Sayın Mehmet Lengerli ve “bir kul” kardeşlerim,
selamün aleyküm.
biz yazar kardeşlerimizi severiz. onlar elini taşın altına koyan kişilerdir.
ikincisi eleştiri yaparken, eleştirinin arkasından doğrusunun ne olduğu konusunda bir öneri de sunduğumuza neden dikkat etmiyorsunuz?
işin aslı yazar ehil olması gereken kişidir Nisa 59 ve adaletten önce gelir. yani işi bilmeyenin adalet dağıtması mümkün olmaz demektir.
biz yazarın bilgi birikimini bilmediğimiz için onu eserinden tanımak zorunda kalıyoruz.
biz yazıda güzel kaleme alındığını, şurda şu vardı burda bu vardı onu da yazayım gibi şeylere bakmayız.
soru şudur: bu yazı ne diyor, ve beni nereye götürüyor, ne öneriyor? buna bakarız. ileri sürülen gerekçeler de bizi hiç ilgilendirmez. ta da başında ne dediğin de önemli değil. en sonun da hangi limana girdin. daha ağır bir ifadeyle başında kiminle sözleşme yaparsan yap sonunda kime secde ettin? işte budur önemli olan.
bu dedikodu yazısı yanlış demedik. müftülük de zaten bunları yazıyor, 117 000 personeliyle bu din bir türlü hayata geçmiyor, sen niye düşünüp bir yol ve yöntem önermiyorsun da o başarısızlığı tekrar ediyorsun dedik. yani yazarı düşünmeye ve çalışmaya zorladık. bu kötü mü?
diğer yazılar konusunda yazılar iç çelişkilerle dolu. yazı ayetle başlıyor fakat laiklikle, onlara gülücükler atarak bitiyor. bu inanılmaz ölçüde tehlikeli bir durum.. ne diyeceğiz git ona mı ib.. et diyeceğiz. ağır oluyor değil mi?
sayın yazar arkadaşa yazılarımızı karşılıklı birbirimize gönderip kontrol edelim dedim. oralı bile olmadı.. bunun anlamı kibir değil mi.. konunun hem uzmanı değilsiniz, hem danışmıyorsunuz, hem müslüman görünüp milliyetçilik şarkıları söylüyorsunuz islama aykırı olarak, ve hem de kalbinizde laiklik ve onun meşhur temsilcileri var!
ne milliyetçilik ne laiklik asla islamla bağdaşmaz. islam, dünya ve ahirete dair her konuda fikri ve hükmü olan dünyavi ve uhravi komple bir sistemdir. işte bir müslüman yazar ya da okuyucu ben müslümanım deyip liberallere, yahut feministlere, yahut avrupalılara (teknik hariç) çanak tutup onların şarkılarını söyleyemez.. bu yüzden bir yazarın okuyucuyu kandırarak (iyi niyetli diyelim fakat sevdiği başka ve bilgisi az ve kibir onu danışmadan da alıkoyuyor) tehlikeli limanlara taşıması çok tehlikeli bir durum sayılmaz mı? alimin mecbur olduğu an gerekli vasfı tevazudur.. bu bile çok şeyi halladebilirdi.. ama yok..
ne diyeceğiz şimdi.. bu adam iyi adam mı diyeceğiz hala..
siz yolda giden güzel bir kıza “afedersiniz sizi iyi niyetli olarak öpebilir miyim” diyebilir misiniz. iyi niyetlisiniz fakat suç işliyorsunuz değil mi.
solcu bir yazar olsanız ona karşı gardınızı alır ve korunursunuz. fakat burda benzerinizden etkileniyorsunuz ki bu nasıl bir tehlike varın siz hesabedin.
insanlar kutsallarını tartışmak istemezler. 500 yıllık yanlışı hala sürdürmek ister. kim buna dokunursa bu sefer döner onunla kavga eder. adam dolu camide en ön safa kadar atlaya atlaya gidiyor. diyorum ki peygamber efendimiz rahatsız etmeyin insanları diyorum üç kişi biden biz senden rahatsız oluyoruz diyorlar. işte böyle..
sonuç olarak dinin kuran ve hadislerdeki hükümlerinin hukuk ve halk diline indirilmesi gerekir. nedenlerin niçinlerin yanında hayat ne hale geldi, insan ne hale geldi, sorunlar ne hale dönüştü ve bu emirler hayata bu özelliklere göre nasıl formüle edilebilir? işte bunların üzerinde kafa yormak gerek. yazar a bu da varmış yapıştıralım diyeceğine önce anlamaya çalışmalı sonra da çözüm sunmalıdır. kalbinde laiklik olan birisi ne anlayabilir ne de çözüm sunabilir. sundukları da yeni efendilerinin yeryüzü sultanlığını pekiştirir ve kişi sevdiği ile beraberdir artık..
oğuzhan kardeşim neden hep din yazıyorsunuz. din de var milliyet de var demişti.
bu bile allaha değil ama dine şirk sayılabilir.. çünkü milliyet din çadırının içindedir. yani yanyana değildir. din, milletinle ilgilen fakat milliyetçilik yapma diye yasaklar. asabiyet yasaktır diye hadis bulunduğunu defalarca yazıyorum. fakat sizlere kar etmiyor.. aşılamayan şey kavimsel benlik duygusudur. kişi çocukken önce babasını sonra ben kimim deyip kavmine sarılır. 40 yaşından sonra yavaş yavaş dinini hatırlamaya başlar. bu yüzden milliyetçi partilerin en çok destekleyenleri gençlerdir. çünkü bir aktiviteyi de içerir o partiler. adında da zaten “.. hareket..” kelimesi vardır. genç de zaten yerinde duramaz..
bu partinin başkanı namaz da kılsa islam bunu reddeder..
islam ÜMMETÇİDİR yalnız bir ulusu değil dünyadaki bütün müslümanları kapsar, ve birlikte hareketi öngörür. ulusculuk, milliyetçilik tefrikadır ve reddedilir.
Allah’ın adının anılmadığı her yazı ve konuşma meleklerin lanetine uğrar. biz dinimize aşığız ve onun ilmini bütün dünyevi ilimlere onun gözüyle bakarak değerlendiriyoruz. örneğin iktisatta adam smithin şarkılarını söylemem ben, ya da kadın haklarında feminist söylemlerin arkasında marksizmin olduğunu bilir ve kaçınır, kadın veya erkek hakkını kendi dairem olam islam dairesinde ararım.
insanlar halen yaşadıkları yaşamı “bu doğru olmalı” diye düşünüyor ve sorgulamıyor. sistem öyle eğitiyor ve böyle düşün diyor. ben kravatı bile ne düğünümde ne haftasonu takmam. etrafım diyor ki, bunu tak çünkü saygıdır, sen ev sahibisin diyor. işte tipik örnek. ben şunu diyorum. insan iman ışığı ile güzel söz ve güleryüz gösterirse işte saygı budur, onlar da hoşnut olacaklardır diyorum ve dediğimi yapıyorum.
işte nefsim pay almasın ama, yürekten ve sağlam bir iman, imanı bilgi ile techiz edilirse, daışmayla kontrol edilip sorgulamalı bir analiz ile sonuçta insan sevgisinin yansımasına onun ihtiyacına göre çözüm üretilebilirse o zaman sonuç alınabilir.
yani formül şu olmalı, BANA ANLATMA; BENİ ANLA
hocalar, diyanet, yazarlar hepsi anlatıcı. çünkü kibir var. bak ne kadar güzel yazdım, bu kaçıncı yazım, kaç kişi benim yazımdan alıntı yaptı v.s.
ama kaç kişiyi irşad edip ALLAHa postaladın, bu yok…
Geçen hafta 5 gün her gün saat 10 otobüsünde konuştuğum iki işçi üç öğrenci. 15 dakika ona anlattırdım, son 15 dakikada ben sohbet ettim. dikkat, nasihat değil.. ve 5inden de namaza başlama sözü aldım..
Bunları övgü için anlatmadım. işte bir yazarın anlatma değil onu anlama ve uyararak anlatılanı hayata geçirebilmesini hedef alma hedefi olmalıdır..
BİR KUL kardeşim de lütfedip sen halife ol demiş. doğrudur, ben zaten halifeyim. bütün insanlar halifedir. sadece bunların bazıları görevini yapmaz ve zayi eder, bazıları da tam yapmaya çalışır. bir kul kardeşim de halife olmak istiyorsa şartları şu:
-12 yaşında namaza başlasın
-her gün derslerine mevlana dan iki sayfa okusun.
-mahalle camisinde taşın üstüne çıkıp ezan okusun.
-ilahi aşka düşüp bir bardak şarabını gündüz gözüyle içsin
-imam hatip diye orta okul 2. yi birakıp bir yılını yaksın
-sürekli zikre dikkat etsin
-günahına nasuh tövbe etsin
-servisi terkedip otobüsle gidip gelsin ve böylece insanlığını anlasın,
-yemek fişini bıraksın, istediği zamanda yiyerek nefsi büksün,
-elbisenin sıkmasına isyan edip bolluk için cübbe giysin,
-koltuk yerine sandalyeye otursun tevazu olsun
-simitçiye hergün iki lira bıraksın 6 çocuğa simit olsun,
- bir dul aileye her ay otomatik önemli bir para versin,
-telefon gelince bir çuval unu lacivert elbiseyle eve indirsin, devlet görev yapmalı, bu da devlet görevi demeli.
- her gün bir işçi ya da arkadaşı yemeğe götürmeli,
- kanunların zulmu ile mücadele etmeli (kdv, reklamlar, faizler, asgari ücret, ahiliği merhamet olarak sunmalı,v.s)
- istisnasız herkese özellikle tanımadıkların, kızılayda bile selam vermeli. bir kilometrede 30 kişi olmalı.
- yetim okullarına ve yaşlı huzur evlerine müsait zamanlarda gitmeli,
- geceleri insanların hidayeti için ağlamalı,
-yolda giderken herkese dua ile gitmeli,
-bütün hayat merhametle bezenmeli,
işte bunları yapabilirsen değerli hemşerim senin adını levhi mahfuza halifeliğini iyi yapıyor diye yazarlar. herkes halifedir lakin zayi edenler çoktur.
Allah azizdir o halde kulu da azizdir.
biz sizlerin hepinizi seviyoruz. lakin mücadelemiz yanlış veya eksik fikirlerledir.
sözümüz ya da ilacımız kişiye yada hastaya değil, hastalığadır. onun için kimse sevgimizden şüphe etmesin. lakin biz ALLAHI da hem ilimle hem aşkla severiz. sıkıntılar biraz da ilimsiz sevip ortaya çıkmaktan kaynaklanıyor sanırım.. sabrınız için teşekkür ederim. sevgilerimle…
sevgili Tahsin,
bu yazına bir “eyvallah” diyeyim artık.
temel niteliği ferdi söylemler üzerine ve toplumsal takdir ve senin merhametinle son buluyor.
insanlar da zaten bu tür ritüellerle çok ilgilenir fakat genelde neyi ifade ettiğini sorgulamazlar. onu alimler yapar.
Kırşehirin il yapılmasındaki temel sıkıntı şu: Menderes Kırşehir’e gelir ve bugünkü stadın olduğu alanda halk toplanır. Önce bölükbaşı konuşmaya başlar ve uzattıkça uzatır (5 saatlik konuşmalarını yağmurun altında belediye hoporlerinden 10 yaşındayken dinlerdim. o herkese bir şeyler söylerdi. hikaye, veciz söz, atışma, eşşek şakası gibi sözler çok olurdu.)konuşmasının sonunda da “beni seven arkamdan gelsin” der ve millet partisinin kalesi olan kırşehirli seçmen ve delegeler onu omuzlarının üstüne alırlar ve stadı terkederler. ülkenin koca başbakanı ortada kalakalır 10 kişiyle. basın zaten izliyor ve büyük prestij kaybını ülkeye anlatmak oldukça zordur. suç sadece bölükbaşının olsaydı, bir karşı cevapla geçiştirilebilirdi. halk işlediği için cezanın da halka verilmesi gerektiğini düşündü ve harekete geçti. bölükbaşı “arap için arabistan yanmaz” diye mecliste çok bağırdı ise de kar etmedi ve ilçe yapıldı.
görüleceği üzere teşvik suçu bölükbaşının. lakin seyirciler de oyuna giriyor ve suçsuz değil. buna göre değerlendirilmeli..etmiş bulmuş vesselam…
1950 seçimleri bu ülkede seçmenin kendi gücünü farkettiği ve “vay be, ben neymişim” dediği en önemli seçimdir… bu farkındalıktır ki bütün seçimlerdeki katılma oranı hala yüksek çıkmaktadır. demokrasi bilinci, halkın siyasete eksik de olsa katılımı açısında iyidir. bu özellik 27 yıl süren tek parti musibetinden yırtarak kurtulma bilinci oluşturmasıyla oluşmuştur. öğüt yoktur…
menderesin politikası özel sektör ve her mahallade bir zengin yaratma amacına dayanan ve finansmanı dışa dayalı ölçüsüz bir açılım projeli bir ekonomik sistemdi.. kapitalizmin bütün unsurlarını bünyesinde barındırıyordu..kendisi ezanı türkçeleştirmişti ama ekonomi anlayışı müslümanlıkla çok zor tanımlanabilirdi..
Amerikan yardımı bir rahatlatma yarattı fakat üretim traktörün devreye girmesiyle oldukça arttı. iç tüketim ihraca da izin vermeyince dış borçlanmalar artmaya başladı. lüks amerikan arabaları ithalatı yükseldi. ulaşım inönünün demiryollarından menderesin karayollarına kaydı. karayolu yapımı ve araçlar arttı. ekonomi dipsiz kuyu gibi ne verirsen yutuyor ve kendi kendini finanse etmiyordu..kapitalist anlayış kendi kendini bitirdi ve ihtilale beş kala merkez bankası “moratoryum” ilan etti. yani borcumu ödeyemiyorum gel başıma otur ve her gelen yeni paraya el koyabilirsin demekti bu. osmanlının duyunu umimiyesi… inönüyü en çok şirazeden çıkaran ve maliye bakanının ipe gitmesine sebep olan husus da bu anlaşılan..
ben şahsen ihtilalin statükonun iktidarı ele geçirme, ödünç vermiştim v.s. olduğunu sanmıyorum. halk borcu düşünmez.. cebine ne girdi ona bakar. bir gelirde ve kalkınmada artış olduğu doğrudur. fakat gereksiz ithalat ve ekonominin kapitalist yönetimi onun doğal sonucu olan zengin, fakir, dış borç ve iflas gerçeğini hayata mıhlamıştır. halbuki basit bir islami kural olan ihtiyacın doğru tespiti, tasarruf, gelir dağılımında adalet üçlüsü bile dengeli ve risksiz kalkınma için yeterdi.. işte müslüman yaşayıp kafir gibi hareket etmenin tipik bir örneği oldu istemeden de olsa..
siyasi olarak böyle bir ihtilale gerek varmıydı, bu tartışılabilir.. burada inönünün kişiliğini tahlil etmek gerek. ayrıca menderesin yaptığı uluslaarası bazı anlaşmalar da sıkıntının bir ayağını oluşturuyor kanaatimce.
çünkü bu ihtilaldede dış güçlerin parmağı var. ortak amaçlar sözkonusu.
türkiyedeki bütün ihtilallerde elçiliklerden giden mesajların ortak sesi şöyle “bizim çocuklar başardı”
bu ihtilal diğer bütün ihtilallerin anası oldu ve sürekli aynı karı kocadan doğurdu.. bu yüzden inönüye pek iyi dua edemiyorum. çünkü örnek olduğu için hepsinden de ayrı ayrı sorumlu.
TSK’nın iç hizmet kanununun 35 maddesinin kaldırılmasından bahsediyorlar. (Kılıçdaroğlu) bunun bir anlamı yok. ben deliysem kanun beni tutar mı? onların yetiştirilmesindeki çarpıklığı, okulda aldığı eğitimi düzeltmek gerekiyor. halkını sevmeyen tepesine biner. seven ise “bir arzun mu var der” savunma bakanına bunlar duyurulur.
yaptığım araştırmalarda gördümki her darbeden bu ülke ekonomik ve mali ve ahlaki olarak zarar gördü..
halk da zavallı her seçimde bir pisliği temizlemeye çalışıyor.
tayyip beyin yapacağı en önemli şey önce toplumu barıştırmak ve barışan toplumun kurallarını ANAYASAYA ÇİVİLEMEK. EŞİTLİK VE DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ bunu sağlasa yeter. bu yorum da burda biter.
sabrınız için tahsin sana ve sadece yorum okuyanlara selam ve sevgilerimi sunuyorum.
Sn. Kırşehir Müftüsü Dulkadiroğlu..
yazınız gerçekten bir Cuma Hutbesi gibi.. gerçekten dini milliyet için kullanmamış. halkın kemali ahlakı için ayet hadis ve yerli yabancı ileri gelenlerin benzer sözleriyle desteklenmiş bir kompozisyon sunuyor. bunlar emek isteyen derlemeler şüphesiz… bunu müftü efendiler de yapıyordu zaten neden zahmet ettin sen de aynı şey için..
işin aslı diyanetin sürekli benzeri hutbeleri olmasına rağmen toplumda gıybet ve dedikodunun kalktığını ya da azaldığını gördün mü hiç.. sen bile bunu farkettiğin için olmalı ki bu yazıyı yazma ihtiyacı hissetmiş olmalısın..
o zaman bir türlü çözülmeyen sorunu sen mi tek başına aynı şeyleri söyleyerek çözeceksin..büyük iddia..
şimdi biraz da ben salata yapayım istersen.. dünyadaki bütün toplumlar gıybet ve dedikodunun iyi bir şey olmadığını zaten bilirler.. hatırlatılmasa bile küçük tecrübeleri ile bunu farkedebilirler aslında.. insanlara bizde o kadar ayet ya da hadis hatırlatılıp hatta tehdit edilmesine rağmen bu suç yaşamaya devam edebiliyor. bir diğer deyişle DİN HAYATA YANSIMIYOR. İŞTE SORUN OLAN ŞEY BU.. İnsan psikolojisi ile toplum psikolojisi ve din arasındaki bağların koptuğunun kabul edilmesi ve bunların analiz edilerek seviştirilmesi temel zorunluluktur. bana kalsa cuma hutbesini bir psikoloğa okuttururum. din adamı insanı tanımadan dini acı şerbete dönüştürüp zorla içirmeye kalkıyor.. peygamber efendimiz genellikle tebliği tek tek yapardı.. bunun anlamı şu.. kişinin ruh haline göre hitabederdi.. bu yüzden aynı konuda bazı hadisler farlılıklar gösterir. çünkü kişinin kalbi hastalığı farklıdır da ondan..
buradan şuraya gelmek istiyorum.. bir din adamı toplumsal veya kişisel hastalığımız şudur diyemediği gibi dinin koyduğu bir kuralı hayata nasıl geçireceğine ilişkin hiç bir model önerisi de yok.. sizin ki gibi..
bir adım daha ileriye ben gideyim.. dedikodu etmek nefsi emmarenin büyük bir iştahla arzuladığı bir şeydir ve bundan büyük keyif alır. siz bunu cehennem korkusu ile bile durduramazsınız..istediğinizi yapın. dinlemez.
aslında dedikodu psikolojik olarak bir iletişimi de beraberinde ifade eder ve faydalı yönleri de vardır. dolayısıyla bazılarının yaptığı gibi dedikodu adına tüm biraraya gelmeyi de yasaklarsanız bu sefer toplum bağları kopar. dolayısıyla iletişimi kuvvetlendirerek kişiyi kişiliğini becerisini ortaya koyabilecek imkanları sunmak ve ödüllendirmek kişiyi rahatlatır ve özgüvene getirir ki bu kişilerin dedikodu yapma yüzdesi çok düşük hale gelir. işte toplumun bütün kesimlerinin fert veya alt bölümlemeleri olarak ilişkilerinin de serbestçe tanınması onları özgüvene getirir ve toplum rahatlar ve aşağılamalar azalır. aşağılama, ya da eşitsizlik gıybet ve dedikodunun en temel altyapısını oluşturur. yani onun bataklığını..
bütün bunların üstüne ortamdan sonra kişinin zevk ve davranışlarının yani kişiliğinin de ilave olarak terbiyesi lazım gelir. örneğin 1000 lira kanaatli adama yeter, kanaatsiz adama yetmez bunun gibi. işte ne yaparsanız yapınız insanı İMAR etmezseniz hiç bir şeyi ona yetiştiremezsiniz ve ahlakını da kemale erdirmediğiniz için o dedikodusuna büyük zevk alarak devam edecektir..
işte insanın imarı ihtiyaçlarının bir şükür dereces,inde kısmen tatmin edilmesi ve İMAN derecesinin yükseltilerek AŞK derecesine çıkarılması gerekir. cami cemaatinin de namaz kılıp çıkınca hemen hocasının dedikodusunu yapmaya başlaması, ilme hürmet, yöneticiye hürmet, büyük küçük saygısının zayıflaması, imamın şahsi ahlaki kusurları ve nihayet namaz kılanların YÜRAUNE (sekil olarak)Maun 3, deki gibi berbat bir namaz kılmalarındandır.
işte ihtiyaçların kısmen karşılanması bir ahlaka (dedikodudan uzak) ulaşmanın gereğidir. hükümetler her eve en az bir gelir girmesini bunun için sağlamalari gerekir. bu hem ahlak ve hem de insanlıktır.
kısmen değindiğimiz üzere insanlar sevdiklerinin dedikodularını yapmazlar. bu yüzden toplumu eşitleyerek ya da iyilikli, faydalı insan tanımlamasına sokarak birbirini sevdirmek gerekir.
son ilave bunların şemsiyesi ya da sigortası sayılması gereken İMAN DERECESİNİN ARTIRILMASIDIR. bu da zorla namaz kıl demekle olmaz. allahı peygamberi ve kendini ona sevdirmeye çalışmak ve birazcık da korkutmadan ölüm düşüncesini hatırlamasının yararlı sonuçlar vereceğini bilmesi gerekir. daha önce ÖLÜMÜ ÖLDÜRMEK diye bir yazı yazdığımı hatırlıyorsunuz.. toplum düşüncesizliğe gidiyor.. en tehlikelisi de bu.. düşünmeyen insana dedikodunun kötülüğü kar etmez. onu düşünmeye itecek sorgulamalar yapmak gerekir..
işte ben nedenini araştırır, sorgulamaya davet eder, sonra hayatına nasıl uygulayacağına ilişkin küçük ip uçları veririm. ama asla dedikodu kötüdür bile demem. fakat sonuç alırım ben…
dulkadiroğlu, şimdi ne düşünüyorsun..diyanet işleri başkanına nasihat verebilir miyim. ne dersin.. zaten müftülük benden hutbe yazmamı istedi biliyor musun? onlara da bir çok öğütler verdim. işte ben İNSANI ALLAH İÇİN ÇOK SEVERİM. ÖL DE ÖLÜRÜM. şu sitede o kadar yarenlik ettim kimse ne cevap ne teşekkür bile etmedi.. işte bu toplumda sizler ileri çıkan kişilersiniz ve sizin TAKDİR gücünüz çok eksik. işte sizlerin dedikodu yapması büyük bir olasılık..
araştırmalar bile: maneviyata saygılıların, çok takdir edenlerin, ve birbirine zaman ayıranların sağlam aile oluşturduklarını gösteriyor…
darılma sen iyi adamsın vesselam.. ama daha iyi olmak zorundasın. başkasının söylediğini sen niye tekrar ediyorsun. gider müftülüğün sitesinden okurlar zaten.
farklı olmak için sormalı,ve sevmelisin. derinlikli bir ilimle (kesbi ve vehbi ilimler), sevgi allah için bir araya gelmezse etkili sonuç alınamaz.. herkes söyler durur. havanda su döv dur…
selam ve sevgilerimi sunuyorum.. kırdıysam hakkını helal et. allaha emanet ol…
Dursun abi,
öncekini beğenmekle hata ettin. seni uyutmam bak haberin olsun. ya yerini aç, ya gönlünü aç. sessizlik de bir bıkma işareti sayılır. öt biraz da sabahı anlayalım. namaz kazaya kalmasın.
bülbül ötmezse gülün kadrini kargalar bilmez. ses verecek birini arıyorum. lakin herkes köçek(Estağfurullah sözün gelişi)…bu davula bir zurna lazım, ağzından sular aka aka..
davulum yarılana kadar feda olsun. lakin milletin kulağına az geliyor şu hale bak..
her yazdığım bir sırrı ifşa ediyor lakin aptallara ne gam. ırgalamıyor. sürekli pazar yeri değiştiriyorum. yeni müşteriler bulur muyum diye. gel gör ki herkes bugdaydan yana.. bizde himmet bulunmaz ama rahmete çanak tuttuğumuzu görenler var. bize kızanlara ikram ederiz. çorbadan başka aşımız olmaz. kebap isteyen başka kapıya..
bak benimle görüşmek istemişsin.. bunca lafın üstüne pişman olabilirsin sonra. iyi düşün. her karganın eti yenmez. ben adamı alır göklere çıkarırım sonra bir bırakırım.. paraşütün yoksa çakılırsın haberin olsun..
kiminle çuvala girmek zordu?
neyse, seni iyilerden saydık da çalıp durduk yere. sen de değerini belli et artık.. boş bırakmadım aşşayı.
*
dizdi gene tesbihçi ahmet ağa birşeyler.
görelim kim takar boynuna anın seyreyler…
*
Ey Allahın fakir kulu
Söylen sözü eğri büğrü
Dinlemezler yorma gari
Yazdıkların nice senin
*
Pazar kurup gül satarsın
Gülüne paha biçersin
Pahayı aşıklar bilir
Sattıkların nice senin
*
Gonca güle bülbül konar
Aşk derleyip halin yanar
Bahar öter kışın gider
Bahçelerin hazan senin
*
Akıl arar kendi gibin
Fikir sorar doğru kimin
Karga söyler rehber benim
Yaptıkların heba senin
*
Cümleyi aşk ile seven
Hakka vera ile bakan
Hak sevince oldu yaren
Vereceğin gönül senin
*
Aşk ile döner dururum
Kimse bilmez nihanım
Sevgi ile harman oldum
Tarladaki dane senin
*
Kul Ahmet sen garip kulsun
Yarenliğin kimler bilsin
Kendi alıp kendi satar
Pazardaki mana senin
*
Dursun abi selam olsun
Yarenliğim hatır bulsun
Hemşehriler sala salsın
Öldürdüğün ne ki senin
*
ahi kul ahmed
Bak Tahsinciğim, bey’den mey’den anlamam. ikisinden de sarhoş olurum sonra. ikisi de haram biliyorsun. niye bana ikram ediyorsun? Davulcuların sarhoşken daha ala davul çaldıkları doğrudur. Neşet’imin sülalesi iyi bilir. Lakin yasak olan sarhoş olmak değildir. “mey”le “bey” yasaktır. o zaman sarhoş olmak için başka şeyler bulmak lazım değil mi? senin aklına bir şey geliyor mu?
Gelin sarmak, kız sarmak 5 dakkada bitiyor. gül kokluyorum 3 günde soluyor. dost bildiğim az deyince hopluyor. avrat desen şal deyip de zıplıyor. el aleme güçlerimiz yetmiyor. kardeş hani, miras için kaçıyor. selam versem rüşvet deyü almıyor. iyiliği maraz deyü yapmıyor, zengin “benim” deyü vermiyor. fakir “yetmez” deyü çalıyor. dindar bana kafir deyü sövüyor. kafir sorsan İsa deyü tapuyor. yahudinin oyunu mazlumları biçiyor.
anlıyacağın ortada ne sarhoş var ne sarhoş olunacak bir şey. bir şeyler içiliyor aslında velakin hepsi de zamanın kıskacında. benim derdim sarhoşluktan uyanmamak. sorun bu.. bu yüzden çok etkili ve uzun ömürlü bir içki bulmalıyım ki hiç ayıkmayayım.. senin şu “eyvallah” kapından bir girelim bakalım. karşımıza ne çıkacak? Ayva arapçada evet demektir. Allah’ı da biliyor olsak da ne kadar doğru tanıdığımız muğlakdır. bu, bir anlamda Allah’a evet demek anlamına gelebilir mi sence?
bana hitabını boşver. Fakat O hep kendi alıyor kendi satıyormuş. bize hiç kar bırakmıyormuş doğru mu? hem de kendi yazdığını bize oynatıp alkışları da kendine çeviriyormuş öyle mi? Napalım Ona küselim mi şöyle bir?
bak ben şimdiye kadar naptım biliyor musun.
Babam kızardı, kaçardım, kişiliğimi korudum=hürriyet. okurdum, posasını atardım maksad bulurdum, onunla oynardım=hürriyet. sigara içerdim, bıraktım=hürriyet. Günahları terkettim kimse bana hadi demiyor=hürriyet. Yemek fişini bıraktım istediğim gibi yiyorum=hürriyet. Servisle işe gitmeyi bıraktım, otobüste insanlığımı anladım=hürriyet. pantolonun sıkmasına itiraz için bol cübbe giyip ferahladım=hürriyet.
işte bütün hürriyetler senin “eyvallah”a çıktı aslında. yani sen “eyvallah” dedin lakin ben yıllardır onu yaşatmışım. kelimenin sahibi anlaşıldı umarım.
dedim ya ben davul çalarım. lakin sarhoş olamadım. rahmetli muharrem ertaşı sedirinde rahmet içinde görmüştüm çocukken. keşke sorsaydım.
uzun hikaye tahsin kardeş. bir zurnacı da arıyorum benim ritmime nağme dizecek. lakin çok köçek var. zurnacı yok.. ömürlük bir içecek bulunca bana haber ver e mi?
Bak sevdim işte bu sözü
Şöyle selamın diyesi
Ol hayırların mihengi
Kabul imiş “eyvallah”
Kabul olur mu hayırlar
Döşediğim ak yazılar
Sarıversem al yazmalar
Gelin imiş “eyvallah”
Maksat Hakka ok atasın
Halis niyyet kılasın
Kalemle kılıç çalasın
Alim imiş “eyvallah”
Fakir kulun imam oldu
Halkı bekler uya hadi
Namazların her rekatı
Gözü yaşmış “eyvallah”
El yazar kalem sanırsın
Görür gözün kim bilirsin
Hak gizler de sen açarsın
Yapan O’ymuş “eyvallah”
Yapan O’ysa kalpler bizar
Kader yazar kullar oynar
Sebepleri azar azar
Dizen O’ymuş “eyvallah”
Ahmet beye nida olmuş
Kılıç elde kalem çalmış
Öküz çekmiş teker ötmüş
Saman sarmış “eyvallah”
Tahsin kula selam olsun
Kalem ile doğru yazsın
Öküz koşup tarla sürsün
Dane sözmüş “eyvallah”
Sor bak SAHİBİNİN kimi var
Kim içmiş meyinden deyi ver
Dünya içen kullarını salıver
SENİ içtim kadehleri kırıver
“EYVALLAH”
işte ben içecek bir şey buldum ki ölene kadae ayıkmam. bu yüzden de sarhoşun sorumluluğu olmaz. yani=Hürriyet=HÜR ADAM. Bütün hürriyetler HAKKA çıkar Elhamdülilah.
Bak sevdim işte bu sözü
Şöyle selamın diyesi
Ol hayırların mihengi
Kabul imiş “eyvallah”
*
Kabul olur mu hayırlar
Döşediğim ak yazılar
Sarıversem al yazmalar
Gelin imiş “eyvallah”
*
Maksat Hakka ok atasın
Halis niyyet kılasın
Kalemle kılıç çalasın
Alim imiş “eyvallah”
*
Fakir kulun imam oldu
Halkı bekler uya hadi
Namazların her rekatı
Aşka düşmüş “eyvallah”
*
El yazar kalem sanarsın
Görür gözün kim bilirsin
Hak gizler de sen açarsın
Yapan O’ymuş “eyvallah”
*
Ahmet beye nida olmuş
Kılıç elde kalem çalmış
Öküz çekmiş teker ötmüş
saman yığmış “eyvallah”
*
Tahsin kula selam olsun
Kalem ile doğru yazsın
Öküz koşup tarla sürsün
Rahmet no’lmuş “eyvallah”
*
yazılarına eleştirimize “eyvallah” diyen Kırşehirli yazar tahsin beye güzellemedir..
*
ahi kul ahmed
Sevgili Seçmenler,
Yaklaşan günlerde bir genel seçim hak ve yetki ve görevimizi yerine getireceğiz inşallah. Bir seçmenin oy kullanmama isteği bir tavır koyma olarak bir anlam bulabilir belki. Fakat üşenerek gitmemek ise “ben başkalarının kararlarına razıyım” demektir ki, adeta bir sorumsuzluk örneği oluşturur. Dinimiz bile bu sorumsuzluğu onaylamaz. Çünkü tevhid siyasetle kaim olur.
Siyaset bir insan idare etme sanatıdır. Karmaşık, insan toplumunun yapısıyla ilgilenen kişilerin; esnek, kuşatıcı, sorun oluşturan değil çözüm üreten, pratik bir yapıya sahip olmaları gerekir. Toplumun bütün kesimlerine hitab edemiyenler ve zamanı iyi okuyamayanlar bir şekilde iktidarı kaybetmişlerdir.
İslam da insanın aklı olan laik’likten farklı bir toplum modeli sunar. O da aynı şekilde siyasi ve toplumsal ilkelere uyulmasını emreder. Bu ilkeler şunlardır:
-ŞURA oluşturmak için seçim yapılması. Devletin niteliği cumhuriyet. Delege ve başkan sultası yoktur, doğrudan seçimi esas alır. İradenin tam yansıması esastır. Şura kararları tavsiye değil mecburi uyum gerektirir.
-Önce emanetlerin ehline verilmesi gerekir. Nisa 58, torpilden uzak durulması gerekir. Emanet çok geniş bir kavramdır.
-Sonra ADALET Nisa 58, ve merhametli olunması,
-Adaletten sonra iyilik gelir Nahl 90 örneğin ücretini ödemeyen tüccar, evladına adaletli davranmayan baba iyi davranışı hak edemez.
-Allah’a, Peygamber’e ve BİZDEN olan emir sahiplerine itaat. Nisa 59
-Kuşatıcı kapsayıcı ve esnek olma, “… Allah’ın rahmetiyle yumuşak huylu ve güler yüzlü olmasaydın etrafından dağılıp giderlerdi” Ayet.
-İşleri istişare kararıyla (toplumsal konularda) yapma,
-Bu ilkelere uyulup uyulmadığını denetleme ve sonucu yargılama.
İslam da, devlet ve halk arasındaki ilişkiler eşit, yani %50 – %50’dir. Üstünlük söz konusu değildir. Yönetim için ehil olunması münasebetiyle yetki verilmiştir, fakat kontrol yine halkta mevcuttur. Devlet sadece hizmet için vardır ve küçüktür. Taraflardan birine herhangi bir imtiyaz yoktur. Herkes kendi yaptığı işinden sorumludur. Özel sektör sürükleyicidir. Büyük İslâm düşünürü İbn Haldun (1332-1406 Tunus) devletçiliğe ve devletin ekonomik hayata müdahalesine karşı çıkarak şöyle der: “Devletin iktisadi hayata müdahalesi halkın teşebbüs gücünü zayıf düşürür. Teşebbüs gücü zayıflayan ülkeler yoksullaşır. Halkın yoksullaşması devlet bütçesini dengesizliğe sürükler.” İbn Haldun’a göre devletçilik bir kısır döngü meydana getirir. Devletin kendi hesabına bir takım iktisadi yatırımlara girişmesi, toplum menfaatlerinin çiğnenmesine yol açar. Ekonomik faaliyetlerin devletçe yürütülmesi resmi teşkilatın büyümesine ve bu da devlet gelirlerinin ihtiyaçlara yetişmemesine sebebiyet vermektedir.
İşçi ücretinin nasıl belirleneceği konusu devlet ve işverene bir sorumluluk olarak yüklenir ve hemen verilmelidir. Ölçü olarak da bir hadiste; “evlenebilmesi, ev alabilmesi ve binit edinebilmesine yetecek kadar bir ücrettir. Bundan daha fazlasını isterse ya hırsızdır ya da hain” şeklinde tanımlanır. Bunu, bu günkü asgari ücretle kıyaslamanızı rica ederim! Bunu örfe göre düşünürsek bir tavuk dönerci veremezse de parayı bilmem ne gibi kazanan karunlar da mı veremez.
Para bir değişim aracıdır, mal değildir. Alışveriş serbest, fakat paranın kirası olan faiz yasaktır ve haramdır. Risk, parayı kullanandan zayıftan, güçlü sermaye sahibine yüklenmiştir. Vadeli satış ve vade farkı alimlere göre olabilir. Sermaye veya emek- sermaye ortaklıklarını teşvik ederek sermayeyi tabana yaymak ister. Servetin belli ellerde toplanmasını hoş görmez, bütün toplumun üretimden hakça pay almasının tedbirlerini alır, emtiada %2,5, üründe masraflıda %10 ve masrafsızda % 20 oranında yüksek bir zekatı emreder. Bununla fakirin fakirlikten kurtularak kendine bir iş kurması, ona sermaye verilmesi amaçlanmıştır. Geçiştirme değildir.
ALLAH’IN SİYASETE MÜDAHALESİ
Ehliyet, adalet, hakça paylaşım, inanç özgürlüğü, ahlakın yaygınlaşması ve diğer moral değerler, insan yönetiminin temel taşlarıdır. İslam ise halkın iradesinin yönetime tam yansıması ile adalet, merhamet, iyilik, yumuşaklık ve benzeri ulvi değerlerin gerçekleşmesini daha çok önemser. İtaat ise müslümanın kendinden olana itaatidir. İnsan o takdirde “ben kimim” demeli ki kime oy vereceğini bilsin.
Bir ayette “ siz nefsinizi değiştirmedikçe Allah da sizin durumunuzu değiştirmez” buyrulur. Bu ayet siyasette de iplerin Allah’ın elinde olduğunu göstermiyor mu?
Bir hadiste “ Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” buyuruluyor. Bu hadis de toplumların layık olduğu şekilde yönetileceğini söylemiyor mu? Bunun pratik anlamı şu. Diyelim çok iyi birini seçtiniz, fakat siz toplum olarak kötüsünüz. Allah o kişinin kalbini değiştiriyor ve firavunluğa başlıyor ve gittikçe de karunlaşıyor. Fakat siz iyisiniz de kötü birini seçtiniz. Bu sefer Allah kişinin kalbini düzeltip ıslah ediyor ve o kişi iyilik etmeye yöneliyor. Unuttunuz mu kalplerin tebdili Allah’a aittir. Onun için demiyor muyuz ki : “Ya Rabbi kalplerimizi kaydırma, bizi sıratı müstakimden ayırma”
Yine bir hadiste “ bu kavmin reisi hizmet edendir” buyurulur. Yani “Ben” geçmiyor. Bunun anlamı firavunlaşma ve karunlaşma yok demek! Yönetici de “hizmetkar” demek. Yani devleti tanımlıyarak “hizmete” vesile kılıyor ve onu yüceltmiyor. Yöneticiyi de bu fiili ehil olduğu için yetki verilen hizmetkar konumuna sokuyor. Ne kadar ilginç değil mi?
Bir hadisi Kudside “Yöneticilerinizi biz seçiyoruz, onlara küfretmeyin” diye açıkça buyrulur. Hani siz seçiyordunuz?
ALTIN İÇİN KALBUR YA DA SÜPÜRGE VERELİM (Mevlana k.s.)
Sevgili dostlar kafanızı çok yormayın. Seçim işi tamamen ilahi bir iştir. Partiymiş, lidermiş, hangisinin bilmem neyi varmış bunlar boş şeyler. Biz yukarıda bazı ölçüler vermeye çalıştık. Ortada üç mihenk taşı var. MİDENİZ; AKLINIZ; ve KALBİNİZ. Sorun sizin bunlardan hangisinin sözüne göre hareket edeceğinizdedir. Yani liderler değil siz ölçülüyorsunuz SİZ!..
Biz bunları sizin yüksek tahminlerinize havale ederek izah etmiyoruz. Sadece şu kadarını söyleyelim ki bunlar sizde ne kadar hürlerse isabetli seçiminiz de o kadar yüksek olur. Şöyle düşünelim, mideden hür olmak nefisten kurtulmaktır ki yolu Hakka dayanır. Akıl önyargı ve yanlış kişileri sevmekten uzaklaştığı ölçüde Aklı selime varır ki Aklı selimin de Hakkı bulması umulur. Kalp de seveceğini bilirse ulvi değerlerle hareket eder ve sahibi olan Allah’a ev sahipliği yapar. Bütün yollar Hakka çıkarsa o zaman Hakkın kulunu aramak gerekir ki “Kime Hakkın kulu” diyeceğiz diye sormak gerekir. Bulamıyorsanız Allah’a en yakın gördüğünüzü tercih edebilirsiniz. İşte bu siyaset Allah’ın siyasetidir. Menfaatinizin siyaseti karnınızı doyurur gibi görünür fakat ilahi görünmez tokat hep devrededir.
SİYASET LAYIK OLDUĞUNUZDUR, SİZ LAYIK OLMAYA BAKIN
Siyasetin, ya da siyasetçinin Allah’ın yardımı olmadan başarılı olduğu şimdiye kadar görülmedi. Senin oyun siyasete yardım etmez ve belirlemez de. Sen öyle zannedersin o kadar. Aranan en önemli şey DİK bir duruşu sergileyip sergileyemiyeceğinizdir. Allah namaz aramaz. Dik duruş arar. Artık varın istediğinize oy verin, arkasından da “onu ben iktidara getirdim niye böyle davranıyor” deyip Allah ile ortaklık yapın ve kafanızı kaşıyın. Toplumlar önce siyasi rehberini (Kuran’ı) kaybederler, sonra ahlaken çöker, sonra da yıkılırlar. Osmanlı’da öyle olmadı mı? Kolay gelsin…
Allah’ın siyaseti TEVHİD’e gönül vermiş DİK müslüman kardeşiniz AHİ, selam ediyor.
ahikirsehir.com
Size başkalarının dediği gibi ben de Zafer Hocam diyeyim. Zafer Hocam.. aslında resminiz sizi genç, beni eski genç gösteriyor diyebilirim.
bana hoşgeldin dememiştiniz ama olsun, insanlar daima benzerlerini kabule daha yatkındırlar.
yazılarınız adeta benzetmekte hata olmasın ama Kuran değil de Kuran’ın uslubu gibi. bir ateşliyor, bir duruyor. bir tam gaz, bir rölanti. bir birleştirip güzel öğüt veriyor, bir birbirine tutturuyor.
insanlar ise tam doğru ile ilgilenmezler, belki aklı selim olan çok azı.
onlar hangi yazı kızıyor, hangisi bağırıyor, (cesaret farklı) hangisi heyecanlı bir roman edasında, hangisi gıdıklıyor benim hemşericiliğimi, yahut milliyetçiliğimi, kavmimin üstünlüğünü, yahut padişahın kızını içimizden hangi kelimize verecek,bunları arar. burası müftülük, yazan da müftü yardımcısı değil zaten.
işte sizin yazılarınızın pazar yerinde bunları görüyorum. bunları kötülediğimi sanmayın. ben biraz psikoloji ve sosyoloji tahsil ettiğimi söylemem kibrime verilmesin de eh diyelim.
diyeceğim o ki yazı ile okuyucu örtüşüyor görünüyor. kısa, vurgulu, dokunaklı, damardan vesselam. ben bu örtüşmeyi sağlayamamıştım doğrusu. ben hep ilmi, doğruyu, adaleti, soruna çözüm üretmeyi, bütün insanları birlikte tümüyle kucaklamayı, merhameti, sevgiyi esas alır, konuyu bütünüyle uzun uzun anlatamazsam çatlar ölürüm. Sonra oturur, seyreder, malım bu, ihtiyacı olan alsın derim. bu şuna benziyor. imam cemaate uysa ilim gidecek tavuğun yem yediğine dönecek, ilim dese cemaat ofluyacak vesselam.
artık sadece şöyle yapıyorum: diyeceğimi yine diyorum lakin onun anlayacağı lisanı kullanıp başlıkla tavlamaya çalışıyorum.
senin gibi adamlar müftü istemez, danışman da istemez. diyeceğim o ki merhametin var lakin çemberini genişletmeni dilerim. Allah rahmetinden kimseyi kovdu mu (Şeytan hariç). Sen de dışarda bırakma. her dışarıda bıraktığına halk kılıç sallar. SEN VUR dersin o ÖLDÜRÜR.
kalemle, kılıç da çizersin, gül de. sen gülü tercih et. o zaman dostların da biraz değişir ve bülbüllerin sayısı da artar. şimdi seni tasdik edenler kendi kızgınlığını sende bulanlardır.
Öyle yaz ki onlar sana bağırsın.
Hastayı iğne acıtır, vurana da bağırttırır laki hayrınadır. halbuki deliliğinden bağıranlar tamam bu benim adamım deyip övgüye koşuyor..
Benim bir hatamı söyleyenin ellerinen öperim. övgü zaten söyleyenindir der oralı olmam. yoksa bu beni öldürür bitirir, kibre iter, artık üç gün estağfurullah çekerim.
halbuki kızgın karga güle konmaz. vesselam…
*
Ben söyledim ilim ile
Sen dinle bir hilim ile
Cümle alem kimin ile
HAK yazımı satamadım
*
Zafer hocam yaman adam
Okuyanı kim ki bilmem
Fırtınalar eker biçer
Bak sözümü diyemedim
*
Doğrulara fikir gerek
Söylemeye usul gerek
Dervişlere zikir gerek
HAK zikrini çekemedim
*
Ben söyledim kalem ile
Vara gide KIRŞEHİRE
Cümle insanı bir bile
HAK birliğin eremedim
*
Er kişi eksiğin bilir
Noksan ile kemal bulur
Yağcı kendin tasdik eder
VUR dediğin öldürmedim
*
Biraz doğru biraz eğri
Yarenlik de bize kaldı
Çal Zaferi yere haydi
BAK sevdiğim diyemedim
*
Kul Ahmedim çok uzattın
Aklın verip gönül aldın
Doğrulara sarılmadın
BAK dirliğin nice senin
*
ben malımı sundum aha
aklım fikrim hep günaha
ol günahım muhabbettir
BEN neyleyem, paha senin
*
ahi kul ahmed
Bizde yazılar denetime tabi tutulunca Veysel arkadaşıma “makaleyi senin adına gönderebilir miyim” deyince “bi gönder bakayım” demesi üzerine yara alan dosta bir kaç söz ile gül atıp yaraladık.
*
ilacı bulsam ruhuma çalacam.
bedenim ziyan.
ziyaı bulsam dostuma tutacam.
sözlerim nihan
*
Güvensizlik aldı demi
Al duvara çaldı beni
Döktün küpüm şerabını
El yazıma sordu hemi
*
Yazı yazdım ha şöylece
Adalet üzre öylece
Veysel adına olsa da
El sazıma verdi hemi
*
Şüpheyle dostluk nas’lolur
“Sal gitsin” desen ne olur
İki akıldan bir dost çıkmaz
Yel sözümü serdi hemi
*
Şairlik zulümden doğar
Zulüm ki aşkı alıkoyar
Nazeder de varır çatar
Hak sözümü duydu hemi
*
Adı Veysel kendi Veysel
Sözüm yedi andı misal
Irmak desem kumlar visal
Ak sözümü netti hemi
*
Eyisin hoşsun damande
Buğday sekisin damende
Çift seklemin değirmende
Un tozunu silkti hemi
*
Silkme dedim silktin beni
Sonra döndün verdin yeri
Eyi kötü bir mi deki
El sözümü yuttu hemi
*
Gayri diyem baha kaça
Yazıp düzdüm ölçe biçe
Veysel adı cümle kula
Yar sözümü andı hemi
*
Dostu dosta çalma hemi
Dosttan dosta varsa demi
Kullar bilmez ölse beni
Var sözümü yazdı hemi
*
Veysel dostum oynar hah bar
Gönlü geniş dersi ezber
Söyler türkü, aşık sazlar
Ser sözümü bilmez hemi
*
Çaldım sözümü efkara
Tok dinledi var ne çare
Ben aşığam gülizare
Gül bendimi yıkmaz hemi
*
Veysel dosttur lafın bilmez
Söyler doğru mihnet etmez
Milliyetçi ümmet kesmez
“Kul” sözünü takmaz hemi
*
Hoş bir sazdır çalar ahmed
Tezenemde türkü hasret
Veysel söyler aşık emret
Bar sözünü aymaz hemi
*
Vakıf kursam kurma demez
Yerim yoktur öte yazmaz
Hayır için şarab içmez
“kul” sözümü zemzem hemi
*
Ahi kuldur ahmed paşa
Yazdın çizdin ücret kaça
Dostum deyip hatrı üçe
Ver sözümü tutmaz hemi
ahi kul ahmed
Oğlu yazmış baba dökmüş söze he
Alı almış moru satmış kime ne
Genci sövmüş yaşlı azmış diye he
Memleketin yatırları arzedin
*
Rızkı kapmış, riski sapmış vira he
Dili fesat, gözü kinden kara he
Kime dese, sözü kinden ziya he
Ahırların katırları az tepin
*
Nice can verdik bu ülke variçun
Vara hakka cennet diye huriçun
Ehli kaldı kırkbeşliğe aş içun
İmamlar nikahın kıydı züliçun
*
Ey insan sen elçi idin hakka ha
Hak ne demiş sana bu can ile ha
Akıl ahlak iman ile döne de
Dünyalar ziyanın kıldı seniçin
*
Verdi aldı canla cennet şerabı he
Kim duydu ki ol gönülde figanı he
Vardı hakka dertli aşkın niyazı he
Hülyalar serabın kıldı seniçun
*
Hakka doysam bitecek bunca figan
Her içen susuyor ne ki bu yakan
Akıl bitti, kalp yitti aşk bu saran
Gönüller verasın buldu senüçün
*
Kul Ahmed’im alır satar sevgiyle
Ummana bir katre düşmüş ahıyla
Hak kapısın nice çalmış zikriyle
Arifler şarabın içti senüçün
*
ahi kul ahmed