Yörü bre sevdiğim yörü bre
Ataş düştü de bağrımdaki yere
Seni bana dediler zalım diye
Doğru mu sevdiğim sevdana yeldim
Ak kolların sala sala yürüyen
Nasıl başedeyim senin ile ben
Seni bana dediler eller ilen
Doğru mu sevdiğim aşkına yandım
Hele bakın şu güzelin halına
Memeleri iz eylemiş başına
Kara kaş altında güzel hışmına
Doğru mu sevdiğim uğruna yandım
Taramış zülfün kulunca sallamış
Dökmüş ince bele kimler eylemiş
Kimseler bilmiyor on beşe basmış
Doğru mu sevdiğim gönlüne yandım
Hile yoktur kirpiğinde kaşında
Sala eder cümle alem kapında
Bir kul vardır selam eyler yapında
Doğru mu sevdiğim ömrüne yandım
Ak ellere elvan kına yakılmış
Saçlarına çifte gonca sokunmuş
Bir güzele on beş yiğit takılmış
Doğru mu sevdiğim derdine yandım
Siyah zülfü ak gerdana düzersin
Gonca gülü yanağına takarsın
Bir yiğitten on beş şaki ararsın
Doğru mu sevdiğim bendine yandım
Ahi Ahmet bunu böyle söyledi
Yandı aşkın deryasını boyladı
Zalim güzel aşıkını bilmedi
Doğru mu sevdiğim narına yandım
Ya Allhü ya Allah
Kalbim sana ya Allah
Ya Rahmanü ya Allah
Gönlüm sana ya Allah
Gönüller sultanısın
Dertliler dermanısın
Yananlar yaranısın
Gönlüm kala ya Allah
İmanım sana olsun
Gönlüme dola dursun
Şeytanlar uzak olsun
Derdim sana ya Allah
Gel bana azap kılma
Af eyle şananına
Basıver didarına
Şükrüm sana ya Allah
Darda kalana yarsın
İnkara sen kızarsın
İki diyen kör olsun
Fikrim sana ya Allah
Musa’yı turda yazdın
İsa’yı göğe çektin
Muhammed’i şad ettin
Dinim sana ya Allah
Zikrimsin sabah diyek
Öğleye divan durak
İkindi akşam olak
Nazım sana ya Allah
Aşığım sana düştüm
Bağrımı sana açtım
Zemzemle seni içtim
Türküm sana ya Allah
Hamdü senam sanadır
Gönüller sultasıdır
Baharın gülleridir
Şükrüm sana ya Allah
Ahmede yar sen misin
Kul olduğunu bilsin
Seherde seni desin
Yazgım sana ya Allah
Bahar oldu görünürsün
Saçı yerde sürünürsün
Beni derde düşürürsün
Düşmüş olan bir ben miyim
Hey bre mah yüzlü güzel
Çağın geçmeden gel gel gel
Sana yaktığım bu gazel
Yakmış olan bir ben miyim
Seni sevdim hem ezelde
Hem saz elde hem güzelde
Kimse bilmez bir tepede
Öpmüş olan bir ben miyim
Hata benim günah benim
Her sözümde niza benim
Akıl almaz hüda benim
Yanmış olan bir ben miyim
Derde deva imiş sevgin
Sazda neva imiş çalgın
Seni bana yazmış, algın
Baymış olan bir ben miyim
Kaşlarını kara yazmış
Gözlerini süze durmuş
Ben bu aşkı çeke durmuş
Sevmiş olan bir ben miyim
Dertli yazdım deva olur
Her güzelde sada olur
Üç gün geçmez heba olur
Ölmüş olan bir ben miyim
Takı taktım baha ile
Yar sözümde nida ile
Kimse bilmez heva ile
Şaşmış olan bir ben miyim
Eller elimde gerektir
Diller dilimde gerektir
Söyler sazımda gerektir
Sevmiş olan bir ben miyim
Kimse bilmez sevda budur
Yar sözünde hile yoktur
Aşık oldum hata çoktur
Süzmüş olan bir ben miyim
Ahi ahmed der no’laydım
Yar sözüne kal olaydım
Her diyeni yad edeydim
Saymış olan bir ben miyim
Yüce dinimizi bizlere öğreten, bize cennet kapılarının yollarını gösteren Peygamber Efendimiz (SAV)’e dua etmeyi ihmal etmeyelim
Peygamber efendimizi sevmenin bir alameti de O’na bolca selatü selam getirmektir. Bu hem O’nu sevmenin bir tezahürü hem de müminin menfaati için önem arz eder.
Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerimede;
“Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin.”(Ahzab 56) buyuruyor.
Peygamberimiz (sav) buyurur ki: “Her dua gökte asılı kalmıştır. Bana salat ve selam getirildiği vakit dua Allah’a yükselir.” Salat ve selam, esenlik ve dua demektir.
“Ya Rabbi, Muhammed’in (SAV) makamını, şanını, şerefini ve yanındaki itibarını yücelt” demektir. Dikkat ederseniz “Muhammed” adından sonra “SAV” diye bir rumuz yazarız.”Sallallahu aleyhi vesellem – O’na sonsuz salat (dua) ve selam (övgü) olsun” demektir bu.
Âlimlerin bir kısmı, O’nun adı her anıldığında bunu söylemeyi dini bir gereklilik (vücub) sayarlar. Çok sayıda salat ve selam türü vardır. Ama halkımız arasında en çok kullanılan ve yaygın olanı şudur: “Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammed – Allahım!
Efendimiz ve Peygamberimiz olan Muhammed’e ve O’nun akrabalarına (ehli beyt ve dostlarına) salat ve selam getiririm.
Übey bin Kab dedi ki: “Ya resulallah sana çok salat getiriyorum.
Kendime dua için ayırdığım vaktin ne kadarını sana ayırayım?” Resulullah (sav) “dilediğin kadar”, buyurdu. Ubey (ra) sordu:
“Dörtte biri.” Peygamberimiz “Dilediğin kadar… Daha fazla olsa daha iyi…”
Üçte biri ya Resulallah?
Dilediğin kadar… Daha fazla ayırsan daha iyi…
Yarısını?
Dilediğin kadar, daha fazla ayırsan senin için daha hayırlıdır.
Ubey (ra): “Ya Resulallah öyleyse kendime dua için ayırdığım vaktin tümünü sana salat ve selama ayırayım.” Efendimiz (sav): “Böylesi sana yeter, günahların bağışlanır” buyurdu.
Peki, Peygamberimize salat ve selamın faydaları var mıdır? Tabii ki vardır.
Hem de yüzlerce. Hatta bu konuda özel eserler kaleme alınmıştır. Biz bu faydalardan birkaçını belirtelim:
1- Salat ve selam getirene melekler de dua ederler.
2- Günahların affına vesile olur.
Peygamberimiz (SAV); “Bana salat ve selam getiriniz. Zira bu yolla günahlarınız bağışlanır” buyuruyor.
3- Sevap yazılmasına sebep olur.
4- Kişinin manevi derecesini yükseltir.
5- Yapılan selamlar kıyamet günü Peygamberimiz’e takdim edilir.
6- Peygamberimizin ahiretteki şefaatine sebep olur.
7- Kıyamet günü mahşerin korkularından kişiyi güvende kılar ve cenneti kolaylaştırır.
8- İçinde salat ve selam getirilen meclisler- sohbetler, manevi yönden süslenir.
9- Kıyamet günü sahibi için ışık ve nur olur.
10- Sohbetlerde işlenmiş küçük günahların affına vesile olur.
11- Kişinin münafıklardan sayılmasına engel olur.
12- Kişiyi ateşten korumaya çalışır.
13- Kişiyi şehitlerin makamına yaklaştırır.
14- Zor yaşantıdan ve fakirliğin sıkıntılarından kurtarır. Rızkı bollaştırıp bereketlendirir.
15- Peygamberimizin manevi makamında o kişinin adı anılır.
Peygamberimiz de o kişiye karşılık verir.
Efendimiz bir hadisinde şöyle buyuruyor:
“Yüce Allah’ın yeryüzünü dolaşan melekleri vardır. Onlar ümmetimden salat ve selam getirenleri bana iletirler.” (Nesai, 3/43; Ahmed, 1/387; İbn Hibban, 3/195)
16- Duanın önünde salat ve selam getirilir sonra dua yapılırsa, bu işlem duanın kabulüne sebep olur.
17- Salat ve selam, fakir Müslüman için sadaka vermek yerine geçer. Kişiyi cömertlerden saydırır.
18- Salat ve selam, namazın zekátı sayılır. Yani namazdaki ufak hataların temizlenmesine vesile olur.
19- Kişiyi yalnızlıktan kurtarır.
20- Ahirette terazi kurulduğunda sevap kefesini ağırlaştırır.
21- Kişinin ölmeden önce manevi müjdeleri almasına sebep olur.
22- Peygamber sevgisinin kökleşmesine sebep olur. Ahiretteki susuzluktan kişiyi kurtarır.
23- Sekerat (koma) halindeki kişinin rahat nefes vermesine vesile olur.
(Nihat Hatipoğlu)
“Ey Oğul!.. Beysin, bundan sonra öfke bize; uysallık sana. Güceniklik bize; gönül alma sana. Suçlamak bize; katlanmak sana. Acizlik, yanılgı bize; hoş görmek sana. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana. Kem göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana. Ey Oğul!.. Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.
Ey Oğul!.. İnsanlar vardır şafak vaktinde doğar, gün batarken ölürler. Unutma ki, dünya sandığın kadar büyük değildir. Dünyayı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüzdür. Bu yolda nazarımızı sonsuzluğa dikip; büyük yürümek ve büyük ölmek gerek. Bu yolda hırs, diken; benlik ve kibir, engeldir oğul. Sakın hâ kendine takılmayasın ve kendinde boğulmayasın. Teklik sadece Allah’a mahsustur, tek başına karara durup hoyrat dünyanın dayanılmaz ağırlığını kaldırmayasın. İşlerini ehil kişilerle, ehil kişilere danışarak tutasın. Danışırsan yol alırsın, danışmazsan yolda takılıp kalırsın oğul.
Oğul! Güçlüsün, akıllısın, söz sahibisin; ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilemezsen, sabah rüzgârında savrulup gidersin. Bir dem gelir bir tekmeyle dünyaları yıkacak olursun. Bir dem gelir yerdeki karıncaya mağlup olursun. Güç hayvanda bile mevcut. Akıl sadece anahtar. Anahtara takılmayasın. Aslolan anahtarın açacağı kapılardır. Kapıların ardında hazineler, kapıların ardında sır vardır. Sırlar ki, ebedî muştuları koynunda barındırır; sonsuza kavuşturur. Aklını kullanıp dünyadayken Cennet’in kapılarını aralayasın oğul.
Öfken ve benliğin bir olup aklını yener! Dâima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın. Azminden dönmeyesin. Çıktığın yolu, taşıyacağın yükü iyi bil. Her işin gereğini vaktinde yap.
Öfke ateş, öfke âfet, öfke şeytandır oğul. İnsanoğlu dağları devirir; ama öfkesine mağlup olabilir. Öfkeyle savaşı daima taze tutmak gerekir. Sabırsız olmaz oğul. Sabırsız menzile varılmaz. Kaf Dağı›na sabırsız ulaşılmaz. Vazifen çetin, yükün ağırdır oğul. Hizmette önde, ücrette geride olasın. Vazifenin en ağırına tâlip olmaktan kaçınmayasın. Vazifenin ağırlığı Yaradan›ın kullarına ihsânıdır. Oğul, açık sözlü ol!.. Her sözü üstüne alma, gördüğünü söyleme, bildiğini bilme, sözünü unutma, sözü söz olsun diye söyleme. Bizler nefreti eritmek için, muhabbetin asâletini dünyaya yeniden hâkim kılmak için çıktık yola. Bu yolda utanacak bir şeyimiz yoktur. Muhabbet yolunun gizlisi saklısı yoktur oğul.
Ama altının değerini sarraf bilir; sözünü muhatabına göre ayarlayasın. Câhilin karşısında altınlarını çamura atmayasın. Yiğit olan kördür, kötülüğü görmez. Sağırdır, kem sözü işitmez. Dilsizdir, her ağzına geleni demez. Bildiğini de her yerde ayaklar altına sermez. Yunus gibidir o; yüreği muhabbete, gönül ibresi hakikate ayarlıdır. O bir defa söz verdi mi, onu nâmusu bilir. (…) Sevildiğin yere sıkça gidip gelme, muhabbetin kalkar, itibarın kalmaz. Düşmanını çoğaltma, haklı olduğunda kavgadan korkma! Bilesin ki; atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler! Her şeyin ortası makbuldür, sevginin de. Sevdiğini gereğinden fazla sevmeyesin. Sevgini de, sadece yüreğinin eline vermeyesin. En çetin imtihan “sevgi”yle olanıdır. “Kişi ne kadar bahâdır olsa da, muhabbete tuş olur” diyen atanın sözünü aklından çıkarmayasın. Böyle imtihan olmamak, istikbalde neslinden utanmamak için gecelerin bağrında, seherlerin aydınlığında duaya durasın. Senin ideallerin ve geleceğe dâir hedeflerin var oğul!.. Gönül adamı ömrünü boşa harcamaz, yüreğini ucuza satmaz, edep tâcını başından almaz. Gönül erinin her zaman yüzü yerde, gönlü göktedir. Haklı olduğunda kavga vermesini bilir. Kavgayı sadece bileğiyle değil, ilmiyle ve yüreğiyle yapmasını bilir. İyiliğe kötülük, şer kişinin kârı, İyiliğe iyilik her kişinin kârı, Kötülüğe iyilik, er kişinin kârı’ymış oğul! Ey Oğul!.. Üç kişiye acı: Cahillerin içindeki âlime… Zengin iken fakir düşene… Hatırlı iken itibarını kaybedene. Şunu da unutma! İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın. Osman!.. Sen bizim rüyâmız, sen bizim devâmız, sen bizim duâmızsın oğul. Dâima başın dik, alnın ak, gönlün pâk olsun. Ey Oğul!.. Zümrüt-ü Ankâ’nı iyi seç ki, Kaf Dağı sana yakın olsun. Yolun ebediyete kadar açık olsun. Ey Oğul!.. Yolun uzun, işin çetin, yükün ağır. Allah-û Teâlâ (cc) yardımcın olsun.”
Karar ile karar ile
Yar severim karar ile
Ben yarimi düzde buldum
Yar severim karar ile
Bahar ile bahar ile
Yar severim bahar ile
Ben çiçeği yazda buldum
Yar severim bahar ile
Diller ile diller ile
Yar severim diller ile
Ben nazlıyı anda buldum
Yar severim nazar ile
Gözler ile gözler ile
Yar severim gözler ile
Ben yarimi nazda buldum
Yar severim nehar ile
Selam ile selam ile
Yar severim selam ile
Ben yarimi dünde gördüm
Yar severim settar ile
Kelam ile kelam ile
Yar severim kelam ile
Ben yarimi közde buldum
Yar severim hey nar ile
Bi hal ile bi hal ile
Yar severim bi hal ile
Ben yarimi şöyle buldum
Yar severim seher ile
Hasta oldum hey ağalar
Halim bilmez yarim şimdi
Gurbet elde düşman gibi
Selam salmaz yarim şimdi
Karar etmem yare gayri
Niza etmem hale gayri
Gül çiçektir aça haydi
Gönül ister yarim şimdi
Dikensiz gül bitmez imiş
Gülsüz bülbül ötmez imiş
Sevda yarsiz olmaz imiş
Aşka düşe yarim şimdi
Ahi Ahmet söyler kelam
Divanına durur alem
Sevdiğine bir çift selam
Hemen yolla yarim şimdi
ahi kul ahmet
Hey beylerim böyle m’olur
Dalı yarden ayrılanın
Solar goncası nazenin
Gülü yarden ayrılanın
Gökte güvercinler uçar
Uçarak damlara konar
Şu genç yaşında solar
Yüzü yarden ayrılanın
Ala gözlü benli dilber
Çok geç olmaz devri geçer
Evi barkı viran olur
Eli yarden ayrılanın
Yare hergiz uşak olsa
Yar beline kuşak olsa
Eğlim eğlim saçak olsa
Saçı yarden ayrılanın
Mendil yur pınar başında
Kurutur gülün dalında
Akşam sabah olmayınca
Canı yarden ayrılanın
Turnam gelir döne döne
Kanadı boyanmış kana
Yemin eder yalan yere
Hali yarden ayrılanın
Nazlı ahi ahmet nazlı
Kaması belinde gizli
Kavli uymaz bahar yazlı
Gönlü yarden ayrılanın
ahi kul ahmed
Bir mesajın ancak yüzde 7′sinin sözlerle verildiğini belirten beden dili uzmanları, kalanının ise beden tarafından ifade edildiğini söylüyor.
Buna göre, eller, bakışlar ve duruş ruhun aynası. İnsanların ruh halini, vücut dilinin ortaya koyduğunu belirten uzmanlar, kişilerin karşısındakine mesajı yüzde 7 oranında sözlerle, yüzde 93′ünü ise ses ve beden diliyle verdiğini kaydediyor.
İşaret parmağını kaldırıp konuşanlar, gizli bir şekilde karşısındakini tehdit ediyor,
Elleri kenetli olanlar ise genel bir olumsuzluk ya da hayal kırıklığı yaşadıklarının mesajını veriyor.
Ellerini önde birleştirerek el pençe divan duranlar, karşısındakine ne isterseniz yaparım demek isterken,
ellerin arkada birleşmesi ise kendine olan özgüveni, meydan okumayı anlatıyor.
Parmak uçları birbirine yapıştırarak duruş ise konuya hakim olduğuna, bir elin yüzü kapatması ise endişe içinde bulunulduğuna ait detay veriyor.
Elin çeneyi okşaması bir kimsenin karar verme sürecinde olduğunu gösterirken,
Dinleyen kişinin eli yanaktayken, başparmağı çene altındaysa karşısındakine eleştirel, hatta rekabetçi yaklaşımını sergiliyor.
Diğer parmakların ağzı örtmesi ise iki şeyin ipucu olarak nitelendirilirken, “benim söyleyeceklerim var” veya ‘sana inanmıyorum’ olarak değerlendiriliyor.
Kişiler, kendilerini güvende hissetmek için genelde masa, kürsü gibi bir yerin arkasında olmak istiyor. Eğer bu yoksa savunma güdülerini bacak bacak üzerine atarak ya da kolları kavuşturarak gösteriyor. Özellikle yabancı ortamlarda bulunanlar, kollarını kavuşturarak savunmaya geçiyor,
Bu sırada başparmaklarını dışarda bırakanlar ise savunmadayım ama rekabete hazırım mesajı veriyor.
Bacak bacak üstüne atmak ise savunmanın diğer bir şekli. Daha çok kadınların tercih ettiği bu oturuş, içine kapanıklık ve savunmaya geçme duygusunun göstergesi kabul ediliyor.
Kişi kabuğuna çekiliyor ve fikrini açıklamaya karar verdiğinde bacak bacak üzerine atmaktan vazgeçiyor.
Bacağını dizden büküp diğerinin üzerine koyarak oturuş ise meydan okuma, hırs ve rekabetin işareti olurken, ayakları çapraz durumda olan kişilerin sakladıkları itirafları veya verebilecekleri tavizler bulunuyor.
Yalan söyleyen kişiler ise yüzüne dokunup, gözlerini kaçırıyor, erkeklerin büyük çoğunluğu yalan söylerken yakasıyla oynuyor ve gömleğini gevşetiyor.
Bilge zat öğrencilerine “size bir hayat tecrübesi öğreteyim mi?” diye sorar. Öğrenciler hep bir ağızdan “evet” cevabını verince “peki der, bilge zat, dersin sonuna kadar ne dersem yapacaksınız! Sözünü vermenizi istiyorum!” öğrenciler söz verince derse başlar.
Yarın derse gelirken hepinizden beşer kilo patetes getirmenizi istiyorum.ertesi gün her öğrencinin önünde 5’er kg patetes vardır. Bilge zat”şimdi bu güne kadar affetmeyi istemediğiniz her kişi için bir patetes alın ve o kişinin adını bir kağıta yazıp torbanın içine koyun. “öğrenciler denileni yapar. Kiminin torbasında 5-10 kimininkisinde 30-40 patetes vardır. Bilge zat “peki şimdi ne olacak” der gibi bakan öğrencilere ikinci açıklamayı yapar. “ bir hafta boyunca gittiğiniz her yere bu torbaları da götüreceksiniz!”
Aradan bir hafta geçer. Öğrenciler bilge zata şikayete başlar:
-Efendim bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor. Patetesler de kokmaya başladı. İnsanlar bize tuhaf tuhaf bakıyorlar!..
Bilge zat gülümser ve şu dersi verir:
-Görüyorsunuz affetmeyerek, düşmanlık duyguları besleyerek aslında kendimizi cezalandırıyoruz. Ruhumuzda ağır yüklerle hayatı yaşıyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir iyilik yapmak olarak düşünüyoruz, oysa “AFFETMEK EN BAŞTA KENDİMİZE YAPTIĞIMIZ BİR İYİLİKTİR” Ruhumuzu ağırlıklardan kurtarmaktır.