Notice: Undefined variable: has_ut in /home/ahisicom/domains/ahikirsehir.com/public_html/wp-content/plugins/all-in-one-seo-pack/aioseop.class.php on line 567

İyi çocuk yetiştirebilmek için nasıl bir anne baba olmak gerekir!

Anne ve babanın çocuklarına karşı sıklıkla yaptığı bir hata var. Onlardan yaşlarının üstünde olgun davranış beklerler. Oysa çocuk adı üstünde çocuktur, belli bir yaşa gelinceye kadar giderek olgunlaşacaktır. İlkokul çocuklarında yapılan araştırmalarda hırsızlık yapan saldırgan davranışlarda bulunan tembellik yapan derslerde başarısız çocukların genellikle anne baba tarafından anlaşılmadığına inanan çocuklar olduğu görülmüştür.

 

İlgiden şefkatten yoksun çocuklarda ”antisosyal kişilik” gelişimi olmaktadır. Küçük yaşlarda iken kardeşinin oyuncaklarına kasıtlı olarak zarar veren bu çocuklar büyüdükçe problemlerinin çözümünü aile içinde değil, dışarıda yabancı kişilerde aramaktadır. Zamanla inatçı, içine kapanık, aşırı kıskanç, etrafına zarar veren bir insan haline gelmektedir. Anne baba olarak çocuklarımıza karşı şefkatli, ilgili ve tatlı dilli olmak gerekir. Çocuğa hitap şeklimiz çok önemlidir. Onlara önce güzel isimler vermeliyiz. Kötü isimler onların ruh dünyasında olumsuz etkiler bırakmaktadır. Afrika’da bir kabilede bazı çocuklara “yaramaz saldırgan “ anlamına gelen isimler verilen çocukların daha çok suç işledikleri görülmüştür.

 

Oysa değil insanın, bitkilerin bile sevgiye, ilgiye muhtaç oldukları bilinmektedir. Hatta su moleküllerinin bile konuşmaların olumlu ya da olumsuz olmasından etkilendiği bilinmektedir. Sahibi ölen kedi ve köpeklerin depresyona girdikleri, sulanırken sevgi sözcüklerine muhatap olan bitkilerin daha canlı ve parlak çiçek açtıkları bilinmektedir. İnsanın yemek içmek kadar takdir edilmek, sevgi ve şefkatle muamele edilmek gibi ihtiyaçları vardır. İlgisizlik çocuk ruh sağlığını çok etkilemektedir.

 

Anne ve babalar çocukları ile güç çatışmasına girmemelidirler. Bu kimin dediği olacak şeklinde bir çatışmadır ve çocuklar mağlup oluyor gibi yapsalar da asla pes etmezler ve bir şekilde intikam almaya çalışırlar. Tatlı dille onların olgunlaşmasına yardımcı olmalıyız. Sık sık kırılan çocuk zaman içinde kendine olan özgüvenini kaybeder, kendini değersiz, itibarsız ve yetersiz biri olarak görmeğe başlar.

 

Çocuk yetiştirmek büyük bir mesuliyet işidir. Sabır ister, iyi niyetli olmak, sevgi ve şefkatle beslenmek, ve çocuklarımızı bu duygularla beslemek ister.

 

İyi anne-baba olmak için bazı noktalara özellikle dikkat etmek gerekir:

 

Kararlı olmalıyız: Bazı kararlar aldığımızda çocuğun ağlaması, kendini yerlere atması ile kararımız değişmemelidir. Çocuk anne babam bir şeye karar vermişse benim huzursuzluk çıkarmamla kararından dönmez diye bilmelidir. Onları kararından döndürebilmem için onları ikna etmem gerekir diye düşünmesinin sağlanması gerekir.

 

Tutarlı olmalıyız: Bir gün ak dediğimize diğer gün kara dememeliyiz. Çocuk siz de düzgün, dürüst, tutarlı ve karakterli anne baba tipine şahit olmalıdır. Anne babası tutarsız davranışlar sergileyen çocuklarda iki yüzlü hareketler daha çok görülür.

 

Sabırlı olmalıyız: “sabırla koruk helva olur” demişler.. ekşi olan bir bitki bile zaman ve sabırla tatlanıyor demek ki.. Öyleyse çocuk da zamanla değişecek, gelişecek, olgunlaşacak demektir. Yeter ki biraz sabırlı olalım.

 

Evde sevgi olmalı: Anne babanın birbiriyle sık sık çatışma, sürtüşme hatta kavga yaşadığı ailelerde büyüyen çocuklar sorunlu olmaktadır. Ne ekerseniz onu biçersiniz. Sevgi eken sevgi biçer. Arpa eken buğday hasat etmez.

 

Karşılıklı saygı: Saygı da sevgi kadar önemlidir. Çocuğun odasına girerken kapısını tıklatırsanız, o da sizin yanınıza girerken önce kapıyı vuracaktır.

 

Çocuklarımıza zaman ayırmalıyız: Çocukla beraber gezmek, onlarla vakit geçirmek aranızdaki sevgi saygı bağlarını güçlendirecektir. Bir çocuk nazlı kuş gibidir. Ev ister, ekmek ister, öpülüp okşanmak ister.

 

Bu ve benzeri hususlara dikkat ettiğimizde, daha olgun, daha kişilikli, problemlerini kendisi çözen, dışa açık, sosyal ve sağlam karakterli çocukları topluma hediye edeceğimiz görülecektir. Bütün bunlar anne ve babanın temel sorumluluklarıdır…     

 

 

3 Temmuz 2014
Okunma
bosluk

Eski devirlerde insafsız esnafla nasıl mücadele ederlerdi?

Eski devirlerde insafsız esnafla nasıl

mücadele ederlerdi?

 

“Kasablar dahi, keçi etini koyun etine haltetmeyüb ayrı ayrı satalar, semizin saklayıp arıgun boğazlamayalar.”

 

Esnaf ile insaf, aralarındaki kafiye benzerliğine rağmen öteden beri birbirleri ile uzlaşamazlar. İstanbul efendilerinin eli sopalı şöhreti de gösterir ki, esnaf bi insaf damgası, pek de sebebsiz yere, onların alınlarına çakılmamıştır. Eski devirde insafsız esnafla mücadele, bugünküne hiç benzemeyen usuller altında cereyan ederdi. Esnaf, insaftan uzaklaştıkça, en hafif bir ceza olmak üzere falakaya yaklaştığını bilir ve ayağını ona göre denk alırdı.

 

Bal küpünden çıkan fareyi dükkan sahibine davul zurna ile yutturan; muhtekir değirmenciyi değirmenin kanatlarına bağlatarak, havada fır dolayı döndüren ihtisap ağalarını, tarih bize henüz unutturmadı. Geçende sayın bir zatın delaleti ile bana eski bir kanun kitabından alınmış bazı parçalar gösterdiler. Edirne lisesi yurd bilgisi muallimi Osman Nuri Peremeci tarafından kısım kısım kopye edilen bu elyazısı kitab, (1060) Hicri yılında İstanbul muhtesiblerinin mucibince amel ettikleri bir nevi zabıtsi belediye talimatnamesidir. Bazı maddelerini size okuduğum zaman, muhakkak ki benim gibi:

-Şaşılacak şey… diyeceksiniz, aşağı yukarı üç yüz sene evvel, ihtiyaçların bu kadar iptidai olduğu bir devirde, her şeyi nasıl da inceden inceye hesablamışlar! Esnafın sapabilecekleri hile yollarını ne güzel keşfedip, bunlara karşı ne isabetli manialar vücude getirmişler!..

Talimatnamenin gereği gibi tatbik edilip edilmediği bahsimizin dışandadır. Fakat müspet düşündüğümüz takdirde esnafın yamanmış hali!.. talimatnameden size gelişigüzel bir kaç madde okuyayım:

Kassaban – …… ve kasablar dahi, keçi etini koyun etine halt etmeyip – demek eski kasablar da o haltı ederlermiş! – ayrı ayrı satarlar ve semizin saklayıp arığun boğazlamayalar. Her zaman halka et yetiştireler, taallül edip et bulmıyan kasabın muhkem haklarından geleler… (haklarından nasıl gelineceğinin ihtisab ağasının keyfi tayin ederdi) ve hapsedeler. Ta et bulmağa rıza verinceyedek. Ve her kişinin muradı olduğu yerden kesip, özür ve bahane etmiyeler.

Talimatnamenin bir de yemek pişirenler, yani bugünkü lokantacılar hakkında koyduğu hükümleri gözden geçirelim:

Ve aşçılar pişirdiği et, çiy olmıya. Ve aş dahi tuzlu ve tuzsuz olmayı. Ve kapları pak ola. Ve kazanları kalaysız ve çanakları sırsız ve eski olmayı. Ve belinde futası pak ola. Zikrolunanlara muhalif olursa haklarından geline. Ve tava püryanını suya ıslatıp pişireler. Ve kokmuş eti menedeler.

Yaş yemişlere gelince talimatname, manavların fiatları yükseltmek için bulabilecekleri bahaneyi peşinden kestirerek itirazlarını derhal ağızlarına tıkıyor:

Ve dahi yaş meyvaya narh verildikten sonra, yatırıp çürüdü diye tekrar narh talep etmeyeler. Ve müşteri elinde, eksik nesneyi veznedip satanın hakkından geline. Yük ile gelen kavun, karpuz ve üzüm, ve nar, ve turunç da gözlene (teftiş olunsun manasına) ve Pazar yerlerinde gayri yerde satılmıya.

Devrin biricik ışık vasıtası olan mum için de talimatnamede şu kaydı buluyoruz: ….. Ve mumcular gözlene… mumları çirkli ve kokar yağdan olmıya ve fitili yoğun (yumuşak) olmayıp ziyası ziyade ola.

(Yirmi dört saatlik ömrü olmayın bozuk ve sakat ampul satanların kulağı çınlasın!)

Sonra, bir ara boyacılara geçiyor: ….. Ve boyacılar gözlene. Her ne renk boyarlarsa, iyi edeler. Kalp etmiyeler. Ve bezi taş üzerinde döğerken zarar etmiyeler ve boyalı bezi yol üzerine asmıyalar. (Yeni boyanmış 939 modeli elbiselerei, dükkanın önüne asan kumaş boyacılarının dikkat gözüne!)

Müşterilerinin kostümlerini gününde hazır etmiyen terziler de, şu satırları ibretle okusunlar:

…. Ve terziler de gözlene. Ziyade iş alıp vadelerine hilaf etmiyeler ve illa siyaset edileler. (Siyasetin bir manası da, ipe çekilmek olduğu unutulmasın! Ve eğer bir kişinin esvabını sakat edip ve yahut iyi dikmeseler, kadı marifeti ile hakkından geleler…

Talimatname esircileri de gözden kaçırmıyor:

…. Ve esirciler, cariyenin yüzüne aklık ve kızıllık sürmiyeler (anlaşılan satılık bir malı, asli heyetinden başka şekilde göstererek talibleri iğfal etmiş olmamak için…)

Değermenciler hakkındaki hükümler de bir değirmentaşı kadar sert:

Değirmenlerde tavuk besleyip halkın ununa ve buğdayına zarar etmiye. Vaktini bilmek için ancak bir horoz tutalar ve unu iyice öğütüp illet etmiyeler. Ve kimsenin buğdayını değiştirmeyeler. Ve adetten ziyade hak taleb etmiyeler. Ve illa muhkem haklarından geline..

(Bu satırları okurken 914 Umumi Harbindeki bazı değirmencileri hatırlamamak kabil olmadı. Onların vakitlerini bilmek için horoza ihtiyaçları yoktu ama, dört uzun harp senesi milyonlarca insanın tepesinde baykuş öttürmüşlerdi).

Hubbazan (ekmekçiler) faslında bir madde var, dikkatle okumağa değer. Diyor ki:

…. Ekmekçilerin ehlihibresi, kat’a kendilerinden olmaya. Yiyici tayfasından ola. (Yiyici tayfasının kimler olduğu malum: Halk!… Yani bir ekmeğin matlub evsafta yapılıp yapılmadığını tesbit edecek olan ehli hibre heyeti, ekmeği yapanların değil, ekmeği yiyenlerin arasından seçilecek. Güzel değil mi?)

Talimatname, böyle daha nice esnafa vazifeler ve mes’uliyetler tayin edip her birine, kabahatinin cinsine göre cezalar kestikten sonra, şu neticeye varıyor:

…. Zirolunanlardan gayri Haliki müteal her nekim yaratmıştır. (Muhtesib) in ana nazarı lazımdır ve illa mes’ul ve muateb olmak mukarrerdir.

Allah her kimi yaratmışsa, Belediye Reisinin gözü onun üzerinde olacak!

Hele şükür ki, o zamanki devlet icraatının çoğu, kağıt üzerinde kalmağa mahkumdu. Yoksa, İstanbulun bir milyon şu kadar nüfusile ayrı yarı uğraşmak, hangi ihtisab ağasının haddine düşmüştü?..

(Cumhuriyet: 3/10/39)

 

24 Şubat 2014
Okunma
bosluk

Gülümse, Hep Gülümse, Sakın Unutma, Gülümse..!

Gülümsemek

 

 

Bir gülümsemenin insana çok bir maliyeti yoktur. Ama çok şey kazandırır taraflara. Hem de ikisine birden. Hiç bir zaman ödünç alınmaz veya ödünç satılmaz. Bazen bir anda oluşur fakat yıllar boyu anısı unutulmaz. Gülümseyeni fakirleştirmeden alanı zengin eder. Verene sadaka, alana itirazsız bir hoşluktur. Verenin evet’li gülümsemesi alana hayır dedirtmez.

 

 Bir orta yolda uzlaşmak gibi görünse de gerçekte bir makulde buluşmaktır aslında. Her gülümseme bir sevginin varlığına işaret eder. Her sevgi daima bir sevgiyi doğurur ya da hak eder. Size gülümsenmesini istiyorsanız önce siz gülümsemelisiniz. Mutlu olmak istiyorsanız mutlu etmelisiniz. Sevilmek istiyorsanız sevmeniz gerek. Gülümsemek o kadar saftır ki, şeytan bile buna müdahale edemez. İhsan şuuru, güzellikten anlama şuurudur ki her güzellikten anlayan mutlaka gülümser. Güzellikten anlamayanların gülümsemesi zordur.

 

İnsanların çirkinliği beğendiğine sadece çirkin gönüllerde rastlanır. İnsan kötü kalple kötülükleri de satabilir. İnanın kötülükler iyilikten daha çabuk yayılır. Öncelik kötülüğü temizlemesindedir. İyilik sonra gelir. Adalet ise hepsinden evla durur. Ehliyet ise adaletten de önce gelir. Kur’an böyle söylüyor. (Nisa ve Nahl 90. sureleri) Kötülük dışındaki diğer bütün sayılanlar bir gülümsemeyle sonuçlanır.

 

İyilik ve hakkın hakkı gülümsemektir. Gülümsemenin bir bedeli yoktur. Daima bir güzelliğe gülümsenir. Çirkinlik kötülerde gülümsemek iyilerde yaşar. Çirkinliğin zemini hep kötü hasletlerdir. Kin, nefret, hased, kıskançlık, dedikodu, gıybet çirkinliğin direkleridir. Fakat dayanıksızdırlar. Gülümsemeyi ise güzellik, iyilik, adalet, ayakta tutar. İnanın tatlı suyun başı kalabalık olur derler ve “ümmetin yanlışta ittifak etmez” buyurdu Allah’ın rasülü. “Allah’ı seviniz ve sevdiriniz” buyurdu ayrıca.   Allah ise “rahmetim gazabını örtmüştür, kuşatmıştır ” dedi.  Vedüd, Allah’ın sevgili anlamındaki çok önemli sıfatıdır.

 

Bu sevgiyi duyabilenlere Allah da gülümser. Allah’ın gülümsediği insan da O’na gülümser vesselam. Kötülerin kızgın yüzünü insanların beğendiği görülmemiştir. İnsan sadece kendini korumak ve Allah için gazaplı olabilir. Buna bir çeşit vakar denir ve yerinde yakışır. Fakat gereksiz gazap kişide çirkin düşer ve hiçbir gülümsemeyi hak etmez.

 

Gülümseme satın alınmaz. Rıza ve minnetle elde edilmez. Ödünç alınmaz, çalınmaz, emanet verilmez. Taş yerinde ağırdır. O geleceği gideceği yeri bilir. Kendiliğinden gelir. Zorla olmaz. Zorla kimsenin de işine yaramaz. Gülümsemek kişiye bir şey kaybettirmez fakat karşıya çok şey kazandırır. Bu noktada gülümseme cimriliğini  anlamak kabil değildir. Gülümsemek insanları kaynaştıran bir zamk gibidir.

 

Bilinçli ümmet olmak sevgiden gelen gülümsemeyle olur. Gülümseme cimriliğinde fitne çıkar. Toplum parçalanır. Huzur gider. Gülümsemek gerçekten huzur verir dostlara. Ve bütün dostluklar bittiğinde de insan ve toplumlar da biter. Gülümseme daima bir diyalogdur. Bir toplumu ifade eder ve bir teşekkür demektir. Bu bir fedakarlığa kadar gider. Bir içim su da gülümsemek yüzbin kazanç gibidir. Yalnız bir ömür sürecek kadar devamlı olmak gerekir:

 

Gülümse

Hep gülümse

Sakın unutma

Gülümse

Başına taş yağsa bile gülümse

Daha büyük yağmadı diye gülümse

İnerken de çıkarken de.. Gülümse

Hep gülümse ve insan ol

İnsan, insan oldukça gülümser gülünce…

Gülmek senden öte bir düşün

Sevince..

Sevdikçe gülümser

Gönüller bir olur

Gülünce…

 

 

aşık ahi kul ahmede nasib olmuştur.

21 Şubat 2014
Okunma
bosluk

Suya Yazılan İksirli Yazı = DOST !?

İnsan neden sürekli bir başka insanı ister yanında? Başkalarının desteğine ihtiyaç mı duyar? Onların varlığı sayesinde mi ayakta kalır? Onlar olmadan mutlu olamaz mı?

 

Kötü zamanlarında yanında olmasını, ona yardımcı olmasını mı ister yanındakinden? Yoksa hiçbir şey yapmasa bile, yanındakinin onu anladığını, yanında olduğunu bilmesi yeter mi bir kişi için? Peki ya iyi zamanlarda? O zaman da bu iyi halini paylaşmak istemez mi?

 

Peki ya kaybederse O ‘nu ? Ya da O, kendisi gitmek isterse? O zaman ne yapar? O’nu tekrar kazanmak için gayret mi eder, yoksa gitmeyi istemesine saygı duyarak kabul mu eder bunu ? O kişi artık yanında olmasa, neyin anlamı kalır? Paylaşacak bir dost olmadan mutluluğun bir anlamı var mıdır? Peki ya katlanacak bir zorluk varken, dayanacak bir dost yoksa katlanmanın, çabalamanın bir anlamı yoktur elbet…

 

Bir insanla dost olmak, isteyerek yapılabilecek bir şey değildir. Eğer o kişiyle karşılıklı bir sevgi, güven, yakınlık hissediyorsanız dost olabilirsiniz; isteğe bağlı olarak birini sevemez,  ona güvenemezsiniz. Bu yakınlık öyle bir anda olmaz ama bir zaman geçer, o kişiyi gözlemlersiniz, bazı davranışlarını, huylarını öğrenirsiniz.

 

Bazı güzel özelliklerini görürsünüz, takdir eder ve belki bunları kendinizde de görmek için gayret edersiniz. Kısaca o kişiyi zaman içinde tanırsınız. Bir çok insan tanırsınız zaman içinde fakat O kişi herkesten farlıdır. Dostlukları ve dostları özel ve değerli yapan da budur zaten. Herkesin dostunuz olmaması…

 

İnsanın bir dostu olması gerçekten çok önemlidir. Çünkü hayatta bazı şeyler sadece paylaşılınca değe kazanır, bazı sıkıntılar anca paylaşıldığı zaman aşılabilir. Fakat bir insan başka bir insanı “ bir dost, bir kardeş” gibi görüyorsa, değerli olması için o kişi uğruna bir şeyler yapması ya da bir şeyler paylaşması şart değildir.

 

Gönülden sevilen bir dost, isteyerek ya da istemeyerek ne kadar uzakta olursa olsun, esasen gönüldedir; ve O’nun değerini hiçbir şey değiştiremez. İnsan hayatı boyunca bir çok durumu ve ruh halini yaşar. Kimi zaman her şey yolundadır, kimi zaman değil. O halde gönlü iman ile imar etmeli ki bu dostluk listesine kim girerse veya çıkarsa  hep aynı seviyede kalabilsin.

 

İşte dinimizin Allah için sevin ve Allah için buğz edin denmesindeki maksat budur. Ayrıca “insan sevdiği ile beraberdir” hadisi de sevilenlerin ayrılsa bile kolay kolay gönülden çıkmadığını da göstermiyor mu? Ayrıca insan severek sevilir dinimize göre. Bir başka deyişle insan mutlu ederek mutlu olur deriz inancımıza göre.

 

 

Artık hangisini seçerseniz seçiniz yolunuzun çıktığı yerler dostlarınızdır. İnsan Allaha gitmeden dostluk edinmeye kalkarsa karşı karşıya gelerek omuzlar kırılabilir. Gerçek dost Allah olduğu için bu süzgeçlerden geçen dostluklar dostları yan yana kardeş de yaptığından kırılmaz kokuşmaz, bozulmaz.. Ne mutlu Allah için sevenlere…Ne mutlu suya değil mermere yazılan iksirli kelimeye = DOST 

 

Fakat insan bunu zayi olacağını bile bile suya yazar. bu suya bir taş isabet ederse hemen de bozulabilir. bu yüzden bir mermere yazmalısınız ki kolayca bozulmasın.

 

 

Dost dosta değil dosttan dosta bakar

Alır rahmet döner halka nur saçar

 

 

aşık ahi kul Ahmede nasib olmuştur

11 Şubat 2014
Okunma
bosluk

DAYAĞIN ÖLÇEĞİ (Halk arasında dolaşan 100 yıllık tarihi bir hikaye)

7 çocuklu aileden 1 erkek ile 1 kız çocuğu evlenmiş. Erkek evde yemeği fazla yiyormuş. Oğlan eşine annem gibi yapsana demiş. Kız, “annemin ölçeği vardı, git, onu bana getir”demiş. Oğlan kayınvalidesine gitmiş. Anne, kızın evlendi evleneli yemeği fazla yapıyor “Senin ölçeğini istedi” demiş. O da oğluna; ”2 kişinin yemeği ölçekli olmaz, ona söyle “aza az çoğa  çok olsun” demiş.

 

Anne “bunu unuturum ben, ne diyerek gideyim” demiş. o da, “oğlum yolda aza az çoğa çok diye diye git” demiş. Oğlan giderken yolda buğday hasadı paylaşanlara rast gelmiş. Biri az alıyormuş biri çok alıyormuş. Az alan oğlanın sözünü duyunca kızmış ve bir güzel  dövmüş.

 

“Giderken “bereketli olsun” de git” demiş. O da “bereketli olsun, bereketli olsun” diye söylene söylene giderken fakirin biri bir kenarda oturmuş bitine bakıyormuş. Oğlan da “bereketli olsun” deyince, bitin bereketlisi mi olur deyip bir de o dövmüş. Sonra ona “ne diyeyim” deyince “Bin arada bir bulma de” demiş. “Bin arada bir bulma” diyerek giderken iki avcı ava gidiyormuş.

 

Oğlanın “bin arada bir bulma” sözüne kızıp bir güzel de onlar dövmüşler. Oğlan da “ya ne diyeyim” demiş. Onlar da “ha şunun yanına bir eş daha de” demişler. “Ha şunun yanına bir eş daha” diyerek giderken bir cenazeye rast gelmiş. Ha şunun yanına bir eş daha deyince onlar da kızıp dövmüşler.

 

“Ya ne deyim” demiş. Onlar da “Allah rahmet eylesin” de gitsin” demişler.Oğlan bu sefer “Allah Rahmet etsin” diyerek giderken ölmüş köpeğini gömmeye götüren bir adama rast gelmiş. O da oğlanın sözüne kızıp bir dayak da o atmış.  Oğlan ona “peki ya ne diyeyim” demiş. O da “ölmüş köpeğe rahmet eylesin denir mi hiç” demiş, “hoşt karabaş de gitsin” demiş. Sonunda oğlan gele gele çarşıya kadar gelmiş.

 

Çarşıda bir eski yapan kunduracıya rast gelmiş. Kunduracı lastiği ağzıyla sündürüyormuş. Oğlan “hoşt karabaş” deyince o da kızıp oğlanı bir güzel dövmüş. Oğlan “peki ya ne diyeyim” deyince “altındakini sağlıkla ye” demiş. Meğer altındaki sandıkta biriktirdiği paraları varmış. “Altındakini sağlıkla ye” söyleyerek giderken yolun kenarında işeyen birisine rast gelmiş.

 

Oğlanın “Altındakini sağlıkla ye” sözünden dolayı “benim işediğimi bana mı yedireceksin” deyip o da bir güzel kızıp bir dayak da o atmış. Oğlan “peki ya ne diyeyim” deyince,  “kimse görmesin, kimse görmesin” deyiver gitsin demiş. Derken en sonunda gece geç saatte evine düşmüş. Girerken bile “kimse görmesin , kimse görmesin” diye konuşuyormuş.

 

Eşi bunu duyunca çok şaşırmış. İnsan evine kimse görmeden girer mi efendi demiş. Oğlan da “girer girer hanım sende yolda defalarca dayak yeseydin , sen de kimse görmeden girerdin” demiş. Hanım, peki ölçek ne oldu? deyince, oğlan “ dayağı ölçeksiz yiyen, yemeği de ölçeksiz yer hanım” demiş. Böylece kızgın insanlardan ölçekli davranışlar beklemenin yanlış olduğu anlaşılmış. Bunu zulümden saymak gerekmiş. Kim sınırsız zulmederse , kendisi de sınırsız bir azaba uğrar demişler.

 

Güçlü olup zulmetmeden , zayıf olup dayak yemek daha yeğ imiş …

 

AÇIKLAMA:

Bu Hikayeyi annem Meymune Hatun’dan aldım. O da TOPAK HALA derler 1960 ‘lı yıllarda vefat eden çok bilgili bir halamızdan almış. Ben bu halamızı ilkokuldayken hatırlarım. Bu kadında çok rahmet var idi. benim on yaşımda keşfim açık olduğu için ondaki rahmeti görür ve evden kaçıp uzaktaki (Şimdiki otuzevler) onun yanına giderdim. o da bana üzümlü leblebi koyardı cebime. Annem nere gittiğimi bilir ve almaya gelirdi. o mübarek kadının çok duasını aldım çocukken.

 

Aşık ahi kul ahmed anasından derledi…

19 Kasım 2013
Okunma
bosluk

Bir Fransız Generalin Çanakkale Anıları. Yaraya ot tıkayan asker ve…

Çanakkale’de sol bacağını kaybeden Fransız General Guro şöyle diyordu daha sonraki Türkiye’yi ziyaretinde.

 

-Türklerle savaş yapmış olmam çok mert bir milleti yakından tanıma, sevme ve ona saygı duymama vesile oldu.

 

- Hiç unutmam, savaş sahasında dövüş bitmişti. Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk. Az evvel, Fransız ve Türk askerleri süngü süngüye gelip ağır kayıp vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutmayacağım.  

 

-Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeri kendi gömleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtasıyla şöyle bir konuşma yaptık:

 

-Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun?

 

Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi.

 

“Bu Fransız yaralanınca cebinden yeşil bir kadın resmi çıkardı. Bir şeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok. İstedim ki o kurtulsun anasının yanına dönsün”

 

Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamağa başladım. Bu sırada emir subayım Türk askerinin yakasını açtı. O anda gördüğüm manzaradan dolayı yanaklarımdan sızan yaşlarımın donduğunu hissettim.

Çünkü Türk askerinin göğsünde  bizim askerinkinden çok daha büyük bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutam ot tıkamıştı. Az sonra ikisi de öldüler”. Ruhları şad olsun. Allah Rahmet Eyleye.

 

Ya Günümüz İnsanı???

 

Soruyorum sevgili okuyucularım size. Bu fedakarlığı bu nesil yapar mı?

 

 İyilik Kolay adalet zordur

 

Otobüste diyorum ki “sen de iki lira veriyorsun ben de iki lira veriyorum. Sen ilk duraktan bindin diye neden hep sen oturuyorsun. Yarı yoldan sonra benim hakkım. Kim olursam olayım bu bir hak. neden bu hakkı vermiyorsun” cevap yok. İnsanların adalet damarları tıkanmış. Toplum uyuşmuş. Sağırlaşmış. adaleti merhameti duymuyor. Allah korusun iktidara karşı halk bir adalet deyiverirse her şeyi kaybedebilirdi.

 

 Diyanet Koltuk değneği

 

Diyanet de iktidarın bir koltuk değneği idi.  Halkı dinen uyandırmaması gerekiyordu. Cihatla ilgili şeyler sakın ha gündeme gelmemeliydi. Cihadı gerekiyorsa hükümet yapardı. Elmalılı Hamdi Yazır bile tefsirinde bu kritik konulara değinmemişti. çünkü sipariş öyleydi. milletin kafasını bulandırmamak gerekiyordu.  Cahil bırak yönetmesi kolay olur diyorlardı. Zaten Osmanlı’da Mevlana’dan Yunus’tan hoşlanmamış böyle hürriyet olmaz deyip her ileri çıkanı kesmişti zaten. Bu gün de aynı politikanın farklı versiyonu vizyona konuluyordu. İşte bu savaşı bilmeyen de cahil bırakılmış olmuyor muydu?

 

 Acizler Hakkını bilmesin

 

İslam’ın ilk geldiğinde önce acizler, fakirler ve güçsüzler iman etmişti. Çünkü en çok onların adalet ve yardıma ihtiyacı vardı. Din ise adalet getiriyordu. İşte şimdiki İslam adalet madalet getirmiyordu. O zamanki dini ve hakları herkes bildiği gibi yöneticiler hem hakkını söylüyor hem de hakkını veriyordu. Şimdi ise hem hakkını öğrenmesin hem hakkını vermeyeyim diyordu. İslam ise daima hak alma değil de görev ve sorumluluklara atıf yapıyordu. işveren işçinin hakkını vermeliydi. İşçiye git kavga et demiyordu. aile içinde de görev ve sorumluluklara atıf yapılıyordu.

 

Allah Zekatı Fakir İçin Sıkı Tuttu.

 

İşte İslam açık olsa asgari ücretin yetmeyeceği görülecek şu an ki sistem çökecek, menfaatler yer değiştirecekti.   Allah zekatı vermezseniz sizin sırtınızı dağlarım diyecek kadar fakirin hakkını sağlama almış ve fakirin  harcaması ya da sermaye edinmesi ile harcamadan zenginin işleri açılacak ve yatırım yapabileceğini Allah öngörmüş olmasına rağmen utanmadan “rekabet gücümüzü korumalıyız” sözü ile asgari ücreti kıstıkça kısacağını açık açık belli ediyordu.

 

Bir Hadiste Asgari Ücret

 

Halbuki bir hadiste “Kim bizim işimize girecekse bekarsa evlensin, hizmetçisi yoksa edinsin, evi yoksa ev edinsin. bineği yoksa edinsin.  Kim bundan fazlasını isterse ya hırsızdır yahut kötü niyetlidir” diyordu Peygamber efendimiz. Hadi bakayım bir işveren bunu gerçekleştirsin de görelim. Evlendirip, TOKİ”den evini,  arabasını alıp, avradını alıp sırtını sıvazlasın da görelim.  İşçileri şirkete devret daha bilmem  ne yap yap yap. Tavuk dönerciler bunun dışındadır… işçiyi düşman görüyor. halbuki İslam o işçiyi sana e4manet ediyor, seni sorumlu tutuyor. hey yavrum hey. 

 

Kurtuluş İlim ve İslam’dan geçiyor

 

Bu millete ilim olarak bir nokta koyandan Allah Razı olsun. Çünkü kapıları ilim açacak. Kuran ilmin derecesi üstündür demiyor muydu??? ilmin isteyene verilmesi onun meşakkatli bir iş olmasından olduğu gibi istekliliğin anlamayı kolaylaştırması ve isteklilik ilme sahiplik duygusuna yol açar ve o kişi ilmi cahillere sağa sola yola saçmaz sahip olur değerini düşürmez.  

 

Kuşkusuz herkes alim olamaz. Fakat ilmiyle amel eden ve Allah’tan korkan alimleri izleyebilirsiniz. onları gerekli gereksiz eleştirmeyiniz. doğru soru sorarak İslam’ı deşeleyiniz. ilim yapan çocuğa yardım etmek fakire yardım etmekten derece itibariyle daha üstündür. cami için para verdiğiniz kadar burs isteyen gençleri görmek daha önemlidir. Allah’ın nazargahı fakir ilim yapan gençleredir. Allah’ın evi 2 sene sonra olsa ne olur? fakat bir kız çocuğu aç kalırsa orospu olur. bu yüzden lütfen kız öğrenci bursuna öncelik veriniz vesselam..  

 

 

 

bir ahi sözü: iyilikle ad yapılır, adı olmayan yok sayılır. (Ahi Evran)

 

aşık ahi kul ahmed nasibidir.

31 Ağustos 2013
Okunma
bosluk

251 000 Şehitlik Çanakkale’yi Küçümseyerek Bayram ilan etmeyip, bilmem neyi bayram ilan edip arkasından millete zoka yutturanlara bir SEYYİT ONBAŞI tokadı…

Seyit onbaşı Kilitbahir Rumeli Mecidiye tabyasında topçu eridir. İngilizlerin Queen Elizabeth gemisinden atılan 490 kg’lık bir mermi Seyyit’in topunun vincini bozar. Tabya komutanı Manastırlı yzb. Hilmi bey ve Niğdeli Ali Çavuş da yanındaydı. Kendi topunun mermisi 215 kiyye idi. yani  275 kg. Önce birini kucaklamak istedi. Mermi yağlıydı. Ellerinden kayıyordu. Hilmi bey oğlum seyit ellerine toprak sür dedi. Seyit hemen toprağın bağrını yırttı.

 

Topraklı elleriyle bir daha asıldı. Şimdi tamamdı. Mermi topa girmişti. İngiliz gemisi bu tabyayı da aşarsa artık Marmara’ya geçecekti. Burası son tabyaydı. Seyit bunu düşününce savaş gidiyor eyvah diye Rabbine bir dua daha etti. İlk mermiyi geminin arka tarafına denklemişlerdi. Öyle de oldu. Şimdi ikinci atışı geminin ön tarafına doğru atacaklardı. Seyit bunu da her zaman yaptığı bir iş gibi yapmıştı. Ön taraf da tam yerine düşmüştü.

 

Şimdi sıra bu atışların ortalamasını bulup mermiyi tam geminin göbeğine oturtmak kalıyordu. Seyyit onbaşı son mermiye “hadi gel kucağıma gel öpeyim seni sarayım seni gittiğin yerde göreyim seni” diyordu. Ali çavuş da Hilmi bey de Seyyit’e gülüyorlardı. Artık herkes emindi. Bu iş burada bitecekti. İngilizleri boğaza gömecekti benim Seyyit’im.

 

Önce toprakların karnını bir kez daha yırttı. Adeta kucakladı toprakları. Sonra ihtiyacı kadarını alıp fazlasını ayaklarının altına attı. Bununla bastığım yer sağlam dursun diyordu. Son bir hamle ile koca mermiyi sırtladı. Sırtında ve iki eli arkaya uzanarak tutuyordu. Hamallar da öyle tutmaz mıydı?

 

Beli kırılsa kırılabilirdi. Bacakları da kuvvetliydi ve parantez gibiydi. Boyu ise manga başı olacak kadar uzundu. Seyyit’im Seyyit’im aslan Seyyitim. “Seni buralara salan anan kurban Seyyit’im” diyordu Ali Çavuş. Artık aralarında kıdem farkı kalmamıştı.

 

Kardeş gibiydiler artık üçü birden. Komutan Hilmi Bey de Ali Çavuş da Seyyit’in gözüne bakıyordu. Hatta bütün Osmanlı Seyyit’in gözüne bakıyordu. Ülke, namus her şey artık bir namlunun ucundaydı. Seyidim bir daha asıldı topraklı elleriyle. Mermi namludaydı.

 

Ali çavuş önceki iki atışın ortalamasını da hemen hesaplayıp almıştı. Birlikte ateşlediler. Aman Ya Rabbi. İngiliz gemisi kıçından dümen aksamından yaralanmıştı. Dümen diye bir şey kalmamıştı. Dümensiz gemi artık gezelemeye başlamıştı. Orada akıntı da vardı. Ve gitti gitti Nusret gemisinin döktüğü mayınlardan birine çarpınca artık Allah canını aldı. Binlerce düşman askeri  boğazın soğuk sularında banyo yapıyordu.

 

Savaş bir anda dönmüştü. “Helal sana koçum Seyyit  helal sana” diyordu komutan Hilmi bey. Olayı bütün birlikler tepeden görmüşler. Ertesi gün Alay Komutanı gelir ve bir de kendi huzurunda bu mermiyi kaldırmasını ister.. Ne mümkün? Mermiyi kaldıramaz.

 

Ve der ki “komutanım sen dünkü imanımı bana geri getir ben de sana bu mermiyi kaldırayım” der. Seyyit onbaşı daha önce Balkan harbine de katılmıştır. Bundan sonra Kurtuluş savaşına da katılacaktır. Ruhu Şad olsun. Allah Rahmet Eylesin..

 

Bu savaşta bir can da ben verdim

 

Bu savaşta bir can da ben verdim. Dedemin babası ama hafızın Ahmet dedem önce Bitlis’e askere gider. Çanakkale’de cephe açılınca bütün birlikler Çanakkale’ye kaydırılır. O da Çanakkale’ye gelir. Ve orada Rahmet-i Rahman’a kavuşur.

 

Alimin mürekkebi şehitin kanından ağır geldi 

 

Benim adım bu şehite atfen Ahmet olarak konmuştur. Ben de bu ismi aşık, yazar, hattat ve iyi insan olarak daha ilerilere taşımağa çalışıyorum. Tek güvendiğim “alimin mürekkebi şehitin kanından üstündür” Hadisidir. Değerleme ise Rahman’ın terazisindedir. 

 

400 000 Türk 600 000 yabancı asker savaştı. 

 

Bazı Askeri rakamlara göre 167 000, yabancılara göre 251 000, Genel Kurmay Askeri Harp Dairesi Çanakkale Cephesi 3. Kitap kaynağına göre  213 882 şehitlik bir Çanakkale dururken 9500 şehitlik kaçaklarla 10 500 kişilik birilerinin  bayram savaşını bayram ilan edenlerin saar ve şekerli kahveli kulaklarına duyurulur.

 

Çanakkale’yi öğretmemek Büyük Günahtır. 

 

Bu millet Çanakkale’yi öğrenmezse inanın çok cahil kalacak… fedakarlığı anlamayacak, kulağından metalica’yı çıkarmayacak, ülkem için ne yapabilirim bunu bilmeyecek, yabancılar üstündür sen Avrupa’sına bak diyecek, ve inanın kelerin yılanın yuvasına girdiği gibi Avrupa’nın arkasından onun yuvasına girecek, ve kışın yılan acıkınca keleri çıtır çıtır yiyecek, yani bizi yiyecekler, bizi çıtır çıtır yiyecekler.. Bunu Bir Peygamber ümmeti için söylüyor. Bunu bir de savaş kazanmış komutan aşık konuşuyor.

31 Ağustos 2013
Okunma
bosluk

Kayserilinin İneği, Boyacı, Kıbleyi Kaybetmişler, Alvarlı Efe (Hikayeleri)

KAYSERİLİ’NİN İNEĞİ

 

Kayserilinin ineği hastalanmış. İyi olursa 10 gün oruç tutarım demiş. İnek sabaha iyi olunca 10 gün oruç tutmuş. Fakat 11. Gün inek ölmüş. Rabb’inin karşısına geçmiş başlamış konuşmaya. “zannetme beni kandırdın. Önümüz oruç 10 gün eksik tutarım. İneği de kurbana sayarım” demiş..

 

KIBLEYİ KAYBETMİŞLER

 

Çocuk yan kesiciydi. Küçük mescide girdi bir seyler götürmek için. Arkasından bir adam namaz için içeri girdi.

-         Kıble nerede evladım?

-         Ne biliyim amca

Çocuk dışarı çıkınca arkadaşı sordu;

-         Ne oldu orada?

-         Ne biliyim? Kıbleyi kaybetmişler, benden biliyorlar.

 

AYAKKABI BOYACISI

 

Kocatepe’ye doğru gidiyordum. Cumaya henüz vakit vardı. Bir otelin duvar kenarında ayakkabıcılık yapan birine selam verip ayakkabı boyatmak istedim. O boyarken şöyle dedim.

-         Bak sen de gecikiyorsun namaza, belki yer bulamazsın

O dalgın başını kaldırıp bana bir soru sordu.

-         Sana göre Kocatepe Camii kaç kişi alır?

-         Otuz bin kişi alır

Bunun üzerine o cevap verdi.

-         Senin sözüne göre otuz bin kişiden sonra gelenler yoldan çevrilecek demektir. Bu yüce bir ev sahibine yakışmaz. Camiiye ne kadar insan gelirse o kadarını alır. Yani camii genişler ve her geleni alır. İste onun şanına bu yakışır dedi.

Çok utanmıştım…

 

ALVARLI EFE

Sevgili arkadaşlar;

Erzurum’da yaşamış çok kıymetli bir alim zat vardı. Ona Alvarlı Efe derlerdi. O, okadar sabırlı bir insandı ki kendisini inciten insanlara hiç aldırış etmezdi. O kişiler belki ilerde yaptıkları hatalardan dönseler bile onun yanındakiler bunu pek kabullenemezlerdi.

Avlarlı Efe çok nükdedan bir insandı. Baktı ki kendi adamlarını yola getirmek mümkün olmuyor. Oturdu şöyle bir şiir yazıverdi.

Aşık dar incitenden

İncinme incitenden

Kemalde noksan imiş

İncinen incitenden

Gördüğünüz üzere bir kimse kendisini inciteni incitirse ondan daha büyük hata yapmış olur ki bu da daha büyük eksiklik sayılır diyor. Söyleyin bakalım arkadaşlar sizi birisi incitirse siz de onu incitebilir misiniz?

 

YATIRIMI NEREYE YAPMALI?

 

Adam yolda giderken birden önüne bir kedi yavrusu çıkar. Yol yağışlı ve kaygandır. İşin aslı başka bir hayvan olsaydı tepeler geçerdi. Fakat karanlıkta bu hayvanın gözleri de parlamış ve sürücüyü şaşırtmıştı. Araba önce kaymış, sonra birkaç takla atmış ve sırtüstü kalmıştı. Adam ağır yaralıydı. Etrafta kimse yoktu. Epeyce baygın kalmış. Kendini şöyle bir toparlayıp bağırmayı denedi. Kimse kendini duymuyordu. Bağırmaktan bitap düşmüştü. En sonunda birden birkaç kişi onu görmüş yanına gelmişti.

-         Beni çıkarmıyorsanız hemen bir ambulans çağırın lütfen. Telefonunuz yoksa yere düşen telefonumu kullanın.

-         Telefonunuz çekmiyor

-         O zaman bagajda ilk yardım çantası var onu alın

-         Bagaj sıkışmış açılmıyor.

-         Arka koltukta el çantam var. Onda kredi kartlarım var

-         Beyim burada kart geçerli olan bir yer yok.

-         O zaman çantanın gizli bölmesinde epeyce nakit para var. Onu alın ve bir helikopter kiralayın.

-         Efendi burası ormanlık ve taşlık bir arazi. Buraya helikopter falan inemez.

-         Bana yardım edecek yoldan geçen hiçbir insanda mı yok?

-         Bey kardeşim. Burada senin tedbirlerin geçmez. Anlıyor musun? Manevi hazırlığın varsa sen ondan haber ver. Şu an kabre girdin. Sana senden başka yardım edecek kimse yok. Anlaşılan hep kendini sevmişsin. İnsan sevdiği ile beraberdir demedi mi peygamberin? Sen de elinden tutacak bir Allah dostu sevseydin ve izleseydin ya gözüm! Adam şöyle bir söz söyledi.

-         Eyvah, burası için bira yatırım yapsaydım ya…

Dedikten sonra konuştukları adamlardan şöyle bir ricada bulunur.

-         Beni geri götürseniz de Rabbimin emri üzere yaşasam.

-         O iş geçti.

-         Peki bir hafta gitsem.

-         Olmaz.

-         Peki bir saat gitsem

-         Olmaz

-         Peki bir dakika gitsem

-         Olmaz.

-         Peki bir an gidip geri gelsem

Deyince;

-         Bir an gidip ne yapacaksın?

-         “La ilahe illallah” deyip geri geleceğim

Sen yapsaydın yetmiş  senelik yaşamında yapardın. Artık o işler geçti..

Kulağının tozuna bir topuz. Bir topuz daha. Yandım anam…   

 Adamı toprağa doyururlar!!!

 

 aşık ahi kul ahmede yazmak nasib oldu

29 Ağustos 2013
Okunma
bosluk

Hayat bir kaç hikayedir…

AŞKIN ÖNCELİĞİ

Delikanlı arkasında kız arkadaşıyla son sürat motosikletin de gidiyordu. Yaklaşan viraja karşı fren yapmak için fren pedalına bastı. Fren boştu. Hemen şöyle dedi “Hayatım benim kaskımı sen başına takar mısın? Beni biraz sıktı da” dedi. Viraj kasksız olan genci affetmedi. O ise kendi kaskını aşkı için vermişti zaten.

İKİ KÖR DOLMA YERKEN

İki kör dolma yiyormuş. Biri diğerine demiş ki. “ulan dolmaları çift çift yeme demiş. Diğer kör demiş ki “ulan sen kör ben kör, nerden biliyorsun benim çift çift yediğimi” deyince diğeri cevap vermiş. “ben çift çift yiyorum da ondan biliyorum” demiş.

 

ZAMAN DEĞİŞİR, DEĞERLER DEĞİŞMEZ

İnsanın ruhsal yapısında çocukluktan itibaren edindiği erdemlerin büyük etkisi vardır. İyi nitelikler, insanın düşünce ve davranış kalıplarını çok etkiler. Ayrıca mutluluğumuz da bu iyi değerlere bağlıdır. İnsan bu değerleri aile, okul, sokak ve ülkeden edinir. Şimdi bir anaokulu ile bir hayat okulunun kurallarını karşılaştıralım.

 

Anaokulunun 10 kuralı

1-     Eşyaları arkadaşlarınla paylaş.

2-     Başkalarına zarar vermeden oyna.

3-     İnsanlara vurma.

4-     Aldığın şeyi yerine koy.

5-     Sana ait olmayan şeyi alma.

6-     Kendi dağınıklığını topla.

7-     Birisini incitirsen özür dile.

8-     Dışarıda arkadaşınla el ele tutuş.

9-     Meraklı ol, her şeyi incele.

10-Akvaryumdaki balığın bile öleceğini unutma.

 

Hayat okulu versiyonu;

1-     İhtiyacından fazla olanı paylaş.

2-     Hakka ve adil olmaya dikkat et.

3-     Kimseye zarar verme.

4-     Emanete ihanet etme.

5-     Dürüst ve doğru ol.

6-     Düzenli ol.

7-     Gerektiğinde özür dilemeyi bil.

8-     Yardımlaşmanın kural, kavganın istisna olduğunu unutma.

9-     Merak bilimin hocasıdır.

10-Yaşamın sadece dünya yaşamından ibaret olmadığını unutma.

 

Yukarıdaki on maddeyi çocuğumuzun odasına asarken ikinci on maddeyi kendi odamıza asmamız gerekmez mi?

İşte bu maddelerde insanı insan yapan sosyal değerlerin özetini bulabilirsiniz.

 

 

aşık ahi kul ahmede yazmak nasib olmuştur.

2 Ağustos 2013
Okunma
bosluk

Notice: Undefined variable: pagingMiddleString in /home/ahisicom/domains/ahikirsehir.com/public_html/wp-content/plugins/wp-page-numbers/wp-page-numbers.php on line 212
kırşehir Son Yazılar FriendFeed

Son Yorumlar


Notice: Undefined variable: pre_HTML in /home/ahisicom/domains/ahikirsehir.com/public_html/wp-content/themes/seohocasiv2/sidebar.php on line 20

Notice: Undefined variable: post_HTML in /home/ahisicom/domains/ahikirsehir.com/public_html/wp-content/themes/seohocasiv2/sidebar.php on line 26
cami alttan ısıtma
halı altı ısıtma
cami ısıtma
cami ısıtma