami görevlerinden sarfınazar ediyor. Bu yüzden bu tür abuk subuk düzme hikayelerden toplumu uzak tutup insanları yapması gerekenlere yönlendirmek daha akıllı ve imani bir görevdir. Unutmayınız…
TEVHİD, Cumhuriyetin küfrünü söylüyor, lakin duyuracak cesaretli alim kalmadı. Niye mi? Küfür tedrisatı kendine göre değiştirerek kendi laik tercümanını geliştirdi. Yaşasın laik İlahiyatlar.. Yaşasın Laik ve yumuşak İslamiyet…
Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım. Önce dindar mısınız yoksa öylesine bir hayat mı yaşıyorsunuz? İslam’a gönül vermemişseniz bunları okumanın bir manası yok.
Biraz da tevhidden bahsedelim. TEVHİD: Allah’ın varlığına ve birliğine inanmakla bitmez. Allah’a kural koyucu olarak “boyun eğmek”de gerekir. Bu İslam’dır ve VAHİY bütün hayatı kapsar. Kim inanmaz, veya eskidir, eksiktir, yetersizdir, sorunlara cevap vermez derse imanı yarelenir ve şirke yol alır.
Her beşeri ideoloji TAGUT’tur ve ALLAH’ın yerine geçerek ŞİRKE sebebiyet verir. örneğin ülkeyi filanca kurtardı demek Allah’ın kudretini o insana vermek demek olur ve o kişi kendi ideolojisi içinde zaten sahte bir ilah olduğundan şirk oluşur. Bu ise tam bir küfürdür. kişi Allah’tan af dilemezse bu sahte ilahla ahirette haşrolur ve beraberce yanar. Bu yüzden bir kişinin daha başlangıçta laikim demesi İslamı inkar anlamına gelir ve kişi dinden çıkar. üstüne üstlük bir de filanca kurtardı derse küfrü pekişir. Artık gider ve manasını idrak etmediği bir cuma kılar ve gelenekselleşmiş bir cuma Müslümanlığı ile cennet arar. Halbuki miracı Mustafa’yadır. ona bir söz edecek olursan seni orada öldürür, konuşturmaz. Baba ise evladını evden kovar..
Görüleceği üzere İslam’ı yalnızca cami ve eve hapsedip devletten dışlamak tam bir küfür örneği. Siz sanıyorum Allah’a inandık demekle iş biter sanıyordunuz değil mi? Allah yücedir o yüksekte dursun ancak ben kendi işimi kendim yapayım diyordunuz değil mi? Yükselterek dışlama…
Yok öyle dava. O, bütün mülk benim demiyor mu? Benim hükmüm geçer demiyor mu? “Mülkün ve bütün makamların sahibi ancak o’dur. … O kalplerdeki gizli ve açık olanların hepsini bilir” (AYET) Emrimi tutmayanlar zalim, kafir demiyor mu? (Maide suresi) Peygamberime itaat edin demiyor mu? Peygambere itaat eden bana itaat etmiştir demiyor mu? Peygamberi Medeine’de bir anayasa yapmadı mı? Bu devlet içinde dindar bir peygamberin siyaseti ve devlet kurması değil mi? Dindar ama komutan değil miydi? Savaşın içinde hem de toplu namaz kıldırmadı mı? Sonra ayette “sen atmadın O attı” deyip galibiyete sahip çıkmadı mı? Savaşın içine giren bir Allah ve siz Allah’sız (Laik) bir devlet istiyorsunuz.. Dindar ama devlet başkanı değil miydi? Din ve devletin ayrıldığını görebiliyor musunuz burada?
Cihad İslam’ın en büyük kozu. Bütün oyunlar bizi bu kozdan uzaklaştırmak üzerine oynanıyor fakat bizim safların haberi yok. Namaz kılarak bilinçle İslam için mücadele etmeyi göze alarak ümmet olmamış bir insan nasıl cihad edecek? Yanisi şu ki; bu cumhuriyetin bir amacı yok ki uğruna cihad etsin!!! İçi kokuşmuş laiklerle dolu. İman küfre dönmüş. İnsanlar Yaratanı bırakmış yaratılana tapar hale gelmiş. Modern Batı’dan şu üç tehlikesi ya da tuzağı ciğerimize saplanmış:
1-Allah dursun, insan öne çıksın (Kendine iyi bak!!)
2-Vahiy dursun, akıl öne çıksın (Akıl=Laiklik)
3-Din dursun, ilim öne çıksın (Sosyoloji, determinizm, bir şey bir şeyin sebebidir, Allah’a gerek yoktur)
Batı’nın küfrü kahrolası laiklik
Batı’da ortaçağda Hırıstiyanlık bozulunca kilise de güçlenince ilmi gelişmelere papazlar da karşı çıkınca bu bozuk dini insanlar terkettiler. Yani o dini terkettiler ve adına Laiklik dediler. Fakat bizim dinimiz bozulmadı ki onlara bakıp neden terkedelim?Laiklik adına dini terketmek KÜFÜRDÜR.
Ben size şimdi soruyorum. Laik misiniz? Müslüman mısınız? Siz diyeceksiniz ki “Ben hem Müslümanım hem laikim” değil mi? Yok öyle dava. Yok öyle üç kuruşa beş köfte… Yemezler aslanım..
Sonuç olarak Laiklik İslam’ı her yerden silmeye çalışan bir pisliktir. Rakiptir. Dinsizliktir. Ve Küfürdür. Devlet bizim dışımızdaki başka insanlar ya da olaylar neticesinde laik olmuş olabilir. Ancak siz laikim diye ortaya çıkarsanız bu küfürden yana olduğunuz ve İslamın heryerde uygulanması için bir çaba da göstermiyeceğiniz anlamına gelir ki bu en azından münafıklığın bir şubesi sayılır (Hadis)
Allah Kuran’ı Kerim de 4 ayrı kelime ile kendi askerlerini anlattı. Hizbullah, cundullah gibi. Demek ki onun da askerleri vardı. O da kendisi için savaşacak yürekli dostlarını arıyordu. Bu kardeşiniz iyi bir Allah askeridir. savaşlar kazanmıştır gülüm..
Eğer laikseniz doğrudan doğruya Mustafa Kemal’in askeri olmuş olmuyor musunuz? Mustafa Kemalin askeri iseniz laik olmuş olmuyor musunuz? Laik iseniz Küfür üzere olmuş olmuyor musunuz? Bu halinizi düzeltmeden giderseniz sizi bir ateş bekliyor olmasın?
Müslümansanız Allah’ın askeri olmuyor musunuz? Müslümanlığa rağmen hala Mustafa kemal’in askeri olmakta devam mı ediyorsunuz bre gafiller. Çünkü ülkeyi Allah değil o zat kurtardı değil mi? İki de tercüme yaptırdı o halde onu izleyebiliriz artık, velev ki o tercümeleri devlette uygulatmasa bile değil mi? Zaten siz de düşündüğünüzü yaşamıyordunuz değil mi? “Ben inanıyorum ya bu yeter. Mustafa’dan da ayrılmam Allah ayrılmam. onsuz yapamam. Zaten ben gördüğüme daha çok inanırım. Mustafa peşinci Allah veresiyeci!!!”
İşte çatlak burada sevgili okurlar.. Müslüman ım deyip de laik olmak. Öyle ki müslümanın düşünce tekniğini bile İslam’dan koparıp materyalist düşünce tekniğine getiriyor laiklik. İnsan DİNLİ olmaya yatkın yaratıldı. Laiklikte din olmayınca yerini materyalizm dolduruyor. Buna Müslümanlar da dahil. İlk yüzde yirmi beşe CHP laikliği desek. Geri kalan % 75′in üçte biri MHP içinde laiklik kontrolünde desek. Ak Parti’ye oy verenler arasından da %25 desek. Böylece bu ülkenin %75′i LAİK ya da sempatizan olabilir demektir. İşte hiç bir siyasetçinin göze alamadığı laik seçmen ihtiyacı bunu gösteriyor.
Konuşmanıza dikkat edin Tayyip Efendi. Diyanet İşleri Başkanı bile insanları kurtarmak adına “Laiklik İslam’da yoktur” diyemiyor. Çünkü canı tatlı Allah’ın belası. İnsanlar ateşe gitmiş önemli değil. Biz siyasi iktidarla uyum içinde çalışmalıyız diyor da İslam’a uymak zorunda olduğunu hatırlamıyor bile. Allah “Müminler kardeştir” dedi fakat “mümin olmayanlar kardeştir” demedi. Sen ise zorla herkesi kardeş yapmaya çalışıyorsun. Halbuki Müminin en önemli 10 özelliği ibadetler manzumesidir Müminun suresinde sayılır. Sen otur önce ibadet etmemenin cezasını gençlere bir anlat da biraz korksun ve fing atmaktan bir edep yoluna girsinler. İşte insanlar Allah’ın bu ayeti gereğince artık kardeş olurlar sen merak etme ciğerim…
Eğer bu laiklerin bir ayakları çukura girmeden akılları başlarına gelmezse ahiretleri “yandı gitti gülüm keten helva” Onun için ben Laiklerin yaşlanmışını severim.
Doğruları bilmek ve doğruların yanında olmak rejimin reklamlarından sizi korur. İnsanlar doğruyu bildikleri halde gider yanlışla beraber olur. Şu bize Kırşehir yolunda Süha Turizm’de nasib olan şiire bakın..(kısaltılmıştır)
Hakka kulluğa bir adım yazsaydı felek
Kullara kullukta bin adım kazdı felek
Kula tabiat kul ola riyadır felek
Zalim yabana kel dura revadır felek
Kına yakasın el uzat deccale felek
Seni yakasın el mehdi deccal ne felek
Kim ki deccalin en yakın dostudur felek
Lakin söylenir en düşman deccaldir felek
Kaçtır taptığın bir Allah vareste felek
Cümle ilahın bir senden habersiz felek
Ata kurtardı san iman yareler felek
Hakka garazdır bil şirke savrulur felek
(bu beytin manası: Atatürk kurtardı ülkeyi sanıyorsan bu senin imanını yaralar,
Bu hareketin Allah’a garaz olup seni şirke savurur bunu bil )
Allah hakkıdır tüm, Sezar hak etmez felek
Sezar hakkına yaz diyen çarhetmez felek
Tevhid kaplasın bu ruhu “illa”dır felek
Felek yarandır bu nefse kaç “la”dır felek
Bilir insanlar kim doğru duruyor felek
Lakin toplaşır bin yanlış yerde “la” felek
(Bu beyt insanların doğruya rağmen eğrinin yanında
toplaştığını ifade eden sosyolojik bir tespittir.)
“la” yı bilip de bir “illa” demezsin felek
“İlla” imandır bir Allah demezsin felek
Ahi ahmedin tek derdi tevhiddir felek
Felek kulların tek aşkı şeytandır felek
Ya Rabb canımı al, yazma mihnette felek
İman yarimi sal cana cananla felek
Aksi halde: Adamın biri cennete gitmiş. fakat bir müddet sonra sıkılmaya başlamış. Yan taraftaki cehennemden de şarkılar türküler oyun havaları sesleri geliyormuş ve insanlar da oynuyormuş. Bunu duyup dururken meleğe demiş ki “ben öbür tarafa geçebilir miyim” deyince. Melek de bunu kabul ederek “yalnız geri dönemezsin” demiş. o da kabul edip yollanmışlar beri tarafa. fakat oraya varınca bir de ne görsünler. insanlar sacların üstünde yana yana bağıra bağıra zıplıyorlar. bizimki meleğe dönüp, ama benim gördüğüm başkaydı deyince. melek şöyle demiş. “O GÖRDÜĞÜN REKLAMLARDI”
Şimdi nasıl üzülmezsin 16 yaşındeaki çocuklara da tanımadığı görmediği bir adamın askerliğinden dinsiz laikliğine, laiklikten gelecekteki toplu dinsizliğe… Tepişen katır babalarını artık feda ettik gitti. Siz kaybettiklerimizden olmayın. Bana gelin.. Ben iyi bir Allah askeriyim (hem de savaş kazanmış) sonra imamıyım sonra da aşığıyım, sonra kalemiyim: size feda edecek en değerli zenginliğim GÖNLÜM VAR…buyurun… (Bizim irşadımız şiirlerimizledir. Okuyanlarını önce teskin eder, sonra imana yol açar. Hangisini okursanız okuyun Allah’ın izniyle bu böyledir inşaallah. Test edilmiştir)
KURBAN İLMİHALİ İÇİNDEKİLER SÖZ BAŞI ……………………………………………………………………………………11 KURBANIN DÜŞÜNSEL BOYUTU ……………………………………………….14 KURBAN KESME VE ADABI …………………………………………………..….16 KURBAN İBADETİNİN TARİHİ ………………………………………………..16 Çağları Kucaklayan Uyarı “Resûlllah’ın Sünneti, Size Yetmiyor Mu?”. 18 Kurban Bütün Dinlerde olan bir ibadettir …………………………………..19 Kurban , İslâm Dininin Şeârindendir/Alâmetlerindendir…………….19 “Kurbanlık develeri de size, Allah’ın şeârinden kıldık.” [ Hac suresi.36] ………………………………………………………………………19 Kurbana Hazır mıyız? ……………20 Hazret-i İbrahim’in Oğlunu Kurban Etmeğe Götürmesi …….21 Kurbanın Tarifi ve Meşruiyeti ……………………………………22 Kurban Kesmek Şu Vasıfların Taşıyan Kişilere Vaciptir ……23 Memlekette Kurban ……………………………………………….24 Kurbanda Zenginlik …………………………………………25 Kurbanda Niyet ……………………………………………………..26 Kurbanlık Hayvan Alınırken………………………………….. 26 Kurban Olacak Hayvanlar…………………………………………… 26 Koyun-Keçi Veya Sığır Kaç Kişiye Kurban Olur ? ……… 27 Kurbanda Ortaklık ………………………………27 Ölmüş Babamı Hisseye Katarsam Taksimat Nasıl Olacak? .27 Kurban Edilen Hayvanların Yaşları ……………………28 Kurban Kesmekle İlgili Hükümler Nelerdir? ………….28 Müstehap Olan Kurbanlık Hayvanlar ……………29 Peygamberimizin Kestiği Kurbanlık Hayvanlar………… 29 Kurban Edilmeye Engel Olan Ayıplar ………………30 Kurban Edilmesine Engel Olmayan Ayıplar ………… 31 Yine Kurban Üzerine ……………………………….31 Kurban Kesmenin Müstehap Olduğu Vakit ……….32 Fert ve Toplum Açısından Kurbanın Faydaları………….32 Kurban Kesmenin Değer ve Kıymeti/Faziletleri ………….34 Kurban Kesmenin Hikmeti ………………………….34 Kurbanı Allah İçin Kesmek ………………….35 Takva …………………………………………..36 Kurbanlık Hayvanlara Yumuşak Davranmak ……38 Kurbanı Kendi Elimizle Kesmek……………………..39 Kurbanı Kesmeden Önce Yapılacak Vazifeler ………41 Vekâlet Verme Şekli ………………………..42 Kurbanda Vekalet Olur mu? …………………..42 Talebe yurtlarına kurban hibe edilir mi ? …………42 Kurban Bütün Sünnetlerine Riayet Edilerek Şöyle Kesilir.42 Besmele ve tekbir çektikten sonra başka bir işle meşgul olmadan hemen kesmeye başlamalıdır..…… 45 Kadının kesmesi de caizdir. ………………..45 Cereyanla/elektirikle hayvan kesmek caiz midir ? …45 Şoklama ile hayvan kesmek ……………………..46 Ölüm ne ile olmaktadır? Şokla mı, yoksa şokun hemen arkasından yapılan kesimle mi? …………..46 Kurbanla İlgili Mekruhlar ………………..46 Kurbanın derisini yüzmek ……..47 Kurban Derisini Satmamak …………..47 Kurbanın etinin yenmesi ve dağıtımı(infak) …….48 Kurban Kesildikten Sonra Çevre Temizliği …………….50 KURBANLA İLGİLİ SORU VE CEVAPLAR …….………..51 Ölü namına kurban kesmenin hükmü nedir ? …….51 Kurban etini gayr-i Müslimlere dağıtmanın hükmü nedir? Bazı yardım kuruluşları bunu yapıyorlar. Biz de Türkiye dışında yaşıyoruz ve Müslümanların gayr-i Müslimlerle kanşık olduğu bir yerdeyiz. Kestiğimiz kurban etinden onlara da verebilir miyiz? …………….51 Bazı hayır kurumları, kurban bağışlarını kurban kesmeyerek başka hayır işlerinde kullanıyorlar. Bu durum dinen caiz mi?……51 Etinin Tamamının Tasadduk Edilmesi Gereken Kurbanlar Hangileridir. 52 Aldığım Araç için Kurban Kesmem Gerekir Mi? …………………………52 Kurbanın geçerli olabilmesi için hayvanın kişinin kendi mülkiyetinde olması gerekir mi? …………………..…52 Bir Zatı Karşılamak İçin Kesilen Kurbanın Eti Yenir Mi ?……52 Ölü Namına Arafe Günü Kurban Kesilir Mi ? ………52 Türbelerde, Törenlerde, Açılışlarda Kurban Kesilebilir Mi ?…53 Bina Yapılırken Kesilen Kurban ……….…53 Sekiz aylık evliyiz. Eşime ait mehir olarak verdiğim 80 gramın üstünde altını var. Ben maaşımı babama veriyorum. Borçlarımızı da babam ödüyor. Evim de babamın üzerinde. Babam benim adıma kurban kesmek istiyor. Ben o kurbanın etinden yiyebilir miyim? Babam o kurbanı hanımım adına kesse olur mu? ………………………53 Bir kimsenin vadesi dolmamış alacağı olsa ve nisap miktarı kadar başka malı da bulunmasa kurban kesmesi için borçlanması gerekir mi?… 53 Bir hanımın nisap miktarı kadar altını olup, başka malı olmazsa kurban kesmesi gerekir mi ? …………..54 Kurban kesmekle yükümlü kimse kurbanını hanımı namına kesebilir mi ? ……………………………..….54 Kurban kesmek yerine bedelinin bir fakire veya bir hayır kurumuna verilmesi caiz midir? ……………….54 Bağ, bahçe ve tarla gibi şeylerin gelirleri mi, yoksa kendileri mi kurban nisabına girer? ……………………….54 Bir kimsenin ev satın almak amacıyla biriktirdiği paradan kurban kesmesi gerekir mi? ……………………….… 54 Kurbanın geçerli olabilmesi için hayvanın kişinin kendi mülkiyetinde olması gerekir mi?………………………….54 Kurban Bayramı’nda hayvanların kesilmesi katliam mıdır …54 “Kur’an’da kan akıtmak yoktur” diyorlar bu doğru mu ?…55 Kurbanın bedelini fakirlere vermek daha iyi mi ? …55 Ölüler için kurban kesilmez mi ? ………………55 “Kurban kesilmese de olur” diyorlar? ……………56 Taksitle veya veresiye ile kurban alıp kesmek caiz midir? …56 Zengin bir kimse herhangi bir sebepten dolayı bayram günlerinde kurban kesmemişse ne gerekir? …………………56 Bir kimse kurban bayramında kesmek niyetiyle aldığı hayvanı kesmeyip kurban günleri geçerse ne yapar? ………56 Bir kimse aldığı bir hayvanı bayram günlerinde kurban olarak kesmeyi adaşa, fakat bayram günlerinde kesmezse ne yapması gerekir?……56 Almanya’da ikamet edenler, parasını gönderdikleri kurbanlarını Türkiye’de kendi adlarına kestirebilirler mi? ………………………………………………57 ZİLHİCCE AYI ve ZİLHİCCENİN ON GÜNÜNÜN ÜSTÜNLÜĞÜ……57 Arafe Gününün Önemi ……………………58 Arafe Gün ve Gecesinde Okunacak Dua ……59 Arafe ve Tevriye Günü Oruç tutmak …………59 BAYRAM ADABI ……………60 Bayramların Önemi ………………60 Kurban Bayramı …………………61 Peygamberimizin Bayram Adabı……62 Kurban Bayramında Yapacağımız Vazifeler…63 Bayram Namazları ………………………64 Bayram namazları hakkında …………64 Kurban Bayramında Bayram Namazına Giderken Tekbir Getirmeli…65 Kurban Bayramı Namazı Vakti …………………65 Teşrik Tekbirleri …………………66 Neden Tekbir Getiriyoruz? …………… 66 Kurban Bayramının 1. Gününün Önemi …………67 Kurban Bayramında Namazdan Sonra Yemek ……68 Bayramlarda Tebrikleşmek ……………… 68 Bayram Gecelerini İbadetle Geçirmek Sünnettir ………69 Bayram Günü Duası ………………69 Ramazan ve Kurban Bayramı Günlerinde Oruç Tutmanın Yasak Olması …………………………………….70 Bayram Günlerinde Kabirleri Ziyaret Etmeliyiz ..70 İnsan-ı kamile giden yol ……… 71 Zaman …………………. 73 Meziyetlerin öne çıkması …………… 74 Yaratılışın gayesi sevgidir. Ahilik Sevgiyle Olur. …………74 Görev mi? Yardım mı? ………… 75 DİĞER KURBAN TÜRLERİ ………77 ADAK KURBANI …………… 77 Adak kurbanı nedir? ……………… 77 Adak kurbanı ne zaman kesilir ? ………77 Kişi adadığı kurbanın etinden yiyebilir mi ? …77 Adak kurbanının bağlayıcı olması için gerekli şartlar nelerdir .77 Adak Kurbanıyla İlgili Çeşitli Meseleler …77 Şarta bağlı olarak kurban kesmeyi adayan kimse, o şartın gerçekleşmesinden evvel kurban kesebilir mi ? … 78 Bir kimse olmasını istemediği bir iş için kurban kesmeyi adar ve istemediği iş de olursa kurban kesmesi gerekir mi ? 78 Adak kurbanı kesildikten sonra tamamıyla telef yok olsa kurban yükümlülüğü kalkar mı ?……………78 Bir kimse on tane kurban adarsa hepsini kesmesi gerekir mi ?78 Adak kurbanının etinin zımmiye verilmesi caiz midir 78 Adak kurbanının derisi ne yapılır ? …………78 Bir kimse “Allah için çocuğumu kurban edeceğim” dese ne yapması gerekir ? ……………………………78 Bir kimse kendisinin ve aile fertlerinin de yemesi şartıyla kurban adaşa, adadığı kurbandan yiyebilir mi ? ………………78 Kişi değerini fakirlere vermek şartıyla adak kurbanından bir miktarını kendi çocuklarını yedirebilir mi ? ….………79 ŞÜKÜR KURBANI ……………79 Şükür kurbanı neye denir ? ………79 Sahibi şükür kurbanından yiyebilir mi ? ……79 Ölmüş kimselere kurban kesilir mi ? …………79 AKİKA KURBANI …………80 Akika neye denir ? ………80 Akika kurbanını hükmü nedir ? ………………80 Akika kurbanı ne vakit kesilir ? ………80 Akika kurbanının etinden sahibi yiyebilir mi ? …80 Akîka kurbanında aranan şartlar …………81 HEDY KURBANI …………………81 Hedy ne demektir? ……………81 Vacip olan hedy’in başlıcaları hangileridir ? ………81 Ceza hedy ne demektir ? ……………82 Hedy kurbanı nerede kesilir ? ……………82 Hedy kurbanı ne zaman kesilir ? …………… 82 Kişinin hedy kurbanından yemesi caiz midir ? ……82 KURBAN KESEN MEDENİYETLERDE KURBAN KÜLTÜRÜ..82 1-Spor, Eğlence ve Oyunlar ………………82 EĞLENCE ……………82 KURBAN KESMENİN İNSAN DAVRANIŞLARINA ETKİSİ ……86 Kurbanın Prensipleri ……………………87 Yararlanılan Kaynaklar……………………… 88 Yazarın iletişim ve özgeçmişi ………89
Yaşar Bozyiğit
SÖZ BAŞI 11 Bizi ve Kainatı bizim için yaratıp, başına bizi halife kılıp, akılla sorumluluk terazisini dengelememizi isteyen, O, Rahman, Rahim, Settar, Latif, vedüd Rabbimiz olan Allah(cc.)’ımıza deryalarının katresi adedince Hamdü Senalar eder, Onun kul olarak kendi nurundan yarattığı, “kul” olarak anılan, sadık, ismet sahibi, efendiler efendisi, ümmetine düşkün ve merhametli, islam’ı en mükemmel ve doğru tebliğ ettiği için bugün bizlerin de müslüman olmasında büyük pay sahibi, bu fakirle defalarca ilgilenmiş görüşmüş, Cenab-ı Hakk’ın en son ve muhterem elçisi, örnek insan Hz. Muhammed (a.s)’a ve onun al ve ashabına ve bu güne kadar gelmiş geçmiş bütün iman sahibi kullara ve yaşayan müslüman kardeşlerime sonsuz salatü selam eder ve cümlesine bereketler dilerim… Cenab-ı Hak bir hadisi kudside bilinmeyi murad ettiğini (ahbeptu-muhabbet) bunun için de kainatı yarattığını belirtiyor. Bu hadiste iki unsur göze çarpıyor. Birincisi muhabbet yani aşk. İkincisi gereğini yaptığı yaratma fiili. Yani, iş.. İşte siz de sevdiğiniz birine bu sevgiyi bildirmek isteseniz yapmanız gereken şey bir fedakarlık ölçüsünde bir şeydir. Bir çiçek almak, yahut ona yardım etmek, fedakarlık derecesinde elbisesini temizlemek, çocuksa gece kalkıp ilgilenmek. Yani bir emek sarfetmek. Yani sevgi aslında bir emek denilemez mi? Bütün bu yukarıda anlatmaya çalıştığımız aşk, iş, din, ilim ve ahlak ilişkilerinde temel unsur ilk söylenen aşkın diğerleri üzerinde de belirleyici olmasıdır. Yani diğer bütün dört unsur aşkın gücünden yararlandığı gibi karşı tarafın kendi aşkıyla ilk aşkı cevaplayabilmesi için aşk dışında yukarıdaki saydığımız iş, din, ilim ve ahlakın bir ispat aracı olarak ilgili kişi tarafından kullanılması gerekir. İşte bu noktada ortaya çıkan ve beklenen ispat aracı FEDAKARLIK ölçüsüdür. Yani siz sevdiğiniz kişiyi ne kadar seviyorsanız ona uygun bir büyüklükte fedakarlık yapmalısınız. Bunu hem karşı taraf bekler ve hem de siz aynı yönde bir büyüklükle gerçekleştirmek istersiniz. Hz. Adem (as) den beri bütün insan toplumlarında ilahi dini topluluklar olarak veya müşrik toplumlar olarak daima bir kurban kesme hadisesi ola gelmiştir. En belirgin örneği Hz İbrahim as da cerayan etmiş ve daha önce söz verdiği oğlu İsmail as mı Rabbinin rızası için kesmek istemiştir. Burada ilginç olan şey İsmail (as)’ın İbrahim(as)’ma en sevgili olmasıdır. Dolayısıyla fedakarlık yapılan ya da feda edilen şey en çok sevilen şeydir. Nitekim kurban kelimesi de k-r-b kökünden gelen yakınlaşmak anlamında gelen bir kelimedir. Yani fedakarlık yaparak yakınlaşmayı sağlamak amaçlanmaktadır. Hac suresinin ilgili ayetlerinde kurbandan bahsedilirken Cenab-ı Hakkın insanların kestiği kurbanların etlerinin ya da kanlarının Allah’a ulaşmayacağı ancak insanların takvasının ona ulaşacağı belirtilmektedir. Ali İmran suresinde ise sevdiklerinizden vermedikçe iyiliğe eremezsiniz buyrularak feda edilecek şeyin en çok sevilen şey olması gerektiği ifade edilmiştir. Konu bu yönüyle idrak etmeye doğru olarak yerleştirildiği zaman görülecektir ki kurban bayramı yalnızca bilinen kurban bayramı günlerinde olmayacak ve bütün bir yılı kapsayarak insanı daima Allah rızası için sevdiği şeylerden sık sık fedakarlık yapmak zorunda bırakacaktır. Bu bayramın dikkat çeken bir diğer önemli özelliği de Allah-u Ekber tekbirinin adeta simge olmuş olmasıdır. Yani zikir dolu bir bayram geçirilmesi emredilmiş olmaktadır. İşte zikirde bir kimsenin daha çok sevilmesi için temel faktörlerden biridir. Peygamber efendimiz bir hadisi şerifinde “insan sevdiğini çok zikreder” buyurmaktadır. Ayrıca kişi sevdiği ile beraberdir hadisinde görüleceği üzere sevmenin kişiyi sevenin yanına zaman içerisinde götüreceği belirtilmektedir. Bu dünyada da böyledir, ahirette de böyledir. Küfrün tek millet olmasının bir anlamı da budur. Ümmetin bir bütün halinde parçalanmadan birlik içinde bulunması gereği de buradan gelir. Cemaatle namaz bu bütünlüğü daima pekiştirir. Allah’a ve dinine olan sadakatin bir göstergesi olarak Hz. Peygamber’den bu yana sürdürülen bu uygulamanın, Hz. İbrahim’in bu hatırasını canlı tutmak ve onun gibi Allah’a olan sadakatimizi sergilemek şeklindeki temel özelliği yanında, sosyal yardımlaşma açısından da İslam toplumlarında önemli bir işlevi olduğu muhakkaktır.
Kurban temelde Hac ibadetinin bir parçası olmakla birlikte, Hac ibadeti dışında, yine Hacılarla birlikte aynı günlerde (yani Hacıların Arafat’a çıktığı “arafe” günün takip eden Kurban bayramı günlerinde) hâli vakti yerinde olan diğer Müslümanların da kurban kesmesi isteğe bağlı olarak teşvik edilmiştir.
İslam uleması kurban kesebilecek kadar maddi imkâna sahip olanların kurban kesmelerinin zorunlu ve gerekli bir dinî görev olup olmadığında farklı yaklaşımlar sergilemişler, bazıları -mesela Hanefiler- zorunlu ve gerekli (vacip) olduğunu savunurken, bazıları da -mesela Şafiiler, Malikiler ve Şiiler— zorunlu olmadığını, bilakis isteğe bağlı (mendup, müstehap) olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Mamafih, öte yandan Kurban bayramı günlerinde yolcu durumunda olanların Kurban kesmelerinin gerekmediği hususunda ulemanın hemfikir olması, kurban kesmenin zorunlu olmadığını ileri sürenlerin haklı olabileceğini gösteren bir ipucu olabilir; zira şayet kurban zorunlu (vacip) olsaydı, bu görevin yolculuk gibi bir gerekçeyle ortadan kalkacağı kolaylıkla ileri sürülemezdi.
Mamafih ihtiyatlı davranmak isteyenlerin, elden geldiğince kurban kesmeye gayret etmelerinde de yarar vardır.
Aile fertlerinin bağımsız gelirleri olup da her birinin maddi imkânlan varsa, her birinin ayn ayrı kurban kesmesi kuşkusuz yerinde bir davranış olur.
Bilhassa ülkemizde yıl boyu İslam’a karşı tavırlar sergileyip, kurban bayramı gelince Müslümanların kurban derilerine göz diken, bu konuda devlet imkân ve desteğini arkasına alarak baskı uygulamaya kalkışan veya İslam’a aykırı amaçlar doğrultusunda faaliyet gösteren -sivil veya yarı sivil-yarı resmi- çevrelere, ya da dini istismar ederek şahsı veya çevresi için maddi çıkar peşinde koşanlara kurban derilerinin verilmesi doğru değildir.
Dindar çevrelerde, bilhassa belli bazı cemaat ve tarikat çevrelerinde, “Hz. Peygamber için kurban keseceğiz” diyerek para toplayanlar, insanları bu konuda manevi baskıya tabi tutanlar, hatta maddi durumu elverişli olmayanları bile bu konuda sıkıştıracak kadar işi abartanlar sık sık görülmektedir ki, bunun açık bir din istismarı olduğunda kuşku yoktur.
Zira Hz. Peygamber ne ashabından ne de daha sonra gelecek Müslüman nesillerden kendisi için kurban kesmelerini istemiş değildir. Bu gibi uygulamalar ibadet olmak bir yana, çağdaş bidat ve hurafeler olarak nitelendirilmek durumundadır, Bu sebeple de bu tür din istismarcılarına şiddetle karşı çıkmak ve onlarla mücadele etmek gerekir.
Son olarak kurbanın infak yönü toplumsal barış açısından büyük önem taşır. Kurbanın ne kesilmesi katilliktir ne de kesen insan katildir. Bilakis Allah’a bir kan feda eden insanda sükünet hasıl olur ve dengeye gelir. Kurban kesmeyen toplumlarda ise futbol, arena, boks ve daha bir çok uygulama insanları olduğundan daha da vahşileştirir.
Halbuki İslami toplumlarda yer alan güreş, orta oyunu, cirit vb. oyunlarda uygulanan kurallar bile sertliği önleyici tedbirler şeklindedir. Rakibin ezilmesine ne kurallar ne de hakemler izin vermez. Dolayısıyla kurban toplum dengesi açısından çok büyük bir öneme sahiptir. Bu kitapçığımızın ekinde bu konuya ilişkin açıklamalara yer verilmiştir.
Herkesin Allah için feda edebileceği bir kıymeti olmalıdır. Feda etmek ise bir kurban bayramında değil bütün yıl boyunca olmalıdır. Yani kurban bir süreklilik duygusudur.
KURBANIN DÜŞÜNSEL BOYUTU 14
Ahlak; niyet, irade ve davranışa dönüşmüş bir ‘din’dir. İlme göre insan “akıllı hayvan”dır, Dine göre ise şahsiyet ve ahlak sahibi bir canlı varlıktır. İnsan ile hayvan arasındaki temel fark, fiziki, bedenî veya zekâ ile ilgili değildir; bilakis her şeyden önce manevi olup, dini, ahlaki ve estetik şuurun varlığında kendini gösterir (homoreligious). Çünkü nerede insan zuhur ettiyse, onunla beraber din ve sanat da zuhur etmiştir. İlim ise nispeten yeni ve genç bir fenomendir. İlim, sanat ve felsefeden yoksun insan toplulukları bulunmuştur ve hâlâ da vardır, ama dinsiz bir insan topluluğuna şimdiye kadar rastlanmamıştır. Hayvanlarda mukaddes veya yasak mefhumları olmadığı gibi, insanın anladığı manada güzellik mefhumu ve estetik heyecan da yoktur. Kısacası insan hayvan olmak istemeyen yegâne varlıktır. Adalet ve fazilet uğrunda hayatını veren bir kahramanın hareket tarzının doğruluğu/haklılığı, hangi dünyevi, maddi, tabii, mantıki, ilmî ve akli sebeplerle ortaya konabilir ki? Şayet zaman ve mekândan ibaret bu madde dünyası veya hak veya haksızlık karşısında nötr kalan bir tabiat dışında bir başka gerçek yoksa, o zaman adaletin tarafını tuttuğu için hayatını feda eden bu kahramanın fedakarlığını hiçbir şekilde izah etmek mümkün olmaz. Manasız olduğunu kabul etmediğimiz takdirde ise, onun bu fedakârlığının bambaşka bir dünyadan bir haber olarak değerlendirilmesi kaçınılmaz olacaktır. Aslında pek çok insan, manasını bilmeden ve izahını yapmadan, bu “akılsızca” hareketi tasvip edip, bütün benliğiyle onun tarafını tutar. Bu öyle bir şeydir ki, ya hiç anlaşılamayan, ya da kendiliğinden anlaşılan bir nitelik arz etmektedir. Bu dünyada mücadele vererek ıstırap çeken büyük trajik şahsiyetleri, mağlup değil galip ilan etmiş olmamız, onun bu davranışının haklılığını gösteren bir başka dünyanın gerçekliğinin işareti değil midir? Galip mi? Evet, ama nerede, hangi dünyada? Rahatını, hürriyetini, hatta hayatını kaybeden bir kimse nasıl olur da galip sayılabilir? Bunun bu dünyada olamayacağı aşikâr olduğuna göre, bambaşka bir dünyada olacağı ortadadır. Onlar aslında öbür dünyanın habercileridir ve sayıları bütün peygamberlerden ve vaizlerden daha fazladır. Bu kahramanların hayatları ve özellikle fedakârlıkları, bizi tekrar tekrar şu soru ile karşı karşıya bırakır: Ya insanın var oluşunun zamanla bağımlı, geçici, göreceli ve sınırlı olan anlamı dışında bir başka anlamı daha vardır veya hayran olduğumuz bu büyük şahsiyetler aslında birer beceriksizlik örneğidirler. İşte ahlak fenomeninin -insan hayatının bir gerçeği olduğu hâlde, akılla izah edilemeyişinde, Din lehine belki de ilk ve tek “pratik delil” bulunmaktadır. Çünkü ahlaka uygun davranış, ya izah edildiği gibi manasızlıktır, ya da Allah varsa bir anlamı vardır; üçüncü şık imkânsızdır. Dolayısıyla ya ahlakı peşin hükümle bir “ön kabuller yığını” olarak bir tarafa atmamız, ya da “ebediyetin işareti” olarak nitelendirebileceğimiz bir denkleme yerleştirmemiz gerekmektedir. Çünkü sadece başka bir hayatın varlığı ve insanın ebediliği inancı, yani Allah’ın ve Ahiretin varlığı ile bu fedakârlıklar anlamlı bir hâle gelir. Ahlak ve fazilet kanununa göre hareket eden insanların sayısı çok değildir elbet. Fakat bu son derece küçük azınlıktaki insanlar, her insanın ve bütün beşeriyetin gurur kaynağını teşkil edegelmişlerdir. Kendi hayatımızda da ahlak ve fazilet ilkesine uygun davrandığımız anlar az olabilir, ama yine de, kendi menfaat ve çıkarımıza aldırmaksızm, kendi kendimizin üstüne çıkıp yükselebildiğimiz bu nadir anlar, ne kadar az olursa olsun, hayatımızın en mutlu, en unutulmaz, en gurur verici anları, en yüce değerleri olmaya devam ederler. Bu sebepledir ki, insan hiçbir zaman ahlaken “tarafsız” olmamıştır; daima, ya hakikaten, ya da sahte ve görünüşte de olsa ahlaklıdır veya en çok görüldüğü üzere her ikisidir. Çeşitli zamanlarda farklı davranılmış ve muhtelif şekillerde hareket edilmiş olsa bile, her zaman adalet, hakikat, eşitlik ve hürriyetten, bariz bir şekilde söz edilmiştir; bilgelerle kahramanlar tarafından samimiyetle ve hakikat adına, siyasilerle demagoglar tarafından ise riyakârlıkla ve menfaat adına… Herkes iyilik yapamaz, fakat herkes iyilik isteyebilir ve iyiliği sevebilir. Birçok kişi fiilen haksızlıkları engelleyemez, fakat her insan kendisine veya başkasına yapılan haksızlıkları takbih edip, nefret edebilir. Ahlak fiilin bizatihi kendisinde olmayıp, her şeyden önce insanın doğru ve dürüst yaşamak istemesinde, iradesinde, iradesinin çabasında, kendi kurtuluşu için mücadele etmesindedir. Günahsız, kâmil olmak, insani değildir. Bilakis ve tövbe etmek insana daha yakındır, daha insanidir. Cenab-ı Allah’ın istediği de budur. Din’e göre her insanın içinde dâhili bir merkez vardır. Bu her insanın en derin noktası, ruhudur. Niyet insanın kendi derinliklerine, o en derin noktaya doğru dâhili bir adımı demektir ki, attığı bu adımla fiilini kendine mal eder, tasdik eder ve iç tasdikten geçirir. Bundan sonra fiil ya gerçekleşir, ya da gerçekleşmez, lâkin iç dünyada geri dönülmesi imkânsız bir biçimde gerçekleşmiş olur. İşte bu “kendi kendine danışma” olmadıkça, insanın fiili geçici olan bu dış dünyada mekanik veya tesadüfi bir hareket olarak kalmaya mahkûmdur. Bu itibarla ahlaka uygunluk, aslında doğru harekette değil, doğru niyettedir. Özünde ahlak istektir (niyet ahlakı), sırf bir davranış tarzı değildir. Yoksa bir hadımın iffetli-namuslu, az yemek zorunda kalan bir mide hastasının da zahit sayılması gerekirdi ki, böyle değildir. İnsanın iç zenginliği ve enginliği, hemen hemen sonsuzdur. En iğrenç cinayetlere olduğu gibi, en ulvi fedakârlıklara da istidadı vardır. Dolayısıyla onun büyüklüğü, her şeyden evvel, iyiyi istemekten öte, iyi ile kötü arasında seçim yapma imkânına sahip olmasındadır. İnsanın hür iradesiyle yaptığı seçim dışında “iyi” mevcut değildir ve zorla “iyi” olmaz. Zira “iyi”nin şartı özgürlüktür, kaba kuvvetle ve zorlamayla özgürlük bir arada olamaz. “Dinde zorlama yoktur.” (2/el-Bakara, 256). Aynı ilke ahlak için de geçerlidir: Zorla alıştırma doğru davranmayı dayattığında bile haddi zatında gayr-i ahlaki ve gayr-i insanidir. Aklın ahlakla ilişkisi nedir? Akıl varlıklar arasındaki ilişkileri keşfetmekten başka bir şey yapamaz. Bu yüzden “değer yargısı” akıl dışında başka bir referansı gerektirir. Bütün bu yukarıda anlatmaya çalıştığımız aşk, iş, din, ilim ve ahlak ilişkilerinde temel unsur ilk söylenen aşkın diğerleri üzerinde de belirleyici olmasıdır. Yani diğer bütün dört unsur aşkın gücünden yararlandığı gibi karşı tarafın kendi aşkıyla ilk aşkı cevaplaya bilmesi için aşk dışında yukarıdaki saydığımız iş, din, ilim ve ahlakın bir ispat aracı olarak ilgili kişi tarafından kullanılması gerekir. İşte bu noktada ortaya çıkan ve beklenen ispat aracı FEDAKARLIK ölçüsüdür. Yani siz sevdiğiniz kişiyi ne kadar seviyorsanız ona uygun bir büyüklükte fedakarlık yapmalısınız. Bunu hem karşı taraf bekler ve hem de siz aynı yönde bir büyüklükle gerçekleştirmek istersiniz. Hz. Adem (as) den beri bütün insan toplumlarında ilahi dini topluluklar olarak veya müşrik toplumlar olarak daima bir kurban kesme hadisesi ola gelmiştir. En belirgin örneği Hz İbrahim as da cerayan etmiş ve daha önce söz verdiği oğlu İsmail as mı Rabbinin rızası için kesmek istemiştir. Burada ilginç olan şey İsmail as ın İbrahim as en sevgili olmasıdır. Dolayısıyla fedakarlık yapılan ya da feda edilen şey en çok sevilen şeydir. Nitekim kurban kelimesi de k-r-b kökünden gelen yakınlaşmak anlamında gelen bir kelimedir. Yani fedakarlık yaparak yakınlaşmayı sağlamak amaçlanmaktadır. Hac suresinin ilgili ayetlerinde kurbandan bahsedilirken Cenab-ı Hakkın insanları kestiği kurbanların etlerinin ya da kanlarının Allah’a ulaşmayacağı ancak insanların takvasının ona ulaşacağı belirtilmektedir. Ali İmran suresinde ise sevdiklerinizden vermedikçe iyiliğe eremezsiniz buyrularak feda edilecek şeyin en çok sevilen şey olması gerektiği ifade edilmiştir. Konu bu yönüyle idraki etmeye doğru olarak yerleştirildiği zaman görülecektir ki kurban bayramı yalnızca bilinen kurban bayramı günlerinde olmayacak ve bütün bir yılı kapsayarak insanı daima Allah rızası için sevdiği şeylerden sık sık fedakarlık yapmak zorunda bırakacaktır. Bu bayramın dikkat çeken bir diğer önemli özelliği de Allah-u Ekber tekbirinin adeta simge olmuş olmasıdır. Yani zikir dolu bir bayram geçirilmesi emredilmiş olmaktadır. İşte zikirde bir kimsenin daha çok sevilmesi için temel faktörlerden biridir. Peygamber efendimiz bir hadisi şerifinde “insan sevdiğini çok zikreder” buyurmaktadır. Ayrıca kişi sevdiği ile beraberdir hadisinde görüleceği üzere sevmenin kişiyi sevenin yanına zaman içerisinde götüreceği belirtilmektedir. Bu dünyada da böyledir, ahirette de böyledir. Küfrün tek millet olmasının bir anlamı da budur. Ümmetin bir bütün halinde parçalanmadan birlik içinde bulunması gereği de buradan gelir. Cemaatle namaz bu bütünlüğü daima pekiştirir. Bu bayramla ilgili dikkat çeken temel konular
KURBAN KESME VE ADABI 16 Kurban kelimesi sözlükte yaklaşmak ve Allah’a yakınlık sağlamak anlamına gelir. Bu kelime maddi ve manevi her türlü yakınlığı ifade eder. Alak suresindeki secde et ve Rabbine yaklaş anlamındaki “ikterib” kelimesi “kurban” kökünden gelir. Genel olarak yapılarak Allah’a yaklaşılan iman, namaz, zekat, sadaka ve oruç gibi her türlü ibadet aynı kökten gelen “kurbet” kelimesiyle ifade edilir [Tövbe 99] Özel olarak da Allah’a yaklaşmak/ ibadet etmek amacıyla belirle şartları taşıyan bir hayvanın usülune uygun olarak kesilmesine kurban ibadeti ve bu hayvana da kurban denir.
Kurban ibadetinin tarihi Kurban ibadeti insanlık tarihi kadar eskidir. a) Kuran’ı Kerim de Maide Suresinin 27 ayetinde “Ey Peygamberim, onlara Adem’in iki oğlunu haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş ötekinden kabul edilmemişti….” Kuranda Habil ile kabilin kurbanlarının mahiyeti bildirilmemekte ancak birinin kurbanının kabul edildiği diğerinin ise edilmediği ifade edilmektedir. Fakat bazı dini içerikli tarih kitaplarında Habil’in kurbanının bir koyun olduğu, Kabilin ise ziraatçı olduğu için sunduğu şeyin bir miktar kendi ürünleri olduğu, kabul edilmemesinin nedeninin takvasındaki bir eksiklikten olduğu ifade edilmektedir. Nitekim daha sonra kendi kız kardeşi daha güzel olduğu için onunla evlenmek istemiş ancak Habil’in kız kardeşi biraz çirkin olduğu için onunla evlenmek istememiş ve Habil’i de bu kıskançlık yüzünden öldürdüğü ifade edilmektedir. Öyle sanıyoruz ki bu bilgilerin birçoğu Tevrat kaynaklıdır. b) Hz İbrahim’in kurbanı ise onun yüce Allah’a kendisine Salih bir çocuk vermesi için dua etmesiyle başlar. Bu da üzerine Allah ona Salih, uysal, halim selim, bir çocuk verir ve o çocuk büyüyüp çalışacak yaşa gelir. Hz İbrahim (as) Zilhicce ayının 8,9,10’uncu gecelerin de rüyada oğlunu kurban ettiğini görür fakat rahmani mi şeytani mi olduğundan tereddüt eder. Bu güne “Tevriye “ der. İkinci gün de aynı rüyayı görünce rahmani olduğunu anlar ve bu güne “arefe” der. Üçüncü günü de aynı rüyayı görünce ilahi emrin kesin olduğunu anlar ve bu güne “yevmü’n nahr/ kurban etme günü” der. İlahi vahiye dayalı bu bilgi üzerine oğlu İsmail’e bir ip ve bıçak alıp gelmesini, birlikte ormana oduna gideceklerini söyler. Böylece ip, balta ve bıçak alarak Mekke yakınlarındaki Mina mevkine varınca artık rüyasını oğluna anlatır: “ Yavrum, ben rüyamda seni kurban ettiğimi boğazladığımı gördüm sen buna ne dersin bir düşün bakalım” der. Oğlu İsmail hiç tereddüt etmeden “Babacığım emrerolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenler den bulacaksın karşılığını verir. ( Kale ya ebedif âl ma tü’meru…) Bunun üzerine İbrahim (as) oğlu İsmail (as) yüzüstü yere yatırır ve birkaç defa kesmeyi denerse de bir türlü bıçak kesmez. Bu cesareti Cenab-ı Hak nezdinde kabul görür ve İbrahim (as) şöyle seslenir: “ Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz görevini en güzel biçimde yapanları böyle mükafatlandırırız. Şüphesiz apaçık bir imtihandır.” ( kad satdakte-r rü’ya…) Yüce Allah güzel bir koç verir ve İbrahim (as) da bu koçu kurban eder. Kuran’ı Kerim’de bu husus “ Biz (İbrahim’e büyük bir kurbanlık vererek onu ( İsmail’i) kurtardık” [Saffat 100-110.ayetler] “Kurbanlık büyük baş hayvanları da sizin için Allah’ın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için onlardan hayır vardır. Onlar saflar halinde dururlarken kurban edeceğinizde üzerlerinde düşüp canları çıkınca onlarda siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin, Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik” [ Hac 36] Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat o’na sizin takvanız/ ihlasınız ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yola gösterdiğinden dolayı Allah7ı büyük tanıyasınız. Görevleri işlerini, ibadetlerini en güzel biçimde yapanları müjdele.” [ Hac 37] Birinci ayette Allah’ın adının anılarak kesilmesinden, etinin yenilmesinden ve fakirlere yedirilmesinden; ikinci ayette ise, kurbanlık hayvanın eti ve kanından söz edilmektedir. Et olabilmesi için hayvanın kesilmesi gerekir. Kurban ibadeti sadece İslam dinine özgü bir ibadet değildir. Peygamberlerin tebliğ ettiği ilahi vahye dayalı hak dinin hepsinde kurban ibadeti vardı. Bu husus Kur’an’da; “Her ümmet için Allah’ın kendilerine rızk olarak verdiği hayvanlar üzenine ismini ansınlar diye bir ibadet ( kurban kesme) yeri yaptık” [ Hac 34] şeklinde ifade edilmektedir. Mesela kurban ibadeti Yahudilikte bağış anlamında “minha”[ Levililer, 2 tekvin, 4/3] “gorban”[ Levililer, 2.] ve “zebah” [ Tekvin 34/54] kelimeleri ile ifade edilmiş kesilecek hayvanın özellikleri hayvanı kesmek ve bağışta bulunmak Tevrat’ta anlatılmıştır. [ Levililer 22/27; çıkış 12/5; sayılar 19/1-10] Bayramlar İslâm aleminin; doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneşiyle, zengini, yoksulu, yaşlısı, genciyle birlik ve beraberliği pekiştiren değerlerin canlandığı, sevgi, muhabbet, yardımlaşma, kaynaşma, hediyeleşme, saygı ve sevgi anlayışının zirveye ulaştığı, toplumun birbirine daha sıkı bağlandığı günlerdir. Kurban Bayramı biraz meşakkatli bayramdır. Fakat bu meşakkatin de rahmeti ve de bereketi oldukça fazladır. Hemen hemen her Kurban Bayramı’nı lüzumsuz tartışmalarla geçirir hale geldik. Tartışmanın konusu: “Kurban Bayramı’nı daha nasıl güzel ihya ve idrak edebiliriz, kurban kesme olayını en güzel nasıl gerçekleştirebiliriz?” sorularının cevabı değil, yapacağımız bu ibadete yönelik görüş ve itirazların olmasıdır. Bu görüş ve itirazlardan birçoğunun gerçekle alâkası yoktur. Çünkü bunların bir kısmı bilgisizlikten, bir kısmı iman zayıflığından, bir kısmı da inkâr ve şöhret sevdasından kaynaklanmaktadır. Bilgisizlikten ve iman zayıflığından kaynaklanan yanlışları takviye edici, doğru ve aydınlatıcı bilgilerle halletmek mümkün; ama, inkârdan ve şöhret sevdasından kaynaklanan itirazları def etmek o kadar kolay değil. Çünkü bu itirazları ortaya atanlardan birçoğunun derdi meseleyi anlamak ve anlatmak değil, meseleyi daha içinden çıkılmaz hale getirmek, milleti inandığı değerlerinden koparmak, dikkatleri kendi üzerlerine toplamak, saf ve temiz zihinlerin bulanmasını sağlamaktır.
18 Çağları Kucaklayan Uyarı “Resûlllah’ın Sünneti, Size Yetmiyor Mu?” Kurban bayramı öncesinde Kurban’in hükmünün sünnet mi vacip mi olduğundan başlayan ve resmî plandaki Avrupa Birliği’ne girme girişimleri de söz konusu edilerek Kurban Bayramının ve kesiminin kaldırılmasına kadar uzanan görüş ve tartışmalara tanıklık etme bahtsızlığını yaşadık. Hattâ bu tartışmaların, kurbanlıkların satışını olumsuz etkilediği şikayetlerini tv.lerden izledik. Tedbir alma adına kurban kesmenin nerede ise suç işlemek anlamına geldiği izlenimini veren kısıtlamaların getirilmeye çalışıldığını gördük. Derisine resmen talip olunan kurbanın, -inananların inanma ve inançlarını ifade/yaşama özgürlüğü dikkate alınmadan- ibâdet ve gelenek olarak devamını olumsuz yönde etkileyecek söylem ve eylemleri izleme zorunda bırakıldık. Bu karmaşık, hiçbir pratik faydası olmayan ve yozlaştırıcı ortam içerisinde din ve ilim adamlarının -iyi niyetle de olsa- başlatıp sürdürdüğü kurban kesmek sünnet mi vacip mi tartışması, sünnet, vacip, farz vb. terimlerin, hukuki zeminleri ve başlangıçta mevcut olup olmadıkları ve ilk dönemdeki anlamları da yeterince açıklanmadan, konuya ait uygulamayı sarsan bir havaya sokuldu ve ülkede genel bir rahatsızlık oluşturuldu. Bu ortamda tartışma dışı kalan, red ve inkâr edilemeyen yegâne nokta, Hazret-i Peygamber’in Veda Haccı’ndan önceki yıllarda kurban kestiği gerçeği oldu. Yani bir hadiste ifade buyurulduğu gibi babamız İbrahim’in uygulaması/sünneti olan kurbanın Peygamber Efendimiz tarafından da fiilen uygulanıp sürdürüldüğü tarihî gerçeğini kimse görmezden gelemedi. Nitekim Muhammed b. Şirin’den nakledildiğine göre kendisi, Abdullah b. Ömer radıyallahu anhüma’ya; “Kurban kesmek vacip(farz)midir?”diye sormuştur. O da; “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kurban kesti, ona uyarak Müslümanlar da kestiler ve uygulama/sünnet böylece yerleşti.” [ İbn Mace, H.no:3124 Tirmizi, H.no:1542] diye cevap vermiştir. Hadisin Tirmizi’deki rivayetinde nakledildiğine göre, ismi verilmeyen kişi, İbn Ömer’e; “Kurban kesmek vacip mi” diye sormuş o da; “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve Müslümanlar kurban kesti !” [ Tirmizi, H.no:1542]cevabını vermiştir. Soran kişi aldığı cevaptan tatmin olmamış ve sorusunu ikinci defa yöneltmiştir. Bu kez İbn Ömer; “Ne dediğimi anlıyor musun ? Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve Müslümanlar kurban kestü/diyorum” diye cevabını vurgulu bir şekilde tekrarlamıştır. İbn Ömer radıyalalhu anhüma’nın soruya “evet” veya “hayır” demeyip “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kurban kesti, Müslümanlar da kestiler !” cevabında ısrar etmesi, bir işi Hazret-i Peygamber’in yapmış olmasının yeterli olduğuna; Müslümanların o işi yapmış olmalarının ise, o fiilin Hazret-i Peygamber’e özel olmadığına, dolayısıyla ümmeti de bağladığına dikkat çekmek içindir. Gerçek durum bu olunca, fıkhî açıdan verilecek hükmün ve kullanılacak terimin pek de ağırlığı kalmamakta ve büyük sahâbi Abdullah b. Ömer’in başlıktaki çağları kucaklayan uyarı ve sorusu bütün haşmet ve vurgusuyla gündeme oturmaktadır: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti/uygulaması size yetmiyor mu ?” [ İ.L.Çakan. Altınoluk Dergisi.s:217, sahife:24]
19 Kurban Bütün Dinlerde olan bir ibadettir Kurban hemen hemen bütün dinlerde olan bir ibadettir. Kur’an-ı Kerim’de kurbanın bütün dinlerde var olduğu şu şekilde ifade edilmiştir: “Biz her ümmete kurban ibadeti koyduk.” [ Hac Suresi.22/34] Kur’an, kurbanın her dinde olduğunu bildirmenin yanında değişik dönemlerden kurban ile ilgili olaylar, misâller anlatmaktadır: Meselâ; Hazret-i Adem aleyhisselâm’ın iki oğlunun Allah’a kurban takdim ettiklerini, birisinin kurbanının kabul edilirken, diğerinin ise kabul edilmediğinden bahsetmektedir. “Onlara Âdem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar kendilerini Allah’a yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Bunlardan birisinin kurbanı kabul edilirken, diğerinin ki kabul edilmemişti” [ Maide suresi.6/27-29] Kur’an’da anlatılan bu olay, bazı değişikliklerle birlikte Kitab-ı Mukaddes’de de anlatılmaktadır. Ve yine Kur’an’da Hazret-i İbrahim aleyhisselâm’ın gördüğü bir rüya üzerine oğlu Hazret-i İsmail aleyhisselâm’ı kurban etmek istediği ve baba-oğul tam bir teslimiyet içerisinde bu emri yerine getirmek isterken Allah tarafından kendilerine Hazret-i İsmail aleyhisselâm’a bedel olarak kurban verildiği açıkça bildirilmektedir. “Biz kendisine yumuşak huylu bir oğul müjdeledik. Sonra çocuk onunla yürüyüp gezecek yaşa ulaşınca, babası dedi: “Oğulcuğum ! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum, bir düşün ne dersin ?” O dedi ki: “Babacım! Sana emredileni yap, inşâallah beni sabredenlerden bulacaksın.” ikisi de böylece teslim oldular. İbrahim oğlunu alnı üzerine yatırdı. Biz de ona şöyle seslendik: “Ey ibrahim ! Sen rüyayı doğruladın. Şüphesiz biz iyilik yapanları böylece ödüllendiririz.” Gerçekten bu, apaçık bir sınavdı. Ona büyük bir kurbanlık fidye verdik.” [ Saffat suresi.37/101-107]
Kurban , İslâm Dininin Şeârindendir/Alâmetlerindendir. Cenab-ı Hakk, Kevser suresi’nde, “Rabbin için namaz kıl, kurban kes !” [ Kevser suresi.2] buyuruyor. Bu ayet-i keremdeki “namaz”dan maksat “bayram namazı”; “kesmek”ten kasıt da, kurban kesme günlerinde kesilen hayvanlardır. Başka bir ayet-i kerimede ise, kurbanlık develerden şöyle bahsedilir:
“Kurbanlık develeri de size, Allah’ın şeârinden kıldık.” [ Hac suresi.36] “Şeâir”in mânâsı, Allah’ın dininin alâmeti, işareti olan hususlardır. Pek çok şey, alâmetleri ve işaretleri ile tanınır. Allah’ı ve O’nun dinini tanıtmayı sağlayan bu vesileler hiç ters edilebilir mi? Hâl böyle olunca yapılacak iş kurban kesmemek için bahaneler aramak yerine, kesebilmek için çareler aramak olmalıdır. Kurban vecibesinin yerine getirilmesi; hak yolundaki fedakârlığın bir nişanesi, Allah’ın verdiği nimetlere karşı kulun bir şükrânesidir. Ayrıca bu ibadet, günahların bağışlanmasını dilemek ve bunların neticesi olarak de sevaba nail olmak ve bir takım belâlardan korunmaktır. Velhâsıl kurbanın meşruiyeti; dini, ahlâki, içtimaî birtakım hikmetlere, maslahatlara dayanır. Bunu takdir etmeyecek bir akıl sahibi tasavvur edilemez. [Kutlu Zamanlar. 134-135]
20 Kurbana Hazır mıyız? Kurban; tevhid mücadelesinin tarihine ait bir bayramdır. Bize Hazret-i İbrahim aleyhisselâm’ın ve Hazret-i İsmail aleyhisselâm’ın teslimiyetini, her yıl hatırlatır. Alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Hazret-i İsmail aleyhisselâm’ın soyuna dayandığı dikkate alınırsa mesele daha iyi kavranır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Ben iki kurbanlığın oğluyum.” [Zemahşeri, Keşşaf.4/88] buyurduğu bilinmektedir. Ülkemizin Manevi Mimarlarından Ramazanoglu Mahmud Sami Efendi kuddise siruh hazretlerinin “Hazret-i İbrahim aleyhisselâm” kitabından sadeleştirmeden bu konuyla ilgili güzel bir yorumunu sizlere sunuyorum: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Ben iki kurbanlığın oğluyum.”, buyurması da, kurban olunması emr olunan: 1.İsmail aleyhisselâm 2. Babası Abdullah’dır. Resûl-i Ekrem’in dedesi Abdülmuttalib’e bir zamandan beri kapanmış olan Zemzem kuyusu rüyada gösterilerek bir oğlu ile açmak istediyse de mani olmuşlardı. Abdülmuttalib öyle nezreyledi ki: “Eğer Hak Teâlâ Hazretleri on oğul verir de Zemzem kuyusunu açar isem on oğlumdan birisini Hak yoluna kurban edeyim, boğazlayayım.” Hak Teâlâ Hazretleri duasını kabul ile on oğul evlâdı verdi. Zemzem kuyusunu da açtı. Rüyasında denildi ki: “Ey Abdülmuttalib ! Nezrini yerine getir !” Abdülmuttalip korku ile uyandı, bir koç kurban eyledi. Tekrar rüyasında: “Kurbanını büyük eyle!” diye işaret olundu. Böylece müteaddid defalar gördüğü rüya üzerine sığır ve sonra deve kurban eyledi ise de: “Daha büyük kurban eyle !” diye oğlunu kurban etmeği nezr eylediğini rüyasında söylediler. Abdülmuttalip uyanıp muzdarip oldu ve oğullarına söyledi. Onlar da: “Hangimize kur’a isabet ederse razıyız”, diye muvafakat etdiler. Kur’a Hazret-i Abdullah’a isabet eyledi. Abdülmuttalip eline bıçağı alıp Abdullah’ın eline yapıştı, ise de Kureyş Kavmi buna razı olmadılar. “Sen bu oğlunu boğazlar isen sonra bu bize âdet kalır, dediler. Bir kâhine sual ettiler. O zaman bir adamın diyeti on deve idi. On deve ile Abdullah’a kur’a attılar. Yine Abdullah’a kur’a isabet etdi. Böylece yüz deve kur’a edinceye kadar Abdullah’a isabet etti. Yüzüncü de kur’a deveye isabetle yüz deveyi birden kurban eylediler. İşte Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in iki zebh/kurban ile muradı, cedd-i a’lâsı İsmail aleyhisselâm ile, babası Hazret-i Abdullah’tır.
21 Hazret-i İbrahim’in Oğlunu Kurban Etmeğe Götürmesi “Vaktaki İbrahim’in oğlu kendisiyle beraber maîyşet işlerinde sa’y edib pederine yardım eder oldu, İbrahim şefkatle rüyasını anlatmağa başladı: “Ey oğulcuğum, ben rüyada görüyorum ki, Allah Teâlâ’ya kurban için ben seni kesiyorum. Sen şu rüya hakkında ne düşünürsün ? Cenâb-ı Allah’ın şu ibtilâsına sabır eder misin, yoksa etmez misin ?” [ Saffat suresi.102] Fahr-i Râzi, Hâzin ve Kâdî’nin beyânlarına nazaran ibranım aleyhisselâm leyle-i tevriyede (arafe gününden bir gece evvel) bu rüyayı gördü. Fakat şeytani mi rahmânî mi olduğunda tereddüd etdi. Arafe günü tekrar görünce rahmânî olduğunu bildiğinde o güne “Arafe” denilmiştir. Üçüncü günü tekrar görünce emr-i ilâhî’nin kat’î olduğunu bildiğinden ve kurban kasteylediğinden o güne “Yevm-i Nahr” “Kurban Günü” denilmiştir. İbrahim aleyhisselâm ip, bıçak ve balta alıp odun getirmek için dağ başlarına gideceklerini oğlu İsmail’e söyledi. Mina denilen mahalle varınca İbrahim aleyhisselâm rüyasını oğluna hikâye ile taraf-ı ilâhîden böyle bir ibtîlâ ve imtihan olunduğunu beyân ile oğlunun re’yini sorarak istişare eyledi. “İbrahim, oğlunu kurban etmekle memur olduğunu beyan edince oğlu: “Ey Babacığım ! Emrolunduğun şeyi yap. İnşâallah sen beni sabredici kimselerden bulursun, dedi. Ne zaman ki baba-oğul her ikisi de ilâhî emre inkıyad da ittifak ettiler.[Katade'ye göre İbrahim oğlunu, İsmail'de nefsini Allah'a teslim etti.] İbrahim oğlunu sağ tarafına yatırınca alnının bir tarafı yere dayandı. İşte o vakit her ikisi de seâdeti uzmaya eriştiler.” [ Saffat suresi.102-103] İbrahim aleyhisselâm teveccüh-i tam ile Hakk Teâlâ ve Tekâddes hazretlerinin cânib-i manevisine teveccüh etti, yöneldi ve derğâh-ı ulûhiyyetde kurbiyyet-i mâ’neviyyeye nail oldu. Beyzâvi’nin beyânı veçhile, bu vak’a Mina’da huccâcın kurban bayramının birinci günü kurban kestikleri mahalde olmuşdur. İbrahim aleyhisselâm’a, kesmek istediği oğlu İsmail şöyle dedi: “Ey Babacığım, seni hareketimle rahatsız etmemem için ipimi iyi bağla, kanımdan üzerine sıçraması, kanımı görüp annemin mahzun olmaması ve bu sebeble ecrimin noksanlaşmaması için üzerimden elbisemi çıkar. Bana daha kolay olması için de bıçağı boğazıma çabuk sür. Çünkü ölüm zordur. Anneme gittiğinde benden ona çok selâm söyle. Eğer münâsib görür iseniz gömleğimi anneme verin. Olabilir ki annem bununla teselli bulur.” Bunun üzerine İbrahim aleyhisselâm, oğlu İsmail aleyhisselâm’a şöyle dedi: “Sen Allah’ın emrini yerine getirmek de ne iyi yardımcısın evlâdım !” İbrahim aleyhisselâm, oğlunun dediklerini yaptı. Alnından öptü. Ağlayarak onu bağladı. Sonra bıçağını alıp boğazına çalmaya başladı. Fakat bıçak kesmedi. O anda İsmail babasına şöyle dedi: “Ey Babacığım, yüzümü yan tarafa çevir. Zira sen yüzüme bakarsan belki sende bir acımak duygusu belirir de Allah’ın emrini yerine getiremezsin. Bende nahoş bir hareket de bulunmamak için bıçağa bakmayacağım.” İbrahim aleyhisselâm bunu da yaptı. Sonra bıçağı boynuna koydu. Fakat bıçak tersine dönüyordu. İşte bu anda şöyle bir nida geldi: “Ey İbrahim ! Sen bu işi bırak ! muhakkak ki rüyanı doğruladın. !”
22
İbrahim aleyhisselâm bakdı ki kendisiyle konuşan Cebrail aleyhisselâm Hak Sübhanehu ve Teâlâ Hazretlerinin emriyle cennetten kırk seneden beri terbiye oluna azıym’ül-cüsse koçu alıp makamından Allahu Ekber Allahu Ekber diyerek gelmeğe başladı. İbrahim aleyhisselâm Cebrâil7in tekbirini işittiğinde bildi ki müşkilinin halli geliyor. La ilahe illallahu vallahu ekber deyip Rabb’ul-âlemîn’i tevhid ve tekbir eyledi. İsmail aleyhisselâm’-da yattığı yerde Cebrail aleyhisselâm’ın tekbirini ve babasının tevhid ve tekbirini işitdikte bildi ki Rahman olan Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin rahmeti zuhur etti. O da Allahu ekber ve lillahilhamd diyerek tekbir ve tahmid eyledi. İşte bu ümmete Arafe günü sabah namazından eyyam-ı teşrîk’în son günü ikindi namazına kadar 23 vakit namazın farzını edadan sonra bu tekbiri getirmek vacib oldu. Cebrail aleynhisselâm makamında tekbire başlayıp tamamında yere indi ve İbrahim aleyhisselâm’a: “Hak Teâlâ sana selâm edib buyurdu ki, bu koçu kulum İsmail için feda ve zebhAurban eylesin. İkisinden de kabul ettim” deyip kerem ve inayetini tebliğ buyurdukda İbrahim aleyhisselâm geri döndü ki İsmail aleyhisselâm’ın ellerini ve ayaklarını çöze. Gördü ki İsmail’in elleri ve ayakları çözülmüş ayak üzre durur.. Dedi ki: “Ey oğul ! Senin bağını kim çözdü ?” İsmail: “Kurban ihsan buyuran Vâhib’ül-atâyâ’nın lütuf ve keremiyle çözüldü.” [ Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi. İbrahim Aleyhisselâm.171-178] Şimdi yine bir kurbanla karşı karşıyayız. Yâni apaçık bir imtihanla… Allah-ü Teâlâ’nın rızası için; canını ve kanını vermeye her an hazır olduğumuzun ilânı !.. Her mümin; “Ben buna hazır mıyım?”sualini sormalı; Hazret-i ibrahim aleyhisselâm’ın çizgisini ve Hazret-i İsmail aleyhisselâm’ın teslimiyetini tefekkür etmelidir. [ Fıkhi Meseleler. 2/98]
Kurbanın Tarifi ve Meşruiyeti Kurban: Bayram günleri kesilen hayvanın ismidir. Kurban kesmek, ibâdet ve taât niyetiyle, belli vakitte, belirli hayvanı, boğazlamaktan ibarettir. [ Ebu Davud.10/453] Veya Kurban Bayramı günlerinde Yüce Allah’a yakınlaşmak maksadıyla kesilen hayvanların adıdır. [ İs.Fık.An.4/392] Belirli hayvandan maksat; koyun, keçi, manda ve deve gibi şer’an kurban edilmesi caiz olan hayvanlardır. Belli vakitten maksat, kurban bayramı günleridir. Kurbanın hükmü; dünyada bir vacibi yerine getirmek, ahirette sevap kazanmaktır. Sebebi ise vakittir. Vakit tekrar ettikçe kurban kesmenin vücubu da tekerrür eder. [ Ebu Davud. 10/453] Kurban kesmek, zekat ve bayram namazları gibi hicretin ikinci senesinde meşru kılınmış, meşruiyeti kitap, sünnet ve icma ile sabit olmuştur.[ İs.Fık.An.4/392 Bu hüküm Hanefi mezhebine göredir. Diğer mezheplerde ise sünnettir.] Kur’an-ı kerim’de Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hitaben şöyle buyrulmuştur: “Rabbin için namaz kıl ve kurban kesiver.” [ Kevser suresi. 108/2] “Her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerlerine O’nun adını anarak kurban kesmeyi meşru kıldık.” [ Hac suresi.22/34-37]
23
“Biz oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik” [ Saffat suresi.37/107] Hanefi mezhebine göre, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e vacip olan, aksini ispat eder bir delil, bir kayıt olmadıkça ümmetini de kapsar, dolayısıyla onların da kurban kesmeleri gerekir. Zira Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ümmeti için bir rehberdir. [ Bir Müslümanın Yol Haritası.531] Kevser suresinde geçen: “venhar” emri, İslâm alimlerinin çoğuna göre, kurban kesmek anlamındadır. Alimlerin çoğunluğu bunun, Kurban bayramı günlerinde kesilen kurban olduğu görüşündedirler. Zira bu konuda pek çok hadis-i şerif vardır. Dini bayramlarımızdan olan Kurban Bayramı, Asr-ı Saadetten günümüze kadar kurban kesilerek kutlanmıştır. Eyyam-ı Nahr/Kurbanlık hayvanların kesilme günleri tabiri de, on beş asırdan beri bu anlamda kullanılmıştır. Efendiler Efendisi sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz imkânı olduğu halde kurban kesmeyen kimseleri, ağır bir dille ikaz ediyor; hâli vakit yerinde olanların kurban kesmesi gerektiğini bildirmiştir: “Kurban kesecek güçte olup da kesmeyen, namazgahımıza yaklaşmasın.” [ İbn Mace, H.no:] Bu hadiste Efendimiz, imkânı olup da kurban kesmeyeni mescidimize yaklaşmasın.” [ Bir Müslümanın Yol Haritası.581] diyerek tehdid etmiştir. Tehdid ancak vacibin terkinde söz konusudur. “Her hane halkının senede bir kere kurban kesmesi gerekir. “ [ Tirmizi, Edahi.18; Ebu Davud, Edahi.3; İbn Mace.Edahi.2] Bayram namazından önce kurbanını kesen birisine Allah Resulü, yeniden kurban kesmeyi emretmiştir. Peygamberimizin yeniden kesmesini emretmesi, kurban kesmenin vacip olduğunu gösterir. [ Bir Müslümanın Yol haritası.582] Ayrıca İbn-i Ömer radıyallahu anh’dan rivayet edilmiştir: dedi ki: Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Medine’de on sene ikâmet etti ve her sene kurban keserdi.” [ Tirmizi ,H.no:1543] Kurbanını kesen kimse hem mesuliyetten kurtulur hem de niyetinin derecesine göre ahirette sevaba nail olur. [ İbn Abidin.6/313] Kâinatın Efendisi sallallahu aleyhi ve sellem, emredildikten sonra kurban kesmeyi hiç terk etmemiş, hattâ yolculukta bile kesmiş ve şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar ! Her sene her bir ev halkına kurban kesmek vaciptir.” [ Tirmizi, H.no:1518] Vacib olan, kurbanı kesip kanını akıtmaktır. Kurbanı diri olarak tasadduk etmekle bu yükümlülük yerine getirilmiş olmaz. Tasadduk ancak, kurban kesildikten sonra yapılır ki; bu müstehaptır. [ Ebu Davud. 10/453] Şafiî mezhebine göre kurban kesmek terk edilmesi istenmeyen bir sünnettir ki bu da Hanefi mezhebindeki “vacip”e yakın bir yaklaşımdır. [ Bir Müslümanın Yol Haritası.582]
Kurban Kesmek Şu Vasıfların Taşıyan Kişilere Vaciptir 1.Müslüman olmak. 2.Hür olmak, köle olmamak. 3..Mukim olmak. Seferi/yolcu olmamak
24 Hanefilere göre, yolcuya kurban kesmek vacip değildir. Çünkü Hazret-i Ebubekir ve Hazre-i Ömer radıyallahu anhüm yolcu olduklarında kurban kesmezlerdi. Hazret-i Ali radıyallahu anh’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Yolcu olan kimseye Cuma namazı da, kurban kesmek de vacip değildir.” [ Delilleriyle İslâm İlmihâli.611] Çünkü yolcu için kurban kesmekte ve etinin değerlendirilmesinde bir takım güçlükler vardır. Bu, nedenle yolcudan güçlüğü kaldırmak için Cuma namazı farz olmadığı gibi kurban da ona vacip değildir. Hanefiler dışındaki üç mezhebe göre kurban kesmek yolcu içinde sünnettir. [ Delilleriyle İslâm İlmihâli.611] Klasik fıkıh kitaplarında konu böyle alınmış olmakla birlikte, günümüzde yolculuk imkân ve şartları büyük ölçüde değişmiştir. Bayram tatilini fırsat bilerek yurt içi veya yurt dışı geziye çıkan, yazlığa giden, memleketine giden kimsenin durumu farklıdır. Bu durumdaki kimselerin söz konusu ruhsattan yararlanma yerine, ya önceden gerekli tedbirleri alarak vekâleten kurban kestirmesi ya da bulunduğu yerde kurban kesmesi daha isabetlidir. Çünkü kurbanın namaz, oruç gibi bireyin niyetiyle ve iç dünyasıyla alakalı yönü bulunduğu gibi onlara ilâveten toplumda sosyal adaleti sağlayan ve üçüncü şahısların haklarını ilgilendiren yönü de mevcuttur. Bu sebeple de, yolcunun namaz ve oruçta yolculuk ve meşakkat içinde olma ruhsatından yararlanması daha bireysel bir karardır. Kurbanda ise zikredilen hususların, bu ibadetin sosyal amaçlarının göz önünde bulundurulması, savunulabilir bir gerekçe, sıkıntı veya mazeret bulunmadığı sürece kurban ibadetinin yerine getirilmesi gerekir. [ İlmihâl.ll.Diyanet Vakfı.4]
Memlekette Kurban Bayramlarda havaların iyi olduğu günlerde memleketimize gidiyor, bayramı orada geçiriyoruz. Bu durumda kurbanımızı ne yapacağımızı bilemiyoruz. Kurbanı, ikamet ettiğimiz yerde mi kesmeli, yoksa gittiğimiz memleketimizde kesebilir miyiz? Bu konuda seferilik şüphesi yüzünden tereddüt yaşıyoruz. Cevap: Bayram için memleketinize gitmeden önce bulunduğunuz yerdeki bir yakınınıza vekalet verip kurbanınızı kestirebileceğiniz gibi, gittiğiniz memleketinizde de bizzat kesmeniz mümkün olur. Şayet memleketinizde (kendi eviniz yok da) misafir sayılıyorsanız nafile kurban kesmiş olursunuz, sevap alırsınız. Kendi eviniz var da seferi sayılmıyorsanız, vacip olan kurbanınızı kesmiş, borcunuzu bizzat yerine getirmiş olursunuz. Bir şüpheniz kalmaz. Ayrıca, (ihtiyaç sahiplerine kurban ulaştırma görevini üstlenen) hizmet ehillerine kurbanın parasını verip vekil olarak adınıza da kestirebilirsiniz. Bu takdirde vacip olan kurbanınızı, vekaletini vermiş olacağınız kimse vasıtasıyla kesmiş olacağınızdan yine bir zorluk söz konusu olmaz. [ Ahmet Şahin. Zaman Gazetesi]
4. Zengin olmak. Hanefi mezhebine göre, kurban kesmeyi vacip kılan zenginliğin ölçüsü, zekatta ve fıtır sadakasında aranan zenginlik ölçüsüyle aynı olup kişinin borçları ve asli ihtiyaçları dışında 20 miskal[85gr] altına, ya da buna denk bir paraya veya mala sahip olmasıdır. Bu miktar bir mala sahip olan kimsenin kurban kesme imkanına sahip olduğu düşünülmüştür. Böyle olunca ücretli, memur gibi sabit gelirli kimselerin, kendi bütçe imkanları içinde sıkıntı çekmeden kurban ücretini ödeyip ödeyemeyeceğini göz önünde bulundurması ve ona göre karar vermesi gerekir. Pratik bir çözüm olması itibariyle, bu konuda Hanefilerin yukarıda zikredilen ölçüsü esas alınabilir. Bu takdirde, sabit gelirlilerin asli ihtiyaç
25
harcamalarını çıktıktan sonra yıllık gelirinden arta kalan miktar 85 gr altın değerine ulaşıyorsa kurban kesmeleri gerekir. [D:V.İlmihâl.ll.5] Bu nisabın üzerinden bir sene geçmesi şart değildir. Kurbanın vacip oluşunda erkek olmak şart değildir. Nisap miktarı mala sahip olan hür kadının da kendi parasıyla kurban kesmesi vaciptir. [ Ebu Davud.10/454] Zekât ibadetinde yılın zenginliği aranırken, kurban ibadetinde günün zenginliği esas alınmıştır. Kişinin zenginliğinde kurban bayramı süresindeki durumu ölçü alınır. Böyle mali bir imkâna sahip her Müslüman’ın, akıllı ve baliğ/ergen olması kaydıyla kurban kesmesi gerekir. Bu durumdaki kadın ve yetişkin çocuklar bizzat mükellef olmakla birlikte kocası veya babası bunlar adına hibe yoluyla kurban keserse o da yeterli olur. [ D.V.İlmihâl.2/6]
Kurbanda Zenginlik Dinimizin hem dünyaya, hem de âhirete bakan emirlerinden biri de kurban kesme emridir. Resûl-i Ekrem Efendimizin Medine’yi teşriflerinin ikinci senesinde meşru kılınan Kurban, hâli vakti yerinde olan Müslümanlar için vaciptir. Bu vacibi, durumu müsait olduğu hâlde ihmal edenlerin azaba uğrayacakları, hadîsin işaretinden anlaşılmaktadır. Hadîs şöyle ikazda bulunmaktadır: Kimin geçim durumunda bir genişlik olur da kurbanını kesmezse, o kimse bizim namazgahımıza yaklaşmasın! Evet, hadîs, kurbanı geçim durumu müsait olanların keseceğini haber veriyor durumu müsait olduğu hâlde kesmeyecek olursa, namazgaha gelmemesini de hatırlatıyor. Bir adamın namazgahtan uzak kalması, namaza gelecek mü’minlerin lâyık olduğu mükâfattan uzak kalması demektir. Böyle bir mükâfattan uzak kalmak ise, azaba lâyık olmaktan başka bir neticeyi getirmektedir. Bunun içindir ki Hanefî âlimleri, kurban kesmenin vacip olduğunu bildirmişler, özürsüz kesmeyenlerin ise azaba mâruz kalacağını hatırlatmışlardır. Fıkıhtaki tâbirle, kurbanı zengin olanlar keserler. Ama biz bu zengini daha kolay anlaşılacak bir ifâde ile izah etmeye çalışacak olursak diyebiliriz ki, kimin durumunda bir genişlik olursa, yâni kurban kestiği takdirde geçimine bir sıkıntı gelmeyecek, normal ihtiyaçlarını almakta bir güçlüğe mâruz kalmayacaksa, bu kimse kurban kesmelidir. Zira normal ihtiyaçlarını karşılayacak kadarından artan paraya kurban düşer. Ama dilerseniz buna bir de miktar tesbiti ile açıklık getirebiliriz. Kurban, fitre zengini üzerine vaciptir. Fitre zengini ise, Yâni 85 gr. Altın veya 640 gr gümüşe mâlik olanlar Öyle ise, aylık gelirinden artmış ne kadar boş bir para bekliyorsa, artık bunun sahibi kendisini kurban kesmekle mükellef bilmelidir. Ancak, bu para borç karşılığı ise, ödemesi gereken borçlarına mukabil bekliyorsa, elbette o para yok hükmündedir. Lâkin bâzı zarurî ihtiyaçları almak için bekliyorsa, durum o kadar vazıh değildir. Bu kimse, parayı ya o ihtiyaçları için harcamalı, yahut da harcamayacak kadar ihtiyaç tesirini hissetmiyorsa buna kurban düşeceği hatırdan çıkarılmamalıdır. Aslında kurbanın düşüp düşmeyeceğini, bir de kalbine sor hadîsiyle amel ederek tesbit etmek gerekir.
26
Biliyorsunuz, durumu kesinleşmeyen mes’eleler de bu hadîse müracaat ediyorduk. Resûl-i Ekrem Efendimiz: Kalbine sor, çünkü o, en büyük müftüdür, buyurmuş, böylece hükmü bilinemeyen hususlarda bozulmayan kalbi, selâhiyetli bir fetva makamı olarak haber vermiştir. Öyle ise, maddî durumumuzu kendimiz tespit etmeli, kalbimize sormalıyız. O zaman kalbimiz bize fetva verecek, kurban kesip kesemeyeceğimize dâir bir hükmü vicdanımızda bulacağız. [Ahmet Şahin. Zaman gazetesi]
Kurbanda Niyet Kesilecek kurbanın geçerli olması için ayrıca niyet etmek de şarttır. Çünkü hayvan ibadet maksadı ile de et maksadı ile de kesilebilir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Ameller niyetlere göredir ve her kişi için niyet ettiği vardır. “ [ Delilleriyle İslâm ilmihâli.612] buyurmuştur.
Kurbanlık Hayvan Alınırken Kurbanlık hayvan almaya giderken niyetimiz şöyle olmalıdır: “Yarabbî! Nefsim isyan edip türlü kötü işler yaptığımdan, katledilmeye hak kazandı. Ancak bir kimsenin de nefsini katletmesi haram olduğundan bu kurbanı nefsime bedel olarak senin rızanı kazanmak için kesmeye niyet ettim. Yarabbi! Onun her uzvuna bedel uzuvlarımı cehennemden halâs eyle. Tüm kötülüklerden ben aciz, günahkâr kulunu temizle.” [ Kurban ve Faziletleri.29] diyerek böylece niyetini yapıp, kurbanlık hayvan almak için çarşıya, pazara çıkmalı. Kurban almağa bu niyetle gidilirse her adımına bir sevap yazılıp, günahları silinir. Pazarlık yaparken ne kadar çok konuşur, iyi ve güzel sözlerle alışveriş edecek olursa, bu sözlerin hepsi teşbih olur ve kayda geçer. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır: “Bir kimse kurbanını satın almak üzere evinden çıkarsa, onun her adımına karşılık Cenab-ı Hak on sevap evirir. On günahını siler. Derecesine on derece ilave eder. Hayvanını alması için konuşması/yaptığı pazarlık teşbih olur. Parasını öderken her kuruşu için bire yedi yüz sevap verilir. Yere kurbanı yatırıp kestiği zaman, bütün yerden mahlûkat onun için istiğfarda bulunur. Kanı akıtıldığında her damla kanından Cenab-ı Hak on melek yaratıp kıyamete kadar onun için istiğfarda bulunurlar. Eti taksim edilip dağıtıldığında her lokması için Hazret-i İsmail aleyhisselâm evladından bir köle azad etmiş gibi sevab verilir.” [ Kurban ve Faziletleri. 13]
Kurban Olacak Hayvanlar Kurban olacak hayvanlar şunlardır: l.Deve-Sığır (inek, öküz, manda) 2.Davar (Koyun-Keçi) Bu cinslerin içine, bunların bütün nevileri dahil olur. Erkeği de dişisi de, enenmiş olanı da, olmayanı da.
27
Bu vasfı taşıyan hayvanları kesmek kurbanın rüknüdür. Kurban olabilecek hayvanlar: Deve, sığır (inek, öküz, manda)ve davar (koyun-keçi)cinsinden hayvanlardır. Bu sayılan hayvanlardan başkasından kurban kesmek caiz değildir. [ Fetavay-ı Hindiye.11/482; Is.Zekat Müsessesesi.363] Kümes hayvanları(tavuk, horoz, kaz, ördek gibi evcil hayvanlar), eti yenilen vahşi hayvanlar (yaban sığırı, geyik) kurban edilemezler. [ Ebu Davud.10/454]
Koyun-Keçi Veya Sığır Kaç Kişiye Kurban Olur ? Kurban kesenlerin miktarlarına gelince, koyun ve keçi yalnız bir kişi için kurban olur. Bir deve veya sığır yedi kişiden fazlaya kurban olmaz. Yedi veya daha noksan kişiler için kurban olur. Bu, bütün alimlerimizin kavlidir. [ Fetavay-ı Hindiye. 11/483] Cabir b. Abdullah radıyalalhu anh’den rivayet olunmuştur ki: Biz Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem zamanında temettü’ haccı yapar ve ortaklasa yedi kişiye bir sığır ve yine yedi kişiye bir deve kurban ederdik.” [ Ebu Davud, H.no:2807] Cabir b. Abdullah radıyallahu anh’dan demiştir ki: “Hudeybiye sulhu yapıldığı gün Hudeybiye’de Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte yedi kişi için bir deve, yedi kişi için bir sığır kurban ettik.” [ Ebu Davud, H.no.-2809] yine diğer bir rivayette: “Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem sığır ve devenin yedi kişiye kurban edilmesi caizdir” buyurmuştur. [ Ebu Davud, H.no:2808]
Kurbanda Ortaklık Ortakların hepsinin Müslüman olması ve hepsinin de niyetinin kurban kesmek olması gerekir. Eğer içlerinden sadece et almak veya ticaret maksadı ile kesmek niyetinde olan varsa, hiçbirini kestiği kurban olmaz. Ortaklığın, hayvanı satın almadan önce olması daha iyidir. Bir Müslüman kurban için satın aldığı bir sığır veya deveye sonradan altı kişiyi daha ortak edebilir. [ Ebu Davud. 10/454] Aslolan önce yedi kişinin bir araya gelmesi, sonra kurban niyetiyle sığırı satın almasıdır. [Fıkhi Meseleler.1/101] Katılanların sayısının tek veya çift olması mühim değildir. Ortaklar kurbandan hisselerini tartarak ayırmalıdırlar. Götürü usulü ile taksim caiz olmaz.. [ Zaman Ailem.s: 109/29]
Ölmüş Babamı Hisseye Katarsam Taksimat Nasıl Olacak? Almış olduğumuz büyük baş hayvana ölmüş olan babamı da dahil edeceğiz. Ancak kurbanı ikiye bölerek kardeşimle paylaşıyoruz. Babamın hissesinin tamamını dağıtmamız gerekiyor mu? Paylaştığımız hisse içinden babamın hissesini dağıtsak dinimizce bir sakınca var mı? Kesilen büyük baş bir hayvana kaç kişi ortak ise o kadar hisseye bölünür. Ve bu bölmenin tartı ile yapılması tavsiye edilir. Ancak bir kurban bir aile için kesiliyor ve aynı eve giriyorsa taksime gerek
28
yoktur. Siz paylaşmaktan bahsettiğinize göre ikiye değil üçe bölmeniz gerekir; çünkü babanız üçüncü ortak olmuş oluyor. Babanız için kestiğiniz kurban eğer babanızın vasiyeti üzerine ise, o takdirde adak kurbanı hükmünde olup sizin onun tamamını fakirlere dağıtmanız gerekir. Böyle değil de siz onun adına kesiyorsanız, hissesinin tamamını dağıtabileceğiniz gibi bir bölümünü kendiniz alabilir veya aileniz kalabalıksa tamamını da alabilirsiniz. Ancak kurban etinin taksiminde tavsiye edilen, üçe ayrılıp bir bölümünün eve, bir bölümünün eş, dost ve akrabaya, bir bölümünün de fakir fukaraya dağıtılmasıdır. [Prof.Dr.Raşit Küçük]
Kurban Edilen Hayvanların Yaşları Büyük baş hayvanlardan devenin en aşağısı beş yaşında olanı, sığırın iki yaşında olanı ve davarın bir yaşında olanı(veya daha az yaş da olup da bu yaşta gösterenleri)kurban edilebilir. [Ebu Davud. 10/454] Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır: “İki yaşına girmiş hayvandan başkasını kurban etmeyin. İki yaşında bir hayvan bulamazsanız, o halde bir yaşında koyun kesiniz.” [ İbn Mace.H.no:3141; c:8/470] “Koyun nevinden ceza (yani altı ayını doldurmuş ve bir yılını doldurandan farksız kuvvetli kuzu)nun bayram kurbanı olması caizdir.” [ İbn Mace.H.no:3139; c:8/470] Büyük alim Kuduri şöyle buyurmuştur: “Alimler şöyle demişlerdir: Koyun ve keçiden bir yaşını bitirmiş olanlar, sığırdan iki yaşını bitirmiş olanlar, deveden ise beş yaşını bitirmiş olanlar kurban olurlar. Bu yaşlardan az olanlar kurban olmazlar. Ancak altı ayını bitirmiş ve anası kadar görünmekte olan, kuzu da kurban olur. Şayet yaşları bunlardan yukarı olursa, o hayvanların kurban olmaları caizdir ve efdâldir. Kuzu, oğlak, buzağı, deve köşeğini/yavrusunu kurban kesmek caiz değildir.” [ Fetevay-ı Hindeyye.11/483]
Kurban Kesmekle İlgili Hükümler Nelerdir? Herkes mâlî durumunu başkasından daha iyi bilir. Borcundan ve ev eşyası gibi zarurî ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra geride parası kalan zenginlere kurban kesmek vâcibtir. Bazılarının Eyyûb Sultan’da kestikleri tavuk, ördek, kaz, horoz gibi hayvanlar kurban olmayacağından, kurban olarak koyun, keçi, sığır ve deve kesilir. Koyun ve keçi bir kişi nâmına, deve ile sığır ise yedi kişi kadar ortak olunarak kesilebilir. Bunların erkeği ile dişisini kesmek arasında fark yoktur. Koyunun erkeğini kurban etmek daha efdâl olur, diyenler olmuştur. Koyun ile keçi bir yaşını bitirmiş olmalıdır. Koyun cinsinin bir yaşını bitirmiş kadar gösterişli olan yedi-sekiz aylığı da kesilebilir. Yedi kişiye kadar ortak olunabilen sığır ise iki yaşını bitirmiş olmalıdır. Ortaklar kurban etini götürü ile değil, tartı ile son derece dikkat ederek paylaşmalıdırlar. Tarafların
29
hakları kalmaması için bu paylaşma işinde adalete çok dikkat etmek zarureti vardır. Kurban, bayramın birinci, ikinci ve üçüncü günleri kesilir. Şüphesiz ki birinci günü kesilmesi daha faziletli ve sevaplıdır. Mazeretlerinden dolayı ilk günde kesemeyenler üçüncü günü akşama kadar kesebilirler. [ Ahmet Şahin Zaman Gazetesi.]
Müstehap Olan Kurbanlık Hayvanlar Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır: “Kefenin en hayırlısından birisi de hülle (belden aşağı ve belden yukarı olmak üzere iki kısımdan ibaret elbise) dir. Bayramda kesilen kurbanların en hayırlısı da iki boynuzlu koçtur. “ [ Ibn Mace, H.no:3130; Tirmizi.H.no:1554] Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle ağa siyah, gözlerinin etrafı siyah, kara bacaklı, boynuzlu ve damızlık iki koçu kurban etti. “ [ Tirmizi.H.no:1529] Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır: “Koyunlardan toklu, ne güzel kurbanlık hayvandır.” [ Tirmizi.H.no:1534] Kurbanlık hayvanlardan bir kısmı kurban edilip insanın midesine gitmekle hayvanlıktan kurtulup insanlık mertebesine çıkmakta, ebediyen cennete lâyık bir keyfiyet kazanmakta, bir kısmı da Allah yolunda kurban edilmelerine mükâfat olarak ahirette “Burak” olma şerefine nail olmakta, sahiplerini sırta köprüsünde taşıma görevi ile onurlandırılmaktadır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Kurbanlarınızı neşeli ve kuvvetli hayvanlardan kesin. Çünkü onlar sırat köprüsünde sizin binitleriniz olacaktır.” [ V. Karakaş. Zaman Ailem.sayı: 160/33[M.A!i Sabuni. M.Tefsirü İbn-i Kesir. 1/545]] hadisi de buna işaret etmektedir. Bu olay kurbanlık hayvanlar için bir rahmet, bir sâadet bir şeref değil midir?
Peygamberimizin Kestiği Kurbanlık Hayvanlar Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem yedi tane deveyi, ayakta yatırmadan kendi eliyle boğazlamış, boynuzlu ve alacalı iki koçu da Medine’de kesmiştir.” [ Ebu Davud, H.no:2793] Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem boynuzlu ve alacalı iki koç kurban etmiş. Onları tekbir getirerek, besmele çekerek ve sağ dizini kurbanların sağ yanlarına koyarak kesmiştir.” [ Ebu Davud, H.no:2794] Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kurban bayramı günü hayaları buruk, alacak ve boynuzlu iki koç kesti, onları kesime hazırlayıp da yönlerini kıbleye çevirdiği zaman: “Ben bütün dinlerden yüz çevirerek yüzümü İbrahim’in dini/yâni İslâm üzere gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve ben müşriklerden değilim. Şüphesiz namazım ve diğer ibadetlerim, hayatım boyunca işlediğim bütün amellerim ve ölümüm anına kadar taşıya geldiğim katıksız imanım ve ona bağlı hareketlerim Alemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben Müslümanlardanım, Ey Allah’ım ! bu kurban senden bana bir nimettir ve Muhammed ile ümmeti tarafından sırf senin rızan için kurban edilmiştir.”diye dua etti ve sonra kesti.” [ Ebu Davud, H.no:2795] Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hayası burulmadık, kara gözlü, kara ağızlı ve kara ayaklı bir koçu kurban etmişti.” [ Ebu Davud, H-.no-.2796]
30
Kurban Edilmeye Engel Olan Ayıplar Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in adetinden biri de kurbanlığını seçmesi, en iyisini alması ve hayvanın kusurlardan ve ayıplardan beri olmasına dikkat etmesidir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Dört şey kurban olmaz: l. Körlüğü açıkça belli olan, tek gözlü.. 2. Hastalığı açıkça belli olan, hasta 3.Topallığı iyice belli olan, topal. 4.Ayağı kırılıp kötürüm olan ve aklı kalmayan, yani çöküp, zayıflayıp ne yaptığını bilmeyen.” [Tirmizi.H.no:1530; EAbu Davud.H.no:2802] Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kulağının deliği görünecek kadar dipten kesik, boynuzu çıkık, gözü çıkmış, zayıflığından ötürü sürüde gidemeyen ve kırık ayaklılarında kurban edilmesini yasakladı. “ [ Ebu Davud.H.no:2803] Biz bu engelleri maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz: l. Bir veya iki gözü kör olması. 2. Zayıflığından dolayı iliği kurumuş olması. 3. Kesileceği yere gidemeyecek kadar aksak olması 4. Anadan doğma kulaksız olarak dünyaya gelmesi. Eğer küçük kulaklı, kulağı delik veya damgalı ise kurban edilmesi caizdir. 5. Burnunun kesik olması. 6. Kulaklarının yarıdan fazlasının kesik olması. 7. Dişlerinin çoğunun dökülmüş olması. 8. Koyun ve keçi memelerinden birinin, sığırın iki memesinin kurumuş olması. 9. Karnını doyuramayacak kadar deli olması. 10. Boynuzunun biri veya her ikisi kökünden kırılmış olması. 11. Ölecek derecede hasta olması. 12. Kulak ve kuyruğunun yandan fazlasının bulunmaması 13. Kulağını birinin dibinden kesimleş olması veya doğuştan bir kulağının bulunmaması. [Büyük Kadın İlmihâli.242; Zad’ul-Meâd:2/879]
31
Kurban Edilmesine Engel Olmayan Ayıplar 1. Uyuzlu hayvanın eti semiz olursa kurban edilebilir. 2. Boynuzsuz doğan veya boynuzunun birazı kırılmış olan hayvan. 3. Dişlerinin bir kısmı dökülüp, çoğu mevcut olan. 4. Şaşı gözü olan. 5. Topal olan, yani ayağını yere basarak yürüyebilen. 6. Kulağı delik veya enine yarık olan. 7.Erkek hayvanın burulmuş olması, kurban olmasına engel olmaz. [ Büyük Kadın İlmihâli.243] Eti Yenen Hayvanların Yenmeyen Organlarıdır. Temiz ve helâl olan hayvanların, yedi şeyini yemek haramdır. [ Fetavay-ı Hindiye: 11/455] Cenâb-ı Hak, rızık olarak yarattığı bazı şeylere kayıt ve yasaklamalar da getirmiştir. Bunların mahiyetini açıklamak aklen mümkün olsun veya olmasın, konulan yasaklamaya riayet etmek kul olmamızın ayrılmaz bir parçasıdır. İşi nefis ve heveslerine göre değil, şer’i ölçülere göre tahsil etmemiz gerekir. Bu yönü dikkate alacak ve kesilen hayvanların yenilemeyecek taraflarını araştıracak olursak şu yedi şeyin yenilmeyeceğini öğrenmiş oluruz: 1.Hayvan kesildiği zaman akan kan.
Yine Kurban Üzerine Kurban da bir ibâdettir. Hem de vacip olan ibâdet.. Öyle ise her ibâdet gibi onun da kendine göre usûl ve kaideleri vardır. Usûlüne uygun yapılan ibâdetin makbuliyeti daha kudsî olur. Bu sebeple kurban ibâdetinin bâzı usûllerine işarete devam edeceğiz 1. Kurban olacak hayvanlar, değerini kaybettirecek sakatlıklardan uzak olmalıdır. Tâ ki, kulların beğenmeyip reddettiği hayvanları Allah’a kabul ettirmeye çalışmak gibi bir duruma düşmeyelim. Bu itibarla, kurbanlık hayvanın bir gözü tamamen kör olmamalıdır. Dişlerinin yarısından fazlası düşmüş olmamalıdır. Kulakları kökünden kesilmiş bulunmamalıdır. Kulakları kökünden kesilmiş bulunmamalıdır. Boynuzlarının biri veya ikisi kökünden kırılmış olmamalıdır. Kulağı, yahut kuyruğu tamamen, yahut yarısından kesik olmamalıdır. Memelerinin başları kopmuş bulunmamalıdır. Zira bunlardan kurban olmaz.
32
2.Şaşı olması, topal bulunması, uyuzlu bulunması, yaratılışta boynuzu olmaması veya boynuzun birazı kırık bulunması, kulaklarının delik olması, yâni işaretlenmiş bulunması, dişlerinin az kısmı düşmüş olması, tenasül uzvu buruşmuş olması; kurban olmasına mâni olmaz. Bu sayılan özürler kurbanlığa mâni teşkil etmezler. 3. Kurban olmaya mâni özürler kurban aldıktan sonra meydana gelse, kesecek kimse başka kurban almaya gücü yeten biri ise bu ayıplardan salim yeni bir kurban alması gerekir. Ama gücü yetmeyen biri ise bunu keser. Yenisini alması gerekmez. Nitekim zenginin aldığı kurban ölse yenisini alması lâzımdır. Ama fakire gerekmez. Zira onun için nafileydi. Nafile de ise borçlanma yoktur. 4. Birkaç tane kurban bir arada iken birinin kurbanı diğeri adına kesilse, helâlleşirlerse caiz olur. Helâlleşmezlerse, birbirininki ötekinden etli olduğu iddiasında bulunursa fazla olan etin parası verilerek helâlleşir. Ancak bu para harcanmaz, sadaka olarak verilir. [ Ahmet Şahin. Zaman Gazetesi]
Kurban Kesmenin Müstehap Olduğu Vakit Kurban, Bayram Namazından Sonra Kesilmelidir Berâ b. Âzib radıyallahu anha’den rivayete göre, şöyle demiştir Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: Kurban bayramı günü bize bir hutbe okudu ve şöyle buyurdu: “Sizden biriniz bayram namazını kılmadan kurban kesmesin.” Bunun üzerine dayım ayağa kalktı ve dedi ki: “Bugün etin bol olması sebebiyle insanlar etten bıkıp usanırlar. Ben aileme ev halkına ve komşularıma yedirmek için acele ederek kurbanımı kestim.” Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Yeniden Kurban kes!” Buyurdu. “Ey Allah’ın Resulü! Yanımda dişi bir süt oğlağım var iki koyuna bedeldir onu kurban olarak kesebilir miyim?” Efendimiz şöyle buyurdu: “Evet o hayırlı ve senin için yeterlidir fakat senden sonra hiçbir kimse için yeterli olmayacaktır.” [Tirmizi, H.no: 1544; Buhârî, Edâhî: 11;] “Her kim namazdan önce kurbanını kesti ise, onun yerine bir başkasını daha kessin. Kim de namazdan önce kurbanını kesmemişse, şimdi besmele çekip kessin.” [ Ebu Davud. 10/460] Kurban kesme süresu üç gün ile sınırlama şu delillere dayanır: Hazret-i Ömer, Hazret-i Ali ve İbn Abbas radıyalalhu anhüm’den nakledilmiştir: “Kurban kesme günleri üç gündür, ilk gün en faziletlisidir.” Diğer bir rivayette: “Kurban günleri birinci kurban gününden sonra iki gündür.” [ Delilleriyle İslâm İlmihâli.612] Kurban kesme vakti bayramın 1. gününün bayram namazından sonra başlar, üçüncü gününün akşam namazından önceye kadar devam eder. Birinci gün efdal olan gündür. Son gün efdal olan gün değildir. Müstehap olan kurbanı üçüncü güne bırakmamaktır. Bu günlerin gecelerinde kesmek mekruhtur. Bu zaman içinde kurbanını kesmeyen onu sadaka olarak verir. [ Ebu Davud.10/464; Fetavay-ı Hindiye:11/454; Kurban ve Faziletleri:28-29]
33
Fert ve Toplum Açısından Kurbanın Faydaları a) Fert açısından: Kurban müslümanı Allah’a yaklaştırarak onu günahlarının kirlerinden temizler. Kurban, müslümanın Allah uğrunda fedâkârlık yapmasının en güzel örneğidir. Müslüman bu fedakârlığı ile kendisini Allah için kurban kesmiş derecesinde teslimiyet kazanır. Kurban, müslümanın hem kendisinin, hem de çoluk çocuğunun belâ ve musibetlerden, çeşitli sıkıntılardan kurtulmasına bir vesiledir. Kurban, müslümanın mutluluğunu artırır.
b) Kurbanın Topluma Faydaları Kurban, senede bir defa da olsa fakir kimselerin gıda ihtiyaçlarına önemli bir yardımdır. Kurban, sosyal yardımlaşmanın güzel örneklerinden biridir. Bu sayede bütün toplumlarda fertler arasında karşılıklı sevgi ve saygı hisleri belirerek bir kaynaşma meydana gelir, dolayısıyla cemiyette birlik ve huzur temin edilir. Fakir zengine duacı olur, zengin de fakirin ihtiyaçlarını gidererek onu bayram sevincine kedersiz, gamsız olarak ortak etmenin saadetini duyar. Kurban aynı zamanda bütün Müslümanlara, hattâ gayr-i Müslim komşulara mükemmel ve umumi bir ziyafet olması itibariyle de güzel bir kaynaşma ve yardımlaşma vesilesidir. Kurban, toplumda, özellikle İslâm cemiyetlerinde fakirlere ve topyekün Müslümanlara, yüce Allah’ın verdiği hususi bir ziyafettir. Kurban etinin dinimizce gayr-i Müslimlere verilebileceğini düşünürsek o zaman daha şümullü bir yardımlaşma emri olduğu görülür. Kurban bayramında, bütün İslâm aleminde aynı anda milyonlarca hayvan kesilmektedir. Hiç bir beşeri kuvvetin aynı anda yüzlerce ülkede bu kadar hayvanın kesilmesini temin etmesine ve toplumun bütün fertlerine ziyafet vermesine imkân yoktur. Kurban, hayvan piyasasına bir hareketlilik getirerek, kasalarda stok olmuş paraların toplum hizmetine girmesini sağlar. Bütün İslâm aleminde aynı zamanda milyarlarca lira harcanmak suretiyle piyasada geniş ölçüde bir hareket meydana gelir. Hayvanların etinden, yününden, derisinden birçok şahıs ve müesseseler faydalanır. Zenginlerin kasasındaki paralardan mal sahipleri de faydalanır. [ İslâm’da Zekât Müsessesesi.358-359] Kurban kesme ananesinin besiciliği teşvik ettiği, işsizlere iş sahası açtığı, pazarlara hareket getirdiği, zenginlere kurban satan fakirlerin ve orta hallilerin durumlarının iyileştiği de bir gerçektir. Tekbir getirilerek kurban kesenlerle hacılar arasında bir benzerlik vardır. Mekke’ye gidemeyenler, bu suretle hacıların ulvi hissiyatına iştirak etmiş olurlar, aynı hayatın bir örneğini yaşarlar [ S Uludağ.İslâm’da Emir ve Yasakların Hikmeti. 101]
34
Kurban Kesmenin Değer ve Kıymeti/Faziletleri Âişe radıyallahu anha’dan rivayete göre, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ademoğlu kurban kesme gününde Allah katında kan akıtmaktan daha sevimli bir amel işlememiştir. O kurban kıyamet günü boynuzları kılları ve tırnaklarıyla gelecektir. Kurbanın kanı yere düşmeden önce Allah katında hemen kabul olunur. Bu sebeple kestiğiniz kurbanlardan dolayı sıkıntı değil gönlünüz hoş olsun.” [ Tirmizi, H.no:1526; İbn Mâce, Edaha: 3] Zeyd İbnu Erkam radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın ashabı: “Ey Allah’ın Resulü dediler, bayram günü kesilen şu kurban nedir?” “Bu babanız İbrahim aleyhisselâm’ın sünnetidir” buyurdular. Ashab: “Pekiyi, kurban kesmede bize ne gibi sevap var ey Allah’ın Resulü!” dediler. “Kurbanın her bir küı için bir sevap” buyurdular. Ashab tekrar: “(Kesilen kurban, koyun kuzu gibi) yünlü ise ey Allah’ın Resulü (sevap nasıl olacak)?” diye sordular. Aleyhissalâtu vesselam: “Yünün her bir kılı için de bir sevap var!” buyurdular.” [ İbn Mace, H.no:3126; Tergib ve Terhib.535] Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “İnsanoğlu bu gününde akrabasıyla ilgilenmesi hariç, kan akıtmaktan daha faziletli hiç bir amel işleyemez.” [ Tergib ve Terhib. 2/537] “Ey İnsanlar ! Kurban kesiniz. Kurbanların akıtılan kanlarına mukabil Allah’dan sevab umunuz. Yere akan kurban kanı gerçekten Hâk Teâlâ’nın katına dökülür. “ [ El Uhudul-Kübra:257] “Kim Gönül hoşluğu ile, mükafatını Allah’tan umarak, kurban keserse, bu kendisini cehennem ateşinden korur.” [ Tergib ve Terhib. 2/537] “Bayram gününde gümüş para, Allah katında kurbanlıktan daha sevimli bir şeye harcanamaz.” [ Tergib ve Terhib.2/537]
Kurban Kesmenin Hikmeti İmam-ı Şârâni kuddise sirruh hazretleri buyuruyor ki: “Her sene kurban bayramında nefsimiz, ailemiz, çocuklarımız için kurban kesmeliyiz. Meşru bir mazeret olmadan bunu ihmâl etmemeliyiz. Kurban kesilmesinin hikmetine gelince: Kimin adına kurban kesilirse o kişinin üzerinden kaza ve belâ uzaklaştığı gibi, işlediği suç ve kabahatleri de affedilmiş olur. Helâl kazancından kesilecek olan kurban ev halkından belâ ve ezayı uzaklaştırır.” [ El Uhudü’l-Kübra:257] “Kurbanın meşru kılınmasındaki hikmet ise; sayısız nimetlere karşı Allah’a şükretmek, insanın geçen seneden bu seneye kadar hayatta kalışına şükretmek ve günahlarının bağışlanmasını dilemektir. Sözü geçen bu günahlar ise Allah’ın emirlerine muhalif hareket edilmesi yahut da emredilen şeylerdeki eksiklikler dolayısıyladır. Hem kurban kesen ailenin hem de onlardan başkasının genişliğe kavuşturulması, bir başka sebeptir. Bu bakımdan fakirin ihtiyacının karşılanmasının maksat olarak gözetildiği fıtır sadakasının hilâfına, kurbanda kıymetinin ödenmesi yeterli değildir. İmam Ahmed kurban 34
kesmenin, kıymetini tasadduk etmekten daha faziletli olduğunu açıkça ifade etmiştir.” [ İs.Fık.An.4/393] “Allah bütün kâinatı insanlar için yaratmış ve her şeyi onların emrine amade kılmıştır. Deve, sığır, koyun, keçi gibi hayvanlarda insanoğlunun emrine musahhar olan nimetler cümlesindendir. Kurban kesmek Allah’ın bu nimetlerine şükür demektir. İnsan bu sayede Allah’a karşı sevincini, cömertliğini ifade etmiş olur. Şu ayet bu gerçeği dile getirmektedir: “Biz kurbanlık develeri de sizin için Allah’ın şiarından kıldık. Onlarda size hayır vardır. O halde onlar ayakta durup boğazlanırken üzerlerine Allah’ın ismini anın (Besmele çekin. Kesme neticesi.) yanları üzeri düşüp öldükleri vakitte ondan hem kendiniz yiyin, hem ihtiyacını gizleyen ve hem de gizlemeyip dilenen fakirlere ye-dirin. Onlara şükredesiniz diye, böylece sizin emrine amade kıldık. Onların ne etleri, ne kanları, hiçbir zaman Allah’a erişmez. Fakat sizden O’nu (yalnız kendi rızası için yapılan samimiyetin ifadesi olan işler)takva ulaşır.” [ Hacc suresi.36-37.A. Aydemir.Kurban ve Akika.Diyanet Der.:11/1] “Kurban bize, Hazret-i İbrahim ve Hazret-i İsmail aleyhissselâm’ın teslimiyetini ve kulluktaki üstün halini hatırlatır. Allah’ın her şeyi insanlara musahhar kıldığını fiilen gösterip bunlardan usûlünce istifâde ve infak etmeyi öğretir. Zira, Allah’ın emrimize verdiği nimetlerden faydalanmamak doğru olmadığı gibi, onları israf etmek de son derece yanlıştır. Bunun için İslâm kurbanı emretmiş, ancak diğer taraftan da israfı ve hayvanlara eziyeti yasaklamış, hatta belli bir yaş sınırı koymuştur. Kurban, insanı cimrilik ve mal sevgisinden kurtarır. Toplumdaki kardeşlik, yardımlaşma, paylaşma ve fukarayı sevindirme duygularını geliştirir. İnsanları muhabbet ve merhametle birbirine bağlar. Allah’ın nimetlerinden bütün kullarının istifade etmesini sağlar. Toplum halinde yerine getirilen ferdî ve içtimâi ibadetlerle Allah’ın rızasını kazanmaya ve O’na yaklaşmaya vesile olur.” [ Efendimiz’den Hayat Ölçüleri. 188]
Kurbanı Allah İçin Kesmek Her şeyden önce şu hakikat bilinmelidir ki, ibadetler Allah emrettiği için yapılır. Allah’ın emri ile yapılan ibadetlerde de bildiğimiz bilemediğimiz sayısız hikmetler vardır. Allah şu ayette kurban ile neyin hedeflendiğini bildirmektedir: “Biz her ümmete kurban ibadeti koyduk ki, Allah’ın kendilerine erzak olarak verdiği hayvanlardan keserken Allah’ın adını ansınlar. “ [ Hac suresi.22/34] Kurban ibadeti yerine getirilirken, Allah’ın yüce adının zikredilmesi, yeryüzünde mevcut bütün hayvanların Allah’ın mülkü olup sırf rahmet eseri olarak insanların istifadesine verilmiş olduğunun bilinmesi ve o şuurla bu ibadetin yapılması emredilmektedir. [ Bir Müslümanın Yol Haritası.578] Allah rızası için kesilen kurban ahirette geçilmesi çok zor olan sırat köprüsünde sahibi için bir binek vazifesi görecektir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir kutlu ifadesinde şöyle buyurmuştur: “Hayvanın iyi ve güzelini kurbanlık olarak seçin, çünkü sırat köprüsünde size bineklik yapacaktır.” [ Bir Müslümanın Yol haritası.580] Kurbanın daha bilemediğimiz birçok hikmetleri vardır. İbadetler her çeşit hikmet ve faydasından önce sırf Allah rızası için yapılmalıdır. Bu itibarla kurban da her türlü ferdi, sosyal faydasıyla birlikte Allah’ın hoşnutluğu ve sırf Allah rızası gaye esas gaye yapılarak yerine getirilmesi gereken bir ibadettir. Kur’an-ı Kerim bunu şu şekilde vurgulamıştır: “Şunu unutmayın ki, ne onların kurbanlıkların etleri, ne de kanları asla Allah’a ulaşacak değildir. Lâkin
33
O’na ulaşan tek şey, kalplerinizde beslediğiniz takvadır. Allah saygısıdır.” [Hac suresi.22/37.Bir Müslümanın Yol Haritası.580] Kurban Allah’a yaklaşmak maksadıyla ve yalnız O’nun rızasını kazanmak için kesilir. Allah’tan başkası adına hayvan kesmek haramdır ve bu yola tevessül edenleri Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah’tan başkası nâmına hayvan kesene Allah lanet etsin” [ Müslim, Edâhî, 43-45; Nesâî, Dahâyâ, 34.] şeklindeki ifadeleriyle uyarmıştır.
TAKVA Kuran nazil olmazdan önce Arapça da Takva (fiil halinde ittika) insan veya hayvan gibi canlı varlığın dışardan gelebilecek tehlikeye karşı savunması anlamına geliyordu. Kuran-ı Kerim geldikten sonra bu kavramı genişletti ve maddi tehlikeden ziyade manevi azaptan ve buna götürecek kötü işlerden korunmak kaçınmak anlamlarını yükledi. Örnek olarak; - Şirkin her çeşidinden yüz çevirmek ( kurban bayramı süresince getirilen teşrik tekbirlerini bu anlamda değerlendirebiliriz [ Fetih 26]. - İslam’a girdikten sonra büyük ve küçük günahlardan kaçınmak [ Araf 96] - Kalbi Allah’ı zikretmekten alıkoyacak her türlü meşguliyetten arındırmak [ Ali İmran 102] - Hayatın tümünü Allah için yaşamak [En’am 162] Ebu Hureyre (ra)nin rivayetine göre peygamber efendimize soruldu: “İnsanları cennete en çok hangi amel sokar?”. Buyurdu ki -“ Allah’tan ittika etmek ve güzel ahlak” -“ İnsanları cehenneme en çok hangi şeyler götürür?” diye sordular. Buyurdu ki; – “Ağız ve edep yeri ( şehvet)” [ Tirmizi, Birr-62] Ebu Ümame (ra)nın rivayetine göre peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “ Müminin faydalandığı en iyi nimet Takvadır” [ İbn-i Mace] Takva sorumluluk bilinci oluşturulduğu zaman ancak gerçekleşir. Bir miktar korku duygusu Takva’yı etkin hale getirir. Ancak karşı etki olarak ümit ve sevgi ise onun isteyerek yapılmasını sağlar ve derecesini yükseltir. Böylece imanın ümit ve korku arasında gerçekleşmesi sağlanmış olur. Takva en hayırlı ve koruyucu elbise olarak tanımlanmaktadır Kuran-ı Kerimde [ A’raf 26] Rüyalarda da Takva bir cübbe olarak görülmektedir zaman zaman. Nitekim Hz Ömer rüyasında kendini uzun bir cübbe içinde görmüş ve ertesi gün bunu Hz peygambere sorduğunda o da “ Ya Ömer bu cübbe ve onun uzunluğu senin dininin (Takvanın) derecesidir” buyurmuştur. “ Fücur dediğimiz şey ise bu Takva elbisesi yırtan şey olarak değerlendirilir ve kişinin nefsine aşırı
36
derecede tabii olması anlamına gelir” İman insandaki deruni (iç) yaşantıyı, İslam ise Allah’nın kanununa teslim olarak yaşamayı, Takva ise hem imanı hem de teslim olmayı (islam’ı) kapsar. Nitekim Kuran’ı Kerim’in Bakara suresi 177. ayetinde “birr” (iyiliği) anlatırken imanın gönüllerde kök salmasını gerektiğinin ve zahiri davranışlarının tek başlarına yeterli olmayacağının altı çiziliyor. Allah için kesilen kurbanların etlerinin değil, mü’minlerin Takvasıyla Allah’a ulaşılacağını [Hacc 37] Allah’ın ölçülerine uymanın da kalplerin Takvasında olduğu belirtiliyor. Kur’an, namaz, zekat, cihat gibi ibadetlerinin, kalbin takvasın olmadan birer mekanik hareketler olacağını tekrar tekrar vurguluyor [Fazlu’r Rahman, A. E. Ve mesajı, s. 12-13] Takva imanı bir görevdir. Allah’a karşı takvalı olmak gerekir. Korkunmaya layık olan yalnızca Allah’dır. Allah’a kulun ancak takvası ulaşır. Takva Allah’ın açık emridir. Allah’ın emirleri ve hükümleri ancak takva bilinciyle anlaşılır ve uygulanabilir. Takva Hz peygamberin tavsiyesidir. Bütün peygamberlerin ortak daveti takvadır. Bütün selef takvaya önem vermiştir. Bir kul gücü yettiği kadar takva üzere olmalıdır. Takva en hayırlı azıktır. En güzel elbise takva elbisesidir. Takva kerametin sebebidir. Müttakiler insanların en keremlisidirler.
Müslim isen zarar kılma komşuna Mü’min olup güven eyle her kime Müttaki dur sakındığın şüpheye Dost bilip de Muhsin kulda sır ister
ahi kul ahmed
37
Mü’minler takva hususunda yardımlaşırlar. Takvaya yeterli bir İslami bilgi ve bilinen şeyle amel etmek ulaştırır. Takva; Allah’ın kuluna bir hediyesidir. Takva bir miktar murakabe ile elde edilir. Takva ma’siyet (günah) yollarını gösterir. Takva nefsin hevasına uymamaktır. Takva her insanda farklı farklı derecede gerçekleşir. Allah’ın yeryüzünde ve gökyüzündeki ayetleri müttakiler içindir [ Yunus 6] Allah kalpleri takva bilinci ile sınar. Takva Allah’ın Rabliğini idrak etme, şiarını yüceltme, Allah’ı hesaba katma, Allah hakkıyla ibadet, birr (iyilik) ile ilişkili, ihsandan beslenen, sabırla beraber gelişen, infak ile ilerleyen, af, sıdk ve adalet ile güzelleşen veli olmanın şartı, tebliğ vasfı ile kişiyi önder kılar. İman, ibadet, ihsan, ancak ve ancak takva bilinci ile gerçekleşir. Dolayısıyla takvası zayıf olan bir müslüman’ın imanı da zayıftır ve muhtemeldir ki beş vakit yerine Cuma namazıyla iktifa ediyor ve namazlarında ihsan seviyesini de büyük olasılıkla bulamıyor denilebilir. Yalnız beş vakit kılıp da takva eksikliği nedeniyle tadili erkanda bir bozukluk nedeniyle ihlas ve ihsanda da eksiklikler olabilir.
Kurbanlık Hayvanlara Yumuşak Davranmak Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hayvanı kesmenin güzel bir biçimde yapılmasını ve bıçağın iyice bilenmesini emir buyurmuştur. Böylece boğazlanacak hayvan rahat bir şekilde can vermiş olur. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bıçağın ağzını bilemeyi ve bıçağın hayvana gösterilmemesini emretti ve, “Biriniz hayvan boğazlayacağı zaman hemen kesimi çabucak yapsın, “buyurdu. [ İbn Mace, H.no:3172] Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem boğazlama esnasında hayvana yumuşak davranılmasını da ister. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, birinin koyunu kulaklarından tutarak çektiğini gördü. Bunun üzerine Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ona, “Hayvanın kulağını bırak, boynundan tut !” [ İbn Mace.H.no:3171] buyurdu Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, adamın birini, hayvanın yüzüne ayağını dayamış bir halde bıçağını bilerken gördü. Bu hal üzerine adama şöyle dedi: “Bu bileme işini daha önce yapman gerekmez miydi ? Hayvanı defalarca mı öldürmek istiyorsun” [Hadislerle ilim ve Hikmet. 1/515] dedi. Başka bir rivayette: “..hayvanı yere yatırmadan önce bıçağını bileseydin ya!” [ Hadislerle İlim ve Hikmet. 1/515] Kesilecek hayvan kesim yerine yumuşaklıkla sevkedilmeli. Bıçak hayvanın gözünden uzak tutulmalı, tam kesim yapılacağı zaman bıçak ortaya çıkarılmalıdır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, bıçağın hayvanın gözünden uzakta bilenmesini
39
emretmiştir. Kesimle ilgili emirler arasında, hayvanın şah damarının kesilmesi de vardır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şeytanın yaptığı gibi yapmayı yasaklamıştı. Şeytanın yapmasından maksat; hayvanı boğazlamak ve şah damarını kesmeden hemen derisini yüzmeye başlamak demektir.” Diğer bir rivayette: “Onlar hayvanın boğazını birazcık keserler, sonra da şah damarlarını kesmeden ölünceye kadar hayvanı öylece bırakırlardı. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bunu yasakladı.” [ Hadislerle İlim ve Hikmet. 1/516] Bir sahabi anlatıyor: “Kasap, kesim yapmak için kapıyı açarak koçun yanına girdi. Koç kasaptan kaçtı, o sırada Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem geldi ve koç yakalandı. Ancak koç, gitmemek için ayaklarıyla diretiyordu. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem koça: “Allah’ın emrine karşı sabırlı ol .’”dedi. kasaba da: “Sen de ey kasap, hayvanı ölüme sevkederken yumuşak biçimde şevket! “ [ Hadislerle İlim ve Hikmet 1/517] buyurdu. İbn Ömer radıyallahu anh, adamın birinin, boğazlamak için bir koçu ayaklarıyla sürüklediğini gördü. Hayvanı sürükleyen adama: “Yazıklar olsun sana, onu ölüme götürürken güzel bir biçimde götürsen ne olur ! [ Hadislerle İlim ve Hikmet. 1/571]dedi. kasap bıçağını çıkararak, “Güzel bir şekilde sevketmeme gerek yok, onu şimdi boğazlayacağım!” dedi. İbn Ömer yine: “Olsun, yine de güzel bir biçimde sevket dedi. Adamın biri Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e; “Ey Allah’ın Resulü ! Ben koçu kesiyorum ama merhamet ediyorum !”dedi. Bu söz üzerine Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de: “Koça merhamet edersen Allah da sana merhamet eder ! “buyurdu [ Hadislerle İlim ve Hikmet. 1/518]
Kurbanı Kendi Elimizle Kesmek Kurban öncelikle sahibi tarafından kesilmesi menduptur. Eğer gücü yetiyorsa kendisi kesecektir. Çünkü bu Allah’a yakınlıktır. Bunu kendisinin yapması başkasını bunun için görevlendirmesinden daha faziletlidir. Bunun delili şudur: “Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Harem-i Şerife hediye maksadıyla yüz deve götürmüş, bizzat kendi eliyle altmış kadarını boğazladıktan sonra, elindeki bıçağı Hazret-i Ali’ye vermiş o da geri kalanını kesmiştir.” [ İs.Fık.An.4/417] Enes b. Mâlik radıyalalhu anh’dan Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kurban bayramında iki boynuzlu, alaca, iki adet koç kurban ederdi ve kurbanları keseceği zaman “Bismiilâhi Allah-ü Ekber”derdi. And olsun ki, hem O’nun ayağını/sağ dizini kurbanların sağ yanlarına basarak kendi eliyle 40 keserken gördüm.” [ Ebu Davud,H.no:2794] Hazret-i. Ebu Musa (radıyallahu anh)’dan rivayet edildiğine göre: “Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kızlarına, kurbanlarını kendi elleriyle kesmelerini, ayağını kurbanın boynuna basmayı, keserken tekbir getirip besmele çekmeyi tenbih etmiştir.” [ Kütüb-i Sitte Müh.6/80] Bu hadis, kişinin kurbanını kendi eliyle kesmesinin müstehap olduğunu gösterir. Rivayetlerdeki emir vücuba değil, istihbaba hamledilmiştir. Bu rivayet kadınların da kurbanlarını kendilerini kesmesinin caiz olduğunu ifade eder. İmam Malik’ten bunun mekruh olduğunu; İmam-ı Şafiî’de kadının, birisine vekâlet vererek kestirmesini, kesme işine kendisinin mübaşeret etmemesini tavsiye etmiştir. Rivayetler, annelerimizin kurbanlarını Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in kestiği ifade etmektedir. Buhâri’de: “Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem zevceleri adına bir sığır kesti.” Müslim’de de: “Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Veda Haccı’nda hanımları için bir sığır kesti.” [ Kütüb-i Sitte Müh.6/81] En faziletli olan, eğer kesmeyi iyice becerebiliyorsa kişinin kurbanını bizzat kendisinin kesmesidir. Böylelikle Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine uymuş olacaktır. Kadın için sünnet, yerine başkasını tayin etmesidir. Eğer elinden kurban kesmek gelmiyorsa, bir başkasına vekâlet verip, kesilirken yanında hazır bulunmalıdır. Kurban sahibinin bizzat kurbanının yanında bulunması da sünnet ile amel etmek ve mağfireti istemek için efdaldir. [ İs.Fık.An.4/419] Çünkü kurbanın akacak ilk damlası ile birlikte kurban sahibinin günahları bağışlanır. Bu sevinçli anda kendisi de orada bulunarak ruhî inşirahı kâmil mânâda tatmalıdır [ Mehmet Emre. Müslümanca Yaşama Sanatı. 1/153] Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Ey Fatima ! Kalk, kurbanının yanında bulun. Şunu iyi bil ki, onun kanından yere düşen ilk damla ile işlemiş olduğun günahların tümü affedilir. Ve kesilmeden önce “Benim namazım, ibadetim, hayatim ve ölümüm alemlerin Rabbi içindir. O’nun ortağı yoktur, bana böyle emrolundu ve ben Müslümanlardanım. “diyerek dua et.” Buyurdu. İmran b. Hüseyin radıyallahu anh: “Ey Allah’ın Resulü! Bu sevap yalnız senin ‘Ehl-i Beyt’ine mi mahsustur, yoksa tüm Müslümanlar içinde var mı ?”diye sordu. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Tüm Müslümanlar içinde vardır, “buyurdu. [ İslâmda Helâl ve Haram. 1/619] Kurbanı Müslüman birisinin kesmesi müstehaptır, çünkü Kurban bir yakınlıktır, ibadettir; ona ehil olmayan kimse bu işi üstlenemez. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demektedir: “Kurbanı ancak Müslüman kişi keser.” [121 İs.Fık.An. 4/419] Müslüman birisinin kurbanlığı kesmek üzere vekil tayin edilmesi caizdir. Çünkü; “Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Harem-i Şerife hediye maksadıyla yüz deve götürmüş, bizzat kendi eliyle altmış kadarını boğazladıktan sonra…” [ İs.Fık.An.4/417] geri kalan kısmını kesmek üzere Hazret-i Ali’yi vekil tayin etmiştir. [ İs.Fık.An.4/419] Vekil olan kimsenin kimin adına kurban kestiğini söylemesi gerekmez. Çünkü bu konuda niyet yeterlidir. Şayet adına kurban kestiği kimsenin ismini zikredecek olursa, bu da güzeldir. Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kurban kesince: “Allah’ım! Sen Muhammed’den, aile halkından ve Muhammed’in ümmetinden kabul buyur, “dedikten sonra, kurbanını kesmiştir. [ İs.Fık.An.4/420]
41
Elinden gelmezse, başkasına kestirir. “Vekilim ol da kurbanımı kesiver” diyerek ehil bir kimseye havale etmeli ve kendi de başında durmalıdır, demelidir. Kurban sahibi kurbanının başında durur veya vekili tarafından duaları okuması müstehaptır. Dinen Hayvan Nasıl Kesilir? Yenilmesi dinen helâl ve mubah olan bir hayvanın dinen boğazlama/kesme işlemi ki şekilde yapılır: 1.Boğazın çeneye bitişen tarafı kesilmek suretiyle olur. Koyun, keçi ve sığırın bu şekilde kesilmesi sünnettir. [ Bu kesme işlemine “Zebh”, kesilen ve kesilecek hayvana da “zebiha” denir.] 2.Boğazın göğse gelen kısmından ve hayvanın göğsü üstünden vurularak kesilir. Devenin bu şekilde kesilmesi sünnettir. [ Bu kesme işlemine “nahr” adı verilir.] Kesilecek hayvan ister kurban niyetiyle, ister bir maksatla kesilsin, etinin dinen helal olması için yukarıdaki kesim şekillerinden biri ile kesilmelidir. Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Kesim/boğazlama, iki çene kemiği ile gerdan arasında olur. “buyurmuştur. Hadis-i Şerifte belirtildiği üzere, hayvanın boynunda bulunan damarları, boğazın çene [Koyun, keçi ve sığır], veya göğüs tarafından [deve] kesmektir. Bu boğazlama esnasında dört damarı kesmek en iyi olanıdır. Bu damarlar; nefes borusu, yemek borusu ve ikisi de şah damarıdır. Bunlardan üçünü; yemek ve nefes borusu ile başka bir damarı kesmek yeterlidir. Bu şekilde kesilen hayvan dini usule göre kesilmiş olur. [ Ali Arslan Aydın. Kurban ve Hükümleri Diyanet dergisi.sayi:6.1975]
Kurbanı Kesmeden Önce Yapılacak Vazifeler Kesime yardımcı olabilecek malzemelerin hazırlanması lâzımdır. Bıçakların bilenmesi, keskinleştirilmesi lâzımdır. Noksan bıçak, satır çeşitlerini tamamlanması lâzımdır. Kurban kesilecek yerin tespiti. Çukur kazmak için kazma, kürek ve vb aletleri temin etmeliyiz Kesimden sonra parçaları, et ve sakatatın konacağı kapların tespiti. Kasap ücretinin önceden hazırlanması. Kendisi kesemiyorsa, tecrübeli, mahir, mütedeyyin bir kasap ile önceden anlaşmalı. Kesilen kurbanın etinden, derisinden kasap ücreti verilmez. Dağıtılacak kurban etlerini konacağı naylon torbaların alımı. Gazete kağıdı veya kullanılmış kağıtlara sarmak çirkin ve gayrisıhhi olur. Hayvanın ayaklarını bağlamak için ip, asmak için ip ve çengelin hazırlanması. Kurbanı kesmeye götürürken merhamet ölçülerini elden bırakmamalıyız. Onu bacağından çekerek, itip kakarak, sürükleyerek götürmemeliyiz. Mekruhtur. Hayvanın birini ötekinin gözü önünde kesmemeliyiz.
42
Kesilen ve kesilmekte olan hayvanı, diğer hayvanlara göstermemeliyiz. Bıçağı kurbanlık hayvana göstermemeliyiz. Hele hayvanın yanında bıçak bilemek gafletine düşmemeliyiz. Kurban çok hisli hayvandır. O kadar ki: “Ne güzel şey, ne tatlı şey. Allah yolunda canımı kurban ediyorum diye söylemesi lezzetli zikirlerdendir.”
Vekâlet Verme Şekli Kurbanını bizzat kesmeyen, kesemeyen, başka bir yere veya hayır kurumuna gönderen kimse kurbanını kesecek veya kestirecek kimseye şöyle vekâlet verir: “Adak, akika veya vacip kurbanımı kesmeye, kestirmeye seni vekil tayin ettim.”der. karşı tarafta:”Aldım kabul ettim.”der.
Kurbanda Vekalet Olur mu? Bir kimse kendi adına kurban kesmesi için başkasını vekil tayin edebilir. Vekalet bizzat verilebileceği gibi mektup, telefon, faks, e.-mâil gibi vasıtalarla da verilebilir. Hayır kurumlarına yapılan kurbanlık bağışında direkt olarak vekalet verilemediği veya dolaylı yollardan verildiği için kurbanın durumu ne olur? Bu şekilde bağış yapmak dinen caiz mi? Çeşitli vekâlet yolları ile bağış yapma konusunda bir problem olmadığını, vekâletin telefonla, telgrafla, mektupla, faksla, internet yoluyla vb. olabileceğini daha önce ifade etmiştim. Sorunuzdan çıkabilecek bir sonuca daha işaret etmek faydalı olur. Güvenli bir kuruluşa, ilanı sebebiyle hesabına para yatırıp, kurban bağışı için olduğu notunu koydurmak hattâ açılan özel kurban hesabına para yatırmak da vekâlet vermek anlamına gelir. Yani dolaylı dediğiniz yolla da vekâlet caizdir. Çünkü güven duyulan bu organizasyonlar, kurban bağışlarının en iyi şekilde değerlendirildiği, usulüne uygun kesildiği, fakir ve muhtaçlara ulaştırıldığı yönünde âmmeye garanti vermektedirler. [ Prof.Dr.Raşit küçük]
Talebe yurtlarına kurban hibe edilir mi ? Kurbanı kendi kesmeyip ihtiyaç yerlerine hibe etmek de caizdir. Hatta yarınlarımızın teminatı olan öğrencilerimizin yetiştirildiği yerlere kurban parasını verip de kestirmek uygun olan bir hizmet anlayışı ve kurbanı tümüyle değerlendirme halidir. [ Zaman.Ailem.s:109/26]
Kurban Bütün Sünnetlerine Riayet Edilerek Şöyle Kesilir: Kesmeden önce hayvana su vermek müstehaptır. Önce diz boyu çukur kazılır. Kurbanın gözlen tülbent ile bağlanır. Kurbanlık hayvan, kesileceği yere eziyet verilmeden götürülür.
43
Hayvan ayakları ve yüzü kıbleye gelecek şekilde sol tarafına yatırılır. Hayvanın sağ arka ayağı serbest kalmak şartıyla diğer ayakları bağlanır. Boğazı çukurun yanına getirilir.Kıbleye karşı getirilir. Kesenin de kıbleye dönmesi sünnettir. Kurban keserken keskin bıçak kullanılmalıdır. Kurbanı keserken, sol aynı üzerine yatırıp, sağ dizini kurbanın boğazına koymak müstehaptır. Kurban sahibi kurbanının başında durur ve keseni vekil eder. Başkasını vekil ederek kesilen kurbanların başında bulunması halinde, kurban sahibinin öteden “Bismillah” demesi kâfi değildir. Kesecek kimsenin kıbleye doğru yatırdığı kurbanı keserken “Bismillah, Allahü Ekber” demesi gerekir. Kurban sahibi tarafından dua niyetiyle şu ayetler okunur. “İnni veccehtü vechiye lillezi fatare’s semâvâti ve’l arda hanîfen.” [ Enam Suresi.6/79[Ben yüzümü tamamen hanif olarak, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve ben Allah'a ortak koşanlardan değilim.)] “Inne salâti ve nusiki ve mahyâye ve memâti lillâhi Rabbi’l âlemine la şerike lehü” [ Enam Suresi.79/162 [De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabb'i olan Allah'a aittir. O'nun hiçbir ortağı yoktur ]] ayetini okur. Bu ayetlerden sonra: “Allah’ım bu Sendendir ve Sanadır.” Bunu söyledikten sonra: “Allah’ım dostun İbrahim aleyhisselâm’dan kabul ettiğin gibi, benden de kabul buyur:” diyecek olursa, bu da güzeldir. Yani, bu nimet Senden gelmiştir ve ben bu nimet ile Sana yakınlaşmak istiyorum. [İs.Fık.An.4/419] Üç kere: “Allah-ü Ekber Allah-ü Ekber la ilahe illallahu vallahu ekber. Allah-u ekber ve lillâhi’1-hamd” diye tekbir alır. Sağ eliyle bıçağı, sol eliyle de hayvanın kafasını tutar. Sonra “Bismillâhi Allah-ü Ekber” denilerek hayvanın boğazına bıçak vurulur. [ Bismillâhi derken (h)yi belli etmek lâzımdır. Belli edince, Allah-ü Teâlâ’nın ismi olduğunu düşünmek lâzım olmaz.(h)açıkça belli etmezse, Alla-ü Teâlâ’nın ismini söylediğini düşünmek lâzımdır. Bunu da düşünmezse hayvan leş olur. Yemesi helâl olmaz. Bunun için her zaman Allah Teâlâ dememeli, Allah-ü Teâlâ deyip (h) harfini belli etmeğe alışmalıdır.] Bıçak aşağıdan yukarıya doğru yürütülür. Nefes borusu, yemek borusu ve şah damarlar kesilerek kan iyice akıtılır. [ A.Arslan Aydın. Kurban ve Hükümleri.Diyanet Dergisi.5:6] Sığır ve davarlar, hemen çenelerinin altından boğazlanır kesilir. Boğazlarını iki tarafındaki şah damarlarıyla, yem, su bousu ve gırtlakları kesilir. [ EbuDavud. 10/456] Hayvan kesen kimse “Bismillâhi Allah-ü Ekber”i açıktan okumalıdır. Böyle yapması çok faydalıdır. Hem böylelikle suizanna sebebiyet verilmez. [ Mehmet Güleç. Tenbih ve ikaz. 186] Kesimi yapacak kimsenin elini tutma şartı yoktur. [ Mehmet Güleç. Tenbih ve İkaz.l85[
44
Kesecek kimsenin elini tutmak isteyen kurban sahibi kesenle birlikte "Bismillâhi Allah-ü Ekber" demelidir. Kesecek kimsenin eli üzerine koyan veya kesenin ikisinden birisi "Bismillâhi Allah-ü Ekber"i kasten terk ederse kesilen hayvan kurban olmaz ve eti de yenmez. Çünkü herikisi de bir kesiyor demektir.]] Kesim ânında kurban sahibinin çektiği besmele kâfi gelmez. Kesenin de çekmesi şarttır. Hattâ, kesim ânından önce hep birlikte tekbir getirilir, ancak bu tekbirleri çoğaltıp da hayvan yatırılmış hâlde bekletilerek zahmet uzatılmaz.. Tekbir bitince, kesecek olan kimse Bismillâhi, Allahü Ekber diyerek bıçağı çalar. [ Ahmet Şahin. Zaman Gazetesi] Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, bıçakların bilenerek hayvanlardan gizlenmesini emretmiş ve şu tenbihte bulunmuştur: “Biriniz hayvanı keseceği zaman, o işi hızlı yapsın.”[ İbnMace.H.no:3172] “Kestiğiniz zaman da kesmeyi en iyi şekilde yapınız! Her biriniz bıçağını bilesin ve hayvanını rahatlatsın.” [ Ibn Mace.H.no:3170] Burada “hayvanı rahatlatmaktan” maksat, bıçağı bileyerek hayvanın boğazına süratle sürüp kesimi çabuk yapmak ve hayvanı okşamak gibi şeylerdir. [ Efendimiz’den Hayat Ölçüleri. 185] Hayvanın boğazında yemek borusu, hava borusu ve iki yanda şah daman denilen iki ana damar kesilir. İmam-ı Azam rahmetullahi aleyh’e göre bu dört şeyden üçünü kesilmiş olması gerekir. Koyun, keçi, sığır çene altından, deveyi gerdanından boğazlamak sünnettir. Hayvanın boğazındaki yumru kemik, kesildiği zaman baş tarafında kalmalıdır. Kurban kesilirken “Bismillâhi Allah-ü Ekber” demeliyiz. “Bismillâhirrahmanirrahim” dememeliyiz. Zira tevatür yolu ile gelen sünnet “Bismillâhi Allah-ü Ekber” demektir. Kurban kesilirken oturmayıp, kan tamamen akıncaya kadar hürmeten ayakta beklemek de Sâlihlerin âdetlerindendir. [ Efendimiz’den Hayat Ölçüleri. 186] Hayvanı keserken boyun kemiğinin içindeki ak iliği, murdar ilik dedikleri boyun damara varıncaya kadar bıçağı götürmek mekruhtur. O damar canı çıktıktan sonra kesilecektir. Boynunda kesileceği yeri iyi görebilmek için hayvanın başını çekip uzatmak veyahut canı çıkmadan havanın boynunu geriye kırmak, canı çıkmadan başını kesip ayırmak, soğumadan derisini yüzmeye başlamak gibi işlerin hepsi de faydasız, hayvana eziyet olduklarından mekruhtur. Kesimin tam vâki olması için boğazda bulunan dört borunun kesilmesi gerekir. Bunlar: Yemek borusu, hava borusu ile boğazdan gövdeye uzanan iki kan damarıdır. Kesim bunların hepsinin de kesilmesiyle vâki olur. Ancak üçünün kesilmesiyle de ölüm vaki olacağından dini kesim yapılmış olabilir. Bu dört, yahut üç bağı kestikten sonra beklenmeli, boyun gövdeden tepinme bitince ayrılmalıdır. Hayvanın çırpınması bitmeden kafayı gövdeden ayırmak mekruhtur. Kesimi ense tarafından yapmak ise haramdır. Soğumadan soymaya başlamak da mekruhtur. Beklenilmeli, canlılık alameti yok olunca deri yüzülmelidir. [ Ahmet Şahin. Zaman Gazetesi] Hayvan ruhunu teslim edip çırpınması, depreşmesi son bulmadan, soğumaya başlamadan, başını gövdesinden ayırmak ve yüzmeye başlamak mekruhtur. Hayvan boğazlanırken mutlaka: “Bismillâhi Allah-ü Ekber” demeli. Besmele ve tekbir kasden terk edilecek olsa, hayvanın eti yemlemez. Telaş ve heyecandan unutulmuş olan yenebilir. Besmele ve tekbirin tam hayvanın kesileceği sırada söylenilmesi şarttır. Besmele ve tekbir ile boğazlama
45
arasına başka bir iş veya söz girmemelidir. Besmele ve tekbir yanılmak veya unutulmak sebebiyle terk edilmiş olursa, boğazlanan hayvanın eti yenilir. Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Ümmetimden yanılma, unutma ve zorla yaptıklarını sorumluluğu kaldırılmıştır.” [İlmihâl.ll.Diyanet Vakfı.49] buyurmuştur.
Besmele ve tekbir çektikten sonra başka bir işle meşgul olmadan hemen kesmeye başlamalıdır. Besmele çektikten sonra bıçağı bilese, kesmeye başlarken tekrar besmele ve tekbir çekmesi lâzımdır. Besmele ve tekbir çektikten sonra hayvan yerinden kalksa, onu yere yatırdığında tekrar besmele ve tekbiri çekmesi lâzımdır. Birkaç hayvanı birbiri peşine kesecek olsa, hepsi için ayrı ayrı besmele ve tekbir çekmesi gerekir. Bir hayvanı kesmek için besmele ve tekbir çekse, sonra onu bırakıp başka birini kesmeye teşebbüs etse, besmele ve tekbir çekmeyi yenilemesi gerekir. Bıçağı değiştirme de besmele ve tekbiri tekrarlamak lâzım değilse de, hayvanı değiştirme de tekrarlamak gerekir. Kurbanımızı kestikten sonra, elimizdeki bıçağı bırakıp, sonra iki rekat namaz kılmalıyız. Dua etmeliyiz. Kestiğimiz kurbanımızı kabul buyurması için Allah’a niyazda bulunmalıyız. Müslümanlardan herhangi bir kimse iki rekat namaz kılarda Allah-ü Teâlâ o kimseye istediğini verir. İki rekat namaz kıldıktan sonra hemen ardından şu duayı okumak müstehaptır: “Allah’ım! Bu kurban senin [bana] ihsan ettiğin rızıktandır. Zâtı-ı kerîminin rızası için kurban edilmiştir. Habibin Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’den, Halil’in İbrahim aleyhisselâm’dan kabul ettiğin gibi, benden de kabul buyur.” duasını okuyup matlubunu istemeli ve duasının kabul olacağını Fahr-i Alem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz haber vermişlerdir.
Kadının kesmesi de caizdir. Hayvan tamamen ölmeden kafa ve ayaklarını koparmak, derisini yüzmeye kalkmak, kıbleden çevirmek veya hayvana azap vermek mekruhtur. Kurbanın fazla olan yerlerini sokağa atmamalıyız. Gömmeliyiz. [ Tam İlmihâl.285; Mülteka Tercümesi.2/320-331; Kadın İlmihâli.243; Kurban ve Faziletleri.46; Ehl-i Sünnet İtikadı.226; Fetevay-ı Hindiye.12/447; İbn Mace.H.no:3170; Ebu Davud. 10/455; Sahih-i Müslim.9/228]
Cereyanla/elektirikle hayvan kesmek caiz midir ? Normal kesilen her hayvan için ayrı besmele çekmek gerekir. Ancak iki veya daha fazla hayvanın üstsüte yatırılıp keskin bir pala ile bir defa besmele çekilip birden boğazlanması caiz olduğuna göre birden fazla hayvanın sıraya dizilip kesici bir aletle otomatikman birden kesilmesi de caiz olabilir. Böyle bir durumda otomatiğin her çalışmasında besmelenin yeniden çekilmesi gerekir. Ancak bu durumda hayvanın canı çıkmadan başı koparılıyor veya hayvan ensesinden kesiliyorsa mekruh olur. [ Kurban. Semerkand Yayınları.51] 46
Şoklama ile hayvan kesmek Şoklama ile hayvan kesilebilir. Yalnız bir hususa dikkat etmek gerekir; şoklama veya bayıltma kesim anında hayvanın mukavemetini zayıflatıyor fakat hayatına tesir etmiyorsa-, yani hayvan ölmeyip yaşıyorsa, ancak kesildiğinde kanı akıyor ve ölüyorsa, bu şekildeki bir şoklama veya bayıltma ile hayvan kesilebilir. Eğer hayvan, henüz kesilmeden, şokun etkisiyle ölürse; o, kurban olamayacağı gibi, eti de yenmez. [ Bir Müslümanın yol Haritası.5908] Kurban keserken en çok dikkat edilecek husus, hayvana işkence yapmadan, en az acıyla kesmektir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in bu hususta ikazları vardır. Nitekim bir defasında Hazret-i Ömer radıyallahu anh, keseceği kurbanı sürükleyerek götüren birini görünce ikazını şöyle yapmıştır: “kurbana eziyet etmeden götür, işkence yapmadan yatır, kesim işini bir anda bitir! Bu açıdan bakılınca, şokla kesim acıyı en aza indiren kesim olarak görülebilir. Şokla kesilecek kurbanlarda dikkat edilecek en mühim nokta şudur:
Ölüm ne ile olmaktadır? Şokla mı, yoksa şokun hemen arkasından yapılan kesimle mi? Şayet verilen şokla hayvan ölüyor, kesim sonra oluyorsa elbette bu et yenmez. Çünkü ölüm kesimle değil şokla oldu. Eğer şokla sakinleştirilen hayvan hemen kesilmiş, ölüm bu kesimle gerçekleşmişse bundan şüphe etmeye gerek yoktur, ölüm kesimle gerçekleşmiş, şart yerine gelmiştir. Bu konuda Diyanet’in fetvası da vardır. [ Ahmet Şahin.Zaman Ailem.s: 109/31]
Kurbanla İlgili Mekruhlar Kesimi bıçaktan başka bir şeyle yapmak. Kör bıçakla kesmek. Hayvanı kesileceği yere bacağından sürükleyerek ve itip kakarak götürmek. İlk bıçak sürtüşte murdar iliğe kadar kesmek.. (Bu ilik kesilince hayvan felç olur, cırpınmaz. Bu sebeple icap eden necis kanıtam olarak dışarı atılmamış olur.) Kıbleye çevirmeyi ihmâl etmek. Bıçakları hayvan yatırdıktan sonra bilemek Hayvanın birini ötekinin gözü önünde kesmek Kesilen hayvanı soğumadan yüzmek Hayvanı kestikten sonra, soğumadan önce murdar iliği kesmek Boynun ön kısmından -boğazından- kesmek müstehap, arka kısmından -ensesinden kesmek mekruhtur.
47
Kurbanın Derisini Yüzmek Ebu Said el-Hudri radıyalalhu anh’dan rivayet edildiğine göre: Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, bir koyunun derisini yüzmekte olan bir adamın yanından geçti. Bu arada Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem adama: “Biraz çekil, sana koyunun nasıl yüzüldüğünü göstereyim,”buyurdu. Sonra, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem elini deri ile et arasına öyle soktu ki kolu koltuk altına kadar derinin altında kayboldu ve: “Yâ adam, deriyi böyle yüz” buyurdu. Sonra geçip gitti ve abdest almadan [yâni yenilemeden] cemâate namaz kıldırdı.” [ İbn Mace,H.no:3179; Ebu Davud, H.no.-185] Hadis; Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmetine ne derece şefkatli ve nasıl bir tevazu sahibi olduğunu gösterir. Öyle ki bir hayvan derisinin nasıl soyulacağını/yüzüleceğini bile ümmetine göstermiş ve bizzat deriyi soyma tevâzuunu göstermiştir. Çiğ et ellemekle abdest bozulmaz. Nitekim Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem koyunun derisinin bir kısmını bizzat mübarek eliyle soymuş ve bundan sonra abdest tazelemeden gidip cemaate namaz kıldırmıştır. [ İbn Mace. 8/522]
Kurban Derisini Satmamak Kurban kesilmeden önce yünü kırkılmaz, onlardan faydalanılamaz. Yine kurban olacak hayvanın sütünden istifade edilemez. [ Ebu Davud. 10/456] Kurbanın derisinin, yağının, etinin, ayaklarının, başının, yününün, tiftiğinin, tüyünün, kesildikten sonra sağılan sütünün satılması haramdır. Bu ister vacip kurban olsun, ister tatavvu kurban olsun fark etmez. Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: derilerinin de paylaştırılmalarını emretmiş, satılmalarını yasaklayarak şöyle buyurmuştur: “Kim kurban derisini satarsa, o, kurban kesmemiş olur.” [ İs Helâl ve Haramlar.1/621] İbn Hacer el-Heytemi bu hadis-i şerif hakkında şöyle buyurmaktadır: “Kişi bu hareketiyle önemli bir adeti kökünden yok etmiştir. Bunun doğru olduğu şu yoldan da anlaşılır. Meselâ, o hayvanı kurban kesmekle kendi mülkiyetinden çıkanp yoksulların hakkı yapmıştır. Bundan sonra deriye satarsa, yoksulun hakkını gasbetmiş olur. Hattâ kasap ücreti olarak deriyi vermek de satmak gibidir. [ İs.Helâl ve Haramlar.1/621] Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in Hazret-i Ali radıyallahu anh’a ya hitaben kurbanlığın etini, derisini, yularını ve çulunu fakirlere tasadduk etmesini emrettiği bilinmektedir. Aynı şekilde kasaba ve hayvanı kesen kimseye derisini yahut her hangi bir parçayı kesme ücreti olarak vermek de caiz değildir. Çünkü Hazret-i Ali radıyallahu anh’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem boğazlandıkları zaman develerin başında durmamı, derilerini ve sırtlarındaki çullarını paylaştırmamı, onlardan kasaba herhangi bir şey vermememi emretti ve bana: “kasaba ücretini biz kendimiz veririz.” [ İs.Fık.An.4/423] dedi. Şayet fakirliği dolayısıyla veya hediye olmak üzere, kasaba kurbandan herhangi bir şey verecek olursa bunun bir mahzuru yoktur. Çünkü o da başkası gibi ondan alma hakkına sahiptir. Hattâ öncelikle buna lâyıktır. Çünkü o, bu kurbanı kesmiştir ve canı onu çekmiş olabilir. Kurban kesen kişi kurbanının derisini ev eşyası olarak kullanabilir, yararlanabilir. Kurbanın derisi ile, kalıcı olan ve aynı ile yararlanacağı şeyleri/yani demirbaş eşya alma hakkı vardır.
48
Yani kurbanın derisiyle işine yarayacak başka şeyleri değiştirmesi mümkündür. Çünkü alınan şey verilen maddenin hükmünü alır. Bu şekilde mallar ile değiş tokuş yapmak bir çeşit yararlanmadır. Bu parayı dayanabilme özelliği olmayan et, ekmek, yenilecek ve içilecek gibi tüketim maddeleri satın alması caiz değildir. Yani deri, para veya tüketilen maddeler karşılığında satması caiz olmaz. Kurbanın derisi, sahibi tarafından kullanılamaz, fakirlere de verilemez ise, daha hayırlı hizmetlere muvafık olması için cemiyet hizmetindeki müesseselere verilebilir. Yalnız bu müesseselerin iman açısından memleket ve millete hizmet etmeyi gaye edinmeleri ve ellerine geçirdikleri paraları kötü yollarda kullanmamaları lâzımdır. Aksi halde verenler de onların günahlarına ortak olurlar. [ İslâm’da Zekat Müsessesesi.366] Hanefi fukahasi: “Kurban kesen kimse, kurban derilerini ya tasadduk etmek veya kendileri ev eşyası olarak kullanmak durumundadırlar. Eğer kurban derisini satarsa, bedelini fakir fukaraya tasadduk etmek borcundadır. [ Emanet ve Ehliyet. 1/569] Bu parayı aile halkının ihtiyaçları için harcamak da caiz değildir. Fakat fukaranın ihtiyaçların karşılamak için harcamak kerahetle caizdir. Hazret-i İbn Ömer radıyallahu anh de; kurban derisini satıp parasını fakirlere vermenin caiz olduğunu söylermiş. [ Ebu Davud. 10/502]
Kurbanın etinin yenmesi ve dağıtımı(infak) Kurban bayramında kesilen kurbanın etinden sahibi yiyebilir. Kurban sahibi de bayram gününde diğer insanlar gibi Allah’ın misafiridir, o da Allah’ın ziyafetinden istifade edebilir. Kesilen kurbanın eti üçe ayrılır. Bir kısmı ev halkı için ayrılır, üçte biri akraba ve komşulara dağıtılır. Geriye kalan üçte biri de fakir ve muhtaçlara verilir, kurbanın etinin bu şekilde taksim edilmesi mendup/güzel bir davranıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şu ayetlerde böyle bir taksim yapılabileceği bildirilmiştir: “Siz de onların[kesilen kurbanların) etinden hem kendiniz yiyin, hem de yoksula ve fakire yedirin." [Hacc Suresi.22/28] “Biz kurbanlık büyükbaş hayvanları da sizin hakkınızda Allah’ın dininin şeârinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Onlar boğazlanmak üzere saf halinde dururken, onları kestiğiniz zaman Allah’ın adını anın. Yanı üstü yere yıkılınca da onlardan hem siz yiyin, hem kanaat gösterip istemeyene, hem isteyen fakire yedirin. İşte böylece onları size amade kıldık ki şükredesiniz.” [ HaccSuresi.22/38] Aynı zamanda Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kesilen kurbandan hem sahibinin yemesini hem de başkalarına yedirmesini teşvik etmiştir. Kurbanın etinden dağıtılan kısmın üçte birden az olması mendup yani güzel bir davranıştır. Bütün bunlarla birlikte, eğer kurban kesen kimse ailesi kalabalık ve imkanı geniş biri değilse, bu durumda kurbanın hepsini kendi evinde bırakması daha uygun olur. Çünkü kendisinin ve ailesinin ihtiyacı, diğer insanların ihtiyaçlarından önce gelir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu konuya dikkati çekerek, ihtiyaç sahibinin ilk önce kendisinden ve ailesinden başlaması gerektiğini bildirmiştir. [ Bir Müslümanın Yol Haritası.591] Kurbanın etinden yemek müstehaptır. Başkalarına yedirmek de müstehaptır. [ Fetavay-ı Hindiye. 11/491]
49
Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselam kurban ettiği her deveden bir parça etin alınmasını emretti. (Toplanan) etler bir çömleğe konulup pişirildi. Sonra Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselam ve beraberindekiler etten yediler ve et suyundan içtiler.” [ İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi.] Bayramların, birlik ve beraberlik, hediyeleşme, yardımlaşma, ikram etme, ilâhi nimetlerden faydalanma ve Allah’ı zikretme günleri olduğunu: Kâinatın Efendisi sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bir kutlu ifadesinde şöyle buyurmuştur: “Hepinizin istifade edebilmesi için, kurban etlerini üç günden fazla yemenizi yasaklamıştık. Artık Allah size bolluk ihsan etti. Şimdi, kurban etlerini istediğiniz kadar yiyiniz, kendiniz için ayırınız ve dağıtarak sevabını Allah’dan bekleyiniz. Şunu iyi bilin ki, bu bayram günleri; yeme, içme ve Allah azze ve celle’yi zikretme günleridir.” [ Ebu Davud, H.no:2813] Efdâl olanı ise, üçte birini tasadduk eylemek, üçte birini akraba ve yakın dostlarına ziyafet çekmek, üçte birisini de ailesi için bırakmaktır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem de: “O, üçte birini aile halkına yedirir, üçte birini yoksul olan komşularına yedirir, geri kalan üçte birini de tasadduk ederdi..” [ İs.Fık.An.4/422] Kurban etini zengin de, fakir de yiyebilir. Cenâb-ı Hak: “Onlardan yiyin ve eli dar olana ve fakirlere ondan yedirin.” [ Hac Suresi.22/28] “Etinden yiyin ve ondan dilenen, dilenmeyen yoksullara yedirin.” [ Hac Suresi.22/36] Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Yiyiniz, saklayınız, tasadduk ediniz.” “Yiyiniz, yediriniz ve saklayınız.” “Kurbanlık etlerinizi satmayınız.” [ İs.Fık.An.4/422 Kurbanlıkların etlerini satmak haramdır. Ebu Davud.10/501] buyurmaktadır. Kurban kesen zat, onun etinden dilediği kimseye verebilir. İster zengin, ister Müslüman, isterse zımmi olsun fark etmez. Keza bir kimsenin, kestiği kurbanının tamamını nefsi için bırakması da caizdir. Bir kimsenin, kestiği kurbanın tamamını tasadduk etmesi de caizdir. [ Fetavay-ı hindiye. 11/491] Kurban etinin, kesimin yapıldığı bölgede dağıtılması teşvik edilirse de daha fazla ihtiyaç sahiplerinin bulunması halinde başka yerleşim birimlerine gönderilebilir, nakledilir. [İlmihâl.II.Diyanet Vakfı. 10] “Kurban kesenler, kurban etini gönderecekleri kimselerden üstün olduklarını ve daha büyük fazilet taşıdıklarını düşünmemelidirler. Bilâkis onlara teşekkür etmelidirler. Fakirler bu yardımı kabullenmekle onların üzerinden belâların kalkmasını sağlamışlardır.” [ El Uhudül-Kübra.259] Bir hisse kurbanı sadaka olarak veren en önce tasadduk ettiği kurbanı sevindirir. Sonra tasadduk ettiği kişiyi sevindirir. O yuvada yasayan yavruları sevindirir. Umulur ki bu kadar kişiyi sevindiren insani da Allah sevindirir. Bir beldede kesilen kurban o yer üzerine gelecek belâ ve musibetlere kalkan olur. Cenâb-ı Allah İsmail’ler ile kurban olacak hayvanlar arasında insanoğlunu serbest bırakmıştır. Hayvanlarını kurban edenler İsmail’lerini kurtarmıştır. Bir kurban kesilmesinin sevabından kestiren kadar kesen de hissedar olur. Kurbanlık hayvani besleyen, alan, satan hissedar olur. Etini pişiren, pişirileni yiyen de hissedar olur. Yemekten sonra söylenen Elhamdülillah bütün hissedarların hanesine yazılır. [ Furkan GALIB; “Mübarek Günler ve Geceler”, Timas, s.89-105]
50
Kurban Kesildikten Sonra Çevre Temizliği Temizlik sadece vücut, elbise ve evlerin iç temizliğinden ibaret değildir. Dinimizde temizliğin alanı çok daha geniştir. Çevre temizliği yalnız kendimizi değil, başkalarını da ilgilendiren bir konudur. Çevreyi kirletmek, başkalarını rahatsız etmek, diğer insanlara zarar vermek demektir. Halbuki Müslüman başkalarına zarar vermeyen, hiçbir canlıyı incitmeyen insandır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Avlularınızı temizleyiniz” buyurarak evlerin çevresinin de temizlenmesi gerektiğini bildirmiştir. [ Prof. Dr.İ.Canan.İslâm’da Çevre Sağlığı. 68; Her Yönüyle Temizlik. 108] Temiz olan çevreyi pisletmek çok kötü bir iş ve Müslüman’a yakışmayan bir davranıştır. Bir gün Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Lanete uğramışlardan olmaktan sakının, “buyurur. Bunun üzerine sahabiler: “Bunlar kimdir, ya Resûlullah?”diye sorunca, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Halkın gelip geçtiği yolu ve gölgelendikleri yerleri kirletenlerdir.” [ Ebu Davud, H.no:25-26] buyurur. İnsanların gelip geçtiği yolları, oturup kalktıkları ve dinlendikleri yerleri kirleterek başkalarının rahatsız edilmesi İslâm Ahlâkı ile bağdaşmaz. Müslüman diğer insanları rahatsız eden davranışlarda bulunmaz. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, yerlere tükürmeye bile izin vermezken, bir Müslüman nasıl olur da çevreyi kirleterek insanları rahatsız edebilir? Nasıl olur da başkalarını zarar görmesine sebep olacak davranışlarda bulunabilir? [ Her Yönüyle Temizlik. 109] Kurban kesiminde en önemli hususlardan birisi çevrede görüntü kirliliğine sebep vermemektir. Özellikle son yıllarda insanların inancından kaynaklanan bir ibadete saldırmak isteyenler/saldıranlar açıktan açığa söylemese de hayvan sevgisiyle veya çevre kirliliğine sebebiyet verdiğinden dolayı sık sık eleştirilirde bulunmaktadırlar. Bu tür saldırılara fırsat vermemek için kurban kesen kimselerin, kestikleri yerin temizliğini yapmaları veya şehirlerde belediyeler tarafından hazırlanan yerlerde kurbanlarını kesmeleri son derece önemlidir. Yöneticilerin de insanların bu ibadetini gönül rahatlığıyla yapacağı ortamı hazırlamaları gerekir. [ Zaman Ailem.s: 109/6] Kurban kesildikten sonra çevre temizliğinin iyice yapılması gerekir. Hayvanın artan parçalarının toprağa derince gömülmesi ve mümkün olduğu ölçüde dışarıda hiçbir parçasının bırakılmaması gerekir. Bu şekilde bir hareket, kurbanlık hayvana ve kurban ibadetine bir saygının bir gereği olduğu gibi özellikle büyük şehirlerde ve kalabalık yerleşim birimlerinde sağlık kuralları ve çevre temizliği açısından da çok önemlidir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir çok kutlu ifadelerinde çevre temizliğinin önemini vurgulamıştır. Kurban kesmenin ve etini ihtiyaç sahiplerine dağıtmanın sevabını çevre kirliliği meydana getirerek ve kul haklarını ihlal ederek azaltmamak gerekir. [ İlmihâl.ll.Diyanet Vakfı. 10; Bir Müslümanın Yol Haritası.592]
51
KURBANLA İLGİLİ SORU VE CEVAPLAR Ölü namına kurban kesmenin hükmü nedir ? Bir kimse öldükten sonra namına kurban kesilmesini vasiyet etmişse varisin onun namına terekenin üçte birinden kurban kesmesi gerekir. Bu kurbanın etinden ölünün varisleri ile zenginler yiyemezler. Bunun tamamının yoksullara dağıtılması gerekir. Şayet ölen kimsenin vasiyeti yoksa varisin onan namına kurban kesmesi gerekmez. Ancak bir kimse ölen anne ve babası ya da diğer yakınları adına fakirlere bağışta bulunabileceği gibi kurban da kesebilir. Bu kurban eti fakirlere sadaka olarak verilebileceği gibi, kesen kimse aile fertleri ve zenginlerde yiyebilir. [Kurban. Semerkand Yayınları.55] Kurban etini gayr-i Müslimlere dağıtmanın hükmü nedir? Bazı yardım kuruluşları bunu yapıyorlar. Biz de Türkiye dışında yaşıyoruz ve Müslümanların gayr-i Müslimlerle kanşık olduğu bir yerdeyiz. Kestiğimiz kurban etinden onlara da verebilir miyiz? Gerek Müslüman bir ülkede yaşansın gerek böyle olmayan bir coğrafyada, gayr-i Müslim komşulara kurban eti verilmesinde bir sakınca olmadığı gibi, bu gibi yardımlar komşuluğun icaplarından sayılmıştır. [ Prof. Dr.Raşit Küçük.Fetvalar] Hayır kurumları, kurbanın etlerini soğuk depolarda bekletip 6 ay sonra, 9 ay sonra fakirlere verebilir mi? Bunun hemen kullanılmasına ilişkin herhangi bir hüküm var mı? Hayır. Kurban ibadeti kurbanı kesmekle tamamlanmış olur. Etinin kullanılması, tamamlayıcı unsurlardandır. Ana unsur değildir. Hayır kurumlarında bu etlerin dondurulmak suretiyle, yıl boyunca kullanılması hususunda herhangi bir mahsur yoktur. Ama esas Hz. Peygamber’in sünnetine uygun olan, kesilen kurbanın etinin hemen dağıtılmasıdır. [Prof.Dr.M.Saim Yeprem.]
Bazı hayır kurumları, kurban bağışlarını kurban kesmeyerek başka hayır işlerinde kullanıyorlar. Bu durum dinen caiz mi? Kurban ibadeti, kurban kesme ibadetidir. Onun başka bir ibadet ile yer değiştirmesi mümkün değildir. Kurban ibadeti, her halükarda kurbanın kesilmesini gerektiren bir ibadettir. Kesilen kurbanın malzemesi satılarak parası hayır işlerinde kullanılabilir. Ama ben hayvanı kestirmeyeceğim sadece parasını kullanacağım dendiği zaman o ibadetin adı sadakadır, kurban ibadeti değildir. [ Prof.Dr.M.Saim Yeprem.]
Etinin Tamamının Tasadduk Edilmesi Gereken Kurbanlar Hangileridir ? Etinin tamamının tasadduk edilmesi gereken kurbanlar şunlardır: Adak olan kurban Bayram günlerinde kesilmeyen kurban Ölünün vasiyeti üzerine kesilen kurban Ortaklardan birinin kazaya niyet ettiği kurban Kurbanın doğurduğu yavru. [ Kurban. Semerkand Yayınları.50]
52
Aldığım Araç için Kurban Kesmem Gerekir Mi? İkinci el bir araç aldım. Bunun için veya herhangi bir araç için kurban kesmek gerekir mi? Daha önce bunun için bir adakta da bulunmadım. Alınan herhangi bir araç ve eşya için kurban kesilmesi söz konusu değildir. Bu tür şeyler için sıkça adak adamak da hoş karşılanmaz. Halk arasında ev veya araç alan birinin kurban kesmesi ise sadece bir âdet olup, dînî bir gereklilik değildir. Kazayı belâyı def edici sadaka kabilinden böyle bir hayrı işlemek ise yadırganacak bir durum olarak görülmez.
Kurbanın Geçerli Olması için Niyet Etmek Şart Mıdır ? Evet, kurbanın geçerli olması için niyet etmek şarttır. Çünkü hayvan ibadet kastıyla da et kastıyla da kesilebilir.
Bir Zatı Karşılamak İçin Kesilen Kurbanın Eti Yenir Mi ? Allah rızası olmaksızın sırf bir zatın gelişini kutlamak amacıyla besmele çekilmiş olsa bile kesilen kurbanın eti yenmez. Ancak o kimseye veya başkalarına ikram etmek niyetiyle kesilirse caizdir ve eti yenir. [ Kurban.Semerkand Yayınları.49]
Ölü Namına Arafe Günü Kurban Kesilir Mi ? Burada kurban bayramı günlerinde kesilen kurban kastediliyorsa arafe günü kesilemez. Çünkü bu bir udhiyedir. Udhiye ise yalnız bayram günlerinde kesilir. Ancak sadaka niyetiyle kesilmek isteniyorsa arafe günü de kesilebilir. [ Kurban. Semerkand Yayınları.49]
Türbelerde, Törenlerde, Açılışlarda Kurban Kesilebilir Mi ? Mezarları tamamıyla sağlam ve sahih düşüncelerle türbe haline getirilen zevat-i kiramı ziyaret etmenin, onların huzurunda onları şefaatçi yaparak Çenab-ı hakk’a yalvarıp yakarmanın hiçbir mahzuru yoktur. Önceleri bu niyetle türbeleri ziyaret eden insanlar ve özellikle bunlar arasında zengin olanlar, ziyaretleri esnasında kurban kesip, etini fakir-fukaraya dağıtmışlar, sevabını da türbe sahibine bağışlamışlardır. Bir teamül haline gelen, örfe mâl olan bu alışkanlık sonraları su-i istimal edilmeye başlanmış.. Başlanmış ve “Falan zata kurban keseceğim.” gibi düşünceler içine girilmiştir. Fakat bu, akide açısından olabildiğine tehlikeli ve insanı küfre sokacak taşımaktadır. Bazıları bu niyetle türbelere kurban kesenlere “kâfir olur” demektedirler ki, meseleyi böyle ifrat içine sokmaya gerek yoktur.
53
Zira aslında kesilen her hayvan Allah adına kesilmekte ve kesilirken “Bismillâhi Allah-ü Ekber” denilmektedir. Burada dikkat edilmesi gerekli olan husus, hayvanı boğazlayan kişini niyetidir. Hüküm ona göre verilir. Meselâ; bir beldeye teşrif eden devlet büyüğü için kurban kesilirken, onun ayak basması tazim edilerek kesiliyorsa, şirke düşme endişesi söz konusudur ve o hayvanın eti yenilmez. Fakat o vesileyle, Allah için kurban kesilirse, onun eti yenir. Aynı durum, törenler, açılışlar için de geçerlidir. Burada mühim olan kalptir, kalpte bulunan niyettir ve onu da Allah’dan sonra en iyi bilen o şahsın kendisidir türbelerde kesilen kurban için aynı şey geçerlidir. [Bir Müslümanın Yol Haritası.598-599]
Bina Yapılırken Kesilen Kurban Bir binanın temeli atılacağı sırada veya bir hastalıktan şifa bulma maksadı ile kesilen kurbanın helâl olmasında şek ve tereddüt yoktur. Zira bundan maksat, tasadduktur. Şu kadar var ki, kesilecek hayvanın kanının mutlaka temele atılması şart değildir. [ Mehmet Emre Müslümanca Yaşama Sanatı.1/158]
Sekiz aylık evliyiz. Eşime ait mehir olarak verdiğim 80 gramın üstünde altını var. Ben maaşımı babama veriyorum. Borçlarımızı da babam ödüyor. Evim de babamın üzerinde. Babam benim adıma kurban kesmek istiyor. Ben o kurbanın etinden yiyebilir miyim? Babam o kurbanı hanımım adına kesse olur mu? Sorunuzdan anladığım kadarıyla, sizin maddî varlıklarınız babanızla müşterek durumda. Bu durumda, size kurban düşmese bile babanızın senin adına kurban kesmesinde bir sakınca yok, onun kestiği bu kurbanın etinden sen ve eşin de yiyebilirsiniz. Şayet hanımıza ait mehir miktarının üstünde olan altını kendine has bir varlık ise, ona ayrıca kurban kesmesi vacip olur. Onun kestiği kurbanın etinden de sen yiyebilirsin. Babanız, anlattığınız duruma göre size kurban düşmediği halde sizin adınıza bir kurban kesmiş olacak. Bu kesilecek kurbanı, eşinizin adına onun kurbanı olarak keserse, parasını eşinizden almayıp babanız verse bile kurban caizdir ve eşinizin kurban borcu ödenmiş olur. [ Prof.Dr. Raşit Küçük.]
Bir kimsenin vadesi dolmamış alacağı olsa ve nisap miktarı kadar başka malı da bulunmasa kurban kesmesi için borçlanması gerekir mi? Hayır, bu durumda kurban satın almak için borçlanmak, gerekmediği gibi sonradan alacağını elde etmekle kurban bedelini tasadduk etmesi de gerekmez. [ Kurban.Semerkand Yayınları.46]
Bir hanımın nisap miktarı kadar altını olup, başka malı olmazsa kurban kesmesi gerekir mi ? Evet, bir hanımın takı olsun olmasın, nisap miktarı kadar altını varsa başka malı olmasa bile kurban kesmesi gerekir. [ Kurban.Semerkand yayınları.46]
54
Kurban kesmekle yükümlü kimse kurbanını hanımı namına kesebilir mi ? Hayır, kendi kurbanının hanımı adına kesemez. Çünkü kurban kesmek kendisine vacip olmuştur. Ancak kendi kurbanının yanı sıra isterse hanımı adına kurban da kesebilir. [ a.g.e:46]
Kurban kesmek yerine bedelinin bir fakire veya bir hayır kurumuna verilmesi caiz midir? Hayır, kurban kesmek yerine, bedelinin bir fakire veya hayır kurumuna verilmesi caiz değildir. Çünkü kurban kesme yükümlülüğünün kalkması ancak, Allah rızası için kanın akıtılmış olması ile gerçekleşir. [a.g.e:46]
Bağ, bahçe ve tarla gibi şeylerin gelirleri mi, yoksa kendileri mi kurban nisabına girer? Ağırlıklı olan görüşe göre bunların gelirleri, diğer bir görüşe göre de kendileri kurban nisabına girer. [a.g.e:46]
Bir kimsenin ev satın almak amacıyla biriktirdiği paradan kurban kesmesi gerekir mi? Evet, bir kimsenin ev satın almak amacıyla biriktirdiği paradan, sahih olan görüşe göre, kurban kesmesi gerekir. [ a.g.e:46]
Kurbanın geçerli olabilmesi için hayvanın kişinin kendi mülkiyetinde olması gerekir mi? Evet, kurbanın geçerli olabilmesi için hayvanın kişinin mülkiyetinde olması gerekir. Örneğin; kişi yanında emanet olarak bulunan bir hayvanı kendi namına kurban olarak kesemez. [a.g.e:46] Kurban Bayramı’nda hayvanların kesilmesi katliam mıdır ? Eğer bu düşünce doğru olsaydı, rahmeti sonsuz olan, Rahman ve Rahim isimleriyle kendisini tanıtan Allah kurban kesmeyi emretmez, [Kevser suresi. 108/2] alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Efendiler Efendisi sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz de kurban kesmezdi. Siz Allah’dan ve O’nun peygamberi Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’den daha mı çok merhametlisiniz? Sonra neden kurban bayramında kesilen kurbanlara acıyorsunuz, onların hakkını savunuyorsunuz da, senenin her gününde kesilen hayvanlara acımıyor ve onların hakkını savunmuyorsunuz? Bu kadar şefkatli ve merhametli iseniz neden her gün et yiyen bir dünya karşısında, ete hasret insanlara acımıyorsunuz? Bu kadar hakperest ve bu kadar şefkatli ve merhametli iseniz neden her gün alkole, uyuşturucuya, fuhuş sektörüne kurban giden insanlarımıza acımıyorsunuz? Siz eğer kurbanı keserken İslâm’ın kaide ve kurallarına riayet ederek kurbanı keserseniz yani kurbanlık hayvanı severek, okşayarak kesim yerine götürür, incitmeden ve eziyet etmeden sol yanı üzerine kıbleye doğru yatırır, arka sağ ayağını serbest bırakır, diğer üç ayağını bağlar, “Bismillâhi Allahü Ekber” diyerek kurbanınızı keserseniz bu vahşet değil rahmetin ta kendisi olup çıkar. Kurban kesmek, hem kesilen hayvan için rahmettir, hem de insanlar için rahmettir. Müslüman medeni bir insandır. Kurbana eziyet etmek gibi bir vahşete tenezzül etmez. Bırakın kurbanı, Müslüman haksız ve gereksiz yere bir ağacı bile kesmez, bir gülü hatta bir otu bile koparmaz. Çünkü o her şeyin Allah’ı zikirle meşgul olduğunu bilir. Bununla beraber Allah’ın emrinin olduğu yerde de boynu kıldan incedir. [ V. Karakaş. Zaman Ailem.s: 160/32]
55
“Kur’an’da kan akıtmak yoktur” diyorlar bu doğru mu ? Bununla insan kanı kastedilmişse doğrudur. Haksız yere bir cana kıymak, Kur’an’a göre bütün insanları öldürmek kadar büyük bir cinayet sayılmıştır.[Maide suresi.5/32] “Kur’an’da kan akıtmak yoktur” ifadesiyle kurban kanı kastedilmişse bu doğru değildir. Çünkü Allah Kur’an’da her millet için kurbanı emrettiğini, [Hac suresi. 22/34.67] Kevser suresinde de çok açık bir şekilde kurban kesilmesi istediğini biliyoruz. Kurban kesilince kan akar. Farz edelim ki Kur’an’da kurban kesmekle ilgili açık ve net bir delil bulamadınız. Kur’an’ı bize getiren ve O’nu herkesten en iyi anlayan Peygamber Efendimiz’in Kurban bayramı’nda kurban kesme uygulamalarını nasıl görmezlikten geleceksiniz? Efendiler Efendisi sallallahu aleyhi ve sellem, hemen her yıl kurban kesiyor, bazen iki koç kesiyor. Birini kendisi ve ailesi adına, birini de ümmetinden kurban kesmeyenler adına niyetlenerek kesiyordu. Veda Haccı’nda ise yüz deve kurban ettiğini bunlardan altmış üç tanesini bizzat kendisi altmış üç yıllık ömrüne bedel kurban kestiğini, diğerlerinin kesimini ise başkalarına havale ettiğini tarih kaydediyor.
Kurbanın bedelini fakirlere vermek daha iyi mi ? Kurban kesme yerine kurbanın bedelini para olarak sadaka verme meselesi de ne Kur’an’da ne de Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in uygulamaları arasında gördüğümüz bir meseledir. Bu görüş, dinin şeair derecesindeki bir muameleyi lağv ve tahrif etmeye yönelik bir görüştür ki, asla kabul edilemez. Varlıklı insanların kurban kesmesi, muhtaçlara sadaka vermesine, bir hastanın tedavi masraflarını karşılamasına engel değildir. Hem kurban kesmeye, hem de çaresizlerin derdine derman olmaya gücü yeten insanlara: kurban kesmeyin, keseceğiniz kurbanların parasını muhtaçlara verin, demek, doğru olamayacağı gibi Kur’an’ı ve Sünnet’i kaâle almama ve hafife alma anlamına gelir.
Ölüler için kurban kesilmez mi ? “Ölülere Allah rahmet etsin”, denilirmiş de sevabı onlara bağışlanmak üzere kurban kesilmezmiş, iddiası da mantıklı ve tutarlı bir ifade olmadığı gibi aynı zamanda muteber kaynaklara da aykırı bir açıklamadır. Ölüler için “Allah rahmet etsin” demek bir duadır. Bunun anlamı şudur: Bu dua sebebiyle ölen şahsa Allah’ın rahmeti kavuşsun, o bundan menfaâtlensin, rahat etsin. Bu duanın sonucunu rahmet ve rahat olarak ölüye kavuşturan Allah’tır. Bu sevabı, dolayısıyla bu rahmeti ve rahatı ölüye kavuşturan Allah, sevabı ölülere bağışlanması umuduyla kendi rızası için kesilen ve fakir fukaraya dağıtılan kurbanın sevabını, dolayısıyla onların dualarının sonucunu bir rahmet ve rahat olarak, bir huzur ve mutluluk olarak neden kavuşturmasın? Bu Allah’ın kudretine ağır gelir mi? Kaldı ki kaynaklarımız da dirilerin yapmış olduklardı hayır ve hasenattan ölülerin hayır göreceğini, hatta Ehl-i Sünnet’e göre sevaplarının da onlara kavuşacağını ifade etmektedir. Kurban kesmek de bir çeşit duadır. İbadetlerin hepsi fiili duadır. Sözle ve fiille dua yapanlara sevap verildiği gibi bu duaları yapanlar, başkalarını da niyet ederek dua etseler, dua ettikleri kimselere de sevaplarından pay ayrılması Allah’ın lütfundan ve rahmetindendir. Hem de o hayır ve hasenatı yapanların sevabından bir şey eksilmeden.
56
“Kurban kesilmese de olur” diyorlar? Kurban kesmek başta Şafiî olmak üzere bazı imamlara göre sünnettir; ama onların bu sünnet hükmü, İmam-ı Azam’ın “vacip” hükmüne denk bir sünnettir. Terk edilmesi mümkün olmayan sünnetlerdendir. Şeair gibi bir sünnettir. İmam Muhammed buna.”Terkine ruhsat olmayan sünnet” demiştir. Dolayısıyla zengin olup da kurban kesmeyen hem Allah’ın emrini, hem de Peygamber’in emir ve uygulamalarını görmezlikten gelmiş olur ki bu da bir çeşit günahtır. Eğer kurban kesmeyen günaha girmemiş olsaydı hadis-i şerifte: “Hali vakti yerinde olup da kurban kesmeyenler bizim namazgahımıza yaklaşmasın” denilmezdi. [ V. Karakaş. Zaman Ailem.s: 160/32-35]
Taksitle veya veresiye ile kurban alıp kesmek caiz midir? Evet, caizdir. Kendisine kurban vacip olan kişinin bu şekilde kurban satın alması caizdir. Çünkü taksit ile veya veresiye alınan kurban da peşin alınan kurban gibi kişinin mülkiyetine geçmiş olur. [ a.g.e:46]
Zengin bir kimse herhangi bir sebepten dolayı bayram günlerinde kurban kesmemişse ne gerekir? Bu durumda bir kurbanlık koyunun değerini fakirlere tasadduk etmesi gerekir. Ertesi seneye bırakılmaz.
Bir kimse kurban bayramında kesmek niyetiyle aldığı hayvanı kesmeyip kurban günleri geçerse ne yapar? Kişi zengin ise dilerse aynını, yani o hayvanı, dilerse kıymetini, fakir ise aynını tasadduk eder.
Bir kimse aldığı bir hayvanı bayram günlerinde kurban olarak kesmeyi adaşa, fakat bayram günlerinde kesmezse ne yapması gerekir? Bu durumda sahibi zengin olsun, fakir olsun, o hayvanı fakirlere tasadduk etmesi gerekir. [Kurban. Semerkand yayınları.40]
Almanya’da ikamet edenler, parasını gönderdikleri kurbanlarını Türkiye’de kendi adlarına kestirebilirler mi? Elbette. Nerede olursa olsun parasını verdiği kimseye kurbanını kendi adına kestirmesi caizdir. Bu sebeple, bilhassa ihtiyaç sahibi aile ve öğrencilere vekalet yoluyla ulaştırılan kurbanlar, hedefini bulan kurbanlar olarak düşünülebilir. İtimat ettiğiniz kimseye parasını verip kendi adınıza kurbanınızı kestirir, dilediğiniz ihtiyaç yerlerini ulaştırabilirsiniz. Bütün mesele, kurbanların ihtiyaç sahibi yerlere gitmesi, neslin yetişmesine hizmet etmesidir. [ Ahmet Şahin.Zaman Ailem.s: 109/31]
57
ZİLHİCCE AYI ve ZİLHİCCENİN ON GÜNÜNÜN ÜSTÜNLÜĞÜ Kameri ayların on ikincisi olan Zilhicce ayı, İslâm’ın beş esasından biri olan Hacc ibadetinin yerine getirildiği umûmi af ve bağışlanma ayıdır. İşte bu mübarek ayın birinden onuna kadar olan zaman dilimi “Leyâli-i Aşere” yani on mübarek gecedir. Onuncu gün, Kurban Bayramı’nın ilk günü oluyor. İşte bu Allah’ın kitabında kendisi ile “Fecre ve On geceye andolsun” [ Fecr Suresi.l-2] diyerek yemin etmiş olduğu on gündür. Bu yüzden bu günlerde tekbiri, tehlili ve Hamdi bol bol yapmak müstehap olmuştur. Nitekim Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bu günlerde tekbir, tehlil ve hamdetmeyi çoğaltınız.” [ Zadu’l-Meâd. 1/77 ] Bu on günün diğer günlere faziletçe nisbeti, hac ibadeti yapılan mukaddes yerlerin yeryüzünün diğer yerlerine nisbeti gibidir. [ Zadu’1-Meâd. 1/78] Bugünlerin ne kadar bereketli olduğunu Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şu ifadelerle anlatıyor. “Günlerden hiç biri yoktur ki onlarda yapılan bir iş Zilhicce’nin ilk on gününde yapılan işten daha faziletli ve yüce, Allah’a daha sevgili olsun…” [ Tirmizi, H.no:754] Allah’ın bazı günleri, ayları diğerlerine üstün kılıp mübarekleştirmesi de bu ‘dilediğini seçer’ olmasındandır. Zilhicce ayının ilk on gününün diğer günlere üstün tutulması da bu seçim ve tercihlerden birisidir. O on gün Allah katında diğer günlerden daha faziletlidir. İbni Abbâs radıyallahu anhümadan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Başka günlerin hiçbirinde, -zilhiccenin ilk on gününü kastederek- şu günlerde işlenecek amel-i sâlihten, Allah katında, daha sevimli hiçbir amel yoktur. ” - Allah uğrunda yapılacak cihad da mı üstün değildir, Yâ Resûlallah? dediler. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Zilhicce’nin ilk dokuz günü oruç tutana, her günü için bir yıllık oruç sevabı verilir.” buyurarak aslında ömrünü bereketli bir zeminde geçirmek isteyenler için ne kadar paha biçilmez fırsatların olduğuna işaret buyuruyor. Efendimiz sallalahu aleyhi ve sellem Zilhiccenin dokuz günü, aşure günü ve her ayın ilk pazartesi ve Perşembe günleri olmak üzere üç gün oruç tutardı.” [ Ebu Davud,H.no:2437] Hafsa annemiz der ki: “Efendimiz sallalahu aleyhi ve sellem dört şeyi terk etmezdi. Aşure günü orucu, zilhiccenin on günü orucu, her ay üç gün orucu ve sabahın iki rekat sünneti.” [ Zadu’1-Meâd.2/651] Hadisteki”..on gün orucu..”ifadesinden maksat dokuz gündür. Çünkü onuncu gün Kurban Bayramı’dır. [İbn Mace.4/632] Kurban Bayramı günü oruç tutmak haramdır. Zilhiccenin başında dokuz gün oruç tutmak müstehaptır. Ebu’d-Derda radıyallahu anh Zilhicce ayının önemini söyle anlatıyor: “Zilhiccenin ilk 9 günü oruç tutmalı, çok sadaka vermeli, çok dua ve istiğfar etmelidir. Çünkü Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bu on günün hayır ve bereketinden mahrum kalana yazıklar olsun” buyurdu.
58
“Zilhicce’nin ilk dokuz günü oruç tutanın, ömrü bereketli olur, malı çoğalır, çocuğu belâlardan korunur, günahları affedilir, iyiliklerine kat kat sevab verilir, ölüm anında ruhunu kolay teslim eder, kabri aydınlanır, Mizan’da sevabı ağır basar ve cennette yüksek derecelere kavuşur.” [Furkan GALIB; “Mübarek Günler ve Geceler”, Timas, s.89-105] Bu kadar mübarek gecelerde, insana daha çok sevaplar kazandıracak şifreli ifadelere de ihtiyaç vardır. Ve Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bize, “Allah indinde Zilhicce’nin ilk on gününde yapılan amellerden daha kıymetlisi yoktur. Bugünlerde teşbihi (Sübhanallah), tahmidi (Elhamdülillah); tehlili (La ilahe illallah); ve tekbiri (tekbir ise Allahü Ekber demektir.) çok söyleyin.,!” [ Kutlu zamanlar.175; Abd b. Humeyd, Müsned.1/257] ifadeleriyle bu şifreleri bize öğretiyor.
Arafe Gününün Önemi Zilhicce’nin ilk on gecesinde yapılan her bir amel için, yedi yüz misli sevap verilirken, buna rağmen bu on günün hayrından mahrum olan kimselerin neler kaybettiklerinin izahı elbette ki zordur. Bu on günün özellikle dokuzuncu/arafe gününe dikkat çeken İslâm alimleri bu günün oruçla geçirilmesi üzerinde ısrarla durmuşlardır. Bu ısrara gerekçe olarak da onda olan ve saymakla bitmeyecek kadar olan çok hayrı göstermişlerdir. Arafe, bizde günümüzde zann olunduğu gibi herhangi bir günden önce gelen gün anlamına olmadığı gibi özellikle Kurban Bayramı’ndan önceki güne, bayramdan önce geldiği için “Arafe” denmemiştir. “Arafe Günü” Arafat’ta hacıların durma gününe has dini bir isim olup hiçbir güne bu isim verilemez.” [TecridTer.3/189] Hacı olsun olmasın herkes için, arafe gününden önceki Zilhicce ayının sekiz gününde oruç tutmak menduptur. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah katında Arafe gününden daha faziletli bir gün yoktur. Çünkü Arafe günü Allah-ü Teâlâ dünya semasına iner ve dünya sakinleri ile semâ sakinlerine karşı iftihar eder, övünür. İnsanların cehennem’den en çok çıkarıldığı gün Arafe günüdür.” [Ebu Davud, 6/503] “Arafe orucu tutmak sünnettir.” [ Bulûğ-ül-Merâm.2/452] Arafe, Kurban Bayramından bir önceki gün, hicrî takvime göre Zilhicce ayının 9. günüdür. Başka güne arafe denmez. Ülkemizde Ramazan Bayramının bir önceki gününe de arafe denmiştir. Bil ki, bu on günde diğer zamanlardan daha çok zikretmek ve arafe gününde, kalan günlerden de fazla zikretmek müstehaptır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Duaların en hayırlısı, arafe günü duasıdır ve “La ilahe illallahu vahdehu la şerîke leh, lehül mülkü ve lehül hamdü ve hüve âlâ külli şey’in kadiyr.” Allah’dan başka ilâh yoktur. O birdir ve ortağı yoktur. Mülk O’nun ve hamd O’nadır. O her şeye muktedirdir” zikri, benim ve benden evvelki peygamberlerin söylediği gibi en hayırlı sözdür.” [ İmam-ı Nevevi.El-Ezkârl/295]
59
İmam-ı Malik şu hadisi rivayet eder: Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Günlerin en faziletlisi arafe günüdür. Faziletçe cumaya benzer. O, cuma günü dışında yapılan yetmiş hacdan faziletlidir. Duaların en faziletlisi de arafe günü yapılan duadır. Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediği en faziletli söz de: La ilahe illallah vahdehu la şerike lehu. (Allah birdir, ondan başka ilah yoktur, O’nun ortağı da yoktur) sözüdür.” [ İmam Nevevi. 1/295- Furkan GALJB; “Mübarek Günler ve Geceler”, s.89-105] Abdullah b. Ömer radıyalalhu anh, arafe günü halktan para isteyen bir dilenci gördü ve ona: “Ey âciz! Bugün Allah-ü Teâlâ’dan başkasından istenir mi ?dedi.” [ İmam-ı Nevevi. El-Ezkâr. 1/295]
Arafe Gün ve Gecesinde Okunacak Dua Bilindiği üzere mübarek gün ve gecelerimizden biri de bayram gecesi bayram günüdür. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem arafe gecesinde şu duayı okuyana Cenâb-ı Hak istediğini vereceğini beyan buyurmuştur. Dua şudur: “Sübhânellezi fi’-semâvâti arşuhu. Sübhânellezi fi’l-ardı mevtıuhu. Sübhânellezi fi’l-bahrî sebilühu. Sübhânellezi fi’n-nâri sultânühu. Sübhânellezi fi’1-cenneti rahmetühu. Sübhânellezi fi’1-kubûri kadâuhu. Sübhânellezi fi’1-hevâi rûhuhu. Sübhânellezi rafaa’s-semâe bi-gayri amedin. Sübhânellezi vadaa’1-arda. Sübhânellezi la melce illâ ileyhi.” Buhari’de geçen bir hadisten öğrendiğimize göre arafe günü şu duayı okuyan, şeytanın tasallutundan kurtulur, kendini muhafaza altına almış olur. “Allahümme’c’al fî kalbî Nûran ve fî basan Nûran. Allahümme’şrahlî Sadrî ve yessir lî emil.” “Allah’ım, kalbimi, gözümü, gönlümü nurlu kıl. Allah’ım, kalbime genişlik, işlenme kolaylık ver” [Ahrnet Şahin.Günlük Hayatımızda Dualar.170] Netice itibarıyla, bu mübarek günleri ve gecelen dolu dolu geçirmemizi, tam bir ibadet ve dua insanı kesilmemiz gerekiyor. Arafe gününü de hiç unutmayalım. Bediüzzaman Hazretleri; “Bizim memlekette eskiden Arafe gününde BİN İHLAS-I ŞERİF okurduk. Ben, şimdi bir gün evvel beş yüz ve Arafe dahi beş yüz okuyabilirim. Kendine güvenen birden okuyabilir.” [Bediüzzaman Said Nursi.13. Şua] diyor.
Arafe ve Tevriye Günü Oruç tutmak Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem; “Tevriye yani Zilhicce’nin sekizinci günü oruç tutmak bir senelik küçük günahlara keffârem’r. Arafe yani Zilhicce’nin dokuzuncu günü oruç tutmak da iki seneye keffârettir.” [ Ramuz e!-Hadis:542/9; 309/3; Musahabe.5/85] Ayrıca Ebu Hüreyre radıyallahu anh’den rivayete göre “Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Arafe günü, Arafat’ta oruç tutmayı yasaklamıştır.” Binaenaleyh, hacıların tevriye ve arafe günlerinde oruç tutmaları mekruhtur. [ M.Talu, Dini Meselelerimiz.2/499] İhramda bulunan hacılara benzemek için kurban kesmek isteyen kimsenin, zilhiccenin birinci gününden kurbanını kesinceye kadar saçından, sakalından ve tırnaklarından bir şey kesmemelidir.
60
Müslim b. Ammar el-Leysi radıyalalhu anh rivayet etti. Dedi ki: Kurban bayramının önceğizinde hamamda idik. Orada bâzı kimseler kasık kıllarını temizlediler de hamam sahiplerinden biri: “Said b. Müseyyeb bunu mekruh görüyor; yahut yasak ediyor”, dedi. Az sonra Said b. Müseyyeb’e rastlayarak bunu kendisine andım. Said el Müseyyeb rahmetullahi aleyh: “Be kardeşimin oğlu ! Bu unutulmuş ve terk edilmiş bir hadistir. Bana Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin zevcesi Ümmü Seleme radıyallahu anh rivayet etti. Dedi ki: “Kimin kesecek kurbanı varsa, zilhicce ayının hilâli girince kurbanını kesinceye kadar saçından ve tırnaklarından hiçbir şey kesmesin.” [ Müslim, H.no:1977; Ebu Davud, H.no:2791;lbn Mace, H.no:3149-3150] Bayramda kurban kesecek kimse, ihramda bulunan hacılara benzemek için, zilhicce ayının birinci gününden kurban kesinceye kadar, saçından, sakalından ve bedeninin hiçbir yerinden ve sair tüylerini kısaltmaz ya da traş etmez, tırnağını kesmez. İhramda bulunan hacılar kurbanlarını kesmedikçe tıraş olup ihramdan çıkmadıkları gibi, kurbanını kestikten sonra, hacılar gibi, ihramdan çıkar gibi, bedeni temizliğini yapmalı, tıraş olmalı, tırnaklarını kesmelidir. Böyle yapmak müstehaptır. [ Riyazüs Sâlihin.7/228] Bundaki hikmet, kurban sahibinin kendisini ihramlı hacılara benzetmesidir. [ Ebu Davud,10/467] Mevlâ bizi affede, Bayram o bayram olur Cürm ü hatalar gide, Bayram o bayram olur
Avlarlı Efe Hazretleri
BAYRAM ADABI Bayramların Önemi
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem , Medine’ye teşrif ettiklerinde Medine’lilerin eğlenip oynadıkları iki günleri vardı. Efendimiz: “Bu günler neyin nesidir ?” dedi. “Biz cahileye devrinde bu günlerde eğlenirdik (Ya Resulallah” dediler. Bunun üzerine Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Şüphesiz, Allah size bu günlerin yerine daha hayırlısını, iyilerini, kurban ve fıtır günlerini (kurban ve ramazan bayramlarını) verdi.” [ Ebu Davud, h. no: 1134] buyurdu. Bayramlar Cenâb-ı Hakkın rahmet tecellileridir. Affın, hoşgörünün, yardımlaşmanın, gönül almanın, muhabbet, ikram ve ihsan duygularının yaşandığı müstesna günlerdir. Ramazan’da ve Hac’da ibadete yoğunlaşarak, mağfiret ve rızây-ı ilâhiye nail olan müminler, bayramlarda Allah’ın nimetlerinden daha rahat bir şekilde istifade ederler. Bir bakıma bayramlar, meşakkatli dünya imtihanından yüzünün akıyla çıkan müminlerin, cennet nimetlerine kavuşmasını ve orada diğer müminlerle, gönüllerinde haset, kıskançlık, kin gibi hiçbir menfi duygu olmaksızın karşılıklı muhabbet etmelerini temsil eder. Zâten, esas bayram da o gündür. Nitekim Hak dostları: “Gerçek bayram, yeni elbise giyene değil, Allah’ın azabından emin olanadır.”demişlerdir. [Efendimizin Hayat Ölçüleri .131]
61
Kurban Bayramı Kurban Bayramı ıydü’l-edhâ/ıydü’n-nahr, İslâm aleminin 10-13 Zilhiccce günlerinde kutladığı en meşhur dinî bayramdır. Hicri takvimin son ayı olan Zilhicce’nin onunda başlayan ve dört gün devam eden Kurban Bayramı, bu günlerde ‘Kurban’ kesildiği için bu adla anılmıştır. Hac ibadeti, Hicretin 9. yılında Kurban kesilmesi ve Kurban Bayramı namazı, oruç ibadeti ve Ramazan Bayramı gibi hicretin 2. yılında teşri kılınmıştır. Bu bayram Kur’an-ı Kerim’de Saffat (37/83-113) ve Hac sûrelerinde (22/26-28) geçtiği üzere Hazret-i İbrahim aleyhisselâm’ın sünneti olarak tes’îd edile gelmektedir. “Biz her ümmete kurban ibadeti koyduk ki, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanları keserken O’nun adını ansınlar…” [ Hac:22/34] ayeti de kurban kesmenin daha sonra bütün ümmetlere şâmil bir ibadet olduğunu bildirmektedir. Kurban Bayramı, Mekke’de nazil olan “Biz gerçekten Sana Kevser’i verdik. Sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kes !” emri ilâhisince yalnızca kendisine farz kılınmış olarak kuşluk namazı kılmaya ve kurban kesmeye başlayan Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem tarafından ilk defa, hicretin birinci yılında, Medine’de, Allah’ın emri doğrultusunda kavlî ve fiilî sünnetiyle bütün müminlere bir bayram olarak teşri’ buyrulmuş ve bugünlerde bayram namazı kılmak ve kurban kesmek de vacip kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim’in üzerinde en çok durduğu ve hükümlerini belirlediği bayram olan Kurban bayramı, aynı zamanda ilgili hadislerin bildirdiğine göre senenin en kıymetli günüdür veya hayırda Arefe gününe denktir. Arefe günü ve Kurban Bayramı günleri, esasında İslâm’in kutsi ve semavi kongresi hükmünde olan Hac ibadetinin vakitleridir. “Kurban ibadetinin dinin delillerinin Kur’an-ı Kerim’de bulunmadığını” iddia etmek ve Allah’ın bu çeşit buyruğunun olmadığını ileri sürmek de mesnetsizdir. Zira Kur’an-ı Kerim’de: “Ey Muhammed ! Onlara Adem’in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat! İkisi birer kurban sunmuşlardı da birinin ki kabul edilmiş; diğerinin ki ise kabul edilmemişti…” [ Maide suresi,27] buyrulmuştur. Ayrıca Hazret-i İbrahim aleyhisselâm’ın oğlu Hazret-i İsmail’in yerine bir koçun Allah tarafından fidye/kurban olarak verildiği açıkça bildirilmektedir. [ Saffat suresi. 107] Nitekim; “Her ümmet için Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerine O’nun adını anarak kurban kesmeyi meşru kıldık. [ Hac suresi.34] ve “Bu hayvanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşacaktır. Allah’a ulaşacak olan ancak, sizin O’nun için yaptığınız, gösterişten uzak amel ve ibadettir.” [ Hac suresi,37] âyetlerinde de izah edildiği gibi bu ibadet büyük bir öneme sahiptir. [ Kutlu Zamanlar, 146-147] Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Kurban Bayramı’ndan bahseden hadislerinde, bu bayramın ilâhi iradeyle ortaya çıkması şu şekilde ifade edilir: “Kurban gününü bayram olarak kutlamakla emrolundum. Onu bu ümmet için Allah bayram kılmıştır.” [EbuDavud, h.no:2789] Bu sebeple her mümin bu bayrama, imkânı nispetinde katılmalıdır. İmkânı olanlar kurban kesecek, olmayanlar da bu neşe ve sürür gününde maddi ve manevi lütuflardan istifadeyle, bayramın hazzına ulaşacaktır. Bunun için, insanın kendisini heder edecek kadar sıkıntıya girmesine gerek yoktur.
62
Kurban kesemeyen kimse bayram için hazırlanır, temizlenir, namaza giderse, kurban kesme sevabını elde eder. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Kurban gününü bayram olarak kutlamakla emr olundum. Onu bu ümmet için Allah bayram kılmıştır.” buyurmuştu. Bir adam kendisine: “Ey Allah’ın Resulü! Emanet olarak verilmiş bir hayvandan başka bir şeye sahip değilsem, onu kesebilir miyim?” diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Hayır, ancak saçını, tırnaklarını kısaltır, bıyıklarından alır, etek tıraşını olursun. Bu da sana Allah yanında bir kurban yerine geçer.” dedi. [ Furkan GALIB; “Mübarek Günler ve Geceler”, Timas, s.89-105] Bu kimsenin, kurban kesme hususunda son derece arzulu ve ihlaslı olduğu halde fakirliği yüzünden buna gücü yetmediğini görünce, onun da kurban kesme sevabına erişmesini sağlamak maksadıyla kendisine, kurban kesen kimseler gibi, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, bugün yapılması gerekenler arasında: “Bayram günü saç tıraşı olmak, uzamış olan tırnakları, bıyıkları keserek bedenen temizlenmek, yeni ve temiz giysiler giyinmek…” gibi şeyleri saymış, bayramın hürmetine uygun bir şekilde görünmenin de manevi kazanç yönünden kurban kesmiş kadar Allah indinde makbul olacağını belirtmiş, [ Kutlu Zamanlar.133-134] bayrama iştirak etmesini tavsiye etmiş ve kendisine böyle hareket etmekle, aynen kurban kesmiş gibi sevaba erişeceğini bildirmiştir, [ Ebu Davud. 10/462]
Peygamberimizin Bayram Adabı Cenab-ı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, her cuma ve bayram günü adeti veçhile dişlerinden tırnaklarına kadar umumi bir temizlik yapardı. Boy abdesti alarak yıkanır. Yeni elbiseler giyer. Güzel kokular sürünerek bayram namazına giderdi. Giydiği bayramlık elbiseleri kırmızı ve yeşil yollu Yemen kumaşından biçilmiş altlı üstlü iki kat elbisedir. Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bayram namazına gitmeden önce o gün oruçlu olmadığını, birkaç hurma yemek suretiyle gösterir ve hurma sayısının tek olmasına dikkat ederdi. “Allah-ü Teâlâ tekdir, tekleri sever” buyurmuştur. Bayram namazlarına gidiş ve dönüş yollarını ayrı ayrı (intihab) ederek, halkın bayramlaşmasını kolaylaştırırdı. Bütün bu tebrikleri neş’e ve sevinç içinde kabul ederdi. Şair Ka’b, bir şiirinde Peygamberimizin bu neş’e ve sevincini; “Peygamberimiz gülümsedikçe mübarek yüzü şimşek çeker gibi nur saçardı” mısraları ile tasvir etmiştir.
Kurban Bayramında Yapacağımız Vazifeler Bayramlarda Boy Abdesti Almak Sünnettir. Bayram günü erken kakıp boy abdesti alalım. Yeni ve temiz elbiselerimizi giyelim. “Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem fıtır (Ramazan) bayramı günü ve Kurban bayramı günü boy abdesti alırdı.” [ İbn Mace, H.no:1315] “Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Fıtır (Ramazan) bayramı günü Kurban bayramı günü ve arefe günü boy abdesti alırdı. (Ravi demiştir ki) el-Fakih de bugünlerde boy abdesti almayı ev halkına emrederdi.” [ İbn Mace, H.no:1316]
63
1. Bayram gününde yıkanmak, hoş kokular sürünmek, misvak kullanmak, erkeklerin en güzel elbiselerini giymeleri Allah’ın nimetini göstermek ve Allah’a şükretmek için menduptur. 2. Aile fertlerine genişlik sağlamak, gücün yettiği ölçüde adetinden fazla olarak çokça sadaka vermek, böylece fakirleri istemeğe muhtaç etmemek için, çevremizde bulunan fakir-fukara ve yetimleri sevindirelim. 3. Karşılaştığı mümin kardeşlerine karşı güler yüz ve sevinç göstermek kardeşlik ve sevgi bağlarını kuvvetlendirmek için hayatta bulunan akraba ve dostlarını ziyaret etmek. 4. Kurban bayramında namazdan önce bir şey yemeyelim. Kurbanımız varsa ilk olarak kurban etinden yiyelim. 5. Hanefi mezhebine göre kişinin sabah namazını kendi mahallesinin mescidinde kılması menduptur. 6. Çocuklarımıza bu güzel günde bayram namazına götürelim. Bunun hazırlığını akşamdan yapalım. “Yarın, ben oğlumla bayram namazına gideceğim” demek suretiyle bu tatlı anı onlara yaşatmaya gayret edelim. 7. Birinci safın faziletine erişebilmek için camiye erken gitmeliyiz. 8. Kadınlar ise, fitne korkusundan ötürü, bayrama süslü olmayan normal elbiseleri ile ve hoş koku sürünmeksizin çıkarlar. 9. Bayramın verdiği sevinç ve mutluluk ile mü’minlerin kalplerinin mesrur, yüzlerinin mütebessim ve nurlu, gözlerinin nuru ilahi ile ışıl ışıl parladığı mübarek bayram günlerinde, boynu bükük, gözleri yaşlı ve kalpleri mahzun olan fakir, yetim ve kimsesizleri unutmayalım. Onlara yardım ellerimizi uzatalım ve kurban etlerinden gönderelim. Sevinç ve mutluluk ifadelerinin satır satır okunduğu bayram günlerinde onlarında sevinmelerini temin edelim. 10. Büyüklerimiz, anne ve babalarımızı ziyaret edip bayramlarını tebrik ederek hayır dualarını alalım. Şayet büyüklerimiz anne ve babalarımız vefat etmişlerse, kabirlerini ziyaret edip Kuran okuyalım ve bağışlamaları için Allah’a dua edelim. 11. Dargınlarımız varsa bayram günlerin fırsat bilerek barışalım.
Bayram Namazları Bayram namazı, biri Ramazan Bayramı’nda diğeri Kurban bayramı’nda olmak üzere yılda iki defa kılınan iki rekatlık bir namazdır. Hanefi mezhebine göre vaciptir. Hicretin birinci yılı meşru olmuştur. Bayram namazlarının meşru olduğuna delil Kur’an, Sünnet ve İcma’dır. Kur’an’dan delil: “Rabbin için namaz kıl, kurban kes” [ Kevser süresi:2] Tefsir kaynaklarında meşhur olan görüşe göre, bu ayetteki namazdan kastedilen mânâ Kurban Bayramı Namazı ve Kurban’dır. Sünnetten delil: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in iki bayram namazını da kıldırdığı tevatür [kuvvetli haber] yolu ile sabittir. Peygamberimizin ilk kıldırdığı bayram namazı, hicretin ikinci yılındaki, Ramazan Bayramı namazıdır. Hazret-i Peygamber aleyhis-selâm bayram namazlarını ezansız ve kametsiz olarak kılardı.
64
Câbir b. Semure radıyalahu anh’den; demiştir ki: Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte ezansız e kametsiz olarak defalarca bayram namazı kıldım.” [ Ebu DavudH.no: 1148] Bütün müslümanlar iki bayram namazını da meşru olduğu konusunda icma [birlik] etmişlerdir. Hanefi fukahası, Cuma ile bayram namazlarını birbirinden ayırmamış, edası için aynı şartların bulunması gerektiği hususunda ittifak etmiştir. İmam Merginani: “Bayram namazı, üzerine Cuma namazı vacip olan herkese vacip olur” [ Fıkhi Mese!eler.4/113] buyurmuştur. Ömer Nasuhi Bilmen: “Kendilerine Cuma namazı farz olan kimselere -Cuma namazının vücup ve eda şartları dairesinde- Ramazan ve Kurban bayramı namazları vaciptir. Yalnız bayram namazlarında hutbeler, vacip olmak üzere şart değildir. Belki bu namazlardan sonra hutbe okunması bir sünnet-i seniyyedir.” [ Ö.Nasuhi Bilme.B.İslâm İlmihâli. 167] Ali Fikri Yavuz: “Üzerine Cuma namazı farz olan kimselere bayram namazları da vaciptir. Bayram namazlarının sıhhat şartları aynen Cuma namazının sıhhat şartlarıdır.” [ A.Fikri Yavuz.İslâm İlmihâli.211] Bayram namazları hakkında Kime cuma namazı farz ise; o kimseye bayram namazı kılmak vaciptir. Bayram namazlarından sonra okunan hutbeler sünnettir, cuma hutbesi gibi farz değildir, cuma hutbesi namazdan önce, bayram hutbesi ise namazdan sonra okunur. Bayram namazları hicretin birinci yılında meşru kılınmıştır. [ Şamil İs.An] Bayram Namazına Yürüyerek Gitmek Sünnettir “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bayram namazına (mu-sallaya-camiye) yürüyerek çıkar ve yürüyerek dönerlerdi.” [ İbn-i Mace, h. no: 1295]“ Bayram namazına yürüyerek gitmek sünnettendir.” [ İbn Mace, H.no:1296 ] Bayram Günü Bayram Namazına Bir Yoldan Gitmek ve Başka Bir Yoldan Dönmek Sünnettir. “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bayram namazına yürüyerek giderdi ve geldiği yoldan başka, bir yoldan dönerdi.” [ Tirmizi, H.no:540; Ebu Davud, H.no:1156; İbn Mace, H,no:1298] Hadis-i şerif, bayram namazına gidip gelişte ayrı ayrı yolları tercih etmesinin müstehab olduğunu göstermektedir. Bundaki hikmet, camiye gidiş-gelişte, yolların ve sakinlerinin şahit olmaları, İslâm’ın şeref ve izzetinin izharı, tabir caizse kafirlere karşı bir gövde gösterisi yapmaktır.
Kurban Bayramında Bayram Namazına Giderken Tekbir Getirmeli Ramazan Bayramı’nda bayram namazı kılınan camiye giderken gizli olarak, Kurban Bayramı’nda açıktan tekbir getirmek sünnettir. Delili, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Zikirlerin en hayırlısı gizli olanıdır. Rızıkların en hayırlısı yetecek kadar olanıdır.” hadis-i şerifidir. Kurban bayramı münasebetiyle namaza giderken duyulacak sesle tekbir getirelim. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Bayramlarınızı tekbirlerle süsleyin” buyurmuştur.
65
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Kurban bayramı sabahı, namaz kılınacak yere gelinceye kadar tekbir getirir ve namaz bitinceye kadar devam ederdi. Namaz bitince tekbiri keserdi. İbn-i Ata rahmetullahi aleyh: “Bayram günü tekbir getirmek sünnettendir.” buyurmuştur. Tekbirin lafzı: “Allâh-ü Ekber Allâh-ü Ekber la ilahe illellâhu vallâhu Ekber Allâhu Ekber Allahu Ekber ve lillâhi’l- Hamd” [Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Allah’dan başka ilâh yoktur. Allah en büyüktür. Allah en büyüktür ve hamd O’na mahsustur.] Tekbirde aynı zamanda İslâm’ın şiarını göstermek, başkalarına İslam’ın üstünlüğünü hatırlatmak vardır. [Is. Fık. Ans. 2/468]
Kurban Bayramı Namazı Vakti Kurban Bayramı namazını vakti girer girmez hemen acele kılmak sünnettir. Çünkü, Kurban bayramında acele edince namazdan sonra kesilecek kurbanlar için vakit genişlemiş olur. Ramazan Bayramı namazını ilk vaktinden biraz tehir etmek de sünnettir. Ramazan bayramında biraz gecikilirse, fitresini vermemiş bulunanlar, bu arada zaman genişliği bulmuş olurlar. Hazret-i Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Necran’da bulunan Amr b. Hazm radıyallahu anh’a şöyle yazmıştır: “Necranlılara kurban bayramı namazını acele kıldır. Ramazan bayramı namazını tehir ederek kıldır ve insanlara öğüt ver. Çünkü böyle yapmakla kurban kesmek ve fıtır sadakasını vermek için genişçe bir vakit kalmış olur.” [ İs. Fık. Ans. 2/456-475] Kurban Bayram namazını vakti girer girmez kılmak sünnettir. Niyet: Niyet ettim Allah rızası için vacip olan Kurban Bayramı namazını kılmaya. Uydum hazır olan imama. Namazdan sonra Estağfirullah [üç defa] [ Mahmut Özakkaş, Namaz An. 176] İmam namazdan sonra hutbe için minbere çıkar, oturmaksızın hutbeye .- “Allâhü Ekber” diye üç defa tekbir getirerek başlar. Cemaat de bu tekbirlere iştirak eder. İmam hutbede Kur’an ve teşrik tekbirleri ile yapılacak ziyaret ve yardımlaşmalar hakkında konuşur. Birinci hutbeden sonra kısaca oturur. İkinci hutbeye yine tekbirle başlayıp sonunda tekbirle iner. [ Mahmut Özakkaş, Namaz An. 176] Bayram namazına yetişemeyen kimse, artık onu kaza edemez ve tek başına kılamaz. Dilerse döner gider, dilerse dört rekat nafile namazı kılar. [ Şamil İslâm. An.]
Teşrik Tekbirleri “Allâh-ü Ekber Allâh-ü Ekber la ilahe illellâhu vallâhu Ekber Allâhü Ekber Allâhü Ekber ve lillâhi’l- Hamd”
66
Erkek ve kadınlara Kurban Bayramında namazlardan sonra teşrik tekbirlerini bir kere getirmek vaciptir. Teşrik günlerinde tekbir getirmenin vacip olduğu ve müddeti konusunda delil: “Allah’ı sayılı günlerde zikredin” [ Bakara suresi.203 ] ile Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem arafe günü sabah namazından sonra tekbire başlar, teşrik günlerinin sonuncu günü ikindi namazına kadar devam ederdi. Bunu farz namazlardan sonra selâm verince yapardı.” Buna göre yirmi üç vakitte tekbir getirilir. Yalnız olarak, seferi olarak yahut imamla birlikte farz namaz kılan herkes için farzların peşinden tekbir getirmek vaciptir. Çünkü tekbirler namaza bağlıdır. Kadınlar dışında herkesin bu tekbiri açıktan alması da sünnettir. Tekbir cemaatle de yalnız başına da eda edilebilir. Erkekler tekbiri açıktan getirirler. Kadınlar ise tekbiri gizlice getirirler. Teşrik tekbirlerini cemaatle hep birlikte söylemek müstehaptır. Vitir namazı ve bayram namazları sonunda tekbir getirilmez.Teşrik Tekbirleri Hazret-i İbrahim aleyhisselâm’ın sünnetidir Hazret-i İbrahim aleyhisselâm, Hazret-i İsmail aleyhisselâm’ı kurban etmeye hazırlanırken bir anda “Allâhü Ekber Allâhü Ekber” sadâlarını duyar. Yanı başında Hazret-i Cebrail’in semiz bir koçla kendisine doğru geldiğini görür, hamd ve şükür duyguları içinde “Lâilâhe illallâhu vallâhu ekber”der. Durumu fark eden Hazret-i İsmail aleyhisselâm ise, Cenab-ı Hakk’a karşı olan minnet ve şükranını “Allâhü Ekber ve lillâhi’1-hamd” sözleriyle ifade eder. Getirilen bu teşrik tekbirlerinden sonra Hazret-i İbrahim aleyhisselâm, “Bismillâhi Allâhü Ekber” diyerek koçu kurban eder. Kurban bayramı günlerinde, Arafe günü sabah namazından, bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar her vakit, namazın farzından sonra teşrik tekbirlerini okumak vacip kabul edilmiştir. [ Kutlu Zamanlar. 125-126 ]
Neden Tekbir Getiriyoruz ? “Sayılı günlerde Allah’ı zikredin.” [ Bakara suresi.2/203] Emri ile yapılması istenen zikir; kurban bayramı öncesi 9 Zilhicce Arafe günü sabahtan başlayıp bayramın 4. gününe kadar beş gün süre ile teşrik günlerinde farz namazların akabinde “Allâh-ü Ekber Allâh-ü Ekber la ilahe illellâhu vallâhu Ekber Allâhu Ekber Allahu Ekber ve lillâhi’l- Hamd”[Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Allah’dan başka ilâh yoktur. Allah en büyüktür. Allah en büyüktür ve hamd O’na mahsustur.] şeklindeki tekbir getirmek[teşrik tekbirleri], Hac’da cemerata taş atarken “Bismillahi Allâhu ekber” [Allah’ın adıyla, Allah en büyüktür] demek ve kurban keserken tekbir almaktır. [ Kur’anda Zikir Kavramı ve Allah’ı Zikir.77] Bakara suresinin 183-185 âyetlerinde oruçla ilgili hükümler zikredildikten sonra 185. âyetin sonunda: “..Size doğru yolu gösterdiğimizden dolayı Allah’ı tekbir etmenizi ister.” Hac suresinin 36-37 âyetlerinde kurbanla ilgili hükümler zikredilmiş, 37. âyetin sonunda: “…kurbanlıkları bu şekilde size boyun eğdirdi ta ki size doğru yolu gösterdiği için Allah’ı tekbir edesiniz.” buyrulmuştur. Yüce Allah, bu iki âyette bizden verdiği nimetler karşısında “Allâhu Ekber” diyerek kendisini hamd ü sena ile tazim etmemizi istemektedir.
67
Bakara süresindeki “tekbir” emri ile bayramlarda tekbir getirilmesinin kastı da söz konusudur. İbn Abbas; “Şevval hilâlini gördükleri zaman tekbir getirmek Müslümanların üzerine bir haktir.” demiştir. Bu âyete dayanarak İmam Şafiî, İmam Malik, İmam Ahmed b. Hanbel, İmam Ebu Yusuf, İmam Muhammed, bayram namazlarına giderken tekbir getirilmesi içtihadında bulunmuşlardır. Ramazan ve Kurban bayramı namazında birinci rekatta fatihadan önce üç defa, ikinci rekatta zammı sureden sonra üç defa “Allâhu ekber” diyerek tekbir alınır. Bunlara “zevâid tekbirleri” denir. Selâmdan sonra, hutbe içinde ve hutbe sonrasında; “Allâh-ü Ekber Allâh-ü Ekber la ilahe illellâhu vallâhu Ekber Allâhu Ekber Allahu Ekber ve lillâhi’l-Hamd” denilerek tekbir alınır. Bu tekbirlerin dayanağı bu âyettir. Kurban bayramının bir gün öncesi olan Arafe günü sabah namazından bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar 23 vakit farz namazların selamından sonra bir defa “Allâhü Ekber Allâh-ü Ekber la ilahe illellâhu vallâhu Ekber Allâhu Ekber Allahu Ekber ve lillâhi’l- Hamd” tekbir alınır ki buna “Teşrik tekbirleri” denir. Bakara süresindeki “tekbir” emri, “bayram namazı kılınız”, Hac süresindeki “tekbir” emri ise, “hayvanları keserken tekbir getirin” anlamına da gelebilir. Bunu En’am suresinin; “O halde Allah’ın âyetlerine inanıyorsanız kesilirken üzerine O’nun adı anılan hayvanların etinden yeyin.” ayeti ile; “Kesilirken üzerine Allah’ın adı anılmayan hayvanların etlerinden yemeyin. Çünkü onu yemek yoldan çıkmaktır.” ayeti teyid eder. Eti yenen hayvanlar kesilirken “Bismillâhi Allâhu ekber” [Allah’ın adıyla, Allah en büyüktür] denir. “Allâhu ekber” [Allah en büyüktür] sözü aynı zamanda Allah’ı zikirdir. Tekbir getiren kimse “Allah’ı çok zikredin” [33/41] emrini de yerine getirmiş olur. [1.Karagöz. Kur’anda Zikir Kavramı.83-85]
Kurban Bayramının 1. Gününün Önemi Allah’ın bazı günleri, ayları diğerlerine üstün kılıp mübarekleştirmesi de bu ‘dilediğini seçer’ olmasındandır. Allah katında günlerin en hayırlısı kurban kesme günüdür. [ Zadu’l Meâd.1/75] Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Şânı yüce olan Allah katında günlerin en büyüğü kurban bayramı günüdür. Sonra da karr günüdür.” [Ebu Davud.H.no:1765] Diğer bir rivayette: “Allah katında günlerin en faziletlisi Kurban günüdür.” buyrulmuştur. Kurban kesilen günlerin en faziletlisi Kurban Bayramı’nın birinci günüdür., sonra “karr günü” denilen Kurban Bayramı’nın ikinci günü gelir. Bu güne “karr günü” denmesinin sebebi o günde halkın Minâ’da karar kılıp istirahata kavuşmasıdır. [ Ebu Davud.6/503-504 ]
Kurban Bayramında Namazdan Sonra Yemek Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Ramazan bayramında bir şey yemeden namaza çıkmaz, Kurban bayramında ise namaz kılıncaya kadar bir şey yemezdi. [ Tirmizi, H.no-.541] “Döndüğü vakit kurbanından yerdi.” [ Selâmet yolları.2/179] “Döndüğü vakit kurbanının karaciğerinden yerdi.” [ Selâmet yolları.2/179] Kurban bayramında, kişi ister kurban kessin, ister kesmesin mutlak olarak yemeği tehir etmek menduptur.
68
Bir kimse kurban bayramında, ilk yediği şeyin kurban eti olması müstehaptır. Bu, Allah’ın bir ziyafetidir. Kurbanda yemeği namazdan sonraya bırakmanın hikmeti: Kurban kesmeyi meşru kılmak suretiyle Allah-ü zülcelâl kullarına kerametini gösterdiği cihetle, o gün namazdan sonra yapılacak en mühim işi Allah’ın nimetlerine şükür için onun ziyafetinden yemeye başlamak olmuştur. [ Selâmet yolları.2/179]
Bayramlarda Tebrikleşmek Bayram günü ilk bayramlaşma, bizden istiğfar, dua ve sadaka sevabı bekleyen geçmişlerimizle yapılır. Onlara Fatihalar ve sadaka sevapları ikram edilerek ruhları şad edilir. Hallerinden ibret alınarak, hakiki bayrama hazırlık yapmak gerektiği anlaşılır. Daha sonra akraba, eş ve dost ziyaretleri yapılarak hâl hatır sorulur. Herkes birbiriyle helâlleşir ve dargınlar barışır. [Efendimizden Hayat Ölçüleri. 134] Sevinçli anlarda tebrikleşmek sünnettir. Remli isimli kitapta.- “Mübarek günlerde Ramazan ve Kurban bayramı günlerinde tebrikleşmek meşrudur.” denilmektedir. Ömer Nasuhi Bilmen rahmetullahi aleyh: “Büyük İslam İlmihâli” adlı eserinde; “Ramazan, Kurban bayramı günlerinde, mübarek gün ve gecelerde tebrikleşmek ve dualaşmak sünnettir.” demektedir. İmam-ı Sehavi rahmetullahi aleyh: “Ayları ve bayramları tebrik etmek insanların adetlerindendir.” Buyurmuştur [ Ruhul-Furkan, 2/297] Bayram günleri bayram tebrikleri için musafaha ederken önce davranan biri diğerine şöyle dua eder: “Tekabbelellâhü minnâ ve minküm” “Allah sizden ve bizden kabul buyursun.” Muhatab olan da buna “amin” demekle karşılık vereceği gibi. “Gaferallâhü lenâ ve leküm” “Allah bizi de, sizi de mağfiret buyursun” demektir. [ Ahmet Şahin Günlük Hayatımızda Dualarımız. 171]
Bayram Gecelerini İbadetle Geçirmek Sünnettir Bayram gecelerinde dua kabul olur. Kabul edilmesi rahmet-i ilahi ile beklenir. Bu yüzden Cum’a gecesi ile Recep ayının ilk cuması ve Şaban ayının ortasında dua etmek müstehap olduğu gibi, bayram gecelerinden duada bulunmak da müstehaptır. Bu ibadetler zikir, namaz, Kuran okumak, tekbir, teşbih, istiğfar gibi şeylerdir. Bu ibadetler de gecenin son üçte birinde yapılmalıdır. En iyisi bütün bayram gecelerini ibadetle geçirerek ihya etmektir. Çünkü peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Her kim Ramazan Bayramı gecesi ile Kurban Bayramı gecelerini Allah’tan ecir bekleyerek ibadetle geçirirse, kalplerin öldüğü günde onun kalbi ölmez.” [ Tergib ve Terhib. 2/531] “Kim ahiret sevabını umarak, iki bayram gecelerinde Allah’a ibadet ederse, kalplerin öldüğü zamanda onun kalbi ölmez.” [ Tergib ve Terhib. 2/532] “Şu beş geceyi ihya edenlerin cennete girmeleri vacip olmuştur: Bu gecelerde: Terviye gecesi (Zilhiccenin sekizinci günü), Kurban Bayramı arafe gecesi, Kurban Bayramı gecesi, Ramazan Bayramı gecesi, Saban ayının on beşinci gecesidir.” [ Tergib ve Terhib.2/531]
69
“Bayram gecelerini Allah-ü Teâlâ’nın zikri, namaz ve başka ibadetlerle ihya etmek müstehaptır. Bayram gününde ibadetin diğer günlerdekinden efdal oluşunun sırrı şuradan ileri gelir: “Gaflet vakitlerinde ibadet, diğerlerinden üstündür. Teşrik günleri ise umumiyetle gaflet günleridir. Bu sebeple o günlerde ibadet yapana, diğer günlerde yapana nazaran ziyade bir sevap vardır. Bu tıpkı, insanların çoğunluğu uykuda iken geceleyin kalkıp ibadet yapan kimse gibidir. [ Kütüb-i Sitte Muhtasarı. 13/134] Yatsı namazı ile sabah namazlarının cemaatle kılınması da bunun yerini tutar. Osman b. Affan radıyallahu anh’ den demiştir ki: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Yatsı namazını cemaatle kılan kimse o gecenin yansını namaz kılmakla geçirmiş gibidir. Yatsı ve sabah namazlarını cemaatle kılan kimse o gecenin tamamını namaz kılmakla geçirmiş gibi sevap alır. [ Ebu Davud:H.Nu:555]
Bayram Günü Duası Bayram günlerinde yapılan dua ve iyiliklerin sevabı daha fazladır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bayram günlerinde şu duayı çok okuyanın kalbinin ölmeyeceğini haber vermiştir. Dua şudur: “Yâ hayyû, yâ kayyûm, yâ bedîa’s-semavâti ve’1-ardı, yâ ze’l-celâli ve’1-ikrâm.” “Ey Hayy ve Kayyûm olan Rabbimiz, ey semâvât ve arzın bedî’i, ey celâl ve kerem sahibi. Beni sen koru, sen istikametde dâim eyle. Kötülük ve günahlardan muhafaza et, sırat-ı müstaksimde dâim ve sabit eyle.” [ Ahmet Şahin.Günlük Hayatımızda Dualar. 170]
Ramazan ve Kurban Bayramı Günlerinde Oruç Tutmanın Yasak Olması Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Fıtır günü (Ramazan bayramının ilk günü) ve Kurban Bayramı’nın günü oruç tutulmasını yasakladı.” [Tirmizi, H.no:768] “Ramazan Bayramı ise, oruçlardan çıkışınızı ve Müslümanların bayramıdır. Kurban bayramına gelince, kestiğiniz kurbanların etlerinde yiyiniz.” [ Tirmizi, H.no:769] “Ramazan ve Kurban Bayramı günleri ile teşrik günleri biz Müslümanların bayramıdır. Bunlar yemek içmek günlerimizdir.” [ Tirmizi, H.no:770] “Teşrik günleri yiyip içme ve namaz günleridir. Binaenaleyh onlarda hiç kimse oruç tutmaz.” [Selâmet Yolları.2/461] “Teşrik günleri yiyip içme ve Allah Azze ve Celleyi anma günleridir” [ Selâmet Yolları.2/461] “Teşrik günleri yiyip içme ve cima günleridir.” [ Selâmet Yolları.2/462]
70
Bayram günleri Allah’ın kullarına ziyafet günleridir. Ramazan ve Kurban bayramı günleri oruç tutmak haramdır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem iki günün orucunu yasakladı. Çünkü kurban bayramı günü kurbanlarınızın etlerinden yiyeceğiniz gündür. Ramazan Bayramı ise, oruçlarınıza son verişinizdir.” [ Ebu Davud, H.no:2416]
Bayram Günlerinde Kabirleri Ziyaret Etmeliyiz Kabir Ziyaretinde Ahireti Hatırlar Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem önceleri kabir ziyaretini yasaklamıştı. Bunun sebebi cahiliye devrinden yeni çıkan Müslümanların kabir ziyareti sebebiyle bir takım bâtıl inanç ve adetleri hatırlamalarını, hataya düşmelerini önlemekti. İslâm gönüllere yerleşince kabir ziyaretine izin verdi ve bunu “ahireti hatırlatma” hikmetine bağladı. [ H.Karaman. Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken] Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kabirleri ziyaret etmek isteyen ziyaret etsin. Çünkü kabir ziyareti bize ahireti hatırlatır.” [Tirmizi, h.no: 1060] Diğer bir rivayette: “Çünkü şüphesiz kabirlerin ziyareti, dünyayı küçümsetir ve ahireti hatırlatır.” [ İbn Mace, H.no:1571] buyurarak da bu ziyaretlerden asıl maksadın, ahireti hatırlamak ve o güne hazırlanmaya önem vermek olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Genel olarak kabirleri ziyaret etmek erkekler için müstehap, kadınlar için caizdir. Kadınların kabirleri ziyaret etmesi, bağırıp çağırma, saçını başını yolma ve kabirlere aşırı saygı gibi fitne korkusu olmadığı zaman mümkün ve caizdir. Çünkü Peygamber Efendimiz, çocuğunun kabri başında ağlamakta olan bir kadına sabır tavsiye etmiş, onu ziyaretten alıkoymamıştır. Diğer yandan Hazret-i Aişe annemiz de kardeşi Abdurrahman b. Ebubekir’in kabrini ziyaret ettiği nakledilmektedir. [ Üsve-i Hasene. 1/471; Müslim, c:5/260] Alimler kadınların kabir ziyareti ile ilgili şunları söylemektedir: Kadınların kabirleri ziyaretlerine gelince, bazı hususlara riayet etme şartı ile buna müsaade olunmuştur: 1.Kalabalık bir günde, erkeklerin arasına karışarak ziyarete gitmemelidir. 2.Tesettüre son derece riayet etmeli ve güzel koku/parfüm kullanmamalıdır. 3.Bu ziyareti tek başına yapmamalı; ya mahremi olan bir er kekle veya birkaç kadın bir araya gelerek ifâ etmelidir. 4.Kabrin başında feryâd-ü figan ederek ağlamamalı ve ölünün üzülmesine ve azap görmesine sebep olmamalıdır. [ Mehmet Emre.Müslümanca yaşama Sanatı. 1/411]
71
Salih kimselerin, anne, baba ve yakın akrabanın kabirlerini ziyaret etmek mendup sayılmıştır. Salih kişilerin kabirlerini, özellikle Allah Resûlü’nün kabrini ziyaret, ruhlara ferahlık verir ve ulvi hislerin duyulmasını sağlar. Efendimiz’in ve Allah’ın veli kullarının kabirlerini ziyaret için yolculuğa çıkmak menduptur. Bir hadis-i şerifte; “Kim, beni öldükten sonra ziyaret ederse, şefaatim ona hak olur.” [ Üsve-i Hasene. 1/473]buyrulmuştur. Salih kişilerin ve din büyüklerinin kabirlerini ziyaret etmekte çok büyük faydalar mevcuttur. Şuurlu bir şekilde hareket etmek, gerekli ibreti almak ve yanlış itikatlara kapılmamak şartıyla kabir ziyaretinde herhangi bir beis yoktur. [ Üsve-i Hasene. 1/471] Kabirleri ziyaret etmek, orada bulunanlara selâm verip dua ve istiğfarda bulunmak, onlar adına hayır ve hasenat yapıp Kur’an tilavet etmek, mevtalar için bir rahmet vesilesidir. Kuran’ı Kerim’de Rabbi’miz, bizden önce ahrete intikâl etmiş mümin kardeşlerimiz için şöyle dua etmemizi tavsiye eder: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen çok şefkatli ve çok merhametlisin.” [Haşrsuresi.59/10] Kabir ziyaretiyle maksad, ziyaretçilerin ibret alması, ziyaret olunan kabir ehlinin onların dua ve istiğfarlarından faydalanmaları ve sağlığında olduğu gibi, hürmet görmesidir.” [ Dürretül Fahire.319]
insan-ı kamile giden yol
Akıllılar bazen, deliler her gün bayram yapar. Ben delileri daha çok severim. Çünkü onlar katıksızdırlar. Onlar da birer ahidirler. Onların tek sorunu, deliliğinin farkında olmaması. İşin aslı unutmayı da unutmak gerekir. Fakat Allah deliliği akıllıdan bekler. Dini olmayanın deliliğini ne yapacak? İşte dini deli gibi yaşayan akıllılardır O’nun aradığı. Sahi din deyince siz ne anladınız? Namaz, oruç, sadaka falan mı? İmam-ı Cafer’e sormuşlar, din nedir? Diye. Cevap vermiş: “Din sevgi ve nefretten başka nedir ki?” İşin aslı saklambaç oynuyor. Ara ki bulasın. Bu yüzden; “Arayanlar bulanlarmış, Bulanlar arayanlarmış” Bulunca vuslat olur, aşk kalmaz! Ne demişler, Aşkın varsa can baş üzre gel beri, Aşkın yoksa, dön kapıdan git geri. Aşk bir derya, yüreğin kadar nasibin olur. Uçurumdan sen atla ki, “O” tutar seni! İşte o zaman Ahi olabilirsin. Korkak tacir kazanamaz! İşte atlayan deliler Ahiler kazanır!
72
Mülkiyet tarlasında ekim yapanın hasadı “ben” ve “israf” olur. Emanet tarlasını sür, harmanın rahmet olur. Neye yanarsan onu görürsün. İhtiyacını Pavlov’un köpekleri mi belirliyor? (Şartlı refleks) “la ilahe” süpürgesiyle süpürmeyenin Allah’ı çok olur. Rapresantlara ilk öğretilen “tekili çoğula çıkarmayın” “ çoğulu tekile indirmeyin” İkincisi yanlış; siz “kesreti tekile çıkarın!” Kabe’nin kara donuyla ne işin var senin. Sahibini ara, sen onu değil, o seni tavaf etsin! (ayniyle vaki) Kardeşlikte sevap ticareti Dinimiz bizlerin kardeş olduğunu ve birbirimizi sevmemiz gerektiğini bildirmektedir. “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız” Sevgi ve barış içinde olmamızı isteyen yüce yaratıcı, ücrette de cömert davranacaktır eminiz. Ahiler bu ücret için mi Ahi oldular. Ne yalan söyleyeyim, Rabbimin lütfunu geri çeviremem. Edebe mugayyir olur. Ahi Bayramınız kutlu ve mübarek olsun!… Necip Fazıl, “Mü’min sıkıştırılmış şeker gibidir. Deryayı tadlandıracak güce sahibtir” der. Dini, tevhitten, güzel ahlaka dönüştürmüş iyi bir insan, çevresi için bir rahmettir ve bir ölçüde etrafındaki herkesi de tatlandırır. İşte bayramlar, kısalığına rağmen af ve tebessümle, kardeşlik ve dostluğun fiilen yaşama geçtiği barış ve huzur ortamlarıdırlar.
Zaman Batılılar “Time is Money” derler.- Zaman paradır- İnanan ise “Time is my life” der – Zaman inananın bütün hayatıdır- O, boş laf bilmez, öyle konuşan olursa selam der geçer. Zamanın hüsrana dönüşmesi inananda olmaz. İki günü birbirine eşitlemez. “İnsan hüsrandadır”, buyruldu. Dün geçmiştir, yarın ne olacağını bilmiyorsun, o halde bugünü doku. İnanmayan, ise ne yaparsa yapsın, heyhat.. iman olmayınca..? Zamanın hüsranındadır o.
73
Aranan karşılıklı tanımadır. “Sen beni tanımazsan, ben de seni tanımam”dan öte nedir ki? Kişilikte bayram yapınız Bayramlar bağışlama günleridir. “İnsanın üç günden fazla küs durması helal olmaz” Akrabalık bağlarını kesenlerin ahiretleri zordur. İntikam almak yoktur. Dinde de ahilikte de. Birisi size bir tokat attı ise, Hz. İsa gibi öbür yanağınızı çevirmeyin, fakat, sizin de bir tokat hakkınız olabilir, fakat affederseniz daha iyi olur. Yumruk atamazsınız. İyilikte yardımlaşılır, fakat birlikte kazık atalım olmaz! Ahiler yapmadılar. Onlar birlikte kazandılar. Anne baba hak ve hürmetini siz zaten biliyorsunuz. Öf’e bile izin yok! Yanınızda yaşlanacak! Hanıma itaat yok! Artık hala cenneti kazanamıyorsanız, burnunuz sürtülsün! Gıbtadan haset kokusu gelir. Gıbta, “keşke bende de olsa”; Haset ise, “onda da olmasın, bana verilsin” demektir ki hoş bir şey değildir. Arkadaşı için “niye o çok şey biliyor da, ben bilmiyorum” gizli rekabettir ve haddi aşmış olur, imrenme kıskançlığa dönüşür. Ahiler bunu bile yapmazlardı. Gıbtadan da uzaklaşarak takdire razı olmalı, kaderi tenkit etmemeli, kimseyi rakip görmemeli ve kendinizi İslamın ve Ahiliğin güzel ahlakına yönlendirmelisiniz.. Komşusunun “iki eşeği olsun” diye dua edebilen, bir eşeği de hak eder. Yahudiler kıskançlıklarından dişlerini sıkar. Çok zengin olmayın ve çok müslüman olmayın. Zira çok müslüman Yahudinin müslümana düşmanlığını en çok karşı duracak adamdır. Onlar namaz kılmayan müslümanı çok severler. En çok korktukları şeyin müslümanların beş vakit namazlarını Cuma ve bayram namazı gibi kılmaları olduğunu söylerler. Sakın namaz kılıpta yahudileri üzmeyesiniz. Her şeyi emanet bilmeli. Mülkiyete geçeni iki metre kabut mülkiyeti paklar! Diğer bütün mülkiyetlerin tapuları ıslanır zaten. “Sen rızkını aradığın gibi, rızkın da seni arar!” Bu ne telaş. Yat demedik ama, kazık da at demedik! Topu sen oyna. Fakat skoru “O” belirler! Eh, kılıcın hiç mi hakkı yok?da diyebilirsiniz Fatih gibi.
Meziyetlerin öne çıkması İnsanların her fırsatta şahsi meziyetlerini sayıp dökmesi, ferdi başarılardan sözetmek, başarıyı kendine mal etmek, başkasını çekememezliğe iter ve gıbta damarını kabartır. Bu yüzden bunlar da ayıp kabul edilmiştir. Yani kendinden menkul olmamak gerekiyor. İyiliklerinizi sayıp dökmeyin. Herkes kendi rekorunu kırmalı. Ahiler yarışı kendi kendine yapardı. Yarın daha iyi olmalıyım der, kıyas yapmazdı. Eğitimcileri duymuyor musunuz? Kıyası çocuklara bile yapmayın diyorlar.
74
Fakirin ihtiyacı görülmemiştir bir gün. Haber gelir; Ali ölmüştür. (kerremallahi veche) Yıkarken sırtının nasır bağladığı görülür. Sorulur neden? Fakirlere gece gece un çuvalı indirmekten olduğu anlaşılır. Size dairede çalışırken bir telefon gelse “bir çuval una ihtiyacımız var” dense. 15 dakikada yola çıkıp lacivertlerle 50 kiloluk çuvalı arabaya atabilir misiniz? Söylemeyeyim? İşler bölüşülmeli, eller taşın altına konulmalı ve yapabileceğinin en iyisi yapılmalı. Allah bir işin düzgün ve sağlam yapılmasından hoşnut olur. Hadistir. Böylece, semere de umumun malı olacaktır. Sıddık 40 000 liranın 10 000’ini gece, 10 000’ini gündüz, 10 000’ini gizli, 10 000’ini açık verdi, ne güzeldir. Siz 40 000 verin, “Akil” bir avuç hurmanın yarısını evine yarısını hayra ve eşitler. (Akil’de Sıddık’de sahabedir malum) Keşke bir avuç birşeyimin yarısını ben de verebilseydim. Bu aciz iki şey yapabildi. 13 yaşında orta okul 2. sınıfı terkedip dinini tercih etti (İmam hatip !’e inerek gitti). Bir de 22 yaşında kazanıp başladığı banka müfettiş yardımcılığını hiç bir yeri kazanmadan “ben faize etmem aç kalırım” dedi ve istifa edip sokakta yürümeye başladı. Bunlar bu acizin iki fetası. Umarım kime yaptıysak yapılanı gözümüz kapalı Kerim buluruz. İnşallah demiyorum. Edep dışı olabilir.
Yaratılışın gayesi sevgidir. Ahilik Sevgiyle Olur. Yunus boşuna dememiş: “Elif okuduk ötürü / Pazar eyledik götürü l Yaratılanı hoş gör l Yaratan’dan ötürü” bu hoş görmenin bedeni kusurlar olduğunu biliyorsunuzdur umarım. Değilse Yaşar Nuri Hoca gibi buluş buldu diye imansız adama cennette şerbet dağıttırırsınız. Sahih hadislere göre imansız birisi cennete giremez. Onlara iyiliklerinin karşılığı burada verilir ki ahirette tutunacağı bir dal kalmasın. Yumuşaklık ve merhamet iyi insan olmanın gereği. Allah Halim’dir yumuşak davrananı sever. Kralları da Kuralları da putlaştırmak yok. Referandumda krallar, zarurette kurallar kalkar. Seçimde ise köleler efendilerini seçerler. İngilizlerin çok tuttuğum bir özdeyişi var: “all thing in moderation, modaration in all thing”. Yani; her şeyde ortalama, ortalama her şeyde. Bu yüzden ortalama gitmek gerek.
Görev mi? Yardım mı? Muhabir önündeki yaralıya yardım mı edecek, yoksa haber için o haldeyken onun fotoğrafını mı çekecek? Kararı insanlığınız versin. Onlar şöyle bir çözüm bulmuşlar. Önce fotoğraf, sonra yardım. Keşke kalp krizini de fotoğraflayabilselerdi. O zaman teşhis yerine geçerdi de şifası kolay olurdu. Bunlar kapitalizmin ordusu. Maddenin kulları. Maddnin fotoğrafını çeker ancak. Mananın değil. Yetimhanede bir çocuğun devlete maliyeti aylık iki milyar lira. Halbuki bu çocuklar koruyucu ailelere verilebilse ne kadar güzel olur. Devlet sağolsun verilecek çocuk için 500-600 civarında bir para vermeye başladı Sıcak bir sevgi ortamında o çocuk büyürdü. Bu çok güzel. Lakin ailelere köpek çocuktan daha sevimli geliyor. Un yağ var ekmek yapacak avrat yok. Kalbinde yer olmayanın başkasına yeri olmaz..
75
Ben avradıma şu iki çocuğun yanına iki çocuk da yuvadan alalım diye çok söyledim. Lakin kadının merhameti kendinden uzayana, ihtiyaç sahibine değil. Aralarındaki sevap farkını artık hiç söylemeyeyim. İnsanın köpek kadar değeri yok. Bunları devlet düşünmeli ve daha akıllı kalıcı çözümler üretmeli. Diyanet yeterli desteği vermiyor. Bir insanda iki kalp olmaz, çocuk asıl babasıyla anılır diyor da bir çocuk almanın derecesini anlatamıyor. Çünkü anlatan fedakarlığı yaşamamış.. Etlik’te bir amucamız var cemaatten. Gider kendi köyünden bir 13 14 yaşlarında bir kız getirir. Oya moya satan bir dükkanı var. Orada çalıştırır, yedirir içirir büyütür, 18-20 yaşlarında ona bir oğlan bulup evlendirir, gider bir kız daha getirir ve hikaye böyle devam eder gider. Karısı kadın hastalığında dolayı çocuğu olmamış. Karısı evlen demesine rağmen evlenmemiş. Eski model dizel golfle gelir gider camiye. İşte insan şunum yok bunum yok dememeli.bi beklemeli. İlahi rıza nerede nasıl teşekkül edecek sabırla beklemeli ve verileni en iyi değerlendirmeli. Çocuk yuvalarına her ay sohbet biçiminde anlatım için başvurdum. Tanıttım kendimi. Sitemi söyledim. Beni fazla müslüman mı buldular nedir, biz sizi ararız hikayesine döndü. Çocuğu dinden korumak.. Sevgili okuyucular, iyi bir insan olabilmek için gözünüzden dünyayı düşürmeniz gerekiyor. Neyi severseniz onun için yaparsınız fedakarlığı. Ama diğerleri küüüt aşşa düşer. O zaman neyi aşşa neyi yukarı çıkaracağınıza dikkat edin. En üstte kim var ne var. Eğer Allah aşağıda ise yandı gitti gülüm keten helva. Fakat kime sorsam ben Allah’a çok inanırım der, lakin Cuma’dan öteye gitmez. Ne anladım ben bu işten. Bu bir yalancı.. namaz kılar, kılarken işim var veya yok acele namaz kılar. Kim yem yerdi? İşte boş iş bu. Geçen gün ilahiyatçıyım deyip işim var cemaat olamam diyen birini firçaladım. Utandı geldi cemaat oldu. İşte seven insan işi sevdiğinin önüne çıkarmaz. İkinci dersimiz ihlas. Bakın bu fakir radikal bir adamdır. Sınav orta gelirse hocayla kavga eder, zayıf gelirse getir şu kağıdı der 8 olursa neden 9 değil derdim. Cacabeyi birinci bitirdim. Siyasalda ortalama bir kıza takılana kadar 8.2 idi. Buradaki radikallik zayıf halinde mutsuzluk veriyordu ama başarılı olduğumu gördünüz.. Buradaki ihlas şu.. radikalliğiniz neye ise onun dışında hiç bir şeyi görmüyorsunuz. Bu sizin o şeye karşı bütün duygularınızı varlığınızı yöneltmenize yol açıyor. İşte gözünüzü kırpmadan yapıyorsunuz yapacağınızı ve sabır çalışma gayret arkadan geliyor. Mesela lisede 6-7 saat. Üniversitede sınav zamanlarında 14 saat normal zamanlarda 8 saat çalışır, hoca 82’yi anlatırken biz 250’yi çalışırdık Maliye Politikası dersinden. Hem kendi seminerimi yapardım bir de devam etmeyen bir arkadaşın seminerini. Zavallı arkadaşım semineri hoca anlattırırken şaşırırdı bir de hoca yahut birisi bir soru sorarsa duman olurdu. Çünkü kalkar kalkmaz sigara almış, bir altlık yapmamış, yani bilmiyor altını üstünü. İşte ihlaslı olabilmek için üçüncü saptamamız bir şey daima büyük bir aşk ile kucaklamanızdır. Bana gördüğünüz üzere işe yarar yaramaz bilemem ama biraz şiir yazmak nasip ediliyor. Siz zannediyormusunuz ki bu şiirler kafadan atılıyor. Buyrun bir tane de siz yazın görelim. Burada kabiliyeti tartışmıyorum. Bana düşen şeyin o işi ya da o olayı aşk ile kucaklamak onun derdiyle dertlenmek hatta o ısındıysa sizin yanmanız gerekiyor ki bunları yazabilesiniz. Eğer siz şiir yazamıyorsanız dert değil. Benim gibi o dertle siz de irade ederek dertlenin ve bir nesir yazın . varsın abuk subuk olsun. Ama ihlaslı ve samimi olsun. Demekki şairlerin üstünlüğü kabiliyetlerinden değil hissetmeyi kul iradesiyle becerme ihlas ve samimiyetinde olduklarındandır. Nokta.
76
Geç oldu. Son olarak ihlaslı olabilmek için bir şeyleri feda edebilecek olabilmelisiniz. İngiltere’de show programında anlatıyor showmen. Diyor ki karşınızdaki maymunun iki elinde de birer elma var. Ona bir elma daha atacağım. Sizce ne yapabilir? Yarışmacı birçok şey söylüyor fakat cevap doğru değil. Ve elmayı atıyor maymuna. Maymun şöyle yapıyor. Bir elmayı ağzına alıyor anında ve hemen o boş kalan eliyle gelen elmayı yakalıyor. Teşbihte hata olmamak kaydıyla anladınız umarım. İşte insanın kapitalist olması diye buna derler. Bu yüzden kapitalistler Ahi olamazlar, cömert olamazlar. Sermayesiz kapitalistler o kadar çok ki orta gelir guruplarında hatta fakirlerde bile Ahiler çıkmıyor. Zekat ödenmeyince haset sarıyor toplumu. Sadece çalamadım kıramadım diye üzülüyor Kesilen kurbanların etini üçe ayrılarak, bir bölümünün fakirlere, bir bölümünün komşulara dağıtılması, bir bölümünün komşulara dağıtılması, bir bölümünü de hane halkına alıkonması uygun olur. Mamafih tamamının hane halkının ihtiyaçları için alıkonması da mümkündür. Kurban sahibi sakatta ve iç organları da ister dağıtır ister alıkoyar. Desirini ise İslami amaçlara uygun hayır faaliyetlerinde bulunan sivil kuruluşlara verebilir veya kendisi kullanmak amacıyla alıkoyabilir. Bilhassa ülkemizde yıl boyu İslam’a arşı tavırlar sergileyip, kurban bayramı gelince Müslümanların kurban derilerine göz diken, bu konuda devlet imkan desteğini arkasına alarak baskı uygulamaya kalkışan veya İslama’a aykırı amaçlar doğrultusunda faaliyet gösterin sivil veya yarı sivil yarı resmi çevrelere ya da dini istismar ederek şahsı veya çevresi için maddi çıkar peşinde koşanlara kurban derilerinin verilmesi doğru değildir. Maalesef bu konudaki istismarla, İslam’a gönül vermiş çevrelerinde de eksik değildir. Nitekim son birkaç yıldır, dindar çevrelerde, bihassa elli bazı cemaat ve tarikat çevrelerinde, “Hz Peygamber için kurban keseceğiz” diyerek para toplayanlar. İnsanları bu konuda manevi baskıya tabi tutanlar, hatta maddi durumu elverişli olmayanları bile bu konuda sıkıştıracak kadar işi abartanlar sık sık görülmektedir ki, bunun açık bir din istismarı olduğunda kuşku yoktur. Zira Hz. Peygamber ne ashabında ne de daha sonra gelecek Müslüman nesillerden kendisi için kurban kesmeleri istemiş değildir. Bu gibi uygulamalar ibadet olmak bir yana, çağdaş bit ve hurafeler olarak nitelendirdikleri durumundadır, bu sebeple de bu tür din istismarcılarına şiddetle karşı çıkmak ve onlarla mücadele etmek gerekir. Kalın sağlıcakla..
DİĞER KURBAN TÜRLERİ Kurban bayramı günlerinde kesilen kurbanın dışında adak, şükür, akika ve hedy gibi kurban türleri vardır.
ADAK KURBANI Adak kurbanı nedir? Adak kurbanı, bir kimsenin dinen kesmekle yükümlü olmadığı halde kendisine vacip kıldığı kurbana denir.
Adak kurbanı ne zaman kesilir ? Adak kurbanı her zaman kesilebilir. Kurban bayramı günlerinde kesilmesi şart değildir. Ancak kişinin isteği yerine geldikten sonra kurban kesmeyi mümkün oldukça geciktirmemelidir.
77
Kişi adadığı kurbanın etinden yiyebilir mi ? Kişi adadığı kurbanın etinden yiyemeyeceği gibi, eşi, annesi, babası, dede ve nineleri, çocuk ve torunları da yiyemez. Bunun tamamının yoksullara tasadduk edilmesi gerekir.
Adak kurbanının bağlayıcı olması için gerekli şartlar nelerdir ? Adak kurbanının bağlayıcı olabilmesi için şartları şunlardır: 1.Adanan kurbanın türü kurban olabilecek hayvanlardan olmalıdır. Bir kimse; “Horoz veya tavuk kurban edeceğim” dese bu bağlayıcı olmaz. Çünkü horoz ve tavuk kurban olabilecek hayvan türünden değildir. Fakat bir tavuk veya horoz etini tasadduk etmeyi adayabilir. Bu durumda adağın türü kan akıtmaktan tasadduka dönüşür. 2. Kurban yalnız Allah rızası için adanmış olmalıdır. Mesela; bir kimse: “Hastam iyileşirse filân türbeye kurban keseceğim” dese bu kurban bağlayıcı olmaz. Çünkü bu tür kurban Allah rızası için adanan bir kurban sayılmaz. 3. Adanan kurban kendisine zaten vacip olan bir kurban olmamalıdır. Örneğin, zengin bir kimsenin kendisine vacip olan kurban kesmeyi adaması gibi. Adak Kurbanıyla İlgili Çeşitli Meseleler Belirli bir günde kesilmek üzere adanan kurbanın aynı günde kesilmesi gerekir mi ? Uygun olan kurbanın belirlenen günde kesilmesidir. Kesilmediği takdirde başka bir gün kaza edilmesi gerekir.
Şarta bağlı olarak kurban kesmeyi adayan kimse, o şartın gerçekleşmesinden evvel kurban kesebilir mi ? Şarta bağlı olarak kurban kesmeyi adayan kimse, o şartın gerçekleşmesinden evvel kurban kesemez. Şayet keserse, şartın gerçekleşmesinden sonra tekrar kesmesi gerekir.
Bir kimse olmasını istemediği bir iş için kurban kesmeyi adar ve istemediği iş de olursa kurban kesmesi gerekir mi ? Böyle bir durumda kurban adayan kimse, dilerse kurban keser, dilerse yemin kefaretini öder. Meselâ; bir kimsenin “Yalan söylersem kurban keserim” demesi gibi.
Adak kurbanı kesildikten sonra tamamıyla telef yok olsa kurban yükümlülüğü kalkar mı ? Evet, bu durumda kurban yükümlülüğü kalkar.
78
Bir kimse on tane kurban adarsa hepsini kesmesi gerekir mi ? Evet, sahih olan görüşe göre hepsini kesmesi gerekir, bazı alimlere göre ise, bu durumda iki tane kurban kesmesi yeterlidir.
Adak kurbanının etinin zımmiye verilmesi caiz midir ? Hayır, adak kurbanının etinin sahih olan görüşe göre zımmiye verilmesi caiz değildir.
Adak kurbanının derisi ne yapılır ? Adak kurbanının derisi de eti gibi fakirlere verilir.
Bir kimse “Allah için çocuğumu kurban edeceğim” dese ne yapması gerekir ? İmam Azam ile İmam Muhammed’e göre bu durumda o kimsenin bir koyun ve keçi kesmesi gerekir. İma Ebu Yusuf’a göre bir şey gerekmez.
Bir kimse kendisinin ve aile fertlerinin de yemesi şartıyla kurban adaşa, adadığı kurbandan yiyebilir mi ? Hayır, bir kimse böyle bir şartla kurban adaşa bile kendisinin ve aile fertlerinin adadığı kurbandan yemesi caiz değildir. Fakat adadığı kurbanı kesmesi gerekir.
Kişi değerini fakirlere vermek şartıyla adak kurbanından bir miktarını kendi çocuklarını yedirebilir mi ? Hayır, değerini fakirlere verse bile adak kurbanından çocuklarına yediremez. Ancak caiz olamamakla beraber yedirmiş ise, değerini fakirlere vermesi gerekir. [ Kurban. Semerkand yayınları.54]
ŞÜKÜR KURBANI Şükür kurbanı neye denir ? Şükür kurbanı bir nimet karşılığında kesilen kurbana denir. Örneğin; bir kişinin ev veya araba gibi bir mala sahip olması durumunda keseceği kurbandır.
Sahibi şükür kurbanından yiyebilir mi ? Evet, şükür kurbanından sahibi ve aile fertleri yiyebileceği gibi fakir olsun olmasın istediği kişilere de verebilir. [ Kurban. Semerkand Yayınları.55]
79
Ölmüş kimselere kurban kesilir mi ? Bir kimse, sevabını ölmüş bir akrabasına veya sevdiği bir kimseye bağışlamak üzere kurban kesebilir. Tıpkı ölen bir insanın ardından onun adına sadaka verildiği, hacc yapıldığı gibi, kurban da kesilebilir. Nitekim Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, ümmetinden kurban kesemeyenler adına kurban kesmiştir. Ebu Davud, Sünen’inde “Ölen kimsenin ardından kurban kesme” adı altında müstakil bir başlık yaparak şu hadisi rivayet etmiştir: “Hazret-i Ali radıyallahu anh, birisi Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem için olmak üzere iki tane koç keserdi. Kendisine bunun sebebi sorulduğunda “Allah Resulü bana yaşadığım müddetçe kendisine kurban kesmemi vasiyyet etti. “Asla bunu terk etmem.” buyurmuşlardır. [Ebu Davud, H.no:2790] Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in Hazret-i Ali’ye kendisi için kurban kesmesini vasiyet etmesi, O’nun adına kurban kesilmesini sevdiğine delâlet eder. Bu itibarla imkânı olanların sevgili Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem için her seen en azından bir koyun/koç kesmesi veya bir sığırın yedide bir hissesine ortak olması çok yerinde bir davranış olur. Cenab-ı Allah bizleri Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem için kurban kesmeye muvaffak kılsın ve bunda bizleri ebedlere kadar daim kılsın, rızasına nail eylesin. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’i bizden hoşnut eylesin. Efendimiz’e, âli beytine, ashabına, ezvac-ı tahirata salatu selâm olsun. Amin. Bir kimse kendi parasıyla aldığı, sbevabını ölmüş yakınına bağışlamak üzere kestiği kurbanın etinden yiyebilir, başkalarına da yedirebilir. Bu niyetle kesilmesi düşünülen bir hayvanın bayram günlerinde kesilmesi de şart değildir. Her zaman kesilebilir. Hatta arafe günü kesilip fakirlere dağıtılması daha isabetli olur. Çünkü kurban bayramı günü zaten fakirlere et dağıtılacaktır. Arafe günü kesilip dağıtılırsa, o günde onların et yemeleri temin edilmiş olur. Eğer ölen kimse kendisi adına kurban kesilmesini vasiyet etmiş ise bu kurbanın bayram günleri içinde kesilmesi gerekir. Böyle bir kurban etinden kesen kimse yiyemez. Tamamının tasadduk edilmesi gerekir. Ölen şahsın vasiyeti olmaksızın parsından alınarak kurban kesiliyorsa bu kurban da vasiyet üzerine kurban gibidir. Vasiyet veya adak olmasa bile Safiler hariç fakihlerin çoğunluğuna göre sevabı ölüye bağışlanmak üzere onun adına kurban kesilebilir. Bu şekilde kesilen bir kurbanın Kurban Bayramı’nda kesilen diğer hayvanlardan farkı yoktur. [Bir Müslümanın Yol Haritası.598]
AKİKA KURBANI Akika neye denir ? Akika, lügatta yeni doğan çocuğun başındaki tüyüne, ıstılahta ise, yeni doğmuş bir çocuk için kesilen kurbana denir.
79
Akika kurbanını hükmü nedir ? Akika kurbanını kesmek müstehaptır.
Akika kurbanı ne vakit kesilir ? Akika kurbanı, çocuğun doğduğu günden, erginlik çağına erinceye kadar geçen süre içinde kesilebilir. Fakat yedinci günü kesilmesi daha faziletlidir. Doğumunun yedinci gününde çocuğa ad konur ve saçı kesilir. Sadaka olarak yoksullara kesilen saçın ağırlığı kadar altın veya gümüş vermek müstehaptır. Akika kurbanının etinden sahibi yiyebilir mi ? Akika kurbanını etinden sahibi yiyebileceği gibi başkalarına da yedirebilir ve sadaka olarak da dağıtabilir. [ Kurban Semerkand Yayınları.56]
AKİKA KURBANI Yeni doğan bebeğin başındaki ilk saçlarına akîka; bu çocuğun doğumundan yedi gün sonra başındaki tüyleri kısmen veya tamamen traş edip adını koyduktan sonra Allah’u Teâlâ’ya şükür için kesilen kurbana akîka kurbanı denir. Hz. Aişe radıyallahu anh’den şöyle rivayet edilmektedir. “Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bize erkek çocuklar için iki, kız çocukları için bir koyun “akîka” olarak kurban etmemizi emretti.” [ İbn Mâce hadis no: 3163, Zebâih, no: 1515] (). Yine Hz. Âişe validemizin rivayetine göre, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, torunları Hasan ile Hüseyin’in doğumlarının yedinci günü akika kurbanlarını kesmiş ve adlarını koymuştur. [Tecrid-i Sarih Tercümesi, XI, 401] İslâm’dan önceki câhilî Arap toplumunda sadece erkek çocuklar için kurban* kesilirdi. Kız çocukları için böyle bir merasim söz konusu değildi. İslâm bu değişikliği yaparak kız çocuklarına da değer verilmesini sağlamıştır.
Akîka kurbanında aranan şartlar Kurban edilecek hayvan tek veya iki gözünden kör olmamalı; dişlerinin ekserisi düşmüş olmamalı; kulakları kesik olmamalı; boynuzlarından biri veya ikisi kökünden kırılmış olmamalı; kulağı veya kuyruğunun yarısından çoğu, memelerinin uçları kesik olmamalı; yahut yaratılıştan kulak ve kuyruğu olmayan bir hayvan olmamalıdır. Akîka kurbanı Hanefi mezhebine göre mubah ve dolayısıyla menduptur. Diğer üç büyük imâma göre sünnet, Zahiri mezhebine göre ise farzdır. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu kurbanın kesilmesi sırasında bir örf olarak başa kan sürülmesi âdetini yasaklamış, [ Ebu Dâvud, Edahî, 20] kesilen saçların ağırlığınca alfan veya gümüş tasadduk edilmesini emretmiştir. Akîka kelimesi anne-babaya isyan anlamına geldiği için Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu kurbanın adını “itaat ve ibadet” anlamına gelen “Nesike” kelimesi ile değiştirmiştir. [ İbn Hanbel, II, 182] Bu kurban çocuğun doğduğu günden bâlîğ olacağı güne kadar kesilebilir. Ancak doğumun yedinci gününde kesilmesi daha çok sevap kazanmaya sebeptir.
81
Kesilen kurbanın kemikleri çocuğun sıhhatli olmasına sebep olsun niyetiyle kırılmayıp eklem yerlerinden sıyrılır ve öylece pişirilir. Sonra bu kemikler bir yere gömülür. Akîka kurbanının etinden bunu tasadduk eden kimsenin yiyebileceği gibi ev halkı da bu etten istifâde eder. Bir kısmı da ihtiyaç sahiplerine dağıtılır. [ Şamil İslâm An.]
HEDY KURBANI Yüce Allah’ın rahmetine yaklaşmak veya hac fiillerinde meydana gelebilecek bir kusura kefaret olmak için Harem bölgesinde kesilmek üzere götürülen veya kendisi veya parası gönderilen kurbana “Hedy” denir. Temettü haccı ile kıran haccından dolayı hedy (Harem bölgesinde kurban kesmek] vaciptir. Bunun koyun cinsinden olması da yeterlidir. Bu kurbanlar, Bayramın birinci, ikinci ve üçüncü günlerinde kesilebilir. Fakat birinci günde kesilmesi daha faziletlidir. Bu, bir şükür kurbanı olduğundan, bunun etinden sahibi de yiyebilir. Geri kalanını Mekke fakirlerine dağıtmakta fazilet vardır. [ Bir müslümanın Yol Haritası.594]
Hedy ne demektir? Hacla ilgili olarak Mekke’yi çevreleyen Harem Bölgesi’nde kesilen kurbana denir.
Vacip olan hedy’in başlıcaları hangileridir ? Vacip olan hedy’in başlıcaları şunlardır : Şükür hedy’i Ceza hedy’i.
Ceza hedy ne demektir ?: Mazeret olmaksızın haccın vaciplerinden birinin terk edilmesinden veya zamanında yapılamamasından veyahut ihram yasaklarından birisinin çiğnenmesinden dolayı vacip olan kurbana denir. Temettü veya kıran haccına niyetlenenlerin kesmeleri vacip olan kurbana denir
Hedy kurbanı nerede kesilir ? Hedy kurbanı, Harem bölgesi sınırları içinde kesilir. Ancak şükür hedy’inin Mina’da kesilmesi sünnettir.
82
Hedy kurbanı ne zaman kesilir ? Ceza hedy’i her zaman kesilebilir. Şükür hedy’inin ise bayram günlerinde kesilmesi vaciptir, imam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed’e göre şükür hedy’inin bayram günlerinde kesilmesi vacip değil, sünnettir.
Kişinin hedy kurbanından yemesi caiz midir ? Kişinin şükür hedy’inden yemesi caiz, fakat ceza hedy’inden yemesi caiz değildir. Adak, şükür, ölü, akika ve hedy kurbanlarında kesilecek hayvanlarda aranan şartlar nelerdir ? Hayvanın cinsi, yaşı ve kusurlu olup olmaması gibi kurbanda aranan şartların tamamı bunlarda da aranır. [ Kurban. Semerkand Yayınları.56]
KURBAN KESEN MEDENİYETLERDE KURBAN KÜLTÜRÜ
Kurban kesen medeniyetlerde birçok farklılık olmakla beraber temsil bakımından en önemli temsili İslam medeniyetini oluşturan ülkeler temsil eder. Kurban kesmeyen medeniyetlerde ki ateş, kan, ölüm üçlemi kesen medeniyetlere göre daha belirgin ve baskındır. İslam medeniyeti çerçevesinde İspanyaya kadar ulaşmış Emeviler ve 10 milyon metre kareye varan genişliğiyle Osmanlı temsilcisidir.
1-Spor, Eğlence ve Oyunlar İslam medeniyetinde bu spor konusundaki ölçü “tahripkar ve zararlı olmamak” gibi bir ölçü koymuştur. Bu ölçü insanı karşı da geçerli olan ölçüdür. İnsanı hayvana karşı silahı koymak yerine insanı hayvanla birlikte karşı karşıya dengeli bir karşılaştırma esas alınmıştır. Bunun en güzel örneğini cirit oyunu teşkil eder. Batıda büyüyüp gelişen ve o medeniyetin alamet-i farikası durumunda olan boks İslam medeniyetin temsilcisi sayılan güreş birbirinden oldukça büyük farklar gösterir. Bu nedenle zihinlerimizde beslenmesi gereken “ temel fikir” usül ve kaideleriyle esneklik gösterdiği hususun canlı kalmalıdır. Örneğin güreşçiler güreş öncesi ve sonrası yaptıkları hareketler ile üzerinde durulması ilginç şeyler oluşturur. Öncelikle güreş Cuma günü başlayacaktır. Ve bu sebeple güreşçiler o semtteki ulu camiinde Cuma namazını kılıp daha sonra o semtteki defnedilmiş bulunan bir pehlivanın kabrini ziyaret edip birlikte dua etmekte güreş başlamış olacaktır. Güreş öncesi yapılması gereken peşrev güreşçilerin önünde uyulması icap edilen zaptu rap altına alınmış belli kaidelerden oluşan ciddi hareketlerdir. Töre gereği yapılması gereken karşılıklı tek diz üzerine çöküp ellerini yerden başlarına doğru götürerek – temenna ederek- birbirlerini selamlarlar. Bu selamlama üç defa tekrar edilir, eğilerek karşısındaki rakibin topuğuna dokunur ve kısbete değer ellerini öpüp başlarına koyarlar. Daha sonra cazgır ortaya gelir milletin inancına, değerlerine ve mukaddesatına dair kavramalar ve esaslar ile hitabetine başlar. Daha sonra pehlivanları metheden güzel cümlelerle bitirir. Artık güreş yavaş yavaş başlar. Güreşteki mekan zaman usül ve kaideler batıya göre çok büyük bir farklılık gösterir. Mekanın çayır üzerinde olması iki efsafa denk düşer. Birincisi çok geniş bir alanda olmasından dolayı minder dışına kaçma tabiri asla söz konusu olmaz. Kaçma mefhumunu tanımayan bir medeniyetin bu değerlerinin spora yansımasıdır. İkincisi ise; çayır olması nedeniyle bir yumuşaklı söz konusudur ve güreşçilerin yaralanmaları ya da sakat kalmaları yer dolayısıyla söz konusu olmaz. Yani kan dökülmesi ve ölüm vakaları olmayacaktır. Zaman yönünden konu ele alındığında güreşçiler zamanla mukayyed değildirler. Sınırlı olmayan bu vakit konusu güreşçinin minderden kaçamamak kadar zamandan da kurtulamamak şeklinde bir genişlik ve gerçek gücüm ortaya konmasına imkan sağlar.
83
Üçüncü boyut olarak öngörülen usül ve kaideler bütünü güreşçilerin birbirini ezmelerini bütünüyle önlemese de askeriyeye indirir. Örneğin; üstün tarafın ufak bir üstün hareketinden hemen onu galip sayarak ezme işini ortadan kaldırıp bertaraf eder. Mesela; taraflardan biri ötekini sırtı yere gelmeden iki eli veya iki dirseği üzerine yaslanacak şekilde arka üstü düşürse rakibini “ açık düşürmüş”, olacak ve galip sayılacaktır. Yine taraflardan biri ötekinin ayaklarını yerden kesmekle ve bu halde onu üç adım götürmekle “ayaklarını yerden kesti” durumunda olacak ve yine galip sayılacaktır. Sonuç olarak güreşteki açık düşürme, ayağını yerden kesme gibi benzeri tabirler diğer medeniyetlerde ki bokstaki “ dövdü- dövüldü” kavramlarına denk gelmesine rağmen ne kadar büyük bir şiddet farkı olduğu umarım anlaşılıyordur. Buna ilave olarak “ çift boyunduruk ile çift sarmanın aynı anda rakibe vurulması” yasaklanmıştır. Ayrıca rakibi havaya kaldırıp baş üstü yere çakma ihtimaline binaen çift dalma gibi oyunlar men edilmiştir. Güreşlerin bitmesiyle de yeni durumlar ortaya çıkar. Kurban kesen ve kesmeyen medeniyetler arasındaki en önemli fark burada kendini belli eder. Şayet galip gelen ve mağlup olan birbirinin yaşıtı ise güreşin bitmesiyle beraber karşılıklı kucaklaşılır ve birbirlerini hafifçe kaldırırlar. Buna karşılık mağlup olan daha genç ise yaş ve tecrübe, kuvvet bakımından kendisinden üstün olanın elini öpecektir. Galip gelende buna mukabele edecek ve onun alnında öpecek ve beraberce meydandan ayrılacaklardır. Bunun aksine şayet yaşça küçük olan büyük olanı mağlup edecek olursa töre icabı yine kalkacak büyüğün elini öpecektir. Yaşına ve güreşteki emeğine hürmeten yenilende bu genç güreşçiye duyduğu takdir hissini ifade etmek için onun alnından öpecek ve yine beraberce meydandan ayrılacaklardır. Bu hareketler seyircilerin taşkınlığını önleyen çok önemli hareketlerdir ve sporla verilmek istenen mesaj toplumsal değer yargılarıyla iç içedir. Şimdiye kadar hiçbir zaman seyircilerin ifale kapılmaları veya sokaklarda önüne geleni dövüp kırmaları söz konusu olmamıştır. Ve seyircilerle güreşçiler arasında futbol da olduğu gibi herhangibir engelde bulunmamaktadır. Yani seyirci güreşçiden kopmuş ya da koparılmış değildir. Ayrıca güreşler ve güreşçiler üzerine kumar oynamak ve oynatmak söz konusu olmamıştır. Özellikle Osmanlıda spor bedeni ve ruhi bir disiplin olmaktan öte dini bir hüviyet içinde de telakki edilmiştir. Pehlivanlar güreş öncesinde aynı ibadet neşesini idmanlarında duymuşlardır. Pehlivanlar nerede ve ne zaman olursa olsun abdest alıp iki rekat namaz kılmadan ve dua etmeden güreşe çıkmazlardı. Cazgır güreş meydanına gelip sözlerine kelime-i tevhid ile başlar ve daha sonra milletin değerlerine ve imanına dair ifade ve mefhumlarla sözlerine devam etmesi konunun ibadet yönünü ortaya koyması açısından son derece önemliydi. Daha sonra güreşçilerin üstün vasıflarını bahseder onları över teşvik eder ve onunla sözlerini bitirirdi. Bunlar güreşçilerin musabaka esnasında ve sonrasında doğru olmaları, dürüst davranmaları ve kuvvetlerin son noktaya varıncaya kadar kullanmalarını telkin içindi. İnsanın ruh halinin bedeni kuvvetlerin üzerindeki tesiri konusunda küçük bir araştırmaya bakalım; Amerikalı yazar Dale Carnegie’nin İngiliz psikolog J.A. Hadfield’de atfen yaptığı nakle göre üç adam kuvvetleri bir dinamometre ile ölçülerken ruhu tekniatları dinamometreyi var kuvvetiyle kavramaları istenildiğinde önce normal uyanıklı halinde 45 kilo, kendilerine hipnotize edilerek çok zayıf oldukları söylendiğinde 13 kilo ve hipnotize halinde çok kuvvetli oldukları söylenince 64 kilo vasati kaldırdıkları görülmüştür. Kendisi buna ruh haletimizin kudreti inanılır şeylerden değil, demekten kendini alamamıştır.
84
EĞLENCE : Eğlencede ki temel unsur zaman bilimini tespitidir. Zira gece, insan şahsiyetinin kendisini en az kontrol altında tutabildiği devreye rastlar. Şuur, şuur-altını baskı altıda tutabilmek hususunda bir hayli zayıflamıştır. Bu medeniyet şuurun, şuur-altının baskıdan kaçışını hızlandırmak için, bu eğlencelere bir yan kuruluş olarak içkiyi almıştır. Yine buna ilaveten bu medeniyet, bu eğlencelerde şuur-altı dinamiklerini tahrik edecek konuşlalar, tanışmalar, harekete ve davranışlarla meseleyi daha tehlikeli boyutlara sürüklemiştir. İçilen içkilerle, şuur-altında kontrolden kaçan ve şuurlaşan eski düşmanlıklar, kırgınlıklar, genç ve güzel hanımlara gösteriş merakı ve sevdasıyla beraber, bu insanlar arası ilişkileri bir kat daha sertleştirecektir. Buna mukabil Osmanlı medeniyeti’nde, eğlence gayeli toplantılar, büyük bir ekseriyetle gündüzleri yapılagelmiştir. Şurası muhakkaktır ki, eğlence için en uygun olmayan zaman sabahtır. Bunu gibi, bozulmalara ve kötülüklere en uygun olmayan zaman yine sabahtır. Sabahleyin vücut zinde, sinirler sağlam, şuur uyanıktır. Bu husus önemlidir ve bizlere iş hayatını beklediği prensipleri hatırlatır. Gerçekten, iş hayatında, har zaman ve daima iş prensibi öndedir ve şuur, kontrolü, kendisi kendi üzerine almıştır. Sonuç olarak sabaha almakla ve bu medeniyet, eğlence için aynı prensipleri hakim kılmak istemiştir. Halbuki eğlenceler her zaman disiplinli, katı ve sert prensiplerden kaçınmışlardır. Böyle olunca, şuur-altı dinamiklerini kontrol altına tutabilmek hususunda ciddi bir sorumlulukla karşı karşıya kalmıştır. Bu itibarla, artık sabahın seçilmesiyle, kişi kendini daha iyi kontrol edebilecektir. Bu zamanlarda insanlar, ağızlarından çıkanları, yaptıklarını ve ne yapacaklarını geceye nispetle daha iyi bilirler, Şuurla berraktır ve duygular saptırılmamıştır. Uzun bir günü yorgunluğu insanın üstüne henüz çökmemiştir. Buna ilaveten, bu eğlencelerden eğlenceyi oluşturan alt birimler, kişiyi tahrik edecek türden değildir. İnsanları fevri hareketlere itecek kadın-erkek ilişkileri de yine ölçülü ve dengelidir. Netice itibariyle, alt yapıyı oluşturan prensipleri sebebiyle ki, bu toplantılarda sert çizgilerle ifade edilen hareketler kendilerine müsait bir zemin bulamamışlardır. İnsanlar beşeri münasebetlerinde belirli ölçüler içinde kalabilmeyi başarabilmişlerdir. Birisini hareketlerine sınır tanımayıp aşırılıklara düşmesiyle ortaya çıkacak olan felaketler ve kötülükler, ötekini ölçülü davranması sonucu tehlikeli boyutlara varmadan akim kalacaktır. Sabır tahammül ve müsamaha birçok vakanın zuhuruna engel olacaktır. Bunun böyle olduğunu tespit sadedinde, şunu söylemek mümkündür.: bu çeşit toplantılarda insanlar arası ilişkilerde vaki aksamalar, bir seviyenin altında kalmamış olsa idi, bu toplantılar muhtemel çatışmaları belli bir noktada tutabilmek maksadıyla kendi bünyesine içinde düello, harakiri… vs. gibi, birtakım ek müesseselerin doğmamış olması, bunlara ihtiyaç duyulmamış olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Bu husus, yanı zamanda bu nevi toplantıların, muhtemel çatışmaları önlemede yardımcı müesseslere ihtiyaç bırakmayacak kadar kendi içinde sağlam ve tutarlı olduğunu göstermesi bakımından değer taşır. Netice itibariyle, kurban kesen medeniyetlerin tertip ettikleri eğlenceler, kurban kesmeyen medeniyetlerde yapılan eğlenceler kadar kendi içlerinden hakaret, alay, küçük düşürme gibi gayri ciddi unsular taşımaz. Bunu tabii sonucu olarak da, bu toplantıların Ateş-Kan–Ölüm gibi felaketlerle bitmesi gibi bir tehlike de bahis konusu değildir. Osmanlı’nın son devirleri dahil Türkiye Cumhuriyet döneminde bütün gayri milli ve gayri dini unsurlar toplumumuza eğlence yolu ile girmiştir[1]. Bu nedenle eğlence ithali konusu üzerinde önemle durulması gereken bir husustur. Eğlence, insan zihnini disiplinli düşünceden en fazla kaçtığı zamana tekabül eder. Kişi eğlenebilmek ve dolayısıyla rahatlayabilmek için kendisini duyguların akışına terk etmek mecburiyeti içinde olacaktır. bu durumda eğlencenin fonksiyonu bir kat daha artmış demektir. Aklın kendi fonksiyonlarını en fazla icra ettiği bu dönemde kişi, eskisine nispet ile çok daha fazla telkine açıktır. Bu vasıf eğlencenin dış tesirlere karşı daha hassas olduğu manasına gelir. Bu gerçek, eğlencenin daha çok kontrol altına tutulması zaruretine işaret eder. Aksi takdirde eğlence, yabancı unsurlar için müsait bir vasat oluşturacaktır. Bu mühimdir ve bütün kötülüklerin cemiyet içerisinde yerleşmesi bakımından, eğlencenin hep bunların mihveri durumunda olduğu manasını taşıyacaktır. Bu tespit ve yorumların bizleri getirdiği bu noktada şu husus önem kazanır ki, cemiyetlerde bu tür oyun, eğlence ve benzeri kuruluşların gösterdiği farklılıklardan hareketle, onlar arasında birtakım mukayeseler yaparak, kendilerine göre birtakım neticelere varmak isteyecek her kimseni dikkatlerine behemehal kabul etmesi gereken noktalar vardır. Medeniyetler üzerine yapılacak kısa vadeli bir çalışma olsun, zihinlerimize hemen hep aynı imajı verecekti: Hiçbir Medeniyet, diğer Medeniyet’i taklit etmek, ona benzemek ve onun gibi olmak mecburiyeti içinde değildir. Bir medeniyetin başka bir medeniyete benzemediği için suçlamak, bir insanı bir başka insana benzemediği için suçlamak kadar manasız ve yersizdir. O, insan olarak ancak kendisi kendi içinde bir bütündür ve asıl o bir başkasına benzemediği için insandır. Bu itibarla, her bir Medeniyet de, kendi içinde bir bütündür ve bir başka Medeniyete benzemediği ve hatta bezemekten kaçcındığ4ı için bir bir Medeniyettir. Taklit etmeye başladığı andan itibaren kendisi olmaktan çıkacak, kendini inkar edecek ve artık bir taklitler topluluğu halini alacaktır. Bir medeniyet, ihtiyacı ölçüsünde ve nispetinde başka medeniyetlerden aldıklarını kendi bünyesinden sindirip, onu kendi değerlerine göre yoğurup, kendi dehasına göre yeniden şekillendirdikten sonra, ancak kendi mensuplarına takdim etmek hakkına sahiptir.
Pek tabiidir ki, burada kurban kesen medeniyetlere mensup fertlerin, beşeri zaaflardan kurtulmuş olduğu şeklindeki bir iddia da, her zaman mesnetsiz kalacaktır. Medeniyetler için asıl olan, bu insanları, bu zaaflarından kurtarmak değil, belki bu zaafların önüne sağlam prensipleri ve ciddi engellemelerde çıkıp, bu zaafları, en az zarar verir bir seviyede tutmaktadır.
86
OYUNLAR
Kurban kesen medeniyetler de oyunlar medeniyetle bağlantılı bir paralerlik gösterir. Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinde kukla, karagöz-hacivat, hokkabaz ve orta oyunu şeklinde bir sıra izlerler.
Kukla: Küçük bebeklerin küçük sahnelerde iplerle idare olunduğu bir oyundur. Genellikle çocuklara hitap eder.
Karagöz-Hacivat: sinema tarzı bir oyun türü olup deve derisinden kesilmiş karagöz- Hacivat şekillerinin mum ışığı vasıtasıyla beyaz perdeyi düşürülmesi sonucu bir nevi gölge oyunudur.
Hokkabaz: Karagöz ve Hacivat’ın perdeye düşen hallerini gerçek dünyada karşılıklı iki kişi arasındaki konuşmasından oluşur. Birini elinde ince tahtadan yapılmış ucu açık iki cetvel bulunur. Ve çeşitli vesilelerle diğerini omzuna vurur. Cetvel iki parça olduğu için ses daha çok çıkar böyle devam eder gider.
Orta oyunu: Bu oyun iki veya daha fazla kimseyle karşılıklı oynanır. Kuklanın canlısıdır denilebilir.
İnsanlar normalde başka insanlara karşı onların üstünlüğünü sıfırlayıcı ya da aşşa görücü tavırları seyretmeye daha yatkındırlar. Batı medeniyetlerinde insanlar kan görmeye ve kan akıtmaya doymamış oldukları için trajedi ve dram türünden vurma, kurma, asma, kesme, yakma ve yıkma gibi sahneler ilave tatmin için gereklidir.
Halbuki kurban kesen medeniyetlerde örneğin Osmanlıda bu tür sahnelere rastlanmaz. Daha çok çocuklara hitap etmesi nedeniyle fazla teferruatlı değil ve espriler çocukların anlayabileceği gibidir. Genellikle söylenen şeyi yanlış anlama esasına göre bir espri oluşturmayı amaçlar ve kelime oyunu tekerlemeler ve vb espriler daha yaygındır. Bu oyunların hiçbirinde yazılı metin yoktur. Oyunlar irticalen oynanır ve oyuncuların hazır cevaplılığı zeka gücü ve nükte kabiliyetlerine göre şekillenir ve gelişir. Osmanlıda seyirci sayısı azdır. Dekorlar az ve kıyafetler sınırlıdır.
İslam medeniyeti şaka, ciddi ya da rol icabı veya daha başka sebeplerden olsun karşısındaki ile alay edilmesini onun küçük düşürüp şahsiyetiyle, şeref ve haysiyetiyle de oynanmasını doğru bulmamıştır.
Sonuç olarak kurban kesen medeniyetler de ki oyunlarda şeref ve haysiyet kırıcı sahneler insanların şeref ve haysiyetiyle oynayan hakaretamiz sözler, alay ve hakaret dolu benzeri küçük düşürmeler yoktur. Namus meseleleri ise gündemden uzak tutulur. Adam öldürme, adam kaçırma, işkence etme gibi konulara yer verilmez. Özet olarak vurma, kırma, asma, kesme, yakma ve yıkma gibi motiflere yer yoktur. Böylece insanların kafaları o çeşit vakalarla ve kavramlarla doldurulmaz.
At yarışları düğünlerde ve toplantılarda sık sık yapılır. Fakat ödül verilmesine rağmen müşterek bahis hiçbir zaman oynanmaz. Ciritlerde aynı şekilde kumardan uzaktır. Hindistan’da ki Müslümanların ciride benzer bir oyunu olan Gûy-u Çevgân oyunu da kumardan uzaktır. İngilizler buraya geldikten sonra bu oyuna Polo demişlerdir. Bu oyun çevgan denen ucu eğri bir çubukla yerdeki topu karşı tarafa geçirmeyi amaç edinen bir ekip oyunudur.
[2] Fetih 26 [3] Araf 96 [4] Ali İmran 102 [5] En’am 162 [6] Tirmizi, Birr-62 [7] İbn-i Mace [8] A’raf 26 [9] Hacc 37 [10] Fazlu’r Rahman, A. E. Ve mesajı, s. 12-13 [11] Yunus 6 [12] Tövbe 99 [13] Saffat 100-110.ayetler [14] Hac 36 [15] Hac 37 [16] Hac 34 [17] Levililer, 2 tekvin, 4/3 [18] Levililer, 2. [19] Tekvin 34/54 [20] Levililer 22/27; çıkış 12/5; sayılar 19/1-10 [21] V. Karakaş. Zaman Ailem.s: 160/32 [22] V. Karakaş. Zaman Ailem.s: 160/32-35 [23] İbn Mace, H.no:3124 Tirmizi, H.no:1542 [24] Tirmizi, H.no:1542 [25] İ.L.Çakan. Altınoluk Dergisi.s:217, sahife:24 [26] Hac Suresi.22/34 [27] Maide suresi.6/27-29 [28] Saffat suresi.37/101-107 [29] Kevser suresi.2 [30] Hac suresi.36 [31] Kutlu Zamanlar. 134-135 [32] Zemahşeri, Keşşaf.4/88 [33] Saffat suresi.102 [34] Saffat suresi.102-103 [35] Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi. İbrahim Aleyhisselâm.171-178 [36] Fıkhi Meseleler. 2/98 [37] Ebu Davud.10/453 [38] İs.Fık.An.4/392 [39] Ebu Davud. 10/453 [40] İs.Fık.An.4/392 Bu hüküm Hanefi mezhebine göredir. Diğer mezheplerde ise sünnettir. [41] Kevser suresi. 108/2 [42] Hac suresi.22/34-37 [43] Saffat suresi.37/107 [44] Bir Müslümanın Yol Haritası.531 [45] İbn Mace, H.no: [46] Bir Müslümanın Yol Haritası.581 [47] Tirmizi, Edahi.18; Ebu Davud, Edahi.3; İbn Mace.Edahi.2 [48] Bir Müslümanın Yol haritası.582 [49] Tirmizi ,H.no:1543 [50] İbn Abidin.6/313 [51] Tirmizi, H.no:1518 [52] Ebu Davud. 10/453 [53] Bir Müslümanın Yol Haritası.582 [54] Delilleriyle İslâm İlmihâli.611 [55] Delilleriyle İslâm İlmihâli.611 [56] İlmihâl.ll.Diyanet Vakfı.4 [57] Ahmet Şahin. Zaman Gazetesi [58] D:V.İlmihâl.ll.5 [59] Ebu Davud.10/454 [60] D.V.İlmihâl.2/6 [61] Ahmet Şahin. Zaman gazetesi [62] Prof.Dr. Raşit Küçük. [63] Kurban.Semerkand Yayınları.46 [64] Kurban.Semerkand yayınları.46 [65] a.g.e:46 [66] a.g.e:46 [67] a.g.e:46 [68] a.g.e:46 [69] a.g.e:46 [70] a.g.e:46 [71] Ahmet Şahin.Zaman Ailem.s: 109/31 [72] İslâm’da Zekât Müsessesesi.358-359 [73] S Uludağ.İslâm’da Emir ve Yasakların Hikmeti. 101 [74] Delilleriyle İslâm ilmihâli.612 [75] Kurban ve Faziletleri.29 [76] Kurban ve Faziletleri. 13 [77] Tirmizi, H.no:1526; İbn Mâce, Edaha: 3 [78] İbn Mace, H.no:3126; Tergib ve Terhib.535 [79] Tergib ve Terhib. 2/537 [80] El Uhudul-Kübra:257 [81] Tergib ve Terhib. 2/537 [82] Tergib ve Terhib.2/537 [83] El Uhudü’l-Kübra:257 [84] İs.Fık.An.4/393 [85] Hacc suresi.36-37.A. Aydemir.Kurban ve Akika.Diyanet Der.:11/1 [86] Efendimiz’den Hayat Ölçüleri. 188 [87] Fetavay-ı Hindiye.11/482; Is.Zekat Müsessesesi.363 [88] Ebu Davud.10/454 [89] Fetavay-ı Hindiye. 11/483 [90] Ebu Davud, H.no:2807 [91] Ebu Davud, H.no.-2809 [92] Ebu Davud, H.no:2808 [93] Ebu Davud. 10/454 [94] Fıkhi Meseleler.1/101 [95] Zaman Ailem.s: 109/29 [96] Prof.Dr.Raşit Küçük [97] Ebu Davud. 10/454 [98] İbn Mace.H.no:3141; c:8/470 [99] İbn Mace.H.no:3139; c:8/470 [100] Fetevay-ı Hindeyye.11/483 [101] Ahmet Şahin Zaman Gazetesi. [102] Ibn Mace, H.no:3130; Tirmizi.H.no:1554 [103] Tirmizi.H.no:1529 [104] Tirmizi.H.no:1534 [105] V. Karakaş. Zaman Ailem.sayı: 160/33[M.A!i Sabuni. M.Tefsirü İbn-i Kesir. 1/545] [106] Ebu Davud, H.no:2793 [107] Ebu Davud, H.no:2794 [108] Ebu Davud, H.no:2795 [109] Ebu Davud, H-.no-.2796 [110] Tirmizi.H.no:1530; EAbu Davud.H.no:2802 [111] Ebu Davud.H.no:2803 [112] Büyük Kadın İlmihâli.242; Zad’ul-Meâd:2/879 [113] Büyük Kadın İlmihâli.243 [114] Fetavay-ı Hindiye: 11/455 [115] Fetavay-, Hindiye. 11/455; Büyük Kadın İlmihali:246: Tam İlmihal: 286 [116] Ahmet Şahin. Zaman Gazetesi [117] Tirmizi, H.no: 1544; Buhârî, Edâhî: 11; [118] Ebu Davud. 10/460 [119] Delilleriyle İslâm İlmihâli.612 [120] Ebu Davud.10/464; Fetavay-ı Hindiye:11/454; Kurban ve Faziletleri:28-29 [121] Kurban. Semerkand yayınları.40 [122] Hac suresi.22/34 [123] Bir Müslümanın Yol Haritası.578 [124] Bir Müslümanın Yol haritası.580 [125] Hac suresi.22/37.Bir Müslümanın Yol Haritası.580 [126] Müslim, Edâhî, 43-45; Nesâî, Dahâyâ, 34. [127] Kurban.Semerkand Yayınları.49 [128] Kurban. Semerkand Yayınları.49 [129] Bir Müslümanın Yol Haritası.598-599 [130] Mehmet Emre Müslümanca Yaşama Sanatı.1/158 [131] İbn Mace, H.no:3172 [132] İbn Mace.H.no:3171 [133] Hadislerle ilim ve Hikmet. 1/515 [134] Hadislerle İlim ve Hikmet. 1/515 [135] Hadislerle İlim ve Hikmet. 1/516 [136] Hadislerle İlim ve Hikmet 1/517 [137] Hadislerle İlim ve Hikmet. 1/571 [138] Hadislerle İlim ve Hikmet. 1/518 [139] İs.Fık.An.4/417 [140] Ebu Davud,H.no:2794 [141] Kütüb-i Sitte Müh.6/80 [142] Kütüb-i Sitte Müh.6/81 [143] İs.Fık.An.4/419 [144] Mehmet Emre. Müslümanca Yaşama Sanatı. 1/153 [145] İslâmda Helâl ve Haram. 1/619 [146] 121 İs.Fık.An. 4/419 [147] İs.Fık.An.4/417 [148] İs.Fık.An.4/419 [149] İs.Fık.An.4/420 [150] Bu kesme işlemine “Zebh”, kesilen ve kesilecek hayvana da “zebiha” denir. [151] Bu kesme işlemine “nahr” adı verilir. [152] Ali Arslan Aydın. Kurban ve Hükümleri Diyanet dergisi.sayi:6.1975 [153] Prof.Dr.Raşit küçük [154] Zaman.Ailem.s:109/26 [155] Enam Suresi.6/79[Ben yüzümü tamamen hanif olarak, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve ben Allah'a ortak koşanlardan değilim.) [156] Enam Suresi.79/162 [De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabb'i olan Allah'a aittir. O'nun hiçbir ortağı yoktur ] [157] İs.Fık.An.4/419 [158] Bismillâhi derken (h)yi belli etmek lâzımdır. Belli edince, Allah-ü Teâlâ’nın ismi olduğunu düşünmek lâzım olmaz.(h)açıkça belli etmezse, Alla-ü Teâlâ’nın ismini söylediğini düşünmek lâzımdır. Bunu da düşünmezse hayvan leş olur. Yemesi helâl olmaz. Bunun için her zaman Allah Teâlâ dememeli, Allah-ü Teâlâ deyip (h) harfini belli etmeğe alışmalıdır. [159] A.Arslan Aydın. Kurban ve Hükümleri.Diyanet Dergisi.5:6 [160] EbuDavud. 10/456 [161] Mehmet Güleç. Tenbih ve ikaz. 186 [162] Mehmet Güleç. Tenbih ve İkaz.l85[Kesecek kimsenin elini tutmak isteyen kurban sahibi kesenle birlikte "Bismillâhi Allah-ü Ekber" demelidir. Kesecek kimsenin eli üzerine koyan veya kesenin ikisinden birisi "Bismillâhi Allah-ü Ekber"i kasten terk ederse kesilen hayvan kurban olmaz ve eti de yenmez. Çünkü herikisi de bir kesiyor demektir.] [163] Ahmet Şahin. Zaman Gazetesi [164] İbnMace.H.no:3172 [165] Ibn Mace.H.no:3170 [166] Efendimiz’den Hayat Ölçüleri. 185 [167] Efendimiz’den Hayat Ölçüleri. 186 [168] Ahmet Şahin. Zaman Gazetesi [169] İlmihâl.ll.Diyanet Vakfı.49 [170] Tam İlmihâl.285; Mülteka Tercümesi.2/320-331; Kadın İlmihâli.243; Kurban ve Faziletleri.46; Ehl-i Sünnet İtikadı.226; Fetevay-ı Hindiye.12/447; İbn Mace.H.no:3170; Ebu Davud. 10/455; Sahih-i Müslim.9/228 [171] Kurban. Semerkand Yayınları.51 [172] Bir Müslümanın yol Haritası.5908 [173] Ahmet Şahin.Zaman Ailem.s: 109/31 [174] İbn Mace,H.no:3179; Ebu Davud, H.no.-185 [175] İbn Mace. 8/522 [176] Ebu Davud. 10/456 [177] İs Helâl ve Haramlar.1/621 [178] İs.Helâl ve Haramlar.1/621 [179]İs.Fık.An.4/423 [180] İslâm’da Zekat Müsessesesi.366 [181] Emanet ve Ehliyet. 1/569 [182] Ebu Davud. 10/502 [183] Hacc Suresi.22/28 [184] HaccSuresi.22/38 [185] Bir Müslümanın Yol Haritası.591 [186] Fetavay-ı Hindiye. 11/491 [187] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi. [188] Ebu Davud, H.no:2813 [189] İs.Fık.An.4/422 [190] Hac Suresi.22/28 [191] Hac Suresi.22/36 [192] İs.Fık.An.4/422 Kurbanlıkların etlerini satmak haramdır. Ebu Davud.10/501 [193] Fetavay-ı hindiye. 11/491 [194] İlmihâl.II.Diyanet Vakfı. 10 [195] El Uhudül-Kübra.259 [196] Furkan GALIB; “Mübarek Günler ve Geceler”, Timas, s.89-105 [197] Prof. Dr.Raşit Küçük.Fetvalar [198] Prof.Dr.M.Saim Yeprem. [199] Prof.Dr.M.Saim Yeprem. [200] Kurban. Semerkand Yayınları.50 [201] Prof. Dr.İ.Canan.İslâm’da Çevre Sağlığı. 68; Her Yönüyle Temizlik. 108 [202] Ebu Davud, H.no:25-26 [203] Her Yönüyle Temizlik. 109 [204] Zaman Ailem.s: 109/6 [205] İlmihâl.ll.Diyanet Vakfı. 10; Bir Müslümanın Yol Haritası.592 [206] Kurban. Semerkand yayınları.54 [207] Kurban. Semerkand Yayınları.55 [208] Ebu Davud, H.no:2790 [209] Bir Müslümanın Yol Haritası.598 [210] Kurban. Semerkand Yayınları.55 [211] Kurban Semerkand Yayınları.56 [212] İbn Mâce hadis no: 3163, Zebâih, no: 1515 [213] Tecrid-i Sarih Tercümesi, XI, 401 [214] Ebu Dâvud, Edahî, 20 [215] İbn Hanbel, II, 182 [216] Şamil İslâm An. [217] Bir müslümanın Yol Haritası.594 [218] Kurban. Semerkand Yayınları.56 [219] Fecr Suresi.l-2 [220] Zadu’l-Meâd. 1/77 [221] Zadu’1-Meâd. 1/78 [222] Tirmizi, H.no:754 [223] Ebu Davud,H.no:2437 [224] Zadu’1-Meâd.2/651 [225] İbn Mace.4/632 [226] Furkan GALIB; “Mübarek Günler ve Geceler”, Timas, s.89-105 [227] Kutlu zamanlar.175; Abd b. Humeyd, Müsned.1/257 [228] TecridTer.3/189 [229] Ebu Davud, 6/503 [230] Bulûğ-ül-Merâm.2/452 [231] İmam-ı Nevevi.El-Ezkârl/295 [232] İmam Nevevi. 1/295- Furkan GALJB; “Mübarek Günler ve Geceler”, s.89-105 [233] İmam-ı Nevevi. El-Ezkâr. 1/295 [234] Ahrnet Şahin.Günlük Hayatımızda Dualar.170 [235] Bediüzzaman Said Nursi.13. Şua [236] Ramuz e!-Hadis:542/9; 309/3; Musahabe.5/85 [237] M.Talu, Dini Meselelerimiz.2/499 [238] Müslim, H.no:1977; Ebu Davud, H.no:2791;lbn Mace, H.no:3149-3150 [239] Riyazüs Sâlihin.7/228 [240] Ebu Davud,10/467 [241] Ebu Davud, h. no: 1134 [242] Efendimizin Hayat Ölçüleri .131 [243] Hac:22/34 [244] Maide suresi,27 [245] Saffat suresi. 107 [246] Hac suresi.34 [247] Hac suresi,37 [248] Kutlu Zamanlar, 146-147 [249] EbuDavud, h.no:2789 [250] Furkan GALIB; “Mübarek Günler ve Geceler”, Timas, s.89-105 [251] Kutlu Zamanlar.133-134 [252] Ebu Davud. 10/462 [253] İbn Mace, H.no:1315 [254] İbn Mace, H.no:1316 [255] Kevser süresi:2 [256] Ebu DavudH.no: 1148 [257] Fıkhi Mese!eler.4/113 [258] Ö.Nasuhi Bilme.B.İslâm İlmihâli. 167 [259] A.Fikri Yavuz.İslâm İlmihâli.211 [260] Şamil İs.An [261] İbn-i Mace, h. no: 1295 [262] İbn Mace, H.no:1296 [263] Tirmizi, H.no:540; Ebu Davud, H.no:1156; İbn Mace, H,no:1298 [264] Is. Fık. Ans. 2/468 [265] İs. Fık. Ans. 2/456-475 [266] Mahmut Özakkaş, Namaz An. 176 [267] Mahmut Özakkaş, Namaz An. 176 [268] Şamil İslâm. An. [269] Bakara suresi.203 [270] Kutlu Zamanlar. 125-126 [271] Bakara suresi.2/203 [272] Kur’anda Zikir Kavramı ve Allah’ı Zikir.77 [273] 33/41 [274] 1.Karagöz. Kur’anda Zikir Kavramı.83-85 [275] Zadu’l Meâd.1/75 [276] Ebu Davud.H.no:1765 [277] Ebu Davud.6/503-504 [278] Tirmizi, H.no-.541 [279] Selâmet yolları.2/179 [280] Selâmet yolları.2/179 [281] Selâmet yolları.2/179 [282] Efendimizden Hayat Ölçüleri. 134 [283] Ruhul-Furkan, 2/297 [284] Ahmet Şahin Günlük Hayatımızda Dualarımız. 171 [285] Tergib ve Terhib. 2/531 [286] Tergib ve Terhib. 2/532 [287] Tergib ve Terhib.2/531 [288] Kütüb-i Sitte Muhtasarı. 13/134 [289] Ebu Davud:H.Nu:555 [290] Ahmet Şahin.Günlük Hayatımızda Dualar. 170 [291] Tirmizi, H.no:768 [292] Tirmizi, H.no:769 [293] Tirmizi, H.no:770 [294] Selâmet Yolları.2/461 [295] Selâmet Yolları.2/461 [296] Selâmet Yolları.2/462 [297] Ebu Davud, H.no:2416 [298] H.Karaman. Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken [299] Tirmizi, h.no: 1060 [300] İbn Mace, H.no:1571 [301] Üsve-i Hasene. 1/471; Müslim, c:5/260 [302] Mehmet Emre.Müslümanca yaşama Sanatı. 1/411 [303] Üsve-i Hasene. 1/473 [304] Üsve-i Hasene. 1/471 [305] Haşrsuresi.59/10 [306] Dürretül Fahire.319 [307] Ramuz el-Hadis.368/10; Dürretül Fahire.319 [308] Dürretül’ Fahire:320 [309] Ramuz el-Hadis. 382/5 [310] Cami’üs Sağir.2/131 [311] Dürretül’ Fahire:318 [312] Müslim, H:no:975 [313] S.Toprak.Kabir Hayatı.445 [314] Üsve-i Hasene. 1/476 [315] İs.Fık.An.3/91 [316] Kabirleri ayakta ziyaret etmek ve yanlarında ayakta dua okumak da sünnettir. Nitekim Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem “Cennetü’1-Bâki” mezarlığına çıktığı zaman bu şekilde yapmıştır [317] S.Toprak. Kabir Hayatı. Muhtelif sayfalar. [318] ibn-i Abidin.c:3/502 [319] Üsve-i Hasene. 1/473 [320] İs.Fık.An.3/88; İbn-i Abidin.3/503 [321] İs.Fık.An.3/88; İbn-i Abidin.3/503 [322] İbn Hanbel.V.26 [323] Emanet ve Ehliyet, c: 1/349 [324] Üsve-i Hasene. 1/474 [325] Dürretül Fahire.319 [326] İs.Fık.An.3/88 [327] Üsve-i Hasene. 1/474-477 [328] Haşr suresi.59/10 [329] Muhammed suresi.79 [330] İslamda Helâllar ve Haramlar: 1/341 [331] O.Nuri Topbaş.Faziletler Medeniyeti.2/292 [332] İbn Mace.Edeb.l; O.Nuri Topbaş.Faziletler Medeniyeti.2/292 [333] Müslim.Vasiyyet. 10; O.Nuri Topbaş.Faziletler Medeniyeti.2/294 [334] İs.Fık.An.3/98 [335] İs.Fık.An.3/88 [336] İbn-i Abidin.3/504 [337] İbn-i Abidin. 3/504 [338] İbn-i Abidin.3/504 [339] İs.Fık.An.3/99 [340] İs. Fık. An.3/99 [341] O.Nuri Topbaş. Faziletler Medeniyeti.2/296 [342] S.Toprak.kabir Hayatı.461-462 [343] Üsve-i Hasene. 1/476 [344] S.Toprak Kabir hayatı.471 [345] Dürretül Fahire.316 [346] Üsöve-i Hasnel/476; Dürretül Fahire.316 [347] İs.Fık.An.3/88 [348] S.Toprak Kabir ziyareti.476 [349] S.Toprak.Kabir ziyareti.476 [350] S.Toprak.kabir hayatı. 1/477 [351] S.Toprak.Kabir Ziyareti.477 [352] İs.Fık.An.3/91 [353] Müslim, H.no:971; Nesaî, H.no:2046; Riyazü’s Sâlihin, H.no:1770 [354] Müslim, H.no:972-973 [355] Tergib veTerhib.7/81 [356] Tergib ve Terhib.7/81 [357] Müslim,5/246 [358] Müslim, H.no:292; Nesâi, H.no.-2070 [359] Üsve-i Hasene. 1/475 [360] S.Toprak kabir hayatı.445 [361] Dürretül Fahire.325
Yararlanılan kaynaklar |
Yararlanılan Kaynaklar
-Kuran-ı Kerim Hayrat Neşriyat-İstanbul
-Kuran-ı Kerim ve Yüce Meali,Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını
-Kuran-ı Kerim ve Yüce meali, Ali Bulaç
-Kütübisitte ,Prof.Dr. İbrahim Canan
-Risaleler,Sözler,Mektubat, Üstat Bedüzzaman
-Sahihi Buhari (Tercemesi)
-Sahihi Müslim (Tercemesi)
-Müsnet (Ahmet bin hambel)
-Aşk olsun, Tasavvuf ve Halk Edebiyatı Şiirleri, Aşık Ahi Kul Ahmet
-Kuran-ı Mecid ve Tefsirli Meal-i Alisi, Mahmud Ustaosmanoğlu, Yasin yayınevi
-Ruhu’l Furkan Tefsiri, Mahmud Ustaosmanoğlu
-İslam İlmihali, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını
-Kuran-ı Hakim ve Açıklamalı Meali,Prf.Dr. Suat Yıldırım, Işık yayınları,2004
-AHİLER Sanatı İnsan Olan Sanatkarlar,Aşık Ahi Kul Ahmet
-Peygamberimizden Dualar,El Ezkar, İmam Nevevi,Çev:Doç Dr. Abdulvehhab Öztürk,Yenişafak-2005
-Peygamber Efendimizin Hayatı,Eyüp Sabri,Semerkand 2010
-Ayet ve Hadislerle İslam Ahlakı,İdris Tüzün İstanbul 2011 Süeda yayınevi
-Kuran-ı Kerim Fihristi,Recep Aykan 1997 Pınar yayınları
-Büyük İslam İlmihali,Ömer Nasuhi Bilmen Akçağ Yayınları no: 99
-Örnek Vaazlar –I,II, Lütfi Şentürk, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını 2004
-Mektübat-ı Rabbani,Aptul Kadir Akçicek, Çile yayınları 3. baskı
-Hadisler, Muhammed Fuad Abdülbaki,Vakit yayınları 1. ve 2.Cilt
-Hak dini kur’an dili Elmalılı M. Hamdi Yazır Zaman yayınları Feza gazetecilik a. Ş
-Kurban kesmenin psikolojik ve metafizik temelleri Prof. Dr. Ali Mudat Daryal (ifav) 3. Baskı
Yazarın iletişim ve özgeçmişi;
1956 Kırşehir Aşıkpaşa mahallesi doğumludur. 5 yaşında mesnevi okumaya başlamış 10 yaşında mevlanadan ilahi aşk şarabı içmiştir. İmam hatipe gitmek için orta ikiyi terk etmiştir. Orta okulu birinci bitirmiştir. Siyasal bilgiler fakültesinden 1979 yılında inekçi bir talebe olarak mevzun olmuştur. Halen maliye bakanlığında müfettiş olarak çalışmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır. Peygamber efendimizle ve bir çok veli zatla Allah aşkı için görüşmüştür. Hali hazırda ahilik, ahlak, şiirlerin etkinliği, tevhid gibi konularda onbeş adet kitap çalışması vardır. Ayrıca iki ayrı özgün internet sitesi ile 490 yazı, şiir, makale, kitap ile İslama ve ümmeti Muhammede hizmet etmeye çalışmaktadır. Bu siteler;
e-posta;
Not: İlmin kaynağı Allah c.c. olduğu ve zekatı da yüzde yüz olduğu için bu sitelerdeki / kitapçıktaki bilgilerin / şiirlerin telif hakkı yoktur. Aslına sadık kalmak ve ticari olmamak kaydıyla basılabilir, çoğaltılabilir, yayımlanabilir, alıntı yapılabilir, tercüme edilebilir…
Benim canım güzeldir
Dost yüzün bakan menem
Katrem deryaya varır
Irmağım akan menem
Irmak olup çağlarım
Gah ağlar gah gülerim
Nefsime taş bağlarım
Kibri kin yıkan menem
Kırdım nefsin çerisin
Giydim takva libasın
Pak eyledim odasın
Gel gönlü yuyan menem
Hak didarın hoş durur
Fakirinde taht kurur
Kafir fakrı ne bilir
Didarın bakan menem
Hikmet ile her bir iş
Taat kıla yazu kış
Şöylece yadı biliş
Yıkılmaz duran menem
Cümle cana hükmeden
Damarlarda kaynayan
Bin lisanla söylenen
Tercüman olan menem
Nemrud kim ibrahime
Bostan yap ateşine
Hakkın gül didarına
Halilim diyen menem
Ne yoksul ne hoyratsın
Ne köşk ne saraydasın
Miskinler gönlü tahtın
Gel gir turabın menem
Bırak beni yanayım
Kül olup savrulayım
Muhammede post olayım
Var bak tebaan menem
Ne ilmim ne taatim
Ne gücüm ne takatim
Meğer ki inayetim
Ver gör şakıyan menem
Ya rahmanım ya rahman
Sen dertlere ol derman
Bu acize kıl ferman
Gökte burağın menem
Bunlar senin kulların
Günahı çok bunların
Sal bunları ahilerim
Postta oturan menem
Ben eyiyem kim gani
Gel bekliyem hoş seni
Var esirgeme sen bunu
Uçsa burakla menem
Adıma kul’u takdım
Sırrı aleme çaktım
Levhi kalemden yazdım
Dilde söylenen menem
Ol rasulü Mustafa
Sefer kıla Allah’a
Ümmet haydi namaza
Ol sırra imam menem
1
İki cihana sultandır Hakan’ım
Kullarının ardındadır mekanın
2
Zatından sadır olur nur semadan
Şeytanın şerridir alkış azaptan
3
Onulmaz dertlerin şevki şeytandır
Sen gördükçe “bela” aşkı nurdandır
4
Yandım sana Allah’ım her nefesten
Rızıkla Rabb olurmuş her nefesten
5
“Kiramen katibin” sayhı meyanda
Günahı kumla tartarlar mizanda
6
Ol Muhammed yolda gider alemle
Alem diler mahbub kıl Muhammed’le
7
Amelsiz kitap kânı yasladılar
Payansız pişman sadrı közlediler
8
İnkarı yok bu türkünün sayhadır
El ve ayak söyler canı zardadır
9
Kim kurtulmuş ölüm canı canından
Kalender ol âlâ söyler sarıktan
10
Aşk-ı Şeyda cümle alem bildiği
Nice kaygu dünü günde sildiği
11
Sen yarattın kamu alem cismi can
Kul eyledin aşkın çeki yandı can
12
Seni gördüm anda canım senindir
Cümle varım gönül sazım eşkindir
13
Azabımı sözümden kıl nihanım
Gönüller türabı dilde veraım
14
Cihanın meramı sazda nigarım
İsyanın hazanı nazda şikarım
15
Canda canımsın tende kim ayanım
Bu gönlü satmışım gayri seyranım
16
Can feda yolunda döksem kanım da
Gül insan eyleye sultan nâzım da
17
Sırat eyledi ataşın üstünü
Figan eyledi inkarın büstünü
18
Avamdan ummadı gül versin O’na
Söyledi ahlakı güzelden yana
19
Sufiye mescid alime kitabın
Mecnuna Leyla velvele cihanın
20
Canım sundum Leyla bilmezmiş “bela”
Mecnun faslı ölmez titrermiş vera
21
Dünya gaflet içre ziyan eyledi
Ziyan kim akla hicap setredi
22
Saldım alem cevri cennet vasfından
Nice huri vermez gönül keşfinden
23
Cennetin cevlanı ağlar mizanı
Sevmenin mihrabı kullar yaranı
24
Ahım cevri sarmıştır önden sona
Baha kılmak garazdır canı kana
25
Bin eyler biri çerağı zarından
Bir söyler efradı anın bağrından
26
Gel gel gül ol da gel canın mihrabı
Kim kılar bu bir namaz saltanatı
27
Ahi Ahmet söyler adı mihraptır
Yar oldum güzele göğnüm haraptır
28
Sev dedi göğnüm ah ile canından
Kim eyler beni can kulu sadrından
29
Sen ağla ahmedim sadrın daralsın
Yarınki ziyandır ahı nihansın
AÇIKLAMA
2 alkışta azap vardır
3 bela:evet
5 kiramen katibin:omuzdaki yazıcı melekler
5 kumla tartmak:günahın adet olarak çokluğu
7 amelsiz kitap kanı yaslamak:okuduğunun gereğini yapmamak
8 ahiret sayhaları gelecek ve el ayak konuşacak
9 sarıktan söylemek: sarık kefen olduğu için söyledi sayıldı
13 sözden azap kılınması:aşığın söylediği çok etkili olup allah da onu desteklerken hata yapmaması gerekir. nihan:gizli, vera: iyilik
14 cihanın sazı sevmesi oyuna meraklı olmasıdır. nazda şikar ise aşığın naz ile allaha yönelmesi bir hatır bırakır ve yükselir ve böylece nefsin isyanı azalır.
15 canımda sen varsın yani içiçeyiz. ve benim tenimde sen görünüyorsun (ayan:açık)
gönlü satmak gönlü allaha sevgi karşılığı vermek. gayri seyranım demek gayri dediğimiz Allahın kainattaki tecellilerini yüksekten (arş) seyretmek demektir.
16 gül insan: takva üzere yükselmiş insan.
18 avam allaha gül verecek seviyeye gelemez ancak güzel insan olabilir. bu da güzel ahlaklı insan demektir.
19 velvele: ses duyurmak, gürültü koparmak
21 dünya gafletten ziyana uğradığı gibi bir nedeni de aklına utanma örtüsü çekmesi onu düşünmekten alıkoyuyor ve ziyan düşüncesizlikten geliyor.
22 gönül keşfi aşıklığı bildirir ve allah aşıklara huri vermez fakat allahın cemalini seyrederken büyük bir zevk duyarlar.
23 cennetin kazanılması ağıtla olur ve bu mizana gelir. sevmeye mihrab olmak demek kullar tarafından sevilmek onu mihrab yapar ve sevginin imamlığını o kişi yapar. bu ise hak katında değerlidir.
28 sadr: göğüs,
29 sadrın daralması demek ağıttan dolayı daralmak demektir
yarın ki ziyandır demek: ahirette ağlamanın bir faydası olmaz, bu dünyada senin ahın ise gizlidir kimse bilmez nihan olsun demektir
aşık ahi kul ahmede bunları yazmak nasib oldu elhamdülillah
Benden selam eylen yarin iline
Nazlanıp da öte öte durmasın
Bahar döner yazı geçer halına
Sızlanıp da ağu içip ölmesin
Yar seninle böyle miydi bazarım
Gömlek düştü akıl yitti hazanım
Yaktı beni kaşı keman yaranım
Közleyip de aşkı yerip durmasın
Altına al geyer üstüne kemha
Gel güzelim beni koynunda sakla
Kız mıdır dul mudur perçemi aça
Eyleşip de yaban ilen kalmasın
Kara kaş altında neler çevirir
Ak ellere al kınalar yaktırır
Ben bir turna olsam selam yazdırır
Okutup da alem ilen salmasın
Ala göze siyah sürme nazından
Yiğit olan yiğit ölür yasından
Sen şöyle bir döşen aşkın telinden
Tutturup da ağıt ilen sarmasın
Al yanaklar alma gibi kırmızı
İnci mercan dişler ile gülüşü
Ben söylerim Hakk’a giden Rasulü
Belleyip de kafir ilen yormasın
Yanarım yanarım yare yanarım
Bilmedi kadrimi niyet ararım
Kimseler içmez tasımdan ağlarım
Gıybeti de eller ilen yapmasın
Yar taramış zülfünü belden âri
Ak göğüsler fırlar düğmeden âri
Güzel sevme derler cahilden âri
Bakışıp da ökçe ilen gitmesin
Yar kalemi almış yazar hünkara
Sevdiğin sınarmış yerer cihana
Yiğit olan yiğit sabrı meydana
Sözleşip de karar ilen yıkmasın
Sevdim sevdim alamadım yanaktan
Baha kıldı beş bin kayma başlıktan
Canım koydum üç gül ile taraktan
Tartılıp da pullar ilen gitmesin
Güzel ayrılır mı sevdana düşen
Dört kitapta gördüm ölmeden ölen
Neye saydın canım sundum bilmeyen
Pazarı da beyler ilen yapmasın
Yarden ölçtüm yollar ırak pekuzar
Haber saldım gelen giden ahuzar
Sen bir sala eyle dağlardır ular
Salınıp da yollar ilen tozmasın
Kul ahmed der bu sevdaya doyamam
Memeleri alma alma ememem
Ağu içtim yar elinden ölemem
Unutup da eller ilen saymasın
Aşık ahi kul ahmede yazmak nasib olmuştur..
Ben yarimden ayrı düştüm düşeli
Her anım bin yıla döndü gidiyor
Yine azab oldu ömrü sürmeli
Gönlüm cefalara düştü gidiyor
Belli olmuş bağlarının boranı
Çözülmüyor dağlarının kemanı
Onbeş oldu soframızın horanı
Rızkımız mevlaya kaldı gidiyor
Her geçen günde artıyor vebalım
Bağı bahçe viran oldu bazarım
Az yaşa çok yaşa sonu babalım
Ömrümüz kazaya kaldı gidiyor
Gide gide yollar yokuşa vardı
Uzak oldu dostlar canıma yetti
Ciğerim yandı da yar köz köz oldu
Salahım duaya kaldı gidiyor
Divane olmuşum niyazım yeter
Gam alır gam satar bizarım yeter
Zalım felek kıyamette de naçar
Ahiret kaderi yazdı gidiyor
Nazar kılam sen yar ile yarana
Baha eyleyem gel canı canana
Ahdim kavi yaz ol cümle cihana
Aşkımı canana verdik gidiyor
Kömür gözlüm de ahdimi alırım
Almaz isem çekerekten ölürüm
Güzeller içinde seni bilirim
Ahdimi güzele verdik gidiyor
Ferhat ile dağları deliversem
İmanla azraile canı versem
Güllerle Muhammed’e koşuversem
Cenneti rızaya saydık gidiyor
Allar ile donatsalar donumu
Hakk’a doğru çevirseler yönümü
Yeyip içsem hatırlamam ölümü
Dünyayı şeytana verdik gidiyor
Selvi boyla endam akıl ziyanı
İnce belde zülüflerin turası
Neresidir güzellerin yaylası
Aklımı güzele sardık gidiyor
Güzel altın tas içinde bal mısın
Onca çiçeklerden çavan dal mısın
Cenneti aladan kokan hur’misin
Güzeli bal ile ölçtük gidiyor
Gel beni düşürme mihnete derde
Aşka düşenim canana kul nerde?
Yiğit olan yiğit canı bazarda
Yiğidi can ile ölçtük gidiyor
Ilgıt ılgıt esen seher yelleri
Yarden ari çav da gel al şalları
Sordum bize varmaz imiş yolları
Yarimi yabana saydık gidiyor
Ak göğsünde yar memeler görünsün
Siyah zülfün tel tel olsun örülsün
Bilmem namahremsin bilmem canımsın
Bahayı kitaba saydık gidiyor
Leylağa karıştı çemenler dağlar
Suyundan içermiş güzeller beyler
Ben sıdkımı bozmam da sunam ağlar
Ağıtı sunaya verdik gidiyor
Ahi kul ahmedim yönün çevrilsin
Aşk bazarında kim canın yeldirsin
Ha yaşadın ha öldün şu şarabsın
Kitab-ı aşkı içtik de gidiyor
hattat aşık ahi kul ahmede nasibdir
Asi oldum cafi oldum vardım dergahına
Doğru yola sen ilet Ya Vedüd-ü Ya Allah
Kadir-i Mutlak kudreti cevlan seyranına
Fak’ri cana sen yetir Ya Halık-ı Ya Allah
Seherleri tatlı buldum şeytan benden yana
Duaları kalpten sildim arzum kuldan cana
Sevdaları sözden aldım bahtım elden yaza
Emr-i cana sen setret Ya Rahman-u Ya Allah
Pişman olmaz tövbe kılmaz ağlamazsın zalim
Yolsuz yerde ne ararsın bilmez elden alim
Bilmeye derdinden ne dediğinden hemhalim
Derd-i cana sen düşür Ya Kayyum-u Ya Allah
Kimse bilmez cehle açmaz yoktur makul sebep
Rahman’a sorsam söylemez sırra makul cevap
Haya mıdır günahından artan makul sevap
Can-ı cana sen yandır Ya Ehad-ü Ya Allah
Hayadan mıdır yoksa günahtan mıdır korkun
Zatından mıdır yoksa hakkından mıdır affın
Bu dergahta yok mudur çare mahsun aşıkın
Yad-ı cana sen kandır Ya Samed-ü Ya Allah
Mah-ı Cemal aşkına ağlayıp niyaz ettim
Mah-ı Sultan cevrine eğleyip nurla doldum
Mah-ı Sübhan zikrine koşturup yoğa göçtüm
Erdi cana sen duyur Ya Melik-i Ya Allah
Günahım katır yükü kantar çekmez neyleyim
Yolunu kaybetmiş bir ite bezendi feleğim
Muhal ile nasıl cemaline er durayım
Serdi cana sen yandır Ya Selam-ü Ya Allah
El ayağım sıkı tutsam günahım azalmaz
Günah ile muhabbetten sevabım dayanmaz
Rahmetin bir kurtuluştur makamım yetişmez
Canı cana sen duyur Ya Mü’min-ü Ya Allah
Ol günahım hazan olmaz seni tabip kıldım
Severim seni dermanım sendedir sevgilim
Yollarım sana çıkar Allah’ım yaz hicretim
Canı cana sen göçür Ya Alîm-u Ya Allah
Rahmetinden nasıl ümitsiz olurum, aymaz
Kim bu facir ve fasiki yola koyar bilmez
Her müşkilim sanadır başka kapı çalınmaz
Seyr-u sülüki ruhan Ya Kerîm-u Ya Allah
Kadir-i Mutlak sensin kimseye kudret vermem
Şüphem yoktur kavi ahdim şeytan şahit tutmam
Vahidü-l Ehad seni her yerde canım gördüm
Canı cana sen uçur Ya Rahim-u Ya Allah
Bu baş vahiy yolunda fedadır sana ya Rabb
Baş ne ki yüz bin beden fedadır sana ya Rabb
Derdi derman eyledin lütfundur bana ya Rabb
Canı cana sen sevdir Ya Baki-i Ya Allah
AÇIKLAMA:
Şiirin ayaklarında yer alan Esma-i Hüsna tecelli sırasına göre zikredilmiştir.
-VEDÜD, sevgili demektir ki Allah önce bilinmeye aşk duymuştur.(Hadiste Allah bilinmeye -aşk duydu–murad etti- ve Kainatı ve insanı yarattı” diye geçer. Ahbeptu= Aşk duymak demektir doğru tercemesi itibariyle. Yanlış bir terceme ile “İstedi” kelimesi yanlış ve zayıf düşer. İşte aynı aşkı da insandan kendisi için istedi. İşte iman ve ibadetler aşk ile olursa fedakarlık boyutuna isteyerek yükselir ve makbul olur )
-Sonra bu aşkın aşıklarını bulup ortaya çıkarmak ve ispat etmelerini sağlamak için bir İŞ yapmıştır ki o da kainatın ve insanın yaratılmasıdır: HALIK.
-Bu yaratılışı merhamet ederek yaratmıştır ki o da : RAHMAN..
-Bu düzenin uzun yıllar bozulmadan ayakta kalmasını KAYYUM sıfatı ile yapmıştır.
-Artık onun bir olduğunun anlaşılması gerekir ki kainat bozulmadığı için bir irade olmalı o da EHAD..
-Varlıklar ihtiyaçlarını Allah’tan karşılarlar. Bu SAMED dir.
-Bu düzene bir hakim gerek o da MELİK. Aksi halde çok ortakçı müşrik bu işe talip olunca yolunun kesilmesi ve kendi mülkünde kendi hükümranlığının ilan edilmesi gerekir.
-Melik sıfatı bir korku da yaratabileceği için insan ruhi ve maddi yapısının yumuşatılması ve İslam olarak teslim olanların esenliğe kavuşturulması gerekti ki o da SELAM sıfatının tecellisidir.
-Bu esenliğe kavuşanların iman ve amellerini (10 amel, namaz dahil- Mümin suresi ilk 10 ayette yazılıdır) tanımlayarak kulluğu tanımladı ki en yüce makamdır ve biz önce peygamberimiz için ABDUHÜ (Kulu) deriz. Demek ki kulluk mümin olunca olabiliyor…
-Sonra bu iman ve amelin İLİMLE techiz ve desteklenmesi ilerleme için de İKRA (oku) emrinin yerine getirilmesiyle bunun olabileceğini de anlamak gerekiyor. Okumak daima düşünceyi harekete geçiren en önemli araçtır. Senaryolar daima hikayelerin sağladığı farklı farklı düşünmeyi TEK’e indirir ve çoğulcu düşünceyi öldürür ve sakattır. Bu yüzden seyretmek yerine lütfen okuyunuz ve kişinin kendi kitabını okuyunuz. Başkasını başkasının anlatımlarını okumayınız.
-İnsan bu dünyada ya da öbür dünyada kazandıkları kadar karşılık görseydi kesinlikle hiçbir şey kazanamazdı. İşte burada KERİM sıfatı ile Cenab-ı Hakk devreye girer ve insanlardan dilediklerine hak etmedikleri halde büyük ikramlarda bulunur. Ahrette “GÜNAHLARIN SEVAPLARA ÇEVRİLMESİ” de kerim sıfatındandır. Ayrıca örneğin 40 yıl namaz kılmamış bir Müslüman bu 40 yıllık namazları asla tamamen kaza edemez. İşte Cenab-ı Hakk’ın KERİM sıfatı burada da devreye girer ve o kişinin kışlamadığı namazlar ve günahlar için bir NASUH TÖVBE (yürekten tövbe) yapması yeterlidir. Önceki zaman alimleri bu görüştedirler ve son bir haftalık kaza namazı dışında uzun yılları kaza etmeye dinen gerek olmadığı görüşündedirler. Şüphesiz biz de bu görüşteyiz. Ancak son dönem alimlerinin bazıları bu 40 yıllık namazın nasıl kılınacağından ve ALLAH’ın merhametinden uzaklaştırarak kişiyi dinden de soğutmaktadırlar. Bu tür zor durumda olan kardeşlerimizin bu tür kolaylık öneren alimlerin yolundan gitmelerini ve bundan böyle vakit namazlarını daha dikkatli kılmalarını öneririz…
-RAHİM sıfatı ise ahrette ALLAH’ın Müslümanlara merhameti olarak görünmekle beraber bu dünyada da mahlukata rahim sıfatından merhametini dağıtmıştır.
-En sona kalan ve devam edecek olan ALLAH’tır ve O BAKİ’dir, SONSUZDUR.. (En doğrusunu ALLAH bilir)
aşık ahi kul ahmede nasibdir