Kuzum derdin ne senin ağlayarak
Sazın türküler yakar dağlayarak
Bilmez misin biz ölü yaşayarak
Ölü yaşarken, ölenlerden bize ne
*
Saygı sevgiyi yaşamadım ki vereyim
Oğlum ahlakı sokaktır diyeyim
Ben kılmadım ki neslimi salayım
Ölü naçarken ölenlerden bize ne
*
Ey ölüm tadın şerbette yok diyem
Nefes alsam vereceğimi bilmem
Yaşadıkça senden ayrı duramam
Ölüm yakınken kaçanlardan bize ne
*
Ey ölüm iyi ki sen varsın ahir
Cümle sahtekarı topla sen zahir
Hep mi kürt memet nöbete yakışır
Ölüm sağımken kaçanlardan bize ne
*
Kaç doğrunun doğruluğu sendendir
Kaderdir eğrilik yoksan tacıdır
Doğruluğum hakkın nuru tacıdır
Ölüm yoğumken varlığımdan bize ne
*
Kul ahmed dertlendikçe dertlenirsin
Cümle varı sever aşka düşersin
Kim bu sırrı ele verir bilesin
Ölüm bağımken kopanlardan bize ne
*
ahi kul ahmed
sayın dulkadiroğolu,
daha önce de dediğim gibi gerçekten içten, yürekten, candan, samimi bir insan olarak görüyorum sizi. ne kadar güzel ve yararlı hale de dönüşüyor bu yazı paylaşımlarıyla.
ancak benim kanaatimce bir şeyler eksik gidiyor gibime geliyor ne dersiniz? o da şu: bir kişiye ne kadar iyi eğitim verirseniz ondan çok iyi pişmiş tuğlalar elde edebilirsiniz. ancak çok iyi tuğlalardan çok iyi bina yapamazsınız. onları bir arada tutacak bir o kadar da iyi harca ihtiyaç vardır.
siz yazınızda duygusal motifler çizmekle ortak bir kavmiyet mesajı veriyorsunuz.
ikinci olarak üzerine yine duygusal ülküler ve sorumluluklar yüklüyor ve bundan sapmaları da sonuç itibariyle bakılınca haklı olarak da eleştiriyorsunuz.
KAVİM konusu ilahi olarak da reddedilen bir konu değildir. hadiste asabiyet olarak geçen bu kavram gerçekten onların fikir, güç ve mal olarak ileri çıkanlarının diğerlerinin ihtiyaçlarını karşılamada, ve yardımlaşmada gayretli olmaları hadisle de tavsiye edilen önemli bir sorumluluktur şüphesiz.
ancak bu sorumlulukların yerine getirilmesinde kişinin bunu neden dolayı yapması gerektiği konusunda ona bir dayanak vermek ve onu bir ödül sistemine de bağlamak zorundasınız.(her insan ödül beklemese de genel halk ortalaması ödül ceza, cennet cehennem sistemiyle hareket eder) ödül ceza da yetmez bir sürekli kontrol sistemi geliştirmek de zorundasınız. sizin yazınızda kısmen hissettiğim belki bir vicdan ölçüsü almış olabilirsiniz diye varsayalım. ancak vicdan bir yere kadar insanı getirirse de en üst ve etkili yöntem olarak kalplere ALLAH KORKUSU’nun yerleştirilmesi ŞARTTIR. bu korku da ancak günde 5 vakit NAMAZLA canlı ve diri tutulabilir. onun için dinin direğidir o.
oluşturduğunuz ülküler elbette hem ilahi ölçülere hem de insanlığın bugün geldiği doğal hukuk kaidelerine aykırı değil. ancak bunların da dini bir dayanakla bağlantılı olarak neşet etmesi gerekir.
örneğin insanlara çok merhamet ediyorum derken bunu ALLAH için yapmazsanız HÜMANİZME düşersiniz ki karşınıza hırıstiyanlık çıkar.
örneğin kadın haklarını ilahi sınırlara oturtmadan “ben kadın haklarından yanayım” gibi cici görünen bir sözün ardına düşerseniz karşınıza FEMİNİZM çıkar ki o da “çatışmadan gelişme olmaz, hak aranmaz” diyen MARKSİZM’in kucağına sizi iter. şimi onlar bu anlamda “sen de ona aynısını yap” dedirterek hak aratmaya, “ezdirme kendini” derken sonuçlar BOŞANMAYLA sonuçlanıyor.
vatanını çok seven biri ALLAHI unutarak kavmi için kahramanlık yapıp ölse onun gideceği yer cehennem çukurudur. neden askere hücum sırasında ALLAH ALLAH diye çokca söyletirler. bunu allah için yapalım ve şehit olalım diyedir. “kimsenin damarlarında asil bir kan falan da dolaşmaz” bu ırkçılıktır.
insan önce iman, iman içinde ahlak, ahlak içinde iyi insan olur ve vatan sevgisine, sorumluluklarına, nezaketine, merhametine sürekli ibadetle beslenen ince ve sağlam bir imanla kavuşur.
burada iddia ettiğimiz şey açık bir şekilde iman kuvvetinin insanın kişiliği üzerinde umulmadık büyük etkiler meydana getirebileceği savıdır. işte bu İMAN savı, yöneticilerce etkin olarak kullanılmalıdır (HEYHAT Kİ HEYHAT::) dolayısıyla her merhamet de ALLAHIN HOŞNUTLUĞUNA bağlanırsa sağlam ve yıkılmaz sürdürülebilir bir mana kazanır.
son olarak nihai diyebiliriz ki birleştirici temel unsur olarak MİLLİYET kavramı yeterli bir kaynak sayılamaz. tarihte ne kadar türk devleti varsa savaşçı olmalarına rağmen hep iç nifaklar yüzünden, parçalanmalar yüzünden yıkılmışlardır. bunun anlamı birleştirici sosyal unsurların o toplumlarda eksik olmasıdır.
öyle ki bugün bile temsilcisi gözükenlerin merhametten, diğerlerini kucaklamaktan uzak uzak tavırları gittikçe ayrımcılığı körükler ve ülkeyi böler bir noktaya gidiyor.
Osmanlı’nın din merkezli olduğu, kuruluşunda AHİlerin, Edebalilerin, Bektaşilerin rol oynadığı, düşük vergiler, İslam/Hanefi hukuklu şeriat hukuku, yine din kaynaklı AHİ ahlakıyla kalite fiat ve çalışma düzenine sahip bir ekonomi, yönetimin keskin ve sapmaz bir ADALET ve HÜRRİYET anlayışı onu 600 sene yaşattı. elbette takdir edilen bir ömür vardı ve o da bitti. sorun “bizim bu küçük cumhuriyetimizin harcı ne olacak” sorusudur. vatan millet sakarya sözleri sorgulamacı insanları gıdıklamaz.
sonuç olarak DİN en üst parantelde, en birleştirici, menfaatlerin bittiği, insanın kendini başkası için terkettiği, ve bunu da ALLAHIN HOŞNUTLUĞU gibi sağlam bir temele dayandırdığı en önemli ögedir. ancak dinin insanlara iyi anlatılması kadar sevdirilmesi de gerekmekte ve her kademedeki müslümana büyük görevler düşmektedir.
siz şüphesiz inançlı bir müslümansınız. yazılarınızı bir de bu açıdan temellendirirseniz ahiretinize de bi NUR göndermiş olursunuz diye düşünür selam ve sevgilerimi sunarım.
Yorumlar; 18 Mayıs 2011 Çarşamba